Bu Blogda Ara

25 Mayıs 2008 Pazar

Elest Bilmecesinin Özündeki Sır


İnanan, ya da inanmaya gayret eden her insan ezelde bir var oluş imtihanı geçirdiğini hissetmekte, bilmektedir.

Elest meclisini tanımlarken içimize gelen duygular, özündeki sırrı yitirmemiş herkese bir ürperti vermektedir.

«Acaba evrenin bu en büyük imtihanında ben ne yaptım?» Endişesi insanın bir bakıma en haysiyetli duygusudur.

Yüce kitabımız elest sorusunu hatırlamamızı emrediyor. Evet bu soru «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» ilâhi sedasıdır.

Böylesine açık bir soruya nasıl olur da «Belî (evet) Rabbimizsin» denmez ve neden o muhteşem sahne hatırlanmaz?

İnsanın bu dünyadaki en büyük gafleti bu soruya dünya şartları içinde cevap aramasıdır. Elest meclisi zamandan önce yaşandığı için şu anda bile ilâhi suale yaklaşım sağlamak mümkündür. Elestin zaman ötesi sırrı da budur. Aslında elest bilmecesinin özündeki sırrı bulmak gerçek îmana intikaldir. Allah'a yakınlık ancak enfüsümüzdeki bu sırra ermekle mümkündür.

Her zorlukda olduğu gibi evrenin bu en çetin bilmecesinin çözümünde de anahtar kâinatın incisi Efendimizdir.

Allah Elest'de

«Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» emrini verince tüm yaradılmışlar önce şiddetli bir zevke, fakat sonra sıra ile haşyet ve paniğe kapıldılar. Ve «Evet Rabbimizsin» deme mecâli bulamadılar. Yalnız evrenin benzersiz incisi Efendimiz «Evet Rabbimizsin» diyerek evreni yok olmaktan kurtardı.

İşte biz şu anda yaşarken kendi kendimize hep şu soruyu sormalıyız:

Elest'de ilâhi emir tecelli edince, önce büyük bir zevke kapıldığımız halde sonradan neden haşyete ve oradan da paniğe düştük?

Ve Efendimiz nasıl bir hikmetle zevk sırrından hemen «Belî (Evet)» niyazına geçti?

Şimdi bu soruların cevabını perde perde aşarak çözmeye çalışalım.

Önce ilâhi emrin bize intikal tarzını bir hatırlayalım. Allah :«Beni sizin rabbiniz değil miyim (Elestü bi Rabbiküm)» emrini verdiği zaman, bu ses, bu duygu hem evrenin tüm âfâkında, yâni seyredilen her noktasında; hem de enfusunda, tüm varlıkların iç dünyalarının en derinlerinde duyuldu. Evrende hiç bir mekân, varlık, tek bir nokta yoktu ki; bu ses oradan yansımasın.

Haşyetin nedeni ilâhi emrin bu muhteşem sonsuzluğudur. İşte o zaman tüm yaradılmışlar kendine has bir varlık noktası aramaya başladılar, yüzeysel bir tanımla benliğe düştüler. Madem evrenin her noktasında ilâhi kudret var «Peki ben kimim, neyim?» telâşına kapıldılar. O zaman da panik başladı.

Yalnız Efendimiz kendine bir yer, bir benlik aramadan ve hemen, «Evet Rabbimizsin» niyazına geçiverdi.

Dikkat ederseniz dünya hayatında benlik gafletleri pek açık bir şekilde yaşar, durur. Ne zaman Yüce Yaradanımıza karşı bir yakınlığa geçmek istersek, iyilik ve güzelliğe doğru adım atsak; içimizdeki benlik, hemen kendini hissettirir. Bir yandan mazeretler, bir yandan vesveseler, bir yandan da anlamsız gururumuzla gönlümüzde yanan ışığı söndürüveririz.

Kendimizin beceremediği güzellikleri hayranlıkla seyrettiğimiz İslâm yüceleri için bile, aynı şaşkın tavrımızı koyarak onlardan hayat bulma sırrımızı yitiririz.

İnsan, hatta yaratılmış her varlık kendisini seyrederken hep âfâka; dış yüze takılı kalır. Öze doğru perde perde geçerek enfüsdeki ilâhi sırrı görmekten kaçar. Halbuki kendi gönlüne doğru perde perde geçerek, tüm zâhiri varlık ilgilerini aşıp özündeki elest sevdasını duymak sırrına sahiptir.

Dış dünyanın ilgileri, korkuları, vesveseleri onu gönlündeki sonsuzluğa gitmekden alıkoyan masal öcüleridir. Bunları aşmak elestteki paniği aşmak gibidir.

İşte elest bilmecesinin özündeki sır, benliği aşma becerisidir. Dünyamızdaki tecellîsi ile de aynen bu benlik hikmetini sergiler.

Fahr-i Kâinat Efendimizin etrafındaki yüceleri düşünürseniz gerçeği hemen fark edersiniz. Onlarda benliğin izini bulmak mümkün değildir.

Aslında îman; mü'minin hayatta zorlanması, hep bu çevre öcülerini yıkıp gönlündeki, özündeki ilâhi besteyi bulması için vesîledir.

Kadere rıza gösterirken, sizi şiddetle etkileyen bir dünya hevesînden vazgeçerken, duyduğunuz ezilmeler hep bu barajın aşılması için zorunlu çabalardır. Çevrenin tüm putları yıkılıp gönül kâbesi arınınca tavaf; gönüllerde semâ başlar. Tanımların ötesinde bu semaya varmanın tek yolu: Efendimizin yakinlerindeki bu sırrı görebilmektir. Ben de önce bu hikmetlerin zincirinden yola çıkacak, sizlere elestin gönüllere nakşettiği semayı tanıtacağım.

Ve elest bilmecesinin sırrında buluşacağız.

Hiç yorum yok: