Bu Blogda Ara

28 Nisan 2011 Perşembe

"Kur'an'ın Gölgesi"nde "BP Deneyleri"CERN deneyi.

"Kur'an'ın Gölgesi"nde "BP Deneyleri": Beklentiler ve Korkulan Nedir?
CERN'de başlaması heyecanla beklenen "büyük deney"in arefesinde; deneyin sonuçlarıyla ilgili tartışmalar, artmış görünüyor. CERN çevreleri, deneyden beklentilerini dile getirirken, duyulan endişelerin yersiz olduğunu söylüyorlar. Tam böyle bir zamanda da, Türkiye gecikmiş olarak da olsa, CERN'e üye oluyor ve üyelik anlaşması, 14 Nisan 2008'den itibaren hayata geçmiş bulunuyor.
CERN'deki deneylerden, beklentiler nedir? "Her Şeyin Teorisi" yahut astrofiziğin ulaşmak istediği son nokta; deneylerle tamamlanabilecek midir? Gerçekten bu "büyük deney", Dünya'yı tehdit ediyor mu? Bu soruları, kısa bir haber kapsamında cevaplandırmak mümkün değildir. Ancak biz, yine de bu soruların cevapları üzerinde durmaya çalışacağız..
BÜYÜK PATLAMA DENEYİNDEN BEKLENTİLER
Büyük Patlama'nın bir küçük taklidi olarak görülen bu büyük deneyden, neler bekleniyor? Büyük Patlama anında, çok kısa sürede ortaya çıkan ve gizlenen bir şeyler; "enerji ötesi bir enerji" aranıyor. Deneyler, kuarkları ortaya çıkaramıyor. Protonların çarpışmasında, ortaya çıkması beklenen 2 kuark parçacığının, 8-10 saniyelik yaşam öyküsü, şu ana kadar gözlemlenemedi. Proton parçalanmasıyla, ortaya çıkan kuarklar, tekrar çarpıştırıldığında; kendilerini hemen toplayarak, gözlemlenmelerine adeta müsade etmiyorlar. Ancak yapılan bu deneylerde, kuark parçalanması ve gözlenmesi başarılabilirse; kara maddenin tespiti, mümkün olabilir deniyor.
Temel parçacıklar, nasıl kütle kazanıyor? Fizik bunu çözebilmiş değil. Temel parçacıkların kütle farklılıklarını açıklayan modeller var. Peter Higgs'in, ortaya koyduğu "Higgs alanı ve parçacığı teorisi" de doğrulanmayı bekleyen böyle bir model. Higgs parçacığı, tüm diğer temel parçacıklar gibi, kara maddeyle de ilişkili görülmektedir. Özellikle Peter Higgs, kendi ismini taşıyan parçacığın, mutlaka deneyde ortaya çıkacağını söylemektedir.
Bir ateist olan Peter Higgs, "Tanrı Parçacığı"denmesinden memnun olmasa da; bu isim, yaygın olarak kullanılıyor. Bu isim nereden geliyor? Nobel Fizik ödülü sahibi Leon Lederman, peşinden koştuğu ve birtürlü yakalayamadığı bu Higgs parçacığına izafeten; kitabına "Tanrı Kahretsin Parçacığı" ismini vermek isterken; yayımcısının uyarısıyla; "Tanrı Parçacığı" adını veriyor ve bu isim böylece ortaya çıkıyor. O halde beklentilerden birisi de, Higgs parçacığının kendisini göstermesidir. Bu parçacığın, bu deneylerde; orada olduğuna dair bir sinyal vermesi, bilim adamlarını mutlu etmeye yetecektir.
Süpersimetri, kuantum kromodinamiği ve büyük birleşik teorileri de içeren alanlarda, önde gelen çalışmalarından dolayı, son derece saygın bir fizikçi olan Prof. Howard Georgi; maddeyi oluşturan ve madde olmayan bir "şey"(aparçacık) keşfinden söz ediyor. Harvard Üniversitesi fizikçisi Prof. Dr. Howard Georgi; evrenin, parçacık olmayandan yapılmış, tamamen yeni bir madde çeşidiyle kaplı olduğu önerisini getiriyor ve şöyle diyor:
"Parçacık olmayan; kimlik değiştirebilen, ışıktan hızlı gidebilen ve normal parçacıkların bir bileşenine dönüşebilen bir şey. Onlar, bizim alışkın olduğumuz hiçbir şeye benzemiyor."
Georgi bu parçacık olmayan aparçacığın, ortaya çıkması konusunda şunları söylüyor:
"Aparçacıkların, diğer garip özellikleri zaten açığa çıkmış durumda. Daha fazlasının beklentisi içindeyim. Bu çok eğlenceli. Herhangi bir "aparçacık yapı"nın, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda ortaya çıkması, çok zayıf bir olasılık. Ancak şayet bu gerçekleşirse, bunu sıra dışı bir işaret ile anlayacağız. Yani deneyciler, bu "hayalet parçacık"a ait işaretleri görebilirlerse, "aparçacık yapılar"ın izini bulmuş olabileceklerdir."
"BÜYÜK DENEY"İN KORKULARI NEDİR?
Evet, bunlar olumlu beklentiler. Bu beklentilerin gerçekleşmemesi tabii ki olumsuzluk sayılmaz. Bilim, yeni deneyler düzenler ve çabalarını sürdürür. Asıl deneyin olumsuz sonuçları, insanlığı yahut Dünya'yı tehdit edecek felaketlerin ortaya çıkması riskidir.
Böyle bir risk olmadığı yetkililerce ifade ediliyor. Buna rağmen, iki bilim adamı, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nın, beklenenden büyük bir karadelik yaratarak; Dünya'yı yok edeceği iddiasıyla dava açıyor. Walter Wagner ve Luis Sancho isimli uzmanların, Amerikan mahkemesinde açtığı davada, çalışmanın durdurulması isteniyor.
Diğer taraftan, İsviçre'de davanın yankıları devam ediyor. Cenevre gazeteleri, "Haziran'da Dünya'nın sonu mu gelecek?", "Evren'de yok edilebilir" gibi başlıklar atıyor.
Almanya'nın Tübingen Üniversitesi'nden Prof. Otto E. Rössler, CERN'de yapılacak deneyde; yaratılacak suni karadeliğin, 4 yıl içinde Dünya'yı yok edebileceğini savunuyor. Bu deneyler sırasında oluşacak karadeliklerin, kontrolden çıkabileceği iddiasını ortaya atan Prof. Dr. Rössler, bütün insanlığın, büyük bir tehlike altında olduğunu söyleyerek, Bild gazetesine şöyle konuşuyor:
"Eğer karadelik, dengede tutulamazsa; hesaplamalarıma göre 4 yıl içinde Dünyamız'ı yutacak. Dünya'nın ağırlığı, minicik bir noktada yoğunlaşacaktır"
O halde bu büyük patlama deneyleriyle ilgili gerçek nedir? Gerçekten bu deneyler, bugün olmasa da, yarın bir tehdit oluşturabilir mi? Bu sorulara cevap vermeden önce, bilimin geldiği noktayı tespit etmek gerekir. Bu mesele, Büyük Patlama'yla ilgili araştırmamızda ele alınacaktır. Ancak biz burada, şimdilik şunları söyleyebiliriz:
BİLİMİN PEŞİNDE OLDUĞU "TANRI PARÇACIĞI": "MELEKUT"TUR
Büyük Patlama'dan önce yaratılan, madde olmayan ve maddenin arkasında duran; yani maddeye vücut veren "melekût"tur. Gerçekte aranan ve fiziğin sorunlarını ve eksik süpersimetri modellerini çözecek olan "melekût"tur. Kuarkların ve maddenin arkasında duran bu fizik-ötesi şey(maddenin ruhu); Howard Georgi'nin ifadesiyle "aparçacık"(parçacık olmayan) fiziğin aradığı şeydir. Fizik, bu aparçacıkla tamamlanacak ve "Her Şeyin Teorisi" aydınlanacaktır.
Bizim Kur'an merkezli tespitimiz budur. Higgs parçacığı, bir gerçek midir, yanılgı mıdır? Bunu ileride deneyler gösterecektir. Ancak biz şunu söyleyebiliriz ki; gerçek "Tanrı parçacığı" "melekût"tur. Higgs bozonu, yanılgı değilse; diğer temel parçacıklar gibi "melekut"un bir türevidir. Kara enerji de, bizce, "melekut"a bağlı bir enerjidir ve onun bir yansımasıdır.
Özetle "melekût", Allah'tan bir emir; fiziksel olmayan bilinçli-canlı bir enerjidir. Allah'ın mutlak emrindedir. Tüm temel parçacıklara, dolayısıyla evrene vücut vermektedir. Tüm melekler ve ruhlar gibi Allah'ın Nuru'ndan yaratılmıştır. Adeta, Nur'un birinci türevidir. Sonuç olarak; fiziğin ve deneylerin aradığı parçacık(aparçacık), işte bu "melekût"tur. Sonsuz yüce olan Allah, gerçekten de bir Tanrı parçacığı olan "melekut"u; Kitabı Kur'an da, bize, şöyle tanımlıyor:
Böylece Biz, İbrahim'e, yakin (ilim sahiplerinden) olsun diye; "göklerin ve Arz'ın"(evrenin) "melekût"unu(özünü-ruhunu) gösterdik.
[EN'AM(6)/75]
De ki: "Her şeyin 'melekût'u (özü-ruhu) kimin elindedir? O, herşeye yakınken(nüfuz ederken), O'na(melekutuna) yakın olunmaz. Şayet biliyorsanız söyleyin! "
[MÜ'MİNUN(23)/88]
Her şeyin "melekût"u(özü-ruhu) elinde bulunan (Allah), ne yücedir! Sizin dönüşünüz O'nadır.
[YASİN(36)/83]
Allah'ın, yarattığı alemleri(evrenleri), nasıl yönettiği; göklere, yerlere hitabettiği zaman; onların, ruhları olan melekutla, nasıl cevap verdiğini; Allah'ın Elçileri'nin(insanlardan yahut meleklerden), mucizelerini, Allah'ın izniyle ve bu "melekut"la nasıl gerçekleştirdiğini; sayısız ayetlerden bilmekteyiz. Ancak şuan ki hacmimiz, bunları burada açıklamaya yetmez.
Bir misal olarak Musa; Allah'ın izniyle denize asasını vurduğunda; su moleküllerinin kuark yapıtaşlarının ruhu olan melekut, suyu, amaca uygun olarak açılmaya ve dağ gibi donmaya dönüştürmüştü. Kısacası, Allah'ın "ol" emrinin ve tüm mucizelerin sonucunda ortaya çıkan yaratmaların, aracı, "melekut"tur.
"MELEKUT"TAN SONRA, HANGİ SÖZE İNANACAKLAR?
Tüm evren, bir melekut alanı içinde yüzmektedir ve melekut aparçacıkları arasında, tam bir iletişim ve gerektiğinde ortak dönüşüm söz konusudur. Özetle, ışıktan hızlı, maddeye kütlesini ve enerjisini veren; "bir şeye" ve Allah'ın istediği "her şeye" dönüşebilen "melekut"tur. Gerçek Tanrı parçacığı budur. Ona, kimse erişemez ve kontrol altına alamaz. İnsanoğlu, ona elini uzattığında; işte o zaman "gerçek bir kıyametle"Yaklaşansaat'ın önemli alametlerinden birisi de; bilimin "melekut"u tanımasıdır. Onun varlığını, keşfetmek ve işaretlerini almak; oldukça zor olsa da, mümkün olabilir.Ancak onu, ele geçirmeye heveslenmek; beyhude ve teşebbüs edenler açısından da felaket doğurabilecek bir iştir. karşı karşıyadır.
Nitekim ünlü bilim adamı Georgi, bizce "melekut"u, süper simetri modelinde, teorik olarak farketmiştir. Yaptığı tüm tanımlamalar, bizim önceden Kur'an'dan ve Peygamber Sünneti'nden ulaştığımız "melekut yapısı"nı ortaya koymaktadır.
Ancak "melekut"a el uzatarak; kontrol etmeye çalışmak; kesinlikle yasaklanmıştır. İşte Allah'ın uyarısı:
Göklerin, Arz'ın ve Allah'ın yarattığı her şeyin "melekût"una(özüne-ruhuna) bakmıyorlar (incelemiyorlar mı)? (Bu "melekut"a ulaştıklarında), "onların ecellerinin yaklaştığı umulur". Ondan("melekut"tan) sonra, hangi söze inanacaklar?
Allah'ın saptırdığı bir kimseyi, doğrultacak yoktur. (Allah), onları, azgınlıkları içinde şaşkın vaziyette bırakır.
Sana, Saat'in(Kıyamet'in) ne zaman demir atacağını(gerçekleşeceğini) soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Rabbim'in yanındadır. Onun vaktini, Allah'tan başkası ifşa etmez. "Gökler-Arz"(Evren), ağırlaştı("kritik kütle"ye yaklaştı). Saat(Kıyamet), size ansızın gelir."Sanki sen, (Kıyamet'in vaktinden) haberdarmışsın gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Allah'ın yanındadır, insanların çoğu bilmezler."
 [ARAF (7)/185-187]
Tüm bu deneyler, bilimci evrenci ve evrimciler inanmasa da; "Kur'an'ın gölgesi"nde cereyan edecektir. Bize düşen, tarihe not düşmektir. Sonuç olarak "Melekut"; madde-enerjinin, kara-ak maddenin, canlı evrimin, evrenin, fiziğin tüm problemlerinin ve Allahörtmenin sonudur. Hatta bu Gezegen'deki yaşamın da sonudur. Zira bilim merdiveni, artık son basamağına; cennete dayanmış olacaktır. "Melekut"tan sonra hangi söze inanacaklar?

FOTON KUŞAĞI

FOTON KUŞAĞI
'İblis ve ordusunun insanlığı ele geçirme ve Dünya gezegenini kontrol altına alma projesi: Anti-krist(Deccal), Sahte Deccal, İblis'in elçileri(medyumlar), Yeniçağ hareketi(dini), ışık işçileri, yeni enerji, eski enerji, reankarnasyon, boyut atlama, Ruh enerjisi(şeytani enerji), Büyük Ruh(İblis), Baş melek Mikail(melek Mikail postuna bürünmüş İblis), Uzaylılar(şeytanlar-cinler), Birin oğulları(İblis'in oğulları), Ruhsal hiyerarşi(İblis'in ordusu), Dünya cenneti, Altın çağ, Matrix filmi, Yüzüklerin efendisi filmi, Foton kuşağı vs'

"
Foton kuşağı" iddiasını ortaya atan ve beyinleri, "bulanık propaganda"yla kontrol etmeye çalışan bu kaynaklardır. Bu konu, bilimsel olarak kanıtlanmamış bir konu olmasına rağmen, kısmi bir gerçeklik içerebilir. Zira İblis'in, tüm bilgi ve kavramları, Allah'tan çalınmıştır. İblis'in, Adem ve soyunu saptırmak için yaptığı şey, "Allah"a ait olan gerçekleri ters yüz etmektir. "Adem"e ve Havva'ya yaklaşarak, onlara cennette kalıcılık(meleklik) vaat etmiştir. Bugün de, elçileri(medyumlar) aracılığıyla, insanlığa aynı şeyi vaat ediyor: Melek olma, Reankarne olma, boyut atlama, DNA'nın açılması, yeni bir bilinç, telepati, psişik yetenekler vs.

İblis
ve ordusunun avlama yöntemlerinin esası şudur:
1. Allah'tan çalınmış gerçeklerden yalan bir bina inşa etmek.
2. Hakla(gerçekle), batılı yer değiştirmek, karanlığı ışık, ışığı karanlık yapmak.
3. Yalan ve yaldızlı sözlerle, insan hissiyatını okşamak. Allah'ın, kendisine teslim olanlara ve elçilerine vaat ettiği kurtuluş, müjde ve lütuflarını, kendisine teslim olan yandaşlarına vaat etmek.
4. İnsanların gururunu okşayarak hayallendirmek.
5. Yular taktıktan sonra da, insanın kendisinin melek boyutunda olduğunu veya ilah(tanrı) olduğunu telkin etmek. "Foton kuşağı", karışık ve "bulanık propaganda"sı da bu çerçevede bir manipülasyondur.

"
Foton kuşağı" iddiasında bir gerçeklik şu olabilir:
Allah, Kur'an da iki saatten söz ediyor. Birinci saat, (kıyamet). İkincisi ise daha yaygın ve uğrayıcı saat, (evrenin yeniden yaratılmak üzere çöküşü-fiili kıyamet). Birincisindeki önemli alametlerden birisi de, Güneş'in batıdan doğması, gecenin ve gündüzün normal dışı uzaması olarak zikredilir. Kur'an da şöyle ifade edilir:

O Allah ki Ondan başka ilah yoktur. Dünya'da da, Ahirette de Hamd(övgü) Ona'dır. Ve hüküm Onun'dur, dönüşte Ona'dır.

De ki: "Görmüyor musunuz, Allah, geceyi, üzerinize kıyamete kadar devamlı kılsa, Allah'tan başka hangi ilah, size ziyayı(ışığı) getirecektir, işitmiyor musunuz?"

De ki: "Görmüyor musunuz, Allah gündüzü üzerinize kıyamete kadar devamlı kılsa, Allah'tan başka hangi ilah, size dinleneceğiniz geceyi getirecektir. Anlamıyor musunuz?"
[KASAS(28)/70-72]
İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilir:

Allah
'ın, kölelerini tövbeye çağıracağı vakit geldiğinde, yeryüzünde günahkarlar ve günahlar çoğalır. Hayırlı işler işleyen kalmaz, yeryüzünde kötülük çoğalır ve yayılır. Kötülükten men eden de kalmaz. Yeryüzünün hali bu şekli aldıktan sonra, Güneş ve Ay, üç gün doğmaktan alıkonur. O gecenin uzunluğunu, ancak geceleri ibadet edenler bilirler. O zaman, İslam yurtlarının her birinde, böyle gece ibadet edenlerden az sayıda bir topluluk kalmış olur.

Yeryüzünde yaşayanlar, Güneş'in ve Ay'ın adet üzere doğduğu yerden doğacağını beklerken, kafalarının arka tarafından batıdan doğduklarını görürler. Simsiyah ve tortop olarak doğan Güneş ve Ay, tutulma sırasında olduğu gibi ışıksız ve nursuzdur. Bunun üzerine, yeryüzünde yaşayanlar, bağırıp çağırmaya başlarlar. Herkes karşılaştığı bu dehşetli hal ile meşgul olur.


Bunun üzerine, Übey bin Ka'b şöyle der:
"Ey Allah'ın elçisi! Anam, babam sana feda olsun, bundan sonra Güneş ile Ay'ın ve Dünya ile halkının hali ne olacaktır?"

Allah'ın Elçisi, Ka'b'e şu cevabı verir:
"Ey Ubey, Güneş de, Ay da bu hadiselerden sonra, tekrar aydınlık ve nur giysilerini giyerek, eskiden olduğu gibi doğacak ve batacaklardır. İnsanlara gelince dünyalarını onarmaya başlarlar. Kanallar kazarlar, ırmaklar akıtırlar, yapılar yaparlar. Fakat Dünya'nın ömrü kısa olup; sur'un üfürülmesi(fiili kıyamet) ile Güneş'in batıdan doğmasına kadar geçen müddet, yeni doğan bir at yavrusunun binilecek kadar büyümesi için kafi gelmez."

18 Nisan 2011 Pazartesi

CİNLER

Cinler


Gökleri dinlemek cinlere yasaklanmıştı. Melei Ala’daki güvenli (nötr) bölgelere gittiklerinde onları kovalayan şıhab denen mermilerle ölüyorlardı. Bu ani değişiklik yüzünden cinlerin dört ileri gelenleri devriyeler çıkardılar. Devriyeler tüm dünyayı gezerken (Işık hızına yakın bir hızda dünya bir çırpıda gezilebilir) bir devriye Mina dağında şıhaba tutuldular (Taşlandılar). O zaman TEK EMİN YER OLARAK ARAFAT’a sığındılar. O sırada Resulullah Fatiha’yı okuyordu. Cinler, kendilerini kovalayan şıhablardan korunmak için hızlarını düşürmeye başladılar. Yani Resulullah’ın hemen yöresindeki bir HALKA’ya en emin yere yöneldiler. O korunma küresine yönelirken hız düşürdüler. (Yani serbest elektron gibi katod, beta ışınları gibi gideceklerine, bir elektronun çekirdek etrafına bağlanması olayını yaşadılar.
Onlar yukarıdan aşağıya indiklerinde okunan Fatiha “İlham ettik…..” biçiminde iken tam elektron zarfı oluşturduklarında Fatiha değişti yani insanların anladığı gibi anladılar. “Hamdolsun Alemlerin Rabbine, din gününün sahibine diye…” Buna çok şaşırdılar. Nasıl oluyor da bu okunan şey, yukarıdan aşağıya (lineer) ayrı, ve elektron olasılık bulutu olarak membran olduklarında ayrı bir anlam veriyordu. Bir elektron bulutu gibi üstüste bastırıldılar. Bunlara Hadislerde Züd Ricali, ya da keçe gibi sıkışmışlardı” deniyor. Yani yörüngelere oturmuş elektron orbitleri.
Yani öyle bir evrensel dil oluşmuştu ki, Kur’an’da, Cinlere ve insanlara aynı anda hitap ediyordu. İnanılmaz bir mucizeydi bu. Şaşkınlıktan hayretten koştular ve reislerine (Klan başkanlarına) şöyle dediler, “Doğrusu biz çok hayret verici bir Kur’an(=Okunan demektir.) dinledik. Ve daha bir sürü şeyler konuştular. Bu arada elbette bütün cinler kurultayı bu işi çok merak ettiler. Hepsi Resulullah’ın olduğu EMİN BELDEYE (Güvenilir bölgeye, Hira’ya) koştular Bu sefer ikinci kez şok oldular.
Cin Suresinin birinci ayeti:
De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur’ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur’ân dinledik.
Cinler neye hayret etmişler gördünüz mü? Hem insanlara hem cinlere iki ayrı dile aynı anda hitap eden bir kitap. Dolayısıyla Kur’an onların da kitabıdır. Doğal bir mucizedir ki, daha önce Tevrat ve İncil böyle değildi. İkinci olarak şok oldukları ise şuydu: Bir gün evvel aralarında konuştukları ve hiç bir insanın duyması mümkün olmayan sözleri, Resulullah BİR BİR SAYIYORDU. Yani dün aranızda konuştuğunuz bazı şeyleri, gizli şeyleri, benim burada saymam gibi… Buna şaşırmaz mıydınız?
Fatiha’yı anlatırken, bu sefer de CİN SURESİ gelmişti. Cinler o zaman tam abondone oldular. Çünkü cinlerin milyarlarca yıllık tarihlerinde İLK KEZ GÖKLERDEKİ MEVKİLER YASAKLANMIŞTI. Cinler tarihinin en büyük olayı, Atlantis batması, Nuh tufanı gibi… Bu olay o kadar önemliydi ki…
Ayet 2, “O Kur’ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.”
Çünkü Hiç bir zaman Cinleri hiç bir insanın komşuyu dinlemesi gibi dinlemesi mümkün değildir. (Hız farkından dolayı, sesler çok hızlı dönen bir bant, plak gibi incelir ve yuki sesi olur. Bunu hiç bir insan anlayamaz, çünkü ses ötesi bir hızdır bu…) Cinler şuna çok şaşırdılar: “Biri, O biri ALLAH evet Allah, o bildirmeseydi dün ne konuştuklarını, bugün de Resulullah, “Bana şu vahyoldu….” diye belirtmezdi. Bunu bildirecek tek GÜÇ herşeye her an şahid olan El Şehid Allah’tan başkası (Melek dahil) olamazdı. Bir tek güç=Allah sadece bu ses ötesini dekoder edebilirdi. Buna şaşırmışlardı.
3. ayet, “Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Nefilim denen dev adam ifritlerin tanrı çocuğu sayılması gibi bir hatayı anlamışlardı. Üzeyir, İsa vb.yi Allah’ın oğlu saydığımız gibi, haşa, onlar da ifritleri öyle sanıyorlardı. Ama gözleri açılmıştı artık. Gökleri dinleyemiyorlardı.
4. ayet, “Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.”
Cennet’te Cennet haznedarı olan AZAZİL (Kutsal kitaplarda Azazeel) Allah’ın oğlu olduğunu söylemişti cinlere. Kur’an sayesinde Cinler Şeytan olan ırkdaşlarının tam bir yalancı olduğunu ve beyinsiz olduğunu anladılar.
5. ayet, “Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah’a karşı asla yalan söylemez sanmışız.”
Şeytan, insanları eline geçirince yalan söyletiyordu. Dolayısıyla şeytan’ın yalanlarını doğru sandıkları için insanlarında doğruyu söylediklerini sanıyorlardı.
6. ayet, “Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.”
Oradaki kelime erkekler değil, onu düzelteyim, “Bazıları, bazılarımıza raptoluyorlardı, rabıta kuruyorlardı anlamında.
7. ayet, “Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.”
Oysa Resulullah SON ELÇİ OLARAK GELMİŞTİ. İsa’nın sonuncu olmadığını anladılar. (İsa göğe alınırken yani bir gün=bin yıl relativistik hızında zorunlu olarak , onlarla “TEMAS” kurup geçiyordu. Bu temas, hani siz yavaş bir arabayla giderken, arkanızdan gelen çok hızlı bir arabanın şoförünü görmezsiniz. Ta ki sizinle AYNI hizaya gelince birbirinizi BİR AN görürsünüz. İşte İsa göğe alınırken BİR AN görmüşlerdi cinler ve bunun SON diye ilan etmişlerdi. Resulullah üzerine gelince hatalarını iyice anladılar.
8. ayet, “(Cinler, dediler ki): “Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk.”
Bunları açıklamıştım. Melei Ala’ya gidiyorlar ama, oraları kozmik mermilerle dolu buluyorlar
9. ayet, “Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor.”
Magnetosferi ve mıknatısın ortasının ne itip ne çektiğini oranın EMİN belde olduğunu anlatmıştım.
10. ayet, “Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabb’leri onlara bir hayır mı diledi?”
Artık bu onuncu ayetle, “MELEKLERDEN GELECEK HABERLERİNİ ALARAK BİLDİKLERİ ŞEYLER, O GÜNDEN İTİBAREN YASAKLANDI. Yani “Biz ARTIK Bilemiyoruz, geleceği” demeye getiriyorlar.
Bir önemli şeyi daha söylemeliyim. Resulullah efendimiz, Cinlerin de Resulüdür. Fakat Kur’an’daki “Sen mecnun=cinli değilsin” ayeti nedeniyle hayatında bir tek kere CİN görmedi
Buna da şaşırdınız mı? Herkes onları toplayıp, Kur’an okuduğunu sanıyor bütün mealler bu mantıksız iftirayı atıyorlar. Halbuki Resulullah, sadece kendine ineni (örneğin Fatiha, örneğin Cin suresi vb.) okudu. Cinleri görmedi. Görseydi zaten MECNUN olurdu, elçi olamazdı.
Resulün yanındaki bir tek kişi vardı ki zaten “Züd Ricali ve keçe gibi bastırılmışlardı” diyen de o kişi, yani o mecnun ama Resulullah değil. Resuller bırakın cin görmeyi, ESNEMEZLER bile… Yani beyindeki uyku-rüya-halusunasyon merkezlerinin Oksijene ihtiyacı yoktur. Nazar vb. esnetir. Üstelik bulaşıcıdır. Bir gördünüz mü, size de geçer.
Bir cin normal olarak ışıkhızına en yakın hızda seyreder (Beta ışını ). Ama bir insana (protona) bağlanması gerektiğinde. Hızını hiç düşürmeden elektron yörüngesi (Beta=Elektron demek zaten) olarak o kişinin çevresine (Nefs kabuğuna) yerleşir ve bir tür SENKRONİZE yani eş anlı olur.
Halusinasyon sandığımız çok şey aslında “Perilenme” dir. Cinlenme, mecnun olma vb. hatta cinlerle evlenenler gibi olaylar çok az da olsa, aslında bir ZÜD olayıdır. Cinle, hızlandırılmış (enerji) insanlar olduğu için insanlara aşık olabilirler. Dişisi insan erkeğine ya da tersine “Sanal” evlilikler yapabilirler. Beyindeki seks merkezine doğrudan elektrik akımı vererek, (Pion elektriğini tersyüz ederek, akma yönünü tersindirerek) sanki bir gerçek evlilik yaşıyorlarmış gibi cima ilişkisi kurabilirler. Eğer bir insana göz koymazlarsa ama büyü vb. gibi bir işe amade olmuşlarsa arkamızdan hızla gelen ve bizi hızla geçen bir araba gibi zamanda geriden-ilerimize doğru yol alırlar. Bir hizaya geldiğimizde “Bir an, direksiyorda oturan iki sürücü” birbirini görmüş olur. Burada sanki biz bisikletliyiz, o da Porsche gibi… Bizi geçince onun rüzgarından etkileniriz. (Nörolojik bir çok hastalık halk arasında YEL yani araba rüzgarı gibi adlandırılır.
Gerçekten de Rhumatizma, Siyatik, Gut gibi sinir sistemi hastalıkları ve kısme felçler içeren (apopleks) durumlarda CİN etkisi vardır. Gelecekte, bunlar (enerji insanlar) kanıtlanınca, Allah Dr.lara yardım etsin. Çünü tıbda parapsikoloji alıp yürüyecektir.
Hani cinler RUH diye geliyorlar ya o resimleri bakın. Dikkat edin yama gibi dururlar, çünkü ektoplazma denen bir ara beden, tıpkı fosfor gibidir. Aslında o gelenler de cinler, Hangi ruh geri gelmiş ki? Şekillenince herşeyin gölgesi otomatikman oluşur. Dikkat edin ektoplazma sanki bir “Fosforik” montaj gibi duruyor. Çünkü, bir cin geldiğinde, beynimizdeki “Örneğin dedemin ruhu” olan HOLOGRAMI alıyor, medyum’un ektoplazmasını kıvamlı bir köpük olarak kullanıyor ve ortaya çıkan heykel (Ruh=Cin) benim dedeme aynen benziyor.
Cinlerin şu özelliği ünlüdür: HALUGRAM. Yani sizdeki “İmgeyi, ideoplazmayı, esir matriksini” Halugramdan HOLOGRAMA çeviriyor. Görüntüyü ise Ektoplazma ile heykel haline getirebiliyor.
Birincisi bildiğimiz Hologram. İkincisi ise tıbda kullanılan biçimi=HALU+SİNASYON olanı. Yani Halusünasyon’un kelime kökü ile Holo, Halo, Hlau(Arapça Hayal, Hülya) aynı şey. Madde dalgası olmayan enerji matriksleri. Halusinasyon görmek diye bir şey mutlaka duymuşsunuzdur.
Kirlian alanı, mercek, objektif vb. istemez, çok yüksek alanda resmi çekilecek olan nesne film kağıdına konur ve nesnenin kendisi değil, onu surrounding olarak kuşatan ve içinde yer alan biyomagnetik ışıma (Aura da deniyor) fotoğrafa alınır. Röntgen ise bunu yapamaz, çünkü X ışınları kemik hariç, organları katederler.
Şu da var ki, Cinler “Tipten tipe” girebiliyorlar. Bunun için insanın kendilerine teslim olması, yani beyin kanallarını açması gerekiyor. Böylece mıknatısın akıları gibi HALU alınıyor. O görünmez akılara (Demir tozları niyetine) Ekto=Dış*Plazma yerleşiyor ve halusinasyon oluyor Holografik (Foto+graf gibi holo+graf demek istiyorum.) Yani bir tür sanrı, bir tür paranoidler, illüzyonlar vb. somutlaşıyor.
Cinler yavaşlamazlar (Işık da yavaşlamaz ya). Cinler, biz toprak (Proton) çevresinde ELEKTRON BULUTU olarak yer alırlar. Yani yavaşlamadan UYDUMUZ olurlar. Ama öncelikle, onlara (Hipnozdaki gibi) teslim olmak gerekiyor. Yani bu insanın rızasından kaynaklanmalıdır.
Uyku, hastalık (Sayıklama derecesinde) yüksek ateş, tok karnına ve kalbimizi yoracak biçimde yatarak tansiyon değişmeleri vb. etkilerle, onlarla aramızda bir kesişme (Polarizlenme) oluyor. Çünkü biz uyanıkken, elektrik ve magnetik alanlarımız birbiriyle çakışıktır ama uyku moduna girince, beden (Elektrik alan) yatakta yatay iken antibeden (Ruh mesela, bilinç ya da zihinsel boyutuluz, hani şu sıfırdan 70 kg. küçük soyut bedenimiz.) YUKARI düşüyor. Yani bir kitabın sayfasının 90 açı derecesi dik durması gibi, Magnetik alan yukarı ayrışıyor.
Cinler ise, bizim yatay (Ceset) ile dikey (bilinç) arasında 45 açı derecesi bir polarizlenme bölgesinde yer alıyorlar. Hem meleklerle hem bizimle SINIRDALAR. Onun için gökleri dinleyebiliyorlardı. İşte bu durumda KARABASAN olayı oluyor. Uykuya dalarken ya da rüya içinde gerçek olan Katalepsi hali (Donup, kıpırdayamama, gölge oturması, karabasan falan diyorlar, kıpırdattırmaz sizi ve bildiğiniz bütün duaları okursunuz adeta… Lohusa humması (Göğüslerinden mikrop kapan kadınları kastediyorum). Onlara da albasan/albastı geliyor ve onlar bunu görüyorlar. Ancak vücut ısımızın 40 üstünde olması koşulu var. Böyle ilginç ilginç cinni hastalıklar var işte…Akıl ve Ruh hastalıklarını Kur’an kesin ayırıyor.
Cinli olanlara Mecnun diyor. Mecnun=Cinli demektir. Akil olmanın tersi ise “Allah’tan gelmiş” bir KAZA gibi kabul ediliyor Kur’an’da. Karabasan Allah’ın El KABİD (Kabzadaki Dad harfi) yani sıkan daraltan isminin talimidir. Bunun tersi olan El Fettah’ı okuduğunuzda hemen bırakıyor. Fettah=Açan, genişleten demek. Ya Fettah derseniz, anında bırakıyor. Hatta sadece Fettah derseniz de…
Cinlerle bağlantı, elektron kabuğu olarak cindara ya da medyum denen cinliye yerleşik olan Cin irtibatı ile oluyor. Siz bir protonsunuz, o da sizin iyonizasyonunuzu nötrleyen bir elektron unutmayınız.Temas bu biçimde oluyor.
Süleyman’ın cinleri İFRİT=KAFDAĞI kategorisinden ayrı bir ırk. En yavaş (Dolayısıyla en uzun boylu) cin ırkı. Hızlarına göre renkleri ve boyları var. Yani insanlarda ırklar mongol, kafkas, afrikalı vb. iken, onlarda “Kırmızıdan Mora doğru ışık hızı gamları içinde renkleri ve boyları vardır. En hızlıları GNOMlardır ve bir karıştan küçük görünürler. En uzun ırk Ohmer, Ahmer=Kırmızı, kızıl yani hızca en düşük olanları. Arapça Ahmer kırmızı demektir, bilirsiniz.
Geleceği bilmek yalnız onların değil insanların da bildiği bir şey. Uykuda, kitabımızn 90 derece dikmesini, bir uzun gemi direğine benzetiniz. Direğin tepesinden KARA daha iyi gözükmez mi? Yani kara göründü derken, bunu direğin ucundaki gözcü söyler önce…
Bunun anlamı şu. Bizim uykudaki bedenimiz (bilinç) yukarı düşüyor (Magnetik alanı cesedimize dik geliyor. Böylece direğe çıkmış bir gözcü gibi, yarını, öteki ay ya da yılı görebiliyor. Ama bunu unutuyor. Sonra öyle bir an geliyor ki, “Aaa! Ben bu anı rüyamda gördüm, sanki bu anı daha önce yaşadım” diye hayret ediyor. Örneğin, iki yıl sonra evleneceği kızı görmüş ve hatırlamıştır. Buna Dejavu deniyor. De ja vu=Haberci rüya demek Vu=View anlamırnda fransızca bir kelime.
Sembolleri seçen mekanizma REM, Hızlı Göz Hareketleri diye bir olgudur. Göz görmek istediği sembolleri, deli gibi arar. Eğer o dalma anımızdaki göz hareketlerimizi görseydik, kendimizden korkardık. Saniyede 35 kez, göz bebeği hareket ediyor, inanılmaz bir şey bu ben uyanıkken gözbebeğimi sağdan sola taşımak için iki saniye ancak yetiyor.
Rapid Eye Movements=REM. Rem aynı zamanda Random=Rastgele olursa, o zaman gördüğümüz düşlerin anlamı yok, şizofrenik yani birbiriyle ilgisiz absürd şeyler oluveriyor. Ama sembolleri seçen REM hareketlerinin yoğunluk ve amplitüde denen genlikleri. Anlamsız düşlerimiz “ŞİZOFRENİK”tir. Yani neden-sonuç ilişkisi yoktur, daldan dala atlar.
Ama bir de Hz. Yusuf’un gördüğü ve yorumladığı gibi rüyalar var ki, Kur’an’da kutsanmıştır. Rüya bizim “ÖLMEMİZ” demektir, çünkü canımız (Eksi bedenimiz) alınır (Göğe alınır). Allah dilerse bizi ertesi gün (an) serbest bırakır.
39/42: Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.
Uyanık uyku, tetikte olma hali, ve güdümlü rüyalardan, uyanık (Teyakkuzda) olmaktan başlayarak, gezici durugörü (Bedensiz astronomi, Clair Voyance vb.) denen güdümlü düşlere kadar bir çok kategori var. Bunlar psişik yeteneklerimiz olup, belli terbiye ve disiplin ile elde edilebilir.
Elektrik ve magnetik alanlarımızın, uykuda DİPOLE olduğunu, çakışıkken, birbirini dik olarak soğan kabuğu gibi kuşattığını anlattık. Zaten Philadelphia deneyinde de gemiye verilen elektirk niçin? Çünkü yüksek bir elektirk alanı, bir okadar yüksek MAGNETİK (Dik) bir alan otomatikman kuşatır. Böylece TELEPORTASYON Tayyı mekan (TiMekcanics) oluşur. TiMechanic=Tayyı mekan. Teleportation, Veliction, ışınlanma, daha bir sürü OOBE ESP, PK (Psikokinezi) gibi parapsikolojik paranormal görüngüler oluşur. Mekana (Uzaya, zemine) zaman eşlik eder. Biri etkilenirse diğeri de etkilenir. Bir gitar telleri gibi herkes kendi kulvarında akarken, böyle bir magnetik aşırı fırtınayla , sanki gitarist bütün telleri iki parmağıyla sıkıştırıp, birbirine değdirmiş ve VORTEX yaptırmış, zaman kavşakları oluşmuştur…
Görüyorsunuz bunlar “Rüya” denen minicik bir Bermuda olayından başlıyor ve gemilerin ışınlanmasına kadar büyüyor. Allah bizi kabzediyor, elektrik ve magnetik alanlarımızı DİPOL ediyor (Çift kutup demek), dilerse bizi yeniden geri bırakıyor. (Elk. ve Magnetik alanlar yeniden aynı düzlemde birbirleriyle çakışık oluyorlar.) Böylece uykudan uyanıp işimize gücümüze gidiyoruz. Evet hem kısa devre hem de Polarizasyon yani 45 derece ile “CİN, Karabasan vb.” ile de teğetleşiyoruz.

TARIK SURESİ

Tarık Suresi

1. Ve Semaya ve Tarık’a…
2. Tarık nedir idrak ettin mi?

Birinci ayete giriyorum: Kur’an’ın her yerinde gökler (semavat) hep çoğuldur. İngilizce sheep, deer gibi tekili/çoğulu birdir demekten ziyade TEKİLİ yoktur. Semavat da böyledir. 7 gök anlamında bir çoğuldur ama Kur’an’da çok ÖNEMLİ bir kaç yerde TEKİL geçer. Bunu bir anlamda olağan kabul edebilirdik ama “İDRAK ETTİN Mİ?” deyince hemen geriye dönmemiz ve detayını araştırmamız gerekiyor.
Allah’ımız “İdrak ettin mi?” dediği zaman hemen secde edin geri dönün ve araştırın… “Rabbi zıdni ilmi… Rabb’im ben neyi idrak etmeliyim?”. İşte İLİM ALLAH’TAN BÖYLE ALINIR. Her teori de SORARAK başlar… İDRAK ettin mi artık teoridir. Şimdi iki şeyi idrak etmemizi istiyor Allah:
1. Tekil sema (gök)
2. Ve Tarık

Biri ortamın, öteki bir ARACIN adı… Tarık da 7 anlamlı… Birini vermiştim: Adem-Havva’nın Dünya’dan toprağını getiren Kerrubi (Azrail’in aracı) ve Kovulan Adem-Havva’yı Dünya’ya getiren araç idi. Bugün ikinci anlamına gireceğiz.
Everen var, evrenler var. Paralel evrenler var ve sonsuz evren var. Bunların içinde kaybolduk mu dersiniz? Her birinin uzay zamanı var, dört boyutlu doğası var. Bitmez tükenmez genişliklerde kaybolduk mu dersiniz? Hayır evren hem zor hem kolaydır. Katedilmez dediğiniz en uzak yerleri burnunuzun dibindeki bir karadelik ayağınıza getirir. Ama bugün karadeliklerle ilgimiz yok. Bugün konu “Karanlık cisim fotonu”.
Planck’ın bulduğu fotondan öteye gidelim. Işık hızına doğru çıkalım. Biz en iyisi birer foton olalım, her birimiz bir foton. Işık hızına ulaştığımızda zaman öylesine yavaşlar ki DURUR artık. Tüm fotonlar aynı sabit hızda gittiklerinden GİDİYOR değil DURUYOR görünürler. Zaten herkes şu an sandalyesinde DURUYOR. Işık hızına ulaştığınızda her şey durur. Durmuş görünür (Oysa Dünya delicesine dönüyor ve siz aslında durmuyorsunuz sandalyenizde…). Foton güneşten çıkar ve ışık hızıyla çıktığı için kendi DURMUŞ oluyor. Hareket eden ise kendinden uzaklaşan GÜNEŞ (Ki ışık hızıyla kendinden uzaklaşıyor ve kendine ışık hızıyla yaklaşıp çarpacak bir Dünya önünde. Resulullah’ın miracı gibi. FOTON DURUYOR ama Güneş-Dünya arası mesafe (Mescidül Haram ve Mescidül Aksa) UZAY YÜRÜYOR. Bir foton olduğunuzda ne hissederdiniz? Onu inceleyelim…
Tüm fotonlar birbirinden habersizdir.Yanyana gitseler bile, aralarında milimetrenin milyarda biri olsa bile biri ötekini göremez. Çünkü görmesi için ötekinden IŞIK gelmesi gerekir (biz evrenle ışık aracılığıyla haberleşiriz). Işık olmazsa karanlık vardır ve o şey artık yoktur. Fotonlar yanyana gidebilir ama bir fotonun ötekinden haberdar olması için ötekinden IŞIK gelmesi gerekir. Işığın hızı sabittir, asla ne artar ne azalır. O halde yanımdaki öteki fotondan bana bu hıza EKLENECEK hiç bir ek hız olamaz. Yani elini uzatıp, benimle tokalaşmaya kalkması demek, kendi SON HIZINA bir de Elini uzatma hızı eklemesi demektir ki bu mümkün değil.
O halde çok ilginç bir durum her bir foton ötekini (diğer ışıkları, fotonları ve varlıkları) göremiyorsa bunun şu sonucu vardır.
SADECE KENDİ PARLIYORDUR. Kalan herşey ALACA KARANLIKTIR ve kendisi KENDİNE parlıyordur. Kendi dışında HİÇBİR ŞEY PARLAMIYORDUR. Bir mezarda bir ana rahminde gibi TEK BAŞINA VE YAPAYALNIZDIR.
Foton ışığın en küçük zerre birimidir, kendi pırıltılarının arka arkaya dizilmesine bir BEAM=Şua demet deniyor, ya da huzme ama biz sayısız fotondan değil, bir tek fotondan yani Planck’ın KARA CİSMİ içinde bıraktığı ve ölçtüğü BİR TEK FOTONDAN söz ediyoruz. Ölenin kabrinde yapayalnız kalması gibi olan bir tek fotondan söz ediyorum… İşte o foton sizsiniz ve kabirdeki gibi yalnızsınız.
Evrende siz kendinize parlıyorsunuz. Başka hiç bir şey yok. Bunun benzeri ÜST uzayı “Gri Hiçlik, Kurşuni hiçlik” denen bir bölümde kitaplarımda anlatmıştım.
Tarık:
1: Andolsun o göğe ve Tarık’a.
2: Nereden bileceksin sen nedir Târık?
3: Parlayan, ışığıyla karanlığı delen yıldızdır o.

Şimdi bu ayetleri anlamak daha kolay oldu değil mi? Işık hızına erdiğinizde tüm koordinatlar ortadan kalkar ve 7 gök, uzay-zaman dört boyutlusu yerine sadece GRİ HİÇLİK DENEN ve hiçbir galaksi, yıldız vb. nin hiçbir şeyin görünmediği SADECE SİZİN TEK BAŞINIZA PARLADIĞINIZ o özel durum ortaya çıkar.
Foton vereceğim en sade örnek idi. Yani foton biziz. Foton için sorun yok ama madde olan sen ışık hızıyla gittiğinde enerjiye dönüşme sınırında oluyorsun. Enerjinin hızı=Işık hızıdır bu yüzden sen sadece seni görür, seni algılarsın ve yapayalnız olduğunu sanırsın.
Karanlık cisim denen Planck deneyi bu TARIK Suresi’dir. Mutlak karanlık bir bowling topunda bir tek delik vardır. Oraya sadece bir tek foton girer ve o ölçülür. Böylece bir fotonun, TEK bir fotonun ölçümlenmiş değeri ortaya konur ve de ünlü kuantum teoremi başlamış olur (Bilgi tekrarı için Planck’ın SİYAH CİSİM maddelerine bir göz atabilirsiniz).