Bu Blogda Ara

20 Eylül 2008 Cumartesi

Neden Sadece İsa aleyhisselam Deccal'i Öldürebilir?

Kur'ân-ı Kerîm'de Meryem'in İsa aleyhisselâm'a hamile kalışı anlatılırken, "Biz ona ruhumuzdan nefh ettik (üfledik)..." (66/12) buyrulduğu için, İsa aleyhisselâm "Ruhullah" olarak anılır.

İsa Ruhullah yani Allah'ın Ruh'undan, Allah'ın sıfat ve esmasından veya Ruh-u ilâhî'den anlamında.. Aslında bu anlamıyla "Ruhullah" herkeste mevcuttur. Adem aleyhisselâm'ın yaratılmasından söz edilirken Allah meleklerine "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secde edin." (38/72) şeklinde buyurur. Bu anlamda Ruhullah her insanda vardır. Yani Hz. İsa’nın sahip olduğu ruh ile Mehmet'in veya Ali’insahip olduğu ruh arasında temelde fark yoktur. Çünkü Ruh Tek'tir ve her yaratılanın hayatiyeti O Tek Ruh'tandır.

Ancak Cenab–ı Hak, bunu, Hz. Meryem’e vasıtasız (babası olmadan) nefha etti (üfledi, yani bilinç boyutundan / meleki boyuttan geleni madde aleminde açığa çıkardı). Vasıta beşer bir baba değil, bir meleki kuvvetti, ki O Cebrail isimli elçi melekti. Melek, salt bilincin kuvveleriyle varolan anlamındadır. Melekler, Allah'a ait kuvvelerin saf bir biçimde bulunduğu, sadece Allah emri ile hiç bir irade koymaksızın güçlerini kullanmak üzere yaratılmışlardır. Bu sebeple melekler doğrudan katışıksız Allah elçisidir.

Mutasavvıflara göre Cebrail isimiyle yaratılan meleğin hayatiyet kaynağı Ruh-ül Kuds'tür (Kudsi Ruh/Kutsal Ruh).. Ruh-ül Kuds de Evrensel Ruh olan Ruh-u Âzam'dandır. Ruh-u Âzam'da potansiyel olarak bulunan bilincin kuvveleri, hayatiyeti, galaktik yapılarda açığa çıkınca Ruh-ül Kuds ismini alır.

Bunun holografik evren gerçeğine göre de, yıldız sistemlerindeki hayatiyet de galaksidekinin bir mikro örneğidir. Yani yıldız sistemleri de böyle tek bir hayatiyet kaynağından gelir ve O Ruh'un mikro modelidir, yani Ruh-ül Kuds'tür bir anlamda.. İşte bizlerde bulunan hayatiyet, yani ruh'un kaynağı da aynıdır. Bu anlamda hepimiz aynı, Tek Ruh'tan hayatiyetimizi aldık.

Ancak bilince ait kuvveleri taşıyan bu hayatiyet/ruh, size veya bana babalarımız vasıtasıyla geldi. Yani sperm hücresiyle.. Yani bizdeki beşeriyet anamızdan, melekiyet babamızdandır.

Ruh, sperm hücresinin potansiyelindeki hayatiyettir (Allah sıfat ve esmasından kaynaklanan hayatiyet/bilinç), ki o da cenin 120. güne eriştiğinde aktive edilir.

Vasıtalı veya vasıtasız olması arasındaki fark da şudur. Melekle gelende hiç bir irade bulunmaz, saf olarak Allah'ın emriyle gelendir. Baba vasıtasıyla gelende ise, durum başkadır. Baba o spermi anneye yollarken bir beşeri düşünce taşıyordu. O spermi kendi beşeri düşüncesiyle yada başka bir ifadeyle birim nefsinden kaynaklanan düşünceyle, tabiatının arzusunu da katarak anneye verdi. Aradaki fark budur düşünceme göre..

Bu fark, İsa aleyhisselâm'ın da tüm beşer gibi yaratılmış bir mahluk ve bizim gibi beşer olduğu gerçeğini değiştirmese de, O'na bazı ayrıcalıklı özellikler vermiştir. Bizlerin babalarından sperm yoluyla gelen ruh (hayatiyet), babalarımızın bedeninde madde aleminin (süfli boyutların) enerjilerinden ve babanın bilincinin saf olmayışından etkilendi.

İsa aleyhisselâm'ın ki ise bir melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan idi. Bu sebeple madde alemine ait kuvvelerden etkilenmedi, olabildiğince saftı. Bu sebeple Allah sıfat ve esmalarından oluşan hayatiyet /ruh, İsâ aleyhisselâm'da tüm saflığıyla açığa çıktı. Bu sebeple daha beşikteyken konuştu; çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde, o suret hayat buldu; amayı ve abraşı şifaya kavuşturdu; ölüyü diriltti. Bu konuyu biraz daha açalım.

Bizlerde babadan ve anadan gelen bir biçimde beşeriyet ağır basarken, İsa'daki beşeriyet (madde aleminin hatırasını taşıyan hayatiyet/bilinç) sadece anasındandı. Bu sebeple O'nun varlığında meleki yan (Ruh-ül Kuds) bizlerdekinden daha ağır basıyordu. Meleki yan ise, bir anlamda bilinç boyutunun özellikleri daha ağır basıyor anlamına gelir. Yada saf olarak bilincin kuvveleriyle yaşıyor anlamında..

İşte bu sebeple hayalinde oluşturduğu suretlere kolaylıkla hayat verip, madde alemine getirebiliyordu. Saf bilincin kuvveleriyle yaşayan, hikmet aleminde değil de kudret aleminde yaşıyor gibidir. O tıpkı cennet yaşamında olduğu gibi, hayal ettiği surete hayat verebilir. Her birimiz için cennet yaşamı da böyle olacaktır. Çünkü madde beden tabiatının oluşturduğu beşeriyet o boyutta olmayacaktır.

Bu durum İsa için doğuştan olmasına rağmen, eğer herhangi bir kişide beşeri yan, birim nefs ve madde alemine ait bedenin tabiatının baskın özellikleri zayıflar ve meleki yanı kuvvetlenirse, o kişide de tıpkı İsa'nın varlığında ağır basan meleki özellikler ağır basar, yani bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar. Yani ölmeden önce de bu durumu yaşayabilir ehlinin dediğine göre..

Tasavvufta bu duruma, kişiye özel "İsa'nın inişiyle kopan kıyamet" denir. Başka bir anlatımla, bir kişinin nefsi birimsellikten kurtulup, o kişide beden tabiatının getirdiği baskın özellikler kontrol altına alınırsa, tasavvufi terimle, o kişinin İsa'sı inmiştir.

Eğer seyreden seyreden gizli ikiliğine dair varlık vehmi de tamamen kalkarsa, kıyameti kopmuştur. (İsa bir süre yeryüzünde/bedende yaşar, kıyamet sonra kopar) Yani o kişi beden tabiatının kontrolünde değildir, hattâ sonunda kıyametin kopuşuyla varlık olduğuna dair vehim dahi kalkar ve tamamen mutlak BEN'e ait bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar artık...

Yine tasavvufi olarak kişinin deccalinin çıkması da şudur: Kişi hakikat ilmini aldığında varlığının ilahi kaynağını öğrenir, yani kendindeki ilahi kuvvelerin varlığının farkına varır. Fakat müşahadesi eksiktir. Çünkü enfüsi müşahadesini tamamlamış, ama afâki müşahadesi eksik kalmıştır.

Yani kendindeki ilahi kuvveleri farketmiş, ama diğer yaratılanlarda da varolan bu gerçeği farkedememiştir. Sadece kendinde müşahade edip farkına vardığı bu gerçeği hazmedemez ve kendini seyrettiği alemin rabbı, efendisi zannetmeye başlar. Bu sebeple hiç bir kural tanımaz, hiç bir yükümlülük kabul etmez ve dilediği gibi yaşamaya başlar. Bu yaşam da kişinin beşeri yanını daha da güçlendirir. Yani kişideki madde beden tabiatı ve birim nefs baskısı tamamen kontrolden çıkar ve bu şekilde yaşamaya başlar.

Diğer bir anlamda, kişinin meleki yanı zayıflar ve bilincin kuvveleriyle yaşamdan büsbütün uzaklaşır. Eğer bu haldeyken, Allah'ın lutfu erişir de afâki müşahadesini de tamamlarsa, kurtulur. Tasavvufi anlayışla o kişinin İsa'sı inince deccali ölür.

Yukarıda anlattığımız tasavvufi açıdan nefs deccali konusuydu.

Bir de bildiğimiz anlamda Deccal var biliyorsunuz. Yukarıda anlattığımıza benzer bir durum vardır Deccal'de de..

Deccal, Allah'ın lutfu erişmemiş ve öylece zannı (gerçekle alakası olmayan inanışı)içinde kalmış bir kişi olacak.

Allah hidayet ve lutfunun ona erişmemesindeki en büyük etken ise, Deccal'in körlüğüdür. Deccal'i körleştiren ise, kendisinde doğuştan esma terkibinde ağırlıklı olarak bulunan kudrettir.

Yani kudreti oluşturan isimler Deccal'in terkibi yapısında ağırlıklı olarak bulunduğu için, çok büyük kerametler gösterebilecektir. Fakat bu kerametler, İsa'daki gibi meleki yanın ağır basmasından ve dolayısıyla bilincin kuvveleriyle yaşamasından kaynaklanmaz.

Sadece doğuştan kudreti oluşturan esmaların, yapısında daha ağırlıklı olmasından kaynaklanır. Hepimizin esma (mânâ) terkibi bulunur ve bu terkipte bazı esmalar (mânâlar) daha ağırlıklıdır. Deccal'deki büyük güç ve kudreti bu mânâlar oluşturur, meleki yanın kuvvetli olması değil..

Fakat o, bu gücün kaynağını ilmi yeterli olmadığı için kavrayamaz; çünkü basireti kördür, ki Deccal'in sağ gözü kör olması basireti gör, ilmi yetersiz, kavrayışı eksik anlamındadır. Bunu biraz daha açalım.

Deccal kendindeki kudretin meleki yanın ağır basmasından değil de doğuştan, terkibi yanından geldiğini anlayamaz. İlmi de halini göremeye yetmediği için, bu gücün verdiği üstünlük hissiyle nefsi iyice kabarır ve hakikati görmekten büsbütün perdelenir.

Deccal'in sağ gözünün körlüğü basiretinin körlüğüne de işaret eder, ama ondaki bu basiret körlüğüne sebep de kendindeki bu esma kaynaklı büyük güçtür bir bakıma.

Bu öyle büyük bir güçtür, ki perde olmaktan çıkmıştır. Çünkü perde çekilip ortadan kalkar, ama ondaki bu büyük kudret gerçeği görmesine perde değil bir engeldir. Çünkü bir beşer doğultan böylesi güçlerle yaşarken kendisiyle ilgili gerçeği görmesi imkânsızdır. Hiç bir arınma süreci yaşamadan bu güçlere kavuşan birine kimse de yardım edemez artık..

İşte bu sebeple, bu üstün gücün oluşturduğu zan, bir gün kalkacak bir perde değil, ebedi bir engeldir, körlüktür. Bu sebeple Deccal kendini rab zannetmeye başlar ve herkesi kendine tapmaya çağırır. Veya kimine ben İsa Mesih'im der, kimine Mehdi'yim der, kimine de İlah olduğunu iddia eder.

Herkesin kafasındaki kutsal kabulüne bir şekilde yerleşmeye çalışır. İlmi yeterli olmayıp bu gerçekleri farkedemeyenler de ona inanır.

Oysa birim nefsi ve tabiatı oldukça ağır basan birinin meleki boyuttan nasibi olmayacağını bilen biri onun kerametlerine de, kutsallık ve ilahlık iddiasına da aldanmaz.

Ayrıca ilmi olan yine bilir, ki bir kişide İsa gibi meleki yanı ağır bassa dahi (Allah'a ait sıfat ve esmayla, yani bilincin kuvveleriyle yaşasa dahi) hiç kimse alemlerin rabbi Allah olamaz, çünkü Allah alemlerden Gani'dir. Alemde her ne var ise, O'nun yarattığı bir mahluktur ancak..

Deccal'i sadece İsa aleyhisselâm'ın öldürecek olmasının sebebi de, yukarıda anlattığımız gibi, O'nun yapısındaki bu ağırlıklı meleki özelliklere bağlı kudrettir. Bilincin kuvvelerinden olan kudret bu kadar saf bir biçimde, yeryüzündeki beşer arasında sadece Meryem oğlu İsa'da açığa çıkmıştır.

Sadece anadan aldığı beşeri özellikler zayıf kaldığı için, O ilahi kuvvelerle yaşamıştır aramızdayken..

O'ndaki kudret, bilinç boyutundan (sıfat boyutundan) kaynaklandığı için, Deccal'den çok daha üstün ve güçlüdür. Bu sebeple Deccal'i de sadece O öldürebilecektir. Enbiyadan bir başkası değil de İsa olmasının sebebi de budur.

Yani İsa'daki beşeriyetin, meleki özelliklerinin yanında zayıf kalmasına bağlı olarak açığa çıkan kudret dolayısıyladır. Keza O'nun semaya refh edilişi ve tekrar madde boyutuna inecek olması da, bu ilahi kuvvelerle yaratılmasından kaynaklanır ehlinin dediğine göre...

İlâhi evrensel senaryoda bu olayla bizlere anlatılan ve idrak etmemiz istenen gerçek de yukarıda anlattıklarımın tümüdür düşünceme göre...

Yoksa hiç bir olay sebepsiz meydana gelmez. Bu sebeple umarım konuyu tam manasıyla idrak edebiliriz. Umarım yeryüzünün en büyük fitnesi olan Deccal'den Allah'ın lutfuyla korunabiliriz. Ve yine umarım nefs deccali çıkanlara Allah ruhundan üfler de (İsa iner de) kurtulur.

Hazreti Süleyman'ın Büyük Gizemi

Semavidinlerin en önemli ve en gizemli peygamberlerden bir tanesi Hazreti Süleyman’dır. Kuran-ı Kerim’de Hazreti Süleyman dan bahsedilirken, ona verilen bilgi ve zenginlikten bahsedilmiştir. Ayrıca onun çok hızlı bir araca sahip oldu da anlatılmıştır.
Sebe Suresi’nin 10 ayet ve devamında “Guduv” gidişi, “Revah” ise gelişi anlatır. Kısacası Süleyman’ın bineğinin gün, bizim saydıklarımızla 1000 yıldır. Demek ki Süleyman’ın bineğinin hızı 1000 x 60 = 60 BİN YIL SAATTİR. BU DA SANİYEDE 1000 IŞIK HIZI DEMEKTİR. Bu hıza insanoğlunun ne zaman ulaşacağı veya böyle bir gemiyi ne zaman yapacağı ise bilinmemektedir.


İnsanın bugün keşfettiği en büyük hızı ışık hızıdır. Bu da saniyede 300 bin kilometreye denk düşer. Oysa Tasavvufta NUR HIZI denilen ve hayalden daha süratli olan bir hız birimi vardı. Işık uzayın bütün kavislerini ve bükeylerini tarayarak geçer. Hz. Süleyman’a verildiği belirtilen bineğin hızı ışık hızının çok çok üstündedir ve yüksektir. Bu durum da aklımıza ışınlanmayı getiriyor. Işınlanmanın sürati göz açıp kapayıncaya kadar kadardır. Seba Melikesi Belkıs’ın tahtı bu sürede Yemen’den Kudüs’e taşınmıştır ve üstelik bunu “Reculün indehu minelkitabi ilmün” Kitabı ve tecrübi bilgilere sahip bir adamdan bahsedilmektedir. Bu ifade bize bilimsel çalışmalarla insanların varabileceği en üst noktayı göstermektedir. Çünkü bu işi yapmaya cin taifesinden bir tanesi de talip olmuştu, ancak onun tanıdığı süre biraz daha uzundu. Yani ayağa kalkıp oturacak kadar bir süre. Hz. Süleyman bu süreyi uzun buldu ve bugünün ifadesiyle teknolojik bilgiye sahip olan yardımcısından talep etti. Taht anında hazır oldu.


Olayın devamında Hazreti Süleyman ile görüşmeye gelen Belkıs kendi tahtını görünce “Sanki O” gibi bir cevapvererek sanal gerçekçilik diye nitelendirilen bir şekilde hitap etmiş olur.


Işınlanma olayı Amerika’da ilk defa 1943 yılında yapılan meşhur Philadelphia Deneyi ile gündeme gelmiştir. Norfol limanından bir savaş gemisi 1000 kilometre ötedeki Philadelphia’ya enerji verilerek ışınlandı. Deney kısmen başarılı oldu. Fakat mürettebat garip şekillerde ölünce, deney rafa kaldırıldı. Onun yerini Atom Bombası deneyleri aldı. O başarıldı.


Işınlanma olayı daha sonra 1960’lı yılların sonlarında ABD Televizyonlarında yayınlanmaya başlanan Uzay Yolu dizisinde ortaya çıktı. Bir gezegenin yörüngesine giren Kaptan Kirk ve arkadaşları o gezegene genellikle ışınlanma yoluyla gider gelirlerdi.

Geçtiğimiz günlerde ise ABD’li bilim adamları yaptıkları açıklamada bir maddeyi bir yerden başka bir yere ışınladıklarını açıkladılar. Demek ki ışınlanma deneyleri gizli gizli sürüyormuş. Peki İslam Tasavuffunda bunun karşılığında ne vardır. “Tayibi Mekan” vardır. Mesela bir çok Veli gibi zatlar göz açıp kapayıncaya kadar bir yerden bir yere giderlerdi. Bu kişiler Allah2ın birer sevgili kulu olduklarından dolayı bu bilgiye sahiptirler. Amerikalılar ise bu konuyu bilimsel olarak araştırırken, Müslümanlar ise hiç bu konuda düşünmeden, Onlar Allah’ın sevdiği kullardan, onun izniyle bir yerden bir yere giderler diyerek kestirip, hiç düşünmüyorlar.