Bu Blogda Ara

3 Haziran 2008 Salı

KAF DAĞI

Kaf Dağı

Kaf Dağı, her hangi bir ayette ya da bilinen hadis-i şeriflerde geçmemektedir. Fakat "Kaf Suresi"nin başında bulunan "Kaf" harfinin, bu muhayyel dağ olduğu rivayet edilmektedir. Bu gibi harflerin (huruf-u mukataa) mânâsını yalnızca Allah'ın bilebileceğini ifade eden ehl-i sünnet alimleri, harflerin Cenab-ı Hakk ile peygamber arasındaki şifreler olduğu şeklindeki yorumu da göz önünde tutmuşlardır. Fahreddin Razi bu harflerle ilgili olarak şöyle demiştir: "...Göz, güneş ışığına tahammül edemediği gibi, akıl da bu sırlara tahammül edemez."

Bediüzzaman'ın, Kaf Dağı meselesine "Bir şeyin mahiyetinin keyfiyetini bilmek başkadır, o şeyin vücudunu tasdik etmek başkadır." diyerek girmesi, bu konudaki rivayetlere temkinli yaklaştığını göstermektedir. Nitekim Bediüzzaman, Kaf Dağı ile ilgili şahsi görüşünü şu cümleyle özetlemektedir: "Kaf'ın vücuduna cezmederim, keyfiyyetini havale ederim."

Bu özet cümleden Bediüzzaman'ın da Kaf Dağı'nın var olabileceğini kabul ettiğini anlayabilmekteyiz. Mahiyetini ise Bediüzzaman, Muhakemat'ta şu şekilde açıklamaktadır:

• Çamurların annesi, Himalaya silsilesidir.
• Ahirette olması muhtemel Kaf Dağı'nın yalnızca çekirdeği bu alemdedir.
• Kaf Dağı'nın şeffaf olması da caizdir ve bu şekilde semaya temas edebilir.
• Bizzat ufuk, Kaf Dağı olabilir. Zira ufuk, nereye bakılsa yeryüzüne bitişik olarak görünür.

Bediüzzaman'ın bu açıklamalarından, Kaf Dağı'nın bir gerçek olarak bu kainatta olduğunu çıkarabiliriz. Ancak, bu mesele bir iman meselesi değildir. Kur'ân ve hadislerde de geçmemektedir. Ama İslâmî düşünce içerisinde barınan bir muhayyiledir. Bediüzzaman'ın bu konudaki açıklamalarını da halkın inandığı "israiliyyat"lara atfen anlayabiliriz.

Hayatı boyunca Bediüzzaman, İslam'a sonradan sokulmak istenen düşüncelerin, bid'atların karşısında olmuştur. Çünkü bu gibi düşünceler, nesillerin değişmesiyle dinin bir parçasıymış gibi algılanabilmektedir. Nitekim Kaf Dağı ile ilgili bir inanışın sıra dışılığına dikkat çekmek istiyorum: "Kaf, yerküreyi kuşatmış olan yeşil zebercedden bir dağdır ve semanın etrafı onun üzerindedir; kökleri, dünyanın üzerinde durduğu 'kaya'ya ulaşır ve zelzelenin kaynağı bu dağdır.'(Tefsirde İsrailiyyat, Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Ankara 1979, s. 312.) Bu inanışın dinin bir parçası olarak kabul edilebileceği gerçeği, Bediüzzaman'ın da böylesi meseleler üzerinde fikir beyan etmesini gayet güzel açıklıyor sanırım.


Beyazid-i Bistami’ye: “Sen Kaf dağına ulaştın mı?” diye soruldu O da: Kaf dağı ne ki, o, Kef, ayn ve sâd dağlarına göre daha yakındır.” dedi. Bunu işiten zat: “Onlar nedir?” diye sordu; Hazret şöyle cevap verdi: “Bu dağlar alt tabakadaki yerleri kuşatan dağlardır. Her tabakanın etrafında bu dünyayı kuşatan kaf dağı mesabesinde bir dağ vardır. Kaf dağı bu dağların en küçüğüdür. İçinde bulunduğumuz bu dünya da tabakaların en küçüğüdür.”

Ebu Muhammed, Sehl (rah) Kaf Dağı hakkında şunları söylemiştir: “Ben Kaf dağına çıktım. O dağın tepesinde Nuh’un (a.s) gemisini terkedilmiş olarak gördüm.” Sehl, bu arada Kaf dağı ve Nuh’un (a.s) gemisinin özellikleri hakkında bilgi vermiş ve daha sonra şöyle demiştir: “Allah'ın öyle kulları vardır ki, kendisi Basra’da ayakta dururken, bir ayağını kaldırıp Kaf dağının üstüne koyabilir.”

Denilmiştir ki: “Bütün dünya bir veli için bir adımdır. Allah’ın öyle veli kulları vardır ki, bir adımla beşyüz senelik yol gider. Bir ayağını kaldırıp Kaf dağının üzerine koyar, diğer ayağını diğer dağın yarına basar. Böylece bir anda bütün dünyayı öbür tarafa geçer.”

Bayezid Bistami’ye: “Sütunları meşhur İrem şehrine gittin mi?” diye soruldu. O da: “Ben Allah’ın mülkünde bin tane şehre girdim. Bunların en küçüğü sizin bahsettiğiniz İrem şehri idi.” diye cevap vermiş ve bu şehirlerin hepsini saymıştır.

Yüce Allah İrem şehri hakkında: “Ülkelerde benzeri yaratılmamıştır”[2] buyurmuştur. Bunun manası: Yemen beldelerinde böyle şehir yaratılmamıştır. Çünkü onlara içinde bulundukları beldede hitap edilmiştir. Şu ayette de durum aynıdır:

“Yahut onların cezası bulundukları arzdan sürülmeleridir.”[3] Yani, içinde yaşadıkları yerden. Yoksa buradaki arz, bütün dünya manasında değildir.

Ayette zâtü’l-imâd=sütün sahibi, bol sütünlarla çevrili sıfatıyla tanıtılan İrem şehri, Yemende Ebter ile Şehr arasında Âd kavmi tarafından yapılmış bir şehirdir. Onun etrafında bir sûr olduğu söylenir. Bu sûrun bin adet kapısı olup, her kapının arası bir fersahtır. Şehir altın, gümüş, zebercet, ve yakuttan direkler üzerine bina edilmiştir. O Şehirde yukarıda saydığımız maddelerden oluşan yüz bin direk vardır. Cinler bu şehri Âd kavmi için yapmışlardı. Âd Şeddâd’ın, Şeddâd Sâmın, Sâm da Hz. Nuh’un oğludur. Cinler bu direkleri denizlerin ve çöllerin derinliklerinden çıkarmışlardı. Cinler Hz Süleyman’dan (a.s) dört bin yıl önce Âd b. Şeddad’ın emrine verilmişlerdi. Bu şehirde abdallardan bir grup özel toplantılarında ve bayram günlerinde bir araya gelirler.

Denilir ki; bu şehirde taştan yapılmış bir takım sandukalar vardır. Her sandukanın uzunluğu on ziradır. Onların içinde peygamberlerin kabirleri vardır. Bu kabirlerin içindeki cesetler günümüze kadar bozulmadan kalmıştır. Ancak onlar, kullardan gizlenmiştir. Sehl (rah) bu kabirleri her cuma ziyaret ediyordu. Sehl mahbublardan/Allah tarafından seçilen ve sevilen has kullardan birisidir. Bu anlattıklarımız, Allah'ın büyük kudretiyle kolayca gerçekleşecek ayet ve kerametlerdir.

Madde çok yoğun bir enerjidir... Şöyle ki: En önce Big-Bang'den itibaren evren DÜZ BİR (Willem de Sitter) uzaydı. Salt enerji vardı. Sadece enerji ve hiç madde yoktu. Hiç bir madde yoktu. Orada ve o anda bir TEKİLLİK oldu. Yani Tanrı buyruğu bir tekillik oldu. TERCİH edildi. "Salt enerjinin bulunduğu bir evrene göre NEDEN Madde’nin de içinde bulunduğu KARMA (E=mc2) bir evren doğdu?

Neden madde, enerjiye göre TERCİH edildi?

Rabb’im dileseydi biz EBEDİ enerji kalırdık. Ama enerji ve madde birlikte (eşdeğerlik formülü uyarınca) VAR edildi. Canlı maddeye biyoloji (mesela insan) dersek; canlı enerjiye de CİNLER diyoruz. Böylece salt CİN'den oluşan bir VARLIK türü İLE BERABER, insan (Madde) da HALİFE olarak yaratılmış oldu.

Cinlerin SALT ENERJİ evreni DÜMDÜZ'ün içbükey kıvrılmasından oluşmaktadır. Sanki Dünya’nın çevresi KARA ve içi de GÖKYÜZÜ'dür. Cinler bu Sitter Uzayı’nın İÇİNDE (Oyuk Dünya’sında) yaşarlar. Bizim Dünya’nın içi, relatif olarak cinlere "GÖKYÜZÜ" gibi gelmektedir. Çevredeki atmosferimiz de onlara göre ÇEPEÇEVRE bir DAĞ gibi gelmektedir.

Bu dağın bazı sivri uçları vardır. Bunlardan 7 kaf dağı + Spil dağı = 8 Dağ diye söz edilir. Nuh'un konduğu dağ, Arafat, Amerika'da Meru (Spiel Mount) dağı, Kafkas dağlarının Kartalın tepesi... Bunlar cin (enerji) ile insanın (madde) temas noktalarıdır.

Hiç yorum yok: