Bu Blogda Ara

14 Ağustos 2008 Perşembe

Estağfırullah Demek


Gerek Hakk'a karşı gerekse halka karşı pişmanlık duyduğumuzda, günahlarımızdan mahcubiyet hissettiğimizde, özümüze lâyık olmayan bir işe bulaştığımızda hatta düştüğümüzde, kendi liyâkatimizden daha fazlası ikram edildiğinde, ama her mevkide ve her makamda... Estağfirullah...

Tevbenin kelimesi diye tabir etmek pek de yanlış olmasa gerek. Esasında tevbe, kalpteki pişmanlıktan ibarettir. İçindeki o kalbî sızıyı hissetmeyenin, hangi lâfzı kullanırsa kullansın velev ki estağfirullah kelimesi de bu lâfızlardan olmuş olsun, kalbindeki hissiyata tercüman olmayan ve bağlı olmayan bu lâfızlar havada uçuşan birkaç günlük canlılar gibi şöyle bir gözükür kaybolur. Belki Allah Teâlâ merhameti ile bu riyakâr ve samimiyetsiz tevbeleri kayda almaz. Meleklerine sildirir. Aksi takdirde böylesi istiğfar ve tevbeler aleyhimize birer delil teşkil edecektir.

Bu satırlarla başlamak pek âdetimiz değil. Lâkin galiba üslûp değişiklikleri dikkat çekmek için bazen daha tesirli oluyor. Tevbe ve nedamet köklerinin gözyaşları ile sulandığı ağacın, yapraklarıdır istiğfar. Her bir "estağfirullah" dirilişin, tazelenmenin göstergesidir. Kulun uyanık olduğuna, agâh oluşuna işaret ettiği gibi. Bütün amellerin menşei yani güzel amel olarak kaydedilen her şeyin membaı kalptir. Îmânlı bir kalp sağlamdır. İstiğfar kalbin ağrazlarını, hastalıklarını gideren, hep zinde kalmasına vesile olan bir zikirdir. Bugün zahirî ilim erbabınca da tespit edilmiş bir gerçek vardır. İnsanın algılayabildiği bütün objeler ve bu objelerdeki uyum uyumsuzluk, düzen veyahut çarpıklık gibi hâller insan kalbinde, dimağında hatta bu hissiyatın getirişi ile beyninde paralel bir iz bırakmakta. Çarpık ve karmaşık olarak algılanan şeyler kalbimizde ve ruhumuzda da bir karmaşıklık meydana getiriyor. Başka bir deyişle dingin, huzurlu bir ortam (eğer kişi bozuk bir psikolojiye sahip değilse) kalbin huzurlu olmasına ve rahatlamasına, ruhun da sükûnetine vesile oluyor. Kalbinde ikilik olan, çekişme olan, başkalarının ânını yüklenen, kalbinin ufuklarını günah dumanıyla, zulüm bulutlarıyla karartan kişilerde iç huzurundan bahsetmek mümkün değildir. Her ne kadar onlar "Huzurluyum." iddiasında bulunsalar da kendi vicdanlarında huzursuz bir şekilde çırpınıp dururlar.

Bu geniş daireden geçerek biraz daha özel dairelere geçiş yapalım. Bu geçiş noktalarında her makama ait bir estağfirullah olduğu dikkat nazarlarınızdan kaçmayacaktır. Her fırsatta zikrettiğimiz bir tarifimiz var; tasavvuf, Allah Teâlâ'nın kullarında görmek istediği mükemmel ahlâkı insana aşk ile meşk ettirme yoludur ve hemen hatırlanacağı üzere tasavvuf sahasındaki ekollerin tarikatlar olarak tezahür ettiğini ve bu yolların farklılıklarının da esasta olmadığını, değişik değişik olmasının insan meşreplerinin farklılığından kaynaklandığını söylemiş idik. İşte bu yollarda üslûp erkân, evrad, tesbihat, kıyafet ve meşreb farklılıkları olsa da hepsinde ortak olan manevî esasın haricinde bazı virdlerde de ortaklık mevcuttur. Her tarikatın evradında bulunan ve değişmeyen üç temel vird vardır. Hamdele, salvele ve istiğfar, yani estağfirullah. Hatta yola bağlanmayı ifade eden biat ve intisap tabirlerinin yerine çoğu zaman tevbe etmek, inabet, istiğfar etmek tabiri kullanılagelmiştir. Tevbe ve istiğfarın tarikat yolunda ne kadar ehemmiyetli olduğuna bu iki işaret kifayet etmekte. Tevbe, parlak kalbler için nurunu ve ışığını muhafaza etmeye, tozlanmış ve lekelenmiş kalpler için kirden ve pastan kurtulmaya, iyice günahtan kararmış ölmek üzere olan kalpler içinse yeniden nefes almaya ve hayat bulmaya en tesirli belki de yegâne yoldur. Kalp sahiplerinin bize âyine oluşuna manî olabilecek tozları da yine estağfirullah lâfzı ile giderebiliriz.

Büyüklerden naklederler: Cenâb-ı Hakk, Musa (as.)'ya buyurmuş ki: "Firavun kırk elli sene 'Ben Allah'ım!' diye feryad edip durdu. Bir kere 'La ilahe illallah' diyerek rücû edip tevbe etseydi izzet ve celâlim hakkı için onu o an affederdim." Tevbe kelimesini ve kavramını inşaallah başka yazılarımızda zikretmeye çalışırız. Fakat "estağfirullah" kelimesi ile alakalı olduğundan bazı detayları hatırlamamız icap edecek.

Tevbenin lugattaki mânâlarından biri de; dönmek, rücû etmek demektir. Neye rücû eder, neye döner insan veyahut nereden yüzünü çevirdi de nereye dönmek ister tevbe ederek? İnsanın, insan vasfında kabul edilebilmesi ve söze muhatap olabilmesi için nereden gelip nereye gittiğini bilmesi lâzımdır. Gidiş ve gelişindeki durumu her an gözetmesi gereken insan bazen sürçer bazen gaflet gösterir, unutur. Bulması gerekeni veyahut olması gerekeni ihmal eder, geciktirir. İşte bütün bu sarsıntılarda insana yeniden kendi benliğini kazandıran o uyanış hâli tevbe ile tezahür eder. Estağfirullah kelimesi tevbe hâlinin tercümesidir. Esasında estağfirullah, kelimeden ziyade, cümledir. Latin harflerine aktarıldığında kelime kalıbı gibi gözüktüğünden kelime zannederiz. Hâlbuki birazcık geniş manâsıyla estağfirullah cümlesini lisanımıza hatta lisan-ı hâlimize aktarmak ve ifade etmek istersek "Ey beni kul olarak yaratan, kendisine muhatap kabul eden Mabudum, Halikım (yaratıcım), kendisinden başka ilâh olmayan Hz. Allah! Lütfen, keremen bilerek bilmeyerek işlediğim günahlarımı, kulluğuna yakışmayacak hâllerimi, amellerimi mağfiret eyle, yaptığım işler Senin gadabını celb etse de, azabını hak etsem bile, Sen bu cezayı benden kaldır, beni affeyle!" demek isteriz. Çok çok muhtasar, hemencecik özetlenebilecek ifade şekli ile bile olsa insanın derûnî hâlinde kendisini gösterir. İnsanın his âlemini hemen etkisi altına alır. Hakkıyla istiğfar edenlerin, daha neler kazanacağını ne güzelliklere şahit olacağını insaf ile düşünmek lâzım. Ya hakkıyla istiğfar edenlerin iç dünyalarında ne muazzam değişiklikler olmakta? Düşünmek lâzım. Hem bilir misiniz, "estağfirullah" lâfzı dahi serapa rahmettir, "Estağfirullah!" diyen bir kişi Allah'ı zikretmiştir bir defa. Efendim, Allah'tan mağfiret dilerken nasıl Allah'ı zikretmiş oluyoruz? Cenâb-ı Hakk'ı zikir O'nu hatırlamak veyahut yakın olanların tabiri ile hiç unutmamak değil mi? Estağfırullah denildiğinde bağışlanmayı isteyen kul olarak sen, kendisinden mağfiret talep edilen yegâne varlık Hz. Hakk olduğuna göre kulluğunu bu şekilde hatırlamak ve Rabbini zikretmek zikir değildir de nedir? Tasavvuf terbiyesinde estağfirullah virdi belli âdetler ile verilir, gelişigüzel çektirilmez. Bunun birçok sebebi vardır. Bu sebepler arasında; hususi zikir lâfzı oluşu, gelişigüzel "Estağfirullah!" diyerek istiğfarın mânâsından uzaklaşmak tehlikesi, sayıya ve adede gelen şeylerin nihayetinin olduğunu, belli bir adetten sonra tükendiğini çok iyi bilen insana elindeki istiğfar adedini ve fırsatını iyi değerlendirme tefekkürünü vermek gibi sebepler sayılabilir. Tabi buna herkesteki kalp kilidinin farklı oluşu ve ona uyabilecek bir anahtarla açılması gerektiği hikmeti de ilâve edilmeli. Yani günlük hayatımızda kullandığımız gibi "Estağfîrulllah!" deyip geçilmez. Böyle istiğfarlarımız için de "Estağfirullah.

Tasavvuf erkânında, yedi nefis derecesinde, her mertebede, makamatta hep "estağfirullah" lâfzı ile, hâli ile meşgul olmak vardır. Bazı nefis sahipleri hatta birçok insan "Estağfirullah!" dediğinde "Allah'ı yegâne mabud, kendisine ibadet edilecek Rabb tanıdığım hâlde ben nasıl O'ndan yüz çevirdim, nasıl bu inancımdan düşerek îmândan uzaklaştım? Yarabbî, beni affet; beni cehenneminde yakma!" düşüncesindedir. Yani kastı; azaptan kurtulmak, cezaya çarptırılmamaktır. Bu makamdaki insanlar Allah'ın azabını dünyadaki darlık veya cehennemdeki ateş olarak telakki ederler.

Bazı nefis sahipleri ise "Dünya ve âhiret dengesini tam kurmuş iken heva vü hevesle, nefsimin şevkiyle yanlışlıklara düştüm, daha bir şey yapamadan iflasın eşiğine geldim hâlbuki ne sözler vermiştim ne planlar yapmıştım şimdi hayal bile etmediğim günahlarla baş basayım! Ben bu nefisle ne yapayım, bu çirkinliklerle güzelliklere nasıl ulaşayım? Gaflet ettim, unuttum; pişman oldum Estağfirullah!" demekle meşgul olur. Başka bir zümre ise gönlündeki maşuku, mahbubu, cânânı, sevgilisi Cenâb-ı Mevlâ'ya; kendisine ikramda ve ihsanda bulunduğu hâlde bunun şükrünü eda edememenin ıstırabıyla "Estağfîrallah!" deme mertebesindedir. Mahbubu tanımıyor değildir; haberdârdır, lâkin güzelliklerin ilhamına hâlâ teslim olamamış, istikamet üzerine gidememiş, istiğfar ve tevbe ile maşukundan uzaklaşmamaya gayret eder bir hâldedir.

Şimdi burada bir nefeslenelim. Nasıl ki herhangi bir objeyi konumundan, ışığın yansımalarından, yakınlığından veya uzaklığından değişik şekillerde algılarız; işte aynı şey, manevî tecellîlerde de vardır. Farklı tecellîler, yaşanan hâller ve zuhurat Cenâb-ı Hakk'ın esma ve sıfatlarını da türlü türlü idrak etmemize ve neticede telakki veya tedenni (yükselmek ve alçalmak) etmemize vesile olur. Estağfirullah lâfzında da aynı sır vardır. Bu kısa izahı buraya kadar zikrettiğimiz "estağfirullah" mânâlarının farklı bir veçhesine uzanmaya ve onu anlatmaya köprü olsun diye arz ettik. Zîrâ arifler "Bir makam vardır ki o makama eren zevat estağfırullahı kendi nefisleri için değil, Allah Teâlâ'ya istiğfar edenlerin, tevbe ve rücû edenlerin hatta henüz yaptığı günahlardan nedamet bile hissetmeyenlerin namına ve hesabına zikrederler." Başka bir deyişle Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda mahcup şekilde niyaz ederlerken "Yarabbî! Kullarını sen affeyle, onları cehennem azabında hasret ateşine yakma, sana istiğfar ettiği hâlde hakîkî tevbenin mânâsını bilmeyenlere sen merhamet eyle, henüz tevbe etmeyenleri de tevbe etmişler safına kavuştur. Bu istiğfarımı yine merhametinle ve kereminle onların namına kabul eyle, estağfirullah estağfirullah estağfirullah!" derler. Bu nasıl yüce bir idraktir! Tatmayan insanlar için, bizler için belki fezalardan bile uzak mesafeler... Kişinin bunları söyleyebilmesi ve böyle bir niyazda bulunabilmesi için fevkalâde sâdık, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına mutabık ve muvafık hâlde olması îcâb eder kuşkusuz. Cenâb-ı Mevlânâ, Fihi Mafıh'inde, Fetih sûresinin ilk ayetlerinin tefsirini yaparken şöyle der: "Hazret-i Peygamber (s.a.v.)'in geçmiş ve gelecek günahlarının affı şu mânâyı da içine alır: Hazret-i Âdem'den kendisine gelinceye dek ve kendi zât-ı Ahmediye'lerinden kıyamete kadar gelecek bütün insanların istiğfarına ve mağfiretine vesile olan zât, Hz. Nebiy-yi Ekrem (s.a.v.)'dir. Yani onun mükemmel istiğfarı sayesinde Allah Teâlâ dilerse eksik ve nakıs olan istiğfarları kabul eder. Çünkü o Rahmetenli'l Âlemîn, âlemlere rahmettir. Mevzuu basitleştirmek istemeyiz. Manevî zevkten nasibdar olan güzel insanlar ile bu satırları paylaştığımıza inanıyorum. Fakat bu iş nasıl olur diyenlere maddî âlemden de misal getirebiliriz. Herhangi bir müsabakada ülkemizi temsil eden sporcu veya öğrenci birincilik aldığında birinciliği Türkiye aldı deriz. O yarışmaya bütün Türkiye katılmamıştır. Fakat içimizden bir kişinin mükemmelliği bile bütün millete mâl edilmiştir. Ekmel-i mahlûkat (yaratılmışların en mükemmeli) beşer cinsinin ve Âlemlerin Efendisi, istiğfarı mükemmelen ifa etmekle âdeta ona mensup olanları da birinciliğe, saf kulluğa, yüksek mertebelere taşımış olur. Kişide şayet zerre kadar vatan ve millet sevgisi var ise bu nev'î müsabakalardaki başarılara sevinir. Aynen öyle de, Efendimiz Hazretleri'nin ve onun nurlu yolunun takipçilerinin muvaffakiyetlerine sevinmekten bile korkan, çekinen insanların ne kadar sevgileri ve muhabbetleri olduğunu gözden geçirmeleri îcâb eder. İlâveten hemen şunu da söyleyelim ki, arz etmek istediğimiz; sözüm ona îsevîlerin sakatlanmış inanç sistemindeki günah yüklenmek gibi bir durum değildir. Belki anlatılmak istenen istiğfarın hakikatine eren zâtlar hürmetine Allah Teâlâ'nın da, merhametinin de, kereminin de galebe çalmasıdır.

Tekrar mevzûmuza dönersek gerçi mevzûmuzdan ayrılmadık ama, işte velayet makamına yükseltilmiş olan zâtlar Hazreti Peygamber'in hâline, hatta sırrına vâris olduklarından bütün ümmet-i Muhammed için istiğfar ve tevbe etme makamındadırlar. Belki makamın şükrü böyle ifa olunuyor.

Arifler "estağfırullah" lâfzını şerh ederken daha pek çok güzelliklere işaret buyurmuşlar. Öyle ki bizim için sırrı ifşa etmişlerdir demek sanki daha doğru olur. Velîlerden biri hâlifesine gönderdiği mektupta estağfırullah için bakın neler söylüyor: "Bazı kullar Hakk Teâlâ'ya yaklaştıkça istiğfarları artar zîrâ mahcubiyetleri artar; utanmayı bilen insan istiğfar eder. Îmânın kemali de, ortası da, zerresi de hayadan uzak ve beri değildir. Her îmân makamının kendine ait hayası ve mahcubiyeti vardır. Bazı kullar "Yarabbî, sana yakın olduğum zannındaydım, vuslatına erdim itikadındaydım; senin bana benden tecellîlerinle eskiden bildiklerime ve yakîn olarak düşündüklerime estağfirullah!" derler. Daha da terakki ederek " 'Ben'in içerisinde buldum dediğim 'benlik'im dahi yokmuş, bana ait değilmiş; senin bana verdiğin benliğe ait şeyler dahi 'Sen'mişsin. Senden gayrı her şey için 'sen' ve 'ben' dediğim şeyler için; ibadet, taat, zühd, takva ve terklerim için dahi estağfirullah estağfirullah estağfirullah!" diye zikreden kullar vardır. Evet bazı hâllere erişemesek de önemsemek, özenmek ve hislenmek insan olmanın gereğidir. Aşk sultanlarından Cenâb-ı Pîr Mevlânâ Celâleddin Rûmî'den bir söz ve kıssa naklederek "estağfirullah" lâfzının mânâ boyutunu irfanlarınıza arz edeceğiz.

Cenâb-ı Pîr buyuruyor ki: " Bir günah işlersin; o günahı işledikten sonra belki aklın başına gelir, mü'min olduğunu hatırlar, yaptığın o kötü fiile "Estağfirullah!" diyerek kendince tevbe edersin hâlbuki kişi, Hazret-i Ali (r.a.)'nin buyurduğu vech ile: "Cenâb-ı Hakk'ı unutmadan günah işlemişsen o günahı işlemeden evvel çok daha ağır başka bir günah işledin, demektir. Bu da Allah'ı unutmaktır. Cenabı Hakk'ı unuttuktan sonra yaptığın hataya tevbe edersin 'Estağfirullah!' dersin de, o unutmanın ve gafletin günahı için istiğfar etmeyi aklından dahi geçirmezsin. Böyle gafletle yaptığın tevbe için ve estağfırullah için bir daha 'Estağfırullah!' de, yeniden tevbe et."

Nakledeceğimiz kıssaya gelince belki defaatle okunmuş veyahut dinlenmiş olabilir. Ama mevzuu toparlayacağını ve bizlere yeni ufuklar açacağını düşündüğümüzden hatırlatılmasında fayda mülahaza ediyoruz. Hazret-i Pîr Celaleddin-i Rûmî, mutad olan vech ile, medresedeki dersini tamamladıktan sonra talebeleri ve sevenleriyle beraber halkın arasında, çarşı pazarda hâl ve hatır sorarak, müşkil çözerek ve muhabbet saçarak evlerine gidiyorlarmış. Tam bu esnada kendisine ezel âleminde âşinâ kılınan Hazret-i Şems karşısına çıkıvermiş. Bu cezbeli ve cazibeli zâtın Hazret-i Pîr'in atının önüne dikilerek duruşu ve Pîr'in cemâline bakışı etrafındakilerin de dikkatini celbetmiş. Hazret-i Şems şerareler saçan nazarlarıyla Cenâb-ı Hüdavendigar'a hitaben "Size bir sorum var, cevabını isterim." demiş ve hemen akabinde "Hz. Peygamber mi büyüktür yoksa Bâyezîd-i Bestâmî mi?" diye sormuş. Bu soru halk arasında kısa bir süre var olan sessizliği bozmuş. İnsanlar öfkelenerek homurdanmaya başlamışlar fakat Cenâb-ı Pîr'in sükûneti halka da sirayet etmiş ki, cevabı beklemeye koyulmuşlar. Hazret-i Pîr " Tabi ki Hazret-i Fahr-i Âlem kıyaslanmayacak kadar üstündür, Bâyezîd-i Bestâmî O'nun onurlu ümmetinden bir velîdir." buyurmuşlar. Bunun üzerine Hazret-i Şems-i Tebrizi "Madem öyle, o hâlde cübbemin altında O'ndan gayrı yoktur." demiş ve " Yarabbî, senin rahmet ve marifetini, izin ver bütün kullarına aşikâr edeyim." diye ilan etmiş de Hazret-i Peygamber niçin 'Ben, günde en az yetmiş kere estağfirullah derim.' diye buyurmuş? Hazret-i Bâyezîd için ümmetin velîlerinden diyorsun, herhangi bir mü'min bile yalan söylemezken velî kulların elbette yalan söylemediği aşikârdır. Pekâlâ, bu durumu nasıl izah edersin?" diyerek sualine cevap istemiş. O anda herkes âdeta nefeslerini tutmuş ve bu acayip soru karşısında Hazret-i Pîr'in nasıl bir cevap vereceğini şaşkınlık içerisinde, merakla beklemişler. Monla-yı Rûm Hazret-i Pîr, gönülleri fetheden ve müşkilleri halleden o muazzam cevabı şöyle vermiş: "Küçük bir kapta kaplar dolar ve nihayetinde taşar o da Cenâb-ı Hakk'ın tecellîleri ile doldu ve taştı ve bu gark olma sebebi ile böyle sözler sarf etti, kendince doğru söyledi amma Hazret-i Fahr-i Âlem ki o zât-ı âlînin kulluk derecesini bizce izah etmek asla mümkün değildir. Lâkin o; sahili, kıyısı, sınırı ihata edilemeyecek derecede büyük bir umman, bir okyanustur. Öyle muazzam celâl ve cemâl tecellîlerine her an mazhar olmakta idi ki kemali hayretle bu tecellîler karşısında "Yarabbî, en büyük tecellîne mazhar kıldın, sen celâl ve cemâl sahibi Hazret-i Allah'ımsın!" derken hemen akabinde diğer tecellîlerin fevkinde muazzam hâllere şahit olduğunda " Allah'ım, deminki hayranlığımdan istiğfar ederim; estağfirullah... Beni daha büyük bir tecelliye mazhar kıldın." diyerek hayret makamındaki terakkisi hep böyle devam ettiğinden bir makamdan bir makama uruc ederken "estağfirullah estağfirullah estağfirullah" zikri ile mahbubunu zikretme mertebesinde idi. Ondaki istiğfar günahlarına değil her an kemalâtın terakkisi ile bir evvelki makamından ayrılışına ve yükselişine istiğfardır..."

Hülâsa, esasında söylenmedik söz kalmamış. İdrak edebilene aşk olsun. Anlaşıldı ki her makamın tevbesi ve estağfirullah teşbihi farklıdır. Lâfız aynı olsa da hâller başkadır. Bizler düşmekten kurtulmak için günahlarımıza istiğfar ile meşgul olurken bir kısmımız da düştüğümüz yerden kalkmak için istiğfar ederiz. Oysa bazı zâtlar terakkilerindeki dönüşü ve dönüşümü elde etmek için tevbe etmişler ve estağfirullahı vird edinmişlerdir. Evet, tevbenin bir mânâsı da dönmektir, dedik. Onlar da bu mânânın haricinde değildir. Fakat onlardaki dönüş, tabir-i caizse âdeta bir eksen etrafında üst üste bulunan helezonik daireler şeklinde döndükçe yükselinen, uruc ederek manevî miracını merhale merhale kat etmekte olan bir dönüştür. Estağfirullah lâfzı ile mânâsı ile böylesi zevata tutamak veya dayanak olmaktan öte Hakk'ın tecellîlerine ve Hakk katına yükselmek için kanat ve pervaz olmuştur. Cenâb-ı Hakk bizleri, istiğfarları ile yükselen rızasına kanat açan talib ve ragıb kullarından eylesin

2 Ağustos 2008 Cumartesi

KADİR GECESi


Kacr ildir gecesini her müslüman bilir, ta'zim eder.
Münkirler de bu geceyi bilir, fakat dillerini bu gece için oynatamazlar...
Bir kelime ile mübâreklerin mübareği bir gecedir...
Bu güzel geceyi anlatmadan evvel, gece nedir, onu biraz karıştıralım, sırlarını görelim, sonra da Kadir gecesini birlikte dolaşalım...

Gece, ruhanî...
Gündüz cismâni âlem remzidir...
Bütün muz'i ecrâm karanlığın nâmütenâhiliği içinde parlarlar...
Kendilerini ancak karanlıkta gösterebilirler veya bizim görme hassamız onları gece görebilir...
Bu iki ters cümle üzerinde biraz düşünmenizi dilerim...
Karanlık namütenahi mülk-i ilâhide, aydınlığa nazaran gök galiptir,
Ruhanî âlemdeki nûrun temsili kamerdir...
Kamer aynı zamanda ruhun âlemidir...
Bedr-i tam zamanında ruhanî çalışmaya delâlet eder...
Gece namazı Resûl-i Ekrem'e farzdır.

Niçin, Şakku'l-Kamer hadisesidir de, Şakku'l-Şems değildir?..
Hasefe'l-Kamer'dir de Kusûfe'l-Şems değildir?..
“Vecmüa’ş-Şems ve’l-Kamer”dir de niçin “Vecmie'l-Kameri ve'ş-Şems” değildir?
Kudret-i Sübhaniye “Es SETTÂR” esmâsı kanalından tecellî eder de ondan...
Ecrâmın karanlıkta parıldaması ibâdetin karanlıkta olanı parlar olacağına işarettir...
Güneş aya giriyor...
Niçin ay güneşe girmiyor?..
Hem ay küçük olduğu hâlde...
Bütün mevcudatın ve mahlûkâtın yok olacağına ve SETTÂR'ın içinde kaybolacağına işarettir...
Aynı zamanda kıyamete işarettir...

Rûhâniyetin daimî olarak cismaniyete hâkim olduğunu ifâde eder.
Bundan dolayı gündüz ile gece yapılan ibâdet arasında muazzam fark vardır...
Gündüz cesedin ibâdeti, gece ruhun ibâdeti yapılır.
Mi'râc bile gece vakti olmuştur...
HAYY esmâsının tecellîsi daima SETTÂR esmâsiyle kapanarak, örtülerek olur...
Hangi tohum örtülmeden intaş eder?
Arı, balını yaparken kimseye göstermez...
İnsan alâkası gizli olarak büyümeğe baslar...
Ölünün cesedi bundan dolayı defnedilir...

Vahy gelirken “Üzerimi örtün!” diye Cenâb-ı Resûl'ün buyurması, sıcak iklimde üşümesinden değildir...
“Beni örtün!”
Vahyin şiddetinden husule gelen ihtizazın örtülmesini, görünmemesini, SETTÂR esmâsına karşı olan edeb için örtülmesini emir buyurmuştur...
Cenazeyi tekfin de bu edeb için yapılır...
Setr-i avret, HAYY esmâsının tezgâh ve teferruatı olan yerler için emir olunmuştur...
Edeb yeri aşikâre olan hiçbir canlı mahluk yoktur...
Hepsi fıtrî yaradılış icabı bir uzuv kısmıyla örtülüdür...
Kimini kuyruk, kimini gulfe, kimini kıl, kimini tüy örtmektedir...
Yalnız insanlarda bu gibi yaradılıştan teşrihi bir örtü olmadığından, (bu yaradılış murad-ı ilâhîdir) insanlara telebbüs lüzumu, te'sirat-ı hariciyeden sıyanet bahanesiyle setr-i avret mecburen ve habersiz yaptırılmıştır...
Örtü SETTÂR'ın naibidir.
Esmânın dünyada naibi varsa evvelden mevcuddur.
Naibi yoksa sonradan emirdir..
Bu, büyük dînî hakikatlerin bir kapı aralığıdır.
Bunu anlayan, kapı aralığından hakîkatların illetlerini, sebeplerini, niçin öyle olduklarını, nehiylerinin esasını anlamış olur.
Bâzı cümle ve kısa anlatışlar binlerce kelimenin, yüzlerce lâfzın küçültülmüş ve akla sokmak için hazırlanmış usûl ve yollarıdır...

Gece ve geceler insana daha yakındır gündüzlerden...
Resûl'ün sırtındaki siyah mühr-ü nübüvvet,
Dünyada siyah ırkın bulunması,
Bu siyah derili insanların yaradılışındakî hikmeti düşünüp anlamak herkese nasip değildir...
Hacer-i Esved,
Kâbe örtüsünün siyah oluşu insanları düşündürmelidir.
Bunlar tesadüfi şeyler değildir...

HÂLİK: “Geceye kasem ederim!” diyor.
Karanlık yere daima her cansız cisim bile hürmet ediyor.
Farkında mısınız?..

Güneşin ziyâsında birçok dalgalar mevcuddur.
Fakat aydınlık dalgaları hailleri geçmiyor; geçemiyor değil...
Dikkat buyurun...

Karanlığı aydınlatmamak için röntgen şua’ı her şeyi delip geçiyor.
Fakat kendini göstermiyor, kendi görünmüyor...
Gündüzü mü seversiniz, geceyi mi?..
Ne söylerseniz inanılmaz, muhakkak geceyi seversiniz.
Çünkü insanların yaradılışında gizli bir istek vardır..
Geceyi sevmek...
Hakikî sevgi ve kulluk gece belli olur.
Fosforun gece parlaması tesadüfi bir şey değildir;
Bir hikmetin ve bir sırrın gizli kapaklı izah ve ifâdesini haykırmaktır.
Fosfor böceklerinin zikri gecedir.
Ondan dolayı her bağırışlarında parlar, sönerler...

O hâlde gece:
l - Geceye “Kasem-i İlâhi”, verilen ehemmiyet ve kıymetin ifâdesidir,
2 - Güneşin küçük ay’a girmesi, SETTÂR'da her şeyin eriyeceğine,
Geceye verilen kıymetin ifâdesine, bir gün kıyamet kopacağına delâlet eder.
Şimdi geceyi târiften sonra KADÎR Gecesine gelelim:
Bu târif edilen gecelerden birisi değildir Kadir gecesi...
Ed-Duhan Sûresinin 4 üncü âyetinde zikredilen gece..
Bu gece, Kur'ân kül hâlinde Levh'den inmiştir...
Sonra senenin içindeki bir gecede de, parça parça inmeğe başlamıştır.
Bakara Sûresinin 185 inci âyetine göre, Ramazan ayına tesadüf eden bir gecedir.

“Biz onu Kadir gecesi indirdik...”
“Kadir gecesini Ramazın'ın son haftasında arayınız...”
Elimizde ALLAH ve Resûl'den müntakil bilgilerimiz bunlardır...

Kadir gecesi, muayyen bir gece değildir.
Bir sene tek gecede, bir sene çift gecede olmak üzere seyr ve intikal eder...
Ramazan ayı da o geceye tesadüf etsin diye mevsimlere göre değişir.
İnd-i ilahîde evvelce böyle bir gece murad ve tesbit edilmiştir...
Ramazan daima bu gecenin bulunduğu aya tesadüf eder.
Kur'ân-ı Kerîm'in bu gece inmesi Tensîb-i İlâhidir.
Ramazan ayı kamere göre olduğundan, senenin diğer muhtelif mevsim ve aylarında seyr ve intikal eder.
Buna nazaran, Kadir gecesi, İnd-i İlâhide sabit ve muayyen bir merkez noktasıdır.
Güneş muayyen bir burca dünyayı aldığı zaman bahar nasıl geliyor, nebatat uyanıyorsa,
senenin muhtelif zamanlarına ve mevsimlerine tesadüf eden kamerî Ramazan ayı o gecenin zarfı mahiyetindedir.
Herhangi gece, “O Kadrin, şerefin merkezine” geldiği zaman Kadir gecesi oluyor,
Kadir ismini alıyor,
Rahmet açılıyor...
İnd-i İlâhîde sudûr muayyen bir zamanda oluyor.
O hangi geceye tesadüf ederse Kadir ismi ona intikâl ediyor...
Gece sabit değildir.
Rahmetin sudûr merkezi sabittir.
Sudûr muayyendir.
Muayyen bir zamanda oluyor.
Tesadüf ettiği geceye şerefini saçtığından o gece Kadir gecesi ismini alıyor.
“Gök kapıları açılıyor diyoruz...”
Dedelerimizden gelme güzel bir tâbir.

Şerefin, kadrin, rahmetin sudûru İnd-i İlâhîde muayyendir..
SETTÂR ile örtülü olduğundan o sudûr zamanı bir geceye tesadüf ediyor.
Rahmetin sudûru hangi geceye tesadüf ederse o gece sudûrun şerefine mazhar olduğundan Kadir gecesi ismini alıyor...
Bu sûretle bütün senenin geceleri bu şerefe mazhar oluyor.
Ve SETTÂR'ın görünür naibi olan geceler Kadir şerefinden nasibini alıyor...
“Adâ-let-i İlâhî”...

“Gece;
Karanlık zamanıdır,
Câhiliyyet devridir,
Cihanın hakîki irfan ve nurdan mahrum olduğu zamandır.
Resûl-i Ekrem gelmeden evvel insanlığı böyle bir gece sarmıştı.
Böyle karanlık bir gecede, bir devirde insanlık nûrlara garkoldu, karanlıklar kalktı, Resûl'e gelen vahy ışıkları ile parladı.” diye tefsir ve târifler de mevcuddur.

Gece, cehâletin remzi olamaz...
Nûr geceden çıktığına göre nasıl olur?..
Cehâleti gideren de geceden çıkan nûrdur...
Yıldızlar gece parlarlar...
Bu bir âyettir...
Geceyi cehâlete remz ve temsil yapmak biraz edeb dışı bir iştir..
Belki de inanmayanların aklına dökememek aczinin verdiği garip bir târif olup, nezaketten doğmuştur bu tefsirleri...
Bin geceden hayırlı olan bu gece diğer geceleri küçültmez.
Her geceye nasip olduğu için her gece bu gecenin feyzinin ışıklarına sırası geldikçe çarpıyor...
Fecirde ışıklar başladığı zaman gece Kadirlikten çıkıyor.
Nasibi bitiyor demektir.
O hâlde gece nasıl câhiliyyet remzi oluyor?..
Olamaz!..
Gece ve geceler olmazsa nûrun kıymeti kalmaz, nûr, feyz görünmez...

Gül kokusu, gülü bıraktığından koku her tarafa yayılır...
Koku görünmez, yayılır.
“Benden sonra Peygamber yoktur.” mübârek sözü ALLAH'ın bir ihsanıdır.
Bu söz Resûl-i Ekrem'in dîninin şeref perdesidir.
Bu gül kokusu,
Bu ihsan,
Bu şeref,
Kadir gecesi hürmetine beşerîyyete Resûl ile bildirilmiştir...
Bundan nasibi olan korkmaz.
Zâten haktan gayrı olan varlıktan korkmak gizli bir şirkten başka bir şey değildir.
ALLAH'a dayananın korkusu olmaz, olamaz da...

Kadir gecesi idi...
Hastalığı ilerlemiş, ateşler içinde yatıyordu...
Dudaklarından ALLAH'ın mübârek kelimeleri süzülüyor...
Sevgili kızı başucunda idi.
Gözlerinden inci daneleri sedasız dökülüyordu...
Kızının güzel gözlerine fersiz gözlerini dikti:
“Sevgili kızım, Kadir gecesi bu gece değil mi?” dedi.
Kızı:
“Evet baba!” der gibi gözyaşlarını eliyle sildi.
Baba, tekrar, kızına baktı:
“Artık ayrılmak zamanı geldi! Yolumuza gidelim, Ben ölmeğe sen yaşamağa kızım... Hangisi daha iyi?.. Bunu ALLAH'dan başka kimse bilemez…” dedi.
“Kadrin rahmet, şeref ve kokulariyle gidiyorum...”
Resûl'ün mübârek ismini anarak ruhunu teslim etti...
Fecr ışıklan başlarken…
Bu ALLAH'ın velîsi her zaman şöyle dua ederdi (Duası kabul oldu da Kadir gecesi ruhunu teslim etmişti) :

“Ey gözlerin görmediği,
Fikirlerin varamadığı,
Öğücülerin övemediği,
Hadisatın değiştiremediği,
Mesâib ve belâyanın korkutamadığı,
Zât-ı Ecellâ!..

Sen ki;
Dağların kaç miskâl,
Denizlerin kaç litre,
Yağmurların kaç katra olduğunu,
Ağaçlarda kaç yaprak bulunduğunu,
Üzerlerine kaç gecenin karanlığı yayıldığını,
Kaç gündüzlerin aydınlattığını bilirsin!..

Senden;
Hiçbir gök öbür göğü, hiçbir yer diğer bir yeri örtüp gizleyemez.
Hiçbir deniz kenarındakini, hiçbir dağ sinesindekini saklayamaz.
Ey bu evsâfı celile ile mevsuf olan Kaadir-i Mutlak!..
Lütfet de benim ömrümün en hayırlı zamanını son dakikam ve en düzgün işimi işlerimin en sonu kıl!..
Günlerimin en mübareğini de sana kavuşacağım gün eyle!..
Yâ Erhame'r-Rahîmin!..”
O gün Kadir gecesi fe

e ölmüştü…

1 Ağustos 2008 Cuma

Kur'ân'ın Matematik Mucizesi

Kur'an'da 19 sayısının büyük bir hikmeti vardır. Bir çok âyetlerin kelime ve harf sayıları 19'un katları kadardır. Ayrıca Besmele 19 harflidir. Kur'an'da Sûre-i Yusuf'da insanın 19 özelliği gizlidir. Bu nedenle 19 sayısının çok önemli yanı vardır.

A) 19'UN KUR'AN'DA BİLDİRİLMESİ:

Kur'an bilindiği gibi Alâk suresinin ilk beş âyeti ile başladı. Bu beş âyet 19 kelimeden kurulu idi ve harf sayısı 19 un tam katı idi (4x19 = 76).Sonra Sûre-i Müzzemmil ve sonra Sûre-i Müddessir'in ilk 30 âyeti geldi. Kureyşin en akıllısı geçinen Velid Bin Mugeyre, ilk inzal olan âyetleri dinlemiş, ondaki olağanüstü kelâmın farkına varmıştı. Sonra da Kureyş kâfirleri onu gurura sevk ettiler; insan kelâmıdır dedi.

Bunun üzerine Sûre-i Müddessir'in ilk 30 âyeti inzâl oldu.

Âyet 18 : Zira o düşündü, taşındı, ölçtü, biçti.

Âyet 19: Canı çıkası, ne biçim ölçtü biçti.

Âyet 20: Sonra, canı çıkası, tekrar nasıl ölçtü biçtiyse

………………..

Âyet 25: «Bu insan sözünden başka birşey değil» dedi.

Âyet 26: Onu sekara sokacağım;

…………….

Âyet 30: Üzerinde 19 vardır (üzerine 19 musallat edilmiştir).

Bu âyetler topluluğu, düşünen, ölçüp biçmesini bilenler Kur'an-ı inkâr ederse onlara bu 19 lar sırrını musallat ederim, Kur'an'ın Allah kelâmı olduğu inkâr edildikçe bunalımdan bunalıma düşeceklerdir buyuruyor.

Bu 30 uncu âyetten sonra Kur'an'ın şifre hikmetinin anahtarı Besmele ve Fatiha inzal oldu.

Ne varki dünya velilerden ibaret değildir. 20. yüzyılın sonuna doğru Amerika'nın en ünlü matematikçileri Kur'an'ın bu sırrına hayran olmuşlardır.

Bu bilim adamlarının yaptığı matematik incelemeye göre Kur'an'daki bu 19 ve katları hikmetinin var olabilmesi 616x10 üstü 25 dir; yani 626 septrilyonda bir ihtimaldir. Bu yüzden Kur'an ancak Allah Kelâmıdır.

B) BESMELEDE 19 SIRRI:

Besmele 19 harfdir, besmeledeki 4 kelime Kur'an'da 19 un katlarınca geçer.

İsim, 19 kez geçer, Allah, 19x142=2698, Rahman, 19x3=57, Rahim, 19x6=114 defa geçer.

(Kur'an'da S-9, A-128'de Efendimiz için geçen Rahim ismi elbette bu sayıya dahil değildir.)

Kur'an'da Besmele 6x19=114 defa geçer ancak 9'ncu sûrenin besmelesi yoktur. Kaybolmuş bu besmele 19 sûre sonra Sûre-i Neml'de (S-27, A-29) geçer. Bu eksik Besmele dahi bize Allah'ın Kur'an matematiği içinde 19 sayısına verdiği önemi beyan içindir.

Acaba Besmelenin bu 19 lar hikmetinin sırrı nedir? Bu sorunun cevabını tüm mana hikmetlerinin saklı olduğu Sûre-i Yusuf’da, buluyoruz.

12 nci Sûre, Sûre-i Yusuf'da 19 şahıs vardır. Ve bunlar insandaki 19 özelliği temsil eder. Bunlar:

1 - Hz. Yakub : Ruh.

2 - Hz. Yusuf: Kalb (Gönül)

3 - Züleyha: Nefs.

4 - Bünyamin: İman.

5 - Kıftir: Dünya bağlantısı.

6 - Sultan: Akıl.

7 - Şarapçı: ilim.

8 - Şarapçının yanındaki tutuklu: Mantık.

9 - Yusuf'u kuyudan çıkaran kervancı: Menfaat.

10 - Yusufun on kardeşi: Hisset-Kin-Reyb-Gurur- Zulüm - Şehvet - İhtiras - Cebânet - Meskenet - Seyyaliyet.

İşte Besmele insandaki bu hassalara her bir harf ile hakim olan ilâhi bir teminattır.

Be harfi bedene, Sin harfi nefse, Mim gönle, sonraki Elif ruha birer teminat sigortasıdır.

C) RUMUZLARDA 19 İNCELİKLERİ, DİĞER HİKMETLER:

Kur'an'da 7 sûrede Elif-Lâm-Mim şifresi vardır. Bu yedi surede geçen Elif, Lâm, Mim harflerinin toplamı 26676=1404x19 dır.

Kur'an'da 7 Hâ-Mim şifresi vardır. Bu şifrelerin geçtiği sûrelerde geçen Ha ve Mim harflerinin toplamı 2147= 113x19 dır.

Sure-i Şûrâ'da 5 mukatta'a vardır ve iki âyet halindedir:

a) Hâ-Mim

b) Ayn-Sin-Kaf

Bu surede 5 harfin toplamı: 5700=30x19, suredeki Ayn,Sin,Kaf toplamı: 209=11x19, suredeki Kaf toplamı: 57=3x19 dır.

Yedinci sûre, Elif-Lâm-Mim-Sad la başlar, sûredeki bu harfler toplamı: 5358=282x19,

Sûre 19 da mukatta'a harfler: Kaf-Ha,Ya,Ayn-Sad dır. Bu harflerin toplamı: 798=42x19,

Sad şifresi bulunan 7,19,38 inci surelerde geçen Sad toplamı: 152=8x19,

Nun suresinde N harfi sayısı: 133=7x19 dır. Böylesine kesin bir matematik inceliği görmezlikten gelerek, bunları akıl almaz mucize olarak fark etmemek, gerçekten Fatiha Suresi'nde emredildiği gibi ancak mağdubin olmaktır (nasipsizlik).

Onk.Dr. Haluk Nurbaki

CELCELUTİYYE DUASI 'NIN MANASI


1- Sırların hazinesi olan “Bismillah” ile başlarım. Onun ile o hazineyi keşfederim.

2- Ardından mahlûkatının en hayırlısı, dalalet ve yanlışlıkların ortadan kaldırıcısı Hz. Muhammed(sav)’e salât getiririm.

3- İlahi! Kusursuz olan Allah, Ehad, Bedi ve Kadir isimlerini şefaatçi kılıp niyazla Senden istiyorum!

4- Kadri muazzam olan ismin hürmetine Senden niyaz ediyorum Ya ilahi, işlerimi kolaylaştır!

5- Ya Hayy, ya Kayyum! Allah, Ehad, Bedi ve Basıt isimlerini şefaatçi kılarak ve ümitle Sana yalvarıyorum.

6- Ey yaratma mertebelerinin en yükseğinde bulunan Allahım! Sabit, Cebbar isimlerinin hakkı, uyumaz sıfatın ve ateşleri söndüren Halim ismin hürmeti için!

7- Ey çabuk imdada koşan Rabbim! Allah, Ehad isimlerin ve dualara süratle cevap veren Bedi ismin hürmetine Sana yalvarıyorum.

8- Kayyum ismin hürmetine, kalbimi ondaki kirlerden temizleyerek ihya et! Ona Senin sırrın yerleşip ışık saçsın.

9- O sırrın nurunun parıltılarından üzerimde bir aydınlık bulunsun. Böylece yüzümde bir ışıltı zuhur edip parıldasın.

10- Kalbime rahmet sağanakları dökülsün de onu Kerim olan Mevla’mızın hikmet incileriyle dile getirsin.

11- Her yandan beni nurlar kuşatsın da büyük Mevla’mızın heybeti bizi kaplasın.

12- Sen her türlü noksandan münezzehsin, ey yaratma ve yoktan her an çoklukla var etme mertebesinin en yükseğinde bulunan ve ölüleri en kerimane tarzda dirilten Allahım.

13- Bir araya getirilmiş heca harflerinin hakkı için beni maksadıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir.
14- Yüce ismi azamın ve Kuran’ın her tarafı kuşatan nuruyla irademe yerleştirilen harflerin sırrı hürmetine,

15- Nurlardan üzerime ışık saçacak bir feyiz akıt ve ism-i Hâkiminle kalbimin cansızlığını ihya eyle.

16- Ne olur ism-i cebbarınla bana bir heybet ve celal giydir ve düşmanlarımın ellerini benden çektir.

17- Kadri yüce, Selam, Aziz ve celil ism-i şeriflerinin hürmetine beni her türlü düşman ve hasetçiden koru.

18- Bunu, Celal, Rauf, Münezzeh, Kudüs ve kendisiyle karanlıkların dağıldığı Rahim isimlerinin nuruyla lütfet.

19- Ey Rabbim! O nur ile ihtiyaçlarımı gider. Selam ve Hayy ism-i şeriflerinle hacetimi süratle yerine getir.

20- Ma’bud, Hu, Samed ve Şehid isimlerinin hürmetine ey Yüce! Kâfi isminle işlerimi kolaylaştır.

21- Ey Celal sahibi! Ve ey Halim! Senin yardımınla açılacak bir ilmin sırrıyla bana bir ikram lütfeyle!

22- Sırları kesin ve inkişaf etmiş Kuran-ı Hâkim’in nurani ve açık ifadeleriyle beni her türlü korku ve sıkıntıdan kurtar.

23- Ey Celal sahibi ve ey kırık gönülleri üzüntüden kurtarıp saran! “Kün=ol” fiilinin “Kaf”ı hürmetine beni koru!

24- Tehlikeler deryasında beni güvende kıl ve o deryadan en hayırlı bir selamet sahiline çıkmayı ihsan eyle. Sensin benim sığınağım ve sıkıntılar ancak Seninle ortadan kalkar.

25- Rahmet olan yağmurun sağanak hali gibi üzerime rızık yağdır. Her ne kadar günahta aşırı da gitseler âlemlerin ümidi yalnız sensin.

26- Ey Celal sahibi’ Basir ism-i şerifin hürmetine düşmanlarımızı sağır, dilsiz, kör ve konuşamaz eyle.

27- Âlim ve Gani isimlerinle beraber Sabur isminin de kal’asına sığınarak, yanlışlıktan korunurum.

28- baştanbaşa bütün mahlûkatın gönüllerini bana lütfunla çevir ve Fettah ism-i şerifinle bana makbuliyet elbisesini giydir.

(üstad böyle okurmuş)- bütün âlemlerin kalplerini Risale-i Nura ısındır ve Fettah isminle ona makbuliyet ihsan eyle.

29- Ya ilahi! Selam ism-i şerifin hürmetine işlerimizi kolaylaştır ve bize izzet ve yücelik ver.

30- Üzerimize af örtüsünü ger ve kalplerimize şifa ver. Kalpleri manevi hastalık kirlerinden temizleyip şifaya kavuşturan yalnız sensin.

31- Allahım! Hu ism-i şerifin hürmetine, bütün rızkımızda bize bereket ihsan eyle ve güçlük düğümlerini çöz de rahatlayalım.

32- Ey gerçek Mabud, Ya Hu ve Ya Hayre’l-halıkîn! Ve ey bizim için rızıklar Onun cömertliğinden coşup gelen.

33- Her yönden gelen düşmanı senin yardımınla defederiz. Sen de isminle onlara uzaktan atar ve onları dağıtırsın.

34- Ey Celal sahibi! Çöl kelerinin, yanına koşarak gelip şikayetini arz ettiği Zat(Hz. Muhammed)’in şanı hürmetine onları yüzüstü ve yardımsız terk et.

35- Ya ilahi! Benim ümidim ve seyidim yalnız sensin. Beni tahkir etmek isteyen ordunun düzenini dağıt.

36- Kesin yeminlerin ve muhtevaları hürmetine bütün zararlıların tuzaklarını benden defet.

37- Ey eski ümmetlerden beri kendisinden dilekte bulunulanların en hayırlısı, ihsanda bulunanların en kerimi ve ümit kapılarının en değerlisi.

38- Ey gizliliklere ilmiyle nüfuz eden Nur! İsminle, yıldızımı çağlar ve asırlar boyu nurlu kıl ve parlamaya devam ettir.

39- Nurun kandili gizli fakat açık bir biçimde tutuşturulur. Kandiller kandili gizli olarak nurlanır.

40- İzzet, azamet, celal ve Kibriya sahibi münezzeh ve mukaddes olan Zat-ı Rahim’in nuruyla küfrün ateşi söndürülür.

41- Ma’bud-u bilhak (el-ilah) Hu, Samed, Zu’l-Batş (düşmanlarını kıskıvrak yakalayan) Cebbar (hükmüne karşı konulmaz) ve Halim olan Zatın yardımıyla (o nur) düşmanlarının ateşini bastıracak.

42- Gerçek Ma’bud, Hak olan ve hakkı gerçekleştiren, Cemil, Vedud ve Mucib olan Zatın yardımıyla insanlara kendisini sevdirecektir.

43- Hak ism-i şerifin hürmetine duamı kabul buyur, benim yanımda ol, düşmanlarıma karşı bana kâfi gel, çünkü artık onlar çok ileri gittiler.

44- Ey Rab ve Rahman olan Allahım! Hiç şüphesiz sen Hak Ma’budsun! Ey kuvvetli mededkârım! Şiddetli fırtınalar peşi peşine kopmaktadır.

45- Kâfirlerden korunmak ve düşmana şiddetli hücum gerçekleştirmek ancak senin yardımınladır. Senin yüce kapına gelip sığınan kimsenin karanlığı dağılır.

46- Tâ Hâ, Yâ Sîn, Tâ Sîn (Neml) ve Tâ Sîn Mîm (Kasas ve Şuara) sureleri hürmetine bize yönelip gelen bir saadete ermek için bizim yardımcımız ol.

47- Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd (Meryem) ile bizi dört bir yandan kuşatan kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.

48- Hâ Mîm Ayn Sîn Kâf (Şû Râ) suresi bizi koruyan sığınağımız olsun; onun karşısında dağlar bile sarsılır.

49- Kâf, Nûn ve Hâ Mîm sureleri hürmetine bu himayeyi gerçekleştir. Duhan suresinde de muhkem kılınmış bir sır vardır.

50- Elif Lâm ile başlayan sureler, Nisa suresi, Maide suresi, En’am suresi ve nurlu kılınmış Nur suresi hürmetine…

51- Elif Lâm Râ ile başlayan (Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim, Hicr) sureleri sırrı ve İsm-i A’zam’ın nuruyla, işlediğim her günahtan vazgeçerek yükseldim.

52- Elif Lam Mim Ra (Rad) suresiyle yüce olan ruhaniler ve melekler meclisine yükseldim.

53- Amme, Abese, Naziat, Tarik, Ve`s-Semai Zatilburuci ve Zilzal sureleri hürmetine.

54- Tebareke, Nun, Seele Sailün, Tehmiz (Hümeze), Ize`ş-Şemsu Kuvvirat sureleri hakkı için...

55- Zariyat, Necm ve Kamer sureleri hürmetine işlerim bana kolaylaşsın.

56- Hizb hizb, ayet ayet okuyucuların okudukları ve inmiş olanlar adedince Kur`an sureleri hakkı için.

57- Ey Mevla’m! Kendilerine kitap indirdiğin her peygambere ihsanda bulunan fazlını diliyorum.

58- O harfler Merih yıldızı gibi yüksek ve âlidir. Asa-yi Musa ismiyle karanlıklar dağılır.

59- Bunların sırrını kendime şefaatçi ederek Senden niyazda bulunuyorum. Bu, insanların kendisiyle doğru yolu bulduğu zillet ve tevazu sahibi birinin tevessülü gibi olsun.

60- Ey merhametli Rabbim! Bunlar öyle harflerdir ki, manaları sebebiyle çağlar ve zamanlar boyu üstünlük kendilerine bahşedilmiş ve yüceltilmişlerdir.

61- Ey Allahım! Gerçekten bütün ayetler ve ihtiva ettikleriyle Sana tevessülde bulunarak yalvardım.

62- İşte onlar, nur harfleridir. Onların hasiyet ve meziyetlerini (bende) topla, manalarını gerçekleştir. Her türlü hayır onlarla tamamlanır.

63- Bana itaat eden yardımcı bir hizmetçi gönder. Onunla sıkıntım ortadan kalksın.

64- Ümmü`l-Kitap olan Fatiha suresi ve arkasından gelen sureler hürmetine bu konuda bana itaat edecek bir hizmetçi musahhar kil.

65- Ey Mevla’m! Kendisiyle çağrıldığında bütün işlerin kolaylaştığı isminle (ism-I A`zam) Sana yalvarıyorum.

66- İlahi! Peygamberlerin Sana manen yaklaşmak için kendilerine şefaatçi kıldıkları kelimeler hürmetine güçsüzlüğüme merhamet et. Günahlarımı bağışla.

67- Ey Yaratıcım ve Seyyidim (Efendim)! İhtiyacımı yerine getir! İşlerim sana havaledir.

68- Ya Rabbi! Hz. Muhammed (sav)`I ve burada cemedilen güzel isimlerini şefaatçi kılarak Senden niyaz ediyorum.

69- Ya ilahi! Günah ve yersiz bir bakışa varıncaya kadar bütün hatalarımdan tevbe etmeyi şu miskin kuluna lütfeyle ve hatasından geç!

70- Beni hayır, ihlâs ve takvaya muvaffak kil ve yüce toplulukla birlikte beni Firdevs cennetine sakin eyle.

71- Hayatımda ve ölüp kabrin karanlığına vardığımda bana merhametli ol ve böylece o karanlık nura açılsın.

72- Ya ilahi! Ne olur, Mahşerde amel sahifemi lütfunla ak eyle! Ve eğer hafif gelecek olursa sevap terazimi ağır getir.

73- Beni, keskin olan sırat köprüsünden koşarak geçir ve o büyük Cehennem ateşinden ve içindekilerden koru.

74- işlediğim her günahtan dolayı beni affet. Çok da olsa büyük günahlarımı bağışla.
.............

75- Ey kadri yüce ismi taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden kurtuldun ve selamete erdin.

76- Savaş, korkma! Harbet, çekinme! Vahşi ve yırtıcı hayvanlarla dolu her yere gir!

77- Saldır, kaçma! Dilediğin düşmanla mücadele et! Dört yanını kuşatmış da olsa hiçbir kralın gücünden korkma!

78- Ne bir yılandan korkarsın, ne de bir akrep görürsün. Ne de bir aslan gürleyerek sana gelir.

79- Ne bir kılıçtan, ne bir hançerin yaralamasından, ne bir mızraktan ve ne ortalığı almış kötülük ve tehlikeden korkma!

80- Bunu okuyanın mükâfatı Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şefaatidir. Saf saf dizilmiş hurilerle birlikte Cennette toplanır.

81- Bil ki, Muhammed Mustafa (a.s.m.) en üstün Peygamberdir. Allah'ın yeryüzüne yayılmış kullarının en faziletlisidir.

82- Yüce şanından dolayı her dileğinin başında onu an, onu şefaatçi et ki zulüm ve tecavüzden kurtulasın.

83- Yâ İlâhî! Her gün, her an ve her rüzgâr estikçe o seçkin Mustafa'ya salât eyle.

84- O seçilmiş Muhammed'e (a.s.m.) ve bütün Âline yeryüzünün bitkileri ve kıyamete kadar esen rüzgâr adedince salât eyle!

85- Parıldayan şimşeklerle birlikte bulutlardan dökülen yağmurlar adedince ve yeri göğü dolduracak kadar salât eyle!

86- Bizzat Hz. Allah'ın ve meleklerinin ona salât ve selâm getirmesi (Onun büyüklüğünü göstermesi bakımından) sana yeter.

87- O halde sen de, yıllar ve günler sürdükçe ve güneş ışık saçmaya devam ettikçe, sürekli olarak ve şefaatini dileyerek ona salât getir.

88- Âl-i Hâşim'den (Haşim Oğullarından) o paklara, hacılar Kâbeyi ziyaret edip onu selâmlamaları adedince selâm eyle!

89- Yâ İlâhî! Hz. Ebû Bekir ve Ömer'den, Hz. Osman ve sarsılmaz Haydar'dan da (Allah'ın Arslanı Hz. Ali'den) razı ol!

90- Aynı şekilde bütün Âl ve Ashabından, evliya ve salihlerden ve bunlara tâbi herkesten razı ol!

91- Bu, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) amcası oğlu Hz. Ali'nin sözleridir. Onda mahlûkat için ilimlerin özü ve sırrı toplanmıştır.

1 yıl önce #

canbebegim
Dua Dostu

[size=3]1- Sırların hazinesi olan Bismillah ile başlarım. Onun ile o hazineyi keşfederim.

2- Ardından mahlûkatının en hayırlısı, dalalet ve yanlışlıkların ortadan kaldırıcısı Hz. Muhammed(sav)e salât getiririm.

3- İlahi! Kusursuz olan Allah, Ehad, Bedi ve Kadir isimlerini şefaatçi kılıp niyazla Senden istiyorum!

4- Kadri muazzam olan ismin hürmetine Senden niyaz ediyorum Ya ilahi, işlerimi kolaylaştır!

5- Ya Hayy, ya Kayyum! Allah, Ehad, Bedi ve Basıt isimlerini şefaatçi kılarak ve ümitle Sana yalvarıyorum.

6- Ey yaratma mertebelerinin en yükseğinde bulunan Allahım! Sabit, Cebbar isimlerinin hakkı, uyumaz sıfatın ve ateşleri söndüren Halim ismin hürmeti için!

7- Ey çabuk imdada koşan Rabbim! Allah, Ehad isimlerin ve dualara süratle cevap veren Bedi ismin hürmetine Sana yalvarıyorum.

8- Kayyum ismin hürmetine, kalbimi ondaki kirlerden temizleyerek ihya et! Ona Senin sırrın yerleşip ışık saçsın.

9- O sırrın nurunun parıltılarından üzerimde bir aydınlık bulunsun. Böylece yüzümde bir ışıltı zuhur edip parıldasın.

10- Kalbime rahmet sağanakları dökülsün de onu Kerim olan Mevlar17;mızın hikmet incileriyle dile getirsin.

11- Her yandan beni nurlar kuşatsın da büyük Mevlar17;mızın heybeti bizi kaplasın.

12- Sen her türlü noksandan münezzehsin, ey yaratma ve yoktan her an çoklukla var etme mertebesinin en yükseğinde bulunan ve ölüleri en kerimane tarzda dirilten Allahım.

13- Bir araya getirilmiş heca harflerinin hakkı için beni maksadıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir.

14- Yüce ismi azamın ve Kuranr17;ın her tarafı kuşatan nuruyla irademe yerleştirilen harflerin sırrı hürmetine,

15- Nurlardan üzerime ışık saçacak bir feyiz akıt ve ism-i Hâkiminle kalbimin cansızlığını ihya eyle.

16- Ne olur ism-i cebbarınla bana bir heybet ve celal giydir ve düşmanlarımın ellerini benden çektir.

17- Kadri yüce, Selam, Aziz ve celil ism-i şeriflerinin hürmetine beni her türlü düşman ve hasetçiden koru.

18- Bunu, Celal, Rauf, Münezzeh, Kudüs ve kendisiyle karanlıkların dağıldığı Rahim isimlerinin nuruyla lütfet.

19- Ey Rabbim! O nur ile ihtiyaçlarımı gider. Selam ve Hayy ism-i şeriflerinle hacetimi süratle yerine getir.

20- Mabud, Hu, Samed ve Şehid isimlerinin hürmetine ey Yüce! Kâfi isminle işlerimi kolaylaştır.

21- Ey Celal sahibi! Ve ey Halim! Senin yardımınla açılacak bir ilmin sırrıyla bana bir ikram lütfeyle!

22- Sırları kesin ve inkişaf etmiş Kuran-ı Hâkimr17;in nurani ve açık ifadeleriyle beni her türlü korku ve sıkıntıdan kurtar.

23- Ey Celal sahibi ve ey kırık gönülleri üzüntüden kurtarıp saran! Kün=ol fiilinin Kaf i hürmetine beni koru!

24- Tehlikeler deryasında beni güvende kıl ve o deryadan en hayırlı bir selamet sahiline çıkmayı ihsan eyle. Sensin benim sığınağım ve sıkıntılar ancak Seninle ortadan kalkar.

25- Rahmet olan yağmurun sağanak hali gibi üzerime rızık yağdır. Her ne kadar günahta aşırı da gitseler âlemlerin ümidi yalnız sensin.

26- Ey Celal sahibi Basir ism-i şerifin hürmetine düşmanlarımızı sağır, dilsiz, kör ve konuşamaz eyle.

27- Âlim ve Gani isimlerinle beraber Sabur isminin de kalr17;asına sığınarak, yanlışlıktan korunurum.

28- baştanbaşa bütün mahlûkatın gönüllerini bana lütfunla çevir ve Fettah ism-i şerifinle bana makbuliyet elbisesini giydir.

(üstad böyle okurmuş)- bütün âlemlerin kalplerini Risale-i Nura ısındır ve Fettah isminle ona makbuliyet ihsan eyle.

29- Ya ilahi! Selam ism-i şerifin hürmetine işlerimizi kolaylaştır ve bize izzet ve yücelik ver.

30- Üzerimize af örtüsünü ger ve kalplerimize şifa ver. Kalpleri manevi hastalık kirlerinden temizleyip şifaya kavuşturan yalnız sensin.

31- Allahım! Hu ism-i şerifin hürmetine, bütün rızkımızda bize bereket ihsan eyle ve güçlük düğümlerini çöz de rahatlayalım.

32- Ey gerçek Mabud, Ya Hu ve Ya Hayrer17;l-halıkîn! Ve ey bizim için rızıklar Onun cömertliğinden coşup gelen.

33- Her yönden gelen düşmanı senin yardımınla defederiz. Sen de isminle onlara uzaktan atar ve onları dağıtırsın.

34- Ey Celal sahibi! Çöl kelerinin, yanına koşarak gelip şikayetini arz ettiği Zat(Hz. Muhammed)r17;in şanı hürmetine onları yüzüstü ve yardımsız terk et.

35- Ya ilahi! Benim ümidim ve seyidim yalnız sensin. Beni tahkir etmek isteyen ordunun düzenini dağıt.

36- Kesin yeminlerin ve muhtevaları hürmetine bütün zararlıların tuzaklarını benden defet.

37- Ey eski ümmetlerden beri kendisinden dilekte bulunulanların en hayırlısı, ihsanda bulunanların en kerimi ve ümit kapılarının en değerlisi.

38- Ey gizliliklere ilmiyle nüfuz eden Nur! İsminle, yıldızımı çağlar ve asırlar boyu nurlu kıl ve parlamaya devam ettir.

39- Nurun kandili gizli fakat açık bir biçimde tutuşturulur. Kandiller kandili gizli olarak nurlanır.

40- İzzet, azamet, celal ve Kibriya sahibi münezzeh ve mukaddes olan Zat-ı Rahimr17;in nuruyla küfrün ateşi söndürülür.

41- Mabud-u bilhak (el-ilah) Hu, Samed, Zul-Batş (düşmanlarını kıskıvrak yakalayan) Cebbar (hükmüne karşı konulmaz) ve Halim olan Zatın yardımıyla (o nur) düşmanlarının ateşini bastıracak.

42- Gerçek Mabud, Hak olan ve hakkı gerçekleştiren, Cemil, Vedud ve Mucib olan Zatın yardımıyla insanlara kendisini sevdirecektir.

43- Hak ism-i şerifin hürmetine duamı kabul buyur, benim yanımda ol, düşmanlarıma karşı bana kâfi gel, çünkü artık onlar çok ileri gittiler.

44- Ey Rab ve Rahman olan Allahım! Hiç şüphesiz sen Hak Mar17;budsun! Ey kuvvetli mededkârım! Şiddetli fırtınalar peşi peşine kopmaktadır.

45- Kâfirlerden korunmak ve düşmana şiddetli hücum gerçekleştirmek ancak senin yardımınladır. Senin yüce kapına gelip sığınan kimsenin karanlığı dağılır.

46- Tâ Hâ, Yâ Sîn, Tâ Sîn (Neml) ve Tâ Sîn Mîm (Kasas ve Şuara) sureleri hürmetine bize yönelip gelen bir saadete ermek için bizim yardımcımız ol.

47- Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd (Meryem) ile bizi dört bir yandan kuşatan kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.

48- Hâ Mîm Ayn Sîn Kâf (Şû Râ) suresi bizi koruyan sığınağımız olsun; onun karşısında dağlar bile sarsılır.

49- Kâf, Nûn ve Hâ Mîm sureleri hürmetine bu himayeyi gerçekleştir. Duhan suresinde de muhkem kılınmış bir sır vardır.

50- Elif Lâm ile başlayan sureler, Nisa suresi, Maide suresi, Enr17;am suresi ve nurlu kılınmış Nur suresi hürmetiner30;

51- Elif Lâm Râ ile başlayan (Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim, Hicr) sureleri sırrı ve İsm-i Ar17;zamr17;ın nuruyla, işlediğim her günahtan vazgeçerek yükseldim.

52- Elif Lam Mim Ra (Rad) suresiyle yüce olan ruhaniler ve melekler meclisine yükseldim.

53- Amme, Abese, Naziat, Tarik, Ve`s-Semai Zatilburuci ve Zilzal sureleri hürmetine.

54- Tebareke, Nun, Seele Sailün, Tehmiz (Hümeze), Ize`ş-Şemsu Kuvvirat sureleri hakkı için...

55- Zariyat, Necm ve Kamer sureleri hürmetine işlerim bana kolaylaşsın.

56- Hizb hizb, ayet ayet okuyucuların okudukları ve inmiş olanlar adedince Kur`an sureleri hakkı için.

57- Ey Mevlar17;m! Kendilerine kitap indirdiğin her peygambere ihsanda bulunan fazlını diliyorum.

58- O harfler Merih yıldızı gibi yüksek ve âlidir. Asa-yi Musa ismiyle karanlıklar dağılır.

59- Bunların sırrını kendime şefaatçi ederek Senden niyazda bulunuyorum. Bu, insanların kendisiyle doğru yolu bulduğu zillet ve tevazu sahibi birinin tevessülü gibi olsun.

60- Ey merhametli Rabbim! Bunlar öyle harflerdir ki, manaları sebebiyle çağlar ve zamanlar boyu üstünlük kendilerine bahşedilmiş ve yüceltilmişlerdir.

61- Ey Allahım! Gerçekten bütün ayetler ve ihtiva ettikleriyle Sana tevessülde bulunarak yalvardım.

62- İşte onlar, nur harfleridir. Onların hasiyet ve meziyetlerini (bende) topla, manalarını gerçekleştir. Her türlü hayır onlarla tamamlanır.

63- Bana itaat eden yardımcı bir hizmetçi gönder. Onunla sıkıntım ortadan kalksın.

64- Ümmü`l-Kitap olan Fatiha suresi ve arkasından gelen sureler hürmetine bu konuda bana itaat edecek bir hizmetçi musahhar kil.

65- Ey Mevlar17;m! Kendisiyle çağrıldığında bütün işlerin kolaylaştığı isminle (ism-I A`zam) Sana yalvarıyorum.

66- İlahi! Peygamberlerin Sana manen yaklaşmak için kendilerine şefaatçi kıldıkları kelimeler hürmetine güçsüzlüğüme merhamet et. Günahlarımı bağışla.

67- Ey Yaratıcım ve Seyyidim (Efendim)! İhtiyacımı yerine getir! İşlerim sana havaledir.

68- Ya Rabbi! Hz. Muhammed (sav)`I ve burada cemedilen güzel isimlerini şefaatçi kılarak Senden niyaz ediyorum.

69- Ya ilahi! Günah ve yersiz bir bakışa varıncaya kadar bütün hatalarımdan tevbe etmeyi şu miskin kuluna lütfeyle ve hatasından geç!

70- Beni hayır, ihlâs ve takvaya muvaffak kil ve yüce toplulukla birlikte beni Firdevs cennetine sakin eyle.

71- Hayatımda ve ölüp kabrin karanlığına vardığımda bana merhametli ol ve böylece o karanlık nura açılsın.

72- Ya ilahi! Ne olur, Mahşerde amel sahifemi lütfunla ak eyle! Ve eğer hafif gelecek olursa sevap terazimi ağır getir.

73- Beni, keskin olan sırat köprüsünden koşarak geçir ve o büyük Cehennem ateşinden ve içindekilerden koru.

74- işlediğim her günahtan dolayı beni affet. Çok da olsa büyük günahlarımı bağışla.
.............

75- Ey kadri yüce ismi taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden kurtuldun ve selamete erdin.

76- Savaş, korkma! Harbet, çekinme! Vahşi ve yırtıcı hayvanlarla dolu her yere gir!
77- Saldır, kaçma! Dilediğin düşmanla mücadele et! Dört yanını kuşatmış da olsa hiçbir kralın gücünden korkma!

78- Ne bir yılandan korkarsın, ne de bir akrep görürsün. Ne de bir aslan gürleyerek sana gelir.

79- Ne bir kılıçtan, ne bir hançerin yaralamasından, ne bir mızraktan ve ne ortalığı almış kötülük ve tehlikeden korkma!

80- Bunu okuyanın mükâfatı Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şefaatidir. Saf saf dizilmiş hurilerle birlikte Cennette toplanır.

81- Bil ki, Muhammed Mustafa (a.s.m.) en üstün Peygamberdir. Allah'ın yeryüzüne yayılmış kullarının en faziletlisidir.

82- Yüce şanından dolayı her dileğinin başında onu an, onu şefaatçi et ki zulüm ve tecavüzden kurtulasın.

83- Yâ İlâhî! Her gün, her an ve her rüzgâr estikçe o seçkin Mustafa'ya salât eyle.

84- O seçilmiş Muhammed'e (a.s.m.) ve bütün Âline yeryüzünün bitkileri ve kıyamete kadar esen rüzgâr adedince salât eyle!

85- Parıldayan şimşeklerle birlikte bulutlardan dökülen yağmurlar adedince ve yeri göğü dolduracak kadar salât eyle!

86- Bizzat Hz. Allah'ın ve meleklerinin ona salât ve selâm getirmesi (Onun büyüklüğünü göstermesi bakımından) sana yeter.

87- O halde sen de, yıllar ve günler sürdükçe ve güneş ışık saçmaya devam ettikçe, sürekli olarak ve şefaatini dileyerek ona salât getir.

88- Âl-i Hâşim'den (Haşim Oğullarından) o paklara, hacılar Kâbeyi ziyaret edip onu selâmlamaları adedince selâm eyle!

89- Yâ İlâhî! Hz. Ebû Bekir ve Ömer'den, Hz. Osman ve sarsılmaz Haydar'dan da (Allah'ın Arslanı Hz. Ali'den) razı ol!

90- Aynı şekilde bütün Âl ve Ashabından, evliya ve salihlerden ve bunlara tâbi herkesten razı ol!

91- Bu, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) amcası oğlu Hz. Ali'nin sözleridir. Onda mahlûkat için ilimlerin özü ve sırrı toplanmıştır

NİÇİN NAMAZ KILARIZ?

Olayın astrolojik esmasal kişilik yönüne bakacağız bu makalemizde.Allahın 99 esması ve kişiliğimiz sonra da kişiliğimiz şartlarımız ve namaz ilişkisini ele alacağız.

Eskilerin YILDIZNAME dedikleri yıldız ilmi ve kişiliğimiz arasında çok büyük ilişki vardır.Burçların beyinlerimize etkileri beyin hücrelerimizdeki açılma veya kapalı kalma durumuyla doğum anında alınan etki ile bazı esmalar aktif hale gelirler bazı esmalarda pasif durumda kalırlar.Böylece kişilik dediğimiz Sufilerin elbise dedikleri yapımız oluşur.

Her kişilikte mutlaka 3-4 esmanın etkisinde o isimler ağırlıklı oluşurlar.Mesela cimri kişilikler, hırslı kişilikler, hiddetli kişilikler, korkak kişilikler, şehvetli kişilikler, kindar kişilikler, sinsi kişilikler, meraklı kişilikler, hırsız kişilikler vb.

Olumsuz kişiliklerin tabiî ki zıtları da oluşmakta.Bu durum Kuran da Kabil-Habil adlı iki kardeşin kıssası olarak anlatılır.İki zıt kutup ve özellikleri Kabil-Habil olarak isimlenmiştir.

Burçların her biri batinen ( özleri itibariyle ) Allah’ın "Esma-ül Hüsna"sının, yani toplu olarak 99 olarak bilinen, güzel isimlerinin anlamlarının birleşimidir. Her bir burç 99 ismi ihtiva etmesine karşın, bunların farklı bileşimi ve her burçta belli isimlerin daha dominat olması nedeniyle, 12 burç değişik özellikler taşır.

Her burçta ağırlıklı olan isimlerden bazı örnekler:

KOÇ: Cabbar, Kaviy, Aziz, Vahid
BOĞA: Hasib, Metiyn, Hafıd
İKİZLER : Semi, Muid, Fettah, Rauf
YENGEÇ: Batın, Şekür, Müheymin, Hafız
ASLAN : Hayy, Evvel, Baki, Selam
BAŞAK : Basir, Muhsi, Melik
TERAZİ: Musavvir, Vedud, Mümin, Vahhab
AKREP : Kahhar, Muntakim, Mumit, Muktedir
YAY: Alim, Kabız, Gafur, Tevvab, Gani
OĞLAK: Sabur, Metiyn, Mani, Kadir
KOVA: Vasi, Kuddüs, Hakim, Mürid
BALIK: Halim, Latif, Mucib, Batın

Hayy ismi aktif olan kişiliklerde canlılık zihinsel hareketlilik sanatçı düşünceler ön plandadır.
Mümin ismi aktif olmuş kişiliklerde de uyumluluk karşıdakine zarar vermeme isteği ön plandadır.
Tevvap ismi aktif olmuş kişiliklerde özür dileme ve özür dileyeni bağışlama ön plandadır.
Fettah ismi aktif olmuş kişiliklerde yeni araştırmalar yeniliklere düşkünlük ön plandadır.
Cebbar ismi aktif kişiliklerde mücadeleci bir ruh hep ön plandadır.
Hakim ismi aktif kişiliklerde olayların ardını fark edeblme yeteneği ön plandadır.
Hasib ismi aktif kişiliklerde OLABİLİRLİK-İHTİMAL in asla söz konusu olmadığını bilir

Olumlu vakitlerde aktiflenmiş zihinler olumlu esmaların ve olumlu genetik miraslada buluştuğunda o kişilik güzel bir kişilik oluyor.
Bu olayın tabiî ki zıttı da gerçekleşiyor.Zıtlıklar dünya hayatını imtihan yeri yapıyor bir manada.Kabiller ve Habiller imtihandan geçiriliyor.

Darr :Elem ve zarar verici
Hafıd: Alçaltan.
Kahhar : kahreden
Kabıd : Darlık veren sıkan daraltan
Rafid :Rezil rüsvay eden
Müntakim : öc alıcı.
Mumit : can alan
Mani :engelleyen
Muktedir :Her şeye gücü yeten
Muahhir :Dilediğini arkaya bırakan


Yukardaki isimlerin ağırlıklarında yaşayanlarda var tabiî ki.Bu kişilikleride nasip eden Allah.

Neden namaz kılıyoruz sorusunun cevabı işte burada gizli yatıyor.Aktiflenmemiş kapalı isimleri açmamız aktif hale getirmemiz gerekir ve bununda yolu namaz ve zikirden geçiyor.Namaz kılanda olumlu isimler aktif hale gelmeye başladıkça kişiliğimizde de güzellikler başlıyor.Ruh güçlendikçe de kötü niyetlilere karşı bir koruma kalkanı oluşuyor.

ESMALAR
allah, rahman, rahim, melik, kuddüs, selam, mümin, müheymin, aziz, cebbar, mütekebbir, halik, bari, musavvir, gaffar, kahhar, vehhab, rezzak, fettah, alim, kabid, basit, rafid, rafi, muizz, müzill, semi, basir, akem, adl, latif, habir, halim, azim, gafur, sekur, aliyy, kebir, hafiz, mukit, hasib, celil, kerim, rakib, mucib, vasi, hakim, vedüd, mecid, bais, sehid, hakk, vekil, kaviy, metin, veliy, hamid, muhsi, mübdi, müid, muhyi, mümit, hayy, kayyum, vacid, macid, vahid, samed, kadir, muktedir, mukaddim, muahhir, evvel, ahir, zahir, batin, vali, müteali, berr, tevvab, müntekin, afüvy, rauf, malik ul mülk, zülcelali vel ikram, muksit, cami, ganiy, mugni, mani, darr, nafi, nur, hadi, bedi, baki, varis, resid, sabur.

Namaz ve zikirle kapalı esmalar açılır.Beynimiz yüzde 5 potansiyelle çalışırken bu yukarıya doğru yükselir.Duyular 5 duyu ile sınırlı değildir ve üst duyularımız namaz ve zikirle beynimizin atıl vaziyetteki hücreleride aktiflene aktiflene yüzde yirmi-otuzlara yükseltilebilir.SEMİ ve BASİR isimleri güçlendikçe Gözlerimizin kulaklarımızın perdeleri bir bir kalkarlar.Olumsuz esmaların etkileri zayıfladıkça ALİM, VELİ, ŞEHİD MÜMİN SELAM HADİ gibi isimler güçlenir.

ADİYAT SURESİ


Bazı meallerde, “Andolsun nefesleriyle (güp güp) ses çıkararak koşan(at)lara, tırnaklarıyla bastıkça taştan kıvılcım saçanlara, baskın yapıp toprak fethedenlere, derken her yanı toza, dumana boğanlara;
derken düşman kuvvetinin ortasına dalan atların hakkı için ki …

şeklinde meallendirilen Adiyat Suresi’nin; kapasitemiz yettiği, bize açılan kadarıyla safi yorumunu yapacağız …
Bu surede elbette; “soluk soluğa koşan, nallarıyla/tırnaklarıyla kıvılcım çıkaran, tozu dumana katan atlardan; düşmana saldıran, topraklar fetheden, düşmana baskın yapan, akın eden, bir topluluğun ortasına dalan, savaşan insanlardan; savaştan kaçan, mal ve servet düşkünü, kendileri de buna şahit nankör insanlardan; kabirden, mahşerden, hesap gününden…” Habir olan Rabbimiz haber vermektedir …
Biz ayetlerin safi yorumlarını yaparken, diğer zahiri ve Batıni nice manaları inkar etmiyoruz …
Doğru olan her mana başımızın tacıdır; alıp gereğini yaşamak boynumuzun borcudur …
Biz sadece;
“buz dağının su üstünde görünen azıyla yetinmeyip, suyun altında kalan görünmeyen büyük kısmını” da görebildiğimiz kadarıyla, dostlara göstermeye çalışıyoruz …

Sanma sadece at koşar… Ondan hızlı koşanlar var… Işın, ışık, enerji var… Burak, melek, cin var…
Burak, Cebrail, Miraç var… Akıl, fikir, ilim var…
Biz bu sureye yaratılışı anlamak, boyutlar ve canlılarının oluşumunu öğrenmek için yöneldik …
Konunun geniş kitlelerce anlaşılması için yazımızda, bilimsel terimlerden, uzun cümlelerden elimizden
geldiği kadar kaçındık…
Şiirsel bir anlatımla, zor olanı anlaşılır dille yazmaya çalıştık … Sürçmelerimiz olduysa af ola …
Bu yaptığımız yorumu gönlümüz onaylamakla birlikte; “doğrusunu ancak ALLAH bilir” der,
edebimizi takınırız…


Yanlışlar Bizden… Doğrular Kaynaktan…


ÂDİYÂT SÛRESİ

AYETLERİN MÂNÂSI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIYM

1-) Vel adiyati dabha; Andolsun o nefesleriyle ses çıkararak harıl harıl koşanlara,


SAFİ YORUM:

Biz insanlar kesitsel algılarla yaşarız…
Beş duyumuz ile maddeyi var sayarız…
Gözümüzle görür, kulağımızla duyarız…
Görmediğimizi, duymadığımızı yok sanırız…
Gözümüzün sınırları;
angströmü 4000-7000 …

İşitmemizin sınırları; hertzi 16-16000…
Bu dalgalarla sınırlıyız, kısıtlıyız…
Bunların dışındakileri görmeyiz, duymayız…

Maddenin özüne doğru bir yolculuk yapalım…
Atomlara, elektronlara, kuantlara bakalım…
En sonunda enerji okyanusuna dalalım…
Sınırı-sonu belli olmayan, dalgalara,ışınlara bakalım…


Bu enerji okyanusunda sayısız ışın var…
Her birinin arasında farklı farklı açılar…
Öyle süratle yayılıyorlar, ölçülemeyecek hızlar…
Harıl harıl koşanlardan, duymasak ta ses çıkar…
Çakışma ile bu ses katlanarak artar…


***


2-) Fel muriyati kadha; Çakıp ateş çıkaranlara,

SAFİ YORUM:

Bu ışınlar değişik açılarda çakışır…
Çakışan ışınlar açığa ateş çıkarır…
Bu ateş noktalar şeklinde ışıktır…
Aynı değerdeki ışıklar birbirine aşıktır…
Aşık ışıklar bir boyuta taşınır…


Bu boyuttaki ışıklar aynı açıyla tanışıktır…

Benzer açılarla dalgasal ışınlar çakışır…
Bu dalgasal ışınlardan, benzer noktasal ışıklar oluşur…
Bu noktasal ışıklardan boyutlar ve canlıları oluşur….
Işıklar değiştikçe boyutlar ve canlıları değişir…


***

3-) Fel muğıyrati subha; Sabahleyin akın edenlere/ baskın yapanlara,

SAFİ YORUM:

Bu şekilde oluşur sabahlar…
Nurlar parlar, hayatlar başlar…
Sürekli ışınlar çakışır, ışıklar çıkar…
Sanki akın eder, baskın yapar nurlar…

Varlık dediğin bu nurlarla var…
İnsan bunlardan bazısını görür, bazısını duyar…
Görüntü ve ses bizde böyle oluşur…
Varlık böyle oluşur…
Sanki baskınla oluşur…


Sayısı-sonu belli olmayan boyutlar…
Evren içre evrenler denilen boyutlar…
Dalga üstü dalgalar;, nokta üstü noktalar…


***

4-) Feeserne Bihi nak`a; Onunla (B sırrınca) toz çıkaranlara,

SAFİ YORUM:

Bu ışınlar sürekli toz çıkarırlar…
Yani etrafında manyetik alan oluştururlar…
Bu manyetik alanla birbirlerini çeker, iter dururlar…
Böylelikle birbirleriyle hem çakışır, hem kaçışırlar, dengeyi böyle oluştururlar…
Bundan dolayı arklar, kıvılcımlar doğar, ışınların gücü azalarak akar…
Gücü azalan ışınlar değişik açılarla, bir daha çakar…
Açığa daha güçsüz ışıklar çıkar…
Bu ışıkların oluşturduğu boyutlarda var…
En sonunda gücü azalıp, yok olan, onun yerine var olan yeni boyutlar var…
Yani boyutlarda doğar ve ölümü tadar…


***


5-) Fevesatne Bihi cem`a; Derken onunla (B sırrınca) bir cem’in ortasına dalanlara ki,

SAFİ YORUM:

Böylelikle özden gelir, bir topluma dalınır…
Herkes kendi boyutunda anılır…
Birbirlerine göre boyutlar yok sanılır…
Gerçekte hepsi sıradakini çağırır…

Bir üst boyut alttakinin Rabbidir…
ALLAH ise alemlerin(boyutların) Rabbidir…
Bu anlatılanlar TEK’lik ile KADER’dir…

Işık ışından, ışın NUR’da un üzerine elbette bir şahiddir.

Işık ışından, ışın NUR’dan, NUR ALLAH’tan…
Maddenin Rabbi ışık, ışığın Rabbi ışın, ışının Rabbi NUR’dur…
NUR ise; alemlerin RABBİ ALLAH’tır…
Yükseklerden gelmişiz, aşağılara düşmüşüz…
Güçlü ışınlardan zayıflara kaymışız…
Parlak ışıklardan sönüklere dönmüşüz…
NUR’dan çıkmışız, madde boyutuna dalmışız…


***


6-) İnnel’İnsane liRabbihi le kenud; İnsan Rabbine karşı elbette çok nankördür.

SAFİ YORUM
:
İnsan demiş, sınır koymamış…
Demek ki tüm insanlığa yollamış…
Nankörlüğün zıttı şükür…
Şükreden verilende vereni görür…
Nankör verilende vereni görmez…
Nokta ışık, dalga ışını nerden bilsin!…
Işığına bakıp, ışınını var bilsin!…


Sen yanıp sönen bir ışıksın, seni var eden ışınına nankörsün!…
Bir nokta iken ışık, sonu belli olmayan ışının hepsini nerden bilsin!…
Işını, ışığı bilmeyen, NUR’u nerden bilsin!…
ALLAH alemlerin Nur’udur…


Alttakiler üsttekileri bilseydi, nankör mekanizması olmasaydı, alt boyutlar olmazdı…
Bu sistemde bilmek, yok olmak demektir…
Işık ışını bilse, ışık yok olur, ışın var olur…
Nankörlük mekanizması ile ışın bilinmez, ışık var olur…


***


7-) Ve innehu alâ zâlike le şehiyd; Ve muhakkak ki o bunun üzerine elbette bir şahiddir.

SAFİ YORUM:
Gerçek bu ki; insan da böyle yaratılır…
İnsanın yaratılışı da gerçekte buna tanıktır…
İnsan da bu sistemle var olan varlıktır…
Işınlar çakışır, ışık çıkarır…

Bu ışıklara bakan onu insan sanır…
İnsanın nankörlüğü bundan kaynaklanır…

Beş duyusu ile madde var sanır…
Kendisi de bu duruma tanıktır…
Işınları, ışıkları madde sanır…

NUR’a, ışına, ışığa nankördür…
Maddeye, bedene şükürdedir…
ALLAH alemlerin Nur’udur…

Bu nankörlük, bir mekanizmadır…
Suçlama yok, ALLAH böyle yaratır…
Kınama yok, ALLAH böyle algılatır…

Nankör sistemin çalışan bir mekanizmasıdır…
Nankörlük mekanizması ile madde algılanır, madde var sanılır, insan anılır…


***

8-) Ve innehu lihubbil hayri le şediyd; Ve muhakkak ki o hayrın sevgisi için çok şiddetlidir.


SAFİ YORUM:

İnsan beş duyu ile var; maddeyi, bedeni algılar…
Bu algıyla açığa çıkar ihtiyaçlar…
Şiddetlidir, karşılanmalıdır ihtiyaçlar…
İhtiyaçların karşılanmasında hayır var…

Bu hayır içinde sevgiyi de saklar…
Sevilmezse karşılanır mı şiddetli olan ihtiyaçlar!…
Bu sevgi mekanizması ihtiyaçlara dayanır…
İhtiyaçlar da beş duyudan kaynaklanır…

Beş duyu maddeyi, bedeni, insanı var sandırır…

Nankör mekanizması olmazsa NUR’ dan ötesi olmazdı…
Madde, insan, beden olmazdı…
Beş duyu olmaz ise madde algılanmazdı…

İhtiyaç, hayır, sevgi, hayat olmazdı…
Tüm varlık sonsuza kadar ihtiyaç üzerine kurulu…
Bunların karşılanmasında sorumlu…
İstemese de sevgi ile zorunlu…

Sistemin çalışma mekanizması bu…
Kolaylaştırma(hayrı) denilen sevgi ile, bulur yolunu…


***

9-) Efela ya`lemu iza bu`sire ma fiyl kubur; Bilmez mi, kabirlerin içindekiler deşilip dışarı çıkartıldığında,


SAFİ YORUM:

Bilmez mi, haberdar değil mi, bu gerçeği nasıl bilir?
”Kabirlerin içindekilerin deşilip dışarı çıkarıldığını” bilirse bilir…
Bir üst boyutu, insana göre kabirdir…
Çünkü üst boyutu kendisine örtülü, gizlidir…


Üst boyutunun açığa çıkarmasıyla kendisi belirir…
Bir üst dalgalar birbiriyle çakışır…
Maddeyi oluşturan ışıkları çıkarır…
Bu ışıklar da madde diye sanılır…
Böylelikle kabirlerin içindekiler dışarı çıkarılır…
Madde var olarak anılır…
Bu haliyle ise madde insana kabirdir…


***

10-) Ve hussile ma fiys sudur; Sadırların içindekiler tahsil edildiğinde,


SAFİ YORUM:

Bu ışınlar/dalgalar farklı titreşimle salınır…
Yüksekliği ve aralığı farklıdır…
Uzunluğu ve genişliği farklıdır…
Farklı özelliklerdeki ışınlar farklı açılarla çakışır…
Çakışan ışınlardan, farklı özellikte ışıklar açılır…

Yakın özelliktekiler aynı boyuta taşınır…
Bu halleriyle hepsi bir anlam taşır…
Şuurlu/bilinçli bir varlıktır…
Sanki her gittikleri yere ilim taşır…


Kendindeki şuuru/bilinci/ilmi boyutlar ve canlıları olarak açığa çıkarır…
Her boyutta farklı özellikler, anlamlar, manalar olarak algılanır…

Bu manalar özden, boyut boyut yayılır…
Işınlar, ışıklar görüntü ve ses olarak alınır…
Böylelikle bir mana olarak anılır…

Asıl olan NUR’dur…
Nur olan ALLAH’ın özellikleri; manalardır…
Bu sadırların içindekiler tahsil edilir, açığa çıkarılır…


***

11-) İnne Rabbehüm Bihim yevmeizin le Habiyr; Muhakkak ki işte o gün Rableri onları (B sırrınca) elbette Habiyr’dir.


SAFİ YORUM:

Hakikatten yaşanmakta, gerçekten olmakta, olan buna şahit, varlık bunun delili…
İşte o gün, bu gerçeğin anlaşıldığı an, o düşünce boyutundayken, her an olana ver kalbini…

Rableri, üst boyutları, açığa çıkaranları; onların hakikati olarak, onların özü olarak, onların gerçeği olarak, onların açığa çıkaranı olarak elbette onlardan haberdardır, onları bilmektedir, bu bilgi ile varlıklarını devam ettirmektedir…

Yani Rableri o boyutlara ve varlıklarına bürünmüş olarak, o boyutun kuralları içinde de o boyutlardan haberdardır, o boyutları da algılamadadır, o boyutları da yaşamadadır…

Bizdeki haberdar olma, bilme bu Habir özeliğinden(ismi) gelir…

Rab Elbette Habiyr’dir; onlar onunla var olur; onları Rabbi varlığı ile var eder…
Rab habir olduğunu, habir olduklarını ayetleriyle bize de haber verir…
Biz de madde boyutunu algılar, madde boyutundan Habir/haberdar oluruz...
Gerçekte ise Rabbin Habir’dir…


Biz kendimizi Rab’den ayrı var sanar, hem Rab Habir, hem biz habiriz sanırız…
Kendini gören “ben haberdarım”; Rabbi gören “Rab Haberdar” der…
Halbuki tek bir Habir/haberdar vardır…
O da sadece Rab’tır…

Rab her boyuttan, varlıkları olarak Habir’dir..
Allah her ismini, açıkladıklarıyla ilgili olanlarından seçer…
Böylelikle bu surenin sonunu da HABİYR’dir diye bağlar…

DUA,HAVAS VE ESMA


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Allah c.c katında iyi kul nasıl olmalı?

Allah ( C.C ) bir Ayet-i Kerime’de :

‘’ Ben cinleri ve insanları, ancak beni tanıyıp ibadet etsinler diye yarattım ‘’

‘’ Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek, tanınmak istedim, bunun için mahlukatı yarattım ‘’ demiştir.

Allah (C.C.) insanı kendi katında 5 Saf özellikten yarattı bunlar; Kalp, Ruh, Sır, Hafi, ve Ahfa adı verilen özelliklerdir. Bu özelliklere sahip insanlar, Cenab-ı Hak’ta bulunan sonsuz Kemal ve Cemal sıfatlarını ve bunların tecellilerini ‘’Esma-ül Hünsa ‘’ tabir edilen güzel isimlerinin cilvelerini, gizli ve nihayetsiz rahmet hazinelerini gördüler. Allah (C.C.) daha sonra yarattığı tüm insanlara ‘’Ben sizin Rabbiniz değil miyim ?’’ diye sordu ve tüm insanlar bir ağızdan ‘’ Evet sen bizim Rabbimizsin ‘’ dediler. Bunun üzerine Allah (C.C.) insanların sözünde durup durmayacaklarını imtihan etmek için onları dünyaya indirmeyi diledi.

İnsan, Allah (C.C.) katındaki 5 Saf özelliğiyle dünyada yaşamaya elverişli değildi, bundan dolayı 5 Saf özellik, Allah’ın (C.C.) sonsuz kudretiyle, dünyevi 5 maddi özelliğe çevrildi bunlar; Nefis, Ateş, Hava, Su ve Toprak’tır.

İnsanın dünyadaki görevi önce Allah’ı (C.C.) tanımak, birliğini kabul etmek, O’nun yardımı ve şahsi çabalarımız ile 5 Maddi özelliğimizi, asıl olan 5 Saf özelliğe çevirmektir. O’nu tanır ve bu değişimi dünyada gerçekleştirebilirsek bu bizim için en hayırlı olandır, Cennet’le ödüllendiriliriz. O’nu tanır ama bu değişimi tam olarak dünyada gerçekleştiremezsek, eksik kalan değişim ancak ve ancak Cehennem’de tamamlanabilir ve tamamlandıktan sonra Cennet’le ödüllendiriliriz. O’nu hiç tanımaz, değişim için bir caba sarf etmezsek, sonumuz ebedi olarak Cehennemdir.’’

Allah (C.C.) insanı bu değişikliği gerçekleştirebilecek kabiliyette yaratmıştır. Kuran-ı Kerim’de Adem (A.S.) yaratılışıyla ilgili ayetlerde, Allah (C.C.) ‘’Ben yeryüzünde bir halife atayacağım’’ demişti. Melekler de ‘’Orada bozgunculuk yapmakta, kan dökmekte olan birini mi atayacaksın, oysaki bizler seni hamd ile tesbih ediyoruz, seni kutsayıp yüceltiyoruz’’ dediler. Allah (C.C.) ‘’Şu bir gerçek ki, ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim’’ dedi ve Adem’e (A.S.) isimlerin tümünü öğretti ve eşyanın sırlarını öğretti. Ayetlerin devamında Allah (C.C.) Meleklere Adem’e (A.S.) ihtiram secdesi yapmaları istenir, İblis kibirlenir ve ondan başka bütün melekler Adem’e (A.S.) secde ederler. İblis’in anlamadığı konu, insanın bu değişim kabiliyeti idi.

Meleklerin yaratılışları itibari ile nefisleri yoktur, verilen görevleri yerine getirirler, Allah’ı (C.C.) zikir ve tesbih ederler. Bunların karşılığı olarak Allah’ın (C.C.) katında derecelerinde bir değişiklik olmaz. İnsan ise ibadetleri ve hizmetleri karşılığı derecelerini yükseltebilir ve Allah’a (C.C.) meleklerden daha fazla yaklaşabilir, hizmet etmeyerek, derecesini aşağıların aşağısına da indirebilir. İşte bu özelliğinden dolayı Allah (C.C.) Adem’in (A.S.) zatında insana meleklerin bilmediği isimlerin tümünü öğretti ve ona ihtiram secdesi yaptırttı.

Allah (C.C) kainatta da bu değişim için gereken bütün maddi ve manevi ortamı hazırlamıştır. Bu ortamda insanlardan başka bir çok varlık yaratmıştır, bunlar Ruhaniler ve Cismaniler’dir.

Ruhaniler : Melekler, cinler ve şeytanlar’dır.
Cismaniler : İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansızlar’dır.

Manevi yardım olarak Peygamberler ve Kutsal Kitaplar göndermiştir.Yaratılan her şey Allah (C.C.) emriyle insanın bu değişimi gerçekleştirmesine yardımcı olmaktadır.

Kutsal kitaplar, bu değişimin nasıl gerçekleştirileceğinin teorik yollarını göstermiştir. Peygamberler, bu değişimin nasıl gerçekleştirilebileceğinin hem teorik, hem de pratik yollarını öğretmiştir.

Hayvanlar, bitkiler ve cansızlar insanın hayatta kalması için gereken ortamı sağlamıştır.

Melekler, bu ortamın devamlılığı için Allah’ın (C.C.) kendilerine verdiği vazifeleri yaparlar.

Müslüman ve salih Cinler ve Melekler, insanlar kendilerinden maddi ve manevi yardım istedikleri zaman Allah’ın (C.C.) izniyle yardıma koşarlar.

Şeytanlar ve kafir cinler, bu değişime engel olmak isterler ve ellerinden gelen bütün kötülüğü yapmaya çalışırlar, fakat istemeden bu değişime yardımcı olurlar, çünkü cinler ve şeytanlar insanlara kötü şeyler ilham ettikleri zaman, insan onlara karşı koyarsa ve Allah’ın (C.C.) yolundan ayrılmaz ise dereceleri artar, böylece cinler ve şeytanlar istemeden insana yardımcı olurlar.

İnsan, imtihan ve değişim için dünyaya indirildiği zaman Allah (C.C.) katında yaşanan tüm olaylar kendisine unutturuldu.

Allah (C.C.) insanın dünyada hayatını devam ettirebilmesi ve değişimi gerçekleştirebilmesi için kendisine 3 temel duygu vermiştir.


1. İnsana menfaati ve faydası dokunan şeyleri elde etmesi için şehvet duygusu.
2. İnsana zararı dokunacak şeyleri uzaklaştırması için gazap duygusu.
3. Yararlı ve Zaralı şeyleri , iyiyi ve kötüyü ayırabilmesi için akıl.

Bu duygulara din vasıtasıyla belli bir sınır çizilse bile, yaratılıştan bir sınır konulmamıştır, yani insanın yaratılışı gereği istekleri hiç bitmez. Bir hadis-i şerif’te : ‘’ İnsanın bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun gözünü sadece toprak doyurur ‘’ der.İnsan sadece ölürse istekleri biter demektir.

İnsan yine yaratılışı itibariyle acelecidir, sabretmeyi sevmez, istediği her şeyin hemen gerçekleşmesini ister. Sonsuz isteklerini gerçekleştirmek için her şeyi dener, çalışır, çalışır ve sonunda dünya işlerine dalarak Allah’ı, (C.C.) yaratılış sebebini ve dünyadaki görevini unutur. Halbuki dünyadaki her şeyle beraber insanın sahip olduklarını, istediklerini ve sahip olacaklarını yaratan ve insana veren Allah’tır. (C.C.) İstediği bir şeyi elde etmek için bir çok sebebe sarılır, çabalar ama en büyük ve en önemli sebep ve yardımı unutur. Allah (C.C.) görevini tamamlaması için, halifesi olan insanı dünyaya gönderdiği zaman tüm kainatı, kendi izniyle onun emrine verdi.

Allah (C.C.) Kuran-ı Kerim’de ‘’ O, yer yüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır ‘’ başka bir ayeti şerifede ise ‘’ Göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize sunduğunu, görünen ve görünmeyen nimetlerini size bolca verdiğini görmediniz mi ?’’

Biz bu büyük hazineyi ve yardımı kullanmayı unutmayalım,kısacası bitmez tükenmez bütün ihtiyaçlarımızı Allah’tan (C.C.) isteyelim, çünkü bizi O yarattı ve biz onun kullarıyız.

O bizim hiçbir zaman acı çekmemizi, üzülmemizi ve kötü bir şey yapmamızı istemez.Tam olarak sebep ve hikmetlerini anlamasak bile bizim için en iyi olanı verir, ama o an insan bunu tam olarak anlayamaz. Kutsi bir hadiste Allah (C.C.) der ki : Benim ehli zikrim ( beni daima zikr edenler) meclisimde bulunanlardır. Benim ehli ta’atim ( emirlerime uyanlar ) keramet ehlimdir. Benim ehli ma’siyetimi ( günah işleyen kullarımı ) umutsuz ve üzgün bırakmam. Tövbe ederlerse onların da sevgilisiyim. Eğer, tövbe etmezlerse, onların tabibi olurum. Onlara belalar müptela ederim ve ayıplardan pak ederim.

Tüm bu taleplerimizi Allah’a (C.C.) Dua vasıtasıyla yaparız. Dua, Allah’a (C.C.) yöneliş, niyaz ve yalvarıştır. Dua kulluğun ruhudur ve halis bir imanın sonucudur. Dua eden insan, bütün kainata hükmeden birinin varlığını kabul ediliyor, küçük büyük tüm yakarışları, Duaları duyduğunu kabul ediliyor, küçük büyük bütün işleri gördüğünü kabul ediliyor. Bütün yaratıkların halinden, durumundan haberdar olan, bütün Dualara yakarışlara cevap veren ve yarattıklarını dünyada yalnız bırakmayan birinin varlığını kabul ediliyor.

Dua eden insan önce şunu bilmeli, onu bir yaratan var, onun neye ne zaman, ne kadar ihtiyacı olduğunu ondan daha iyi bilir. Bunu tam idrak ederek, içinde bulunduğu durumu yaratanın, Allah (C.C.) olduğunu bilmeli, ona verilen her şeye şükretmeli ve ihtiyacını Allah’a (C.C.) ısrarla arz etmelidir.

Allah (C.C.) Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır :’’ Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karib’im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsiner.

Bir habere göre Allah (C.C.) şöyle der : ‘’ Ey Adem oğlu, sen bir şey murad edersin, ben de murad ederim. Ve ancak benim murad ettiğim tahakkuk eder. Eğer sen benim muradıma teslim olursan, senin muradını sana veririm. Eğer benim muradım hususunda benimle münazaa
( mücadele, çekişme ) edersen, senin muradını başına geçiririm. Sonra yine benim muradım tahakkuk etmiş olur.’’

Allah; (C.C.) Peygamberleri, Velileri, Salih kulları vasıtasıyla ve Kutsal kitaplarda O’na nasıl ve hangi şartlarda Dua etmemiz gerektiğini bize öğretmiştir.Tüm Peygamberlerin, Sahabilerin ve Velilerin hayatlarında sözlü, yazılı ayrıca hem sözlü hem yazılı Dua örnekleri vardır.

Allah (C.C.) sonsuz bilgisiyle ezelden ebede kadar olacakları, hangi kulunun ne zaman ne yapacağını, kaza ve kaderi Levh-i Mahfuz’a yazmıştır. Buna hangi kulun ne zaman hangi Dua’yı edeceği de dahildir.

Allah (C.C.) yarattığı küçük, büyük her şeyin idaresi için görevli melekler yaratmıştır, bu meleklere Müdebbirat melekleri adı verilmektedir. Bunlar maddi alemin nizam ve düzeninde, ilahi kudret ve iradenin tasarrufunu tatbike görevlidirler. Alemin seyrinde ve gelişmesinde vazifelidirler. Pek çok kısımları vardır. Başlıca yer ve gök melekleri diye ikiye ayrılırlar.

Kullar Dua ettiği zaman isteğini yerine getirmesi için bu melekler Allah’ın (C.C.) izni ile hemen harekete geçerler.

Okunacak Duanın hizmetlilerinin adını bulmak, yemin ve Dua vasıtası ile onları harekete geçirmek, Dua’yı bir nüsha haline getirip taşımak ve kabul saatlerinde okumak Dua’nın tesirini arttırır ve Allah (C.C.) katında kabulünü hızlandırır.

Allah’ı (C.C.) sevelim, çünkü seven sevdiğinin kapısından boş çevrilmez, çünkü seven sevdiğinin her istediğini yapar. Kısaca Duanın kabulü Allah’ı (C.C.) ne kadar çok sevdiğimize ve onun emirlerini ne kadar uyduğumuza bağlıdır.

DUA HAVAS VE ESMA OKURKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR


Gerek maddi, gerekse manevi bir konuda Dua etmek isteyen kimsenin bazı noktalara dikkat etmesi gerekmektedir.

1. Okuduğu Duaların, Havas’ların ve Esmaların Allah (C.C.) tarafından kesinlikle kabul edileceğine ve isteklerinin kendisine verileceğine inanmalıdır. kalbi ve tüm duygularıyla Allah’a (C.C.) yönelmeli, fikri olarak da isteğiyle meşgul olmalıdır. Acaba olur mu veya olmaz mı diye şüphe duymamalı tereddüt etmemelidir. Kalbinde tam bir iman ve inanç olmadan okumak boşa zahmet çekmektir. Kesinlikle bilinmelidir ki şüphe, tereddüt ve aklından geçirdiği şeyler Esmaların ve Duaların Ruhaniyetlerine gizli değildir, böyle kimselere Ruhaniler yardımcı olmazlar.
2. Her şeyin Allah’ın (C.C.) dilemesiyle meydana geleceğine kesinlikle inanmalıdır.
3. Okumaya başlamadan önce okuyacağı Duayı tertipleyen bir şeyh yada Alim ise, üç İhlas-ı Şerife ve bir Fatiha okumalı, onun Ruhaniyetine hediye etmeli, ondan yardım dilemelidir veya bildiği bir Kamil insan varsa yapacağı işi ona söylemeli ve onun ruhani olarak yardımını almalıdır.
4. Duygusal ve fiziksel olarak kendini her şeyden arındırmalı, hiçbir şey düşünmemeli, hiçbir şeyle meşgul olmamalı sadece olmasını, yerine gelmesini istediği şeye kendini motive etmelidir.
5. Dinen, ahlaken kötü, aşağılık bütün düşünceleri aklından ve kalbinden atmalıdır.
6. Mümkünse Duasını yapmak için tenha bir yere çekilmelidir.
7. Günah işlememeli, yalan söylememeli, gıybet etmemeli, sadaka vermeli ve çok iyilik yapmalıdır.
8. Dua, Havas ve Esma okunurken dikkat edilecek en önemli noktalardan biri de temizliktir. Bunlar da vücutta temizlik, giyimde temizlik ve Dua okunacak yerin temizliğidir.
a. Vücut temizliği : Cenabet ve hayız gibi şeylerden temiz olmaktır. Ruhanilerden yardım almak aptesli olmaya bağlanmıştır. Bundan başka vücudun her tarafı necasetten ve her türlü pisliklerden temiz olmalıdır. Bunu temin etmenin en garantili yolu okumaya başlamadan önce gusül aptesti almaktır.
b. Giyimde temizlik : Tüm giysilerde, iç çamaşırlarda necaset, kan, kir ve benzeri pisliklerin olmamasıdır. Duaya başlamadan önce tüm giysiler değiştirilmeli ve temizleri giyilmelidir.
c. Dua okunacak yerin temizliği : Dua okunacak yer iyice süpürülmeli, varsa örümcek ağları temizlenmeli, canlı resimleri varsa kaldırılmalı, kedi köpek gibi hayvanlar uzaklaştırılmalıdır. Dua okunacak yer kötü koku gelebilecek tuvalet veya benzeri yerlerden uzak olmalıdır.
9. Okumaya başlamadan önce gerekli şartlardan biri de niyettir.’’Ya Rabbi, sen mutlak güç ve kudret sahibisin. Gizli ve açık her şeyi bilirsin. Senin emrin ve iraden, iznin ve müsaaden olmadan hiçbir şey meydana gelmez. Sen vadinde sadıksın, Sen sözünde durursun, verdiğin sözden geri dönmesin, bana Dua edin icabet edeyim buyurdun. Lütuf ve kereminden (burada neyin olmasını istiyorsak ekleyeceğiz ) işimde bana yardımcı ol. Rabbani Lütfunu bana yardımcı kıl, Sübhani hidayetini bana rehber et ‘’ demeli benzer kelimelerle zayıflığımız ve ona ne kadar çok muhtaç olduğumuz belirtilmeli, daha sonra Duaya başlanmalıdır.
10. Okumaya başlamadan önce üç gün veya en azından bir gün oruç tutulmalı bir miktar zeytin yada hurmayla oruç açılmalıdır. Karın tıka basa dolu bir şekilde okumaya başlanmamalıdır. Okurken midede haram ve şüpheli bir şey olmamalı, soğan, sarımsak gibi kötü kokulu gıdalar yenmemelidir. Okuma zamanında hayvansal gıdalardan perhiz edilmelidir. Bu şartlar yerine getirildikten sonra kıbleye doğru yönelerek iki dizinin üzerine oturmalı ve eller dizin üzerinde huşu ile okumaya başlanmalıdır.
11. Duaya başlamadan önce tütsüye kesinlikle ihtiyaç vardır. Hayırlı işler için günlük, öd ağacı, amber kabuğu gibi güzel kokular, kötü işler için şeytan tersi, katır tırnağı, kırmızı sarımsak, keçi kılı gibi kötü kokulu tütsüler kullanılır. Eğer yapacağınız işlerin özel tütsüleri varsa o tütsüler kullanılır.
12. Okumaya başlamadan önce tütsü hazırlanır, niyetle beraber yavaş yavaş yakılmaya başlanır ve okuma devam ettiği sürece tütsü söndürülmez. şayet okunacak Dua uzun saatlerce sürecek ve iki dizinizin üzerinde devamlı oturamayacak durumda iseniz istediğiniz gibi oturabilirsiniz ama Duayı yine iki dizinizin üzerinde bitirmelisiniz.
13. Duaları uygun zamanlarda okumalısınız, en uygun zaman gece yarısından sonra herkesin uykuya daldığı zamandır. Şayet okunacak Duanın kendine has bir saati varsa, o da kendi zamanında okunur.
14. Dua ile bir şeyi elde etmek isteyen kimse çok gayret göstermeli ve çok çalışmalıdır, Allah (C.C.) bazen gerekli şartları yerine getirmeyi unutan bir kullunun isteğini, çok çalışıp emek sarf etmesinden dolayı verir. Herkes azmine ve çalışmasına göre amacına ulaşır. Yüce Kuran-ı Kerimde Allah (C.C.) ‘’ İnsana ancak çalışmasının karşılığı vardır ‘’ der.
15. Bir işe başlarken bunu insanlardan gizlemeli, Duanın, Esmanın yada işin karşılığını gördüğü zaman, bunu nasıl elde ettiğini ve ne yaptığını kimseye söylememelidir. İşin sırrının açıklanması Ruhanilere hoş görünmez.
16. Dua okuyan kimse güzel kokular sürmeli ve bu kokuları yanında bulundurmalıdır. Ruhaniler hoş kokulara yakın olmayı severler.
17. Dua ve Esma okuyan kimsenin hali isteğine uygun olmalıdır. Durumuyla uygun olmayan istekler istenmemelidir.Tüm şartları yerine getirmiş olsa da Ruhaniler bunun aklı yoktur, cahildir der ve ona yardımcı olmazlar.
18. Ben şimdiye kadar çok günah işledim, ben günahkarım Allah (C.C.) benim Duamı kabul etmez diye düşünmemeli ne kadar aciz olduğunu belirterek Dua etmeyi bırakmamalıdır.
19. Bir kimse dilek dilese, Dua etse ve yerine gelmez ise bunun suçunu Duaya yüklememeli kendine bakmalıdır, ya şartlara riayet etmemiş, gereğini yerine getirmemiş yada bir eksiği vardır çünkü, Allah (C.C.) sözünden caymaz