Bu Blogda Ara

28 Nisan 2009 Salı

YAŞANAN HİÇBİR AN ALLAH KATINDA KAYBOLMAZ.

Bizim şahit olduğumuz ve olmadığımız tüm olaylar ve tüm sesler Allah katında her an hazırdır ve tüm canlılığı ile her an yaşanmaktadır. Bunların hiçbiri, hiçbir zaman kaybolmaz.

Biz görsek de görmesek de tüm varlıklar Allah'ın hafızasında sonsuza kadar bulunmaktadırlar. Bizden öncekiler gibi bizden sonraki varlıkları da Allah tek bir an içinde yaratmıştır. Zamanı da Allah yaratmıştır ve Allah zamana bağımlı değildir. Dolayısıyla bizim için gelecekte var olacak olan varlıklar da aslında Allah katında "tek bir an" içinde yaratılmışlardır ve şu anda vardırlar. Ancak biz zamana bağımlı olduğumuz için onları henüz görmeyiz.

Gelecekte görebileceğimiz veya bizim için gelecekte var olacak varlıklar nasıl Allah'ın hafızasında her an mevcut iseler, geçmiştekiler de aynı şekilde, hiç kaybolmadan Allah'ın hafızasında mevcutturlar. Örneğin, sizin cenin olarak anne rahmindeki haliniz, okuma yazmaya başladığınız günkü haliniz, ilk karnenizi elinize aldığınız an, ilk araba kullandığınız an, bir gün otobüste yer verdiğiniz yaşlı hanımın yüzündeki gülümsemenin olduğu an gibi geçmişte yaşadığınız tüm anlarla birlikte gelecekte yaşayacağınız tüm anlar da şu anda Allah'ın hıfzındadır ve hiç kaybolmadan sonsuza kadar kalacaklardır.

Sözgelimi yolda yürürken ayağınıza takılan bir taş parçası, kaderde, siz daha doğmadan önce, ayağınıza takılacağı zaman belirlenmiş şekilde yaratılmıştır. O taşın daha büyük bir kayadan parçalandığı, bütün girinti ve çıkıntılarının oluştuğu her aşama Allah katında, siz daha o taş ayağınıza takılmadan önce mevcuttur. Tüm Olaylar "Levh-İ Mahfuz" İsimli Kitapta Kayıtlıdır Allah, bizim için geçmiş ve gelecek olan tüm olay ve varlıkları, tek bir anda yaratmıştır. Kuran'da, tüm insanların ve varlıkların kaderlerinin Rabbimizin katında, Levh-i Mahfuz'da yani "Ana Kitap"ta saklandığı şöyle bildirilmektedir: "Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın." (Neml Suresi, 75)

Allah, başka ayetlerinde de göklerde ve yerde olan herşeyin bu kitapta olduğu gerçeğini şöyle haber verir: "İnkar edenler, dediler ki: 'Kıyamet-saati bize gelmez.' De ki: 'Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe' Suresi, 3) Geçmiş ve Gelecek Aslında "Şu An" Yaşanmaktadır Allah katında zaman olmadığı için, bütün olaylar tek bir anda gerçekleşmektedir ve o "şu an"dır. "şu anda" bizim için geçmiş ve gelecek olan tüm olaylar Allah katında, bizim olayları gördüğümüz netlikten çok daha net ve canlı olarak yaşanmaktadır. Örneğin, Hz. Yunus şu anda gemideki kura sonucunda denize atılmaktadır, Hz. Meryem şu anda Cebrail ile konuşmakta, Hz. İsa şu anda doğmaktadır. Hz. Nuh, gemisinin ilk çivisini şu anda çakmakta, Hz. Nuh ve ailesi şu anda gemiden Allah'ın kendileri için seçtiği topraklara inmektedirler. Hz. Musa'nın annesi onun beşiğini şu anda suya bırakmakta, Hz. Musa şu anda çalılıkta Allah'tan ilk vahyini almakta, deniz şu anda ikiye yarılmakta, inananlar şu anda denizden geçerken, Firavun şu anda ordusuyla birlikte boğularak ölmektedir. Hz. Musa şu anda Hızır ile buluşup görüşmektedir, Hızır da yetim çocukların duvarını şu anda onarmaktadır. Hz. Muhammed (sav) şu anda Cebrail'den vahiy almakta, tam şu anda Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülmektedir. Lut kavmini bir sarsıntı şu anda yerle bir etmektedir. Cennet ehli şu anda tahtlarda oturmuş karşılıklı sohbetler etmektedir. Cehennem ehli ise şu anda ateşe sunulmakta, büyük bir azap ve telafisi olmayan bir pişmanlık içinde acı çekmektedir.

Allah bu görüntülerin tamamını, "şu anda", bizim bilemeyeceğimiz daha keskin bir netlikte görmekte ve duymaktadır. Allah bizim duyamadığımız dalgaboyundaki sesleri de duymakta ve göremediğimiz görüntüleri de görmektedir. Bizim şahit olduğumuz ve olmadığımız tüm olaylar ve tüm sesler Allah katında her an hazırdır ve tüm canlılığı ile her an yaşanmaktadır. Bunların hiçbiri hiçbir zaman kaybolmaz, her zaman Allah'ın hafızasında tüm detayları ile yaşanır. (Harun Yahya, Hayalin Diğer Adı: Madde) Allah İçin, Şimdi, Geçmiş, Gelecek, Hepsi Birdir. Tüm bu örneklerin karşımıza bir kez daha çıkardığı gerçek şudur: Hiçbir an, hiçbir kare, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmamıştır ve olmayacaktır. Nasıl televizyonda izlediğimiz bir film, film şeridine kaydedildiyse, çeşitli karelerden oluşuyorsa ve bu kareleri bizim görmememiz onların olmadığı anlamına gelmiyorsa, bizim "geçmişte yaşanmış" veya "gelecekte yaşanacak" dediğimiz olaylar için de aynı şey geçerlidir.

Fakat bir noktanın yanlış anlaşılmaması çok önemlidir: Bu sahnelerin hiçbiri bir hatıra ya da bir anı gibi veya hayal gibi değildir. Bunların tümü, aynen şu an yaşadığınız an gibi canlıdır. Herşey diri olarak korunmaktadır. Biz yalnızca Allah bize bu algıları vermediği için onları geçmiş, bitmiş olaylar olarak görürüz. Ve Allah dilediği an bize bu görüntüleri gösterebilir, bu olaylara ait algıları vererek bize de bu olayları yaşatabilir.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, Allah için geçmiş, gelecek, şimdi hepsi birdir. İşte bu nedenle Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. Bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir: "Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)

LEVH-İ MAHFUZ VE ZAMANSIZLIK GERÇEĞİ

Tüm Olaylar "Levh-i Mahfuz" İsimli Kitapta Kayıtlıdır. Allah, bizim için geçmiş ve gelecek olan tüm olay ve varlıkları, tek bir anda yaratmıştır. Kuran'da, tüm insanların ve varlıkların kaderlerinin Rabbimizin katında, Levh-i Mahfuz'da yani "Ana Kitap"ta saklandığı şöyle bildirilmektedir: "Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın." (Neml Suresi, 75)

Tüm Olaylar "Levh-İ Mahfuz" İsimli Kitapta Kayıtlıdır.

Allah, bizim için geçmiş ve gelecek olan tüm olay ve varlıkları, tek bir anda yaratmıştır. Kuran'da, tüm insanların ve varlıkların kaderlerinin Rabbimizin katında, Levh-i Mahfuz'da yani "Ana Kitap"ta saklandığı şöyle bildirilmektedir:

"Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın." (Neml Suresi, 75)

Kuran Ayetlerindeki İşaret

Allah Katında zamanın tek bir an olduğunu, Allah için geçmiş ve gelecek olmadığını Kuran'daki bazı ayetlerde yer alan işaretlerden ve bilgilerden de anlarız. Bizim için gelecek zamanda olacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah geçmişi de geleceği de, bir an olarak zaten yaratmıştır. Bu nedenle gelecekte olacağı anlatılan bir olay zaten olup bitmiştir. Ama biz görmediğimiz için onu gelecek zannederiz. Örneğin, ahirette insanların Allah'a verecekleri hesabın haber verildiği ayetlerde, bu çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır:

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." Korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler... (Zümer Suresi, 68-73)

Bu konudaki diğer ayetler ise şöyledir:

(Artık) Her bir nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)

Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' (Hakka Suresi, 16)

Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi, 12-13)

Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir. (Naz'iat Suresi, 36)

Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin Suresi, 34)

Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)

Tüm bu ayetlerde, ölümümüzden sonra yaşanacak olan olaylar, yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah, bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutundan münezzeh olandır. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve bir kitapta kayıtlı olduğu gerçeği ise aşağıdaki ayette şöyle haber verilir:

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

İnsanın her yaptığının Allah Katında satır satır yazılı olduğu Kuran’da bildirilirken, cennet halkının yaşadıkları da yaşanmış olaylar olarak anlatılmaktadır. Cennetteki gerçek hayat bizim için gelecektir. Ancak, cennette olanların yaşantıları, sohbetleri, ziyafetleri şu anda Allah'ın hıfzında bulunmaktadır. Biz doğmadan önce de tüm insanlığın dünyadaki ve ahiretteki geleceği Allah Katında bir an içinde yaşanmıştır ve Allah'ın hıfzında muhafaza edilmektedir:

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler. Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar. (Kamer Suresi, 52-55)

Zaman İçinde Yolculuk Zamanla ilgili bilim adamları tarafından yapılmış olan açıklamalar Kuran ayetleriyle tam bir uyum gösterir. Buna göre zaman, algılarımıza göre şekillendirdiğimiz bir kavramdır. Tüm algılarımızı da bize hissettiren Allah olduğuna göre, Allah izin verdiği takdirde bir insanın zaman içinde ileri doğru yada geriye doğru yolculuk yapabilmesi elbette ki mümkündür.

Bu konuyu daha iyi anlamak için zamanı bir film şeridine benzetebiliriz. Filmin tersten çekildiğini düşünürsek film kahramanı da gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmış olacaktır. Ya da baştaki bir kareyi bir anda sona saracak olursak filmdeki karakter bir anda gelecekteki bir anı görmüş olacaktır. İşte bizim dünyada algıladığımız zaman kavramı da bundan farksızdır. Dolayısıyla Allah dilediği takdirde bu algı düzenini değiştirir ve insan geleceğe ya da geçmişe yolculuk yapabilir. Kuran'ın pek çok ayetinde bu konuya işaret edilmiş ve zaman içinde Rabbimiz'in dilediği kişinin farklı bir boyut yaşayabileceği bildirilmiştir. Örneğin Allah, Kuran'da haber verilen mümin bir topluluk olan Kehf Ehli'ni üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir:

"Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık." (Kehf Suresi, 11-12)

"Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...'" (Kehf Suresi, 19)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kehf Ehli'nin uykuya yatmadan önceki zaman dilimi ile uykudan kalktıkları anki zaman dilimi birbirinden farklıdır. Allah buna benzer bir durumu bir başka ayetinde daha bildirir. Bakara Suresi'nin 259. ayetinde ıssız bir şehre uğrayan bir adam haber verilir. Allah bu adamı yüz yıl ölü bırakıp, sonra diriltmiştir. Ancak adam kendisinin bir gün, hatta bir günden az kaldığını zannetmiştir. Hatta geçen yüz yıllık süre zarfında, adamın yiyecekleri bozulmamış, eşeği de olduğu yerde durmaktadır. Söz konusu ayet şu şekildedir:

Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: 'Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?' Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: 'Ne kadar kaldın?' O: 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. (Allah ona:) 'Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?' dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: '(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.' (Bakara Suresi, 259)

Ayette Allah, bu olayı bir ibret olarak haber verdiğini de bildirmektedir. Bu ayetten de Kehf Ehli'nin uykusu gibi, zamanın Allah'ın kontrolünde geliştiği ve Allah’ın dilemesiyle zamanda geleceğe ve geçmişe gidilebileceği açıkça görülmektedir.

27 Nisan 2009 Pazartesi

İstanbul ve Beklenen Mehdi

İstanbul ve Beklenen Mehdi

İstanbul ve Beklenen Mehdiİstanbul, hem dünya coğrafyasındaki konumu ve tarihsel önemi açısından hem de Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla ilgili hadislerinde belirttiği kutlu, bir o kadar da önemli bir şehirdir.

Türkiye'nin en büyük ve en güzel şehri olan İstanbul'un bilinen yerleşme tarihi, Kadıköy (Kalkhedon) ve Sarayburnu bölgelerine yerleşen Megaralılarla başlar. Şehrin ilk adı olan Bizantium, komutan Byzos'a izafeten verilmiştir.

Şehir 9 yüzyıl boyunca çeşitli işgaller görmüştür. MS 196'da Roma İmparatoru Severus tarafından alınmış, İmparator'un oğlu Antonius Caracalla'nın isteği ile yeniden kurularak Antoninia ismiyle anılmaya başlanmıştır. MS 269'da Gotların, MS 313'de tekrar Romalıların eline geçen şehir, IV. yüzyıl başlarında Büyük Constantinus tarafından imar edildikten sonra bildiğimiz Constantinopolis adını almış ve İmparator Teodosius'un "Kanunlar Mecmuası"nda, bu adla ilk resmi kayıtlara geçmiştir.

İmparator, başkenti Roma'dan İstanbul'a taşımış, şehre ikinci Roma (Deutera Rome) ve Yeni Roma (Nea Rome) adlarını vermiş ise de, Constantinopolis adı daha çok yerleşmiştir. İmparatorluk MS 395 yılında ikiye ayrılınca bu tarihten 1453 yılına kadar Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur.

Bizans döneminde İstanbul 30 kuşatma görmüştür. IV ve XV. yüzyıllar arasında Hunlar, Avarlar, Sasaniler, 11 kez Araplar, 6 kez Bulgarlar, Selçuklular, Peçenekler, Haçlılar ve 7 kez Osmanlılar İstanbul'u kuşatmıştır. Şehri alabilmek, ancak 30. kuşatmada Fatih Sultan Mehmet'e nasip olmuştur. Osmanlılar halkın her türlü hakkını korumuş, şehri yeniden imar etmiş ve başkent seçerek saltanat merkezi haline getirmiştir.

Yüzyıllar boyu resmi yazı ve paralarda Konstantiniyye olarak geçen İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu süresince Darülhilafe (Hilafet Evi), Darüssaltana (Saltanat Evi), Deraliye (Devletin Evi), Asitane (Devletin Eşiği), Dersaadet (Mutluluk Evi), Selatin (Sultan Kapısı), Beldetüt Tayyibe (Güzel Belde), İslambol (Müslümanı Bol), Darülmülk (Padişahın Yeri), Payitaht-ı Saltanat (Saltanatın Başkenti), Südde-i Saltanat (Saltanatın Eşiği) gibi birçok adlar almışsa da, İstanbul olarak tanınmış ve yaşamıştır.

Yunan, Helenistik, Roma, Bizans ve Türk medeniyetleri görmüş olan şehir, her medeniyet içinde hiçbir zaman ikincil bir değere sahip olmamış, hep o yüksek ilgiyi kendine çekmiştir. İçinde Hıristiyan, Musevi ya da Müslüman olan herkesin barış içinde yüzyıllar boyu birlikte yaşadığı çok kozmopolit bir şehir olmuştur.

Tarihine, Osmanlı'nın cihan imparatorluğunun baş şehri sıfatını taşımanın onurunu yazdırmıştır. Türk'ün dünyaya nizam verdiği merkez olan İstanbul, İslam aleminin ve Batı'nın önde gelen devlet adamlarını, düşünürlerini ve siyaset uzmanlarını Medeniyetlerin Uyumu çatısı altında biraraya getirerek eski değerini yitirmediğini bir kez daha göstermiştir.

İstanbul'un tarihi, siyasi ve sosyal açıdan büyük bir önemi daha bulunmaktadır. Bu önem, 1400 yıl evvel, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir.

Hz. Mehdi, Türkiye ve İstanbul

Peygamber Efendimiz (sav)'in hadis-i şeriflerinde ve pek çok İslam aliminin eserlerinde de yer aldığı üzere, Allah, ahir zamanın (dünyanın son döneminin) bu büyük karmaşası içindeki insanları kurtuluşa ulaştıracaktır. Yolunu şaşırmış olan insanlığı doğru yola davet etmek için, "Mehdi" (doğruya götüren) sıfatını taşıyan üstün ahlaklı bir kulunu vesile kılacaktır.

Hadislerde bildirildiğine göre, Allah'ı inkar eden ve dinsizliği destekleyen felsefi sistemleri çürütecek olan Hz. Mehdi'yle aynı dönemde Hz. İsa da dünyaya yeniden dönecektir. Hz İsa ve Hz. Mehdi, Hıristiyan ve Yahudi dünyasına da hitap edecek, onları içine düştükleri hurafalerden sıyrılıp Kuran'a göre yaşamaya çağıracaklardır. Hıristiyanların Hz. İsa'ya uyması ile birlikte, İslam ve Hıristiyan dünyaları tek bir inançta birleşecek ve dünya "Altınçağ" olarak anılan büyük bir barış, güvenlik, mutluluk ve refah dönemi yaşayacaktır.

Hadis-i şeriflere ve İslam büyüklerinin eserlerine baktığımızda, gerçekten Hz. Mehdi'nin çıkış yeri olarak Türkiye'nin gösterildiğini görürüz. Türk milleti, üstün ahlakıyla Altınçağ'da üstlenilecek olan şerefli görevi yerine getirmeye en uygun millettir. Ahir zamanda dünyada barış ve güvenliği sağlayacak Türk milletinin, İslam ahlakını Türkiye'den yayacak olması, Türkiye'nin kalbi olma özelliği taşıyan İstanbul'un önemini arttırmaktadır. Zira söz konusu kaynaklarda da İstanbul'a özellikle dikkat çekilmiştir.

Hz. Mehdi'nin İstanbul'u Manen Fethetmesi

Allah O'nun eli ile Konstantiniyye'i fethedecektir. (Naim b. Hammad, Cafer'den tahric etti.)

Naim b. Hammad, Ebu Said el- Hudri'den tahric etti; Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: (Mehdi'nin) zamanında uykuda olan uyandırılmaz ve bir damla kan bile akıtılmaz. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 11).

Mehdi, Peygamber (sav)'in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, kan da akıtılmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, sf. 163)

Hadislerde ve İslam alimlerinin eserlerinde, Mehdi'nin mücadelesi sırasında hiçbir karmaşa ve huzursuzluk çıkarmayacağı vurgulanmaktadır. Hz. Mehdi'nin görevleri şu şekilde düşünülebilir: İslam'ın içine sokulan hurafeleri, yanlış gelenekleri temizleyecektir. Aynı zamanda Allah'ı inkar eden düşünce sistemlerine (materyalizm, Darwinizm, ateizm gibi) karşı etkili bir fikri mücadele yürütecektir. İnsanlığın uzun süredir aramakta olduğu huzur ve barış ortamını getirecek olan İslam ahlakını tüm dünyaya tanıtacak ve İslam dünyasına önderlik edecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Mehdi'nin tüm bunları ılımlı, barışçı ve akılcı yollarla yapacak olmasıdır. İstanbul'un manevi yönden fethedilmesi de bu anlamda değerlendirilmelidir.

Kutsal Emanetlerle Aynı Şehirde Bulunması

Peygamber (sav)'in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli olup dikişsizdir ve rengi de siyahtır. O'nda bir hicr (hale) bulunur. O Resulullah (sav)';ın vefatından beri açılmamış olup Mehdi çıkınca açılacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 23)

Bilindiği gibi Resulullah Efendimiz (sav)'in bu mübarek emanetleri (kılıcı, gömleği, sancağı) İstanbul'da Topkapı Sarayı'ndadır. Yukarıdaki hadis-i şeriflerde sözü edilen hiç açılmamış sancakda yine Topkapı Sarayındadır. Müzenin Kutsal Emanetler Bölüm Şefliği'nden edindiğimiz bilgiye göre, müzede iki sancak bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi sonradan dikilmiş olup, içerisinde eski sancaktan alınmış, parçalar vardır. Diğeri ise halka teşhir edilmemektedir. Hadis-i şerifin işaret ettiği sancak bu olup, Hz. Mehdi tarafından açılacak olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Kuran'da İstanbul'a Dikkat Çekilmesi

Kehf Suresi, ahir zamana, dolayısıyla Hz. Mehdi'ye dair, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ve pek çok İslam aliminin dikkat çektiği bir suredir. Bu surede aktarılan kıssalarda pek çok sırlar ve ahir zamana işaret eden birçok ifadeler bulunmaktadır. Bu yönüyle Kehf Suresi'nin ahir zamanla ilgili olarak dikkatle okunması ve üzerinde düşünülmesi gerekir.

Allah Kehf Suresi'nin 60. ayetinde şöyle buyurur: "Hani Musa genç yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim." (Kehf Suresi, 60)

Allah ayette Hz. Musa'nın genç bir arkadaşıyla buluşma yeri konusunda anlaştığından bahseder. Bu buluşma yerinin özelliği iki denizin birleştiği bir yer'de olmasıdır. Hz. Musa'nın bahsettiği yer, dünya üzerinde bu tarife uyan bölgelerden birinde olmalıdır. Dünya üzerinde bu tarife uyan iki yer vardır. Biri Cebelitarık Boğazı'nın olduğu yer, diğeri de İstanbul'dur. Cebelitarık Boğazı'nın iki yanının farklı ülkelerin toprakları olması ve buranın okyanus ve denizin birleştiği bir yer olması, ayette geçen yerin burası olmadığını göstermektedir. Bu durumda ayetteki iki denizin birleştiği yer İstanbul'dur. (En doğrusunu Allah bilir.)

Türk Milleti'nin Yöneticilik Mirası ve 21. Yüzyıl

Hz. Mehdi ve ahir zaman konularına ilgi duyan bazı insanlar, önemli bir yanılgı içine düşerler. Bu konuları, şu anda içinde yaşadığımız dünyadan ve bu dünyanın kurallarından tamamen farklı, tümüyle metafizik bir boyut içinde düşünürler. Bu nedenle gerek ahir zamanı, gerekse Mehdi'yi, içinde yaşadığımız devre çok uzak birer ideal sanırlar.

Sosyal ve siyasi şartlar değerlendirildiğinde, Mehdi'nin, İslam dünyasının içindeki güçlü, stratejik öneme sahip, İmparatorluk geleneği bulunan ve demokratik bir ülkede ortaya çıkmasının kuvvetle muhtemel olduğu görülür. Mehdi ise, yüksek ahlaka sahip, kahraman, fedakar Türk Milleti'nin imanlı ruhunu tasvir eden bir şahs-ı manevidir.

Bu durum kimseye şaşırtıcı gelmemelidir. Çünkü Türk Milleti, tarihte de İslam'ın asırlar boyu bayraktarlığını yapmış lider bir millettir. Peygamberimiz (sav)'in ölümünden birkaç asır sonra, Abbasi hükümdarlarının siyasi güçlerini kaybetmelerinin ardından İslam dünyasının korunması görevini doğrudan Türk Milleti üstlenmiştir. Haçlı Seferleri'ne ya da Moğol istilalarına karşı en başta göğüs geren güç, Türk Milleti'dir. Yavuz Sultan Selim ile birlikte de hilafet doğrudan Türk Milleti'ne geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki en güçlü İslam ülkesi olarak, altı asır boyunca hüküm sürmüştür. Bugün de pek çok medeniyetin birleştiği nokta olan Türkiye, İslam dünyasının en güçlü, en etkili ve Batı nezdinde en itibarlı ülkesidir.

Bu tarihi ve siyasi özelliklerinin yanı sıra, Türk Milleti'nin ahlak özelikleri de, onu liderlik konumuna layık kılmaktadır. Tarihte büyük devletler kurmuş, bu sorumluluğun zorluklarını yaşamış, güçlü düşmanlar tarafından hedef alınmış bir millet olan Türkler, bu geçmişin verdiği bir ahlaki olgunluğa sahiptir. İşte bu nedenlerle, Türk Milleti, 21. yüzyılda "dünya milletlerine öncü" olmaya layık ve ehil bir millettir.

A’RAF’IN RİCALLERİ

A’RAF’IN RİCALLERİ

A'RAF'IN RİCALLERİ

HAKAN YILMAZ ÇEBİ CAFER İSKENDEROĞLU

"DÜŞÜNEN ve HAKİKATLERE

UYANAN İNSANLAR ÇAĞI"

!..

Kitabın kapağında yer alan A'raf yani Tuva Vadisinde bulunan Tepe'deki görüntünün yanında yüzlerce görüntü var. Şimdilik gizli tutuyoruz!!! Museviler bu bölgeye (Urfa ve civarı) hacı olmaya geldiklerinde Tepe de tecelli etmiş Ahirzaman Peygamberi Nebiler Nebisi Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) görüntüsüne bakarlar, bu görüntüyü O'nu (sav)geldiğinde tanımak için belleklerine kazırlardı.

" O kendisine kitap verdiğimiz ümmetlerin alimleri O'nu (Hz. Muhammed'i), KENDİ OĞULLARINI TANIDIKLARI GİBİ TANIRLAR. Böyle iken içlerinden bir takımı hakkı bile bile gizlerler. (Bakara/146)

Peki bu görüntü nerede?!


Bismillahirrahmanirrahim

"Ve beyne huma hicap ve alel A'rafi ricalün ya arüfane küllen bi sima'yhum ve nadev ashabel cenneti en selamunaleyküm lem yedhuluha ve hüm yetmeun"

Ve beyne huma hicap

İki taraf arasında perde açığa çıkar

Ve alel A'rafi Ricalün

Tepeler üstünde Allah'a yakın kimseler

Ya Arüfüne küllen bi simayhum

Hepsini simalarından bilirler

Ve nadev ashabel cenneti

Onlar cennetliklerdir

En selamunaleyküm

Birbirlerine selamunaleyküm derler

Lem yedhuluha ve hüm yetmeun

Dahil olmamışlardır, beklerler

ELMALILI HAMDİ YAZIR'IN ÇEVİRİSİ:

ARTIK İKİ TARAF ARASINDA BİR PERDE ve A'RAF ÜZERİNDE BİR TAKIM İNSANLAR Kİ HER BİRİNİ SİMALARIYLA TANIRLAR. CENNET EHLİNE "SELAMUNALEYKÜM" DİYE SESLENMEKTEDİRLER Kİ BUNLAR ÜMİT ETMEKLE BERABER HENÜZ ONA GİRMEMİŞLERDİR.

TÜRKİYE DİYANET VAKFI YAYINLARININ ÇEVİRİSİ:

İKİ TARAF (CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER) ARASINDA BİR PERDE VE A'RAF ÜZERİNDE DE HERKESİ SİMALARINDAN TANIYAN ADAMLAR VARDIR Kİ;BUNLAR HENÜZ CENNETE GİRMEDİKLERİ HALDE (GİRMEYİ) UMARAK CENNET EHLİNE "SELAM SİZE!" DİYE SESLENİRLER.(Ankara 2005, Prof.Hayrettin Karaman, Prof. Ali Özek, Prof. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Mustafa Çağrıcı, Prof. Sadrettin Gümüş, Doç.Dr Ali Turgut)

HEYETİN DİP NOTU:

( A'raf cennetle cehennem arasında yüksek bir alandır ki, sevapları ile günahları eşit olanlar Allah'ın dilediği bir zamana kadar buruda kalacaklar; daha sonra Allah'ın affına nail olarak onlarda cennete gireceklerdir.)

(...)

HAKİKATLERE UYANMA ZAMANI

(....)

Arf; Sırt, tepe. Özel manası Cennetle Cehennem arası bir yer.Ayrıca Arf, herhangi bir yüksek yer demektir ki, bu münâsebetle atın yelesine, horozun ibiğine arf denilmiştir.A'raf, meşhur bir açıklamaya göre Cennet ile Cehennem arasındaki hicabın, surun yüksek tepeleri demek olur. İbni Abbastan sıratın şerefeleri diye bir kavil de mervidir. Fakat Hasanı Basri Hazretleri demiştir ki, A'raf ma'rifettendir. Ve mânâ "Ehl-i Cennet ile ehl-i Nârı simalarından tanımak üzere bir takım rical vardır demektir. Kendisine bu rical "hasenat ve seyyiatları müsavi olan kimselerdir" denildikte dizine vurmuş ve bunlar, demiş, Allah Tealânın ehl-i Cennet ile ehl-i Nârı tanımak ve birbirinden temyiz etmek üzere tâyin buyurduğu bir kavmdir. Vallahi bilmem belki bazısı şimdi beraberimizdedir. (....)

İkincisi, "Bunlar Enbiya, şühedâ, ahyar, ulemâ veya rical suretinde görünür. Melâike gibi dereceleri yüksek bir takım zevattır" ki; bizlerde kitabımızda bu ikinci açıklama üzerinden iz sürüp hakikatleri sizlerle paylaşacağız.

(.....)

ARAF'TAKİ SURETLER

VE O'NLARI TANIYANLAR

İşte, bu sebeple A'raf Suresi 46. Ayeti verilen manasının dışında derin manasıyla da anlamaya çalıştık. Yukarıdaki satırlarda da belirttiğimiz gibi Hasan Basri Hazretlerinin de dizine vurarak bir başka keşifle karşılaştığı gibi Muhyiddin-i Arabi Hazretleri de o pek meşhur sırlara eriştiği yükselişlerinde A'raf suresi 46.ayetle ilgili sırları da fark etmiş, önemli bir rical olmasına rağmen; "A'raf'ın Ricalleri"nden olur muyum diye A'raf da tecelli edecek suretleri aramıştır. Oysa kendisinin de bildiği gibi her sırrın kendine ait tecelli zamanı vardır. Bu tecellileri zamanın elmediğini anlayınca o bölgeden yani Malatya'dan evlenerek bari soyumdan gelenler ondan olsun demiştir ki oğlu Sadettin burada yaptığı evlilikten doğmuştur.

Şimdi buruda asıl soru şu? Hasan Basri Hazretleri gibi Ashab-ı Suffa'dan yani Efendimize ait her sırra, bilgiye erişmeye çalışmış vakıf insanlar ve Muhyiddin-i Arabi gibi keşif ehli insanlar için bu A'raf meselesi tüm boyutlarıyla nasıl bir araştırmaya dönmüş acaba (!)

A'raf Neresi ?..

Şimdi TUVA vadisiyle ilgili ayetleri incelediğimizde bu Kutsal Vadi'de Cenab-ı Mevla'nın Kudretinden bir nebze tecelli ettiğini, Tur'da yani Dağ'da da da seslendiğini anlıyoruz. Ve yine tefsir kaynaklarına göre Hz. Musa İsrailoğullarına Peygamber olarak gelmesinin ardından 70 kişilik bir seçilmişler topluluğuyla hareket ediyor. Peki bu 70 kişilik seçilmişler topluluğu kelime manası olarak da övülmüş, sena edilmiş olan TUVA Türkleri mi?!

Bunun için herhalde Hz. Musa'nın yanındaki Türkler isimli başlı başına bir çalışma yapmak gerekiyor.

Evet, bu 70 kişi Ayette de belirtildiği gibi Musa'nın peygamberliğine şehit tutulan O'nun nübüvvet sırlarına vakıf olan Tuva Türklerinden 70 kişi. Tasavvuf alemine giren mana alemininde Efendiler Efendisi Hz. Muhammed'e özel hizmet makamına ermiş 40'lardan sonra gelen 70'ler sözünün de buradan geldiğini düşünüyoruz

Peki bugün bu Vadi, Tuva Türklerinin yaşadığı Ortaasya'daki Özerk Tuva Cumhuriyeti topraklarında mı?..

Höyüğünün Altında Ne Var?!

Bn. Güell, 1953 yılı ile 1960'ların ikinci yarısı arasında Nemrut dağında bir dizi inceleme ve kazı yapmıştır. Araştırma ekibi, dev heykeller üzerinde zor şartlar altında çalışmalar yaptılar. Sıra höyüğe geldiğinde çalışmalarını durdurdular: Bütün yapabildikleri höyüğün altındaki kaya tabakasına ulaşacak şekilde hendekleri kazmak olmuştu. Sanki buranın tabii bekçiliğin yapan dağın yanı sıra, höyük de kendi kendisinin bekçisi gibiydi.

RESİM ALTI: Commegon Krallarına ait olduğu bildirilen bu 3 ton ağırlığındaki devasa heykel aslında Hz. Musa'ya yanındaki yardımcısı kardeşi Hz. Harun'a ait olabilir mi?. Siz hiç günümüzün İslam üzere yaşayan dervişler gibi giyinmiş külahlı-sarıklı krallar biliyor musunuz?.. Yaradan'ın SEBE SURESİ 19'da buyurduğu gibi YERYÜZÜNDE EFSANELERE ÇEVRİLMİŞ HAKİKATLERİ gizlenmiş bir çok uygarlık var! Ve tarihin efsaneden kurtulacağı günler geldi!!!

Nemrut kimdi niçin bu ismi aldı? Şimdi ona bir bakalım.

RESİM ALTI: Sakın bu Arslan; üzerindeki 19 yıldız A'raf Suresinde tepelerdeki işaretleri ortaya çıkaracak birbirlerine selamunaleyküm diyen 19 kişiyi, Hilal ise taşıyacakları Resuallah sancağını mı temsil ediyor olmasın?!

Benzer bir durumda Mısır'daki Firavun IV. Amenofisi'i sembolize eden "19 ışınlı küre" neyi ifade etmektedir…?

Kızıl Kum tepesi- Höyük'ün Sırrı

Ebu Hureyre'den, Resulallah Efendimiz (sav); "Eğer ben Musa'nın gömüldüğü o yerde sizinle birlikte bulunsaydım O'nun yol kenarındaki Kızıl Kum tepesinin altında olan kabrini muhakkak sizlere gösterirdim."

"Resulullallah Efendimiz Miraç gecesi, Musa Aleyhisselam'ın kabri yanından geçirildim ayakta namaz kılıyordu. (Buhari-Müslim)

Şimdi gelelim kitabın başından beri anlatmaya çalıştığımız mevzuyu deşifre etmeye:

Elimizden geldiğince önünüze getirdiğimiz malzemeden de anlaşılacağı gibi;

1- A'raf 46. Ayetin ikinci manasında vurgulandığı gibi yeryüzünde bir tepe ve bu tepe üzerinde bir takım ricalin, Allah'a yakın kimselerin bildiği işaretler mi var?..

RESİM ALTI: Vadiye işlenmiş resmin üzerindeki Arapça Muhammed yazısına dikkat!

2-Bu işaretler TA-HA Suresi 12. Ayette geçen Tuva Vadisinde mi?..

3- Tuva Vadisi Nemrud Dağında mı?..

4-Burada Hz. Musa'nın Kabri mi var?..

5- Hz. Musa'nın Kabri Kızıl Kum Tepesi-Höyük'te mi?..


RESİM ALTI: Hz. Musa'nın Kabri burada. Ebu Hureyre'den, Resulallah Efendimiz (sav); Eğer ben Musa'nın gömüldüğü o yerde sizinle birlikte bulunsaydım O'nun yol kenarındaki Kızıl Kum tepesinin altında olan kabrini muhakkak sizlere gösterirdim.

6-Hz. Musa'nın Kabri orada olduğuna göre KUTSAL TABUT da orada mı?!

Şimdi içimden bir ses okuyucu adına bu soruyu sormayacaktın diyor? Öyleyse cevabını vermeden önce kısaca Kutsal Tabut'u hatırlayalım:

"Peygamber onlara şunu da söylemişti: - Talut'un, Musa'ya verilen Tabut'u (sandığı) getirmesi padişahlığın alametidir. O Tabut'da, Rabbiniz tarafından size manevi bir kuvvet ve Musa ailesiyle Harun ailesinin arkaya bıraktıkları Tevrat levhalarından arta kalanlar vardır. Melekler onu taşıyacaktır. Şüphesiz ki bu Tabut'un size gelmesi, peygamberin sözünün doğruluğuna delildir, eğer iman getirenlerdensiniz."

(BAKARA/ 248)

Ahd-i Atik Sandukası, Kuran'da belirtildiği gibi, Allah'ın "inananlar için bir delili" (Bakara Suresi, 248) olmasından dolayı, uzun yıllardan beri tüm inananlar tarafından bulunmaya çalışılmaktadır. Bu kadar detaylı araştırmalar sonucunda hala bulunamamış olması ise ahir zamanın birçok alametinin gerçekleştiği dönemimizde bulunabilecek olmasının bir işaretidir.

"Mehdi, Tabut-u Sekine'yi (Kutsal Sandığı) Taberiye Gölü'nden çıkaracak." (Ikdı'd Dürer, sf.51-a)

Daha önceki www.hakanyilmazcebi.com'daki yazılarımızda Taberiye gölü havzasının Arapça "t, b,r, y" harflerine benzediği, haliyle gölün bu harfleri içeren havzasının KUTSAL TABUT'un gölle ilgili (TABERİYE) şifresi olduğuna dikkat çekmiştik.

Kutsal Tabut'un havzası içersinde olduğu söylenen yukarıda da grafikle dikkat çekilen Taberiye Gölü'nün uydudan tesbit edilen görüntüsü. Aynen yukarıda da belirtildiği gibi Arapça t, b,r,y şeklinde kıvrılıyor...

Artık iş tüm dünya medyasının gözlerinin önünde ahir zaman emanetçileri TÜRKLER olarak kutsal emaneti çıkarmaya geliyor... Tabutla ilgili hiçbir şey kamuoyundan gizlenmeden, şeytani oyunlara gelmeden İZN-İ İLAHİYLE...

Zamanını 4 Hilal ve 4 Yıldızlı Kutbu olan SEYYİD AHMED TURAN Hazretleri tarafından zahiri ve mana aleminde yetiştirilen Hava Kuvvetlerinden emekli Cafer İSKENDEROĞLU ve yine Ahmet Turan Hazretlerine doğduğunda EMANET EDİLEN Gazeteci-Yazar Hakan Yılmaz ÇEBİ, BİNLERCE YILDIR GİZLENEN HAKİKATLERİ "A'RAF'IN RİCALLERİ" KİTABI ve MPL TV HAZIR KITA PROGRAMINDA ALLAH'IN YERYÜZÜNDEKİ ORDUSU TÜRK HALKINA EMANET EDECEKLER!..

SIFFIN SAVAŞINDA HZ.ALİ'YE VERİLEN SANCAK ARTIK 23.KATEGORİ'DE TÜRKLERE EMANET EDİLDİ!..

İNŞALLAH ŞEYTANİ BAZI BADİRELERDEN SONRA

2015 "BÜYÜK TÜRKİYE"NİN UFKU AÇILIYOR

DÜŞÜNEN İNSANLAR ÇAĞINA HOŞGELDİNİZ!..


KİTAP'TAN ÖZEL BİR NOT DAHA

"İnsanoğlu bir gün gelecek uzayda seyahat edecektir. Merihe uğradıklarında benim onlara bırakmış olduğum bazı iz ve işaretleri göreceklerdir."

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin yukarıdaki sözü evren içerisinde seyahat ettiğinin bir işaretidir. Bu zat gibi daha nice insan-ı kamiller evren içerisinde halifelik görevlerinden evrenle ilgili almış oldukları emirleri yerine getirmek için seyahatler yapmıştır. Bu insanların harika hallerini ve yaşayışlarını ileriki sayfalarda örnekleyeceğiz.

İşte o işaretlerden bazıları:


ALINTIDIR..