Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2008 Çarşamba

NAMAZIN SIRLARI

Şüphesiz mirac olan namazı anlamak için önce kâinatın en yücesi Efendimizin sırrını, yani mîracı bilmek gerekir. Ne yazık ki Kur'an'ın pek açık hükümlerine rağmen, mîrac pek çok kitaplarda yanlış ve eksik tanıtılmıştır. Bu yüzden bir çok kimse, mîracı ya inkâr etmekte, ya da anlamadan usûlen inanır görünmektedir.

Halbuki mîrac kavramı anlaşılmadıkça, ne evrenler, ne insan ne de Kur'an anlaşılabilir. Bilimin ve duygunun bütün gücünü kullanarak miracı tanırsak; evrende insanın yerini ve Efendimizin akıl almaz sırrını öğrenmiş oluruz. Kur'an mîracın temel ilkelerini âyetler içerisinde çok net şekilde vermiş, ancak ehli olmayana karşı da Kur'an'ın zarif hikmeti içinde gizlemiştir.

Mîrac, Efendimizin çeşitli intikaller sentezi içinde Allah'ı seyretme olayıdır. Kelime olarak perde perde intikal, ya da adım adım ulaşma anlamına gelir. Mîracın bizzat kelime manası bile mîrac olayının temelini iyi şekilde kavramaya yardımcıdır.

Mîracı anlamaktaki en büyük güçlük Allah'ı görme tanımındaki çıkmazlardır. Zihinlerimiz görmeyi hep şekillerle kıyasladığı için; Allah'ı görme denildiği zaman, olayla ilgisi olmayan bir takım şekillendirmeler tasavvur ediyoruz. Bu yüzden de bir çok din bilginleri asırlar boyu; “Allah görülür-görülmez" kavgası etmişlerdir. Biz mîracı açıklamadan önce, evvela, Allah'ı görme kavramını sağlıklı bir şekilde anlatacağız.

Allah kendini Kur'an'da tarif ederken:

"Hem zahir (açık ve yüzeyde) hem bâtın (derinde ve gizli) dır" buyurmaktadır. Yine hepimiz, Allah'ın zaman ve mekânların yaratıcısı olarak bu iki kavramdan ötede olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Var olan âlemlerin her noktasında, ilâhi sıfatların her an tecelli ettiği yine ilmin vazgeçilmez ilkesidir.

İşte mîracı kavramak için ewela bu temel kurallar çerçevesinde Allah'ı seyretmenin ne anlam taşıdığını bilmemiz gerekir. Elbette Cenab-ı Hakk'ın güzelliğini seyretmek, O'nun varlığını sezmek, hem evrenin sonsuz mesafelerinde, hem de mesafelerin küçülüp yok olacak kadar ufaldığı mekânlar âleminde mümkündür.

Necm Sûresi'nde mîrac konusunda çok temel olan kurallar net olarak açıklanmıştır:

1) Mîrac, hayalde, tasavvurda olan bir olay değildir. Aksine bedenle birlikte bütünümüzün evrenlere ilâhi bir intikalidir. Allah bu inceliği anlatmak için miracı Mescid-i Aksâ'dan, yani, Kudüs'ten başlatmıştır. Eğer mîrac tasavvurda olan duygusal bir olay olsaydı; Mekke'den başlardı. Halbuki mîraçta Efendimiz önce Mekke'den Kudüs'e intikal etmiş, bu olay maddesel fazda bir kaç saniye devam etmiştir.

2) Mîrac olayı Kudüs'ten Sidre-i Müntehâ 'ya kadar zamanı aşan bir sürat içinde ceryan etmiş: Efendimiz maddesel evrenin tüm katlarına intikal etmiştir. Madde ötesinde olan âlemler, mesele melekut âlemi, ledün âlemi, ruhlar âlemi gibi evrenin diğer mekânları da aynı tarzda süratli intikaller halinde, Efendimiz tarafından önce sezilmiş, sonra intikal edilmiş, sonra da yaşanmıştır.

3) Bundan sonraki intikaller ifade tarzının erişemediği hikmetlerdir. Mîrac, ka'be kavseyn'in sırrı içinde yukarıda izahını yaptığımız tarzda: bütün âlemlerin seyri, yaşanması ve görünmesi tarzında yürümüştür. Mîracın tümünde zaman birimi ise, Mekke - Kudüs intikalindeki bir kaç saniye dışında zaman ötesinde ceryan etmiştir. Çünkü Efendimiz mîractan döndüğünde henüz yatağı soğumamıştır.

Efendimizin mîracında mânevi hikmetler bizzat isminde gizli olan sırlardır (Muhammed Mustafa):

a) Efendimizin nefsi, Mustafa (arınmış) sırrı ile kulluğun ufuk noktasına erişmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak Efendimize mîraçta:

— Habibim bana ne getirdin? Diye sorduğunda:

— Yârabbi sana sende olmayan bir hediye getirdim. Bu, azametli yüceliğinde bulunmayan tek şeydir, niyazında bulundu.

Cenab-ı Hakk'ın sonsuz saltanatı içinde bulunmayan tek şey Efendimiz tarafından Cenab-ı Hakk'a sunuldu:

— Yârabbi ben sana sende olmayan yokluğu getirdim. Bu benim nefsimdir, diye niyaz etti.

b) Efendimizin gönlü ilâhi hamdle (Muhammed sırrı) öylesine dolmuştu ki: Allah'ın tüm güzellikleri, evrendeki ihtişamı, bu hamd sırasında Kalb-i Muhammedi'ye yansımış; âdeta evrenin bir kopyası Efendimizin gönlüne intikal etmişti. İşte nefsin ideal arınması ile gönüldeki sonsuz hamd birleşince, Efendimizin mîrac mucizesi bir sentez gibi otomatikman zuhur etti. Böylece Efendimiz, ilâhi güzelliği sonsuz âlemlerde hem makrokozmosda hem mikrokozmosda seyretti. Bu seyir sidre-i müntehâ'dan sonra bütün âlemleri yeni intikallerle katlayarak devam etti. Allah'ın Efendimize özellikle lütfettiği bu müthiş olay; hem insanın gerçek mânasını, hem de Cenab-ı Hakk'ın yarattığı varlıklarda seyrettiği güzelliğin sentezini sergiliyordu.

Mîrac daha derindeki sırrını anlayabilmek için, ezelde sergilenen elest meclisindeki hikmetleri kavramaya ihtiyaç vardır. Daha ilerde mîracı bir başka yönden; elest meclisi açısından dile getirmeye çalışacağım.

Efendimiz mîractan sonra elfakri fahri (yokluğumla iftihar ederim) hadisi kudsîsini emir buyurdu. İşte bu yüce söz mîrac hadisesindeki yokluk sırrını dile getirmektedir.

Namazda okuduğumuz et-Tahiyyâtü'nün gerçek sırrı mîrac sırasında Efendimizle Cenab-ı Hak arasındaki iletişimdedir. Bütün hadisler içerisinde bu Tahiyyat hadisi çok ayrı bir özellik arz eder. Şöyle ki: Tüm hadisler, bizler için ilâhi hikmetle kalb-i Muhammedi'den zuhur ettiği halde, Tahiyyat hadisi bizzat huzur-u ilâhide zuhur etmiştir. Nakli ise sıra ile Hz. Hatice annemizden Fâtıma annemize oradan

Hz. Ali efendimizedir. Namazın farz olması bizzat bu hadisin sırrı içindedir. Şimdi Tahiyyat hadisini mîracla zuhur eden haliyle inceleyelim:

1) et- Tahiyyâtü lillahi: Senâ, selam ve merhaba sana ey yüce Allahım!

Ve's-salevâtü: Niyaz, dua, yalvarış sana ey yüce Allahım!

Ve't-tayyibât: Arınmışlığın ve güzelliğin en hoşusun. Senden güzel, senden hoş ve arınmış olamaz.

2) es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh: Bu selâm, rahmetim ve bereketim ilâvesiyle senin üzerine olsun ey sevgili Peygamberimiz!

Cenab-ı Hakk'ın Efendimize bu iltifatı ile birlikte, gönlündeki dileğini istemesi üzerine, Efendimiz:

3) es-Selâmü aleynâ ve lâ ibâdillahi's-sâlihin: rabbi! Bu selâm bizim ve salih kullarının üzerine de olsun.

İşte, Efendimizin bu isteği üzerine: Allah, "0 halde namaz kılsınlar" buyurdu. Demek ki. Efendimizin mîracta görmek istediği has ümmet için, Allah:"Mirac onlar için ancak namazda arınarak yücelmekle mümkündür" emrini buyurmuştur.

Bu gerçekler nedeni ile namaz motifi enfüs (iç ve özdeki) mânasıyla mîracı temsil etmektedir.

Miraç olan namazı anlatmadan önce; Efendimizin mîracının bir kez daha özetini yapalım. Mîrac, Efendimizin çeşitli intikaller sonucu Allah'ı seyridir.

Kalb-i Muhammed (Mustafa (S.A.V.) sırrı ile arınıp, Hamd sırrı ile ilâhi aşkın hasret sınırını aşınca Allah sevgili habibine boyutlarını ve mekanların açıverdi. İntikaller üç fazda gelişti:

a) Dünya üzerindeki ilk intikal: Mekke'den Kudüs'edir.

b) ikinci intikal: Kudüs'ten madde âleminin ve varlıkların sınırı olan Sidre'ye (Sidre-i münteha'ya) intikaldir.

c) Sidre'nin ötesinde, tüm mesafelerin hem başladığı hem bittiği noktadan âlemlerin tümüne intikal de mîracın son intikal fazıdır.

Miraç namazı, Efendimizin miraçta niyazı yüzü suyu hürmetine, gerçek kulun ilâhi tecelliye kavuşmasıdır. Kulun gerçek namazındaki arınma derinleştikçe: hamd, aşk ve sevgiye döndükçe, derece derece. mîraç namazı tahakkuk eder. Bu namazların her biri birbirinden daha güzele giden biçimdedir. Ancak Efendimizin himmet ve niyazına bağlı olduğu için ona nisbetle vardır. Kul ne kadar yücelse de hiç bir zaman fahr-i kâinat olamayacağı için mîrac olan namaz bir yaklaşımlar demetidir.

1) İlk tekbir: Dünyayı haram kılan hu tekbirden sonra, gerçekten iman eden nefs, huzur-u indinde ilk intikalini yapar. Ellerini çevirdiği kıbleye ışınlanır:

2) Sübhâneke: Mîrac namazında Sübhâneke, Mustafa (S.A.V.) sırrında yok olmak, arınmak içindir. Bu nedenle, arınan insan, Efendimizin Mustafa (S.A.V.) sırrından bir ışık alır ve Sübhâneke'nin sırrına erer:

"Allahım! Seni her sıfat ve isim ötesinde tesbih ve tenzih ederim. Senin lütfunda sana hamd ederim" Bu okuyuş, nefs ve gönlün müşterek niyazıdır. Yeni kuşaklar için tenzih ve tesbih kavranması güç anlamlardır.

Tenzih: Bir şeyi zihin ve düşünceden daha ötelerde tasavvur etme demektir.

Tesbih: Yine bir kavramı, duygulardan ötede hissetme cabasıdır. Böylece düşünce ve duyguda Allah'ın sübhan sırrını arınmış olarak idrak edebiliriz. Sübhâneke'ye devam ediyoruz:

"İsmin tüm yüceliklerin ötesindedir. Ben senin yüceliğini tarif edemem. Ancak Mustafa sırrının ışığı altında seni seziyorum.

Yâ Rabbi! Senden başka hiç bir şey yok ki, bileyim." Ve sonra sırr-ı Muhammedî'nin şiddetli cazibesine takılan kul Eûzü Besmele çekerek Fâtiha'yı okur.

3) Huzur-u ilâhide ruh, mana sırrı içinde Fâtiha'ya başlayarak ilk üç âyeti okur. Gönül bu âyetleri şöyle hisseder:

a) Sen âlemleri yüce Rabbisin, seni sırr-ı Muhammedî içinde hamd etmek için O'nun nurundan bir hikmet ver.

b) Rahman sırrından Rahîm sırrına intikal ettirerek, Fahr-i Kâinat Ümmetine verdiğin ekremle bana, sana ulaşma mecalini ver.

c) Sen zevali olmayan mutlak mâliksin. Aşk hikmetinin benzersiz sahibisin. Ölü olan beni sırr-ı Muhammedî ile tıpkı mahşerdeki gibi ihya et.

işte, kul bu üç âyeti okuyunca tüm kişiliği söner. Enfüste, kâinatın sonsuz yüzeylerinde yeni bir varoluş başlar. Dördüncü âyete gelindiğinde:

d) Mukabili renk olmayan, zıddı bulunmayan çok koyu fakat o denli parlak siyah bir nur intişar eder. Öyle ki, en parlak siyah bile bu nur yanında gri gibi sönük kalır. Bu nur, Nur-u Muhammedî'dir. Mîrac sırasında evrenin her noktasına sinip onun içine işleyen ve bir daha kaybolmayan Efendimizin sırrıdır. Bir mü'min evren kanallarına intikal etmek için bu benzersiz Nur'a muhtaçtır.

O anda gerçek ve mutlak kulluk niyazı Efendimizin tasarrufundaydı O'ndan gelen bir Hamd hikmetidir. Bu sır dördüncü âyette Efendimizin mü'minler için daim olan niyazının kesiksiz hikmetidir. Efendimizin bizleri içine alarak yaptığı Hamd niyazı, bütün müminleri kapsadığı için âyet metninde çoğuldur.

e) Beşinci âyet de yine Efendimizin niyaz hikmeti ile iç içedir. Nitekim mîrac namazındaki mümin Efendimizin nuru ile evrenin kanallarına intikal ettiği zaman, gerçek sırat-ı müstakim tahakkuk eder.

Nitekim, altıncı âyette emredilen nimetlendirilenler'in anlamı, tamamıyla bu mîrac sırrına aittir.

Sırat-ı müstakim'den uzak kalanlar için nasibsizlik ve yanılmışlık otomatik bir sonuçtur.

Fevkalâde ince hikmetler taşıyan yedinci âyetin verdiği mesaj: İnsanın temel amacı Nur-u Muhammedî kanallarından evrenin sonsuzluklarına yansımaktır. Bu amaca erişemeyenler yanılmışlar ve nasipsizlerdir.

Ancak, iman ile müşerref olduğu halde, sağlığında mîraca erişemeyenlere; yine Cenab-ı Hak rahîm sıfatından rahmet ederek, bu intikali cennetinde tahakkuk ettirecektir.

4) Mîraç olan namazda, zammı sûre, Allah'ın verdiği özel bir saltanattır. Bunu kul seçmez, Allah lütfeder. O anda evren yüzeylerine yansımış olan kulu arayıp bulmak kolay değildir.

5) Bu sonsuz intikaller içinde kul rükûa varmış, tekrar tekrar azamet-i ilâhiyi tenzih ederek yeni boyutlara akmıştır. Sûre-i Necm'de: "O bir yere bakmadı, rağbet etmedi" âyetinin hikmeti buradadır (Mâ zâ-galbasarü ve mâ tega).

Mîrac olan namazda kul, sünnet-i Muhammediyeye uyarak; rükûda açılan tüm evren kanallarından hızla intikal ederek rabbini arar. Ve işte o zaman cemâli ilâhi tahakkuk eder ki:

6) Sûre-i Alak'da emredilen "yakın ol, secde et" hikmeti mîrac olan namazın nihayi noktasıdır (Vescud vektarib).

Vescud emri: enfüsî mânada "tamamen yok ol"

Vektarib ise; yakın ol demektir. Bundan dolayıdır ki; mîrac namazı kılanın secdede okuduğu "sübhâne Rabbiye'l-âlâ" tam hikmetini bulur. Çünkü bilindiği gibi "seni kendi güzelliğin ve yüceliğin dışında her şeyden tenzih ederim" hükmü, ancak bu namazda tahakkuk eder. Mü'minin saydamlaşan nefsi gönle düşen ilâhi cemîl tecellisini aksettiren ayna vazifesi görmektedir.

Mü'minin bu andaki secdesinde mü'minden her hangi bir varlık kalmaz; Allah kendi güzelliğini kendi sonsuz sırrı içinde seyreder.

7) Kul tekrar dünyaya dönebilmek için yeniden Tahiyyat hikmetine muhtaçtır, onu okumadıkça kulluğa dönmesi mümkün değildir.

Tahiyyat; burada, evrenlerden tekrar maddeye doğru dürülme mecali vermektedir. Tahiyyat'taki Kelime-i şahâdet okunduktan sonra kul tekrar kulluğuna dönerek, Efendimize salavat niyazlarını okur. O'nun bereketi yüzü suyu hürmetine miraç hikmetine yaklaşım sağladığını zikrederek mekâna döner.

Bu dönüş sırasında, kaybolmuş olan bütünümüzün elamanları, Tahiyyat sırrında yeniden şu şekilde birleşir: Tahiyyatın ilk cümlesini ruh, ikinci cümlesini gönül, üçüncü cümlesini nefs okur. Sonra hep birlikte Kelime-i Şahadet'te toplanırlar.

Elbette tarif edilemeyen, ancak yaşanabilen miraç namazı hakkında söylediklerimiz bir zerredir. Ne çare ki gönül hikmetleri daha açık dile gelemez,

Namazın çeşitleri hakkında çok kısa bir gezinti yaptık. Şimdi de, namazın özü demek olan Fâtiha'yı evren-insan hikmetleri açısından anlatmaya çalışacağım. Namazın hikmetini kavramanın bir yolu da Fâtiha'yı iyi anlamaktan geçer.

Hiç yorum yok: