Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

NEFS-İ EMMÂRE

NEFS-İ EMMÂRE





NEFS-İ EMMÂRE

Emr (ç: evâmir): iş buyurmak, buyruk, buyrultu, iş, şey, husus, vakı'a hadise... gibi anlamlara gelir.
Hadise olarak emr kullanırsa çoğulu umûr olur.
Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy an'il münker: şerîatın ma'ruf (herkesçe bilinen, irfân edilen, tanınmış, belli, meşhur, ünlü) emirlerine uygun olanı emretme ve şerîatça münker (nekr'den: inkâr edilmiş, kabul ve tasdik edilmemiş, reddedilmiş) olân herşeyi nehyetme (yasak etme) dir.
Emr-i ilâhî: ALLAH'ın emri olan ölüm.
Emr-i müşkil: zor iş.
Emmâre: mübalagalı şekilde çok emredici, cebredici... (zorlayıcı)
Nefs-i Emmâre: insan nefsinin dostu olan Halik Tealâ'nın değil de düşmanı olan şeytânın hileli, desiseli ve kaydırıcı teşviki kışkırtması ve uyutması ile dünya zevk ve lezzetlerine dadanıp, tiryâkisi olup aşırı bir şehvetle (şehvet: her türlü aşırı maddî istekler) sarılıp ayrılmaması...
Kulu kölesi olması...
Burayı aslî vatanı zannedip postu sermesi...
İşi, bâtıl ve şer olan şeytânî bir âmir (emreden) hatta emmâr (çok,çok emredici) olması...
Aslında nefsin imtihan âletleri ve RABB'isinin ona lûtfü ikrâmı olan beden organlarını şeytânın keyfince emrederek kullanıp yaptırması...
Ayaklara: “Cehenneme gideceksin!..." dese, ayaklar çâresiz oraya gidiyor...
Ellere: "Şu yetime vuracaksın!..." dese, vuruyor...
Ağzı ise, artık sahibiymiş gibi olan şeytânın adına konuşuyor...
Allah bizleri korusun! Âmin...
Onun için dir ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

"O gün ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları şâhidlik eder!..." (Yâsîn 36/65) buyuruyor ya...
Nefs-i Emmâre;
Nûr-u Muhammed (Nûrullah) den nâsibini kısmet hâline henüz getirmemiş nefs olup zifiri bir zulmet (karanlık) içinde yaşar.
Ne kendini görüp bilebilir ne kıbleyi ne de RABB'ını...
Ne mutfağı ne de tuvaleti...
Ne koca ne baba ne oğul ne kardeş ne damat ne de erkektir...
Ne eş (zevce) ne anne ne kız ne kız kardeş ne gelin ne de kadındır...
İşler öylesine terstir ki at (nefs), suvârisine (ruha) binmiştir.
At sarayda et yemeye uğraşmakta iken suvârisine ise ahırda ot (saman) yedireceğini sanmaktadır...
Bu hâllerin olması ise, aslında kötü ve abes (boş) birşey olmayıp İlâhî Kulluk İmtihanı’nın özellik, güzellik ve gereklerindendir.
Zâten böylesine Nefs-i Emmâreye kul olup benlik batağında boğulmak üzere olan kimselere;
Muhammedî şuûra ulaşan kâmil mü'minler, değil bu hâllerini çok görmek, derhâl muhabbet ve merhametle hasbi hizmetlerine koşarlar.
Biz şahsen çok defa gördük ki hak dostları,
Çokça içmiş, Nefs-i Emmârelerini zilzurna sarhoş etmiş , alttan pislik-üstten kusmuk içinde kalmış ve gelen geçen çoluk çocuğa eğlence ve maskara olmuş insanların imdadına yetişip:
"Kalk filân bey oğlum! Şöyle bir tenhaya gidelim, olabilir insanlık hâli v.s." dediklerini duyduk ve yaşadık...
Nefs-i Emmâre makamı, her türlü haşarat (kötü ahlâk ve alışkanlıklar) ın yerleşip , gelişip ve başa belâ olmalarına en uygun nefs makamı ve hâlidir.
Köleliği kabul eden nefs hergün yeni sahibler bulur.
Alışkanlık v.s. derken kesin ahlâkı ve huyu oluverir.
İçki, kumar, gece hayatı, hırs, haram, yalan-dolan v.s. vız gelir tırıs gider...
Peşpeşe sardıkça sararlar ve kolay kolay da bırakmazlar...
Eğer Nefs-i Emmâre, "BİZ"liğin ve "BİLE"liğin kudsî karargâhı olan kalbin dünyevî kapısını şeytânî şehvetle kırar, ele geçirir, işgal eder, saltanatını sağlar ve uhrevî (âhiret) kapısını kapatıp ruhu etkisiz hâle getirip sesini keserse Firavun gibi kendi RABB'liğini ilân eder...
Şeytânın her istediğini ve işini işler.
Me'mur iken âmir durumuna geçer ve köle iken sultân tahtına oturduğunu zanneder.
İşin acı tarafı ise, bu saltanatının ebedî olduğunu sanmasıdır...
Elbette kendisine verilen imkanlarla imtihan olan insanı, hakkın ve hayrın mutlak imâmı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bâtılın ve şerrin lideri İblis durmadan kendi saflarına çağırmaktadırlar.
Her zamanda her "ÂN" okunmakta olan Muhammedî ezânı özünde duyuveren Nefs-i Emmare bir anda uyanır ve elektriği gelmiş âlet gibi çalışmaya başlar...
Can dirilir ve nefs aklını başına alır...
Nefs-i Emmâre, nefsin özündeki ilâhî emânete bilerek - bilmeyerek ihâneti hâlindeki nefsin bedenî makamı olup Muhammedî öğretim ve eğitimi çok çok önemlidir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)
Dünya sevgisi ve yaşamını neticede kıble edinen Nefs-i Emmâre bedensel, hayvanî belki de daha sapık ve alçak bir makama yerleşirse, bedenin kan rengi olan kıpkırmızı bir gözlük takmış demektir.
Siz ona hangi rengi gösterirseniz gösterin o, hâliyle kendi gözlüğünün rengi olan kırmızı "BENLİK"rengi ile görecektir...
Sanki Nefs-i emâreyi, 6 yüzü de dıştan sırlı ayna olan bir odaya hapsetmişsiniz...
Her yüzde kendisini görür...
Ayna duvarlara bakarak küfretse aynadaki sûreti de ona küfreder...
Rastgeleye namaza dursa, görüntüsü de kendisine karşı namaza durur...
Altı yönde gördüğü "Ben, Ben, Ben, Ben, Ben, Ben!..." dir.
Zirâ yedinci yön olan özüne "Ben"lik hâkim olmuştur...
Bu hâliyle tüm organları Benliktedir...
Kulağı, benliğinden başka sesi duyamaz....
Gözü benlikten başkasını göremez...
Özü ve kalbi çalışamaz, ölüdür...
Onun için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL;
Nefs-i Emmâreliği (Benlik'i) tercih eden kulları için:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ

"(Ey Resûlüm Muhammedîm! Sana karşı çıkanlar) Hiç yer yüzünde dolaşmadılar mı? Zirâ dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur!." (Hacc 22/46)
Âyet-i celilede:
Aklını başına alacak kalb (de Nefs-i Mülhime) için, duyacak kulak ve görecek göz için ibret sahnesi olan kâinât ve hayatta lâzımı, lâyıkı ve yeteri kadar hikmetler olduğunu ne güzel beyân ediyor... Basar (kafa gözü) ların körlüğü ne ki…
Asıl körlük basîretin (sadr gözünün, özün) körlüğüdür ve beteridir...
Sadr ise nefsin doğal sarayıdır.
Nefsin gözü kör oldu mu, beden gözü, sanki, bir körün gözlüğü gibi oluyor...
"Fe inneha: hakikat olan şu ki!" ifâdesi ile pekiştirilen, nefsin Hakka ve hayra olan körlüğü kendi kendisine ihâneti ve zulmüdür.
Nefs-i Emmârenin kendisi olan bu tevhidsizlik tuzağından kendi başına kurtulması mümküm değildir.
Aklını şeytâna teslim edip, nakli yok sayarsa kafasını vura vura Benlik Aynalarını kırabilir...
Zararı şu olur ki daha önce bir yönde "Ben!" varken; şimdi, her parçada, ayrı ayrı (binlerce) Ben!... ler çıkar...
Zorlanma...
Zevk et!...
İyi de ihânet ve zulüm hapishânesinden (benlikten) çıkış imkânı hiç mi yok?
Elbette var!
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tüm yüce sıfatların sahibidir.
ERHAMÜ'R-RAHÎMİN'dir (celle celâluhu), Adildir, Vedüddur...
Oturup adam gibi sükût ve sükûn içinde düşünür ve dinlerse...
Özünün özünden Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözünden, Hakkın, hayrın ve sistemin sahibi olan RABBÛ'L- ÂLEMİN 'in emrini duyar, muradını anlarsa, kaya gibi katı kalbinden 4 ırmak fışkırır...
İçini yıkar da; içinin ekşisi, tuzlusu, acısı ve tatlısı gözlerinden damla damla dökülmeye başlar...
Ayaklarının dibine düşen ilk damla, asit gibi deler geçer Can Camı’nı ve Aynanın Arkası’nı (sırrını) azıcık da olsa siler...
İşte o kadarcık kısımdan kâinâtı seyreder de kendini göremez.
Ayna cam oldu, Hakk ve Hayr ilhâm oldu,
Muhammedî uyanış tam oldu koca âşık!...
Mübârek olsun...
Mes'ud ve mutlu ol, şuûra ermiş bir Muhammedî olarak...
Sen, ben, o, biz: Biz Muhammedîyiz...
Hepimiz birimiz...
Birimiz hepimiz...
Biz gerçekten ve hamdolsun Muhammedîyiz!...
Bu ayna odasında olanları, masal sanma sakın!...
RABB'imizin ihsânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şifâsı ve erenlerin himmeti ile bu zavallı âşık kardeşiniz, bu hâli birebir yaşamıştım...
Anlatmasam sana yazıktı...
Anlatsam bana yazıktı...
Ama "ben, sen yok, biz varız, biz ise Muhammedîyiz!..." deyip duruyorduk ya...
O zaman anladım ki bu işin benimle ne alâkası var...
İş, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin işi...
Ben ise hâin ve zâlim bir mücrim idim!...
Neyi ile övünüp neyi ile sevinecekmişim!...
Kaldı ki biz yaşadık, seninle beraber!...
Farkında değilim deme, işte farkına vardın ya...
Azîz kardeşim,
Bu sistemin (imtihan) tümü maddî-mânevî "Benlik" üzerine kurulmuştur.
Varlık; canlı, cansız buna mecbur ve mahkûmdur.
İmtihan ise, benliğin hududundadır...
İfrat edip (maksimum) ilâhlık ilân etmek...
Tefrit edip (minimum) "kulluktan istifâ ettim!..." demek...
Anormal olandır.
Muradullah ve Emrullah bu değildir.
İnsan ve kâinâtın yaratılışının hikmeti asla bu değildir...
Normal, doğru, hak ve hayr olup, emredilen ve murad edilen (dilenen) ise;
Adam gibi "Abd" (kul) olmaktır.
İtidal (optimum) budur.
Aklı olan ve insan kılığına giren her nefs için kulluğun kuralları, ellerinin içinde, gözlerinin önündedir...
Bütün bunlara rağmen Nefs-i Emmârenin rengi son nefese kadar yok olmaz.
Eser hâlde bile olsa kalır...
Hiç değilse anısı...
Sakın! Sakın ha!...
Nefs-i Emmâreyi çirkin, kötü, düşman v.s. sanma!...
Nefs-i Emmârenin kötülüğü; bâtıla inanıp şerri emretmesinden ve kararından dönmeyip inad edip direnmesindendir...
Yoksa hakka inanıp hayra yönelse ne gelişmeler geçireceğini göreceğiz İnşâallah!...
Ne var ki nefsin aslı nefsdir: Cennet de dese cemâl de dese kendisi için ister...
Bu da ilâhî ihsânın yerini bulması için Muradullah'ın muhteşemliğini yaşamda göstermesi için tek tecellî tezgâhı oluşundandır...
Mesele nefsin, haddini bilip bilmemesi meselesidir...
Azîz kardeşim, bu fakîr neler gördü, neler!...
70 yaşında ak saçlı, ak sakallı sözüm ona meşayih olmuş ve binlerce insanı peşine takmış ve her birisine:
"Rüyânızda nefsinizi görün... Kuş, kedi, köpek, hatta hınzır (domuz) sûretinde görürseniz vurun öldürün onu!" diyenleri bizzât duydum.
Cehâletin çıkışı cehennemedir...
"Nûh" diyor da, "Peygamber" demiyor...
"İllâ da illâ odunumun parası!..." diyor..
Meseldir:
Bir genç öğretmeni vermişler Bey Dağı’nın tepesinde bir köye...
Zaman eski zamanda, şehre inecek yol - yolak yok...
Kar kış basmış ve kalkmıyor....
Vasıta hak getire...
Çâre ne?
Çâre, katırcı Osman Emmi!.
Odun taşıyor kasabaya 20 liraya satıp geliyor ...
Karda kışta, ama iyi para...
Öğretmen koşmuş varmış ki yola hazır hâlde katır yüklü...
"Osman Emmi bu odunu kasabada kaça satarsın sen?.." demiş
"20 paraya!"
"İyi o zaman al sana 20 para kasabaya beni götür!..." demiş...
Osman Emmi odunu yıkmış yıkmasına, parayı da almış almasına ama aklı basmamış işe...
Soruyormuş : "Peki öğretmen bey, benim odunun parası nerde?"
Arabın dediği: "lâ fâide!..:faydasız!"
Bilinçli bir itiraz oldu mu, cedelleşmek bize haramdır!... Adamcağızın fecri doğmamışsa, sen ona istersen elli kere oku ki:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي

"Ey mutmaînne nefs, razı olmuş ve razı olunmuş olarak, RABB'ine dön!...Kullarımın (abd sırrına eren, Muhammedî "Biz" olan) arasına katıl!... Ve cennetime gir!..." (Fecr 89/27-30)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsle cihâdı;
Nefsin, bâtılı ve şerri tercih ederek, şeytânî ahlâkı ve hayatı yaşamasına mâni olup,
Hakkı ve hayrı tercih ve Muhammedî sırât-ı müstakîm yolunda, Hizbullah olan, Fırka-i Nâciye grubunda Muhammedî söz, fiil, ahlâk ve hâl ile yaşayıp, sonunda şehâdet ehli olmasını temin için öğretim ve eğitimle tekemmülüdür.
Burada önemli olan:
7 yaşında bir çocuk gibi olan Nefs-i Emâreyi;
Şerîat-ı Muhammedîyye okulunda kavlî (Kur'ân-sahih hadis) olarak (ilkokulda okurcasına) ilim okutup hakkı-bâtılı öğretip hakla eğitip Terbiye edip mezûn etmek.
Tarikat-ı Muhammedîyye okulunda ameli (sünneti seniyye) tatbiki olarak (ortaokulu okuturcasına) hayrı-şerri irade ettirip hayrı işleterek, Tezkiye edip (noksan, yanlış, yasak işlerden temizleyip) mezûn etmek.
Mârifet-i Muhammedîyye okulunda ahlâkı (Hulku'l-azim) huy edinmiş olarak (lisede okuturcasına) hakkı ve hayrı kesin tercih ve idrakle Tasfiye ederek (ahlâk gibi gözüken şüpheli gizli ahlâksızlıklardan) arındırıp mezûn etmek...
Hakikat-i Muhammedîyye okulunda ahvalî (maddî-mânevî her şeyi Muhammedî şuûrda, üniversite okuturcasına) Tecliye (cilâlayıp, tecellîye hazır hâlde) ederek, mezûn edip elde ettiği 4 okulun mahsülü:
İlmullah Tevhidi
Haşyetullah Tevhidi
Muhabbetullah Tevhidi
Rızaullah Tevhidiyle imtihan sahnesine çıkarmaktır...
Bu yolun dışındakiler, kuru gürültü, boş lâf, saçma sapan hayaller ve sonucu hüsrandır...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Sünnetullahı ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünneti budur...
Muhammedî; Mâhiyet, Mezheb, Meşreb ve Mâliyet de budur...
ALLAH (celle celâluhu)'ya ve Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inanan ve tâbi' olanlara emredilen ve sonuçta murad edilen yol bu yoldur...
Muhammedî oluş şuûruna eriş,
Muhammedî yaşayış,
Muhammedî diriliş ve
Muhammedî cennet ve cemâl de budur...
Ve her nefse açık bir kapıdır.
Hâşâ! Firavun gibi: "ne olur, ne olmaz!..." diye her çocuğu öldürmek ne demek...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk (nefs) islâm fıtratı üzere doğar, onu ebeveyni (ana-baba, olmadığı hâlde mürşidim diyenler) nasranî veya yahudî yapar!..."buyuruyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk ancak fıtrat-ı islâm üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, babası onu yahudî-nasranî-mecusî (kendi ne ise) yaparlar. Nitekim; kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde; siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını (enenmiş, belirtilenmiş) hiç görüyor musunuz?" buyurup sonra Rum 30/30 âyeti celilesini okudu.
(Ebu hüreyre' den Buhârî,Cenâiz 80; Müslim ker 22-24; İ.Ahmed II/315,346)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitratallahi'lleti fatara'nnâse aleyha dinullahî Tealâ: ALLAH'ın insanları üzerinde yarattığı fıtratı ALLAH Tealâ'nın dinidir."
(Enes (ra) dan Buhârî tefsirü'l-sûreti 30/30; İ. Ahmed II/275)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ennâsü maadinü kemaadini'z-zehebi ve'l-fiddeti: İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterdedirler"
(İ. Ahmed II/539)
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
"(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, ALLAH insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. ALLAH'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dostoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum 30/30)
Fıtratullah: İnsanın tevhid inancı üzere (ALLAH'ı bir tanıma) yaratılışı, dizaynı ...
Fıtrî imân ...
Bezm-i elestteki "Kâlu Belâ" üzere imân.
Âyet-i celiledeki Vech: yüz, kişinin kendisi tümüyle zâtı.
Aslında tüm insanlar ezelinde islâmî (selim) fıtrat üzere hakktır.
Ancak, akıl, beden (âlem) ve şeytânla olan imtihan sebebi ile beşeri âfetler ve taklîdçilik, aslî fıtratını İblise saptırabilir veya beşeri fazîletler ve tahkikî takib, fıtratını Muhammedî kılabilir.
Özündeki fıtrî tevhid tümlüğünü (Nûr-u Muhammed) canlandıran âşık, dıştaki 6 yönü kulluk için ihlâsla kullanır:
Tüm bunları da sadece ALLAH (celle celâluhu) için yapar, ortaksız...
Abdullah ibn Ömer (radiyallahu anhu)'i; köleleri, âzâd olmak için namaz kılarak aldatıyorlardı.
Kendisine bu hususu haber verene :
"Kim bizi ALLAH adına aldatırsa, biz de ALLAH adına aldatılmış oluruz, (ne iyi) !" derdi...
Hatta İblis'in; Âdem (aleyhi's-selâm)'i ALLAH (celle celâluhu) adına yalan yere yemin ederek yanılttığı âyetle sabittir.
Gözü ebedîyyen körler,
Kulağı ebedîyyen sağırlar,
Kalbi ebedîyyen mühürlüler var Kur'ân-ı Kerîm'de...
Doğru... Doğru da, bizim işimiz değil!...
Sistemini kuran Subhân ALLAH (celle celâluhu);
Kimini İbret Sahnesi’nde taşlatmış,
Kimini Hikmet Sahnesi’nde alkışlatmış!...
Ben ise; ne müfettiş, ne de müftiyim...
"Kendi derdim!." derken, derken Muhammedî oluş şuûruna erince:
"Derdimiz, derdimiz!." diyen âciz, fakîr, zelil ve âlîl bir âşıkcığım!...
Biz Muhammedîyiz, kulluk yapmaya azmetmekle emrolunduk. Gerisini sistemin sahibi AHADU's-SAMED' (celle celâluhu)'ya ısmarlayıp, tevekkülle emrolunduk...
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
"... (Yapmaya) azmettiğin (iştirake geçince) zaman da artık ALLAH'a dayanıp güven (vekil seç) . Çünkü ALLAH, kendisine dayanıp güvenenleri sever..." (Âl-i İmrân 3/159...)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e verilen Resûlî (Peygamberlikle ilgili) emirler zâtı şerîfine aittir. "Sen Peygambersin!.." gibi... Abdî (kulluk görevi ile ilgili) emirler ise bilhassa ve bizzâtîhi bizedir.
İslâm dini muhabbet ve merhamet üzere kaim ve dâimdir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ise muhabbet ve merhametin mücessem (zâhirileşmiş) hâlidir.
Sıdk-ü-adl esastır...Bendeniz âşık kardeşiniz, oğullarıma ve kızıma vasiyet etmiştim:

"
ÜZME!ÜZÜLME!SEV! - SEVİL!.." diye...


Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi asla ÜZME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyden ve herkesden asla
ÜZÜLME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi mutlaka
SEV! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeye ve herkese mutlaka
SEVİL!.. (ALLAH için)

Hemence üzülmeye hazır bekleme:


Hemence üzülmeye hazır bekleme:
"Olabilir, insan hâli, uyuklamış, canı sıkılmış, dara düşmüş, gaflet basmış..." de...
Üzülmeye bahâne arama...
"Hazır-Nazır, herşeyin ve herkesin RABB'ısı görüp duruyor ve bir ferec (çıkış) yolu açar İnşâallah!" de... ve üzülme...
Halkını HAKK'ın hatırına sev.
Sevilmek için de yollar vesileler ve bahâneler ara bul...
"Buz gibi görünüşünde meymenet yok!..." deyip selâmsız sabahsız gitme...
Bugün değilse yarın: "Merhaba!..." diyecektir...
Sevil ki Sevsinler...

Hiç yorum yok: