Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

Âyet-el Kürsi’nin ibadet ve zikir sırrı


Kur'an'ın temel hikmetlerinden biri onun bir ibadet ve zikir sırrı da taşımasıdır. Bu temel kavramı biraz açmak istiyorum. Kur'an'ın insanla ikiz kardeş oluş hikmeti, Kur'anın gönle ve kalbe nakşolması sırrıdır. Bu nedenle Kur'an gerçekten bir zikirdir. Zira Kur'an kulak kalbe intikal edince, gönül kendi Kur'an sırrı ile zikre geçer.
Yüce Kitabımızda iki önemli ilâhî ilim tanımı vardır: İmamı mübin ve Kitab-ı mübin. Bir anlamda ilâhî levh-i mahfuz'u işaret eden bu tanımlarda önemli kavram farkları vardır.
Kitab-ı mübin görüntüdeki âlemlerin bilimsel kaderinin kayıt sistemidir. İmam-ı mübin ise mânânın ilâhî kayıtlarının var olduğu gayb âleminin sonsuz ilmini temsil eder.
İşte Kur'an'ın zikir sırrı yüce kitabımızın imam-ı mübin sırrından neş'et eder. Ve dinlendikçe, okundukça gönül âleminden evrenlere ilahi zikir yayılır. Zikir yaratılanların yaratana karşı bir tarz zorunlu tepkisidir. Var olma çareleridir. Nitekim tüm varlıklar, atomundan galaksisine kadar her varlık zikir halindedir. Meleklerde zikir, en yüksek frekansda seyreder. İnsanda ise durum çok değişik ve farklıdır. İlâhî murâd insan vücudundaki tüm maddesel moleküllere zikr nizamı vermiştir. Ancak insanın asıl zikir sırrı, kalbinde, tabiri caizse gönül makinesindedir. Bu eylemin gerçekleşmesi için ilk şart îmândır. İkinci şartsa tevhiddir. İşte Âyet-el Kürsî bu ilâhî yasa gereği zikrin anahtarıdır. Zikr elbette lisan ile başlar ancak en kısa sürede kalbe inmek zorundadır. Zikrin sözde kalıp, kalbe inmemesi bir arabanın marşına basıp motorunun çalışmamasına benzer. Marşa basmanın amacı nasıl motoru çalıştırmaksa, lîsanda başlayan zikir mutlaka gönle inmelidir.
Eğer zikir gönle inemiyorsa tevhidde yani Allah'ı teklemekte eksik var demektir.
Çağımızda yanlış ve samimiyetsiz uygulamalarla yıpranan tarikat eğitimlerinin gerçeğinden sapan hâli işte bu noktadadır. Zikirin insan için, mü'min için vazgeçilmez gereğini yanlış ve samimiyetsiz uygulamalarla yerine getiremeyiz. Yine bu yüzden gözden kaçan bir gerçek vardır. O da zikrin temeli olan namaz ve Kur'an'dır.
Sözde (lîsanda) kalan zikirlerden çok öncelikli olan zikir namaz ve Kur'an dinlemektir. Zannedilenin tersine yapmacık lisan zikrinden çok, Kur'an'ı dinlemek kalp motorunu çalıştırıp Allah'a makbul olan zikri doğurur. Üstelik nefsin sahteciliği, bu zikre hiç bulaşmaz.
Namaz zikrinden sonra en önemli zikir tevhid (Lâ ilâhe illallah) zikridir. Tevhidden sonrada "Hayy" ve "Kayyûm" esmâlarının zikri gelir. Bunlar ya (Allah Hayy) ya da (ya Hayyû'I-Kayyûm) şeklinde tekrar edilir.
Dikkat ederseniz Âyet-el Kürsî'de hem tevhid hem de "Hayyû'l-Kayyûm" zikri vardır. Ayrıca namazdaki zikrin temeli olan "Aliyyül Azîm" (A'lâ ve Azîm) esmâsı da Âyet-el Kürsî'nin sonuç mesajıdır.
Açıkça görülüyor ki, Âyet-el Kürsî çok önemli bir zikir demetidir. Tesbih zikrinden önce okunması da bu hikmetle doğar.
Âyet-el Kürsî'nin ibadet sırrına gelince: Bilindiği gibi ibadet geniş anlamda kulluk demektir. Kulluğun elbette temelinde îmân koşulu vardır. Ancak kulluk tüm yaşamını Allah'ın emirleri istikametinde sürdürmek demektir.
Uygulamada kulluk ibâdeti denince, belli farzların yerine getirilmesi zorunluğunu temsil etmektedir. Unutmamak gerektir ki; Farzların, yani yapılması gerekenleri yapmak, yasaklardan kaçınmak fiili, namaz, oruç gibi çok temel ibadetlerden ibaret değildir.
İşte Âyet-el Kürsî hem meâlindeki tevhidi açıklayan Kitab-ı mübin'den gelen hikmetlerde, hem de gönle sinen imamı mübin sırrıyla kulluğu murâdı ilâhî'ye uygun noktaya çeker.
Buraya da bir açıklama getirmek istiyorum: Kalbin en büyük zevki, tevhidi yakalamak, onu sezmektir. Onun bu hasretini nefs gölgeler. İşte Ayet-el Kürsî okuna okuna nefsin perdesini inceltip yok eder.
İbâdet, yani kulluğun topallamasının nedeni, tevhide karşı ihlâsın zayıf olmasıdır. Bir kul îmân ettikten sonra tevhidin gerçeğini anlar, varlık diye görünen her şeyin ve de kader diye seyredilen her olayın ilâhî bir hikmet tecellisi olduğunu sezerse:
Namaza durmaması, infâk'dan kaçması, merhametsiz olması tembel ve korkak olması imkânsızdır. Hele hele gurur dediğimiz, imanı ve ibâdeti yok eden hastalığa düşmesi düşünülemez.
İşte Ayet-el Kürsî tevhidin tüm sırlarını en zarif bir şekilde açıklayarak bizi gerçek kulluğa ibadete götürür. Bu amaçla Âyet-el Kürsîyi okumak, okunurken dinlemek ve onun tevhidi açıklayan hikmetlerini kalbe sindirmek tam mânâsıyla bir kulluk eğitimi, yani ibâdettir.
Çoğu insanını yanlış bir kanısı, ibâdeti kendisine fazladan yüklenmiş bir yükümlülük sanması, hatta daha çirkin bir yanılgı ile angarya sanmasıdır. Halbuki ibâdet insanın evren yasalarına uyum eylemidir. Bir gezegen varlığını sürdürmek için kendi güneşi etrafında dönmeyi fazladan bir yük sayabilir mi? Bu eylem onun için evren âhengi içinde kalabilmenin tek çaresidir.
İnsan evren içinde çok özel bir varlıktır ve mutlaka ilâhî sıfatların yansımasını temsil etmek durumundadır. (Halifelik sırrı)
İnsanın çalışkan olması, merhametli ve cesur olması ile kaçınamayacağı bir varoluş gereğidir. İşte Âyet-el Kürsî tevhidi anlata anlata gönlümüzü nefs şaşkınlığının çamurundan arıtır ve gerçek kulluğa hazırlar.
Ayet-el Kürsî'nin günlük yaşamımızdaki önemli uygulama hikmetlerine gelince:
1)İmânda, ibâdette bir zaafa düştüğümüz zaman, mutlaka Âyet-el Kürsî okuyarak en büyük tehlikeden kurtulmalıyız. O'nun mealini de çok iyi bilmemiz, nefsin bizde yaratmak istediği putları yıkacaktır.
Bu noktada yine temel bir açıklama getirmek istiyorum. Gerek Kur'an'ın okunması, gerekse çeşitli amaçlara yönelik sûre ve âyetlerin okunması halinde, beklenen neticeleri alamazsak sorun nerdedir? Örneğin:
a)Şeytanın (Hannâsın) vesvesesinden kurtulmak için sûre-i Nas'ı okuyup hâlâ içimizdeki vesveseleri atamıyorsak,
b)Sûre-i Fil'i okuduğumuz halde kendimizi, ya da mü'min kardeşlerimizi düşman şerrinden kurtaramıyorsak,
c)Sûre-i Kafirûn'u okuyarak eşimizi, evlatlarımızı şer yollardan döndüremiyorsak,
d)Özellikle Âyet-el Kürsî'yi okuyup kalbinizdeki para, mevkî, çevre ve benlik putlarını kıramıyorsak, o zaman en muhteşem varlığımız kalbimizde bir ceryan kesikliği var demektir. Bunun çaresi ise, Allah'ın lûtfettiği infâk reçetesini uygulamaktır. Bunun için tüm niyetlerimizi ve imkânlarımızı seferber ederek, fakirin, yetimin ve garibin imdadına koşmalıyız.
2)Sırf zikir amacıyla gönlümüzü tevhid zevki ile şenlendirmek için sık sık Âyet-el Kürsi okumalıyız.
3)Kendimizin, yakınlarımızın ve de düşman şerrine düşen kardeşlerimizin her türlü şerden kurtulması için Ayet-el Kürsî okumalıyız.
4)Tevhid zikri ya da "Allah Hayy" zikrine başlarken yine Âyet-el Kürsî okumalıyız.
5)Namazdan sonra tesbih öncesi mutlaka Âyet-el Kürsî okumalıyız.
6)Özellikle kadere karşı bir saygısızlık gösterdiğimiz zaman, önce Âyet-el Kürsî okuyup sonra tövbe istiğfar etmeliyiz.
7)Ve nihâyet hastalanınca ya da ciddî bir ızdıraba düşünce Fâtiha ile birlikte Âyet-el Kürsî okumalıyız.
Âni bir âfet karşısında (deprem, yangın, deniz felaketi karşısında da) önce yedi kez besmele okuyup arkasından Âyet-el Kürsî okumalıyız.
Âyet-el Kürsî öylesine güçlü ilâhî bir formüldür ki, bir galaksinin tüm manyetik dengesi bozulsa, yıldızlar bir birine girecek olsa bir kez Âyet-el Kürsi okunduğunda tüm kargaşa durur ve her şey yerli yerine oturur.
İşte Cenab-ı Hak'kın mü'minlere lûtfettiği bu yüce âyet bir yandan tevhidin tüm sırlarını bize öğretirken bir yandan da İman-ı mübin merkezinden gelen hikmetleri ile bizi gönüllerimizden îmân noktalarımızdan evrenin büyük sırlarına ve Allah’ın rızasına hidayet eder.
Allah sonsuz Rahmetinin hidayeti ile Ayet-el Kürsî'nin hıfzı-ı emânını maddemizde ve manamızda dâim kılsın.

Hiç yorum yok: