Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

GÖK KAPILARI


Karadelikler Bir Gök Kapısı mı?

Kur'an-ı Kerim'de "semanın görünmez kapıları"na dikkatimiz çekilir. Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, "sema kapıları" ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kâinatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? Kur'an-ı Kerim'de yer alan "sema" teriminin, bugünkü mânâsı ile "uzay-zamana" karşılık geldiğini söyleyebiliriz.

Bir türlü çıkamadığımız kâinatın dışına nihayet çıkabilecek bir kapı bulduklarını düşünen astrofizikçilere göre de, karadelikler bir uzay-zaman kapısıdır. Kur'an'ın rehberliğinde kâinattaki sırlara yorum ve açıklama getiren Bediüzzaman'a göre gökteki yıldızların bir kısmı Ahiret âlemlerine bakmaktadır.

Paralel Evrenler ve Karadelikler

Uzay gerilmiş bir ağa benzetilebilir. "Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?" (Mülk-3) âyeti uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğünün de işareti olsa gerek.

Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine "oturmuş" bulunan büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülür. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına gelmektedir. O bölgede uzay-zaman ağı eğilip bükülmekle kalmaz, âdeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle delinmektedir. Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır.

Karadeliklerin tesir sahasını bir "huni" şeklinde tasvir edebiliriz. Bu bölgenin en geniş sınırı "olay ufku"dur. Bir de çekim tesirinin olağanüstü arttığı, âdeta sonsuz hale geldiği bir bölge vardır ki, burası "huninin" inceldiği uç kısmı teşkil eder ve "tekillik" (singularite)" adını alır. Tekilliğin ötesi farklı kanunların geçerli olduğu bir bölgedir. Bir kısım bilim adamının kanaatine göre karadelikler, kendi varlığı ve öz hacmi ile kendi "dışına" taşmakta; "uzay-zamanı" da beraberinde götürerek bizim âlemimize benzemeyen "farklı" bir âleme geçiş kapısı görevi görmektedir.

Kozmoloji ile ilgili eserlerinden tanıdığımız ünlü fizikçi Paul Davies bu konuda: "Uzay, çok karmaşık bir şekilde 'zamana' bağımlıdır. Uzayın 'gerildiği ve büküldüğü' gibi, zaman da 'gerilir ve bükülür." demektedir.

Zamanın 'donarak' ebediyen durması, karadeliklerdeki tekilliğin (singularite) en belirgin özelliğidir. Zamanın durması, zamanın "sabit" kalması; fizik kanunlarının geçerliliğini kaybederek; uzayın bütün öz ve özelliğini yitirmesi ve yepyeni bir başka kâinat'ın içine girilmesi demektir. "Orası" bizim evrenimize hiç benzemeyecek, zaman, madde ve boyutlar farklı keyfiyete bürünecektir. Alıştığımız değer birimlerine sığmayacak özelliklere, fiziğin dar kalıpları ile açıklama getirmek zor görünüyor.

Kâinat dışına açılan "kapı" arayan astrofizikçiler için karadelikler umut kapısı olmuştur. Esasen paralel evrenler, "karşı" âlemlerin yani ahirete ait dünyaların varlığına işaret eden ilgi çekici bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bizim dışımızdaki evrenleri tasavvur etmek kolayca mümkün olmadığından, başka kâinatlar konusuna önceleri şüphe ile bakılmıştı. Ama bazı fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi. Üstelik matematikî denklemler de mücerret kâinatlara işaret ediyor, mücerret uzayları kabul etmeden ve dikkate almadan yapılan hesaplamaları yanlış çıkarıyordu.

Gelişen olaylar gittikçe ışık hızından binlerce ve milyonlarca daha hızlı mücerret elemanlardan kurulu ve örülü evrenlerin varlığına destek veriyor ve konuya sıcak bakan uzmanların sayısını artırıyordu.

Gelişen bilim, madde ve uzay konusunda yepyeni kavramlar getirdi. Önceleri maddenin bu kadar kısa ömürlü olacağı kimsenin hatırına gelmemişti. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesinin sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getireceği tahmin edilemezdi. Eskiden değişmez ve dokunulmaz ilân edilen ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensiplerinin karadeliklerde alt üst olacağı tahmin edilemezdi.

Bu kâinat niçin yaratıldı ve niye yok ediliyor? Beklenen karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı?

Bu konular günümüzde sadece dinî sohbetlerde yer almakla kalmıyor, en modern astronomi merkezlerinde de yer alan tartışmalar arasında bulunuyor.

Mecerra yahut, Şemsü'ş-Şumus: Karadeliklerin ötesi

Uzayın dışına çıkabilecek tüneller olarak vasıflandırılabilen karadelikler kıyametle ilgili bazı hadislerin yorumunda bizlere ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarıyla "Mecerra ve Şemsü'ş-Şumus" konusuna bazı yaklaşımlarda bulunabiliriz. Ayrıca uzay ve kozmos ile ilgili âyet ve hadislerin üzerinde de bu çerçevede bazı yorumlarda bulunmak mümkündür.

İlk hadis müellifi olarak kabul edilen San'ani'nin kayıtlarında Peygamberimiz'in (sas) şu sözlerine rastlıyoruz: "Bana günler sunuldu. Cuma gününü gördüm; onun güzelliği ve nuru hoşuma gitti. Orada siyah nokta şeklinde bir şey gördüm. "Bu nedir?" diye sordum. "Kıyamet onun içinde" kopacaktır" denildi. Hadisin diğer bir geliş şeklinde, "Cuma günü bir aynada bana gösterildi." denmektedir. (Abdürrezzak San'ani, Musannef, III/256, No. 5559, 5560).

Hadiste yer alan ve kıyametin onun içinde kopacağı belirtilen "kara nokta" ile anlatılmak istenen nedir? İslamî literatürde yer alan "Mecerra" ve "Şemsü'ş-Şumus" tabirleri ile ne anlatılmak istendiği konusunda âlimler çeşitli yorumlar yapmışlardır. Kıyamet sırasında göğün yarılacağını, kapı kapı açılacağını ifade eden âyetin (Gök yarıldığı zaman -ve hep yapageldiği gibi- Rabb'inin buyruğunu dinlediği zaman) tefsirinde Hz. Ali (ra)'nin göğün "Mecerra"dan çatlayıp yarılacağı, açıklaması hayli dikkat çekmektedir. (Kadı Beyzavi, II/592; âyet için bkz. İnşikak. 84/1-2). Astrofizikteki gelişmeler çerçevesinde şimdi bu haberleri daha kolay kavrama imkânına sahibiz. Bilindiği gibi karadelikler için en belirgin özellik ağ şeklinde ve sağlam bir surette tesis edilen uzayın "çatlayıp delinmesidir." Mevcut bilgilerimize göre âyetlerin vurguladığı "sema yarılmasını" şehadet âlemi olarak idrak ettiğimiz fizik dünyanın, yani uzay-zamanın değişerek farklı boyutlara kapı açılması olarak yorumlayabiliriz.

Kur'an bize her zaman ipuçları vermekte ve birçok yerde de bunların "anlayan, akıl sahibi ve bilgili kimselere misâl, âyet (ipucu, delil)" olduğunu tekrarlamaktadır. Enbiya-32'de "Göğü de dengesizliğe düşmekten korunmuş bir tavan durumunda yarattık." ilâhî fermanı bu gök tavanının arkasında başka dünyaların varlığına akla kapı açmaktadır. Semanın yani uzay-zaman denen fizikî kâinatın sağlam bir yapıda olduğu yanında, "çatlaksız" olduğu da (Mülk-3) açıkça anlatılmaktadır. "Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?" buyurulmaktadır. Ancak kıyametle ilgili ayetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli vurgulanır. "Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir." (İbrahim, 14/48) âyeti de kıyamet esnasında bu "çatlaklarla" ahiret âlemlerine kapı açılacağı açıkça belirtmektedir.

Şemsü'ş-Şumus

Çok hassas ve ileri bir çekim ölçme cihazı olan Weber dedektörünü kendi galaksimiz olan Samanyolu'nun merkezine yönelttiğimizde belli şiddette bir karadeliğin bize ulaşan çekim ışımasını kaydederiz. Bu, galaksimizin tam merkezinde bir karadeliğin bulunduğuna işaret etmektedir.

Gerçekten de galaksimizin merkezinde çok şiddetli kozmik hadiseler cereyan etmektedir. Oradan alınan ışınlar merkeze yerleşmiş dev bir karadeliğin bulunduğunu göstermektedir.

Galaksimizin güneşi diyebileceğimiz bu karadeliğin tahminen üç milyon Güneş'e eşit kütlede ve birkaç ışık saniyesi (bir ışık saniyesi 300.000 km) çapında olduğu tahmin edilmektedir. Onun çekim gücünün büyüklüğünü anlamak için Güneş'in Neptün gezegenine yaptığı çekim tesirini ta on ışık yılı uzaktaki bir gök cismine uyguladığı söylenir. Karadeliklerin ağırlığını yani çekiminin şiddetini ise bir çay kaşığı kadar miktarı 40 milyar ton gelen nötron yıldızları ile kıyaslayabiliriz. Karadelikler, nötron yıldızlarından yüz binlerce defa daha ağırdır. Her karadelik gibi Samanyolu merkezindeki karadelik de durmadan yutmaya devam etmekte, gitgide büyümekte ve güçlenmektedir. Yani tesir sahası gittikçe artmaktadır. Uzun kırmızı ötesi (infrared) astronomisinin tesbitleri, her saniye Güneş Sistemi'nin 50 km hızla onun yutulma sahiline yaklaştığımıza göre, dünyanın sonu bu karadelik yoluyla mı olacak? sorusu gündeme gelmektedir.

Son yıllarda ortaya çıkan tesbitlere göre de dünyayı kendisine çekip götüren sadece galaksi merkezindeki karadelik değildir. Sürdürülen seri hesaplamalar ve hassas gözlem ve araştırmalarla, Güneş'in de kendi- ne has bir hareketi olduğu anlaşılınca, bilim dünyası büyük bir şok daha geçirdi. Güneş, Herkül Burcu yakınlarındaki ve ismine VEGA denen bir yıldıza doğru hareket halindedir. Güneş'in bu hareketinin, Kuzey Kutup Ekseni ile 37 derecelik bir açı yapacak şekilde gerçekleştiği ortaya çıkmış ve bu açıya bilimciler, "solar apex" adını vermişlerdir. Güneş, işte bu Vega yıldızına doğru her saniyede 20 kilometrelik bir hızla hareket halindedir.

Güneş'in bu hareketine, çekim gücü sebebiyle sisteme dahil bütün gezegenler gibi üzerinde yaşadığımız yaşlı ve yorgun Dünya da iştirak etmekte; böylece Güneş Sistemi belli bir doğrultu boyunca, hiç şaşmadan, şaşırmadan yoluna devam etmektedir.

Güneş Sistemi galaksi merkezine doğru hareket etmekle birlikte bir miktar sapma göstermektedir. Acaba Güneş'imiz galaksi merkezine doğru olan rotasındaki aykırılığın kaynağı ne olabilir? Aykırılığı telâfi etmek için bizi çeken başka bir merkez daha olmalıdır. Bu eğer beyaz cüce veya pulsar olsaydı görülürdü. Eğer bu bir kara cüce yahut nötron yıldızı olsaydı, uzun süreçler gerektirirdi. Bu çok zayıf ihtimal göz ardı edilirse, tek bir açıklama kalıyor geriye... Bu bir karadelik olmalıdır.

Bir karadelik veya mini mini bir kara nokta, her zaman her yerde birden karşımıza çıkabilir. Aniden burnumuzun dibinde veya yanı başımızda bitebilir. Karadeliklerin ışıyan yıldızları itip-kakma örneği, evrende çok yaygın olup, şimdi tahmin ettiğimizin on ile yüz katı daha çok olması beklenmektedir: Karadelik uzmanı Kipp Thorne'a göre en ihtiyatlı bir ölçümle, yalnız Samanyolu kollarında bir milyon karadelik bulunmaktadır. Kısacası evren, tasavvurumuzun çok üstünde karadelik barındırmaktadır.

Güneş'imiz diğer güneşlere göre istisna olarak tektir. Güneş'imizin bir ikizi nin olması gerektiğini gök bilimciler kabul etmişlerdir. Güneş'imizin yakınlarında bir yıldız ışıması olmadığına göre "Güneş'in eşinin" erkenden bir karadeliğe dönüştüğü üzerinde durulmaktadır. Uranüs, Neptün, Plüton gezegenlerinde de çekim dengesizliğinden söz edilmektedir.

Güneş Sistemi'mizde kaç tane gezegen olduğunu dahi doğru dürüst bilmemekteyiz. Plüton gezegeninden sonrasını göremiyoruz. Güneş Sistemi'mizde bugün bilinen dokuz gezegen vardır. Ancak bu çok eski bir bilgidir. Bazı uzmanlara göre Güneş Sistemi, on iki gezegenden ibarettir. Bunlardan birisinin parçalandığı tahmin edilmektedir. Tietz-Bode, Güneş Sistemi'nin çapını Dünya ile Güneş arasını bir birim kabul ederek 374,8 birim olarak hesaplamıştır. Plüton gezegeninden sonraki mesafeye tam üç gezegen sığmaktadır.

Meselenin başka bir boyutuna gelince, Güneş Sistemi'nde on iki gezegenden söz eden Bediüzzaman, Güneş'in manzumesiyle beraber Şemsü'ş-Şumus'a hareket ettiğini Kur'an'ın işareti olarak dile getirmektedir.

Şemsü'ş-Şumus'u çok daha büyük bir yıldız olarak kabul ettiğimizde erken ölüme mahkum olmuş ve karadeliğe dönüşmüş Güneş'in ikizi olacaktır. Büyük yıldızların yakıtlarını küçüklere nisbetle çabucak bitirdiğini bu yüzden de "ölüme" erken gittiğini burada belirtelim. Hatırlatacağımız diğer bir nokta ise, büyük yıldızların sonunun karadelik haline gelmektir.

"Veşşemsu tecri limüstekarrin leha" (Yasin 38) âyeti (Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde) Güneş'in manzumesiyle beraber Şemsü'ş-Şumus'a doğru hareketine işaret eder."

Diğer açıklamalara da göz atalım:

"..Ta Şemsü'ş-Şumus'un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır." (Barla Lahikası, 325):

Dünyanın ömrü ise Şemsü'ş-Şumus'un hareket-i mihveriyesi ile hâsıl olan eyyam iledir. (Barla Lahikası, 326):

"Ve Şemsü'ş-Şumus'a tâbi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü, Şemsü'ş-Şumus'un işarat-ı Kur'anîyede ile her bir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla..."

"Şemsü'ş-Şumus'a tâbi dünyaların bekâ âleminden olduğu ve dünyamıza baktığı..."

Bu ifadelerden çıkardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:

- Güneş sistemi topluca Şemsü'ş-Şumus'a doğru yol almaktadır.

- Şemsü'ş-Şumus ahiret ve bekâ âlemlerindendir. Yaşadığımız fizikî dünyadan farklı bir âlemdir ve önemli görevler yüklenmişlerdir.

- Şemsü'ş-Şumus'ta geçerli zaman akışında bir gün, bizim ölçülerimize göre elli bin seneye eşittir. Buralarda zaman olağanüstü genişlemiştir. Bu zaman ölçüsü başka ayetlerde meselâ meleklerin sürati için dile getirilmektedir. Bu hızın, bekâ âlemlerinin, nurun hız ve zaman akışı olduğunu düşünebiliriz.

Tarihî kayıtlarda Rabbü'ş-Şıra adlı bir güneşten söz edilir. Eğer gerçekten böyle bir güneş var idiyse, şu anda böyle bir güneşin görünmemesini, onun karadelik haline gelmesi ile açıklayabiliriz. Bilindiği gibi fezada bütün yıldızlar çift olarak bulunurlar. Güneş neden istisna olarak tek yıldız halinde bulunuyor? Eğer Güneş bir istisna olarak yaratılmamışsa onun da bir eşi olmalıdır ve Güneş'ten daha büyük bu ikiz şimdi karadelik olarak yerini almış olabilir. Uzayda birçok örneği görüldüğü gibi, daha önce karadelik haline gelen yıldız, zamanla eşini kendine doğru çeker ve sonunda onu bütünüyle yutar.

Galaksi merkezindeki karadelikten başka, 6.000 ışık yılı uzaklıkta bulunan Cygnus X-1 çift yıldız sistemindeki mavi dev HDE-226868 en yakınımızdaki karadelik olup, dünyada görebildiğimiz ikizinden devamlı surette madde yutmaktadır. Bu karadeliğin ikizinin yuttuğu maddenin içeri girerken sıkışarak ısınması sonunda dışarı çıkardığı âdeta ölüm çığlığı niteliğindeki röntgen ışınları, dünyadan kolaylıkla gözlenebilmektedir.

Yakın zamanlarda ortaya çıkarılan bir diğer gerçek ise çok daha şaşırtıcıdır. 1987 yılının bir sabahında, dünyanın önde gelen yedi bilim adamı, Washington' da bir araya geldi. Tartıştıkları konu şuydu: İçinde Güneş gibi 200 milyar yıldız barındıran Samanyolu, tarifi imkânsız bir hızla uzayda nereye gidiyordu? Astrofizik alanında isim yapmış bu yedi uzman, kısa süren bir tartışmadan sonra çalışmalarını ortak bir raporla bilim dünyasına duyurmaya karar verdiler. Samanyolu yıldız adası, saniyede 700 kilometrelik bir hızla, 300 milyon ışık yılı uzaktaki Hydra-Cenaurus adı verilen bir galaksinin de ötesinde bir bölgeye doğru büyük bir hızla sürükleniyordu. Bu bölgede, on binlerce galaksiyi içine alacak büyüklükte, şimdiye kadar görülmemiş olağanüstü çekim gücüne sahip bir cisim vardı. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda bu çekim sebebinin bir karadelikten kaynaklandığı anlaşıldı. Bu karadeliğin adına Büyük Çekici mânâsında "Great Attractor" adı verildi. Samanyolu'nun bu hareketine ise Garip Özel Hareket manasında "Peculiar Motion" dendi. Takip eden birkaç sene içindeki çalışmalar en az 900 galaksinin bu Büyük Çekici'nin tesiri altına girdiği- ni ve korkunç hızlarla ona doğru sürüklendiğini ortaya çıkardı.

Mecerra

"Gökler kapı kapı açılır, her tarafı kapı haline gelen gökten melaike orduları birden indirme yapar." (Nebe, 78/19) âyetine göre açık kapısı olmayan ve geçit vermeyen uzay-zaman dört boyutlusunun kıyamet günü açılacağı ilk etapta akla gelmektedir.

Nebe-19'da, "Gök kapı kapı açılacaktır." ayetinin kozmik izahını nasıl yapabiliriz? "Gök kapılarının" ne olduğu konusunda tefsirleri incelediğimizde birçok müfessir, açık ve yakın manalardan ziyade uzak manalara yer verir. Peygamberimize atfedilen "mecerra" ifadesi üzerinde yoğunlaştığımızda bazı ipuçlarına ulaşabiliyoruz. Tefsir yorumcularından bazılarına göre "mecerra" ile Samanyolu kastedilmektedir. Yaptığımız araştırmada, Kuran'ın ilk yorumcularından ve bizzat Peygamberimiz'den (sas) ders almış olan İbn-i Abbas'ın açıklamalarını konumuz açısından dikkat çekici buluyoruz. Peygamberimiz'in (sas) ifadelerine göre "Mecerra" sema kapısıdır ki, sema buradan yarılacaktır. Taberani'nin eserinde bulunan bir sözü ise şöyledir: "Gökte bulunan mecerra, arşın altındaki yılanın teridir (salyası)."

Peygamberimiz (sas) o gün anlaşılmasında zorluk bulunan ince ve yüksek hakikatları çoğu kere teşbih ve mecazlar yoluyla anlatmıştır. Karadelikler için yapılacak en uygun benzetmelerden birisi de "yılan" lâfzıdır. İki uzayı birbirine bir tünel-hortum şeklinde bağlama özelliği sebebiyle karadelikler için bilim dünyasında "Worm hole" yani "solucan deliği" tabiri kullanılmaktadır. Yılan bünyesine göre iri şeyleri yutabilmekte ve yutulan şeyi "dar ve uzun bir tünelden" geçirmektedir. Karadeliklerin Şehadet Alemi'ni Arş'a bağlayan tünel olduğu ihbarı da bu hadisin ifadesinden sezilebilir.

Geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla -Genel Relativite'nin de ispatladığı üzere- göklerin uzay-zaman düzlüğü Kuran'a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kâğıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer. Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Karadelikler konusunda dünyada ileri derecede uzmanlaşmış birkaç kişiden birisi olan Stephen Hawking Zamanın Kısa Tarihi adlı eserinde, kâinatımızda "görülen" yıldızlardan daha fazla karadeliğin mevcut olduğunu belirtir. Hatırlayalım ki, sadece bizim galaksimizde 200 milyar görünen yıldız var! Bu durum tabii ki, ilim adamlarını "Acaba kıyamete bir adımlık mesafe mi kaldı? Siyah deliklerde kaybolan madde, ısı ışık nereye gidiyor? Bunlar gerçekte yokluğa mı gidiyor?" diye de sormak mecburiyetinde bırakıyor.

Nitekim astrofizikçiler, bir türlü dışına çıkamadığımız kâinatın, belki de dışına çıkabileceğimiz bir kapı bulduk diyorlar. Meselâ Kur'an'da geçen "göğün görünmez kapıları" siyah delikler ise, o zaman ahiret âlemleri fazla uzağımızda bulunmuyor demektir.

"Karadeliğin tekilliğinden sonra ne vardır?" sorusuna, "Hiçbir şey yoktur." şeklinde verilen bir cevap herhalde hiç kimseyi tatmin etmez. İspatı şimdilik yapılamayan ancak ağırlıklı desteklemelerle ileri sürülen ve çok sayıdaki bilim adamının inandığı "Akdelikler" (White Holes) gündemin ilk maddesini oluşturuyor. Tartışmalar şu noktada odaklaşıyor. Diyorlar ki, karadeliğin tekilliği bir başka evrenin bir başka tekilliği ile dar bir tünel şeklinde, kum saati gibi birleşmiştir. Bir başka evrenin tekilliği, o evrenin akdeliğidir. Akdelikler, karadelikler gibi çevresindeki her şeyi yutmazlar. Aksine onlar, kendisine ulaşan her şeyi dışarı püskürtüp fırlatır. Karadeliğin aksine çok aydınlık olan bu bölgelerde çekme yerine itme ve kaldırma söz konusudur. Buradaki çekime gravitasyon diyorduk. "Oradaki" özellik çekiş değil itiştir (levitasyon).

Akdelikler aslında Big-Bang gibi yeniden doğuşu temsil etmektedir. Ayet-i Kerime, âlemin toplanıp dürüldükten sonra tekrar ilk haline iade edileceğini bildirmektedir. "Gün gelir, gök sahifesini, tıpkı kâtibin yazdığı kâğıdı dürüp rulo yapması gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak, diriltmeyi de Biz gerçekleştiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddır. Bunu gerçekleştirecek olan da Biziz." (El Enbiya, 104

Prof. Dr. Osman Çakmak


Gökadalar-Aknoktalar Ve Karanoktalar

Zamanımızda ortaya çıkarılan Ak ve Kara Noktalara Kur'an-ı Ke-rîm'de ve Hz. Muhammed (571-632 m) aleyhissalatü vesselamın sözlerinde açık bir şekilde değinilip değinilmediğini bilemiyoruz. Fakat bir kısım âyet ve hadislerin içerdikleri anlamların bir nebze de olsa bu konuda anlatılanlara uygun düştüğünü söyleyebiliriz. Yahut Kur'an ve Peygamber (S)'den gelen bazı hadisler ak ve kara noktalara açıkça değiniyorlar da biz bilgi eksikliğimizden bu açıklığı göremiyoruz. Bu ancak uzay bilginlerinin açıklığa kavuşturacağı bir iştir. Biz sâdece onlara yardımcı olacağız. Nitekim onlar da, bizim varlık ve gökler hakkındaki Kur'an âyetlerini ve Peygamberin ilgili sözlerini doğru bir şekilde anlamamıza yardımcı oluyorlar.

Günümüzde bilginlerin söylediklerine göre, gökada yani galaksilerin veya göklerin derinliklerinde, bir ayak topu kadar yahut daha küçük, siyah ve bunun gibi de beyaz ve fakat akıl almaz güçlere erişmiş nokta cisimler ve diğer adlarıyla ak ve kara delikler vardır. Bunlar, dünyamızdan yüz binlerce daha büyük bir gezegeni ve milyonlarca kere daha büyük yıldızları yutup yok edebilmekte ve yok olanı da yeniden varlık hayatına döndürebilmektedirler. Bunlardan yıldızlan yok edenlere Karanokta veya Kara delik, yok olanı yeni bir varlık hayatına döndürenlere de Aknokta denilmektedir. Veyahut ta aynı nokta her iki tarafıyla iki ayrı işlemi yapabilmektedir. Eğer verilen bilgiler doğruysa bu kadar küçük bir nokta cisim, sayısız denecek kadar çok yıldızı kendi deliğinden geçirip onları imha ve yok etme gücüne sahip olabilmektedir. Buna göre, dünyanın, bir iğne deliğinden geçirilişine inanmak gerekecektir. Biz şimdi bazı âyetlerin ve sonra da bazı hadislerin bu anlatılan hususa muhtemel temaslarına yer vereceğiz. Şimdi şu âyetlere bakalım: "And ederim o geri dönen (yıldız)lara. Akıp akıp yuvalarına giden (yıldız)lara. Kararmaya yüz tuttuğunda geceye. Nefeslendiği zaman sabaha"(1)

Bir kısım müfessirler, bu âyetlerde, isimleri belli bazı büyük ve parlak yıldızlardan söz edildiği görüşündedirler. (2) Başta Hz. Ali (r.) olmak üzere diğer bir kısımları da burada tüm yıldızların sözkonusu olduğunu, savunurlar. İlk âyette geçen "el-Hunnes” kelimesine; genellikle, gündüz gözden kaybolup gece ortaya çıkan yıldızlar, anlamı verilirken, ikinci âyetteki "künnes” kelimesine de; yuvalarında gizlenen yıldızlar anlamı verilmiştir. Aynı kökten gelip vahşi hayvanların ve özellikle de ceylanların yuvaları anlamına gelen "kinâs" içinde bu hayvanların saklanmaları ile yıldızların bu durumları arasında bir benzerlik kurulmuş gibidir, "el-hunnes" belli yıldızlardan ibaret görenler, onların yeniden kendi seyir yerlerine dönmeleri sebebiyle bu isimle anıldıklarını, söylerler. Çünkü bu kelimenin geriye dönme gibi bir anlamı da vardır. Bu meyanda İbn Kuteybe (ö. 276 h/889 m) gibi eski bir müellif, yıldızların da güneş ve ay gibi, burç ve menzillerde dolaşıp en sondan da gene geriye döndüklerinden söz eder. "hunnes " gecikme anlamını da taşır. Bunun için ona; şaşkın bir şekilde dolaştıktan sonra dönüp yolunu doğrultan ve bu yüzden geciken yıldızlar, anlamını verenler de çıkmıştır ki İslâmî ilk asır bilginlerinden İbn Zeyd bunlardandır. Bu şaşkınlık dolayısıyla yıldızın doğuşunda her yıl gecikmeler olur. İkinci âyette geçen ve akıp gidenler anlamında ki "el-cevârî” kelimesinden hareketle dilci müfessir Zemahşerî (467-538 h/1074-1143 m) bu yıldızların sabit değil de gezegen oldukları hükmüne varmıştır. (3)

Söz konusu olan yıldızlara âyetlerde özel bir yer verilişinin elbet bir sebebi olmalıdır. Burada onların İbret verici durumlarına dikkatimizin çekildiği açıktır. Yıldızlar bu isimlerim kendi durumlarından veya sıfatlarından almışlardır. Yıldızların gündüz görünmez olup gece ortaya çıkmaları biçimindeki yorumun olduğu da bilinmektedir. Yıldızların da bir güneş gibi battığına ilişkin görüşe gelince bu, konumuz açısından olmasa da onların da gezegenlere sahip bulunmaları bakımından önem taşır. Çünkü bir güneş kendi gezegenleri üzerinden batar. Müfessirlerin pîri sayılan İbn Abbas (ö. 68 h/687 m) ise bir görüşünde bu yıldızların gökada’yı (mecerras) katletmelerinden ötürü böyle anıldıklarını söyler(4) ki bu onların çok büyük bir gökada yörüngesini dolaşmaları açısından önem taşır.

Yıldızların açıklandığı biçimde bir duruma gelişlerinden sonra gece ve gündüzden, diğer bir ifâdeyle karanlık ve aydınlıktan bahsedilmesi, bunların yeryüzü gecesi ve sabahı olup olmayacağı konusunda bir şüphe uyandırmaktadır. Ayette, nefes alıp veren bir sabahtan söz edilişi, üzerinde sabah cereyan eden kürenin âdeta bir rahatlığa kavuştuğunu anlatmaktadır. Nitekim Neysabûrî (ö. 728 h/1328 m) bunu, sıkışıp darda kalan bir kişinin daha sonra rahatlamasına benzetmiştir. (5) Karanlığa gömülme tarzında tercüme ettiğimiz fiili ve türevlerinin ise; bir şeyin dolum hâline gelmesi ve gece avlanması gibi anlamları da vardır".(6)

Bu âyetlerin bulunduğu sürenin baş tarafında: "Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman. Yıldızlar kararıp düştüğü zaman... Gök yerinden soyulup koparıldığı zaman" (7) ifadeleriyle gelen âyetler yer almaktadır. Bu tür olaylar, Hunnes ve Künnes durumundaki yıldızlarla ilgili olabilir. Burada güneş ve yıldızlar ışıklarını kaybedip kararmakta ve gökteki her şey yerinden koparılıp alınmaktadır. Bunun için de ne kadar büyük güçlere ihtiyaç olacağını söylemeğe gerek yoktur.

Konumuz açısından önem taşıyan âyetlerden biri de Vakıa sûresinde geçmektedir: " Hayır (gerçekler, inkarcıların dedikleri gibi değildir.) İşte Ben yıldızların düştüğü yerlere yemin ediyorum. Bilseniz bu, gerçekten büyük bir yemindir"(8)

Yıldızların düştükleri yerlere yemin edilmesi, oraların Allah'ın varlığını belgeleyen çok düşündürücü yerler olmasından kaynaklanmıştır. Nitekim ondan sonra gelen âyette bu yeminin büyüklüğüne dikkat çekilmiş ve bunun da ancak bilenlerce anlaşılabileceği vurgulanmıştır. Yıldızın düştüğü yer uzayın boşlukları olmayabilir. Fakat bu, bir yıldızın, doğrudan dağılıp parçalanması ve böyle bir dağılma ânı mânasına da gelebilir ki bu takdirde bir boşluktan söz edebiliriz. Meselâ ünlü bilginlerden Hasan el-Basrî (ö. 110 h/728 m) bu âyeti, kıyamet sırasında yıldızların kararıp dağılmasıyla ilgili görmüştür. (9) Diğer müfessirler ise genellikle; yıldızların düştüğü, yahut battığı veya düşüp doğduğu yerler, şeklinde bir anlayışa yönelirlerken bazıları da bunu, seyir sırasında yıldızların izledikleri menzilleriyle açıklamışlardır. (10) Söz konusu âyet, yıldızların dağılması anlamını ifâde edebileceği gibi bunun tersi, oluşmakta olan yıldızların oluşum yerlerini de ifâde edebilir. Yıldızlar bu yerlerde, bir canlının ana rahmine düştüğü gibi varlık dünyasına düşmüş olabilirler. Bir yıldız dağılıp yerinden gitmişse biz onun son ışığının bize gelmesine kadar geçen sürede onu hâla yerindeymiş gibi görürüz ki burada böyle bir durum da anlatılmış olabilir.

Her yere bir giriş ve geçiş yeri olduğu gibi göklerde de kapılardan bahsedilmesi onların da böylesi geçiş yerlerine sahip oldukları anlamına gelir. Fakat buralardan ne tür geçişler olacağını bütünüyle bilemiyoruz. İçinde bulunduğumuz âlemin çöküşü anlamına gelen kıyamet koptuğunda, gezegenimizin gelmiş geçmiş bütün insanları ve muhtemelen diğer bazı canlıları yeni bir âlemde yerlerini almak için göklerin kapılarından geçiş yapacaklardır. Kur' an'da insanlığın bu yeni âleme geçişi şöyle anlatılır:

"O gün sûra üfürülecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz. (O gün) gök açılacak da bir çok kapılar oluşacaktır'. (11)

Gökte neden kapılar oluşacaktır? Bu oradaki yeni bir hayata yapılacak sevkıyatı ifade eden bir kinaye olabileceği gibi maddî ve fizikî geçiş yerlerini de ifâde edebilir. Bu olayı açıklamaya çalışan müfessirlerden kimi bunu, göğün parçalanmasına yorumlarlarken, kimi de bu kapılardan maksadın göğün yolları olduğunu söylerler. Bir kısımları da bundan; göğün çözülüp dağılacağı ve oralarda bir kısım kapıların oluşacağı, anlamını çıkarırlar.. Kimileri de bu konuyu; kişinin yaptığı ibâdet ve iyi işlerin, gökte kabul görüp görmeyeceği yâni kapıdan geçiş izni alıp almayacağı durumuyla açıklarlar. (12) Özellikle bu son görüşün dayandığı bir başka âyet vardır ki bu âyette olay şöyle anlatılır:

"Bizim âyetlerimizi yalan sayıp da onlara karşı büyüklük taslayanlar (yok mu?) onlar için gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Biz günahkârları böyle cezalandırırız"(13)

Bu âyette geçen gök kapılarını, cennete açılan kapılar olarak anlayanlar olduğu gibi, hak dinde olmayanların yaptıkları ibâdet ve duaların, iyi ve faydalı işlerin gök kapılarında kabul görmeyeceği, şeklinde anlayanlar da vardır. (14) Meseleyi, kötü insanların göklerdeki kapılardan geri çevrilmesi olarak görenler de olmuştur ki sonuçta hepsi aynı noktaya varmaktadır. (15) Bu yaklaşımlara uygun olarak Peygamber (S) bir öğle namazını kıldıktan sonra şöyle demiştir; "Şüphesiz gök kapıları, güneş tepe noktasından batıya yönelince açılır"(16) Bu, bize o vakitten önce kılınacak.namazın kabul görmeyeceğini anlatır. Bu anlayışlar doğrultusunda gök kapılarını, sırf iyilikler ve güzellikler âlemine açılan manevî kabul yerleri olarak düşündüğümüzde buraların pek çoklarına geçit vermeyeceği açıktır. Devenin, bu dünyada, iğne deliğinden geçmesi mümkün olmadığı gibi, onlar da yükseklere geçemeyip aşağılara itileceklerdir. Gök kapılarını maddî çerçevede ele aldığımızda buraları, sonu gelen dünyalar, yıldız ve âlemler için başkalaşım geçirme yerleri olarak düşünebiliriz. Ak ve Kara Noktalar hakkında anlatılanlar doğruysa o takdirde deve, içindeki dünya ile beraber iğne deliği kadar küçük bir nokta delikten bir başka âleme geçip gidecektir. Ayetteki, devenin iğne deliğinden geçmesi, ibaresi gerçekte bu olayın imkânsızlığını mı ortaya koyuyor, yoksa "deve iğne deliğinden geçecek ve fakat onlar gene de cennete giremeyecekler" gibi birinci şık itibariyle olumlu bir anlama mı geliyor? Âyetin bu şekilde tercümesi için Arapça bakımından bir engel bulunmamaktadır.

Konumuz açısından üzerinde duracağımız bir diğer husus da Peygamber (S)'e atfedilen bazı açıklamalarda ve sahabeden gelen bazı sözlerde yer alan ve Arap sözlüklerinde gökada (galaksi) ve saman yolu anlamında gösterilen "mecerra” sözcüğüdür. Gerçekte bu kelime, sâdece dünyamızın da dahil bulunduğu gökadayı veya onun belirgin parlaklıktaki Samanyolu’nu mu ifâde ediyor, yoksa bununla ayrıca, gökadada veya gökte bulunduğu söylenen Ak ve Kara Noktalar da kastediliyor mu? Bana kalırsa bu çok kere gökada ve özelliklede Samanyolu anlamında kullanılsa bile bazen de Ak ve Kara Noktalar anlamında kullanılmıştır. Hadislerdeki garip kelimeleri açıklayan ünlü bilgin İbnü'1-Esîr (544-606 h/l144-1209 m) bunu Samanyolu olarak açıklamıştır. (17)

Hz. Peygamber'den gelen hadislere gelince, sağlamlık bakımından ikinci derecedeki bir kısım hadis kaynaklarında, onun, mecerralar (el-Mecerrât)ı, gök kapıları olarak, tanımladığı bildirilmektedir. (18) En çok hadis toplamış olan Taberânî (260-360 h/874-971 m)'nin anlattıklarına göre, Bizans genel valisi Herakliyus; mecerre, kavs ve güneşin bir saat vurduğu kara parçası hakkında Hz. Muhammed'den gelen bir haber olup olmadığını, bir yazıyla Muaviye'ye sorar. O da mektubu, cevaplandırması için, İbn Abbas (r.)'a gönderir. İbn Abbas, bu soruya, Peygamberin adını anmadan ve fakat yukarıdaki isteğe bakılırsa ondan öğrenmiş olması gereken, şu cevabı verir:

"Kavs; yeryüzü halkının batıp boğulmaya karşı bir güvencesidir. Mecerra; gök kapısıdır ki gök buradan yarılacaktır. Güneşin tek bir saat vurduğu kara parçasına gelince, burası İsrail Oğullan için açılan denizdir''. (19)

Kavs bir eğrilik ifâde eder. Fakat burada ondan maksat dünyanın eğikliği midir, yoksa ayın, yeryüzü etrafındaki yörünge eğriliği midir veya başka bir şey midir? Bunu bilemiyorum. Fakat bunun, ayın durumu ile ilgili olması, akla daha yakındır. Çünkü onun, yeryüzüne yaklaşması, karaları istilâ edecek biçimde denizlere etki edecektir. Hadislerde geçen ve İbnü'l-Esîr'in Samanyolu olarak tanıttığı "mecerra" anlam olarak; çekmek, sürükleme ve çekme yeri gibi anlamlara geliyor. O bu anlamı ile Kara ve Ak Noktaların (yahut deliklerin) anlatılan durumlarına çok uygun düşmektedir. Bu noktalar, gökadaların içinde veya merkezlerindedir. Bu bakımdan "mecerra" kelimesi, hem gökadayı ve hem de Karadelik-Akdelik nokta ve geçişlerini ifâde edebilir. Eğer Peygambere atfedilen hadislerde sözü edilen "mecerra" dan doğrudan Ak ve Kara Noktalar kastedilmişse bunların bir gökada veya daha üst düzeydeki göğün en üst noktasında yahut merkezde olmaları düşünülür. Hz. Peygamberin devletinde çok yönlü hizmetlerde bulunan Muaz b. Cebel (r.)'den nakledilen ve aslı Taberânî'nin eserinde bulunan ve daha sonra bazı kaynaklarda da yer alan bir sözlerinde Peygamber şöyle der:

"Gökte bulunan mecerra, Arşın altındaki yılanın teridir". Hadisin başka bir geliş şekli biraz değişiktir. Bu hadiste anlatıldığına göre Peygamber (S)Muaz'ı Yemen'e (genel vali) olarak gönderdiği zaman ona; "Seni inat bir topluluğa gönderiyorum. Eğer gökteki mecerradan sorulursa, o; Arşın altındaki yılanın salyasıdır, diye cevaplandır" demiştir. Bu iki sözün Peygamber (S)e âidiyyeti bazı hadis bilginlerince zayıf ve hatta bazılarınca da uydurma olarak görülmüştür. (20) Bu iki hadiste, mecerra ile ilgili diğer hadislerde olduğu gibi gök kapılarından bahsedilmez. Gerek vali veya halîfe bulunduğu sırada Muaviye'ye yapılan muracât ve gerek Yemenlilerin muhtemel sorularına karşı verilecek cevabın hazırlanışı o günlerde gökada veya Samanyolu bulutsu kısmının bir merak ve hatta bu yeni dini imtihan etme konusu olduğunu gösterir. Biz hadisleri sahih kabul edenler yanında yer alsak bile gene de bunlarda geçen yılandan ve onun ter ve salyasından ne kastedildiğini bilemeyiz. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da öteden beriye bir kısım yıldız topluluklarının bazı hayvan isimleriyle anılmış olduğudur. Mecerra burada yılan başına veya onun küçük başıyla büyük bir avını tümüyle içine çekip yutması olayına benzetilmiş olabilir. Peygamber'den geldiği söylenen bu cevap da kasdın saman yolu ötesinde bir şey olduğu açıktır.

İlk hadis müelliflerinden biri sayılan San'anî (126-211 h/744-826 m)'nin kaydettiği bir hadis Ak ve Kara Noktalar açısından ilginç görünmektedir. Burada Hz. Peygamber şöyle diyor:

"Bana günler sunuldu. Cuma gününü gördüm, onun güzelliği ve nuru hoşuma gitti. Orada siyah nokta şeklinde bir şey gördüm. Bu nedir, diye sordum. Kıyamet onun içinde kopacaktır, denildi".

Hadisin diğer bir geliş şeklinde; "Cuma günü, bir aynada bana gösterildi" ( denilmektedir(21). Peygamber (S) gökleri ve onların geleceğini, uzaya tutulmuş bir aynada görmüş gibidir. Hz. Peygamberin bu sözlerinde geçen ve bizim tercümeye "siyah nokta" diye aldığımız "nükte" kelimesine gelince bu, arap dilinde; beyazlık ortasında siyah nokta, veya siyahlık ortasında beyaz nokta, gibi iki ayrı anlama gelmektedir. Bu anlamlarıyla o, beyaz nokta anlamına da gelebilmektedir. Şu kadar var ki hadiste bunun özellikle siyah olduğu ifâde edilmiştir. Ancak ne var ki onun çevresi nurlu bir ortamdır. Bundan şu anlaşılıyor ki içinde bulunduğumuz âlemin yıkılışı bu nokta içerisinde olacaktır. Kıyamet sırasında göğün yarılacağını, ifâde eden âyetin tefsirinde Hz. Ali (r.)'nin; göğün, "Mecerra"dan çatlayıp yarılacağı, bildiriminde bulunması da konumuz açısından ayrıca önem taşımaktadır. (22) Ayrıca yakıp delen yıldızların (en-necmü 's-sâkıb) bu konu ile bir ilgilerinin olup olmadığını da biz bilemiyoruz.

Muhtemelen her gökadanın içine, milyarlarca yıldız ve gezegeniyle onu imha edip daha sonra, başka bir yaratılışla yeniden varlık hayatına döndürecek olan akıl almaz güçlü noktalar yerleştirilmiştir. Bunların ne kadar büyük güçlerle ve ne gibi kabiliyetlerle donatıldığını kavramak kolay bir iş değildir. Ancak onları donatan ve onlara güç veren tek İlâhî Güç onlara hükmeder ve onları yönlendirir. İlimde ilerleyip kesin neticeler alındıktan sonra Kur'an âyetlerini kimin daha doğru açıkladığı ortaya çıkacaktır. Bu arada bilimsel araştırma yapanlar, taassubu bırakarak Kur'an'dan da bilgi alma yoluna gitmelidirler. (23)

Hiç yorum yok: