Bu Blogda Ara

25 Mayıs 2008 Pazar

KABE'NİN SIRLARI


Kabenin sırları

Prof. Dr. OSMAN ÇAKMAK

Kâbe tarih boyunca garip tecellilere mazhar olmuş bir mekan. Onun kutsallığı ve merkez rolü, ta Hz. Âdem ve öncesine kadar uzanır. Hz. İbrahim tarafından imar edilmiş, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) doğum yeri, bütün hak dinlerin kıblesi olması yanında, birçok peygamberle alakası ile şimdiye kadar ona denk, Allah evi denebilecek bir bina görülmemiştir yeryüzünde.

İnsanların günün yirmi dört saatinde devamlı bağlantı halinde olduğu ve ziyaret ettiği Kâbe’ye denk başka bir yer var mıdır yeryüzünde?

Manevi hayatımızın merkezinde duran kalp gibi Kâbe de yeryüzünün kalbi olarak mı yaratıldı? İbadetlerde yöneldiğimiz Kâbe’nin manevi esrarından ne kadarına vakıfız?

Kâbe, Eski Dünya’nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika’dan Avustralya’ya, Kuzeydoğu Asya’dan Güney Amerika’ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe’nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz.

Kâbe Dünya’nın merkezinde

Coğrafyacılar, yeryüzünün herhangi bir noktasını kolaylıkla bulabilmek ve en pratik yoldan, en doğru biçimde gösterebilmek için, Dünya’yı enlem ve boylam adı verilen çizgilerle, sembolik olarak küçük karelere bölmüşlerdir. Ancak, bu çizgilerin başlangıç noktaları, bilimsel bir temele değil, farazî bir kabule dayanır. İngiltere’de Greenwich’ten geçtiği kabul edilen boylam çizgisi 0 (sıfır) kabul edilir. Yuvarlak olduğu iddia edilen Dünya’mızın, aslında kutuplarının basık ve ortasının şişkin olduğu bir gerçektir. Bu şişkin bölgenin, tam ortasından geçen en büyük enleme ise, “0″ enlemi denmektedir. Bu enlem, bilinen adıyla Ekvator’dur. Ekvator’un da nispi olarak, Dünya’yı tam ortadan ikiye ayırdığı kabul edilir.

Kutup noktaları, Ekvator’un oluşturduğu dairenin tam merkezinden geçen bir eksenin iki uç noktasıdır. Ancak bunlar gerçek kutuplar değildir; coğrafi kutuplardır. Gerçek kutuplar ise manyetik özellikleri ile dikkat çeken, mıknatıs ibrelerinin yöneldiği esrarlı özellikleri ile dikkat çeken manyetik kuzey ve güney kutuplarıdır. Kuzey kutbu, coğrafi kutbun yaklaşık 1290 km güneyinde kalır. Bu da Kanada’nın kuzey batısında Ellef Ringnes adalarının kıyısına tekabül eder. Güney kutbuna gelince Antarktika kıtasında, Adelie Land denilen bir bölgede yer alır.

Bir pusulaya Dünya’nın neresinden bakarsanız bakın, daima kuzey yönünü gösterir. Eğer bu yönü takip ederseniz, sonunda manyetik kuzey kutbuna varırsınız. Pusula ibreleri bu bölgedeki manyetik alanın tesirinde kalarak sürekli olarak buraya yönelir, bu yöneliş sayesinde bizler de karada, denizde ve havada yönümüzü kolayca buluruz.

Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya’nın ekliptik olarak 27o 27′lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya’nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. Işte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya’nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no’lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe’nin, Dünya’nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir.

Öte yandan, bu düzeltilmiş şekilde çizilen, Oğlak ve Yengeç dönenceleri de, yine Mekke’nin bulunduğu bloktan geçmektedirler. Bu mantığa göre çizilen boylam ise (iki kutbu birleştirerek), yine aynı blok içerisinde, dönenceleri ve Ekvator’u keser. Bu kesişme noktası yine Mekke’dir. Bu enlem ve boylamların Mekke’de kesişmeleri, Kâbe’nin yerinin çok özel olarak belirlendiğinin bir ifadesi kabul edilebilir ve yine insanların ibadetlerinde niçin oraya yöneldiklerinin sırlarını taşır.

Dünya’nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe’den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe’ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya’da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe’nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe’nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir.

Nurdan Direk

İbn-i Abbas’tan gelen hadis rivayetinde “Göklerin en önde geleni, kendisinde arş olandır. Yerlerin en önde geleni de bizim üzerinde olduğumuz Arş’tır” ifadesi yer alır. (Suyuti, ed-Dürer el-Mensur, VI/239) Bilindiği gibi âlemler sadece bizim içinde yaşadığımız fizik evren ile sınırlı değildir. Yedi farklı uzay-zamanın bulunduğunu Kur’an’da geçen seb’a ve semâvât ifadelerinden anlamak mümkün.

Havada, yerin altında her nerede bulunursak bulunalım Kâbe’nin bulunduğu mekana yönelmek, istikbal-i kıble için kafi gelmektedir. Bediüzzaman gibi maneviyat büyüklerinin de ifade ettiği gibi kıbleyi, sadece Kâbe’nin bulunduğu mekan olarak değil, Kâbe’den Arş’a uzanan nuranî bir sütun ve manevî bir direk olarak düşünmek gerekir. Bu nurdan sütun, ferş denen arzımızı cennetin de üstünde kalan ve âlemin çatısı hükmündeki “Arş”a bağlar. Kâbe’de hissedilen ve solunan apayrı bir maneviyat ve ruhî atmosferin Arş’a uzanan bu nuranî sütunla ilgisi nedir? Dünya’mızı en üst semaya bağlayan “göbek bağı” diyebileceğimiz nurdan bağın taşıdığı sırlar henüz meçhulümüz. Sürekli kutba yönelen mıknatıs misali insan kalbi de bu ilahî nurun devamlı çekim etkisi altında mı bulunmaktadır? İnsanların pervane oldukları bu ilahî nur, tefekkür-dua-tespih-hamd gibi manevi hâsılatın toplandığı ve oradan Arş’a ulaştırıldığı bir tür uydu misal toplama-dağıtım ve nakil üssü fonksiyonu mu görmektedir? İbadetlerde kıbleye yönelmekle, tıpkı antenlerini uyduya çeviren haberleşme vasıtaları gibi, kalp ve beyinden neşrolunan mana dalgalarının önce bu nurdan sütuna geldiğini ve oradan da ilahî dergaha ulaştığını düşünebilir miyiz?

Kâbe’de rahmet zirveye çıkar

Acaba namaz gibi ibadetlerde kıbleye yönelmekle, o nurla bağlantıyı en üst noktaya mı çıkarıyoruz? Öyleyse, namaz sırasında yapılan hareketlerde bu nurun, insanın ruhî ve fizikî varlığının tüm unsurlarına nüfuzunun sağlandığı; Kâbe’de tavaf yapıldığında ise, yani nurun odak noktasının çevresinde dönüldüğünde, bağlantı ve rezonansın en üst seviyeye çıkarıldığı an olmalıdır. Bu soru ve ihtimallerin gerçek cevaplarını maneviyat ve hakikat kâşiflerine bırakarak şu ayetin ifade ettiği manaya bakalım:

“Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan ev Mekke’de o kutlu ve bütün insanlar için hidayet yeri olan Kâbe’dir. Burada apaçık deliller vardır. Ibrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse emniyet içinde olur.” (Âl-i Imran, 3/96-97)

“Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe’yi tavaf etmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır” İlahî fermanı, her sene mübarek bir zaman dilimi içinde, Beytullah’a teveccüh edip, belirli mekanları, hususi bir kısım usullerle ziyaret etmesini farz kılar.

Oraya gidenlerin, bilaistisna herkesin ayrı bir atmosferi solumaları, orada ayrı bir iklim ve fiziki anlamda ifadesi mümkün olmayan apayrı bir havayı hissetmeleri de Kâbe’deki sırların sözle anlatılamayan fakat hissedilebilen tecellileri olmaktadır.

Bir çekirdekten yüz binlere, milyonlara varan sümbül ve tane alınması gibi, Allah’ın rahmetinin zirveye çıktığı bu mekanda kullar, yüz binler, milyonlar sevaplara ulaşır; günahlarının sıfırlanacağı bir fırsatla tanışırlar. Dünya’nın merkezine, aslında adeta Arş’a uzanan bu nurlu yolculukta insan yepyeni gerçeklerle tanışır. Bir yaratılış gösterisine şahit olur. Bembeyaz ihramlar içinde kefenleri her türlü farkın ve sınıfın ortadan kalktığı, aynı anda yeniden dirilmenin, mahşerin hatırlandığı, İslam’ın bilfiil yaşandığı, cemaat şuuru ve sırrının en azim şekilde tecelli ettiği bir gösteriye tanık olur. Hac ibadetiyle, arzın Arş’a bağlanıldığı, nuranî dairenin yoğun dezenfekte etkisiyle kullar bir bir günahlardan temizlenir. Allah’a kulluk şuurunun yeniden kazanıldığı, ahd-i peymânın yenilendiği bir ibadet seremonisinde kul, Allah’a doğru sonsuz bir hareketin içine girer.

Hiç yorum yok: