Bu Blogda Ara

5 Haziran 2008 Perşembe

NEFS-İ SÂFİYYE

NEFS-İ SÂFİYYE



Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Nefs-i Nâciyesiyle buluşan ve ona uyan nefs Ahfâî Nefs olarak, Küllî Nefs (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem) içinde yok denecek kadar gizlidir. "Var!" desek bulamayız,
"Yok!"desek gerçekten içinde ve vardır.
Muhammedî denizdeki damla gibi Muhammedî Nefs'e uymuş ve uyuşmuş hâldedir.
Muhammedî mahviyyette...
Azîz kardeşim,
Arzedilenler asla bir hüküm olmayıp anlayış ve anlatış tarzıdır.
Önemli olan bilmek, anlamak ve yaşamaktır .
İnsanın kulluk kemâlâtında nefsinin yedi kat letâif mertebelerindeki seyr-ü-sülûk sırrı izâha çalışılmıştır.
Her kademede nefsin tevhidî öğretim ve eğitimi Muhammedî Tasavvufun konusu ve işidir...
Bizim anladığımız kadarıyla âlemde (kâinâtta) olanın aynısı Âdemde (insanda) de vardır. Letâiflerin ve nefs mertebelerinin renkleri konusunda da biz âcizâne farklı düşünüyoruz.
Pek çok tasavvuf ehli kimseler Nefs-i sâfiyeye beyaz ışık ve diğer renkler bunun içinde demişlerdir.
Biz ise, Ahmedî yaklaşımla Akdes Noktasında AHAD karanlığında, bilinemezlik yutuculuğu ve kara deliği olarak anlıyoruz.
Bilinemezlik ve gelinip görülemezlik zifiri karanlık renksizliği...
Kısacası bu âlemde güneş ışığının tayfına bakarsak göreceğimiz:
Kırmızı TuruncuSarı Yeşil MaviLâcivertMor - simsiyah
dizilimini İlâhî tecellînin insan nefsindeki seyr-ü-sülûk kemâlâtı olan tevhid tayfında da görmekteyiz.
Şöyle ki:
Nefs-i Emmâre (beden, kan) kırmızı,
Nefs-i Levvâme (nefs) turuncu,
Nefs-i Mülhime (kalb) sarı,
Nefs-i mutmaînne (ruh) yeşil,
Nefs-i râziyye (sır) mavi,
Nefs-i merzîyye (hafî) lâcivert,
Nefs-i sâfiyye (ahfâ) mor,
Nefs-i Kâmile (Akdeste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ait mukaddes nefs) simsiyahtır.
Akdes: Hüsn-ü Mutlaktır...
Biz bu bilgileri piyasadaki çok değişik izâhların aslını astarını anlatmak açısından ele aldık.
Yoksa Muhammedî Tasavvufun iştirakinde (uygulamasında);
kulun nefsi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve onun sayesinde ALLAH Tealâ'ya;
Teslim olup (müslim),
İmân edip (mü'min),
Tâbi' olup (ârif, velîsi) ve
İtâat ederek (kâmil âşık, ehli)
İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyar o kadar...
Gerisini İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bilir...
Ve asla, bilir-bilmez bazılarının peşine takılıp kendi akıl ve mantığıyla fenâfillah v.s. hayaliyle uğraşmak, uçmak, kaçmak derdine ve sevdâsına düşmez.
Aklını-mantığını da yaratıp ortaya çıkaran Rabbülâlemin'e Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığında inanır ve ibâdet eder.
Şeytâna uyan Nefs-i Emmârenin şeytânının müslüman olması ve Nefs-i Emmârenin sâf hâle gelmesi seyr-ü-sülûkü ve tâ'lim -terbiyesi, hiç de kolay bir iş değildir.
Bunu başaran insan nefsi için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
"Yine deki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur." (İsrâ 17/81)
Azîz Efendimiz ve Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cihâd-ı ekber (büyük cihâd) buyurduğu nefsin bu tekemmül aşamalarını başarması ve ahlâk-ı Resûlullah, ahlâku'l-Kur'ân ve Ahlâkullah'a ulaşmasıdır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)
İşte bu nefsî harbi (savaşı) kazananlar Muhammedî Mihraba (harb yerine) yönelen Muhammedî mücahidlerdir.
Neticede Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kavli (i'tikadı,sözü), a'mâli (uygulaması), ahlâkı ve hâliyle hâllenenler ni'met-i uzma (büyük nimet) ya ve neş'e-i ulâ'ya (sırf ve saf huzur, sekînet-i Muhammed) kavuşurlar.
Anlarlar ki:
ِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُوا الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
"ALLAH nezdinde din islâmdır....." (Âl-i İmrân 3/19)
Ve derler ki:
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
.
"...RABB'ımız! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" (Âl-i İmrân 3/191)
Azîz kardeşim,
Râziyye, Merzîyye ve Sâfiyye seçkinlerin, nebîlerin, Resûllerin nefsi hâlleri ve,
Nefs-i Kâmile de Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin nefsi hâli olsa gerektir.
Bizim oluşumuz ise damlanın Akdeniz'e karışması gibi. Muhammedî oluş şuûruna varış başlangıcından son ucuna kadar RABB'ımızın cûd-ü-keremi ve lûtf-ü-ihsânıdır bize...

إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى

"O bunu, sırf o yüce RABB'ının vechini aramak için yapmıştır. Her hâlde kendisi de ilerde razı olacaktır." (Leyl 92/20)
Tertemiz saf ve kâmil nefsler, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Habibîyyetine ve ALLAH Tealâ'nın ihsânına mazhar olmuşlardır.
En yüce derece ehlidirler.
İslâm dininin hârikalıklarının, kemâlâtının ve murad edilen vasıflarının tümü onlarda gelişmiş, çiçek açmış ve meyvelerini vermiştir.
Yakînlikleri, RABB'ları ile kendileri arasında sır olup, bizim târifimiz cidden imkansızdır.
Çünkü tasavvufta hâl, ancak iştirak (yaşanınca) hâlinde anlaşılır.
Yoksa karşıdaki kişinin hafsalası almaz, taşar ve ayağı kayar... Burası zirvedir.
Temkinli olmak, ilk ve son şarttır.
Onlar Vechillah ehlidirler.
Veche; rıza de, zâtın kendisi de, veya cemâl de...
Ne anlarsan onu de...
Böylesi zâtlar Ehlullah (ALLAH'ın ehli, Sıddık, Sâlih, Âşık) olarak normal insanlar ile mürselin olan nebîler, resûller ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Ehlullah deyip geçmemek lâzım.
Evliyâullah (ALLAH Dostları) başka, Ehlullah başka...
Azîz kardeşim,
Bu mertebelerin merdivenleri çile üzerine çiledir.
Tertemiz olmasına sebeb, 24 saat; söz suyu (zikir) , göz suyu ve öz suyu ile yıkanır durur Sırât-ı Müstakîm.
Yoksa vites değiştirir gibi takır takır geçirip son hızla giderek ancak cehâlete saplanırlar.
Etrafına bir bak ve elini vicdanına koy...
Ne diyor adam:
"Nazarını (bakışını, dikkatini) , şu organının şurasına çevir ve şu kadar bin adet şu zikri çek , Ahfâdasın!..."
Yâni Nefs-i Merzîyyedesin!...
Aman yâ RABB'i!...
Affet bizleri...
Çocuk oyuncağı mı bu?
Kadınlardan, Ehlullah'ın seçkini olan Meryem (aleyha's-selâm) vâlildemiz'e bir bakalım:
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
"Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! ALLAH seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti." (Âl-i İmrân 3/42)
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
".... Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; O da: "Bu ALLAH tarafındandır. ALLAH, dilediğine sayısız rızık verir" derdi." (Âl-i İmrân 3/37)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ

"İffetini korumuş olan, imran kızı Meryem'i de (ALLAH örnek gösterdi) . Biz, Ona ruhumuzdan üfledik ve RABB'inin sözlerini ve kitablarını tasdik etti. O gönülden itâat edenlerdendi." (Tahrîm 66/12)

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا

"Doğum sanıcısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke, dedi bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım." (Meryem 19/23)
Aşk dağı böylesine sarp ve çetin...
Ne buyuruyor: "Keşke, keşke bunlar başıma gelmeden ölüp gitseydim de unutulup gidenlerden olsaydım!..."
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Örnek olarak âlemin kadınlarından şu dördü sana yeter Meryem, Asiye, Hadice ve Fatime" buyurmuştur.
Meryem (aleyha's-selâm) de: Salâh-İffet-Takvâ ve Zühd birleşmiştir.
Böylesine zor, sarp, acı ve bahalı bir imtihanı başarmış ve kadınlar âleminin zirvesine oturmuştur.
Kerâmeti kendinden menkul, murid mübârekleri!..
İnsafa gelip de mübârek Meryem'i seyredin...
Oyunu ve oyunbazlığı, can canbazlığını ve sûret soytarılığını bırakın...
Muhammedî merhamete , muhabbete ve hasbî hizmete koşun...
Bana çağırıyorum sanmayın!...
HAKK (celle celâluhu)'nun Habibi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hirâsına çağırıyorum!...
Çünkü kainâat denilen kahhariyet ve kibriyâ deryasında Nûh'un (aleyhi's-selâm) gemisi geçeli çok zaman oldu.
Şimdi şu anda ve kıyâmete kadar tek ve eşsiz bir gemi kaldı, kalanları topluyor...
İşte önünde, kıble yönünde ve son fırsat ömründe!...
Muhammed Aleyhi's-selâtü ve's-selâmın Gönül Gemisi...
İki ata binmeyi bırak...
İki pabucu çıkar!...
Mukaddes, Muhterem, Mükemmel, Muhteşem, Muazzam, Mübârek ve Müşfik MUHAMMEDî Maverâ'ya çırıl çıplak, tertemiz ve teklifsiz dal!...
Ciddî ve samimî özürler diliyorum...
RABB'im (celle celâluhu) biliyor ki maksadım, şehâdeti lâzım ve lâyıkıyla getiren ve Muhammed ümmeti olan hiçbir kimse, bu oyun ve eğlence diyarında şeytâna yem olmasın!...
Bir örnek de erkek seçkinlerden arzedelim;
Bilirsiniz ki Yakub (aleyhi's-selâm) , İbrâhim (aleyhi's-selâm)'ın torunudur. (Hûd 11/71 ve 6 sûrede) ...
Çark-ı Çile tezgâhında her insanın canından canı olan evlâdları ile imtihana çekildi.
Bizlere İlim, Edeb, İrfan ve Erkân ibreti için...
Yûsuf (aleyhi's-selâm) hârika güzellik ve özellikte halk edilmiş ve övülmüştür...
İbrâhim (aleyhi's-selâm)'in ateşe atılırken giydiği gönül gömleği; dedesinden (İshak aleyhi's-selâm) babasına (Yakub aleyhi's-selâm) , ondan da oğlu Yûsuf (aleyhi's-selâm)'ın sûret sırtına geçmişti...
10 oğlu "Kurt yedi Yûsuf'u!... şu da kanlı gömleği!..." deyince:
وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
"Artık bana düşen "Fe sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/18) buyuruyor.
Feryâd-ü figan yok...
Özünden inliyor...
"Bu kurt; kuzu gibi bir kurtmuş, Yûsuf'umu parçalamış da gömleği sapasağlam... hayret ki ne hayret!..." diyor.
Havf-ü-recâ çıkışı, üns-ü-heybet zirvesine sarınca, yaşlı gönlünün avuntusu Bünyamin de gurbet ellerde mahpus oldu!...
"Hırsız çıktı!" dediklerinde Yakub (aleyhi's-selâm) yine:
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
"Fe Sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/83) buyuruyor.
Şimdi şunu bilmeni isterim ki çile gerçeğinin ipini, mekiğini, tarağını ve makasını canıyla bilen, çilekeş ve âciz bir âşık olarak, her Kur'ân-ı Kerîm'i hatmimde ya da zaman zaman ağlamak için okuduğum bir âyet-i kerîme vardır.
Yakub (aleyhi's-selâm):
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
"Şüphesiz olan şey şu ki şikâyetimi, bessimi ve hüznümü ALLAH'a arzediyorum!... Ve ben sizin bilemediğiniz şeyleri ALLAH'dan (vahyen) biliyorum!..."dedi" (Yûsuf 12/86)
Nefsî şikâyetini, kalbî tasasını-sıkıntısını ve ruhî hüznünü sistemin sahibi Subhân ALLAH'ü Tealâ ya arz...
Kulluk çilesinin tezgâhta dokunuşu...
Bir yanda:
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
"Fe sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/83) , diğer yanda ise:
وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
".... Yâ esefâ alâ Yûsufe!..." (Yûsuf 12/84) Ah Yûsufum Ah!... şikâyeti...
Âşık; buz gibi eriyince ARK'a gelir, su olur farka gelir, buharlaşır farkı terke gelir, saf, arı ve âşık olunca garka gelir Rahmet bulutu olur.
İşte budur Muhammedî güzergâh...
Ve işte budur Muhammedî Mahviyet ve Rahmetenlilâlemin'e salâvât sılası vuslâtı...
Sabır: nefse RABB'ısından geleni başkasına şikâyet ettirmemek... Hükm-ü Hakka baş eğmek...
Ama nefsin yapısında, mayasında Fıtrî olarak şikâyet sızlanması da var...
O hâlde, şükrünü ve şikâyetini RABB'ine (celle celâluhu) yap!...
Şikâyet: nefsin kişilik ve şahsiyet (mâhiyet ve hüviyet) sıkıntılarını, kulluk çilesini dışa vurması...
Biriyle paylaşma arzusu...
Yakınma...
Bessü: kimseye demese de dumanı tüten tasa, başkasınca hissedilen küçük sıkıntı.
Hüzn (ahzân): koru da külü de dumanı da içerde kalan derunî keder; gizli, şahsî acı...
Çilenin çiçek açması...
Birlik ve bilelik baharı...
Azîz kardeşim,
Arka arkaya gelen 4 âyeti celilede:
Sabır-Şikâyet-Kınama ve Arz-ı hâl...
Hazır ve Nazır olan HAKK'ın (celle celâluhu) huzur tevhidi...
İnşâllah ileride, Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çilelerini de çiçeklendirir ve meyvelerinden yeriz...
İşte mübârek İsa (aleyhi's-selâm)'ın annesi Mübârek Meryem (aleyha's-selâm) mâverâsı...
Kadın deyip geçme...
Arabî Muhiddin (Kaddasallahu sırrıhu): "HAK (celle celâluhu)'dan hakkını alan esmâ, kadın kapısından çıkar" buyuruyor...
Bakma sen ham sofulara...
İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız bıraktıkları kadınları sözden, sohbetten ve ilâhî zevklerden uzak tutanlara...
Bizim için bu âlemde 5 kadın vardır:
Biri anamız, biri eşimiz, biri kızımız, biri de gelinimiz.
Geri kalanlar ise kız kardeşimiz.
Bize zinâ haramdır....
Kadın; aşk aşının ateşidir...
Olmasa kokarız.
Sistem çöker...
Normal olarak aş ile ateş arasında tencere vardır.
Çile imtihanında kadın ile koca arasında Ahdullah vardır.
İşte ateşle aşın tenceresiz tevhidi...
Meryem (aleyha's-selâm),
Hadice (aleyha's-selâm),
Fatime (aleyha's-selâm),
Asiye (aleyha's-selâm),
Aişe (aleyha's-selâm) ...
Bir düşün bunları ve Rabiatü'l-Adviye leri (Kaddasallahu sırrıha) ...
Çile kuşlarının çavuşu anlatmıştı:
"Orgeneral olan bir şahsın zamanı dolmuş, ölmüş...
Getirmişler Hacı Bayram Velî Hazretlerinin Câmiisinin avlusuna...
Ayaklar doğuya doğru baş batıya uzatmışlar musalla taşına...
İmâm cenâze namazını kıldıracak. Müezzin cemâatı uyarıyor ki: "Er kişi niyyetine!... Er kişi niyyetine!..." deyince bir yüzbaşı fırlamış müezzine doğru:
"Sen benim paşama nasıl er dersin!" deyince müezzin de erenlerden ve hırlı değilmiş:
"Sâkin ol oğul, sâkin ol! Bu taşa nice erkek kılığında insan oğlu yattı ki kadın kılığında gelen erlerin ayak tozu bile değildi!..." demiş...
Mesele Muhammedî oluş şuûruna eriş...
Kadın, erkek, sen, ben, o, biz:
Biz Muhammedîyiz Elhamdülillah...

Hiç yorum yok: