Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

NEFS-İ LEVVÂME

NEFS-İ LEVVÂME





NEFS-İ LEVVÂME

ALLAH Tealâ'dan korkmaya, insanlardan utanmaya ve pişman olmaya başlayan nefsin "sadr"daki nefsî (kendi) makamıdır.
Loş bir aydınlık içinde olup günâh işleyebilir, kendini kınar ve yine günâh işleyebilir.
Sevâb da işleyebilir ve kendini avutabilir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ tekilni ilâ nefsi feinneke in telkini ilâ nefsi tukarribunî mine'ş-şerri ve tubaidunî mine'l-hayrî: (RABB'ım!) Beni nefsime havale etme zîrâ sen beni nefsime havale eder kendime bırakırsan nefsim beni şerre yaklaştırır ve hayrdan uzaklaştırır." buyurdu. (İ. Ahmed,Müsned I/412)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Zer (ra)'e: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?"buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/178,179,265)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hasibu enfüseküm kable en tuhasebu: Hesaba çekilmeden önce nefslerinizi (kendinizi) hesaba çekin." buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet 25)
Azîz kardeşim,
Aslında bilinmeyenleri söylemiyoruz.
Mesele söylemekte değil de anlamakta...
Bektaşî Baba, Mevlevî Çelebi'ye sormuş: "Ne der, ne yaparsınız?"
Mevlevî: "ALLAH der döneriz" demiş.
Bektaşî: "Ah erenler neylersiniz? Biz ise ALLAH deriz, dönmeyiz!..." demiş.
Bedenî insan : Hâklen: toprak (ham akıl) ile anlar.
Nefsî insan : Aklen: normal akıl ile anlar
Kalbî insan : Naklen: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulan akıl (AŞK) ile anlar.
Ruhî insan : HAKKlen: HAKK esmâsın mazharı olan akıl (Aşku'l-Aşk) ile anlar.
Ne var ki her insan tüm letâif kademelerinde terakki ve tekemmül için halk edilmiş olup, Muradullah da budur.
İnsana emredilen Emrullah da budur.
Nefsin dışında letâif makamlarına seyahata çıkabilen letâif yoktur.
Beden; bedendir, sağlam-hasta, ayık-sarhoş, çirkin-güzel...
Kalb; kalbdir, temizlenmiş-kirlenmiş, iş görüyor-iş görmüyor... Ruh; aslîdir, lâtiftir ve hiçbir şey ona nüfüz edemez, cam gibi düşün, olsa olsa is yaparsın onu ise cilâlayıp (silip) temizlersin ve ruh, ruhluktan çıkamaz...
Nefs ise mâsivâyı kıble etti de eşkıyâ seferine (dışa) çıktı mı azgın nefs (Nefs-i Emmâre) adını alır ve dışındaki en önemli beden memleketini işgal edip akıl hocası şeytâna peşkeş çeker ve dininde, dünyasında ve ahretinde çok ağır bedel öder...
Yok eğer, MEVLÂ (celle celâluhu)'yu kıble edip takvâ seferine (içe) çıkarsa, kalb ülkesinde Nefs-i Mülhime adını alır.
Öze doğru terakki ve tekemmüle devâm ederse, ruhla haşır-neşir olursa, tatmîn ve kani' olup Nefs-i Mutmaînne adını alır.
Sırra ulaşırsa RABB'ısından razı olur, Nefs-i Râziyye adını alır.
Hafî hâlinde RABB'ısının razı olduğu Nefs-i Merzîyye adını alır.
Ahfâ (gizlinin gizlisi) hâline ulaşınca da tevhidi safdır, tertemizdir ve adı Nefs-i sâfiyye olur.
Tevhid kemâl bulunca; mahlûkatın en mükemmel, en muhterem, en muhteşem ve en mübareği olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de fenâ (gark) oluş "akdes" noktasındadır ve Nefs-i Kâmiledir.
Sonunda Fenâfillah vardır.
Zirâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in görevi HAKK'ın halkını, hakka isâl (ulaştırma) dır.
Kimse Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulmadan, fenâfillahtan bahsetmesin.
Kur'ân-ı Kerîm'i iyi okusun...
Akılsızca, nakilsizce ahkâm kesmesin!...
Öze (hakka) ulaşıp da tekrar mâsivâya (halka) bakan Nefs-i Kâmile; kesrette vahdeti görür ve yaşar artık.
Böylesi nâsib ve kısmet olan Kâmil Ârif ve Âşık kişi, Rabbanî cisimdir.
Arzî ve semâvîdir.
Hazırdır-gaibdir...
Kuldur-sultândır...
Muhammedî metodda; tevhid tekemmülü esastır.
Elbette 15 yaşındaki civân delikanlı "Fenâfi'n-Nefs"dir.
Nefsinde fenâ bulup nefsî arzularına esasen gark olmuştur.
Bu ise Sünnetullahta böyledir.
Gence: "genç kızlara bakma!" demenin veya "bakmıyorum!" demesinin aslı astarı yoktur...
"Adam gibi bak!" başka...
Çünkü evlenecek...
İşin bâtınî mânevî yönü ise:
Fenafi'n-Nefs kalır ise nefsperest (Nefs-i Emmâresinin hevâ ve hevesine dolayısıyla şeytâna tapıcı) olur.
Yılllar böylece gelip geçerken bu hâlde (meselâ 40 yaşında) birisini cezbeden (çeken) bir kâmil ârif mürşid, şeyh;
Lâzım ve lâyık olanları anlatır ve o kimse de anlarsa hâliyle "Fenafi'ş-Şeyh"olur...
Her şeyi, şeyhi olur...
Şeyhi; yol vermez, kul eder, o da olursa o zaman şeyhperest olur. ALLAH korusun!...
Yok, kolundan tutar da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırır teslim ederse mürîd: "Fenafi'r-RESÛL"olur...
Şüphesiz ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de o kimseyi RABB'ısına, istikamet ettirecektir.
"Fenâfi'llah" denilen budur her hâlde...
Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) biliyordu, ama ben bilmiyorum...
Cidden sıkılarak yazıyorum.
Bu bizim işimiz değil olmasına da, ümmet-i Muhammed'e; oyunbazların oynadığı orta oyunu kanıma dokunuyor...
Niçin yapıyorlar anlamıyorum...
Siz de iyice biliyorsunuz ki böyle yapanların nefsi dışa dönüktür...
Dillerindeki özsüz sözler ise, hırs tuzaklarının kuş yemi gibidir....
Kendisi rüşde ermemiş mürşid mi olur...
Uyuyan uyuyanı nasıl uyandıracak?
Kör köre kandil tutsa ne yazar...
Bizim i'tirazımız; Kitab'a, hadise, sünnet-i seniyyeye, hak dostların hâl ve yollarına, akla ve vicdana sığmayan saçma sapan alışkanlık tarzı tarikatçılık yapanlara...
Rızamız ise;
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in emri,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliği ve tasdiki,
Ve gerçekten yetkili ve etkili hak dostlarının tasvibi ile olan tasavvufa canımız fedâdır...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL ihsân etti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) lûtfetti, hak dostları ikrâm etti de böylelerini gördüm ve birlikte yaşadım şükürler olsun...
Ama hiç birisinin ne tac-ü tahtı ne köşkü sarayı ne şanı ne şirketi ne çorbası ne pilavı ne canı ne de cemâatı vardı...
Yoktu, kardeşim yoktu...
İçi dışı bir, kalender, hırpâni, hâlim selim ama Muhammedî idiler.
Onların korku ve hüzünleri de yoktu...
Onlar halkın evliyâsı değil de Hakk'ın evliyâsı (Evliyâullah) hatta Ehlullah (ALLAH ehli) idiler...
Ne diyelim...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şu üç günlük dünyada dinlerini oyuncak eden ateş toplayıcılarını uyandırsın...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şuûr versin.
Şuûr; verilen tüm emânetlerin hakk ve hayr yönünde ALLAH rızası için kullanılmasıdır.
Bunun, hatta dinin ilk şartı akıl ve nefs iken, böylesi kişilerin ilk düşmanı akıl ve nefs olmuştur.
Elbetteki;
Ham akıl: ilmî (aklî) , fıtrî (naklî) , irfânî (Resûlî) , yakinî (Rabbânî) öğretim ve eğitimden sonra değişimin ipek kozasını örer ve câhil tırtıl, kâmil kelebek olur çıkar.
İnsanî akıl, ilâhî aşka (nûrun a'lâ nûra) dönüşür.
Böylesi akıl, sahibini (nefsi) kurtarabilir.
Çünkü okuyan çocuk bile bilir ki Kur'ân-ı Kerîm'de imân ve itâat eden nefs dost, küfr ve isyân eden nefs düşmandır.
Nefs: sadrdan dışarıya döndü ve mâsivâyı kıble edindi mi 4 unsurun boyasını er geç boyanır:
Turabî (toprak)
Narî (ateş)
Maî (su)
Havaî (hava) hâlleri alır.
Nefs: sadrdan içeriye döner, MEVLÂ'yı özden canla başla kıble edinirse, kalbî, ruhî, sırrî, hafî, ahfâî ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûruna ulaşınca kudsî hâllere kavuşur.
Nefs: kişinin RABB'ısına vuslat yoludur...
Akıl ise sanki; nefsini letâif yörüngelerine nakleden füze gibidir.
Akıl, nefsin de her şeyidir.
Akıl yoksa letâif makamları bomboştur.
O kişi sadece diğer insanlara ibret için halk edilmiş bir örnektir.
Sorumlu olamaz. RABB'ÜL BİRRUN (celle celâluhu) ibret sahnesinde celâlîyetini, hikmet sahnesinde cemâlîyetini oynatıyor.
Onun için cemâlî meşrebli insanlar yüzlerini ibret sahnesinde seyrederler.
Celâlî meşrebli insanlar ise hikmet sahnesinde saçlarını tarar ve çekidüzen verirler...
Mesele aklın rüşde ermesi, nefsin aklını başına toplamasıdır.
Yoksa her meyvenin aslı acı çağladır...
Portakal çağlası cidden zehir-zıkkımdır...
İlâhî ve fıtrî proje gereği çile güneşi altında bir gün bal baklava olur...
Tohumdan tohuma tevhid...
Akıl aynası, ana aynadır...
Kırıldı mı ne asıl, ne sûret kalır bakan için...
Şunu da hiç unutmamalıyız ki nefs çok aktiftir:
Ya hakk ve hayrda, ya da bâtıl ve şerdedir...
Arasında asla kalamaz...
Onun için nefsini hakk ve hayr ile meşgul etmeyen kişiyi; nefsi , bâtıl ve şer ile meşgul eder...
Işık ve karanlık misâli gibidir...
Ya ışık, ya da karanlık...
Akıllı nefsin gelişimi, değişimi ve oluşumu, kısacası zeki bir insan için tasavvufla mümkündür.
Zeki, dürüst, samimî ve sisteme saygı duyan bir kimseye küçük çocuğa:
"Yeni doğan bu kardeşini leylek getirdi!" dercesine anlatamazsınız.
ALLAHÜ ZÜLCELÂL vardır, birdir deyip ihlâsı şerîfi okuyarak işi biteremezsiniz.
Azametullahı ilim ve edeble anlatıp,
Dış ve içini sükûn ve huşû'ya kavuşturup,
Zâhiri sanatın sanatkârıyla tanıştırmak;
Halka HAKK rızası için muhabbet ve merhametle işlenen Muhammedî metoddur ki Muhammedî Tasavvufun zâhiri budur.
Bâtını ise; Kudretullahı irfân ve erkânla arz edip,
Âfâk ve enfüsünü sükût ve huzû'ya ulaştırıp zikir-fikir-şükür-sabır tevhidini yaşamasına hasbî hizmet etmektir!...
Muhammedî Tasavvufun bâtını budur.

Zâhir ve bâtın birleşince ise İhsânullah'tan ikrâm olan sekînet-i Muhammedîyedir.
.
Ben âcizâne renkli çizgilerle izâhı severim.
Nefs: Beden (zâhir) penceresinden bakarsa nimetleri ve âhiri görür.
Kalb: (bâtın) penceresinden bakarsa emâneti ve evveli görür...
Basar-basîret dürbünüyle bakınca emânete sadakat gösterir, ihânet etmez.
Ni'metlere adâlet gösterir zulmetmez. (En'âm 6/115 bkz.)
Denge-düzen, sükûn ve sükût sırat-ı müstakîm üzere ve i'tidal üzere olmaktadır.
İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)
Sağdaki yollar ifrattaki yollar.
Kraldan da kralcı diye Türkçede de olan...
Aşırı dindârlık diye, bilerek veya bilmeyerek Muhammedî yolun dışında bir yol icâd etmek.
Daha, daha çok dindârmış!...
Öylelerine o kadar çok hadis-i şerîf var ki örneklerle!
Soldaki yollar ise, dininin emir ve yasaklarını hafiflete hafiflete yok edip, dinsizliğe kadar giden ama adı din adına güyâ hakikat, tefritçilik!...
Biz, hakikat ehliyiz deyip eliyle Kur'ân-ı Kerîm'i, hâşâ bir tarafa itip nefsanî ve şeytânî at oynatmalar!
"Sen benim kalbime bak kalbime!"ler v.s....
وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
"Şüphesiz bu, Benim dostoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLAH'ın yolundan ayırır işte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti." (En'âm 6/153)

En'âm 6/151-153 âyetlerindeki emirlere "on emir"denilir ki bütün peygamberlerin şerîatında mevcûddur.

İlim, öğrenilen değil de esas ilim onunla amel edilendir.
وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
".... ALLAH'ın razısı ise hepsinden büyüktür. İşte fevzü'l-umur (büyük kurtuluş) da budur!..." (Tevbe 9/72)

İnsanın nefsine zulmetmesi ve nefsinin kendisi için sağlanan imkanı isrâf etmesi:
İnsanın aklı ve irade'i cüziyyesi ile ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in ilâhî fıtratını (cibillet, tabîat, mizâc, tıynet, yaratılış, ahlâk) değiştirmesidir.
Nefsin; acziyet, fakriyet, zillet ve illet gibi ana ve gerçek sıfatlarını soyunup, hâşâ RABB'lık sıfatları giyinip öyle olduğunu sanması ve öylesine yaşamasıdır...
Bilerek de olur, bilmeyerek de...
Bilerek olursa en zâlim o dur ki Firavunluktur.
Bilmeden ve ciddîye almadığından olursa nefsi isrâf etmiş olur.
Azîz kardeşim,
Yozlaşan, çürüyen, şahsileşen ve ilkel akışkanlıklar hâline dönüştürülerek Muhammedî yolun ifrat veya tefritinde, taklîdî bir tasavvuf türemiş, gelişmiş ve piyasayı işgal etmiştir.
Din; ilmini tazı yapan âlim kılıklı avcılara kalmıştır...
Dağdan gelen bağdakini kovmuştur.
Bugünü bir tarafa bırakalım.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bir müddet sonra başlayan fırkalar cirit atmıştır.
Politik pisliklerle tasavvuf yüzyıllarca kirletilmiştir.
Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu) devrinin insanlarını acı bir şekilde uyarırken:
"Siz sahabeyi görseydiniz: "deli bunlar" derdiniz, onlar da sizi görselerdi "dinsiz bunlar!..." derlerdi."demiştir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul gerçek imâna erişemez insanlar kendisine mecnun (deli) demedikçe." buyurmuştur.
(İmâmı Ahmed, Müsned III /68)
Buradaki deli, akılsız anlamındaki deli değildir.
Bu delilik o dur ki: diğer insanlar bu müslümana bakıp bakıp da: "Bu çağda, bu devirde; beş vakit namaz kılıyor, malını dağıtıyor (zekât) , şöyle yapıyor!... Böyle yapıyor!... Keyfine bakmıyor, yiyip içip tepinmiyor, deli her hâlde, bize benzemiyor!..." demeleridir. Sabır ise hakkla hayrda; her zaman, her yer, her hâl ve herkesin içinde olabilmeye denilir...
Hâl bu iken herşey de bitmiş tükenmiş yollar kapanmış da değildir. Dağlardaki çınar ağaçları gibi başı dik, kökü sağlam hüdâ'i nâbit ALLAH dostları hep var olmuştur, olacaktır ve vardır da...

Yemenli Ârif-i Billah Ebu'l-Gays Hazretleri kendisini imtihana gelen şeyhlere:
"Hoş geldiniz ey kulumun kulları!..." diyor.
Şeyhler nefislerinin hevâsına kul...
Ebu'l-Gays'ın hevâsı ise Ebu'l-Gays'a kul...
İşte böylesi Ebu'l-Gays gibi dervişler küçük çocuklar gibi saftırlar:
1- Rızka önem vermezler
2- Hastalansa RABB'ısına şikâyetçi olmazlar.
3- Toplu yer, toplu oynar, toplu yaşarlar.
4- Darılsalar hemen barışırlar
5- Korktuklarında mutlaka ağlarlar
6- Ölen bir dede gibi eli açık değil de, doğan bir bebe gibi eli kapalı ölürler.
7- Onlar; Hakka uyup haddini bilen, hayra çabalayan, ahdine uyan, mevcûdla yetinen Rıza Erleridirler.
Neylersin ki hayat bu, böyledir Sünnetullah...
Öylesi de, böylesi de olacak!...
Olacak da:
Çorağa yağan yağmura,
Güneşte yanan çıraya,
Körün güzel olan karısına,
Çok hasta olan için güzel yemeğe,
Câhil yanında kâmile de yanarım ve "yazık olmuş!.." derim doğrusu...
Muhammedî i'tidâl üzere olan Fırka-i Nâciye yolu ise tahkik tevhidin tasavvufudur.
Tahkik tevhidin temeli, aslı, anası ve mânâsı ise; tüm nefislerin, evvelinde RABB Tealâ'ya verdikleri sözün isbâtıdır.
Bunun üzerinde ısrarla durmamızın sebebi şudur ki bir kimseye:
"1 demeden say!" denemez çünkü başlayamaz.
1 + 1 = 2,
2 + 1 = 3,
3 + 1 = 4 demesi şarttır.
Bu âlemde sayı tektir ve o da "1" dir.
Digerleri ise içi 1'le dolan ve içindeki 1 nisbetince isim alan rakamlardır...
Ondandır ki Muhammedî tasavvufun temeli tahkik tevhiddir.

Hiç yorum yok: