Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

NEFS -İ MUTMAÎNNE-2

NEFS -İ MUTMAÎNNE-2
.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem) buyruğunda tevbe :
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey insanlar ALLAH'a tevbe ediniz ve bağışlanmanızı isteyiniz, ben günde 100 defa tevbe ediyorum." buyurmuştur. (Egarr b. Yesar (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eğer siz günah işlememiş olsaydınız ALLAH günah işleyen insanları yaratır, onlar günahlarından tevbe ederlerdi de ALLAH da onları bağışlardı." buyurdu. (Ebu Eyyub Halid b. Zeyd (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İstiğfarın en büyüğü (seydü'l-istiğfar) kulun: ALLAH'ım Sen benim Rabb'ımsın Senden başka hiçbir ilah yoktur; beni yarattın, ben Senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar Sana verdiğim ahd ve vaadde durmaktayım, yaptılarımın şerrinden Sana sığınırım. Bana olan nimetini itiraf eylerim, günahlarımı da itiraf ederim. Beni afvet; çünkü günahları Senden başka afvedecek yoktur, demesindir." buyurmuştur. (Şeddat b. Evs (radiyallahu anhu)'dan; Buharî; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1584/1345)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günâhlarından tevbe eden hiç günâh işlemeyen gibi olur." buyurmuştur.
(Abdullah ibni Mesud (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce-Tebârani)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) kulunun tevbesine, çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. (tevbesini kabul eder, günâhını bağışlar.)" buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu) dan; Buhârî ve Müslim)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurmuştur.
(Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhu) dan; İbn Mâce, Tirmizî)
Resûllah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hata yapsanız, günâhlarınız göğe yükselecek kadar çok da olsa tevbe ettiğinizde ALLAH tevbenizi kabul eder, günâhlarınızı bağışlar." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) , güneş batıdan doğup kıyâmet kopuncaya kadar gündüz günâh işleyenlerin tevbeetmesi için gece, gece günâh işleyenlerin tevbe etmesi için de gündüz rahmet elini açar..." buyurmuştur.
(Ebu Musa (radiyallahu anhu)'dan; Müslim ve Nesâî)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, güneş batıdan doğuncaya (kıyâmet alâmeti) kadar tevbe edenlerin tevbesini kabul eder." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; Müslim)
Enes (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her âdemoğlu çok hata işler. Hata işleyenlerin de en hayırlısı tevbe edenler (pişman olarak hatasından dönenler)dir. buyurmuştur. (İbn Mâce, Tirmizî, Hâkim)
Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mümin bir günah işleyince kalbine siyah bir nokta düşer. Eğer tevbe eder, hatasından döner , ALLAH'tan günahının affını dilerse, kalbi siyah noktadan temizlenir. Günah işlemekte devam ederse, noktalar çoğalır, kalbi tamamen kararır. İşte Kur'ân -ı Kerîm'de ALLAH'ın: "Hayır öyle değil. Tam tersine işledikleri hatalar kalblerini tamamen karartmıştır" (Mutaffifin 83/14) buyurması buna işarettir.
İbn Hıbban'da hadis şöyledir: "Kul bir hata işleyince kalbine siyah nokta düşer. Günah işlemekten vazgeçer, tevbe ve istiğfar ederse kalbi temizlenir. Günah işlemekte devam ederse nokta çoğalır, tamamen kalbini kaplar." buyurmuştur. (İbn Mâce, Tirmizî, Nesâi, Hâkim)
Abdullah İbn Ömer (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurdu. (İbn Mâce, Tirmizî)
Abdullah İbn Mesud (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günahlarından tevbe eden hiç günah işlemeyen gibi olur ." buyurmuştur. (İbn Mâce, Taberani)
Abdullah İbn Abbas (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yaptığı hata ve kötülüklere devam ederek günahlarından tevbe ve istiğfar eden , Rabb'i ile alay etmiş olur." buyurdu. (Merfuen Beyhaki)
Abdullah İbn Mesud (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiç kimse övülmesini ALLAH kadar sevemez. (Ve ALLAH kadar övülmeye layık olamaz.) Bu yüzden ALLAH -Kitabında- kendini medhetmiştir Hiç kimse kötülüklere karşı ALLAH kadar titiz olamaz. Onun için ALLAH kötülükleri haram kılmıştır. Hiçbir kimse ALLAH kadar kendisinden özür dilenmesini , tevbe ve istiğfar edilmesini sevemez. Bu nedenle ALLAH Kitab indirmiş ve peygamberler göndermiştir. (Kullarına özür dileme ve tevbe etme yollarını göstermiştir.)" buyurmuştur. (Müslim)
Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kudret ve iradesiyle yaşadığım ALLAH'a yemin ederim ki, eğer günah işlemeseniz ALLAH sizi yok eder, günah işleyen bir millet halkeder ki ALLAH'tan günahlarının affını istesinler. ALLAH da onları affeder (Böylece ALLAH'ın affedici oluşu meydana çıkar). (Müslim ve diğerleri)
Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH azze ve celle buyurdu: "Kulumun bana inancı (zannı) oranında yanındayım. (Tevbe ederse tevbesini kabul ederim. Af dilerse suçlarını bağışlarım.) Beni nerede anar hatırlarsa, ben orada yanındayım." ALLAH'a and olsun, ALLAh kulunun tevbesine çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. Ondan razı olur , günahlarını affeder. "Kulum Bana ibâdet ve hayır işlerle bir karış yaklaşırsa , Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim Bana bir arşın yaklaşırsa , Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım." buyurmuştur.
(Müslim rivayet etmiştir, Buharî de benzerini rivayet etmiştir.)
Taberanî'nin güvenilir râviler yoluyla Ebu Seleme'den rivayet ettiği hadiste Muaz (ra) şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Ya Resulullah! Bana nasihat et" dedim. Şöyle buyurdu: "ALLAH 'a O'nu görüyormuşsun gibi ibâdet et. Kendini ölmüşlerden say. Her taşın , her ağacın yanında yaratanı hatırlayarak ALLAH'ı zikret. Bir hata yapınca hemen güzel işler yap. Gizli yaptığın hatalara gizlice ALLAH'a niyaz ederek, açıkta yaptığın hatalara açıktan tevbe istiğfar ederek." buyurdu.
Beyhaki kitabının Zühd bölümünde Musa ibn Süleyman'dan şöyle rivayet etti: Muaz (ra) der ki:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) elimi tuttu biraz yürüdükten sonra: "Muaz! Sana ALLAH'a âsî olmaktan sakınmayı, doğru sözlü olmayı, anlaşmalara bağlı kalarak aynen yerine getirmeyi, emaneti -hainlik yapmadan- sahibine vermeyi, yetimlere acıyıp merhametli olmayı, komşu haklarını korumayı, öfkeyi gizleyip kimseye surat asmamayı, tatlı dilli olmayı, selâm vermeyi, idarecilere ve amirlere itaat ederek bağlı kalmayı ve Kur'an'ı anlamaya çalışmayı, âhiret sevgisini, âhirette hesaba çekilmekten korkmayı, hayalperest olmamayı, güzel işler yapmayı tavsiye ederim. Müslüman kardeşine kötü söz söylemeni, yalancıyı doğrulamanı, doğru konuşanları yalanlamanı, adil idareci ve amirine âsî olmanı ve yeryüzünde fesad çıkarmanı yasaklarım. Muaz! Her ağacın ve taşın yanında ALLAH' ı zikret. Her günah işledikçe tevbe et. Gizli işlediğin günahlara gizliden, açıkta işlediğin günahlara açıktan tevbe istiğfar et." buyurdu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nerede olursan ALLAH'a âsî olmaktan sakın. Her yanlış iş yaptığında, güzel işler yap ki günahını affettiresin ve insanlarla güzel huylu olarak yaşa." buyurdu. (Ebu Zer ve Muaz b. Cebel (ra) dan Tirmizî hasen olarak)
.
Nefs-i Mutmaînne'ye devâm edelim:

Tatmîn olmak, kalbin emin olarak rahatlıkla ve doyurucu bir şekilde inanması.
İtminân: emin olma, güvenme, kati' olarak ve bilerek sebat etme, karar kılma... ve görerek huzurda inanma.
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي
"Ey mutmaîn olmuş nefs! Dön RABB'ine sen O'ndan O senden hoşnut olarak! Gir kullarımın içine! Gir cennetime!" (Fecr 89/27-30)
Azîz kardeşim,
Hep söyleye geldik ki hayat sisteminin ve varlığın var oluş sebebi tevhiddir.
Bu muazzam ve muhteşem sistem de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL azamet ve kudretinin zuhûratını sergileyip kıymetli ve keremli özellik ve güzelliklerle donattığı insanoğlunu nefsine akıl nûrunu da bağlayarak soruyor:
"Bu sistemin sahibi kimdir?"
Bu sorunun cevâbı : "Lâ İlâhe illâ ALLAH"tır.
Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme ve Nefs-i Mülhime gelişim ve aşamalarında nefs ezelde de vermiş olduğu bu sözü, tanıdı, inandı, ilme'l-yâkîn oldu.
İlimle iyice bildi.
Ancak kesin kanâat getiremedi henüz.
Bu ise yapısında olan ve imtihanın gereği bir özelliktir.
İtminân bulması için ilim ve edebten sonra irfân ve erkânla ayne'l-yâkîn, görerek inanmak, mutmaîn olmak istiyor insan nefsi...
Nefs-i Emmâre, ilimle ışıklandı ve ayıktı,
Nefs-i Levvâme iradeyle hakkı bâtıldan ve hayrı şerden ayırdı,
Nefs-i Mülhime hakkı ve hayrı tercih etti ve doruğa çekti gayrisini ebedîyyen reddetti.
Nefs-i Mutmaînne makamı ise iştirak, bilelik, eminlik ve sabitlik makamıdır.
Başka ifâde tarzıyla:
Nefs-i Emmârede ""
Levvâmede "İlâhe"
Mülhimede "illâ" dedi...
Dedi ancak, tevhid kemâl bulmadı.
ALLAHu Tealâ konusunda tatmîn olan nefs ise "ALLAH" diyerek tevhidini tamamlar ve kemâlâta erdirip "Lâ İlâhe illallah"ı tesbit eder, kani' ve mutmaîn olur.
Tevhide fiilen iştirak sağlar...
Kendi gözü nasıl gözü ise tevhidi de tevhididir...
Bir husus daha var ki;
4 lü sistemde nefs, mutmaînne hâle gelince, ruhla içli dışlı olmuştur.
Hak ve hayr üzere ruha, iştirak etmiştir.
Beden, nefs, kalbden sonra nefs, ruh şehrinde Ruhî Nefs olmuştur.
Onun içindir ki tefsir imâmlarımız ruha nefs dahi demişlerdir...
İnsan nefsinin mutmaînne makımına yücelmesi Emrullah ve Muradullahtır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise; bunun Rehber-i Mutlak'ı ve İmâm-ı Mutlak'ı dır...
Nefs; mutmaînne mertebesine, aşamasına, olgunluğuna, çağına, yaşına, rüşdüne erdi mi görev tamamlanmıştır.
Mutmaînne kalb:
Rüzgarın oynatıp sökemediği (hava)
Sellerin eritip sürükleyemediği (su)
Yangınların yakıp yok edemediği (ateş)
Toprağın yutup kendisine benzetemediği ebedî diri kalbdir. (toprak)

Gerisi Sultân’ın (celle celâluhu) kuluna izzeti, ikrâmı, lûtfü ihsânıdır...
Tatmîn olmak her nefsin doğal hakkıdır.
Tatmîn etmek için;
Bu DEVRÂN dönüyor,
Bu SEYRÂN sergide,
Bu CEVLÂN'da canlar ve halk,
HAKK'ın hakaik ve dakaiklerine HAYRÂN'da...
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِـي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَـكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
"Bir vakit İbrâhim Rabbine: "Ey RABB'im ölüyü nasıl dirittiğini bana göster" demişti. RABB'i ona: "Yoksa inanmadın mı?" dedi. İbrâhim: "bilakis, inandım ancak kalbimin mutmaîn olması (iyice yatışıp emin olması, tatmîn olması) için (görmek istedim) " dedi. Bunun üzerine ALLAH buyurdu ki: "Öyle ise dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala) , her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki ALLAH gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir..." buyurdu." (Bakara 2/260)
İbrâhim (aleyhi's-selâm) babamız, seçilmişlerden ülü'l-azim bir peygamber iken ümmet-i Muhammed'e; tevhidin temelini atan ata olarak, bildiği soyut bilginin somutlaşmasını RABB'imizden diliyor...
Kalbin tatmînkârlığı basar ve basîret tevhidiyledir.
Ayne'l-yâkîn...
Dört dağdan dört kuş al!...
Onları kendine alıştır!...
Özelliklerini iyice tanı...
Kuşları kes başlarını ayır!...
Gövdelerini teknede hamur gibi yoğur ve bu hamurdan her dağın başına birer parça bırak!...
Sonra da onları çağır!...
Koşarak sana gelirler!...
Her vücûdun zerreleri, birleşip başını bulur!...
Çünkü ALLAH (celle celâluhu) Azîzü'l-Hakîm olandır.
Kesrette Vahdetin ve vahdette kesretin seyri, analiz ve sentezi, ayrışımı ve birleşimi...
4 dağa 4 unsur olarak: Toprak Ateş Su - Hava dersek .
4 kuşa 4 mükellef letâif olarak: Beden - Nefs - Kalb - Ruh dersek.
Dört hecenin tümlüğü: "ilâheillâ - ALLAH" tevhidine çıkar...
Şu anda can (dirilik), her birisinin özelliği diğerinden kesinlikle farklı olan 4 unsurun tevhidiyle vardır ve varlığını sürdürebilmektedir.
İnsanda beden ayrı ve farklı özellikte, nefs ayrı, kalb ayrı, ruh ayrı...
Ancak emredilen tevhid işine gelince:
Eşyâ kökenli olan beden ": asla olamaz!" diyor.
Esmâ kökenli olan nefs akıl nûruyla ayılınca "ilâhe: ilâh yok (mu ?)" diyor.
Sifatî Kalb ise "illâ: ancak!... İlâh yoktur" diyorsun ancak, basîret olan Nûrullahla (Nûr-u Muhammed'le) Emr Âlemi (ilâhî âlem) kökenli Ruhu dinle" deyince ve
Nefs can kulağını verince, Ruh hâliyle: "ALLAH" diyerek tevhidi tamamlıyor :
"Lâ İlâhe illâ ALLAH".
Çünkü "ALLAH, ALLAH, ALLAH, ALLAH,!..." tevhid değil. "Lâ ilâhe illâ ALLAH" tevhiddir.
İmtihan da burasındadır bu işin...
ALLAH Tealâ korusun mü'min kâfir olunca, her hece bir tarafa, her letâif bir tarafa gider, meydan da düşman olan şeytâna kalır. Tevhid, can gibi tek.
Letâifler organlarımız gibi…
Herkesin görevi, önemi, görev zamanı, görev şekli farklıdır.
Azîz kardeşim,
Âyeti celilelerin meâllerini; tefsire ömrünü vermiş, hemen hepsi de Rahmâna ve rahmete yürümüş müfeessirlerimizin eserlerinden alıyorum.
Genellikle Türkiye Diyanet Vakfının ve Hamdi Yazır Hazretlerinin meâlleri.
Sonraki bizim sözlerimiz zevk meselesi.
Âcizâne böyle yoruyor gönlümüz.
Asla bir hüküm olmayıp kişisel bir hâldir.
Ve hep söylüyoruz ki Muhammedî sistem ve metodda biz hepimiz tümüz ve Muhammedîyiz.
Azmimiz bu, emredilen bu, muradedilen bu ve isbatı istenen de budur.
Ben mi söyledim, sen mi yazdın, o mu okudu v.s. bunlar piyasacıların işi...
"Bizde ise; iyice anladıysan ve yaşayışına dahil ettiysen, sen söyledin, sen yazdın, sen okudun!..." desem bu söz anlatabilmek için doğrudur.
Riyâkâr tevâzu' bize haramdır.
Doğrusu: "Biz söyledik, biz yazdık, biz okuduk, biz anladık ve biz bunları yaşıyoruz!..."
Eksikler, noksanlar, yanlış anlatımlar, yanlış anlamalar olacaktır... Kim düzeltecek?
Biz, biz, biz!...

Hiç yorum yok: