İnsan cüzî akıl ve duyular aracılığıyla çokluktan tekliğe doğru bir varlık sınıflaması yapar. Buna “tümevarım” diyebiliriz.
Tümevarıma göre zerreler birleşerek cisimleri oluşturur. Cisimler canlı, cansız olarak ikiye ayrılır. Canlılar; bitki, yarı bitki yarı hayvan, hayvan, cin, insan, melek olarak aşağı mertebeden yukarı mertebeye doğru sıralanır.
Cüzî aklın ve duyuların yaptığı sınıflamayı bilim-akıl çıkışlı mistikler fiillerin, isimlerin ve sıfatların tevhidi (tekleştirilmesi) ile ifade ederler. Tümevarım yöntemi “bilim-akıl mistisizmi”nde “çokluktan tekliğe yükseliş” olan; “her fiil, her isim (mânâ), her özellik TANRI’ya aittir” hükmü ile karşımıza çıkar.
Bilimin-cüzî aklın-duyuların tümevarımı ya da bilim-akıl mistisizminin tevhidi olan “çokluktan tekliğe yükseliş” belli bir noktada tıkanır. Varlığı ve varlık mertebelerini açıklayamaz hale gelir.
Bilim; “Hiçbir şey yoktan var olmaz, hiçbir şey vardan yok olmaz” vehimi (zannı) ile aklın tıkanma noktasına ulaşır. Bilim-akıl mistisizminin tevhidi de aklın ve duyuların algıladığı kadarını “tek şey” yapar ve o “tek şeye” de “TANRI” demek zannına kapılır.
Bilimin, cüzî aklın ve temeline bilim ve cüzî aklı alan mistisizmin tıkandığı noktada küllî aklın tecellisi olan “risalet ilmi; vahiy” ve “velayet ilmi; keşif/ilham” devreye girer. Risalet ilminde ve velâyet ilhamında “vehim/zan” oluşmaz.
***
ALLAH’ın kendi zâtındaki mânâları mertebe mertebe açığa çıkarmasını tümdengelimin velâyet ilhamı ile bir örnek üzerinde açıklayalım. ((( İbni Arabî’nin ilhamı ile açıkladığı bir konu ))).
ALLAH’ın kendi mânâlarını seyri kendi hakikatine olan aşkından doğmuştur. Aşk ise ateştir, ısıdır, enerjidir, kudrettir. Âlemler “aşk”dan doğduğu için ilk anda tüm varlık ateş (enerji/kudret) halinde idi. Aşk ya da aşk’dan doğmuş olan ateş halindeki varlık âlemi en yüce mertebedir. Ateş yayılma genişleme özelliği gösterir. Ateş yayıldıkça, genişledikçe soğumaya başlar. Soğukluktan “hava”, “toprak” ve “su” oluşur.
Âlemler ve dünyâ henüz ateş halinde iken “bedeni” ateş olan “can” (beş duyumuzun algılamadığı bilinçler melekler ve cinler) var idi.
Meleklerin varlığı saf zehirsiz ateş (nur) ve cinlerden olan İblis’in varlığı da ateşin zehirli kısmından (nar) idi. Ateş soğudukça “toprak” seviyesine inmeye başladı. Topraktan oluşan “İnsan” ateşten oluşan İblis’e göre daha “aşağı” mertebede idi. İblis’in iddia ettiği üstünlük varlığını (bedenini) oluşturan unsurlar yönü ile görünen zahri bir gerçek idi.
kariyb:
İnsan’a göre ise toprak mertebesi diğer üç unsuru (ateşi, havayı, suyu) da kapsar. Bu kapsama nedeniyle insan varlığın oluşumu açısından meleklere ve İblise göre daha sonradandır, daha alt mertebede görünür. Fakat toprağın tekrar ateşi, suyu ve havayı oluşturması açısından ise daha kapsamlı ve daha küllîdir.
Ateşin toprağa secdesi yâni ateşin toprak olursa daha kâmil olacağı İblis’in çözemediği bâtınî bir gerçek idi.
***
İbn Arabî’nin “ilham” ile ulaştığı bilgiye insanlık sekiz yüz yıl sonra “bilim” teorileriyle yaklaşabilmiştir.
Arabî’nin aşktan doğan ateş, ateşin yayılması-genişlemesi, soğuması, havayı, suyu, toprağı oluşturması, meleklerin, İblis’in ve insanın bedenlerinden bahsetmesi gibi ifadeleri tamamen mecazi anlatımdır. Küllî aklı ile algılamış olduğu evrensel gerçekleri kendi döneminde kullanabileceği kelime kalıplarıyla ancak mecazi olarak anlatabiliyordu.
Bazı mecazları günümüz anlayışına göre şöyle yorumlayabiliriz.
ALLAH’ın kendisine olan aşkı:
Aşk ya da sevgi iki ayrı birim arasında oluşur. ALLAH’dan başka varlık olmadığı için ALLAH’ın kendisine olan aşkı “Ahad Varlık” anlamına dönüşür. ALLAH ismi ile anlatılan hakikatin “Ben kendimi seveyim, ben kendime âşık olayım” diyeceğini düşünemeyiz.
Aşktan doğan ateş:
Aşk sonsuz ve sınırsız olan Hakk’ın varlığıdır, zâtıdır. Ateş, sınırsız varlığın ilmidir. Âlemlerin ilk mertebesi sonsuz-sınırsız olan Hakk’ın kendi zâtı, ikinci mertebesi ilimdir. İnsanın algıladığı evren başlangıçta çok yüksek ısılı bir ateş topu halindedir. Ateş topu “aşk”ın “ilim” şeklinde yansımasıdır/tecellisidir. Varlık, âlem ya da evren olarak isimlendirilen Hakk’ın ilmidir. İlim Hakk’ın zâtındaki sonsuz mânâlardır.
Ateşten doğan melekler ve iblis:
Melek tüm varlığı oluşturan en saf ateştir (enerji/güç/kuvve/nur). Varlık melek boyutunda iken en güçlü zikir halindedir. Sürekli hatırlama, sürekli tekrar anlamındaki zikir bir nevi “titreşim”dir. Çok yüksek, çok güçlü titreşim ısıyı-ateşi oluşturur. Varlığın en yüksek zikri en yüksek ısılı ateş hâlini yâni nur melekiyet hâlini oluşturur.
Zikir (titreşim/hatırlama) azaldıkça ısı düşer. Isının düşmesi bir alt boyutu… cin/iblis boyutunu oluşturur. İblis’in daha önce mekeklerle birlikte olması ve kendisini melek zannetmesi bir üst boyuttaki özünü mecazi olarak ifade etmektedir. İblis’in varlığını oluşturan titreşim (dalga boyu) melekiyet dalga boyuna göre daha düşüktür.
kariyb:
Melekiyeti tarif eden zehirsiz, saf ateş “nur” olarak tanımlanmaktadır. Cin/İblis boyutunu oluşturan titreşim (dalga boyu) zehirli ateş ise “nar” olarak tanımlanır.
Zikir (titreşim) seviyesi düştükçe ısı da düşer ve “toprak” boyutu yâni “biyolojik beden boyutu” başlar.
Bu kısım ile ilgili birkaç âyet:
4-) Lekad halaknel`İnsane fiy ahseni takviym;
(Böylece) hakikaten biz insan’ı en güzel bir sûrette yarattık.
5-) Sümme radednahu esfele safiliyn;
Sonra da onu esfele safiliyn’e (madde boyutuna, tabiat şartlarına) reddettik (döndürdük, attık). (Tîn, 95/4-5)
76-) Kale ene hayrun minh* halakteniy min narin ve halaktehu min tıyn;
(İblis) dedi ki: “Ben daha hayırlıyım ondan; beni Nar’dan (manyetik beden?) halkettin, onu tıyn’den (hücresel yapıdan/[çamurdan/topraktan]) halkettin” dedi. (Sâd, 38/76)
15-) Ve halekalCanne min maricin min nar;
Cann’ı (cinn sınıfını, cinn ve şeytan’ın babasını?) da dumansız ateşten yarattı. (Rahman, 55/15)
***
Günümüz bilimi bu mecâzi anlatımı matematik, fizik ve kimyânın sayısal dili ile anlatmaktadır. Evrenin “nereden ve nasıl geldiği”ne cevap veremeyen bilim evrenin ilk anını çok yüksek ısıdan oluşan bir enerji patlaması olarak tanımlar. “Nereden ve nasıl geldi?” sorusunun cevabını dine ve mistisizme bırakmak zorunda kalır.
Bilime göre ısının saniyenin milyarlarda biri gibi kısa bir sürede yayılması ve derecesinin düşmesiyle atomu oluşturan parçalar ortaya çıkmıştır. Isı hâlâ çok yüksek olduğu için elektronler, nötronlar, protonlar ve daha alt parçacıklar bir plazma (çorba) kıvamında bir müddet kalır. Genişleme ve ısı düşmesiyle atomlar oluşur. Atomlar değişik formüller halinde sıralanarak elementleri (metalleri ve gazları) oluşturur. Gazlar ve tozlar (metal parçacıkları) bulutumsu kümeleri (nebulaları) oluşturur. Bulutumsular merkeze çökerek yıldızları, gezegenleri oluşturur. Yıldız etrafında soğuyan gezegenlerde ise su, hava ve toprak gibi bileşiklerden de canlılık başlar.
Bilimin bu sıralamasına göre dini ve mistik düşünce zehirli ateşten yaratılan İblis’i insandan çok çok önceki ilk anlardaki “bilinçli varlıklar” mertebesine oturtur. İnsanı ise evrenin ısısının eksilerin altına düştüğü çok yakın zamana ait canlılı mertebesine indirir.
***
Kur’an’ın verdiği ALLAH, Melek, Cin/İblis ve İnsan arasında geçen konuşmalar Risalet ilminin tümdengelim yöntemiyle sunduğu mecâzi bilgilerdir. Bu bilgilerin niçin mecazlar halinde sunulduğu yine Kur’an’da açıklanmaktadır:
106-) Ve Kur’ânen feraknahu li takraehu alen Nasi alâ müksin ve nezzelnahu tenziyla;
Ve bir Kur’an (furkan ettik; Hakk ile batılı ayıran bir nesne kıldık)... O’nu biz farkettik (birbirinin mütemmimini/tamammını bölümlere ayırdık, farkları açıklayarak farkettiren bir OKUma metni kıldık) ki, insanlara O’nu acele etmeden/ağır ağır/hazmetmelerine imkan tanıyarak/kabiliyyetlerini dikkate alarak kıraat edesin... Biz O’nu tenziyl ettik (kısım kısım, ayet ayet indirdik). (17/106; B Meal)
17-) Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir;
Andolsun ki Kur’an’ı zikr (okumak; tefekkür, tezekkür) için kolaylaştırdık (sembolik anlatımla, soyut sözcüklerle, Arabi lisan üzere indirdik)... Öğüt alıp idrak eden yok mu?. (54/17; B Meal
***
Kur’an her çağın idrâkine göre hitap mucizesini korumaktadır. İbn Arabî gibi zâtlar… ve günümüzde yaşayanlar,Kur’an’ı zamanlarınının akıl ve bilim düzeyine göre yorumlamışlardır.
Gelecek çağların insanları da İbn Arabî gibi zâtların ve günümüz âlim ve bilgelerinin yorumlarına dayanarak kendi zamanlarının bilim düzeyine göre Kur’an’ı ve hadisleri yeniden yorumlayacaklardır.