Rahmetli Erbakan Hoca sohbet, seminer ve konferanslarında:
- Haksızlık
ve ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist zulüm düzeninin,
öyle barış ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla
düzeltilemeyeceğini…
- Bunların,
tahribi çok ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine
güvenip, dünyayı tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini…
- Öyle
ise, Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek
teknolojilere sahip olmak gerektiğini ve Allah’ın izniyle bunları
başarıp ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini defalarca
anlatmıştı.
- Bütün zalim ve Batıl güçlerin elinde bulunan:
- oNükleer başlıklı füzelerini
- oUçak gemilerini
- oİnsansız hava gereçlerini
- oSavaş kontrol merkezlerini
- a)Çalışmaz hale getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri
- b)Silah mekanizmalarını çürütecek metalik virüsleri
- c)Fırlatılan füzeleri havadan yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:
- 1.Planlayıp yaptıklarını
- 2.Bunları seri üretime hazırladıklarını
- 3.Proje aşamasından deneme safhasına kadar, hangi aşamalardan geçtiğini gösteren video kayıtlarını
- 4.Ve bunların Kahraman Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını özellikle vurgulamıştı.
Bu müjdeler, aynı zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması
durumunda, süper şeytani güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi
hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı ve ihtarıydı.
Şimdi,
bu gerçekleri daha iyi kavrayabilmek için, Kur’an’da çağımıza yönelik
teknolojik gelişmelere işaret eden bazı ayetlerin üzerinde dikkatle
durulması gerekirdi.
Fil suresindeki “ebabil kuşları” metalik ve insansız hava araçları mı?
Fil Suresi: 1-
Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi? 2- Onların
'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı? 3- Onların üzerine ebabil
(sürü sürü) kuşlarını gönderdi. 4- Onlara 'pişirilip-sertleştirilmiş
balçık taşları' atıyorlardı. 5- Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi
kıldı.
Meryem Suresi´nde geçen, Hz İsa´nın "ben size çamurdan (maden hamurundan) bir kuş yaparım ve ona üflerim o da uçuverir" mealindeki ayet ile bu “üzerlerine
ebabil kuşlarını gönderdi (ki) onlara pişirilip sertleştirilmiş
(madeni) balçık taşları (benzeri mermiler) atıyorlardı” (Fil:3-4) ayeti düşünüldüğü zaman ikisi arasındaki irtibat belirginleşir. Bu ayetler: “Dağlardan elde edilecek madenlerin eritilip kuşa dönüştürüleceği”
fikrine işaret ve ilham etmektedir. Fazla uzatmaya gerek kalmadan
görüyoruz ki, sadece et ve kemik olan kuşlar söz konusu değildir,
madenden yapılma kuşlara işaret edilmektedir. Nitekim, bir çok eski
efsane ve tarihi hikayelerde ´demir kuşlar´dan ´ateş kuşlar´ dan söz edilmektedir.. “Tayr”
kelimesi etrafında yaptığımız bu yorumlardan sonra şimdi Fil Suresi´ni
ele alabiliriz.. Mekke, bünyesinde barındırdığı Kâbe dolayısıyla en eski
zamanlardan beri Arabistan´ın hem kültür hem ticaret merkeziydi.
Buralarda her yıl kültür şenlikleri düzenlenir, şiir yarışları tertip
edilir ve kurulan panayırlarda hem kültürel etkinlikler hem de ticaret
gerçekleşirdi. Putperest Kureyşliler, bu faaliyetler sayesinde büyük
servetler edinmişlerdi. Habeşistan, bütün çabalarına rağmen, bu kültürel
faaliyetleri ve ticari sirkülasyonu kendi ülkesine çekememişti. Gün
geçtikçe Mekke daha zengin oluyor ve kültür merkezi olma bakımından öne
geçiyordu. Dönemin Habeşistan Kralının Yemen Valisi Ebrehe, putperest
olan Kureyşlilerin bu avantajı Kâbe sayesinde yakaladıklarını biliyordu.
Eğer kendisi de bir mabed inşa ederse, belki ticareti Yemen’e
çekebilecekti. Öyle de yaptı. Altın kubbeli muhteşem bir mabed yaptırdı
ve herkesi buraya gelmeye mecbur etti. Mekkelilere de bu yolda haber
gönderdi. Bunun üzerine Yemen’e giden bir Kureyşli, hakaret niyetiyle
mabedin içine pisledi. Buna çok öfkelenen Ebrehe, Mekke´yi alıp Kâbe´yi
yıkmaya karar verdi. Ordusunun önünde eğitilmiş savaş filleri yürüyordu.
Nihayet Mekke civarına gelince, otağını kurdu ve Mekkelilerin
sürülerini gasp etmeye başladı.. O sıralarda Mekke´nin siyasi lideri,
Hz. Peygamber´in dedesi Abdülmuttalib´ti. Ebrehe Abdülmuttalib´in de 200
devesini almıştı.. Bu haber Abdülmuttalib´e ulaşınca, Abdülmuttalib,
Ebrehe´nin karargâhına gitti. Ebrehe, onun Mekke´nin affı için
yalvaracağını umuyordu. Ama öyle olmadı. Abdülmuttalib, develerini talep
etmek için geldiğini söyledi..
Ebrehe
şaşırdı. Onun Mekke lideri olarak kendisinden bağışlanma dileyeceğini
ve Kâbe´ye zarar vermemesini isteyeceğini sanmıştı. Ve; "Sen develerin için mi geldin? Oysa ben, senin Kâbe´ye zarar vermemem için ricacı olacağını umuyordum" deyince. Abdülmuttalib ona şu cevabı verdi:
"Hayır,
ben Kâbe için gelmedim, kendi develerim için geldim. Ben develerimin
sahibiyim. Kâbe ise Allah´ındır. O kutsal mabedini koruyacak güçtedir." Ebrehe, aşağılayıcı bakışlarla Abdülmüttalib´i süzdükten sonra; "Verin şunun develerini, nasıl olsa yarın hepsini birlikte alacağım!" Abdülmuttalib oradan ayrıldıktan hemen sonra Fil Suresi´nde geçen hadise cereyan etti.. Şimdi surenin mealini aktaralım;
"Görmedin
mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı
mı? Üzerlerine ´siccil (maden çamurundan pişirilmiş taş gibi sert
mermiler)´ fırlatan "uçan ebabil"ler yolladı. Ve onları "asfin mekul"e
çevirip (ortadan kaldırdı)”..
Burada üzerinde duracağımız kelimeler ´tayr´, ´ebabil´, ´siccil´ ve ´asf´tır.
Bilindiği gibi ´tayr´ uçan şeye verilen genel addır. Bu surede ´tayr´
kelimesinin ´nekre´ (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların
bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat çekmek içindir. Elmalılı Hamdi Yazır
bu surenin tefsirini yaparken "Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip uçucular olduğunu hatırlatmak içindir"
demektedir. "Tanınmadık, garip kuş" Bu ifadeler son derece ilginçtir.
UFO´ların İngilizce´deki karşılığıyla tamtamına örtüşmektedir.
(tanımlanamayan uçan cisim)!. Tahmin ediyoruz ki, merhum Hamdi Yazır, bu
tefsiri yaparken bugünkü insansız uçaklar ve UFO´lar görünmüş olsaydı,
herhalde onlara bir atıfta bulunup dikkat çekerdi.. Çünkü Elmalılı
Tefsiri, teknolojik gelişmelere en çok vurgu yapan tefsirlerden biridir,
hatta kendi dönemi için en iyisidir. Elmalı aynı kelimenin tefsirinde
"Bunlar-siz bunu uçan cisimler olarak da anlayabilirsiniz-o zamana kadar
oralarda hiç görülmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım
kuşlar cinsinden şeylerdi" denmektedir. Eğer surede geçen ´tayr´
kelimesi bilinen bir tür kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya
değişik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif
renklerden söz ediliyor ve bunların takım takım, yani filolar halinde
saldırdığı belirtiliyor. Amon-Ra´nın dönüşünü anlatan "Yıldız
Geçidi-Stargate" filmiyle, Amerika´nın uzaylılar tarafından istilasını
anlatan ve yeni yeni vizyona giren filmdeki "Independent Day" uzay
araçları göz önüne alınacak olsa, Ebabil-ki aşağıda izah edeceğimiz gibi
ebabil, filo demektir-diye nitelendirilen kuşların ne derece hakikate
uygun olduğu da anlaşılır.. Bilinen bir gerçek varsa, bu surede geçen
Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha önce hiç görülmemişti.. Bu
surede anlatılan uçucular Erbakan Hocanın Heronlardan çok daha yüksek
kalite ve yetenekte yaptıklarını söylediği “insansız hava araçlarına” ne
kadar da benzemekteydi!
“Ebabil”
Bu surede geçen diğer ilginç bir kelime de “Ebabil”dir. Tefsirlerde Ebabil kuşunun adı olarak değil, ´uçuş şekli´ diye belirtilir. Uçan ve aşağıdakilere ´siccil´ atan bu uçucuların uçma biçimini anlatmaya yöneliktir. Ebabil kelimesini anlatabilmek için ´şemati´ ve ´abadid´ kelimeleri örnek verilmiştir. Şemati, askeri literatürde ´dağınık kıtaları´, ´abadid´ ise ´manga´, ´bölük´ ve ´filo´ları
ifade etmektedir. Bütünden ayrılıp küçük birlikler oluşturmaya ´abadid´
denmiştir.. Ebabil kelimesinin tekilinin olmaması da ilginçtir. Daima
çokluk olarak kullanılan bir kelimedir. Tıpkı filo gibi. Filo dendiğinde
hemen aklınıza üçten fazla sayılar akla gelir. Sahabe´den ünlü müfessir
İbn-i Mes´ud da bu kelimeyi ´uçan fırkalar´ diye tefsir
etmiştir. Bugün buna kısaca ´filo´ diyebiliriz. Bir diğer ünlü müfessir
İbni Cerir de Ebabil´i kuşun adı olarak değil, uçuş biçimlerinin vasfı
olarak algılamamız gerektiğini söylemektedir ve Ebabil´i, "dört bir
taraftan ayrı ayrı ve gruplar halinde uçmanın adı" diye zikretmektedir.
Ancak bazı tefsirlerde, bu kelimenin ´ibbale´ kelimesinden
geldiğini, ibbalenin de grup ve demet anlamına kullanıldığını bildirir.
Görülüyor ki, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, Fil Suresi´nde
geçen ´uçucuların, bildiğimiz Ebabil Kuşlarla bir alakası yoktur. Ebabil
onların adı değil, uçuş şekillerini anlatan bir özelliktir.. Sonra bu
uçan varlıklarla ilgili başka detaylar da vardır. "Bunların ayakları
köpek ayağına benziyordu." deniliyor ve denizden geldikleri, ansızın
belirdikleri rivayet ediliyor. Ve renkliliklerine özellikle dikkat
çekiliyor.
“Siccil”
Siccil
kelimesi de surede dikkat çeken bir kelimedir. Siccil kelimesi Kur´an-ı
Kerim´de başka yerlerde de geçmektedir. Bir ayette ise ´müsevveme´ kelimesi ile birlikte zikredilir. Müsevveme; nereye isabet edeceği belirlenmiş anlamına gelir. Hedefe kilitlenmiş füzeye de ´müsevveme´ denir. Siccil,
tefsirlerde kabaca ´Pişmiş sıcak taş´ olarak geçer. Bugün rahatlıkla
bomba diyebileceğimiz siccil kelimesinin tefsirlerdeki yorumları
incelendiğinde, müfessirlerin nerde ise ´bomba´ diye nitelendirilecek
bir anlamı yakalamaya çalıştıklarını hissedersiniz. Tefsirci
Zamehşerinin, “sanki yazılmış, tedvin edilmiş (yani koordine edilmiş ve
sabitleştirilmiş) ateş dolu azap topları” tarifi hayret vericiydi. Siccil,
keçi veya koyun gübresi iriliğinde mermi taşlar diye tanımlanmış ve
kuşların bunları ağızlarında ve ayaklarında taşıdıkları rivayet
edilmiştir. Bir savaş uçağını ve özellikle insansız hava aracını
anlatmak için acaba o devirde bundan daha güzel tanım yapılabilir miydi?
İbni Abbas ise ´fındık´ tanımı yapıyor ve demir gibi çok ağır cisimler
olduğunu aktarıyor. Fındığın bildiğiniz gibi üzerinde sert bir kabuk
vardır ama özü yani işe yarayan kısmı içindedir. Size kurşunu
hatırlatmıyor mu? Evet, bu uçan cisimlerin Ebrehe ordusuna fırlattığı bu
siccil´ler onları bir anda ´asfin me´kul´e çevirmişti. Asfin Me´kul,
yenmiş kırık dökük hale gelmiş ekin demektir. Bu saldırı neticesinde
onlar delik deşik edilip bitirilmişti. Dışarıdan bakan biri, saldırının
gerçekleştiği yeri, biçilmiş ve sonra çiğnenerek kırık dökük samanlara
dönüşümü bir şekilde görmüşlerdir. Bu tasvir bombardıman sonrasının en
güzel tanımı değil midir?[1]
Beklenen İslam medeniyetinde eşyanın ve insanların ışınlanacağı
Hz. Süleyman´ın "guduvvuha şehrun ve revahuha şehrun´ (gidişi bir ay, gelişi bir ay) diye nitelendirilen bineği
ile Belkıs´ın tahtının, bir saniyenin de altında bir zaman içinde
Yemen´den bugünkü Kudüs´e ışınlanması çağımızdaki çok önemli teknolojik
gelişmelere işaret buyurmaktadır. (Sebe´ Suresi, 10. Ayet ve devamı)
“Guduv”
gidişi, “revah” gelişi anlatır. Kısacası Süleyman´ın bineğinin hızı,
gidiş-dönüş altmış gün/saat kadardır. Kur´an´ın ifadesinde bir gün,
bizim saydıklarımızla 1000 yıldır. Demek ki, Süleyman´ın bineğinin hızı
1.000 x 60 = 60 bin yıl/saattir. Bu da saniyede 1000 ışık yılı
olmaktadır.
İnsanın
algılayabildiği ya da varsaydığı en büyük hız şimdilik ışık hızıdır.
(Oysa tasavvufta ´nur hızı´ denilen ve hayalden daha süratli olan bir
hız birimi vardır) ışığın saniyedeki sürati 300 bin kilometre olduğuna
göre -ki ışık uzayın bütün kavislerini ve bükeylerini tarayarak geçer-
Hz. Süleyman´a verildiği belirtilen bineğin hızı ışık hızından da
fazladır. Bu da aklımıza “ışınlanma süratinin hızını” hatırlatır. Çünkü,
Belkıs´ın tahtı, göz kapayıp açıncaya kadar Yemen´den Kudüs´e
taşınmıştır.. Ve üstelik bunu da "Reculün indehu mine´l- kitabi ilmün"
(kitabi bilgilere-ki, bu tecrübî bilgileri de anlatıyor- sahip bir adam)
diye vasıflandırılan bir insan başarmıştı. Bu ifadeler, bize bilimsel
çalışmalarla insanlığın varabileceği sınırları ortaya koymaktadır. Çünkü
bu işi yapmaya Cin taifesinden bir ´ifrit´ de talip olmuştu. Ancak onun
tanıdığı süre biraz daha uzundu. Yani ´ayağa kalkıp oturacak kadar´ bir
süre.. Hz. Süleyman bu süreyi uzun buldu ve bugünün ifadesiyle
teknolojik bilgiye de sahip olan yardımcısından talep etti ve Taht bir
anda hazır oldu.. Belkıs, gelip de tahtını orada bulunca ona soruldu;
"Bu taht senin mi?" Belkıs´ın verdiği cevap, bugün ´sanal gerçekçilik´
diye nitelendirilen bilimin de ilk tanımı idi: "Sanki o!" Bugün sanal
varlıklara İngilizce´de ´sanki o´ denilmesi oldukça ilginç değil mi?
Demek ki, bizim kendimizi ışık hızına hapsedip, onun üzerinde nesnel
varlığın taşınmasını garip ve imkansız sanmamız sadece bilgilerimizin
henüz olgunlaşmamış olmasından kaynaklanır..
Bizim
ışık hızına hapsedilmiş olmamız, başka yaratıkların da bu hıza
hapsolunduğu yanılgısına yol açmıştır. Uzayda -elbette yaşadıkları
gezegenin tabiatına uygun dizayn edilmiş- varlıklar vardır ve
olmalıdır.. Nitekim UFO´ların varlığı nerde ise kesinlik kazanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri´nin, 1960 yılında başlattığı Apollo serisi
uzay uçuşlarına "refakatçi" uçan cisimlerin eşlik ettiği, hem
astronotların ses kayıtlarıyla, hem de çekilen resimlerle ortaya
çıkmıştır. Bilindiği gibi Ay´a ilk inen Apollo 14´ten çıkıp Ay´da
yürüyen ve burada hatıra resmi çektiren astronotların arka planında iki
UFO görüntüsü vardır. Bu tarihi uzay yolculuğunun iki UFO´nun
refakatinde gerçekleştiğini NASA nedense saklamaktadır. Hatta
hatırlarsanız, bu resmi basan Time dergisi hemen toplatılmıştı. Keza
astronotların ses kayıtlarında bu cisimlerden açık açık söz edildiği ve
Ay´da son derece ahenkli esrarengiz bir müziğin duyulduğu haberi de o
sıralarda basına yansımıştı. Daha
sonra bir konferans için gittiği Kahire’de okunan Ezan sesini duyunca
şaşkınlık geçiren astronot Neil Armstrong “Yemin olsun ki Ay’da
duyduğumuz esrarengiz sesler ve sözler bunun aynısıydı!..” diye
haykıracak, ama Siyonist Yahudilerin güdümündeki NASA yetkilileri O’na
“deli ve bunamış raporu” çıkartıp susturacaktı….
Bazı Kur’ani Kavramların Mesajları
Dabbe:
Dabbe;
bu kelime ile anlatılan varlıklarla; metabolizma olarak bize benzeyen
yaratıkların kast edilmiş olması önemlidir.. Elmalılı Hamdi Yazır, "Hak
Dini Kuran Dili" adlı tefsirinde dabbe kelimesine şu açıklamayı getirir;
"Hafif, hissettirmeden yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve
böcekler için kullanılır. İçkinin vücuda yayılması, bir çürüğün etrafına
bulaşması gibi hareketi gözle tespit edilemeyen canlılar için
kullanılır....." şu halde, tren, otomobil, bisiklet gibi, şunu
hemen hatırlatalım, bu tefsir yazıldığında bilinen mekanik yürüyücüler
bunlardan ibaretti. Bunlara bugün robotlar dâhil daha birçok eklemeler
yapmak mümkündür. Bununla beraber, "Allah her dabbeyi sudan
yarattı. Onların bir kısmı ayaksızdır karnı üzerinde sürünür, bir kısmı
iki ayaklıdır, bir kısmı dört ayaküstünde yürür..." (Nur suresi 24/25) ayetinde zikredildiği gibi bütün yürüyen canlı türlerini içine alır.. İkincisi, “dabbe” diye nitelenen varlıkların yerde ve gökte bulunduğunun belirtilmesidir..
Dabbe kelimesinin Kur´an-ı Kerim´de ilk geçtiği yer Bakara Suresi´nin
164. Ayetidir. Bu ayette ´dabbe´ kelimesiyle yer yüzündeki kuşlar hariç
her türlü yürüyen canlılar kast edilmiştir..
Diğer ´dabbe´ kelimesi ise Hud Suresi´nin 6. ayetinde geçer. Burada da yeryüzündeki dabbelerden söz edilir. "Yeryüzünde
rızkı Allah´a ait olmayan hiç bir canlı yoktur ki, onların karar
kıldıkları yeri de varacakları yeri de bilir. (Bu bilgilerin) hepsi
Kitab-ı mübin´dedir." Burada Kitab-ı Mubin´le sanki ilahi bilgi
merkezi kastedilmektedir. Ayette "dabbe"nin "nekre" (belirsiz isim)
olarak kullanılması çok ilginçtir. Bu ifade tarzıyla Cenab-ı Hak, ayette
geçen dabbenin kesinlikle, "hayvan" tarifi içine girecek dabbeden
olmadığına, onun bambaşka bir varlık olduğuna dikkat çekmektedir.
Aşağıda tefsirini yapacağımız Neml Suresi´nin 82. Ayeti, bu dabbeden
maksadın ne olduğunu netleştirir.. Dabbe tefsirlere göre, ´deprenip
duran her tür canlı´ anlamına kullanılmış. Ayette geçen "fi´l-Ardi"
(yeryüzünde) ifadesi, tahsis için değildir. Yani bu kelimenin sadece
dört ve daha çok ayaklıları değil, aynı zamanda iki ayaklı -insan gibi-
varlıkları da kapsamına aldığını hatırlatmak içindir.
Diğer
bir ilginç husus da bu ayetten hemen sonra, uzayı ve uzayın altı günde
yaratıldığını anlatan ayetin gelmesidir. Dabbe kelimesi aynı surenin 56.
ayetinde de geçer. Burada da benzer ifadeler kullanılır. Ancak bu sefer
dabbe´nin mekânı belirtilmemiştir ve bütün yaratıkların Allah
tarafından idare edildiği belirtilir. Şu ana kadar, ´dabbe´ kelimesiyle
yer arasında sürekli bir irtibat görülmektedir. Ama aşağıda vereceğimiz
ayette ´dabb´ sadece yere has kılınmamıştır, aksine yer ile birlikte
gökteki dabbelerden söz edilmektedir. İşte bizi yakından ilgilendiren
ayet! Nahl Suresi´nin 49. ayeti net bir şekilde yer ve gök dabbelerinden
bahsedilmektedir. Dabbe kelimesiyle metabolizmaları bize benzeyen
yaratıkların kast edildiğini bir kere daha hatırlatarak ilgili ayeti
aktaralım:
"Göklerde ve yerde mevcut bütün ´dabbeler´ ve melekler hiç büyüklenmeden Allah´a secde etmektedir" Yani
onun emrine ve yaratılış gayesine uygun hizmettedir. Burada “Melekler”
ile “dabbe”nin ayrı ayrı zikredilmesi dikkat çekicidir.
Burada
özellikle dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir..
1-Dabbe kelimesiyle metabolizması bize benzeyen, daha doğrusu elemental
canlı yaratıklar zikredilmektedir.. 2- İlk iki ayette dabbe kelimesi
´dünya´ ile sınırlı tutulduğu halde bu ayette ´gökteki dabbeler´den yani
uzaylı diye niteleyebileceğimiz, şuurlu, bilinçli, inisiyatif sahibi
yaratıklardan söz edilmektedir.. 3- ´Dabbe´ ile anlatılmak istenen
canlıların, soyut varlıklar olan ´melek´lerden farklı olduğunun hassaten
vurgulanması önemlidir. 4- Her topluluk gibi gök ve yer dabbelerinin de
ilahi emirlere uymaktan başka çareleri olmadığı belirtilmektedir.
Casiye Suresi´nin 4. ayeti de ilginçtir. Bu ayette ise dabbe kelimesi,
insanlardan ayrı tutulur ve şöyle buyurulur:
"Sizin yaratılışınızda ve çoğaltıp yaydığı dabbelerde ibret almasını bilenler için deliller vardır" (Casiye, 4)
Bazı
tefsirlerin, ayetin metninde ´yer´ kelimesi geçmediği halde, bu
çoğaltılıp yayılan yaratıkları yer ile irtibatlandırması boşuna bir
gayrettir. Oysa metin, "Ve fi halkikum ve ma yebussu min dabbetin"
şeklindedir ki, "min" ile dabbeler içinde bir türe dikkati çekmektedir.
Bu türün "insan" kelimesiyle birlikte anılması da ona benzerliğini ihtar
etmektedir. Aslında ayette insan kelimesi de geçmemektedir. ´Halkikum´
kelimesindeki "küm" zamiri insana yöneliktir. Bu ´küm´ zamiri, doğrudan
insana baktığı ve çokluk ifade ettiği halde, Dabbe kelimesinin "min" ile
tahsis edilmesi ve "nekre" (belirsiz) olarak kullanılması, ister
istemez zihnimizi henüz yeterince bilinmeyen bir türe yönlendirmektedir.
"Yabussu" kelimesi ile de bu varlığın seri bir şekilde çoğalıp
yayılabildiğine dikkat çekilir. Ve geldik, "dabbe" kelimesi konusunda
bize en ilginç fikirleri verecek ayete.. Neml Suresi´nin 82. ayetinde
insanlarla konuşacak dabbeden söz edilir. Ve bu kıyamet öncesinde
görülecek bir türdür ki, insanlığa kendi akibetini haber vermektedir..
"Söz
sabit olacağı zaman (yani kıyamet öncesinde), onlar için yerden bir
(Dabbe) canlı çıkarırız. O da İnsanlara, Allah´ın ayetlerini ve
hikmetlerini iman edip anlayamadıklarını söyler"
Bugün
UFO´larla ilgili bütün araştırma ve incelemeler, onlardan alınan
mesajlar ve bilgiler, Allah’ın izni ve iradesi ile bazı uyarıcıların
dünyamıza kadar yaklaşıp bize mesaj verdikleri kanaatini
pekiştirmektedir.
Sanki
bununla, insanlık hızla yuvarlanıp gittiği kötü akıbeti konusunda
uyarılmak istenmektedir. Adeta verdikleri mesajlarla bizi bu
bozgunculuktan, bu fesatlardan ve kan akıtmaktan korumaya, vazgeçirmeye
çalışıyorlar.. Burada hemen yaradılışı hatırlatalım ve meleklerin
itirazını düşünelim. Ne diyordu melekler: "Ya rabbi yeryüzüne halife olarak atayacağın bu insan, orada bozgunculuk yapacak ve âlemi fesada verecek."
Şimdi
özellikle Siyonist güçler ve Batılı emperyalistler, ürettikleri silah
sistemleriyle, insanlığı sömürme ve sindirme yolunda kullandıkları ve
barış – adalet yerine savaşı kışkırttıkları için hızla akıbetimizi, yani
kıyametimizi hazırlayacak bir fitneyi körüklemektedirler. Oysa Cenab-ı
Hakk´ın, insandan beklediği barış ve esenliktir.. Nitekim gönderdiği
dine hep ´İslam´ yani barış adını vermiştir. Ama kâfir ve zalim
insanlar, adı barış ve bereket olan ve insanlar arasında dirlik - birlik
ve kardeşliği tesis etmesi için gönderilen Hak dinleri nifak, ayrılık
ve savaş sebebi haline getirdiler. Kendilerine emanet edilen bu cenneti
cehenneme çevirdiler. Şimdi biz bir felaket öncesindeyiz ve belki de
bugüne kadar kendilerini gizleyen bu yaratıklar, insanlarla konuşmaya,
yani ilişki kurmaya geçmiştir.. Geçmiş bazı efsanelerde, gökten gelen
varlıklardan söz edilir. Hatta bunların resmi de çizilmiştir. Ama
olabilir ki bunlar günümüzün mesajcıları yerindedir ve bizimle bizim
tekniklerimizi (radyo dalgaları, ses ve görüntü..) kullanarak iletişim
kurma gayretindedir. İnsanları uyarıyorlar, bu gidişatın felaket
olduğunu haber veriyorlar, yani artık bizimle konuşuyorlar ve bize
Allah´ın ayetlerini ve Dinini anlamadığımızı söylüyorlar..
Neml:82
ve benzeri ayet ve hadislerin özel işaretleri ve önemli müjdeleri de:
Pilotsuz hareket eden ve yerdeki kontrol merkezlerinden yönlendirilen
insansız hava araçlarının ve Erbakan Hoca’nın kendi icatları olan diğer
teknolojik savunma mekanizmalarının: Düşmanlara ait çeşitli bilgi ve
görüntüleri kaydedip ilgili birimlere sinyal ve mesaj olarak
gönderecekleri bilgilerini teyit etmeleridir.
Böylece,
taklitçi ve nakilci bir kolaycılıkla din âlimi sanılan ve teknolojik
üstünlüğe sahip Batılılara esaret ve teslimiyetten kurtulamayan
kimselerin ve bunların peşinden sürüklenen aslında “Allah’ın ayetlerine ve Kur’an’ın hikmetli müjdelerine hakkıyla iman etmedikleri ve akıl erdirmedikleri”
de belirlenecek; Erbakan’ın ve sadıklarının farkı ve fazileti de
netleşip kesinleşecektir. Bu aynı zamanda yeni bir medeniyetin ve Adil
bir Düzenin hâkimiyet haberidir.
Ragıp
el-İsfahani, Müfredat adlı tefsirinde (s.165) "İnsanlarla konuşacağı"
belirtilen bu dabbenin, o ana kadar bilinen görülen bir yaratık
olmadığını özellikle vurgulayıp kıyamet öncesinde çıkacağını belirtir..
Ayette geçen "Fi´l-Ardi" (yerde) ifadesi de atmosferin içinde anlamına
gelir. Çünkü Arz, atmosferiyle birlikte düşünülmesi gerekir. Arz
kelimesinin (belirli isim) olarak kullanılması gösteriyor ki, bu
yaratıklar atmosfer içinde görülecektir. Nitekim biz de UFO´ları ancak
atmosfer içine girdikten sonra görebiliyoruz. Oysa onların atmosfer
dışında görüldüklerini de biliyoruz. (Apollo 14´ün verileri) Müslümanlar
14 asırdır işte bu dabbeden (dabbetül arz) söz edip duruyorlar ama her
asırda onunla ilgili tarifler değişip karma karışık bir hal alıyor..
Belki de bunların ansızın saldırıya geçecek -ki bu da olsa olsa
insanlığın iman ve İslam’dan uzaklaşıp canavarlaşması sonucudur-
uzaylılar olduğu söylenebilir. Çünkü bu dabbe ile ilgili rivayetlerin
birinde onların saklı bir topluluk oldukları ve zamanı geldiğinde içine
hapsedildikleri boyuttan çıkıp saldırıya geçecekleri belirtilir..
Tayr
Tayr kelimesinin bizi ilgilendiren şekliyle ilk geçtiği ayet Enam Suresi´nin 38. ayetidir. Bu ayette "Yeryüzünde
hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir ´uçucu´ yoktur ki, sizin
gibi kendilerine has kanunları bulunan bir topluluk olmasınlar" denilir. Burada ´tayr´
kelimesinden maksadın bilinen kuşlar olduğu açık seçik belli oluyor.
Çünkü onlar "ümmet" (topluluk) diye nitelendirilmektedir. Cenab-ı Hak, "tairun yatiru bi cenaheyhi" diyerek iki kanatlı kuşlardan söz ettiğini özellikle belirtir. Ancak bir sonraki, ayette, Cenab-ı Hak, “Kitapta (anılması gereken) hiç bir şeyi eksik bırakmadık” , diyerek, bilinen ´dabbe´ ve bilinen ´tayr´ın dışında ilerde ve gelecekte karşılaşılabilecek diğer uçucuların veya canlıların
da kendi yaratığı ve kendi kudreti altında olduklarını haber
vermektedir. Kur´an-ı Kerim’de sık sık bu tür açıklamalar görülmektedir.
Bir ayette Cenab-ı Hak, dönemin bilinen binekleri olan eşek, at, katır
ve deveyi andıktan sonra,
"Biz onlar gibi nice binekler yaratmışız"
diyerek, hem o dönemin insanlarına akla aykırı olmayan bir ibret dersi
vermekte, hem de çağımızda artık tren, otomobil, uçak, roket,
helikopter, insansız hava araçları ve gelecekte üretilmesi mukadder olan
bineklere de işaret etmektedir.. Keza, bir başka ayet-i kerimede,
Cenab-ı Hak insana, yerlerde, denizlerde ve göklerde geçitler ve yollar
yarattığını söyler ki, bu ayet, bugün dünkünden çok daha derin anlamlar
içermektedir. Nitekim teknoloji geliştikçe, ilmi çalışmalar yeni yeni
gerçekler ortaya çıkardıkça Kur´an´daki birçok ayet de anlam kazanıyor
ve ne demek istediği daha iyi anlaşılıyor. ´Tayr´ kelimesi de bu neviden
bir kelimedir. Kur´an’daki her ´tayr´ kelimesinin kuş olmadığını bugün
çok daha iyi anlıyoruz.
"Uçan Ümmet!"
Bu
tabir etrafında biraz fikir jimnastiği yaptığımız zaman, kuşlarla
birlikte, uzaylıları da bir ümmet kabul etmekte güçlük çekmeyiz. Hele "Biz kitapta anılmadık hiçbir şey bırakmadık"
tenbihi, bizleri, bilinenlerin ötesinde, geniş düşünmeye sevk etmek
içindir. Çünkü her ayetin hem umumi bir anlamı hem özel yanları vardır.
Yani bütün zamanlara toptan hitap ettiği gibi, her bir zamana da ayrı
ayrı göndermeler yapmaktadır. ‘Tair’ kelimesinin-Yasin Suresi´nde olduğu gibi- ´uğursuzluk´, ´vebal´ ve ´sorumluluk´ ifadesi taşıması da ilginçtir.
Özellikle Mülk Suresi´nde uzaydan yapılacak saldırı ile birlikte
düşünüldüğü zaman bu kelimenin neden çağımıza yönelik mesajlar
taşıdığını anlamakta güçlük çekmeyiz..(27/47; 36/19) Nur Suresi´nin 41.
Ayeti de ilginçtir. “Görmüyor musunuz, yeryüzündekiler de göktekiler de ve bölük bölük gruplar oluşturan ´tayr´lar da Allah´ı tesbih ediyorlar.” Ayette geçen "Men
fi´s-semavati ve´l-ardi" ibaresi üzerinde özellikle durulması gereken
bir ifadedir. Çünkü Arz kelimesi tekil olduğu halde ´Sema´ kelimesi
çoğul kullanılmış. Yani "men fi´s-Semai" denmemiş de "men fi´s-semavati"
denmiş. Oysa ayetin genel akışı içinde Sema kelimesinin ´tekil´
kullanılması daha makul görülüyor. Şayet bu kelime tekil kullanılmış
olsaydı, Tayr kelimesinden ancak, atmosfer içinde hayatlarını
sürdürebilen kuşları anlamak zorunda kalacaktık. Ayrıca ´men´ edatı da
insanlar gibi bilinçli yaratıkları anlatmak için kullanılmıştır. Kuşlar
için ´men´ edatı kullanılmaz. Peki, sema kelimesinin tekil değil de
"semavat" (gökler) çoğul kullanılmasının hikmeti nedir?
Eğer, daha sonra gelen "et-Tayr" kelimesinden
maksadın, bizim bildiğimiz ve sadece atmosfer içinde varlıklarını
sürdürebilen kuşlar olsaydı, bu kelimenin de "sema" olarak kullanılması
daha uygun olurdu. Oysa Semavat bütün katmanlarıyla "uzayı" anlatır.
Demek ki, atmosferimizin dışında da bölükler oluşturarak yaşayan ve bir
tür ümmet (yani topluluk) olan başka uçucular vardır.
Kur´an onlara da işaret ediyor. Ve onların da kendilerine düşen
vazifeleri bildiğini hatırlatıyor, ardından da "Allah" onların da ne
yaptığını bilir” diyor.. Neml Suresi´nde ise Cenab-ı Hak, ´tayr´
topluluğu ile iletişim kurmanın yolunu gösterir. Hz. Süleyman
bildiğiniz gibi bütün teknik kudretlerle donatılmış büyük
peygamberlerden biridir. Bugünkü teknolojimizin ilk ipuçları hep O´nun
mucizelerinde görülmektedir. Ses ve eşyanın ışınlanması, aktarılması,
havanın taşıyıcılık özelliği taşıması (aerodinamik), rezonans, sesin
gidiş ve dönüş zamanları, sesin hızı, insan dışı yaratıkların bayağı
işlerde kullanılması (mesela cinlerin Süleyman Tapınağı´nda bilfiil
çalıştırıldıkları Kur´an´da zikredilir) gibi.. İşte insan dışı
yaratıklarla irtibat ve iletişim kurulabileceğini de Hz. Süleyman´ın
lisanından aktarılan şu ayetten anlıyoruz; “Süleyman Davud´a varis olup dedi ki; Ey İnsanlar! Bize ´mantıku´t-tayr´ öğretildi ve bize her şeyden verildi”
(Neml, 16) Burada bizi ilgilendiren "mantıku´t-tayr"dır. ´Mantık´,
´nataka´ kelimesinin mastarıdır. Nataka ´söz söyledi´ ´(adam) konuştu´
demektir. Kuşların konuşmasını anlatmak için ilk etapta akla gelmesi
gereken bir fiil değildir. Bunun yerine ´kelleme´ filinin mastarı olan ´tekellüm´
de kullanılabilirdi, ama kullanılmamıştır. Çünkü tekellüm, doğrudan
insana bakar. İnsanın konuşmasına ´tekellüm´ denir. Buradaki konuşma
´mantık´ kelimesinin ikinci anlamı olan ´makuliyeti´
de çağrıştırır. Böylece ´uçan´ cin topluluklarına veya diğer uçucu
varlıklarla kurulacak iletişimin insanların konuşmasına benzemediği
hatırlatılır. Nataka´ kelimesi cansız varlıklar için de kullanılır. ´Nataka´l-avdu´ (ses çıkardı) anlamınadır. Yani ´nataka´ fiili, zihinsel iletişimi ve ´sinyal´leri çağrıştırır.
Demek
´uçucularla´ yapılacak muhabere veya iletişim ancak sinyallerle
olacaktır. Bildiğimiz kelimelerle değil.. Nitekim atmosfer dışı
varlıklarla insanların kurabildiği iletişimler radyo dalgaları ve
sinyallerledir.. Bunun
gibi, insansız hava araçları ve Erbakan Hocanın bahsettiği diğer
teknoloji harikaları da sinyaller ve radyo dalgalarıyla
yönlendirilmektedir. Bu
ayette Hz. Süleyman, insanlara uzaylılarla iletişimin yollarını
öğretmektedir. Bunun bildiğimiz dil formlarıyla değil, daha evrensel bir
iletişim yolu olacağını bildirmektedir. Nitekim ´tekellüm´ iletişim
kurma biçimlerinin en alt tabakasıdır. Balinaların iletişimi bile biz
insanların iletişiminden daha ilginçtir.. Yukarıda zikrettiğimiz ayetten
iki adım sonra gelen ayette de Süleyman´ın karıncalarla kurduğu
iletişimde ilginçtir. Hz. Süleyman’ın insanlar, cinler ve ´tayr´lardan
(bu kelime maalesef bütün tefsirlerde ´kuş´ diye geçer. Çünkü o
dönemlerde bilinen tek uçucu kuşlardır) oluşan ordusu Neml Vadisi´ne
girdiği zaman Süleyman aleyhi´s-selam, karıncalar kralının kendi halkına
"Ey karıncalar yuvalarınıza çekilin. Süleyman´ın ordusu sizi bilmeden ezebilir."
dediğini duydu. Bu duyuşun ve algılayışın bizim bildiğimiz tarz
olmayacağını pekâlâ tahmin edersiniz. Nitekim Süleyman, bu çağrıyı duyup
algılayınca tebessüm etti ve "Bana verdiğin nimetlerle beni azdırma ya Rabbi" diye
Allah´a dua ve şükretti.. Enbiya Suresi, 79. ayet, Sebe´ Suresi 10.
ayet ve Sad Suresi 9 ve 19. ayetlerde dağların ve kuşların Hz. Davud´a
baş eğdirildiği ve de onun emrine verildiği belirtilir. Burada söz
konusu ettiğimiz ayet Sebe´ Suresi´nin 10. ayetidir. Bu ayette Allah,
dağları kuşları Davud´un emrine verdiğini anlattıktan sonra, ona
madenleri eritmeyi öğrettiğini de hatırlatır. Birbiriyle alakasız gibi
görülen üç şey peş peşe sıralanır. Oysa bugün bu üç unsur arasında çok
rahat ilişki kurma imkânımız vardır: Dağlar her türlü madenin
kaynağıdır. Onların Davud´un çağrısına aynıyla karşılık vermesi, hem
aksi sedaya (eko) işaret vardır, hem de madendeki ses özelliğine dikkati
yoğunlaştırır. Dağların canlı gibi Davud´a ses vermesi, kuşların ona
boyun eğmesi ve madenlerin ilk defa onun tarafından eritilmesi birer
mucize olarak aktarılır.
Muhyiddini Arabî: Şam’da büyük bir savaş çıkacak!
Şimdi
İbn-i Arabî’nin, "Fi Muallak-ı Gayb-ül İlm"ini okuyorum. Nedenine
gelince, bir dostum telefonuna gönderilen bir mesajı gösterdi. Şöyle
yazıyordu:
"Dini Necm eden adam'ın alameti 28 kez ihrama girmesidir. O, zalim
hükümdarlar düşürüldüğünde ölür. Müslümanların üzerine feci bir savaş
çıkar. Bu esnada dini necm eden adam'ın öğretilerini üstlenen bir
kumandan, Müslümanlardan oluşan bir ordu teşkil eder ve Kudüs feth
olunur"
Mesajda bu ifadelerin kaynağı olarak; İbn-i Arabî’nin “Gayb-ül İlmi” gösterilmiş, ancak kitapta bunun aynısına rastlayamadım.
Ama başka ilginç ifadeler vardı. Mesela İbn-i Arabî’ye göre;
“Deniz'de
büyük karışıklık çıkacak. Müslüman hükümdarlardan biri öldürülüp
ortadan kaldırılacak. Kıble yönünde büyük bir savaş başlayacak.
Kırmızı tenli bir kişinin başında büyük bir fitne kopacak.
İnsanlarda göğüs hastalıkları artacak.
Batı ülkelerinde kargaşalıklar çıkacak.
Şam vilayetinde büyük bir savaş patlayacak.
Pahalılık artacak. Buğdayın batmanı bir altuna çıkacak.
Şam'da çıkan savaş sene sonuna doğru bitecek.
Padişah azledilip yerine bir başkası oturtulacak...”
Deniz'de çıkacak karışıklığı: Basra körfezi ya da Akdeniz'e,
Öldürülecek Hükümdarı: Kaddafi'ye, Hüsnü Mübarek’, Beşar Esad’a,
Batı Ülkelerindeki kargaşayı, Yunanistan ve İtalya – İspanya krizi ve Wall Street eylemcilerine,
Artan
göğüs hastalıklarını; akciğer kanserine ve tehlikeli gribal salgınlara
yorarsak, 2012 ve sonrası oldukça hareketli geçecek demektir.
Biz yine İbn-i Arabî’nin üslubuyla bitirelim:
"Her şeyin en iyisini Allah bilir"[2]