Bu Blogda Ara

14 Ekim 2011 Cuma

KURAN'IN MATEMATİKSEL MUCİZELERİ

KURAN'DAKİ DİKKAT ÇEKİCİ SAYILAR
Bu bölüm Ahmet Maraşlı'nın, Kuran'da Sırlı Diziliş, (Okul Yayınları, İstanbul, 2003) kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.
  1. HZ. MUSA İLE 40 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ
  2. TAŞTAN 12 PINAR FIŞKIRMASI
  3. ÜÇBİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ
  4. BEŞBİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ
  5. 12 GÜVENİLİR GÖZETLEYİCİ GÖNDERİLMESİ
  6. HZ. MUSA İLE 30 GECE VE 10 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ
  7. 12 TOPLULUK VE TAŞTAN FIŞKIRAN 12 PINAR
  8. ALLAH KATINDA AYLARIN SAYISININ 12 OLMASI
  9. 70 DEFA BAĞIŞLANMA DİLEME
  10. YILLARIN SAYISINI VE HESABI BİLME
  11. BENZER 10 SURE GETİREMEMELERİ
  12. HZ. YUSUF'UN RÜYASI VE 11 YILDIZ
  13. İNSANDAKİ KROMOZOM SAYISI
  14. PETEKTEKİ AÇILAR
  15. KEHF EHLİ VE MAĞARADA 309 YIL KALMALARI
  16. HZ. MUSA'NIN DOKUZ MUCİZESİ
  17. ŞEHİRDEKİ DOKUZLU ÇETE
  18. 99 KOYUN DAVASI
  19. YEDİ GÖK
  20. ON GECEYE YEMİN

Bu bölümde, içerisinde sayısal bir ifade geçen sureler üzerinde yapılan, çeşitli hesaplama sonuçları sunulmaktadır. İlgili surelerde farklı hesaplar sonucunda elde edilen aynı rakamlar, son derece dikkat çekici boyuttadır. Bu çalışmada surelerdeki hece ve harf adetleri, harf çeşitleri, ebced değerleri gibi çeşitli yönlerden hesaplamalar aktarılmakta ve ortaya çıkan sayılardaki şaşırtıcı benzerlik ortaya konmaktadır.

Kuran-ı Kerim anlam bakımından hikmet ve ilim üstünlüğünün yanı sıra, sayısal olarak da zengin ve olağanüstü düzenler içindedir. Nebe Suresi'nin 29. ayetinde Rabbimiz "... Biz, herşeyi yazıp saymışızdır" buyurmaktadır. Cin Suresi'nin 28. ayetinde ise "
... (Allah) herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir" buyrulmaktadır. Kuran-ı Kerim'le ilgili elde edilen mucizevi sayısal düzenler, aynı zamanda Yüce Rabbimiz'in "sonsuz da olsa, herşeyin sayısını bilen" anlamına gelen "Muhsi" isminin bir tecellisidir.

HZ. MUSA İLE 40 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ
Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz. (Bakara Suresi, 51)
  • "40 gece" anlamına gelen "erbaine leyleten" ifadesinden itibaren, ayet sonuna kadar olan harf adedi 40.
  • Ayette "erbaine leyleten" (40 gece) ifadesine kadar olan noktalı harflerin ebced değeri 40. (En küçük ebced hesabıyla)
  • Bu konu, Kuran'da ilk olarak, Bakara Suresi'nin 40. ayetinde başlamaktadır.
  • Bu konunun başladığı 40. ayetin hece adedi 40.1

Ayrıca:
  • "Erbaine leyleten" (40 gece) konusu ile ilgili ayetler açık olarak, Bakara Suresi'nin 51. ayetinden başka, Araf Suresi 142. ayetinde geçmektedir. İşari olarak ise yine Araf Suresi'nin 143. ve 155. ayetlerinde zikredilmekedir.
a) Bu ayetler arasındaki sureler şunlardır: "Bakara Suresi", "Al-i İmran Suresi", " Nisa Suresi", "Maide Suresi", " Enam Suresi", "Araf Suresi".
Bu sure adlarındaki toplam hece adedi tam 40'tır.
(Su-re-tü'l-Ba-ka-ra-ti, Su-re-tü A-li İm-ra-ne, Su-re-tü'n-Ni-sa-i, Su-re-tü'l-Ma-i-de-ti, Su-re-tü'l-En'a-mi, Su-re-tü'l-A'ra-fi)
b) Surelerin isimleri olan "El-Bakara", "Al-i İmran", "En-Nisa", "El-Maide", "El-En'am", "El-A'raf", kelimelerindeki harf adedi de 40'tır.



TAŞTAN 12 PINAR FIŞKIRMASI
(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara Suresi, 60)
  • Ayette "oniki" anlamına gelen "isneta aşrate" ifadesine kadar olan kelime adedi 12.
  • "(Taştan) 12 pınar fışkırdı" anlamına gelen "infeceret minhu isneta aşerete aynen" ifadesindeki noktalı harf adedi 12.
  • "İnfeceret minhu isneta aşerete aynen" ifadesinde kullanılan harf çeşidi de 12'dir. 2
 

ÜÇBİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ
Sen mü'minlere: "Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üçbin kişiyle yardım-iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
  • "Meleklerden üçbin" anlamına gelen    "selaseti alafin min elmelaiketi" ifadesinin ebced değeri üçbindir. (Büyük ebced hesabıyla)


BEŞBİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ
Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beşbin kişiyle yardım ulaştıracaktır. (Al-i İmran Suresi, 125)
  • Ayette "melekler" anlamına gelen "el-melaiketi" ifadesinin ilk harfine kadar olan harflerin ebced değeri beşbindir. (Küçük ebced hesabıyla)
 

12 GÜVENİLİR GÖZETLEYİCİ GÖNDERİLMESİ
Andolsun, Allah İsrailoğulları'ndan kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "Gerçekten Ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır." (Maide Suresi, 12)
  • "12 güvenilir-gözetleyici" anlamına gelen "isney aşera nakiba" ifadesindeki harf adedi 12'dir.
  • Ayetin başından "isney aşera" (oniki) ifadesine kadar, surenin ismi olan Maide kelimesinde geçen harflerin tekrarlanışı: 12. 3
  • Ayet numarası 12.
  • Ayetin ilk ve son harflerinin ebced değeri 12'dir. (En küçük ebced hesabıyla)4

HZ. MUSA İLE 30 GECE VE 10 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi. (Araf Suresi, 142)
  • "30 gece" anlamına gelen "selasine leyleten" ifadesinden itibaren, ibare*  sonuna kadar olan hece adedi 30.5
  • "Selasine leyleten" (30 gece) ifadesinden sonra ayet sonuna kadar, "selasine leyleten" ifadesine ait harf adedi 30.6
  • "Selasine" (30) kelimesinden itibaren, ibare* sonuna kadar olan hece adedi 30.7
  • Ayette "selasine" (30) kelimesinden sonra ayet sonuna kadar, surenin mukataa harfleri olan "elif, lam, mim, sad" harflerinin kullanım sayısı 30'dur.8
  • Ayette "aşr" (10) kelimesine gelinceye kadar olan noktalı harflerin harf adedi 10.
  • "Aşr" (10) kelimesinden sonra ibare* sonuna kadar olan noktasız harf adedi 10.
  • "Aşr" (10) kelimesi, Araf Suresi'nde sondan başa doğru 10. sayfada bulunmaktadır.
  • Ayette "aşr" (10) kelimesine gelinceye kadar, surenin mukattaa harfleri olan "elif, lam, mim, sad" harflerinin kullanım sayısı 10'dur.9
  • "Ve ona bir on daha ekledik" anlamına gelen "ve etmemnaha biaşrin" ifadesinde kullanılan harf çeşidi 10'dur.10
 

12 TOPLULUK VE TAŞTAN FIŞKIRAN
12 PINAR
Biz onları (İsrailoğulları'nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Araf Suresi, 160)
  • Ayette "isnetey aşrate" (oniki) ifadesine kadar, "isnetey aşrate" ifadesindeki harfler 12 defa geçmektedir.11
  • "İsnetey aşrate" (oniki) ifadesinden itibaren ibare* sonuna kadar kullanılan harf çeşidi 12.12
  • "İsneta aşrate" (oniki) ifadesinden itibaren ibare* sonuna kadar, "isneta aşrate"nin harfleri 12 defa geçmektedir.13
  • "İsnetey aşrate" (oniki) ile "isneta aşrate" (oniki) arasında, bu kelimelere ait harflerin bulunduğu kelime adedi 12.15
  • Bulunduğu ibarede, "isneta aşrate ayna" (oniki pınar) ifadesine kadar kullanılan harf çeşidi 12.16
 

ALLAH KATINDA AYLARIN SAYISININ
12 OLMASI
Gerçek şu ki, Allah Katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (Tevbe Suresi, 36)
  • Ayette "isna aşera" (oniki) ifadesine gelinceye kadar olan hece adedi tam 12'dir.
  • "İsna aşera" (oniki) ifadesinden sonra ibare*  sonuna kadar olan noktalı harf adedi de 12'dir.
 

70 DEFA BAĞIŞLANMA DİLEME
Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 80)
  • "Seb'ine merraten" (yetmiş kere) ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar olan harf adedi 70.17
  • "Seb'ine merraten" (yetmiş kere) ifadesinden itibaren ibare*  sonuna kadar kullanılan harf çeşitlerinin ebced değeri 70'tir.18 (En küçük ebced hesabıyla).
  • Bu ayetteki noktasız harf adedi 70'tir.19
 

YILLARIN SAYISINI VE HESABI BİLME Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır. (Yunus Suresi, 5)
Bir Hicri ay ise ancak 29 gün veya 30 gün çekebilir. (Bunun dışında da bir ihtimal yoktur.)
  • Kameri ay 29 veya 30 gündür. Ayette "yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur" anlamına gelen "kadderahu menazile lita'lemu adede'ssinine velhisab" ifadesine gelinceye kadar olan harf adedi 29.
  • "Ay" anlamına gelen "El-Kamer"in ebced değeri 29'dur. (En küçük ebced hesabıyla)
Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini sildik de Rabbinizden bir fazl aramanız, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık. Biz, herşeyi yeterince açıkladık. (İsra Suresi, 12)
Bir Hicri yıl 354 ya da 355 gün çekmektedir. (Bunların dışında bir ihtimal yoktur.)
  • "Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için" anlamına gelen "lita'lemu adede'ssinine vel hisab" ifadesine gelinceye kadar olan harflerin ebced değeri 354. (En küçük ebced hesabıyla)

BENZER 10 SURE GETİREMEMELERİ
Yoksa: "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure getirin ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." (Hud Suresi, 13)
  • Bulunduğu ibarede "aşri" (on) kelimesine kadar kullanılan harf çeşidi 10.20
  • Ayette "aşri" (on) kelimesine gelinceye kadar olan noktalı harf adedi 10.21
  • Ayette "yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure" anlamına gelen "biaşri süverin mislihi müftereyatin" ifadesine gelinceye kadar olan hece adedi 10.22
  • "De ki: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure getirin" anlamına gelen "kul fe'tu biaşri süverin mislihi müftereyatın" ifadesindeki noktalı harf adedi 10.
  • "Onun benzeri 10 sure" anlamına gelen "aşri süverin mislihi" ifadesindeki harf adedi 10.
  • "Aşri süverin mislihi" (onun benzeri on sure) ifadesinden sonra ayet sonuna kadar olan kelime adedi 10.
  • "Onun benzeri on sure" anlamına gelen "biaşri süverin mislihi" ifadesinde kullanılan harf çeşidi 10.23
  • Ayette "aşri süverin" (on sure) ifadesine kadar, "aşri süverin" ifadesindeki harfler 10 defa geçmektedir.24

28 Nisan 2011 Perşembe

"Kur'an'ın Gölgesi"nde "BP Deneyleri"CERN deneyi.

"Kur'an'ın Gölgesi"nde "BP Deneyleri": Beklentiler ve Korkulan Nedir?
CERN'de başlaması heyecanla beklenen "büyük deney"in arefesinde; deneyin sonuçlarıyla ilgili tartışmalar, artmış görünüyor. CERN çevreleri, deneyden beklentilerini dile getirirken, duyulan endişelerin yersiz olduğunu söylüyorlar. Tam böyle bir zamanda da, Türkiye gecikmiş olarak da olsa, CERN'e üye oluyor ve üyelik anlaşması, 14 Nisan 2008'den itibaren hayata geçmiş bulunuyor.
CERN'deki deneylerden, beklentiler nedir? "Her Şeyin Teorisi" yahut astrofiziğin ulaşmak istediği son nokta; deneylerle tamamlanabilecek midir? Gerçekten bu "büyük deney", Dünya'yı tehdit ediyor mu? Bu soruları, kısa bir haber kapsamında cevaplandırmak mümkün değildir. Ancak biz, yine de bu soruların cevapları üzerinde durmaya çalışacağız..
BÜYÜK PATLAMA DENEYİNDEN BEKLENTİLER
Büyük Patlama'nın bir küçük taklidi olarak görülen bu büyük deneyden, neler bekleniyor? Büyük Patlama anında, çok kısa sürede ortaya çıkan ve gizlenen bir şeyler; "enerji ötesi bir enerji" aranıyor. Deneyler, kuarkları ortaya çıkaramıyor. Protonların çarpışmasında, ortaya çıkması beklenen 2 kuark parçacığının, 8-10 saniyelik yaşam öyküsü, şu ana kadar gözlemlenemedi. Proton parçalanmasıyla, ortaya çıkan kuarklar, tekrar çarpıştırıldığında; kendilerini hemen toplayarak, gözlemlenmelerine adeta müsade etmiyorlar. Ancak yapılan bu deneylerde, kuark parçalanması ve gözlenmesi başarılabilirse; kara maddenin tespiti, mümkün olabilir deniyor.
Temel parçacıklar, nasıl kütle kazanıyor? Fizik bunu çözebilmiş değil. Temel parçacıkların kütle farklılıklarını açıklayan modeller var. Peter Higgs'in, ortaya koyduğu "Higgs alanı ve parçacığı teorisi" de doğrulanmayı bekleyen böyle bir model. Higgs parçacığı, tüm diğer temel parçacıklar gibi, kara maddeyle de ilişkili görülmektedir. Özellikle Peter Higgs, kendi ismini taşıyan parçacığın, mutlaka deneyde ortaya çıkacağını söylemektedir.
Bir ateist olan Peter Higgs, "Tanrı Parçacığı"denmesinden memnun olmasa da; bu isim, yaygın olarak kullanılıyor. Bu isim nereden geliyor? Nobel Fizik ödülü sahibi Leon Lederman, peşinden koştuğu ve birtürlü yakalayamadığı bu Higgs parçacığına izafeten; kitabına "Tanrı Kahretsin Parçacığı" ismini vermek isterken; yayımcısının uyarısıyla; "Tanrı Parçacığı" adını veriyor ve bu isim böylece ortaya çıkıyor. O halde beklentilerden birisi de, Higgs parçacığının kendisini göstermesidir. Bu parçacığın, bu deneylerde; orada olduğuna dair bir sinyal vermesi, bilim adamlarını mutlu etmeye yetecektir.
Süpersimetri, kuantum kromodinamiği ve büyük birleşik teorileri de içeren alanlarda, önde gelen çalışmalarından dolayı, son derece saygın bir fizikçi olan Prof. Howard Georgi; maddeyi oluşturan ve madde olmayan bir "şey"(aparçacık) keşfinden söz ediyor. Harvard Üniversitesi fizikçisi Prof. Dr. Howard Georgi; evrenin, parçacık olmayandan yapılmış, tamamen yeni bir madde çeşidiyle kaplı olduğu önerisini getiriyor ve şöyle diyor:
"Parçacık olmayan; kimlik değiştirebilen, ışıktan hızlı gidebilen ve normal parçacıkların bir bileşenine dönüşebilen bir şey. Onlar, bizim alışkın olduğumuz hiçbir şeye benzemiyor."
Georgi bu parçacık olmayan aparçacığın, ortaya çıkması konusunda şunları söylüyor:
"Aparçacıkların, diğer garip özellikleri zaten açığa çıkmış durumda. Daha fazlasının beklentisi içindeyim. Bu çok eğlenceli. Herhangi bir "aparçacık yapı"nın, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda ortaya çıkması, çok zayıf bir olasılık. Ancak şayet bu gerçekleşirse, bunu sıra dışı bir işaret ile anlayacağız. Yani deneyciler, bu "hayalet parçacık"a ait işaretleri görebilirlerse, "aparçacık yapılar"ın izini bulmuş olabileceklerdir."
"BÜYÜK DENEY"İN KORKULARI NEDİR?
Evet, bunlar olumlu beklentiler. Bu beklentilerin gerçekleşmemesi tabii ki olumsuzluk sayılmaz. Bilim, yeni deneyler düzenler ve çabalarını sürdürür. Asıl deneyin olumsuz sonuçları, insanlığı yahut Dünya'yı tehdit edecek felaketlerin ortaya çıkması riskidir.
Böyle bir risk olmadığı yetkililerce ifade ediliyor. Buna rağmen, iki bilim adamı, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nın, beklenenden büyük bir karadelik yaratarak; Dünya'yı yok edeceği iddiasıyla dava açıyor. Walter Wagner ve Luis Sancho isimli uzmanların, Amerikan mahkemesinde açtığı davada, çalışmanın durdurulması isteniyor.
Diğer taraftan, İsviçre'de davanın yankıları devam ediyor. Cenevre gazeteleri, "Haziran'da Dünya'nın sonu mu gelecek?", "Evren'de yok edilebilir" gibi başlıklar atıyor.
Almanya'nın Tübingen Üniversitesi'nden Prof. Otto E. Rössler, CERN'de yapılacak deneyde; yaratılacak suni karadeliğin, 4 yıl içinde Dünya'yı yok edebileceğini savunuyor. Bu deneyler sırasında oluşacak karadeliklerin, kontrolden çıkabileceği iddiasını ortaya atan Prof. Dr. Rössler, bütün insanlığın, büyük bir tehlike altında olduğunu söyleyerek, Bild gazetesine şöyle konuşuyor:
"Eğer karadelik, dengede tutulamazsa; hesaplamalarıma göre 4 yıl içinde Dünyamız'ı yutacak. Dünya'nın ağırlığı, minicik bir noktada yoğunlaşacaktır"
O halde bu büyük patlama deneyleriyle ilgili gerçek nedir? Gerçekten bu deneyler, bugün olmasa da, yarın bir tehdit oluşturabilir mi? Bu sorulara cevap vermeden önce, bilimin geldiği noktayı tespit etmek gerekir. Bu mesele, Büyük Patlama'yla ilgili araştırmamızda ele alınacaktır. Ancak biz burada, şimdilik şunları söyleyebiliriz:
BİLİMİN PEŞİNDE OLDUĞU "TANRI PARÇACIĞI": "MELEKUT"TUR
Büyük Patlama'dan önce yaratılan, madde olmayan ve maddenin arkasında duran; yani maddeye vücut veren "melekût"tur. Gerçekte aranan ve fiziğin sorunlarını ve eksik süpersimetri modellerini çözecek olan "melekût"tur. Kuarkların ve maddenin arkasında duran bu fizik-ötesi şey(maddenin ruhu); Howard Georgi'nin ifadesiyle "aparçacık"(parçacık olmayan) fiziğin aradığı şeydir. Fizik, bu aparçacıkla tamamlanacak ve "Her Şeyin Teorisi" aydınlanacaktır.
Bizim Kur'an merkezli tespitimiz budur. Higgs parçacığı, bir gerçek midir, yanılgı mıdır? Bunu ileride deneyler gösterecektir. Ancak biz şunu söyleyebiliriz ki; gerçek "Tanrı parçacığı" "melekût"tur. Higgs bozonu, yanılgı değilse; diğer temel parçacıklar gibi "melekut"un bir türevidir. Kara enerji de, bizce, "melekut"a bağlı bir enerjidir ve onun bir yansımasıdır.
Özetle "melekût", Allah'tan bir emir; fiziksel olmayan bilinçli-canlı bir enerjidir. Allah'ın mutlak emrindedir. Tüm temel parçacıklara, dolayısıyla evrene vücut vermektedir. Tüm melekler ve ruhlar gibi Allah'ın Nuru'ndan yaratılmıştır. Adeta, Nur'un birinci türevidir. Sonuç olarak; fiziğin ve deneylerin aradığı parçacık(aparçacık), işte bu "melekût"tur. Sonsuz yüce olan Allah, gerçekten de bir Tanrı parçacığı olan "melekut"u; Kitabı Kur'an da, bize, şöyle tanımlıyor:
Böylece Biz, İbrahim'e, yakin (ilim sahiplerinden) olsun diye; "göklerin ve Arz'ın"(evrenin) "melekût"unu(özünü-ruhunu) gösterdik.
[EN'AM(6)/75]
De ki: "Her şeyin 'melekût'u (özü-ruhu) kimin elindedir? O, herşeye yakınken(nüfuz ederken), O'na(melekutuna) yakın olunmaz. Şayet biliyorsanız söyleyin! "
[MÜ'MİNUN(23)/88]
Her şeyin "melekût"u(özü-ruhu) elinde bulunan (Allah), ne yücedir! Sizin dönüşünüz O'nadır.
[YASİN(36)/83]
Allah'ın, yarattığı alemleri(evrenleri), nasıl yönettiği; göklere, yerlere hitabettiği zaman; onların, ruhları olan melekutla, nasıl cevap verdiğini; Allah'ın Elçileri'nin(insanlardan yahut meleklerden), mucizelerini, Allah'ın izniyle ve bu "melekut"la nasıl gerçekleştirdiğini; sayısız ayetlerden bilmekteyiz. Ancak şuan ki hacmimiz, bunları burada açıklamaya yetmez.
Bir misal olarak Musa; Allah'ın izniyle denize asasını vurduğunda; su moleküllerinin kuark yapıtaşlarının ruhu olan melekut, suyu, amaca uygun olarak açılmaya ve dağ gibi donmaya dönüştürmüştü. Kısacası, Allah'ın "ol" emrinin ve tüm mucizelerin sonucunda ortaya çıkan yaratmaların, aracı, "melekut"tur.
"MELEKUT"TAN SONRA, HANGİ SÖZE İNANACAKLAR?
Tüm evren, bir melekut alanı içinde yüzmektedir ve melekut aparçacıkları arasında, tam bir iletişim ve gerektiğinde ortak dönüşüm söz konusudur. Özetle, ışıktan hızlı, maddeye kütlesini ve enerjisini veren; "bir şeye" ve Allah'ın istediği "her şeye" dönüşebilen "melekut"tur. Gerçek Tanrı parçacığı budur. Ona, kimse erişemez ve kontrol altına alamaz. İnsanoğlu, ona elini uzattığında; işte o zaman "gerçek bir kıyametle"Yaklaşansaat'ın önemli alametlerinden birisi de; bilimin "melekut"u tanımasıdır. Onun varlığını, keşfetmek ve işaretlerini almak; oldukça zor olsa da, mümkün olabilir.Ancak onu, ele geçirmeye heveslenmek; beyhude ve teşebbüs edenler açısından da felaket doğurabilecek bir iştir. karşı karşıyadır.
Nitekim ünlü bilim adamı Georgi, bizce "melekut"u, süper simetri modelinde, teorik olarak farketmiştir. Yaptığı tüm tanımlamalar, bizim önceden Kur'an'dan ve Peygamber Sünneti'nden ulaştığımız "melekut yapısı"nı ortaya koymaktadır.
Ancak "melekut"a el uzatarak; kontrol etmeye çalışmak; kesinlikle yasaklanmıştır. İşte Allah'ın uyarısı:
Göklerin, Arz'ın ve Allah'ın yarattığı her şeyin "melekût"una(özüne-ruhuna) bakmıyorlar (incelemiyorlar mı)? (Bu "melekut"a ulaştıklarında), "onların ecellerinin yaklaştığı umulur". Ondan("melekut"tan) sonra, hangi söze inanacaklar?
Allah'ın saptırdığı bir kimseyi, doğrultacak yoktur. (Allah), onları, azgınlıkları içinde şaşkın vaziyette bırakır.
Sana, Saat'in(Kıyamet'in) ne zaman demir atacağını(gerçekleşeceğini) soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Rabbim'in yanındadır. Onun vaktini, Allah'tan başkası ifşa etmez. "Gökler-Arz"(Evren), ağırlaştı("kritik kütle"ye yaklaştı). Saat(Kıyamet), size ansızın gelir."Sanki sen, (Kıyamet'in vaktinden) haberdarmışsın gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Allah'ın yanındadır, insanların çoğu bilmezler."
 [ARAF (7)/185-187]
Tüm bu deneyler, bilimci evrenci ve evrimciler inanmasa da; "Kur'an'ın gölgesi"nde cereyan edecektir. Bize düşen, tarihe not düşmektir. Sonuç olarak "Melekut"; madde-enerjinin, kara-ak maddenin, canlı evrimin, evrenin, fiziğin tüm problemlerinin ve Allahörtmenin sonudur. Hatta bu Gezegen'deki yaşamın da sonudur. Zira bilim merdiveni, artık son basamağına; cennete dayanmış olacaktır. "Melekut"tan sonra hangi söze inanacaklar?

FOTON KUŞAĞI

FOTON KUŞAĞI
'İblis ve ordusunun insanlığı ele geçirme ve Dünya gezegenini kontrol altına alma projesi: Anti-krist(Deccal), Sahte Deccal, İblis'in elçileri(medyumlar), Yeniçağ hareketi(dini), ışık işçileri, yeni enerji, eski enerji, reankarnasyon, boyut atlama, Ruh enerjisi(şeytani enerji), Büyük Ruh(İblis), Baş melek Mikail(melek Mikail postuna bürünmüş İblis), Uzaylılar(şeytanlar-cinler), Birin oğulları(İblis'in oğulları), Ruhsal hiyerarşi(İblis'in ordusu), Dünya cenneti, Altın çağ, Matrix filmi, Yüzüklerin efendisi filmi, Foton kuşağı vs'

"
Foton kuşağı" iddiasını ortaya atan ve beyinleri, "bulanık propaganda"yla kontrol etmeye çalışan bu kaynaklardır. Bu konu, bilimsel olarak kanıtlanmamış bir konu olmasına rağmen, kısmi bir gerçeklik içerebilir. Zira İblis'in, tüm bilgi ve kavramları, Allah'tan çalınmıştır. İblis'in, Adem ve soyunu saptırmak için yaptığı şey, "Allah"a ait olan gerçekleri ters yüz etmektir. "Adem"e ve Havva'ya yaklaşarak, onlara cennette kalıcılık(meleklik) vaat etmiştir. Bugün de, elçileri(medyumlar) aracılığıyla, insanlığa aynı şeyi vaat ediyor: Melek olma, Reankarne olma, boyut atlama, DNA'nın açılması, yeni bir bilinç, telepati, psişik yetenekler vs.

İblis
ve ordusunun avlama yöntemlerinin esası şudur:
1. Allah'tan çalınmış gerçeklerden yalan bir bina inşa etmek.
2. Hakla(gerçekle), batılı yer değiştirmek, karanlığı ışık, ışığı karanlık yapmak.
3. Yalan ve yaldızlı sözlerle, insan hissiyatını okşamak. Allah'ın, kendisine teslim olanlara ve elçilerine vaat ettiği kurtuluş, müjde ve lütuflarını, kendisine teslim olan yandaşlarına vaat etmek.
4. İnsanların gururunu okşayarak hayallendirmek.
5. Yular taktıktan sonra da, insanın kendisinin melek boyutunda olduğunu veya ilah(tanrı) olduğunu telkin etmek. "Foton kuşağı", karışık ve "bulanık propaganda"sı da bu çerçevede bir manipülasyondur.

"
Foton kuşağı" iddiasında bir gerçeklik şu olabilir:
Allah, Kur'an da iki saatten söz ediyor. Birinci saat, (kıyamet). İkincisi ise daha yaygın ve uğrayıcı saat, (evrenin yeniden yaratılmak üzere çöküşü-fiili kıyamet). Birincisindeki önemli alametlerden birisi de, Güneş'in batıdan doğması, gecenin ve gündüzün normal dışı uzaması olarak zikredilir. Kur'an da şöyle ifade edilir:

O Allah ki Ondan başka ilah yoktur. Dünya'da da, Ahirette de Hamd(övgü) Ona'dır. Ve hüküm Onun'dur, dönüşte Ona'dır.

De ki: "Görmüyor musunuz, Allah, geceyi, üzerinize kıyamete kadar devamlı kılsa, Allah'tan başka hangi ilah, size ziyayı(ışığı) getirecektir, işitmiyor musunuz?"

De ki: "Görmüyor musunuz, Allah gündüzü üzerinize kıyamete kadar devamlı kılsa, Allah'tan başka hangi ilah, size dinleneceğiniz geceyi getirecektir. Anlamıyor musunuz?"
[KASAS(28)/70-72]
İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilir:

Allah
'ın, kölelerini tövbeye çağıracağı vakit geldiğinde, yeryüzünde günahkarlar ve günahlar çoğalır. Hayırlı işler işleyen kalmaz, yeryüzünde kötülük çoğalır ve yayılır. Kötülükten men eden de kalmaz. Yeryüzünün hali bu şekli aldıktan sonra, Güneş ve Ay, üç gün doğmaktan alıkonur. O gecenin uzunluğunu, ancak geceleri ibadet edenler bilirler. O zaman, İslam yurtlarının her birinde, böyle gece ibadet edenlerden az sayıda bir topluluk kalmış olur.

Yeryüzünde yaşayanlar, Güneş'in ve Ay'ın adet üzere doğduğu yerden doğacağını beklerken, kafalarının arka tarafından batıdan doğduklarını görürler. Simsiyah ve tortop olarak doğan Güneş ve Ay, tutulma sırasında olduğu gibi ışıksız ve nursuzdur. Bunun üzerine, yeryüzünde yaşayanlar, bağırıp çağırmaya başlarlar. Herkes karşılaştığı bu dehşetli hal ile meşgul olur.


Bunun üzerine, Übey bin Ka'b şöyle der:
"Ey Allah'ın elçisi! Anam, babam sana feda olsun, bundan sonra Güneş ile Ay'ın ve Dünya ile halkının hali ne olacaktır?"

Allah'ın Elçisi, Ka'b'e şu cevabı verir:
"Ey Ubey, Güneş de, Ay da bu hadiselerden sonra, tekrar aydınlık ve nur giysilerini giyerek, eskiden olduğu gibi doğacak ve batacaklardır. İnsanlara gelince dünyalarını onarmaya başlarlar. Kanallar kazarlar, ırmaklar akıtırlar, yapılar yaparlar. Fakat Dünya'nın ömrü kısa olup; sur'un üfürülmesi(fiili kıyamet) ile Güneş'in batıdan doğmasına kadar geçen müddet, yeni doğan bir at yavrusunun binilecek kadar büyümesi için kafi gelmez."

18 Nisan 2011 Pazartesi

CİNLER

Cinler


Gökleri dinlemek cinlere yasaklanmıştı. Melei Ala’daki güvenli (nötr) bölgelere gittiklerinde onları kovalayan şıhab denen mermilerle ölüyorlardı. Bu ani değişiklik yüzünden cinlerin dört ileri gelenleri devriyeler çıkardılar. Devriyeler tüm dünyayı gezerken (Işık hızına yakın bir hızda dünya bir çırpıda gezilebilir) bir devriye Mina dağında şıhaba tutuldular (Taşlandılar). O zaman TEK EMİN YER OLARAK ARAFAT’a sığındılar. O sırada Resulullah Fatiha’yı okuyordu. Cinler, kendilerini kovalayan şıhablardan korunmak için hızlarını düşürmeye başladılar. Yani Resulullah’ın hemen yöresindeki bir HALKA’ya en emin yere yöneldiler. O korunma küresine yönelirken hız düşürdüler. (Yani serbest elektron gibi katod, beta ışınları gibi gideceklerine, bir elektronun çekirdek etrafına bağlanması olayını yaşadılar.
Onlar yukarıdan aşağıya indiklerinde okunan Fatiha “İlham ettik…..” biçiminde iken tam elektron zarfı oluşturduklarında Fatiha değişti yani insanların anladığı gibi anladılar. “Hamdolsun Alemlerin Rabbine, din gününün sahibine diye…” Buna çok şaşırdılar. Nasıl oluyor da bu okunan şey, yukarıdan aşağıya (lineer) ayrı, ve elektron olasılık bulutu olarak membran olduklarında ayrı bir anlam veriyordu. Bir elektron bulutu gibi üstüste bastırıldılar. Bunlara Hadislerde Züd Ricali, ya da keçe gibi sıkışmışlardı” deniyor. Yani yörüngelere oturmuş elektron orbitleri.
Yani öyle bir evrensel dil oluşmuştu ki, Kur’an’da, Cinlere ve insanlara aynı anda hitap ediyordu. İnanılmaz bir mucizeydi bu. Şaşkınlıktan hayretten koştular ve reislerine (Klan başkanlarına) şöyle dediler, “Doğrusu biz çok hayret verici bir Kur’an(=Okunan demektir.) dinledik. Ve daha bir sürü şeyler konuştular. Bu arada elbette bütün cinler kurultayı bu işi çok merak ettiler. Hepsi Resulullah’ın olduğu EMİN BELDEYE (Güvenilir bölgeye, Hira’ya) koştular Bu sefer ikinci kez şok oldular.
Cin Suresinin birinci ayeti:
De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur’ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur’ân dinledik.
Cinler neye hayret etmişler gördünüz mü? Hem insanlara hem cinlere iki ayrı dile aynı anda hitap eden bir kitap. Dolayısıyla Kur’an onların da kitabıdır. Doğal bir mucizedir ki, daha önce Tevrat ve İncil böyle değildi. İkinci olarak şok oldukları ise şuydu: Bir gün evvel aralarında konuştukları ve hiç bir insanın duyması mümkün olmayan sözleri, Resulullah BİR BİR SAYIYORDU. Yani dün aranızda konuştuğunuz bazı şeyleri, gizli şeyleri, benim burada saymam gibi… Buna şaşırmaz mıydınız?
Fatiha’yı anlatırken, bu sefer de CİN SURESİ gelmişti. Cinler o zaman tam abondone oldular. Çünkü cinlerin milyarlarca yıllık tarihlerinde İLK KEZ GÖKLERDEKİ MEVKİLER YASAKLANMIŞTI. Cinler tarihinin en büyük olayı, Atlantis batması, Nuh tufanı gibi… Bu olay o kadar önemliydi ki…
Ayet 2, “O Kur’ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.”
Çünkü Hiç bir zaman Cinleri hiç bir insanın komşuyu dinlemesi gibi dinlemesi mümkün değildir. (Hız farkından dolayı, sesler çok hızlı dönen bir bant, plak gibi incelir ve yuki sesi olur. Bunu hiç bir insan anlayamaz, çünkü ses ötesi bir hızdır bu…) Cinler şuna çok şaşırdılar: “Biri, O biri ALLAH evet Allah, o bildirmeseydi dün ne konuştuklarını, bugün de Resulullah, “Bana şu vahyoldu….” diye belirtmezdi. Bunu bildirecek tek GÜÇ herşeye her an şahid olan El Şehid Allah’tan başkası (Melek dahil) olamazdı. Bir tek güç=Allah sadece bu ses ötesini dekoder edebilirdi. Buna şaşırmışlardı.
3. ayet, “Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Nefilim denen dev adam ifritlerin tanrı çocuğu sayılması gibi bir hatayı anlamışlardı. Üzeyir, İsa vb.yi Allah’ın oğlu saydığımız gibi, haşa, onlar da ifritleri öyle sanıyorlardı. Ama gözleri açılmıştı artık. Gökleri dinleyemiyorlardı.
4. ayet, “Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.”
Cennet’te Cennet haznedarı olan AZAZİL (Kutsal kitaplarda Azazeel) Allah’ın oğlu olduğunu söylemişti cinlere. Kur’an sayesinde Cinler Şeytan olan ırkdaşlarının tam bir yalancı olduğunu ve beyinsiz olduğunu anladılar.
5. ayet, “Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah’a karşı asla yalan söylemez sanmışız.”
Şeytan, insanları eline geçirince yalan söyletiyordu. Dolayısıyla şeytan’ın yalanlarını doğru sandıkları için insanlarında doğruyu söylediklerini sanıyorlardı.
6. ayet, “Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.”
Oradaki kelime erkekler değil, onu düzelteyim, “Bazıları, bazılarımıza raptoluyorlardı, rabıta kuruyorlardı anlamında.
7. ayet, “Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.”
Oysa Resulullah SON ELÇİ OLARAK GELMİŞTİ. İsa’nın sonuncu olmadığını anladılar. (İsa göğe alınırken yani bir gün=bin yıl relativistik hızında zorunlu olarak , onlarla “TEMAS” kurup geçiyordu. Bu temas, hani siz yavaş bir arabayla giderken, arkanızdan gelen çok hızlı bir arabanın şoförünü görmezsiniz. Ta ki sizinle AYNI hizaya gelince birbirinizi BİR AN görürsünüz. İşte İsa göğe alınırken BİR AN görmüşlerdi cinler ve bunun SON diye ilan etmişlerdi. Resulullah üzerine gelince hatalarını iyice anladılar.
8. ayet, “(Cinler, dediler ki): “Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk.”
Bunları açıklamıştım. Melei Ala’ya gidiyorlar ama, oraları kozmik mermilerle dolu buluyorlar
9. ayet, “Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor.”
Magnetosferi ve mıknatısın ortasının ne itip ne çektiğini oranın EMİN belde olduğunu anlatmıştım.
10. ayet, “Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabb’leri onlara bir hayır mı diledi?”
Artık bu onuncu ayetle, “MELEKLERDEN GELECEK HABERLERİNİ ALARAK BİLDİKLERİ ŞEYLER, O GÜNDEN İTİBAREN YASAKLANDI. Yani “Biz ARTIK Bilemiyoruz, geleceği” demeye getiriyorlar.
Bir önemli şeyi daha söylemeliyim. Resulullah efendimiz, Cinlerin de Resulüdür. Fakat Kur’an’daki “Sen mecnun=cinli değilsin” ayeti nedeniyle hayatında bir tek kere CİN görmedi
Buna da şaşırdınız mı? Herkes onları toplayıp, Kur’an okuduğunu sanıyor bütün mealler bu mantıksız iftirayı atıyorlar. Halbuki Resulullah, sadece kendine ineni (örneğin Fatiha, örneğin Cin suresi vb.) okudu. Cinleri görmedi. Görseydi zaten MECNUN olurdu, elçi olamazdı.
Resulün yanındaki bir tek kişi vardı ki zaten “Züd Ricali ve keçe gibi bastırılmışlardı” diyen de o kişi, yani o mecnun ama Resulullah değil. Resuller bırakın cin görmeyi, ESNEMEZLER bile… Yani beyindeki uyku-rüya-halusunasyon merkezlerinin Oksijene ihtiyacı yoktur. Nazar vb. esnetir. Üstelik bulaşıcıdır. Bir gördünüz mü, size de geçer.
Bir cin normal olarak ışıkhızına en yakın hızda seyreder (Beta ışını ). Ama bir insana (protona) bağlanması gerektiğinde. Hızını hiç düşürmeden elektron yörüngesi (Beta=Elektron demek zaten) olarak o kişinin çevresine (Nefs kabuğuna) yerleşir ve bir tür SENKRONİZE yani eş anlı olur.
Halusinasyon sandığımız çok şey aslında “Perilenme” dir. Cinlenme, mecnun olma vb. hatta cinlerle evlenenler gibi olaylar çok az da olsa, aslında bir ZÜD olayıdır. Cinle, hızlandırılmış (enerji) insanlar olduğu için insanlara aşık olabilirler. Dişisi insan erkeğine ya da tersine “Sanal” evlilikler yapabilirler. Beyindeki seks merkezine doğrudan elektrik akımı vererek, (Pion elektriğini tersyüz ederek, akma yönünü tersindirerek) sanki bir gerçek evlilik yaşıyorlarmış gibi cima ilişkisi kurabilirler. Eğer bir insana göz koymazlarsa ama büyü vb. gibi bir işe amade olmuşlarsa arkamızdan hızla gelen ve bizi hızla geçen bir araba gibi zamanda geriden-ilerimize doğru yol alırlar. Bir hizaya geldiğimizde “Bir an, direksiyorda oturan iki sürücü” birbirini görmüş olur. Burada sanki biz bisikletliyiz, o da Porsche gibi… Bizi geçince onun rüzgarından etkileniriz. (Nörolojik bir çok hastalık halk arasında YEL yani araba rüzgarı gibi adlandırılır.
Gerçekten de Rhumatizma, Siyatik, Gut gibi sinir sistemi hastalıkları ve kısme felçler içeren (apopleks) durumlarda CİN etkisi vardır. Gelecekte, bunlar (enerji insanlar) kanıtlanınca, Allah Dr.lara yardım etsin. Çünü tıbda parapsikoloji alıp yürüyecektir.
Hani cinler RUH diye geliyorlar ya o resimleri bakın. Dikkat edin yama gibi dururlar, çünkü ektoplazma denen bir ara beden, tıpkı fosfor gibidir. Aslında o gelenler de cinler, Hangi ruh geri gelmiş ki? Şekillenince herşeyin gölgesi otomatikman oluşur. Dikkat edin ektoplazma sanki bir “Fosforik” montaj gibi duruyor. Çünkü, bir cin geldiğinde, beynimizdeki “Örneğin dedemin ruhu” olan HOLOGRAMI alıyor, medyum’un ektoplazmasını kıvamlı bir köpük olarak kullanıyor ve ortaya çıkan heykel (Ruh=Cin) benim dedeme aynen benziyor.
Cinlerin şu özelliği ünlüdür: HALUGRAM. Yani sizdeki “İmgeyi, ideoplazmayı, esir matriksini” Halugramdan HOLOGRAMA çeviriyor. Görüntüyü ise Ektoplazma ile heykel haline getirebiliyor.
Birincisi bildiğimiz Hologram. İkincisi ise tıbda kullanılan biçimi=HALU+SİNASYON olanı. Yani Halusünasyon’un kelime kökü ile Holo, Halo, Hlau(Arapça Hayal, Hülya) aynı şey. Madde dalgası olmayan enerji matriksleri. Halusinasyon görmek diye bir şey mutlaka duymuşsunuzdur.
Kirlian alanı, mercek, objektif vb. istemez, çok yüksek alanda resmi çekilecek olan nesne film kağıdına konur ve nesnenin kendisi değil, onu surrounding olarak kuşatan ve içinde yer alan biyomagnetik ışıma (Aura da deniyor) fotoğrafa alınır. Röntgen ise bunu yapamaz, çünkü X ışınları kemik hariç, organları katederler.
Şu da var ki, Cinler “Tipten tipe” girebiliyorlar. Bunun için insanın kendilerine teslim olması, yani beyin kanallarını açması gerekiyor. Böylece mıknatısın akıları gibi HALU alınıyor. O görünmez akılara (Demir tozları niyetine) Ekto=Dış*Plazma yerleşiyor ve halusinasyon oluyor Holografik (Foto+graf gibi holo+graf demek istiyorum.) Yani bir tür sanrı, bir tür paranoidler, illüzyonlar vb. somutlaşıyor.
Cinler yavaşlamazlar (Işık da yavaşlamaz ya). Cinler, biz toprak (Proton) çevresinde ELEKTRON BULUTU olarak yer alırlar. Yani yavaşlamadan UYDUMUZ olurlar. Ama öncelikle, onlara (Hipnozdaki gibi) teslim olmak gerekiyor. Yani bu insanın rızasından kaynaklanmalıdır.
Uyku, hastalık (Sayıklama derecesinde) yüksek ateş, tok karnına ve kalbimizi yoracak biçimde yatarak tansiyon değişmeleri vb. etkilerle, onlarla aramızda bir kesişme (Polarizlenme) oluyor. Çünkü biz uyanıkken, elektrik ve magnetik alanlarımız birbiriyle çakışıktır ama uyku moduna girince, beden (Elektrik alan) yatakta yatay iken antibeden (Ruh mesela, bilinç ya da zihinsel boyutuluz, hani şu sıfırdan 70 kg. küçük soyut bedenimiz.) YUKARI düşüyor. Yani bir kitabın sayfasının 90 açı derecesi dik durması gibi, Magnetik alan yukarı ayrışıyor.
Cinler ise, bizim yatay (Ceset) ile dikey (bilinç) arasında 45 açı derecesi bir polarizlenme bölgesinde yer alıyorlar. Hem meleklerle hem bizimle SINIRDALAR. Onun için gökleri dinleyebiliyorlardı. İşte bu durumda KARABASAN olayı oluyor. Uykuya dalarken ya da rüya içinde gerçek olan Katalepsi hali (Donup, kıpırdayamama, gölge oturması, karabasan falan diyorlar, kıpırdattırmaz sizi ve bildiğiniz bütün duaları okursunuz adeta… Lohusa humması (Göğüslerinden mikrop kapan kadınları kastediyorum). Onlara da albasan/albastı geliyor ve onlar bunu görüyorlar. Ancak vücut ısımızın 40 üstünde olması koşulu var. Böyle ilginç ilginç cinni hastalıklar var işte…Akıl ve Ruh hastalıklarını Kur’an kesin ayırıyor.
Cinli olanlara Mecnun diyor. Mecnun=Cinli demektir. Akil olmanın tersi ise “Allah’tan gelmiş” bir KAZA gibi kabul ediliyor Kur’an’da. Karabasan Allah’ın El KABİD (Kabzadaki Dad harfi) yani sıkan daraltan isminin talimidir. Bunun tersi olan El Fettah’ı okuduğunuzda hemen bırakıyor. Fettah=Açan, genişleten demek. Ya Fettah derseniz, anında bırakıyor. Hatta sadece Fettah derseniz de…
Cinlerle bağlantı, elektron kabuğu olarak cindara ya da medyum denen cinliye yerleşik olan Cin irtibatı ile oluyor. Siz bir protonsunuz, o da sizin iyonizasyonunuzu nötrleyen bir elektron unutmayınız.Temas bu biçimde oluyor.
Süleyman’ın cinleri İFRİT=KAFDAĞI kategorisinden ayrı bir ırk. En yavaş (Dolayısıyla en uzun boylu) cin ırkı. Hızlarına göre renkleri ve boyları var. Yani insanlarda ırklar mongol, kafkas, afrikalı vb. iken, onlarda “Kırmızıdan Mora doğru ışık hızı gamları içinde renkleri ve boyları vardır. En hızlıları GNOMlardır ve bir karıştan küçük görünürler. En uzun ırk Ohmer, Ahmer=Kırmızı, kızıl yani hızca en düşük olanları. Arapça Ahmer kırmızı demektir, bilirsiniz.
Geleceği bilmek yalnız onların değil insanların da bildiği bir şey. Uykuda, kitabımızn 90 derece dikmesini, bir uzun gemi direğine benzetiniz. Direğin tepesinden KARA daha iyi gözükmez mi? Yani kara göründü derken, bunu direğin ucundaki gözcü söyler önce…
Bunun anlamı şu. Bizim uykudaki bedenimiz (bilinç) yukarı düşüyor (Magnetik alanı cesedimize dik geliyor. Böylece direğe çıkmış bir gözcü gibi, yarını, öteki ay ya da yılı görebiliyor. Ama bunu unutuyor. Sonra öyle bir an geliyor ki, “Aaa! Ben bu anı rüyamda gördüm, sanki bu anı daha önce yaşadım” diye hayret ediyor. Örneğin, iki yıl sonra evleneceği kızı görmüş ve hatırlamıştır. Buna Dejavu deniyor. De ja vu=Haberci rüya demek Vu=View anlamırnda fransızca bir kelime.
Sembolleri seçen mekanizma REM, Hızlı Göz Hareketleri diye bir olgudur. Göz görmek istediği sembolleri, deli gibi arar. Eğer o dalma anımızdaki göz hareketlerimizi görseydik, kendimizden korkardık. Saniyede 35 kez, göz bebeği hareket ediyor, inanılmaz bir şey bu ben uyanıkken gözbebeğimi sağdan sola taşımak için iki saniye ancak yetiyor.
Rapid Eye Movements=REM. Rem aynı zamanda Random=Rastgele olursa, o zaman gördüğümüz düşlerin anlamı yok, şizofrenik yani birbiriyle ilgisiz absürd şeyler oluveriyor. Ama sembolleri seçen REM hareketlerinin yoğunluk ve amplitüde denen genlikleri. Anlamsız düşlerimiz “ŞİZOFRENİK”tir. Yani neden-sonuç ilişkisi yoktur, daldan dala atlar.
Ama bir de Hz. Yusuf’un gördüğü ve yorumladığı gibi rüyalar var ki, Kur’an’da kutsanmıştır. Rüya bizim “ÖLMEMİZ” demektir, çünkü canımız (Eksi bedenimiz) alınır (Göğe alınır). Allah dilerse bizi ertesi gün (an) serbest bırakır.
39/42: Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.
Uyanık uyku, tetikte olma hali, ve güdümlü rüyalardan, uyanık (Teyakkuzda) olmaktan başlayarak, gezici durugörü (Bedensiz astronomi, Clair Voyance vb.) denen güdümlü düşlere kadar bir çok kategori var. Bunlar psişik yeteneklerimiz olup, belli terbiye ve disiplin ile elde edilebilir.
Elektrik ve magnetik alanlarımızın, uykuda DİPOLE olduğunu, çakışıkken, birbirini dik olarak soğan kabuğu gibi kuşattığını anlattık. Zaten Philadelphia deneyinde de gemiye verilen elektirk niçin? Çünkü yüksek bir elektirk alanı, bir okadar yüksek MAGNETİK (Dik) bir alan otomatikman kuşatır. Böylece TELEPORTASYON Tayyı mekan (TiMekcanics) oluşur. TiMechanic=Tayyı mekan. Teleportation, Veliction, ışınlanma, daha bir sürü OOBE ESP, PK (Psikokinezi) gibi parapsikolojik paranormal görüngüler oluşur. Mekana (Uzaya, zemine) zaman eşlik eder. Biri etkilenirse diğeri de etkilenir. Bir gitar telleri gibi herkes kendi kulvarında akarken, böyle bir magnetik aşırı fırtınayla , sanki gitarist bütün telleri iki parmağıyla sıkıştırıp, birbirine değdirmiş ve VORTEX yaptırmış, zaman kavşakları oluşmuştur…
Görüyorsunuz bunlar “Rüya” denen minicik bir Bermuda olayından başlıyor ve gemilerin ışınlanmasına kadar büyüyor. Allah bizi kabzediyor, elektrik ve magnetik alanlarımızı DİPOL ediyor (Çift kutup demek), dilerse bizi yeniden geri bırakıyor. (Elk. ve Magnetik alanlar yeniden aynı düzlemde birbirleriyle çakışık oluyorlar.) Böylece uykudan uyanıp işimize gücümüze gidiyoruz. Evet hem kısa devre hem de Polarizasyon yani 45 derece ile “CİN, Karabasan vb.” ile de teğetleşiyoruz.

TARIK SURESİ

Tarık Suresi

1. Ve Semaya ve Tarık’a…
2. Tarık nedir idrak ettin mi?

Birinci ayete giriyorum: Kur’an’ın her yerinde gökler (semavat) hep çoğuldur. İngilizce sheep, deer gibi tekili/çoğulu birdir demekten ziyade TEKİLİ yoktur. Semavat da böyledir. 7 gök anlamında bir çoğuldur ama Kur’an’da çok ÖNEMLİ bir kaç yerde TEKİL geçer. Bunu bir anlamda olağan kabul edebilirdik ama “İDRAK ETTİN Mİ?” deyince hemen geriye dönmemiz ve detayını araştırmamız gerekiyor.
Allah’ımız “İdrak ettin mi?” dediği zaman hemen secde edin geri dönün ve araştırın… “Rabbi zıdni ilmi… Rabb’im ben neyi idrak etmeliyim?”. İşte İLİM ALLAH’TAN BÖYLE ALINIR. Her teori de SORARAK başlar… İDRAK ettin mi artık teoridir. Şimdi iki şeyi idrak etmemizi istiyor Allah:
1. Tekil sema (gök)
2. Ve Tarık

Biri ortamın, öteki bir ARACIN adı… Tarık da 7 anlamlı… Birini vermiştim: Adem-Havva’nın Dünya’dan toprağını getiren Kerrubi (Azrail’in aracı) ve Kovulan Adem-Havva’yı Dünya’ya getiren araç idi. Bugün ikinci anlamına gireceğiz.
Everen var, evrenler var. Paralel evrenler var ve sonsuz evren var. Bunların içinde kaybolduk mu dersiniz? Her birinin uzay zamanı var, dört boyutlu doğası var. Bitmez tükenmez genişliklerde kaybolduk mu dersiniz? Hayır evren hem zor hem kolaydır. Katedilmez dediğiniz en uzak yerleri burnunuzun dibindeki bir karadelik ayağınıza getirir. Ama bugün karadeliklerle ilgimiz yok. Bugün konu “Karanlık cisim fotonu”.
Planck’ın bulduğu fotondan öteye gidelim. Işık hızına doğru çıkalım. Biz en iyisi birer foton olalım, her birimiz bir foton. Işık hızına ulaştığımızda zaman öylesine yavaşlar ki DURUR artık. Tüm fotonlar aynı sabit hızda gittiklerinden GİDİYOR değil DURUYOR görünürler. Zaten herkes şu an sandalyesinde DURUYOR. Işık hızına ulaştığınızda her şey durur. Durmuş görünür (Oysa Dünya delicesine dönüyor ve siz aslında durmuyorsunuz sandalyenizde…). Foton güneşten çıkar ve ışık hızıyla çıktığı için kendi DURMUŞ oluyor. Hareket eden ise kendinden uzaklaşan GÜNEŞ (Ki ışık hızıyla kendinden uzaklaşıyor ve kendine ışık hızıyla yaklaşıp çarpacak bir Dünya önünde. Resulullah’ın miracı gibi. FOTON DURUYOR ama Güneş-Dünya arası mesafe (Mescidül Haram ve Mescidül Aksa) UZAY YÜRÜYOR. Bir foton olduğunuzda ne hissederdiniz? Onu inceleyelim…
Tüm fotonlar birbirinden habersizdir.Yanyana gitseler bile, aralarında milimetrenin milyarda biri olsa bile biri ötekini göremez. Çünkü görmesi için ötekinden IŞIK gelmesi gerekir (biz evrenle ışık aracılığıyla haberleşiriz). Işık olmazsa karanlık vardır ve o şey artık yoktur. Fotonlar yanyana gidebilir ama bir fotonun ötekinden haberdar olması için ötekinden IŞIK gelmesi gerekir. Işığın hızı sabittir, asla ne artar ne azalır. O halde yanımdaki öteki fotondan bana bu hıza EKLENECEK hiç bir ek hız olamaz. Yani elini uzatıp, benimle tokalaşmaya kalkması demek, kendi SON HIZINA bir de Elini uzatma hızı eklemesi demektir ki bu mümkün değil.
O halde çok ilginç bir durum her bir foton ötekini (diğer ışıkları, fotonları ve varlıkları) göremiyorsa bunun şu sonucu vardır.
SADECE KENDİ PARLIYORDUR. Kalan herşey ALACA KARANLIKTIR ve kendisi KENDİNE parlıyordur. Kendi dışında HİÇBİR ŞEY PARLAMIYORDUR. Bir mezarda bir ana rahminde gibi TEK BAŞINA VE YAPAYALNIZDIR.
Foton ışığın en küçük zerre birimidir, kendi pırıltılarının arka arkaya dizilmesine bir BEAM=Şua demet deniyor, ya da huzme ama biz sayısız fotondan değil, bir tek fotondan yani Planck’ın KARA CİSMİ içinde bıraktığı ve ölçtüğü BİR TEK FOTONDAN söz ediyoruz. Ölenin kabrinde yapayalnız kalması gibi olan bir tek fotondan söz ediyorum… İşte o foton sizsiniz ve kabirdeki gibi yalnızsınız.
Evrende siz kendinize parlıyorsunuz. Başka hiç bir şey yok. Bunun benzeri ÜST uzayı “Gri Hiçlik, Kurşuni hiçlik” denen bir bölümde kitaplarımda anlatmıştım.
Tarık:
1: Andolsun o göğe ve Tarık’a.
2: Nereden bileceksin sen nedir Târık?
3: Parlayan, ışığıyla karanlığı delen yıldızdır o.

Şimdi bu ayetleri anlamak daha kolay oldu değil mi? Işık hızına erdiğinizde tüm koordinatlar ortadan kalkar ve 7 gök, uzay-zaman dört boyutlusu yerine sadece GRİ HİÇLİK DENEN ve hiçbir galaksi, yıldız vb. nin hiçbir şeyin görünmediği SADECE SİZİN TEK BAŞINIZA PARLADIĞINIZ o özel durum ortaya çıkar.
Foton vereceğim en sade örnek idi. Yani foton biziz. Foton için sorun yok ama madde olan sen ışık hızıyla gittiğinde enerjiye dönüşme sınırında oluyorsun. Enerjinin hızı=Işık hızıdır bu yüzden sen sadece seni görür, seni algılarsın ve yapayalnız olduğunu sanırsın.
Karanlık cisim denen Planck deneyi bu TARIK Suresi’dir. Mutlak karanlık bir bowling topunda bir tek delik vardır. Oraya sadece bir tek foton girer ve o ölçülür. Böylece bir fotonun, TEK bir fotonun ölçümlenmiş değeri ortaya konur ve de ünlü kuantum teoremi başlamış olur (Bilgi tekrarı için Planck’ın SİYAH CİSİM maddelerine bir göz atabilirsiniz).

20 Şubat 2011 Pazar

uçuruma götüren sözler

Bazı sözler insanı uçuruma götürür!
İnsan konuşurken kullandığı sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini ve kalbini kirletmemelidir. Allah korusun bilmeden imanımızı kaybedebiliriz.
İman, kişiyi bütün varlığın tek sahibi Allah’a muhatap kılması ve O’na bağlaması itibarıyla, insana huzur ve şeref veren büyük bir güç merkezidir. Çünkü iman sayesinde insan Yaratıcı’sına bağlanır. Bu sayede insan, iman ile insanda görünen İlâhî sanatları ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin nakışları itibarıyla kıymet kazanır. İnançsızlık ise o bağı koparır. İnsanın Rabb’iyle arasındaki bağ kopunca, Allah’ın insan üzerindeki sanatı gizlenir.
İnsan çok zayıf ve aciz bir varlıktır. Kendisinin veya başkalarının başına gelen musibetlerde çoğu zaman bir şey yapamaz. Bu musibetler, imansızları veya imanı zayıf olan kimseleri aşırı derecede sıkıntıya sokar, huzursuz eder. Fakat huzursuz olmakla elinden de hiçbir şey gelmez.

İmanı elde eden bir mümin ise her şeyde İlâhî rahmetin izini, özünü görür. Her şeyde O’nun hikmetini, adaletinin güzelliğini müşahede eder, tam bir teslimiyet ve rıza ile Rabb’inden gelen musibetleri teslimiyetle karşılar. Hayatın zorlukları karşısında dirençli olur. Böyle kimseler, çeşitli musibetlere maruz kalanlara karşı Cenab-ı Hakk’ın merhametinden daha çok şefkat göstermez ki, elem ve azap çeksinler. Böylece sadece ahiret hayatında değil, dünya hayatını dahi saadet içerisinde geçirirler. Ayrıca imanın insana kazandırdığı en mühim fayda, insanı nefsin ve şeytanın vesveselerine kapılmadan huzurlu bir şekilde kabre imanlı olarak götürmesidir. Bu şekilde insan hem bu dünya hem de öte dünya saadetini elde eder.
AĞZIMIZDAN ÇIKAN SÖZLERE DİKKAT!
Bu şekilde imanı elde ettikten sonra önemli bir aşama da imanı muhafaza etmek, korumak; yıpranmasına, zayıflamasına, herhangi bir tehlikeye maruz kalmamasına çalışmaktır. İnanan bir insan her konuda olduğu gibi, imanî meselelerde de ağızdan çıkan sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini kirletmemelidir. Şayet umursamaz bir biçimde, dikkat etmeden, sözün nereye vardığını, nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmeden imana aykırı sözleri söylerse, Allah korusun imanını kaybedebilir.
Böyle bir hataya düşmemek için akıllı, dikkatli ve titiz davranırken, hatasının farkına varır varmaz da, hemen tedbirini almalı, bir an önce tövbe istiğfar etmeli, imanını yenilemeli, kelime-i şahadet getirerek taze bir imanla yeniden hayata başlamalıdır.
Şimdi imana aykırı düşen, imana zarar veren, imanlı hayatı zedeleyen bazı sözlere dikkat çekelim.
“ALLAH GELSE, ELİMDEN ALAMAZ!”
Bir öfke sonucu düşünmeden bu sözü söyleyen kişinin Allah’ın gücü ve kudreti konusunda en ufak bir bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Bir kere Allah’ın gücünün ve kudretinin ne bir sınırı vardır, ne bir hududu… Çünkü Allah’ın kudreti sonsuzdur, sınırsızdır. “Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” yani “O’nun her şeye gücü yeter” ifadesi, Kur’an’da 40-50 yerde geçiyor.
“Her şey” derken, bu ifadenin içine girmeyen kalmıyor. Allah’ın kendi Zât’ı (celle celaluhu) dışında, varlık âleminde bulunan, Allah tarafından yaratılmış olan, aklımıza gelen gelmeyen bütün yaratıklar bu “her şey”in içindedir.
“Allah’ın şuna gücü yeter, buna yetmez; şunu yapar, bunu yapamaz; şu kişiyle baş eder, bu kimseyle baş edemez” diye bir şey söz konusu olamaz.
Bu ifadeler bir insan olarak, bizim için söylenebilir. Mesela, ben 10 kiloyu çok rahat kaldırırım, 20-30 kiloda biraz zorlanırım, 50 kiloda çok zorlanırım; ama 100 kiloyu asla kaldıramam.

Neden? Çünkü benim gücüm ve kudretim bellidir. Ama Cenab-ı Hak için, ağır-hafif, büyük-küçük, az-çok, aşağı-yukarı gibi kavramlardan söz edilmez.
Allah’ın kudreti karşısında bir sinekle dünyamızdan 1 milyon 300 bin defa büyük olan güneş aynıdır.

Ufacık bir sineği aynı kolaylıkla havada tuttuğu ve uçurduğu gibi, koca güneşi aynı kolaylıkla uzayda tutar ve seyrettirir. İçinde milyarlarca yıldızın yer aldığı galaksiyi de aynı kolaylıkla uzayda gezdirir.
Bu açıdan bilir bilmez biçimde, olur olmaz yerde, anlamlı anlamsız durumlarda, ne manaya geldiğini düşünmeden ileri geri konuşup, “Allah gelse, seni elimden alamaz.” gibi sözlerin hiçbir değeri, kıymeti ve anlamı yoktur. Bu değerlendirme, yazımızdaki diğer ifade kalıpları için de geçerlidir.
“BURASI ALLAH’IN UNUTTUĞU YER!”
Bu da çok tehlikeli bir ifade kalıbıdır. Allah’ın unutması mümkün mü? Dünyada yan yana gelmeyecek iki kelime varsa, o da “Allah” ve “unutma” kelimeleridir.
Kur’an, Allah’a “unutma” yakıştırmasını şiddetle reddediyor, Musa aleyhisselamı n diliyle Kur’an diyor ki: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz.” (Tâhâ, 20/52)
Cebrail aleyhisselamı n ağzından da şu gerçeği dile getiriyor:
“Biz ancak Rabb’imizin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve ikisi arasındaki her şey O’na aittir. Ve Rabbim hiçbir şeyi unutmaz.” (Meryem, 19/64)

Bundan dolayı Allah için “unutma” kelimesini kullanmak hem caiz değildir, hem de insanın ayağını kaydırır, kişiyi inançsızlık/imansı zlık çukuruna yaklaştırır. Çünkü “unutmak” noksan bir sıfattır. Allah ise bütün noksan ve eksik sıfatlardan beridir ve uzaktır. Böyle bir ifadeyi mecaz manasında kullanmak da doğru değildir. Bir mümin, hangi manayı kasdederse etsin ağzına, neticesi itibariyle kendisini çıkmaz sokaklara götürecek böylesi tehlikeli sözleri alıştırmamalıdır.
“BU ADAM ALLAH’LIĞIN BİRİ!”
Bu söz, imana ve inanca leke getiren, insanın kalbini rencide eden, bir yerde vicdanı sızlatan bir yakıştırma… Çoğu zaman bu ve benzeri sözler rastgele, gelişigüzel kullanılıyor, sözün nereye vardığı hiç mi hiç düşünülmüyor, hesabı kitabı yapılmadan dillerde gezip duruyor. Halbuki bu sözler sakıncalı sözlerdir. Her yönüyle saçma ve bayağı ifadelerdir.
TDK sözlüğü, “Allah’lık” kelimesi için şöyle bir açıklama getiriyor: “Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız kimse.” Bir de örnek cümle veriyor: “Bu adam Allah’lığın biri, elinden hiçbir şey gelmiyor.”
Günlük dilde de şu şekilde dönüp dolaşıyor:

“İşiniz Allah’lık”, “Allah’lık adam”, “Allah’lık Ali Bey misali”, “Tam Allah’lık bir hal, ahı gitmiş vahı kalmış.”
Dikkat edilirse, bilgisiz, beceriksiz, sorunlu ve hiçbir işe yaramayan insanlar bu sözlerle anlatılıyor. Sanki insan Allah’a yaklaşırsa, Allah’a kul olmaya çalışırsa, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirirse aptal/budala ve sefil bir hale gelirmiş gibi bir mana çıkıyor.
Yahut bir iş yolunda gitmiyorsa, planlandığı ve düşünüldüğü gibi bir sonuca varılamıyorsa, suç Allah’a atılıyor, hata Allah’a mal ediliyor. Böylece insan farkına bile varmadan Allah’a isyan ediyor. Oysa beceriksizlik insanın kendinden kaynaklanır, dağınıklık kişinin kendi ihmali ve tembelliği sonucudur. Neden Allah’a verilsin, bu konularda niçin Allah suçlansın?
Kur’an bu konuda diyor ki: “Başınıza ne musibet gelirse, kendi elinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şûra, 42/30)
“ALLAH BABA KIZAR!”
Allah’a baba ve oğul isnadı yapılmaz, caiz de değildir, mümkün de değildir. Böyle bir sözü, bir Müslüman söylememelidir. Çünkü mesele doğrudan doğruya Allah’ın birliği ile alakalıdır. Bir kere bütün babaları ve oğulları, erkekleri ve kızları yaratan Allah’tır. Yaratıcı, yaratılan olamaz. İslamî deyimle Hâlık, mahluk olmaz. Böyle bir sözü ve inancı kesin olarak Kur’an reddeder. Hepimizin bildiği İhlas Suresi’nde, “Lem yelid velem yûled” diyoruz. Bunun anlamı, “O doğurmamış ve doğurulmamıştır” demektir. Yani, doğanlar ve doğurulanlar Yaratıcı ve Allah olamaz.
Yabancı filmlerdeki sözler olduğu gibi tercüme ederek söylendiği ve bazı eski Türk filmlerinde düşünülmeden bilinçsizce kullanıldığı için bu batıl inanç ve ifade, dilimize bu filmler kanalıyla geçmiştir. Böyle bir sözü söylemek doğru değildir.
“KADER UTANSIN.. KAHPE KADER!”
Kaderi suçlayan o kadar söz var ki, saymakla bitmez. Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi taşlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir. Böyle bir kör dövüşüdür gider. Kime vurduğunu bilemez, vurduğu yeri göremez, rastgele hücum eder. Beceriksizliğini, tembelliğini ve bilgisizliğini kendi üstüne almaz, eline geçen taşı kadere fırlatır, durur. “Kader utansın” der. Kader ne yapmış ki utansın, kaderin utanacağı neyi vardır? Gerçekten utanması gereken birisi varsa, o da kişinin kendisidir aslında.
Kader bir suç işlememiş, bir hata yapmamış, bir yanlışa girmemiştir. Suçu işleyen, hatayı yapan, yanlışa giren kişinin kendisi; neden kader hatalı olsun? Geçen zaman içinde daha büyük bir kayba uğramış, daha büyük bir zarar etmiş, daha büyük bir belaya çarpılmışsa, kadere olan kızgınlığının dozunu biraz daha artırır.
Bu sefer ağzından çıkanı kulağı duymaz halde, söylediği sözlerin nerelere vardığını düşünmez biçimde, açar ağzını, yumar gözünü, Allah muhafaza “kahpe kader” deyiverir. Bu sözler insanı o kadar boşluğa atar, o kadar uçuruma sürükler ve o kadar sert bir duvara toslatır ki, insanı iman dairesinden çıkarabilir…
Bu gereksiz ve yersiz sözlerin hiçbirinin bir Müslüman’ın ağzından çıkmaması lazım… İnanan bir insanın böyle sözleri söylememesi gerekir. Söylenmemesi bir tarafa, bu sözlere karşı tavır koymalı, böyle sözlerin toplumda barınmasına, tutunmasına meydan vermemelidir.
“SENİNLE CENNET’E BİLE GİRMEM!”
Karşısındakine o kadar kızmış, o kadar öfkelenmiş, o kadar içerlemiş, o kadar kin ve nefret duymuş ki, Cennet’te bile onunla birlikte olmak istemiyor. Bu durumdaki ve bu kanaatteki bir kişiye “Cennet’e girmen kesinleşse, fakat şu kişiyle girmen gerekir, başka türlü girmen mümkün değil” dense, sözünün nereye gittiğini bile düşünmeden, “Allah korusun, onunla mı, asla, Allah yazdıysa bozsun” gibi sözleri bile sarf edebilir. Hatta, “Eğer Allah bana şu kişiyle Cennet’e girmeyi emretse, girmem” diyecek kadar, hiç hesap kitap etmeden Allah’ın emrine bile karşı gelmeyi göze alabilir.
Cennet, Allah’ın rahmetinin tecelli ettiği bir yer, her türlü nimetinin bolca bulunduğu bir âlem, altı iman rüknünden âhirete imanın bir parçası ve bir âhiret yurdu…
Cennet ve ebedi hayat ve sonsuz saadet Cenab-ı Hakkın mü’min kullarına sırf bir hediyesi, ikramı ve özel bir ödülüdür. Bu ödülü reddetmek, bir dostunuzun verdiği bir hediyeyi reddetmek gibi değildir, öyle düşünülmez. Bu, Allah’a isyandır, Allah’a başkaldırmak, Allah’a karşı gelmektir, Allah’ın rahmetini reddetmektir.
Çünkü Rabbimiz mü’min kullarını Cennet’e davet ediyor ve buyuruyor ki: “Allah, sizi izniyle Cennet’e ve bağışlanmaya çağırıyor.” (Bakara, 2/221)
Bu ve bunun gibi pek çok âyette yapılan Allah’ın davetini sırt çevirir bir anlamda, ileri geri konuşarak, bilir bilmez laf ederek “Onunla Cennet’e bile gitmem” sözlerini sarf etmek, insanı çok büyük kayıplara sürükler. Gerçi kişi, “Ben bu sözü bahsini ettiğiniz manada kullanmıyorum” dese de bir müminin ağzından böylesi ifadeler çıkmamalı.

“ÖKÜZ ALEYHİSSELAM!”
Kötü bir kimseye -hâşâ- “öküz aleyhisselam” demek, insanı uçuruma götürebilecek sözlerden biridir.
Aleyhisselam, “Allah’ın selamı üzerine olsun” anlamında bir selam ve saygı ifadesidir. Dinî literatürde peygamberlerin adını söyledikten sonra “aleyhisselam” derken, Peygamber Efendimiz için “aleyhissalâtü vesselam” veya “sallallâhu aleyhi ve sellem” deriz.
“Aleyhisselam” ifadesi peygamberler için kullanılır. Bu söz bırakın bir hayvan için, peygamberlerin dışında hiçbir insan için dahi söylenmez. Çünkü peygamberler, Allah tarafından özel olarak görevlendirilmiş Allah’ın elçilerdir. Peygamberler, insanlığın en yüce ve en yüksek mertebesinde bulunan insanlardır.
Bunun içindir ki, bir mümin, peygamberlerin adını söylerken, onlardan bahsederken, onları anlatırken kullanmış olduğu saygılı ifadeleri ne bir insan için, ne de bir hayvan için kullanmamalı. Hele hele bir hakaret anlamı taşıyan “öküz” lafıyla birlikte hiçbir zaman kullanma cüretinde bulunmamalı.
İmanı tehlikeye atan diğer bazı sözler:
1. “Seni Allah’tan çok seviyorum.” demek.
2. Bir adamı sevmediği zaman, “Cehennem’e girmeye imza verdim.” demek.
3. “Allah bize zulmediyor.”, “Ben Allah mallah tanımam.”, “Şu işe Allah’ın bile gücü yetmez.” gibi sözleri söylemek.
4. Hasta olan birisine, “Seni Allah unuttu.” demek.
5. Karısı veya başka birisi için, “Onun hakkından Allah bile gelemez, ben nasıl geleyim” demek.
6. “Allah bana merhamet etme hususunda cimrilik etti.” demek.
7. Herhangi bir şey için, “Allah’ın hiç işi kalmamış da bunu mu yapıyor veya yaratıyor?” demek.
8. Peygamberimiz’in sünnetlerinden veya hadislerinden birisini alaya alır bir tarzda “Çok dinledik bunları” demek.
9. Herhangi bir işi yapan kimseye yapmaması söylendiği zaman, “Peygamber gelse de ‘Yapma!’ dese veya gökten ‘Yapma!’ diye ses duysam yine yaparım” demesi.
10. Kendisine, “Dünya için ahiretini terk etme!” denilen kimsenin cevap olarak, “Ben veresiye için peşin olanı bırakmam.” demesi.
11. Fakir bir kişinin, “Allah falan kuluna şu kadar zenginlik veriyor; bana ise az veriyor. Böyle adalet olur mu?” demesi.
12. “Namaz ve helal olan şeyler, bana iyilik getirmiyor” veya “Ne için namaz kılacağım; malım yok, mülküm yok. Çoluğum yok, çocuğum yok” yahut “Namazı rafa bıraktım” demek.
13. “Sensiz Cennet’i de istemem, orası da benim için zindandır.” demek.
* İmanı tehlikeye atan veya insandan imanı kaldıran sözler elbette bu kadar değildir.

Burada bu sözlerin bir kısmına yer verilmiştir.

Bu ve benzeri sözleri söylemekten kesinlikle kaçınmalı ve yanlışlıkla bu sözler söylenirse de hemen kelime-i şehadet getirilmelidir.
(Mehmet Paksu, İnsanı Uçuruma Götüren Sözlerden)

CİN NEDİR VE HAKİKAT?

Cin varlığını anlamak için önce insanın yaratılış aşamasını bilmek lazım.


“Ve iz kale rabbüke lil melaiketi innı caılün fil erdı halıfeh*”

“Ve Rabbin Meleklere dediki; ben yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım” BAKARA Suresi – 30


Yukarıdaki Ayette Allahu Tealanın buyurduğu ERDU kelimesi Kainat ve içindekiler anlamındadır, çünkü yaratılmış her varlık vücut hükmünden olduğu için, Kainatta bir vücuttur.

Allahu Teala, Kainatta Kendisine Halife olarak yarattığı İnsanı, belirli yetki ve tasarrufla donatmıştır ki, Kainatta yine Kendi izniyle Kendisini temsil etsin!

Dolayısıyla İnsanın Kainatta Allah’ın izniyle tasarruf edebilmesi için, İnsanın yaratılışının da diğer yaratılmış varlıklara göre üstün olması lazımdır.

Kainatta hayat sahibi Melekler Cinler ve İnsanlar vardır.

İşte üstün yaratılmış İnsanın; Halife olması sebebiyle, Meleklere has Nur bedeni, Cinlere has Enerji bedeni ve Kainatta var olan cisimlerin her maddesinden bir araya getirilmiş fizik bedeni vardır.


Yani, İnsan Kainata Allah’ın izniyle üç bedeniyle tasarruf eder. Bu hali yaşamak için iyi bir Mümin olup İnsan-ı Kamil seviyesine çıkmak gerekir.

İşte İnsanda bulunan, Kuran tabiriyle dumansız alev beden, yani enerji beden de Cinlere karşı İnsanı hem yüceltmiş hem de güçlü kılmıştır.

“Ve hale kalcanne min maricin min narin.”

“ve cinleri dumansız alevden (ateşin özünden) yarattık” RAHMAN Suresi – 15


Cinlerin yukarıdaki ayette belirtildiği gibi bedenleri ateşin özüdür yani enerjidir, dolayısıyla bu mahlukların fizik beden sahibi olmaları yaratılışa terstir.

Haliyle cinlerin İnsana fiziki bir zarar vermeleri veya İnsanla evlenmeleri, yemeklerine ortak olmaları, koku almaları, insandan zahiren zevklenmeleri mümkün değildir.

Ancak bu hallerin bereketine ortak olurlar, ortaklıkları soyuttur.

Çünkü İnsanda mevcut olan enerji beden, Cinlerin enerji bedeninden üstündür. Bu sebepten cinler, İnsanlardan korkarlar, ancak can tayfasından oldukları için, İnsana vesvese verebilir. Zira, İnsan Yaradanına Halifedir.



İnsanlardan iman etmeyenler olduğu gibi, Cinlerden de iman etmeyenler vardır. Hatta cinlerin kafiri daha fazladır. Bu kafir cinler şeytanın emriyle İnsana vesvese vermeyle musallat olurlar. Fakat İnsan bedenine giremezler, çünkü İnsan bedenindeki Enerji beden, onların helakına sebep olur.


İnsan bedenine cin girer inancı, Hıristiyanlıkta vardır ve bize de oradan empoze edilmiştir. Maalesef İslam aleminde de insana cin girdi diye sopalarla dövülenleri duyduk. Müslüman gibi yaşayıp cahilliğimizden, ortaçağ Hıristiyanlığını uyguluyoruz.


İnsana musallat olan cini uzaklaştırmanın tek yolu abdestli gezmek ve Ayetel kürsi, Felak ve Nas surelerini okumaktır. Kağıt büyü vs. ile onlardan kurtulma yolları aramak hurafeyle iştigal etmektir. Eğer o yollar mubah olsaydı Peygamber Efendimiz (sav) sünnet olarak bize miras bırakırdı. Kuran ayetleri varken tuzakçıların tuzağına düşmeyiniz. İyi bir mümin olup bu habis varlıkları kendinizden uzak tutunuz. Gerçek bir Müminin bulunduğu mahalde o cinler fersah fersah kaçarlar.



Mümin İnsanın bedenleri Kainata benzer hatta Kainatın modelidir.

Cinler İnsanın bedenine girmeye çalışırsa, İnsanın enerji bedeninden Cinlere karşı savunacak şıhap ve şıvazların yani kozmik ışınların olduğunu bilir, aynı Kainatta olduğu gibi.



İşte şaşırmış bir cin insana yaklaşırsa cinin kendisi çarpılır, İnsanda bu çarpılmayı hisseder ve çarpıldığını sanıp panikler. Oysa İnsanın enerji bedeni kendini savunmuştur. Bu korkuyla o İnsan cahilliğinin sonucu cin tacirlerinin eline düşer, bir azapta onlardan görür. İnsanın bilgili olması lazım, Kuranı az okumanın ve az anlamanın sonucudur bu haller.


“Ve enna lemesnessemae fevecednaha muliet haresen şediyden ve şuhuben.”

“biz göğü yokladık, onu sert savunmacılarla ve ateşten oklarla dolu bulduk” CİN suresi -8



İşte yukarıdaki ayet müteşabih olduğu için, hem Kainatı hem de İnsanı kapsar. İnsanın enerji bedenlerindeki kozmik ışınların alametidir.

Ayetel Kürsi bu kozmik ışınları besler kuvvetlendirir. Felak ve Nas Sureleride bedendeki kozmik ışınları harekete geçirir hedefe yollar. Büyük Zatların Kayaları parçalamaları, maddeye ve enerjiye Allah’ın Halifesi olarak hükmetmeleri de bu sırrın içindedir.



Bedenin kozmik ışınları sağ işaret parmağı ve gözlerden zuhur eder. Peygamber Efendimizin (sav) Ayı ikiye bölmesi, M. Arabi hz. lerinin Marsta SELAM yazısı bırakması da bu sırdandır.


Bu Silahlar Ahir Zaman savaşında çok kullanılacaktır.

19 Şubat 2011 Cumartesi

AY'IN SIRLARI

FİHİBİSMİLLAHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
"Eş şemsu vel kameru bi husban."
"güneş ve ay bir hesap üzerindedir"
"Ven necmu veş şeceru yescudan."
"yıldız ve yıldızlar topluluğu (kainattaki tüm gezegenler) secde ederler.
"Ves semae rafeaha ve vedaal mizan."
"(Rahman) kainatı genişletti ve (kainata ve içindekilere) denge koydu.
RAHMAN SURESİ – 5-6-7
Allahu Teala kainatta birbirine destek ve denge olmayan, yörüngeleri ve yolları ayrı olsada birbirine ile disiplinli bir ordu gibi bağlı olmayan hiçbir unsur yaratmamıştır.



İşte Ay da Dünyamızın yardımcısı ve Dünya üzerindeki canlı varlıkların hayat dengesini sağlayan birçok görevin, Allahu Teala tarafından vahyini alan ve sonradan dünyanın yörüngesine getirilip yerleştirilen bir gezegendir.
İlk Adem Dünyaya inmeden evvel dünyamız çok hızlı dönmekte idi. Ve Ay Dünyamızın uydusu değildi. Ayın yakınımıza getirilip uydumuz pozisyonuna konulmasından sonra Ay, adeta Dünyamızın, belli süratte kendi etrafında dönmesini sağlayan fren balatası gibi Yastık etkisi altına alıp Dünyanın bir gününü 24 saatte sabit tutmayla görevlendirilmiştir. Bu konuyu dünyamızın yaşı ile Ayın yaşının kıyaslamasının sonucu görebiliriz. Dünyamız bilim adamlarına göre ortalama 4.5 milyar yaşında olmasına rağmen, Aydan getirilen bir taşın yaşının 7.5 milyar yaşında olduğu tesbit edilmiştir. Bu taş Aya düşen göktaşlarından biri değil bizzat Aya ait bir taş olduğu yine bilim adamları tarafında açıklanmaktadır. Ayın diğer gezegenlerden ayrı olan bir özelliğide, Ayın merkezinde bir mağma tabakasının olmayışıdır. Rahman suresinde geçen "güneş ve ay bir hesap üzerindedir." Ayetinde geçen HUSBAN kelimesi aynı zamanda "YASTIK" anlamındadır. Yani dünya ile Ay arasındaki denge unsuru olan mesafe ve bu mesafede, Dünya ile Ayın birbirine dayanma (yastık) etkisidir. Bu etki Dünyanın kendi etrafındaki bir turunu 24 saatte sabit tutmaktadır. Dünya ile Ay arasındaki yastık yani HUSBAN iki gezegenin boşlukta bir arada tutunup beraber hareket etmesidir. Nitekim Dünyaya göre Ayın bir günü 29.5 gün olmasına rağmen Ay ile Dünyanın, Güneş etrafındaki bir turu 365 gündür. Ancak Güneş sistemimiz son yüzyılda her gün NAKUR a hızla yaklaştığı ( NAKUR; Müddessir suresinin 8.ayetinde geçen galaksimizin merkezinde bulunan ve 2012 yılında en yakın noktasından geçeceğimiz kara deliktir.) için Ay da Dünyadan, bilim adamlarının ölçümlerine göre yılda 2 ile 3.5 cm uzaklaştığını tespit etmiştir. Ayın, Nakurun etkisi ile Dünyadan uzaklaşmasından dolayı, Ayın dünyaya yapmış olduğu Fren yani Yastık (husban) etkisi azaldığı için dünyanın kendi etrafında bir turu 24 saatin altına düştüğü gözlenmektedir. Ayın dünyamız üzerindeki görevi sadece zamanı bilmekle sınırlı olmayıp, bilindiği üzere med- cezirin oluşmasından, ağaçların çiçek tomurcuklarının açılmasından dünya ile ay arasındaki baskının, atmosferin yedi katmanının düzenli bir şekilde dengede tutulmasından, insandaki kan basıncına olan etkisine kadar birçok görev üstlenmiştir. Bu görevlerin tamamı Rahman suresi 7. ayette geçen ve İlahi vahiy olan dengenin sonucunda oluşmaktadır.
BİR ALINTI HABER

Ay'la aramızda mesafe büyüyor
Giderek daha küçük görülecek olan Ay, bir gün bir yıldız kadar, daha sonraları ise hiç görülmeyecek. Bu süreç yüzbinlerce yıl alsa da, bir gün Dünya'nın uydusu olmaktan çıkacağı artık kesin olarak biliniyor.

Şu sıralar Dünya ile Ay arasındaki mesafe 384 bin 403 kilometre. Ancak, 1969'dan beri yapılan ölçünler, Ay'ın her yıl 3.8 santimetre
uzaklaştığını ortaya koyuyor.
Apollo misyonuyla Ay'a giden ve 21 Temmuz 1969'da Ay'ın yüzeyine 100 aynadan oluşan bir panel bırakan ünlü astronotlar Buzz Aldrin ve Neil Armstrong, Ay'la Dünya arasındaki mesafenin kesin olarak ölçülmesini sağladılar.

Teksas'ta bulunan Mc Donald Gözlemevi'nden, her gün, aynı saatte, dakikasını aksatmadan, Ay'ın yüzeyindeki bu aynalı panele bir lazer ışını gönderiliyor. Panelin aynaları tarafından yeniden Dünya'ya yansıtılan lazer ışını, gözlemevindeki teleskop ve hassas ölçüm aletleri tarafından yakalanıp, Dünya ile Ay arasındaki mesafe ölçülüyor. 40 yıldan beri, her gün, aynı saatte yapılan ölçüm, Ay'ın Dünya'dan yavaş yavaş ama hiç durmadan uzaklaştığını ortaya koyuyor.
NASA, şimdi de New Mexico Çölü'nde yeni bir gözlemevi kurup, bu ölçümü daha da hassas biçimde yapmak için harekete geçti. Apache adı verilen gözlemevine dev bir teleskop kuruldu. Ay'ın Dünya'dan uzaklaşma hızı, buradan da sıkı biçimde takip edilecek. hurriyet.com.tr
Ayın neden tek yüzeyini görebiliyoruz?


Ay kendi etrafında yaklaşık 29.5 günde dönmektedir. Ay aynı zamanda dünyanın etrafında da 29.5 günde dönmektedir yani ayın bir günü dünyanın 29.5 günüdür. Dünya ile Ayın dönüşü, Bir dişlinin çarkları gibi eşit döndükleri ve uyum içindedirler. işte bu yavaş dönüş sebebi ile ayın hep gündüz yüzünü dünyadan görebiliyoruz. Dünyaya göre Ay da 15 gün gece 15 gün gündüz olur. Ay kendi etrafında dönerken Dünyamıza hep gündüz olan evrelerinin yüzeyinin görülmesi denk gelmektedir. Ayın diğer karanlık yüzü bize, Dünyamıza göre hep güneşten ışık almadığı günlerine denk düşmektedir.
Ayın menzillerinin, Duraklarının hikmeti;
"Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır." YUNUS SURESİ-5
"Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner." YASİN SURESİ -39


Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi Ayın, 23 ana menzili vardır. Ayın bu halleri Allahın ayetlerindendir. Ay her menzili için ayrı ayrı görev vahyi almıştır. Ayın bu halleri sanki insanın hayatının bir örneğidir İnsanında çocukluğu hilal, olgunluğu dolunay, yaşlılığı son hilal gibidir. İnsanın batın gözü yani kalp gözünün açılması ayın yukarıdaki menzilleri gibidir. Yeni ermeye başlayan bir İnsanı kamilin kalbi ilk zamanlarda gökyüzünde kısa bir zaman duran hilal gibidir. Zamanla olgunlaştıkça dolunay gibi olur.
Bu sırra ŞEMS suresinde işaretler vardır.
"Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." ŞEMS SURESİ – 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10.

Allahu Tealanın yemin ettiği ayetlerin derinliklerinde sayısız ledünni sırlar vardır. Şems suresindeki yeminlerin bazı sırları Ayın menzilleri gibidir. Şems suresinde güneşe yemin, İnsandaki nefisten kurtulmuş Ruha yemindir. Aya yemin, körlükten kurtulup görmeye başlayan kalbe yemindir. Kuşluk vakti ömrün hilalidir. Gece, nefsin örttüğü zulme girmiş İnsandır.
Bu makalemizi Ayla ilgili ilginç bir alıntıyla bitiriyoruz
Ay İle ilgili bilinmeyenler
AY'LA ILGILI GARIP OLAYLAR
Yüzyillar içindeki garip olaylar;
* 5 Mart 1587: "Ay´in yüzeyinde bir yildiz görüldü." Yüzlerce insan bu mucizeye sasirdi, isigin sivri uçlari ve boynuzlari vardi. (Harrison 1876 - Lowes 1927)
*12 Kasim 1671: Gökbilimci ve fizikçi Cassini, Ay´in üzerinde küçük beyaz bir bulut gördü.
*18 Mayis 1787: Astronom Halley ve De Louville, Ay yüzeyinde hareketli isiklar gördüler.
* Mart-Nisan 1787: William Herschel, Ay´da parlak noktalar ve dört volkan gördü. Açiklamakta zorluk çekiyordu ve en çok da gördüklerinin hareket etmesine sasirmisti.
* Temmuz 1821: Alman astronom Gruithuisen, Ay yüzeyinde, birden parlayan isik patlamalari gördü. Yanip sönen bu isiklari birkaç kez görmüstü.
* 12 Nisan 1826: Fizikçi Emmett, Ay´daki Krizler Denizi üzerinde, kara bir bulutun hareket ettigini rapor etti. Benzer bir rapor, 1954 yilinda modern astronomlar tarafindan da verilmisti.
* Subat 1877: Isikli bir hat veya çizgi Eudoxus Krateri´nin batisindan dogusuna giderken görüldü. Olay, bir saat sürdü.
* 4 Temmuz 1881: Ay yüzeyinde piramit seklinde isikli iki tümsek belirdi ve bir saat içinde yavas yavas sönerek kayboldu.
* 24 Nisan 1882: Aristotle Bölgesi´nde hareket eden dev gölgeler gözlemlendi.
* 31 Ocak 1915: Yunanca´daki Gamma isaretine benzer 7 beyaz isik görüldü.
* 23 Nisan 1915: Clavius Krateri yaninda dar ve isikli bir çizgi belirdi ve on dakika sonra kayboldu.
* 14 Haziran 1940: Sisli keskin bir çizgi çok net olarak Plato Krateri yaninda görüldü, çevresinde binlerce küçük isik yanip sönüyordu.
* 19 Ekim 1945: Darwin Duvari yaninda üç büyük parlak nokta görüldü; Olay, astronom Moore ve daha birçok astronom tarafindan rapor edildi.
* 24 Mayis 1955: Ay´in güney kutbu bölgesinde, elektriksel parlamalar, bilimci Firsoff tarafindan izlendi.
* 8 Eylül 1955: Taurus Hatti sinirinda iki parlak isik görüldü, bu yer yillar sonra Apollo 17´nin indigi yerdi.
* 21 Haziran 1964: Iki saat süreyle, gözlemci Ross D. tarafindan haraket eden büyük siyah bir gölge izlendi.
* 3 Temmuz 1965: Bir saat on dakika süreyle, Aristarchus Bölgesi´nde nabiz gibi yanip sönen bir isik gözlendi.
* 25 Eylül 1966: Yine Plato Krateri yakininda yanip sönen isiklar gözlendi; bazilarina göre kirmizimsi bir yama gibiydiler; ayni gün Gassendi Bölgesi´nde 30 dakika süreyle kirmizi büyük bir isik belirdi. Bir ay sonra ise, ayni yerde yine yanip sönen kirmizi isiklar vardi.
* 11 Eylül 1967: Insanligin ilk ayak bastigi yer olan Sessizlikler Denizi´nde görülen kara bir bulut sonradan mor renge dönüstü; olayin Montreal´li bir astronomi grubu tarafindan gözlendigi NASA tarafindan açiklandi.

AY' LA ILGILI SASIRTICI GERÇEKLER
Bilimsel gariplikler
1. Ay, dünyadan daha yaslidir, öyleyse kökeni baska bir yerdir, bazi bilim adamlari, Ay taslarinin 20 milyar yillik oldugunu iddia ediyorlar? Yani dünyadan daha eskidir...
NASA, bir Ay kayasinin 5.3 milyar yillik oldugunu saptadi ama bu Günes Sistemi öncesine ait bir tarihtir. Önemli bilimciler ve Ay uzmanlari, Ay´dan getirilen elementlerin dünyadakilerden daha eski oldugunu belirlediler ama neden resmen açiklamadilar? 40 Ay tasinin en azindan 7 milyar yillik olduklari belirlendi, bu tarihleme dünyadan ve günesten iki kez daha eskidir. Buna karsin Ay´in yüzey topragi, Ay taslarindan daha eskidir. Farklilik bilinmiyor...
2. Bir grup bilimci Ay´in yildizlararasi bir yerde yapildigi görüsündeler ve dünya tarafindan yakalandigini düsünüyorlar.
3. Bazi bilimciler, Ay´in içinin yogunlugunun yüzeyden farkli oldugu düsüncesindeler? Gerçekten Ay´in içi bos olabilir mi?
4. Ay´in 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite vardir, bu elemental olarak dogal midir?
5. NASA tarafindan 100 millik bir alana yayilmis su buhari saptandi ama Ay´da su olmadigi biliniyor.
Ve digerleri...
1. Ay, hem dünyanin dogal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadir.
2. Ay, olmasi gerekenden çok daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3. Ay kraterleri çok fazladir ve garip bir biçimde yüzeyseldirler.
4. Ay´in dünyaya bakmayan yüzü çikintili veya kamburdur ve Günes Sistemi´nde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren bir baska uydu yoktur.
5. Ölçümlemeler,Ay'da çok fazla demir oldugunu gösteriyorlar.
6. Ay´in bilesimi, dünyadan farklidir.
7. Doga kanunlarina aykiri olarak, Ay´da agir metaller yüzeydedir ve Ay´da önceden eriyik olan metaller yoktur.
8. Ay dev bir gong sesi çikarmaktadir ve yörüngede dönerken titresmektedir.
9. Ay, periyodik olarak sarsilmaktadir, bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar sanki tek bir kütleymis gibi tüm yüzeyi dolasabiliyorlar.
10. Dünyadan bakildiginda Ay, bir günes diski gibidir yani tutulmalarda günesi tam olarak kapatir, ne biraz küçük veya büyüktür sanki büyüklügü günesi örtmek için ayarlanmistir.
11. Eger Ay, dünya tarafindan yakalanmissa, bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklasip gidecektir.
12. Normalde Ay´in çizdigi yörünge, dünyanin ekvatoral çemberiyle karsit olmalidir ama Ay garip bir sekilde dünyanin yaptigi gibi, günese bagimli bir yörünge çizer.
13. Her ne kadar Ay volkanlarin ölü olduklari söyleniyorsa da, yüzyillardir Ay´da garip isiklar, parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir



alıntı: cafer iskenderoğlu