Bu Blogda Ara

2 Haziran 2008 Pazartesi

ATEŞTEN-NURDAN GEMİLER


ATEŞ unsurunun yolculuk türlerini insanoğlu yeni yeni bulmaktadır.fakat Kur'an bunu apaçık bildirmiştir.

«KUDRETİMİZE İNANMAYANLARA UFUKLARDA VE KENDİ CİSİM VE NEFİSLERİNDEKİ BÜYÜKLÜĞÜMÜZÜ BİLDİRECEK, KUDRETİMİZE GÖSTERGE OLAN AYETLERİMİZİ MUTLAKA GÖSTERECEĞİZ. TA Kİ BU DİNÎN HAK ÜZERE OLDUĞU TESLİM EDİLSİN!» (Fussilet–23 dikkat. Secde ayetidir!)

Cisimlerin kuruluşu, yani yüzeysel görünümü «Afakî=boyutlara ve zarfa dayanmakta olan biçim geometrisi içerir. Ayetteki ÂFÂK=UFUKLAR ile bilinen olay ufukları, gözlem ufukları, karadelik ve keşfedilecek daha başka olay-rasat ufukları, evrenin keşfedilecek yani bölgeleri, insanoğlunun gözünün görebileceği en son noktanın ardında çıkacağı, yeni ufuklar, yeni menzillere yeni uzay yolculuktan kastedilmektedir.

Ufuklar, bizden büyük, dev mikroskobik kürreler evrenini anlatmaktadır.
«KENDİ CİSİMLERİ» ile anlatılan da, insanın dev evrenle, minik evren arasında TAM ORTADA bir MERKEZ boyut olduğunu (geosantrik değil fakat antropik) bir ölçüt olduğunu anlatır. Gerçekten de insan çıplak gözün göremediğine «SKOP» cihazlarla ulaşır.
İnsanın elinde bir gözlem aracı, örneğin dürbün vardır. Buna düz baktığında uzakları (Teleskop) ters baktığında yakınları (Mikroskop) görmektedir. Dolayısıyla insan boyutu, tam ortada olduğundan antropik (insan merkezli görüş) gerçekleşmiştir. İnsanın kendi biyolojisini keşfetmesi, «Kendi cismi» ile bildirilmiştir.

İnsanoğlu aynı dürbünü ters çevirdiğinde, kendinden küçük mikroskobik, zerreler âlemini görmektedir ki, bu da «İNSANİN NEFSİNE» yöneliştir. Enfüs, öz kimliğimiz olan Nefis'in çoğuludur, iç dizilişimizi (sübjektif yanımızı) anlatmaktadır. Afak = Ufuklar, bu iç diziliş olan Enfus= Nefislerin dış görünüşüdür: Atomaltı parçacıkların dizilişinden atomlar ortaya çıkar ki, atomaltı parçacıklar, asla atoma benzemez. Atomlar molekülleri oluşturur ki, moleküller de asla atomlara benzemez. Moleküller hücreleri oluşturur ve hücreler de insanı. Ne hücreler genlerine ne de insan hücrelerine hiç benzemez. Dolayısıyla, bizi «İÇSEL DİZİ (Enfusî) olarak kuran bu altyapılar, büyüdükçe âfâk (Yüzeysel kuruluş) biçimlerimizi değiştirerek hiyerarşik bir biçim geometrisi (Matrix) kurar.

Enfus teklikten gelir ve ufakları kurduğunda çoklukları oluşturur. Ancak, «BÜTÜNLÜK-AYNILIK ilkesi» uyarınca, her şey temelde birdir. Örneğin bütün maddî ve enerjik evren sadece KUANTLARDAN kurulmuştur.

İnsan ise «KENDİ CİSMİ» sırrındandır. Antropi olarak insan, kendi cismi dışında kalan ufukları algılar. Oysa insanın bedeni, gövdesi cismi enfüs = Nefislerden değildir. Âfâk insanoğluna şahdamarına kadar yakındır. Ama Enfus ona ŞAHDAMARINDAN da yakındır. İnsan ufuklardan sonra kendi yapısında (ve kendi yapısından içerideki süper-mikroskobik yapılar olan) nefsinde de, dış ufukların erişilmez yapılarının özde birleştiğini, birbirinin tıpkısı olduğunu, büyük ile küçüğün şahdamarında aynılaştığını, en uzak ile en yakının, uzayın şahdamarı olan TÜNELLERDE birleştiğini teklik ile çokluğun sonsuz ötesinde birleştiğini görecek, ruhsal yeteneklerini zamanla akademikleştirecektir.

Ateş unsuru yolculuklar, kendi nefsimizin psişik kudretlerinden, ruhsal becerilerimizin sonucudur. En yalın an-tamda, atmosfer dışına çıktığımızda yakıcı kozmik ışınlar içinde seyretmemiz bir «ATEŞ» tipi yolculuktur.

Yine «Güneş'e gidileceği» sırrı da ateş tipi yolcuklardandır, insanın dış ve iç uzayının değişmesi (dış uzaya taşınmamız olan elektromagnetik deşarjlar ve yolculuklar) sonucu kendiliğinden yanma, alev alarak yanıp kül olma da bir ateş tipi yolculuk olup, BEDENSİZ ASTRONOMİ'yi ispatlamaktadır.

İnsanın deri direnci ile ilgili ateş yolculukları da vardır: Kızgın kor ya da alev üzerinde ayakları yanmadan yürüyenlerin deneyimi de bir «Enfusî» ateş-yolculuğu örneğidir. Bunun sırrı da Hz. İbrahim’in yakılması sırasında ateşin gül bahçesine dönmesi mucizesidir.

Ateş yolculukları. Cinlerin doğal yol teknolojisidir. Çünkü onların enerji yapısına bağlı olarak, diğer canlı yaratıkları (Hayvan, bitki, yiyecek vb.) ile bütün eşyaları (Araç-gereçleri) bu ateş (enerji) doğasındandır. Cinlerin bu yapısını açımsamak için yeniden relativite teorisine değinelim.

Eğer bizim maddî bir uzay gemimiz olsaydı ve bu ışık hızına erebilseydi. o zaman, madde kaydından çıkıp, enerji (Ateş) bir gemimiz olacaktı. İşte buna «ATEŞİN TAŞITI» diyoruz. Elektromagnetik her yolculuk bir BİNEK (taşıt) içermektedir.

Philadelphia deneyinde tayfalarıyla kaybolan ve sıçramalı olarak zamanı aşarak türlü yerlerde görünen deney gemisi de bu «Ateş-Taşıt» yani elektromagnetik aşırı yolculukların «binek» ligine birer örnektir. Aynısını tabiat da yapmakta, elektromagnetik fırtınalar, taşıt kaybolmalarına (Şeytan üçgenleri kazalarına) neden olmaktadır. Diğer Enfusi yolculuklar ise özellikle «Öteki âlemlerde» yer almaktadır: Cinlerin ateşten yunmamaları, Zebanilerin (Cehennemin görevli melekleri) ateşten etkilenmemeleri, (Hattâ onların doğal ortamı olan Cehennemi «Cennet kadar serin bilmeleri») Mahşerde, güneşin tam tepemize açılıp uzatılması sırasındaki aşırı sıcağa dirençlerimiz, hep "Ateş-tipi" yolculukları örneksemektedir.

«Öte âlemde» âfâk-Enfus ve cisim BİR ARADA gerçekleşir. Dünyadaki Enfusi ve Cismanî yolculuklar ise bedensiz astronomi (Zikir, yakaza, halvet, keşif, gezici durugörü, hipnoz-telkinle ve OOBE denen astral vizyonlar) ile tecelli etmektedir. (İç uzay yolculukları) Afakî yani dış uzay yolculuklarımız isa bedenli olmaktadır. Bunlar, elektromagnetik fırtınaların uzay-zaman paradoksları, zaman yolculukları, mekân ve tayyı-mekân yolculukları, aynı anda birçok yerde olmak gibi türlü ışınlama biçimlerinde ortaya çıkmaktadır.

Uzay gemimizin ışık hızında «Ateş kökenli=saf enerjik» bir gemi olması ile Cinlerin bunun tıpkısı olan teknolojileri de afaki yolculuklardandır.

Aslında HER VARLIK BİRDİR, fakat değişik hızlara göre değişik görünüm ve yasalar oluştururlar. Hilkat= Yaratılış = Mesih BİRDİR. Ancak, hızlara göre canlılar türlü biçim ve isim alırlar. Melekler ışıktan hızlıdır, Cinler ışık hızmdadır ve insanlar (ile canlılar ve madde) hız olarak ışıktan küçüktür.

Ruh'un tek enfüsî hilkati (Mesihi) olmasına karşılık, bedenlenmiş cisimlerin (Takyon, tardyon, lukson) afaki görünümü birbirinden farklı, fizik yasaları da HIZINA GÖRE rölâtiftir.
Hız sür'atle birlikte MESİH (Yaradılış biçimi) de DÖRT UNSURA bölünmektedir. Bütün bedensel yapılar, TEK BİR ASILDAN yani Simya = Alşimi denen maddenin vahdaniyeti olan TEK' BİR UNSUR olan Süper-maddeden yapılmıştır. Daha sonra bunlar, (doğanın dört kuvveti gibi) dörde ayrılmışlardır: Toprak, su, hava, ateş dört unsuru, en bilinen biçimiyle katı, sıvı, gaz, enerji olan dört hâlin açıklamasıdır. Bunun yanında Simya sırlarını da Cifir ile gözlemleyebiliriz:

«Yaş ağaçtan ateşin çıkması» gibi âyetler, MESİH = Hilkatin bir tek SİMYA ASLINDAN (Maddenin beşinci hâli) doğduğunu bildirir. Kur'an'da gerçekte ölü-diri değil; ayetlerde bildirildiği gibi «Ne yaş ne kuru (Hiç bir şey olmasın ki Allah'tan gizli değildir)» örneği üzere, canlı-ölü değildir. Cifir'in ana konularından biri olan Simya=Alşimi, ticari istismar olarak, örneğin cıvanın altına çevrilmesi, ucuz zenginlik olarak istismar edilmiştir.

Oysa bugün, atom sayesinde uranyum elementi bölünmesinden «İki ayrı» element elde etmemiz, SİMYA'nın atom çağında gerçeklenmesi, doğrulanmasından. Hilkat ya da Mesih'in değişmesinden başka bir şey değildir. Simya bilimi çağımızın kimya bilimini doğuran ve göksel sırları olan en eski laboratuar uygulamalı bilimlerindendir. Nasıl ki 7 bin yıl önceki Astroloji günümüzün astronomisini doğurduysa, simya da kimyayı doğurmuş göksel kaynaklı bir müstakbel bilimdir.

Simya biliminde ateş unsuru (kuru) su tarafından (Yaş) söndürülmektedir. Dolayısıyla, ateş-su birbirine düşmandır. Ama su-toprağın dostudur ve toprağı korumaktan (magma olmaktan) kurtarır. Hava ise ateşin dostudur. Çünkü havasız ortamda ateş, alev olmaz. Hava yanıcı hidrojen ve yakıcı oksijenden oluşmuştur. Bu iki element bir araya geldiğinde «SU» olmakta ve ateşin düşmanı kesilmektedir.

Böylece havanın Meşini değişmiş ve düşmanı SU olmuştur. İnsanın topraktan, Huri kızlarının sudan yaratılması, bu DOSTLUĞUN bir simyasal örneğidir.

Ateşten yaratılan cinlerin ise Cenneti «HAVA» tabiatlıdır. Onların Hurileri HAVA unsurundan yaratılmıştır. Cennetleri insanınkinden farklıdır. Cinlerin Cenneti, yanmaları; cehennemleri ise «Yakmaları» biçiminde eziyet görmeleridir. İnsanların ise yanması eziyettir. Böylece cinler (ve şeytanlar) YAKARAK; insanlar YANARAK eziyet görürler. Bunun tersine cinler yakmayarak, insanlar yanmayarak Cennetlerinde SEFA sürerler.

İnsanın topraktan, hurilerin ve Arş dibinin sudan olması, Cinlerin ateşten, «Cin-hurilerinin» dumandan (Hava-Ateş) yaratılmasının bütün cifir ve Ledünnî sırları yanında DURAKAPALAM, BURAKAPALAM gibi Hind cifirsel araçları ile Tarık Burak ve Refref gibi, "Mir'ac"a yönelik araçların da bir NÛR'dan yapısı olduğunu, bütün değindiklerimizi, izleyen seri bantlarımızda ve yeri geldikçe okurlarımıza ayrıntıyla sunacağız.

Hint aracı Durakapalam Ya da Süryani Turak-ı ğayb âlem (Ğayb âlemlerine giden yolun aracı) Tevrat'ın Tariki Kabala'sı (7 yer altı dünyasının biri olan «Arka»lıların aracı) ve Kur'an'daki TARIK suresine ismini veren «Gece» taşıtı ateş yolculuklarındandır. Hint efsanelerinde Durakapalam isimli bu araç, «İncimsi ışıltılar saçan» anlamında olup. «Gri hiçlik dediğimiz, uzay-üstü uzayın kurşuniliğinde tek «hareketli» dolayısıyla tek ışık saçan taşıttır. Tibet efsanelerinde de «Turakapalam» diye bilinen ve son Rus çarı ile şimdiki Çin hükümetinin resmen aratmakta olduğu Durakapalam, belgelerde uzay üstü uzay'a (Galaksiler üstü uzaya) ışık hızıyla çıkabilmekte, sonra seçilen bir uzay bölgesine ve ZAMANA inmekte olan imtiyazlı bir taşıttır. Fransız Cedir, yazdığı eserde Durakapalam'ın «Defne külü» ile çalışan «Şeffaf cam balon» biçimi olduğunu yazmıştır. Bunun benzerine Nur suresi 35. âyette de rastlıyoruz : «ALLAH GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'NUN NURU, İÇİNDE ATEŞ KAYNAĞI BULUNAN, KÜRESEL BİR DUYA BENZER O KAYNAK DA BİLLUR SIRÇA (Cam ampul) İÇİNDEDİR. BU CAM, SANKİ MÜCEVHER IŞILTILI BİR YILDIZDIR. NE DOĞUDA NE BATIDA YETİŞMEYEN MÜBAREK BİR ZEYTİN AĞACINDAN (Yakıtı) YAKILIR. Kİ, NER-DEYSE ONA ATEŞ DEĞMESE DE YAĞI (Yakıtı) IŞIK VERİR! BU DA NUR ÜSTÜNE NURDUR. ALLAH DİLEDİĞİ KİMSEYİ NURUNA İLETİR. ALLAH İNSANLARA ÖRNEK VERİR. ALLAH HER ŞEYİ BİLİR.»

Bu âyet, en yüzeyde bildiğimiz elektriğin ve ampulün haberciliği yanında, «Nur üzerine nurdur» diyerek, iki- ayrı dalga boyunun TEK DALGA BOYUNA eşleştirilmesinden elde edilen LASER'in ANA İLKESİNİ de haber vermektedir. Elektriğin bilinmediği dönemde ampul neyse, elektriğin bulunmasında da Laser'i bilmeyişimiz odur. Aynı mantıkla Laser çağında da Durakapalam teknolojisini hayal edemeyişimiz de benzeri bir çaresizlik oluşturuyor.

Durakapalam, «Ampul» biçiminde ve bir C'AM koruyucu içindedir. Uzay-üstü-uzay'a çıkmaktadır ki, bu bildiğimiz evrenin «Ne doğusu ne batışındır. Durakapalam'ın yakıtı, (Peter Colossimo'nun da kitaplarında da yazdığı gibi) «Defne» külüdür. Bilindiği gibi defne ve ZEYTİN aynı, akraba ağaçtır. Bir defne dalı ile Zeytin dalı arasında HİÇ BİR FARK yoktur. Durakapaiam mit'i ile Kur'an'ın «Zeytin» ağacı arasındaki BENZERLİK tamdır.

Kur'an'da «Ağaçlar» vardır. Örneğin, Son sedir ağacı (Sidretül Münteha) Cennet'e varıldığında görülecek bir ağaçtır. Sanki Zeytin ağacı da onun tersindedir, batı ve doğuda değildir. Bir anlamda Sedir ağacı gibi aktüel evren dışındaki «Kuzey-Güney» de yetişmektedir. Durakapalam'ın TARIK'ı işaret ettiği Ledünnî olarak da doğrulanmaktadır. Uzay-üstü-uzayda bulunan (Kendinden başka hiç bir ışığın bulunmadığı ve «Kendisi ışık saçan» Tarık'a basit anlamda «Gece gelen yıldız, Erke= Arka yıldızı» tefsirleri yakıştırılmıştır. Tarık Batınî anlamda "Karadelik" ile ilgili olup, bâtıl anlamda da onu ve Nur-36'yı «Ucan daire gibi adlandıranlara» malzeme olmuştur.

Tarık terimi, Nûr'un Cifirinden olduğu için Tarık'ın isminin açıklaması için Nûr–35 ve 36. ayet konuşturul-maktadır. Kur'an'da sure isimlerinde (Bir anlamda kafiye diyebileceğimiz (benzer harf sayısı %66 olduğunda Cifir yolu izlenir.) Tin, Cin ve Tûr-Nûr Nûr-Nûh gibi) Tarık suresine ismini veren «TARIK» BİNEĞİ EBCeD olarak. (T=400, R=200, K = 100 biçiminde düzenli yarılanmakta, toplamı 700 EBCeD sayısını vermektedir. 700'ün bağıl değeri EBCeD'de tek başına Zel diye okunan ince Z harfidir mutlak değeri ise 7 olup, yine aynı EBCeD tablosunda kalın okunan Z=Zâl harfinin karşılığıdır. Zil-Zal, Zez-Zağ (Zig-Zag) in da ismini veren bu değerin Meleğinin karşılığı olan «Şifre, birbirini izleyen çift ayette saklı sayılmaktadır. Şifreyi, 700 ile 7 arasında kalan (70) ondalık değerini ikiye bölerek saptarız. Yani 35. âyet ve devemi olan 36. ayetle «KONUŞULUR» Nûr-35 Tarık sûresinin adresini verir.

Kur'an'da olan her şey, daha önceden insanların toplu biline altına verilmiştir. Gizli bilimler Durakapalam teknolojileri ve efsaneleri de («Harut-Marut» isimli bir çift meleğin insanlara gökten indirdiği ve bildirdiği kozmik sırlar) gibidir. Gerçekten ikisi arasında aşırı benzerlikler gözleyebiliyoruz. (Doğrusunu ALLAH bilir!)

Nûr–36. âyet de, 35. âyetin «Allah, dilediği kimseyi Nuruna iletir» şifresinin açıklamasıdır.

«(o şey) Allah’ın yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onun içinde sabah-akşam o'nu teşbih ederler.»
Bir takım «İmtiyazlı kimselerin» ya da Allah'ın seçkin ve salih kullarının Durakapalamlı «Uzay-üstü-uzay» yolculuğuna izin verilmiştir. 35. Ayetteki «Allah insanlara örnek verir» açıklaması bu aracın varlığının örneksendiğini yani imâl edildiğini açıklar.

Nûr'un kafiyelisi «Tür» süresidir. Tür ise Sina'da bir dağdır ve o dağ ayrıca Tin suresi'nde ikinci âyette de geçmektedir. Tin incir demektir ve «Süper Uzay» bir kesilmiş İncir gibidir.

İlk âyette İncir ve Zeytin’e and verilerek başlanır, sonra ikinci âyet ile Tür dağına da and verilir. Ayetteki «Zeytin» Durakhapalam'ın Ne doğuda ne batıda yetişmeyen Defne-Zeytin ağacı ve yağı ile Cifirde buluşmaktadır.

Harût'un sırrı Durakhapalam gibi Marufun sırrı BURAKHAPALAM (Hind-Sind-Sanskrit-Süryan tılsımlarındaki) “Burakı ğayb âlem» cifirindendir. Resulullah'ın Mir'acındaki «BURAK» denen bineğini hemen her okuyucu duymuş olmalıdır. Burak evrenin en hızlı aracı olup, «Bir anda ufukları» (Evrenin çapı ile ölçülen olay-rasat ufuklarını) aşmaktadır. Işığın BİN YILDA aldığı mesafeyi bir günde almaktadır. Her bir ufuk, onun için bir adımdır. (Hadisi Kudsilere göre)

Burak'dan' daha hızlı olan araç ise REFREF olup, ışığın 50 bin yılda aldığı mesafeyi bir günde kat etmektedir. Refref için «Minder, seccade, yaygı» yakıştırması yapılmıştır. Burak ve Refref Resulullah'dan başkasının binmediği, kişiye özel bir çift araçtır.

Hiç yorum yok: