Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

SADR

SADR

Sadara: vukû' bulmaktan.
(Sadr-südûr): vukû' olan yer, vakı'aların olmasına karar verilen yer ve idâre merkezi olup; nefsi, kalbi ve ruhu da kapsayan göğüs (bağır) zarfıdır.
İşlerin idâre merkezi en ön, en baş, en ileri, en yukarı ve en iyi yer mânâlarınadır.
Sadrazam (başvekil) da bu kökten gelmektedir.
Sulbiyye, çocuğun babaya nisbeti olduğu gibi;
Sadriyye de çocuğun anaya nisbetidir.
Zîrâ; sadara kökünde; dönmek, rücû etmek de vardır...
İşlerin sebebi oradan başladığı gibi sonucu da oraya rücû' eder ve anlaşılır...
Muhammedî tasavvufun temeli olan "rahmten li'l-âlemin" oluş masdarı da bu kökten olup kâinâtta var oluş rahmetinin oluş, çıkış ve rahmet olarak dönüş yurdu ve kapısıdır.
Nûr-u Mim'in "mim" masdarı Nûr-u Muhammed'in kâinâta çıkış ve hayat membağıdır.
Ham akıllarını İlâhî ilim ve Muhammedî edeb ile yalıtkanlık ve kısırlıktan kurtarıp iletken ve üretken kılanlar kendi özlerindeki bu kaynaktan kana kana içerler.
Yalıtkanlıktan kasdımız kişinin kendine ait özellik ve güzellikte yaratılan öz sadrına ulaşım selâmetliğini kesen ve yasaklanan her şey ve husustur.
Kişinin kendi özündeki öz sılasına ulaşımı;
Nûr-u Mim'e kavuşumu,
Dolayısıyla kendini bilişi,
Rabb'ini buluşu ve kulluk kemâlâtına başlayışıdır.
Bu işin bilinen adı ise sıla-yı rahîmdir...
Onun içindir ki Resûlullah: (sallallahu aleyhi ve sellem) Selâmeti's südûra (sadrların selâmetine) çok önem vererek: "Ümmetin ebdâlleri (velîleri) cennete, çok oruç ve çok namazla girmiş değildirler. Ve lâkin oraya girişleri, ALLAH'ın rahmeti ve selâmet-i sadr (sine paklığı, gönül eminliği ve salimliği) la ve sahaveti'l-enfüsle (nefislerin cömertliği, iç cömerliği) ve bütün müslümanlara merhamet etmeleriyledir." buyurmuştur.
(El Hâkim, İbni Ebi'd- Dünya ve Beyhâki-Şuabu'l-imân)
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُوا أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"Onların südûrunda (sadrlarında, göğüslerinde, nefslerinde, kalblerinde) gıll-ü gışş (gizli kin, garez, düşmanlık, perde) namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır..." (A'râf 7/43)
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ

"Onların südûrundaki gıll-ü gışşı soymuşuzdur (söküp atmışızdır...)" (Hicr 15/43)
مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَـكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

"Kim imân ettikten sonra ALLAH'ı inkâr ederse- kalbi imân ile dolu olduğu hâlde inkâra zorlanan başka- fakat kim sadrını küfre açarsa, işte onların üstüne ALLAH'dan bir gazab iner ve onlara büyük bir azab vardır." (Nahl 16/106)
Bu âyet-i celilede;
"Kalbi imânla dolu iken" de geçen kelime kalbdir.
İkinci kez "sadrını açarsa" da ise sadrdır.
İkisini de kalb kabul eden müfessirlerimiz de vardır.
Ancak, sadrını açmakla nefsini de kalbini de küfre açmış oluyor.
Yoksa, sadr da kalb anlamında olsaydı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL iki yerde de kalb buyururdu.
Biz âcizâne böyle anlıyoruz, davamız zâten yoktur.
Çok şükür!...
Ne hikmettir, anlamadım gitti...
İnsanlar, nefsi düşman görmüşler...
Nefsini öldürmek için bir ömür harcayan topluluklar gördüm.
Kimisi de: "Benim nefsim eşek sûretinde, yılan sûretinde, hatta domuz sûretinde idi ama şeyhim kurtardı, mübârek el etti!" diyenleri duydum ve şu anda Antalya'da yaşamaktadırlar...
Hâlbuki İslâm da bir kimseye düşmanlık; o kişinin kötü olan fiilinden, ahlâkından ve hâllerinden dolayıdır.
Kısacası sıfatlarından, vasıflarından dolayıdır.
Nefs de kötü sıfatlara bürünürse çok yazık olur.
Zîrâ biz dünyada nefsin varlığı ile varız ve imtihan işlerinde baş sorumlu olan nefsle imtihan oluruz.
İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız insanlar ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in şu fermanını iyi okusunlar:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي
"Ey itminâna (tatmîne, kani' olmaya, sükûn ve sükûta, hazırda, huzurda, ibâdet ve itâatle kemâle) ulaşmış nefs, sen RABB'inden razı olmuş olarak, RABB'in de senden razı (hoşnut) olarak, RABB'ine (celle celâluhu) dön!... Kullarımın içine gir (arasına katıl) ve cennetime gir!..." (Fecr 89/27-30)
Şimdi bu âyet-i celiledeki "nefs"i; insan, ruh v.s. diye tercüme, veya tefsiri anlayamıyorum...
Haaa, şunu derse hay hay...
"Ey ruhlaşmış nefs! Cehâlette ölmüş, kemâlâtta dirilmiş, saf, âri ve âşık nefs!
Rıza bulmuş ve :
İlmullah Haşyetullah Muhabbetullah Rızaullah Tevhidini tamamlamış nefs!
Artık sen bu vasıflarla mücehhez ve şeçkin hâle gelmiş kullarıma katıl!..." diyorsa sözüm yok...
Ancak : "Nefs kötüdür, çirkindir ve onun tasavvuftaki yeri, öldürülmesi gereken düşmandır!..." tarzı yaklaşım temelden yanlıştır...
Âyeti celileler açıktır...
RABB'imiz Tealâ ne buyuracağını bilendir ve buyurandır...
Devâm edelim konumuz sadr'a...
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
"Musa dedi ki: "RABB'im benim sadrıma genişlik ver!..." (TâHâ 20/25)
Şu âyette ise sadr: rücû' etmek, dönmek, çekip gitmek anlamındadır:
وَلَمَّا وَرَدَ مَاء مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأتَيْنِ تَذُودَانِ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاء وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ

".... Biz , çobanlar çekip gitmedikçe sulayamayız..." (Kasas 28/23)
أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

"Demek ki ALLAH kimin sadrını islâma açmış ise işte o, RABB'inden bir nûr üzerinde değil midir? O hâlde vay kalbleri, ALLAH'ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler." (Zümer 39/22)
يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
"O, gözlerin hâin bakışlarını da bilir, südûr'un (sadrların) gizlediğini de!..." (Mü'min 40/19)
إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ

"Çünkü kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın ALLAH'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sadrlarında (südûr) asla yetişemeyecekleri bir kibir (büyüklenme) vardır. Sen hemen ALLAH'a sığın çünkü (şühpesiz) işiten O'dur. Gören O!..." (Mü'min 40/56)

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

"Senin sadrını açmadık mı?" (İnşirâh 94/1)

Hiç yorum yok: