Bu Blogda Ara

25 Temmuz 2008 Cuma

SEKİNE DUASI

MADDİ MANEVİ RAHATSIZLIKLARI

OLANLARIN OKUYABİLECEĞİ

TESİRLİ BİR DUA

SEKİNE

. Allah en büyüktür (On DOKUZ defa).

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

2. O rubûbiyet ve ulûhiyetinde istiklâl sahibi olan ve kâinatın tamamına bizzat hükmettiği gibi, küçük büyük her bir varlığa da bizzat hükmeden ve kâinattaki geniş icraatına hiç kimse müdahale edemeyen Ferd'dir.
O, varlıklara hayat verip canlandıran, Kendi hayatı ise zâtî, ezelî ve ebedî olan Hay'dır.
O, varlığıyla bütün varlıkları düzenli bir şekilde ayakta tutan; fakat Kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan Kayyûm'dur.
O, haklıyı haksızdan ayıran, her şeyi hikmetle, bir gaye için ve faydalı bir şekilde yaratan Hakem'dir.
O, kâinatı ince hesaplarla yaratan, her varlığı yaşadığı şartlara uygun olarak donatıp bütün ihtiyaçlarını adaletle veren ve başkalarının hukukuna tecavüz eden varlıkları cezalandırıp iyilik yapanları da mükâfatlandıran Adl'dir.
O, hiç bir şekilde hiçbir noksanı olmayan, kâinatta görünen bütün kusurlar asla Kendinde bulunmayan, sapıtmışların söyle-dikleri batıl düşüncelerden sonsuz derece yüce olan, kâinatı dâima temiz tutarak güzelleştiren ve her bir varlık tesbihleriyle
kudsî isimlerini her tarafta ilân eden Kuddûs'tür.
3. "Allah her zorluğun arkasından bir kolaylık yaratır." (Talâk, 65: 7.)
4. "Bütün yüzler, varlıklara hayat verip canlandıran, Kendi hayatı zâtî, ezelî ve ebedî olan; ve varlığıyla bütün varlıkları düzenli bir şekilde ayakta tutan; fakat Kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan Allah'ın huzurunda eğilmiştir." (Tâha, 20: 111.)
5. "Şüphesiz ki Allah, size şefkatle muamele ederek iltifatının inceliklerini gösterir; merhamet ederek hususî ihsanlarda bulu-nur." (Hadîd, 57: 9.)

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Aksırmak Allah'tan, Esnemek Şeytan’dan dır...(hadis).

Aksırmak ve esnemek sağlıklı her insanda olan fiziksel bir hadisedir. Bilim çevrelerinde aksırma ile esnemenin mahiyetleri, sebepleri, bulaşıcı olup olmadıkları hakkında değişik yazılar yayınlanıyor. Bu konuda "din ne diyor?" diye hiç düşündünüz mü? İsterseniz şimdi gelin hem bilimin, hem de dinin verilerini ortaya koyarak aksırma ve esneme hakkında bir değerlendirmede bulunalım.

Önce konuyla alakalı Efendimiz'in şu hadisini bir okuyalım: ”Allah (c.c.), aksırmayı sever, fakat esnemeyi sevmez. Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse, bunu işiten Müslümanların, "yerhamükellah" diye karşılık vermesi gerekir. Esneme ise, şeytandandır. Bunun için, esneme ihtiyacı duyan kişi mümkün olduğu kadar buna mani olsun. Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler." (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî, Edeb, 1, 4; Nesaî, Cenâiz, 52)

Aksırmayı bilim adamları şöyle tarif ediyor: "Aksırma burun zarının ve nefes verme kaslarının sarsıntılı bir hareketiyle havayı bir anda ağızdan ve burundan dışarı atma ameliyesidir." Aksırma esnasında insan ister istemez kendini kasar. Bu sırada normalden fazla miktarda kan beyne hücum edip beyin için yeterli oksijen ve glikozu temin edecektir. Aynı zamanda burundaki zararlı şeyler aksırmayla dışarı atıldığı için de vücutta bir rahatlama ve ferahlama meydana gelecektir. İşte bu yüzden Efendimiz,
hadiste hapşıran kişinin bu nimete şükür sadedinde "elhamdülillah" demesini istiyor. Hadisten anlaşıldığına göre aksıran kişinin "elhamdülillah" demesi sünnettir. Ancak burada hemen şunu ifade edelim ki, bu ifadenin yerine Fatiha suresini sonuna kadar okumanın sünnette yeri olmadığı gibi hapşırdıktan sonra kelime-i şehadet getirip arkasından hamdetmek de mekruh sayılmıştır. Aksırdıktan sonra "elhamdülillah" diyen kişinin yanında bulunanların "yerhamükellah", yani "Allah sana rahmetiyle muamele etsin" demesi gerekir. Bunun karşılığında ise aksıran kişinin "yehdînâ ve yehdîkumullah, Allah bizi ve sizi doğru yola iletsin" veya "yağfirullahu lenâ ve leküm, Allah bizi de sizi de bağışlasın" demesi sünnettir. (Ebu Davud, Edeb, 90)

Esnemeyi ise bilim adamları, can sıkıntısı, uyku başlangıcı, anksiyete, (sinirlilik, asabi olma hali) ve uykusuzluk gibi nedenlere bağlıyor. Esneme vücutta, hem zihnen hem de bedenen bir tembellik, uyuşukluk, gevşeklik ve dikkatsizlik meydana getiriyor. Yani hadisteki ifadesiyle beden şeytanın devreye girmesine hazır hale geliyor ve şeytanın görevini yapması kolaylaşıyor. Tabii insanın böyle gaflet içinde olması ise şeytanı sevindiriyor. Bu sebeple esneme emaresi belirdiğinde insan, kendisini sıkmalı, esnemeyi önlemeye çalışmalı, bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulamazsa, esneme halinde ağzını el veya başka bir şeyle kapatması gerekir. Ayrıca elini yüzünü yıkayarak veya abdest alarak, yorgunsa dinlenerek bir an önce bu gaflet halinden kurtulmaya çalışmalıdır. Bu sayılan şeyler, İslâmî edebin gereğidir.

ESMA-ÜL HÜSNA'NIN SIRLARI

yazının içinde geçen önemli bir cümleyi burada baştan söylemek gerekir:
"
Esma-yı hüsnayla riyazet yapmak için selahiyetli birinden icazet almak gerekir, aksi halde çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir."

hayırlara vesile olur inşallah..

ESMA-YI HÜSNANIN SIRLAR BAHÇESİNDEN...

Bu çalışmamızda esma-yı hüsnaları konu aldık. Esma-yı hüsnalardan nasıl yararlanılması gerektiği üzerinde durduk. Sufizm yolunda seyr-i süluk edenlerin neden amaçlarına ulaşamadıklarını irdeledik. Sufizm yolunda bulunanlardan çoğunun elli altmış yıl sonra bile amaçlarına ulaşamadıkları bir gerçektir. Kimileri da çıktığı yolculuğu bitirmeden düşüvermiştir toprağa.Bu durum, esmayı fıtrata amaca uygun çalışmamaktan başkaca ne olabilir ki? Sufilerin kimileri "kelime-yi tevhit, Allah esması, selavat ve istiğfarla" bütün yolları katedeceklerini sanmışlar.Oysa durum hiç de öyle değildir. Seyr-i süluk esnasında "Hayy, Hu, Hakk,Kahhar" gibi esmaları çalışmak da söz konusudur. Ayette, hadiste, evliya beyanında diğer esmaları çalışmaya bir yasak olmamasına karşın; başka başka esmalarla zikretmeyi tarikat adabı dışında bir muamele olarak görmüşlerdir. Adeta Allah'ın esmasına yasak koymuşlardır. Oysa ayette ister Allah'a isterse Rahmana dua edin denilerek kullara bütün esmaların istifadeye açık olduğu müjdelenmiştir. Efendimiz esmaları sayanların cennete gideceklerini müjdelemiştir. İnsanın istekleri, ihtiyaçları sınırsızdır. Allahın kuvvet ve kudreti de öyle. Allah'ın esmaları renk renk olan lazer ışınlarına benzer. Kulun muratları bu ışınlarla buluşma neticesinde dönüşür açığa çıkar. Allah'tan sevgi isteyen bu amaçta olan birininin "Kahhar" esmasının ışınıyla tecellilenmesinin hiçbir yararı ve mantığı yoktur. Sadece sevap alır bu esmayı çalışan. Hepsi bu... Bir de Kahhar esmasının tecelli nimetlerini.. İnsan, bilmediği şeyin düşmanıdır. Çoğu insan esmaların ruhanisi olduğunu bilmez. Bunlarla irtibata da iyi gözle bakmaz. Oysa durum hiç de öyle değildir. Esmanın ruhanilerini çağırmak onlardan yararlanmak sünnet dairesinde kalanlara açık bırakılmıştır. Oysa kimi sufiler bunu medyumluk ya da cindarlık olarak yaftalama yolunu seçmişlerdir. Esmaya müvekkel melekler vardır. Hem de ordular halinde... Bir insanın ihlas dairesinde kalıp esma-yı hüsnanın ruhanileriyle buluşması utanılacak değil; aksine çok çok onur duyulacak bir iştir. Esmaların ruhanilerini çağırı dualarını tertip eden evliyalar bu sırları ifşa etmişlerdir. Nereden bakılırsa bakılsın esma-yı hüsnalarda çok büyük sırlar var. Malesef, esma-yı hüsna üzerine yazılan çoğu bilgiler özendirici olmaktan ve bilimsellikten oldukça uzaktır. Bu da insanları esma-yı hüsnalardan uzaklaştırmıştır; onları zikretmekten uzaklaştırmıştır. Bu araştırma; yaratılış amaçlarına uygun esmayı bulup çalışmaları, Allahın esmalarını sevip zikretmeleri için kardeşlerimize bir armağandır. Kardeşlerimiz dairesi ise hem çok özel hem de çok geneldir. Her esma-yı hüsna lazer ışını gibi bir ışına sahiptir. Bu ışından, o esmayı doğru çalışarak yararlanabiliriz. Esmadan gelen ışınla yollar aşılır, sırlar açığa çıkar amaçlara ulaşılır. Bu amaçla araştırmamızda esma-yı hüsnasındaki hikmetleri elimizden geldikçe açıklayıp istifadeye sunduk. Başarı ve hidayet Allah'tandır...

GİRİŞ I
Esma-yı hüsna Yaratıcının zatını ve sıfatlarını belirten çeşitli kutsi kelimelerdir. Kutsal kaynaklarda geçen esmaların toplamı doksan dokuzdur. Bu adların dışında da Allah'ın binbir adı olduğunu söyleyen keşif ehli evliyalar olmuş. Esma-yı hüsna Allah'ın vahiy ve ilham yoluyla nebilere ve has zümrelere bildirdiği zat ve sıfat adları olarak da görülebilir.

ESMA-YI HÜSNALARIN VAZİFELİ RUHANİLERİ VAR..
.
Esma-yı hüsnanın Allah tarafından"görevlendirilimiş" ruhanileri var. Bunlar cinniler, melekler taifesinden de olabilmektedir. Esma-yı hüsnadan herhangi biriyle yoğun olarak Allahı zikredenlere o esmanın görevlileri olan ruhaniler yardıma gelirler. Bunlar cinniler, melekler taifesinden de olabilirler. Hiçbir esma-yı hüsna yok ki onun görevli ruhanileri olmamış olsun. Bu Kuran-ı Kerim ayetleri ve süreleri için de geçerlidir.

RUHANİLER ESMA-YI HÜSNALARLA DÖNÜŞÜRLER...
Ruhaniler esma-yı hüsnanın sırrına mazhardırlar. Kendi yaşam kanunlarında Allah'ın dilediği sınırlar çerçevesine çıkmadan değişip dönüşebilmeye ruhanilerin selahiyetleri var. Kendi hayat kanunlarının dışına çıkmak için kullandıkları çeşitli kelimelerle şekilden şekile girebilirler. Bunun için de çok ağır bir bedel öderler. Değişip dönüşümün kanun dairesini zorladıklarında bu onların sonu olur. İnsan, kuş, kelebek, böcek, yılan, örümcek, kedi, keçi vb. hayvanların şekline girebilirler. Genellikle hiç beyazı olmayan kedi ve köpek; şeytani cinnilerin görselliği, tecellisi olarak kabul edilir.

RUHANİLER ELDE EDİLEBİLİR...
Sufizm yolundaki velilerin, evliyaların emrinde bulunan ruhaniler vardır. Allah, ihlasla kendini anan sufilerden çoğuna armağan olarak ruhaniler verir. Kimileri bunların farkında olur kimileri olmaz. Ruhanilerden birini elde edenler sonsuz sevinç içinde kalırlar. Elde edilen ruhaniler dünya ve ahirette yardımcı olurlar. Kur'anda ve esma-yı hüsnanın sır bahçelerinde onları elde etme, onlardan yararlanma yolu açık bırakılmış. Esma-yı hüsnalardan usulünce yararlanırsa ruhanilerle iç içe olunabilinir. Hatta onlar istihbaratta, tıpta, iletişimde ve benzeri sahalarda kullanılabilir.

BİAT ALMADAN, İZİNSİZCE ESMAYLA RİYAZET YAPMAK TEHLİKELİDİR...
Sufizm okullarından selahiyetli bir gavsın ya da insan-ı kamilin elinden biat almadan esma-yı hüsnayı çalışanlar kendi başlarına riyazet yapıp ruhani alemleri fethi amaçlayanlar cinni şeytanların ağına düşerler. Onlara yem olurlar. Sufizm yoluna girerek biat almayanlara esma-yı hüsnanın ruhanileri de asla gelmez. O yollara girmeden velayet elde etmek tehlikeli sonuçlar doğurur. Biatsız esma-yı hüsna çalışanların, kendi başlarına riyazetler yapanların çoğu ya yoldan saparlar ya da cine şeytana maskara olan zavallı birer medyum olurlar.
Esma-yı hüsnayla riyazet yapmak için selahiyetli birinden icazet almak gerekir, aksi halde çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir.

HAFTANIN GÜNLERİNE BAKAN VAZİFELİ RUHANİLER VAR...

Sufizm yolunun havassına mazhar kimi evliyalar vardır: Ahmed Ziyaüddin Gümüşanevi, Muyyiddin İbn-i Arabi, İmam Ahmet Bin Ali El-Buni Hazretleri, İmam Yafii gibi... Bunlar, haftanın günlerine bakan ruhanilerin varlığına işaret etmişler, onların çağrı dualarını ve sırlarını açıklamışlardır. İmam Yafii Hazretleri yedi günün ruhani vazifelilerinin adlarını o günün esmasını ve harfini vererek büyük sırra dikkat çeker. Bu yedi harften herbiri haftanın bir gününe denktir. Pazartesinin harfi "şın" dır. O günün esma-yı hüsnası "Şakir" adıdır. Pazartesinin ruhani vazifelisinin adı "Cebrail Aleyhisselam"dır.Salı gününün harfi "ze"dir. Esma-yı hüsnası "Zekiyyu"dur. Ruhanisinin adı "Semsemail Aleyhisselam"dır. Çarşambanın harfi "zı"dır. Esması "Zahir"dir. Ruhanisi "Mikail Aleyhisselam"dır. Perşembe gününün harfi "se"dir. Esması "Sabit"tir. Ruhanisi "Sarfiyail Aleyhisselam"dır. Cuma gününün harfi "cim"dir. Esması "Cebbar"dır. Ruhanisi "Anyail Aleyhisselam"dır. Cumartesinin harfi "fe"dir. Esması "Fatır"dır. Diğer günlerdeki butün ruhaniler bu güne tasarruf ederler, özel bir ruhani adı yoktur. Pazar gününün harfi "hı"dır. Bu günün özel bir duası vardır. Ruhanisi "Rukıyail Aleyhisselam"dır. Haftanın yedi günü için öngörülen harflerin yedi adet olması, bu harflerin Fatiha Süresinde geçmemesi ism-i azamın yedi sayısının sırrını kapsaması ve belirtilen yedi harfin tamamının En,am Suresinde geçmesi oldukça düşündürücüdür...

ESMA-YI HÜSNAYI ÇALIŞMA YOLLARI...

Esma-yı hüsnayı çalışmanın çok değişik yolları vardır. En büyük sır da esma-yı hüsnanın ebcet sayısınca anılmasındadır. Bir başka yol da esma-yı hüsnanın ebced sayı değerini kendisiyle çarpıp çıkan sonuç kadar onu anmaktır; bu durum ism-i azam gibi bir şeydir ve bunda çok büyük bir sır vardır. Asıl sır buradadır. Sözgelimi "Allah" esmasının ebcetsel sayı değeri altmış altıdır. Altmış altıyı kendisiyle çarparsak dört bin üçyüz elli altı rakamına ulaşırız. İşte Allah esmasını bu sayı kadar anmakta çok azemetli sırlar vardır. Bu sayıların esma-yı hüsnaya müvekkel olan ruhaniyi yaklaştırma gibi esrarları vardır. Sufizm yollarına biat eden müritler özellikle mürşitlerin önerdiği virtleri yaparak seyr-i süluk ederler. Dilerlerse hoşlarına giden herhangi bir esmayı şefaatçi ve vasıta kılarak amaçları için çalışabilirler. Sufizm yoluna biat eden kimseler esma-yı hüsnadan dilediklerini çalışmaya ruhsatlı sayılırlar; çünkü onlar esma yoluna bağlanmış has bir zümredirler. Esma-yı hüsna çalışılırken abdestli olunmalıdır. İlk önce gözler kapatılmalı yavaş yavaş vucut gevşetilerek yoğunlaşılmalıdır. Tamamen düşüncelerden arınıp kendini yok olmuş bilerek hatta evreni de yok bilerek çalışılan esma seri bir şekilde okuyanları amaçlarına ulaştırır. Esma, güneşe benzeyen bir nur gibi düşünülüp o ışık altında kalındığı fikredilerek çalışılmalıdır. Yoğunlaşmayı başaranlar korkunç bir zafer kazanırlar. Esmaların bütün yararlarına çok seri bir şekilde ulaşırlar. Esmaları böyle çalışmak gerekir. Gaflet ve vesvese içinde yapılan zikrin sevaptan başka bir yararı yoktur.

Her esma ebcetsel sayı değeriyle şifrelenmiştir. Bu sayılarda mucize sırlar vardır. Ebcetsel sayı değeriyle verilen herhangi bir esmayı, tekrar aynı sayıyla çarpıp çıkan sayı değerince eksik fazla olmadan anmakta, söylemede ism-i azam sırları vardır.Bu sayı bereketiyle ruhani alemlerin kapıları açılır ve esmanın sırları ortaya çıkar. Nasıl ki bir anahtarın küçük bir dişlisi olmadan kapılar açılmıyorsa bunun gibi esmayı belli bir sayı düzeninde çalışmamak da aynı sonucu doğurur. Yıllar geçse de hiçbir sır açığa çıkmaz. Her esma sayısal bir mucizedir, gayp kapılarının kildidir. Kapalı kapıların açılması için de esmanın ebcetsel sayısal değer çok önemlidir.

ESMA FITRATA, AMACA UYGUN OLMALIDIR...

Her insan esmaya mazhar yaratılmıştır. Nasil ki parmak izleri ve yüz ayrı ayrıysa aynen öyle de her insanın yaratılışında esma faklılığı vardır. Kimi Rahman, kimi Vedüd, kimi Muhyi ,kimi de Celil fıtratlıdır. İnsanların anlaşmazlıklarının temelinde de esma farklılığı vardır. Çalışılan esma amaca uygun olmayınca beklenen yararlara ulaşılmaz. Sözgelimi bir insan düşünün vesvese onun kaderi olmuş adeta... Hergün vesveseden ölüyor. Bu insan, "Ya Rauf" çalışırsa ne olur? Amacına ulaşmamış olur. Çünkü Rauf esmasının vesveseyi izaleye dahli yoktur. Esma-yı hüsnanın her biri ayrı ayrı tecelliye sahiptir. Bir tecelli diğerine karışmaz. Vesveseden helak olanların çalışması gerekli olan esma "Ya Kuddüs" dür. Çünkü bu esma vesveseyi yakıp yok eden her türlü kiri pası temizleyen bir tecelliye sahiptir. Yine bir insan düşünün nereye gitse ne yapsa hep hakarete maruz kalmaktadır. Evde, sokakta, işte hep aşağılanmaktadır. Bu insan "Ya Hayy" çalışmaya başlarsa ne olur? Amacına uygun bir esma seçmiş olmaz. Yine, her yerde horlanıp durur. Oysa böyle biri "Ya Aziz" esmasını çalışsa bunu da ebcetsel sayı çarpımıyla yapsa kırk gün geçmeden izzetli, el üzerinde tutulan biri haline gelir. Bu, doğru çektiği esmanın tecellisi neticesinde açığa çıkan bir şeydir. Sufilerin seyr-i sülukta başarısız olmalarının temelinde de fıtratlarına uygun esmayı çalışmamaları yatar. Sözgelimi bir sufinin yaratılış fıtratı; atak, girişimci, tuttuğunu koparan dışa dönük olsun. Bu sufi "Ya Halim" çalışırsa fıtratına aykırı bir esma seçmiş olur. Bu sufi "Ya Seri'u" çekse seri bir şekilde yol alır. Hayret edilecek sonuçlar ortaya çıkar. Her gıda her insana yaramadığı gibi, her esma da herkese yaramaz. Esmaların hepsi şifalı ilaçlara benzerler. Ama insan kendi hastalığına uygun ilaç alıp doğru esmayı çekebilmelidir... Aksi halde beklenen yararlara ulaşılamaz. Eğer sizin düşmanlarınız çoksa ,her gün birileri size sataşıp duruyorsa yüz milyon defa "Ya Rezzak" çekseniz ne olur? Hiçbir şey... Çünkü bu esma, düşmanlara karşı bir tecelli açığa çıkarmaz. Sadece helal rızk getirir, hepsi bu... Ama "Ya Muntakim" diye zikrederseniz daha bir kaç hafta geçmeden düşmanlarınızın herbiri müthiş bir felakete düşüp sille yer. Bunu da "Muntakim" esmasının tecellisi yapar. İnsan ihtiyaç sahibidir ve hastadır. Esmaların hepsi de birer şifalı ilaçtır. Bir insan gereksinimine göre değişik değişik esmalar çalışabilir. Özellikle Sufizm yollarına biat edenler özgüven içinde diledikleri esmaları çalışabilirler. Bu, onlara verilmiş birer icazettir, ruhsattır. Bunu, çok iyi anlamak lazım... Hiçbir insan yok ki Kur'anda kendine bakan bir süre ayet olmasın; hiçbir insan yok ki esma-yı hüsnadan kendine bakan bir esma olmasın... Bir insan kendi yaratılış fıtratına uygun düşen esmayla çalışmazsa yıllar geçse de hiçbir ilerleme sağlayamaz. Kul samimi olursa Allah bunu gönlüne ilham eder... Kalbi dinlemek kadar güzel bir şey yoktur. Kalp Allahı yansıtan bir ayna... Kalp ilahi sırra açılan bir pencere...

ESMA-YI HÜSNALARI ÇALIŞMA ZAMAN DİLİMİ...
Esma-yı hüsnayı hangi amaç için çalıştığımıza bağlı olarak zamansal sınır da değişir. Sözgelimi Sufizm yoluna bağlı biriyseniz mürşidinizin size tarif ettiği dersi ölene kadar yapmalısınız. Ama özel amaçlar içinse, sevgi, ilim, rızk, başarı, hastalık, sihir, düşmanlıklar, rüya, yakaza ve benzeri 7,14,21,40 günle 150 gün arasında bu çalışmalar değişebilir. Yani yedi günle altı aylık zaman dilimi arasında bu esmalar zikredilebilir. Bu çalışma amaca ulaşıncaya kadar da sürdürülür... En etkilisi de esma-yı ilahinin ebcetsel sayı değeriyle esmayı zikretmektir. Sözgelimi "Hayy" esmasının ebcetsel sayı değeri 18'dir. Bu esmayla özel bir dua planlanıyorsa 18 gün buna devam etmelidir. Yine "Ya Basıt" esmasının ebcetsel sayı değeri 72'dir. Yetmiş iki gün boyunca bu sayıda esmayı anmak ruhu sevinçlere boğar. Sırlar açığa çıkar. Böyle bir usul de vardır. İnsanlar, birbakıma esmanın ışınlarına aşık olarak yaratılmışlardır. Bir insan hangi esmaya aşık oluyorsa, ona büyüleniyorsa kalbinde onun sıcaklığından esin varsa o esmayı seçmelidir. Dilerse bir halife bunun tersini söylesin... Bunda büyük bir bereket ve sır vardır. Kalbin sevmediği, aşık olmadığı esma yol aldırmaz sadece sevap getirir... Ya aşık olunan esmalar öyle mi? Onlar ruhumuzu aşkla ışınlayacak bir nurdur. Ruh, esmanın aşkıyla, ondan aldığı ışınla büyür ve gelişir. Ruh gereksinim duyduğu esmaları çok iyi tanır. Ona karşı gizliden bir aşk yönelimi sergiler. Ruhun sevgilisi ve aşkı olan esmayı; ledüne sahip olan kimi veliler bilip söyleyebilirler. Bu çoğunlukla olası olmadığına göre en doğrusu Allah'a yakarıp dua ederek kendine yararlı olacak ve mürşitlik edecek esma-yı hüsnayı Ondan istemektir. Bir hafta kadar samimi kalple dua edildiğinde Allah'ın esma-yı hüsnaları sırasıyla yavaş yavaş okunmaya başlanır. Ruh, kimi esmalar okunurken aşktan çıldırır, onu ister... İşte o esma mühim bir mürşit olabilir ve çalışan hakkında ism-i azam hükmüne geçebilir. Gelinen konaklara göre de bu esma aşkı zaman içinde başka başka esmalara kayabilir. Bu da çok doğal sayılmalıdır. Bir sufinin "Rahman" esmasına aşıkken bir zaman sonra "Fettah"a aşık olması bereketli bir şeydir... Esmaları sevmede ruhun gereksinimi, ilahi esin yelleri, yaratılış sırrı çok önemlidir. Esma çalışmadan yana hiç kimse bir esmayı çalışmaya karşı sık boğaz edilmemelidir. Severek yapılan her şey güzeldir...


GİRİŞ II
ESMANIN RUHANİLERİYLE BULUŞMAK...

Her esmanın "huddam" denilen ruhanileri "vazifelileri vardır. Bunlar bir esmanın ebcetsel sayı değeri kadardırlar. Sözgelimi "Azim" esmasının ebcetsel sayı değeri 1020'dir. İşte bu esmaya vaziyet eden bin yirmi adet azametli ruhani vardır. Bin yirmi meleğin emrinde de bin yirmi ruhani ya da cinni vardır. Ruhanilerden, cinnilerden, meleklerden oluşan bu görevliler esmanın tecellisine uygun bir esinle zikredene yardımcı olurlar. Zikreden esmaya aşıksa ve bunu aşkla yapıyorsa özellikle ebcetsel sayı değerine dikkat ediyorsa esmanın ruhanileri gelmeye başlarlar. Gece boyunca onunla irtibata girmeye çalışırlar. Ruhuna vücuduna evine bakışına sesine sinerler. Bu Sufizm yoluna biat etmenin özel bir kazanımıdır. Biat etmeyenler için bu ledün nimetleri kapalıdır. Sufizm yolu dışında kalanların huddamlarla görüştüklerini sanmaları sadece bir yanılgıdır. Onlar cinni şeytanların oyuncağı olurlar. Bütün medyumlar da öyledirler. Tarikat sahasına biat edenler Allah tarafından korunma altında olurlar. Elde ettikleri de o dairenin ledünni bereket sırları olur. Bütün esmalar Allah'ın rızası, amaçlar, vesile ve vasıta kılınmak için yapılmalıdır. Her şeyin başı ihlastır. Allah'a, bir esmada aşık olana bütün ruhaniler de aşık olur. O dilemese de Allah kendini anan kulunu dilediğine sevdirir. Esma bitikten sonra "Yüce Allahım bu esmanın ruhanilerini bana musahhar kıl ve işlerime yardımcı ver." diye dua edene Allah tehlikesiz bir şekilde ruhanileri yollar. Ona yardımcı olmak için akın akın gelirler. Bu ise dehşet bir lütuftur. Bir sufinin o sahayı merak etmemesi Allah'ın açtığı böyle bir kapıyı yok sayması sadece cehalettendir. İnsan sünnet ve kuran dairesinde kalıp Allah'ın verdiği her türlü nimetten yararlanmalıdır. Bunu yaparken de yalnızca Allah'a dayanmalı ona yönelmelidir. Allah ruhanilerle bir sufiyi buluşturmuşsa bu çok özel bir sır olarak kalmalıdır. Aksi halde sırrı söylemek kimi zaman o sırrı bir daha görmemeye neden olabilir. Bu da acı olarak yeterli olan bir şeydir. Sufilerin çoğu ruhani daireye sırt döndükleri için elli atmış yıl sonra bile yerlerinde sayıp kalmışlardır. Allah'ın özel olarak her esmaya atadığı ruhaniler kimi cahil ve softa müritlerce iyi gözle görülmemektedir. Onlardan uzak kaldıkları için de yerlerinde sayıp durmaktadırlar. Öyleyse esmaların ruhanileriyle buluşmak onları yardımcı olarak istemek için dua etmeli Allah'a yakarmalıyız. O dünyanın nimetleriyle Allah bizi buluşturmuşsa bunu örtüp gizlemeli sinemizde ötelere götürebilmeliyiz... Kim ki hak bir tarikata intisap etmemiştir, hak bir mürşidin elinden biat almamıştır, onun esmaların ruhanileriyle buluşması yardımlaşması sadece bir zan ve hayaldir. O kapı kapalıdır. Esmaların ruhanileriyle buluştuğunu sananlar da cinni şeytanların maskarası, kuklası olan zavallılardır... Ruhanilerle buluşmak için İmam Ali Hazretleri Celcelütiyesinde Allaha yakarır... Emrine ruhani ifritler vermesini diler... Aynı dilek Nakşibendi tarikatının kurucusu İmam Bahaüddin Nakşibent hazretlerinin Evrad-ı Bahaiyye Azimetinde açıkça görülebilir. İmam Ahmet Buni,İmam Yafii, Seyyit Emir Sultan gibi binlerce evliya bu sırları içeren ledünni bilgiler aktarmışlardır. Yani ruhu ergin olana, bu yollar, Allah'tan esmanın ruhanilerini kendine musahhar edilip yardımcı verilmesini dilemek, ism-i azam sırlarındandır.

DUA İÇİN UYGUN ESMALAR SEÇİLMELİDİR

Dua bir müminin kulluk borcudur ve onun sonsuz gücüdür. Dua her şeyin sahibi olan Allah'ı hatırlama ona yakarmadır. Dua inanarak yapılırsa kaderi bozar. En tehlikeli hastalıklar bile inanarak yapılan duayla yok olup gider. Duada çok büyük sırlar var. Dua için başta bir miktar estağfurullah çekilmeli (70), sonra da efendimize salatu selam getirilmeli (11), ardından neye ihtiyacımız varsa o esma ya da esmalar seçilmelidir. Sonra da esmanın ebcetsel sayı toplamınca lailahe illallah demeli, esmayı çekerek Allah'a yakarmalıdır. Dua için uygun esma bulunursa seri bir şekilde sonuç alınır. Esma ve dua bitince yine bir miktar istiğfar çekilir, bir miktar selatu selam söylenir. Ardından fakire bir miktar sadaka verilir. Sözgelimi vesveseyle helak olan biri yetmiş istiğfar, on bir selavattan sonra Kuddüs esmasını ebcetsel sayı değerince 170 defa "Lailaheillallahul Kuddus" çekip vesveseyi Allah'tan yok etmesini dileyip" buna kırk gün kadar devam etmelidir. Vesvesenin nasıl söndüğüne tanık olunacaktır. Hasta olan biri yine başta 70 istigfar, 11 selavat çekip niyet ederek 422 defa "lailahe illallahul Şafi" virdini kırk gün çekip Allah'a yakarırsa şifa bulacağı vesileler önüne çıkar.

DUA ve ESMA YOĞUNLAŞILARAK YAPILINCA ETKİLİ OLUR...

Dua ya da tarikat virtleri inanarak, yoğunlaşılarak yapılmadığı zaman beklenen yararlar ortaya çıkmaz. Dua edecek olan kişi haram lokma yememeli, gıybet etmemeli ya da dinlememelidir. Bu arada dinde icat edilen bidat muamelelere girmemeli, buna taraftar olmamalıdır. Şans oyunlarından, faizden, kalp kırmaktan uzak durmalıdır. Dua zamanı için yatsı sonrası ya da sabah namazı farzıyla sünneti arası kırk gün aksatılmadan duaya devam edilmelidir. Dua edecek kişi ilk önce temiz bir elbise giymeli abdestli olarak kıbleye karşı oturmalı birinci aşamada gözler kapalı bir şekilde kalbinde dünyaya ait ne varsa ondan uzaklaşılmalıdır. İkinci aşamada kendisini ölmüş bilip toprağın altında mahvolmuş, şanı şöhreti gitmiş şekilde düşünmelidir, buna da beş dakika devam edilmelidir. Sonra Allah'ın nurunu tecellisini sağanak sağanak yağan bir yağmur gibi düşünüp kendini de o yağmur altında ıslanıyor diyerek fikrederek yetmiş istiğfar, on bir selavat söylenip niyet edilerek "Lailahe illallah" zikriyle ihtiyaç duyulan dua esması ebcetsel sayı değerince söylenip bu isimler şefaatçi ve vasıta kılarak dua edilirse daha yedi gün geçmeden güzel sonuçlar ortaya çıkar. Bu muameleye kırk gün kadar devam edilmelidir. Dileyen vekaleten birine de dua ettirebilir. Duanın sonunda bir miktar sadaka fakire verilmeli ve sabra çekilerek dua sonucu beklenmelidir. Allah duayı üç türlü kabul eder: Ya isteneni verir. Ya isteneni vermez daha hayırlısını verir. Ya da duayı ahiret hesabına kabul eder. Gerekirse bu muamele tekrarlanır, duada ısrarlı olmak gerekir. Allah duaya mutlaka icabet eder. Tarikatlardaki sufilerin yıllar içinde ilerleme göstermeden aynı yerde kaldıklarına sıklıkla tanık olunur. Kimi tarikat ehlinin yıllar sonra bile başladığı yerde kalması virtleri yukarıda belirtilen şekilde yapmamayla ilgilidir. İnanarak yoğunlaşarak yapılan dua ism-i azam sırrını açığa çıkarmada oldukça etkilidir. Tarikat ehili bir sufi yoğunlaşabildiği ölçüde yol alır. Yoğunlaşmak öte alemle irtibata geçmenin anahtarıdır. Ötelerle irtibata geçenlere fetih ve sır kapıları açılır. Aksi halde hiçbir ilerleme kaydedilmez. İsterse yetmiş yıl geçsin, her gün de yirmi bin esma çekilsin... Değişen hiçbir şey olmaz. Sadece virdin sevabı alınır hepsi bu... Yetmiş yıl önce nereden başlanmışsa yetmiş yıl sonra da aynı yerde kalınır. Bu durum Kur'an okunurken, namaz kılarken de geçerli olan bir muameledir. Velayet ya da dua kabulü çekilen esmanın tecellisinin açığa çıkması sırrıyla ilgilidir, bunun için de inançla yoğunlaşıp virtleri yapmak şarttır.

ESMA-YI HÜSNANIN EBCETSEL DEĞERLERİ ve SIRLARI...
Esmaların ebcetsel değeri oldukça önemlidir. Dua ve virt ufkunda esma çekileceği zaman ilahi sırları kapsayan sayılara çok dikkat edilmelidir. Esmanın ebcetsel sayı değerinden sonra “/” imiyle verilen rakamlar o esmanın ism-i azam sırrını açığa çıkaran sayılar olup oldukça önemlidir, bu sayılarda aklın kavrayamayacağı sırlar vardır. Esmanın ism-i azam sırrını açığa çıkaran sayılar bir topluluğa paylaştırılarak virt halinde yapılabilir. Sohbet için bir araya gelen topluluklar herhangi bir esmayı ism-i azam sırrını kapsayan ebcetsel sayıyla anıp dua etseler olağanüstü sırlar açığa çıkar. Sözgelimi Rahman esmasının ism-i azam tecellisini ortaya çıkaran sayı 88.804'tür, bu sayı hatme katılanlara taksim edilip paylaştırılsa ve hatim bitiminde bu esma şefaatçi ve vasıta kılınarak dua edilse tecelli sırları zuhur eder.

EN GÜZEL İSİMLER I

ALLAH

İsm-i azamdan zat ismidir.Bütün esmalar bu ismin birer sıfatıdır. Nefs-i emmarenin ıslahı, kötü sıfatların yanması bu adla mümkün olur. Tarikatta bütün derece ve makamlar bu esmanın bereketiyle elde edilir. Bu mübarek ad bütün esma-yı hüsnayı içinde toplamaktadır. Bütün adlar bu addan türemiş ve bu ada sıfat olmuştur. Allah adını çokça anan kimseler nefis menzillerini seri bir şekilde geçerler ve oldukça heybetli olurlar. Öyle bir heybet elde ederler ki kimse yüzlerine bakmaya cesaret edemez. Ulvi ve sufili latifeler bu adın nuruyla olgunlaşır, nefis bu adın nuruyla olgunlaşıp insan-ı kamil olmaya başlar. Kadri ve Nakşi tarikinde seyr-i süluk edenler ilk önce bu esmaya talim ederler. Latifelerin ıslahı için bir günde en az beş bin Allah esması çekilmelidir. Aksi halde latifelerin ıslahı söz konusu olamaz. Tariklerde yol alınamaz. Cezbeler konağına adım atmada, yolları katetmede bu esma tecellisi oldukça etkilidir. Ebcetsel sayı değeri:66/4356

RAHMAN
Eşsiz bir merhamete sahip olan, merhamet tecellisinden her zerreyi sevinçlere gark eden demektir. Bu adı çokça okuyanlar eşsiz bir merhamete sahip olurlar. Heybetlerinden herkes çekinir. Rızk bereketine kavuşurlar. Çaresiz hastalıklara yakalananlar bu esmanın tecellisiyle selamete kavuşabilirler. Adları Abdurrahman olanlara bu adın çok büyük yararı vardır. Ebcetsel sayı değeri:298/88804

RAHİM
Ahirette rahmet tecellisiyle her mümini sevindiren demektir. Rahim adını anan kimseler dünya ve ahirette kesintisiz bir şekilde Allahın Rahmetine nail olurlar. Ellerinde olmadan çevredeki insanlara sevgi ve merhamet gösterirler. Rızk bereketine ulaşırlar. Bir nevi kendilerine gelen her türlü nimete karşı şükür halinde sayıldıklarından rızkları bollaşır. Bu esma, adı Rahmi olanlar için bir ism-i azamdır, onların her işi bu isimle ilgilidir. Esmanın ebcetsel sayı değeri:258/66564

MELİK
Her şeyin kuşatanı sahibi idare edeni anlamına gelir. Akıllı, bilgili insanlara, özellikle yönetici, öğrenci olanlara bu ad oldukça yararlıdır. Bu adın tecellisine gark olanlar, her şeyi idare etme hassası kazanırlar. Herkese heybetli ve vakarlı gözükürler. Her türlü kazadan felaketten emin olurlar. Anlama ve kavrama güçleri günden güne artar. Ebcetsel sayı değeri:90/8100

KUDDÜS
Bütün kirleri pasları temizleyen demektir. Cinlerin, şeytanın, nefs-i emmarenin vesvesesinden kurtulmak için bu esma oldukça etkilidir. Bu esmanın büyüleyici bir özelliği vardır. Kuddüs esmasının tecellisine mazhar olanlar mağaradan çıkan Ashab-ı Kehf gençleri gibi ilgi odağı olurlar. Her gören kendilerine büyülenir, adeta aşık olur. Evrende eko sistem halinde olan temizlikler yağmur, rüzgar, toprağa dönüşme ve benzeri hep Kuddüs adının tecellisiyle olur. Bu adın ruhanileri etkileme gücü vardır. Gayp alemlerinin açılması ,sıkıntıların giderilmesi bu esma tecellisiyle açığa çıkar. Bu esmayı çalışanlar "Subbuhun Kuddüsün Rabbuna ve Rabbül Melaiketi ve Ruh" duasını da çalışırlarsa gaybın sırları ortaya çıkmaya başlar. Bütün kötülüklerden korunurlar. Bütün kötü işler hayra dönüşür. Ruhaniler kendisini uyku uyanıklık arasında ziyaret ederler. Bu dua da Kuddüs esmasının ebcetsel sayı değerince okunabilir. Ebcetsel sayı değeri:170/28900

SELAM
Yaratılanları günahlarından arındırıp selamete ulaştıran demektir. Bu isim Rical-ı Gayp erenleri grubunda görevli olan üçyüz altmışların zikridir. Onlar bu adın tecellisiyle donanıp darda kalanları selamete çıkarmaya çalışırlar. Selam adının, cinnilerin saldırısına, şeytanların tasallutuna, fena insanların çıkışmalarına ve tehlikeli hastalıklara karşı dehşetli bir yararı vardır. Özellikle korku içinde kıvranıp duran her şeyden korkan insanlara bu ad çok büyük yarar sağlar. Bu ada devam edenlerde korkudan eser kalmaz. Hatta korkuyu inkar edecek duruma kadar gelirler. Koruyucu bir kalkan gibi olan Selam adını ananlar, semavi bir felaketle yaşamlarını yitirmezler: deprem, yangın, boğulmak, kaza ve benzeri... Selam tecellisi buna müsade etmez. Düşmanı çok olanlar bu adı anınca düşmanlarının her biri bir felakete uğratılır. Adı ananlar nerede olurlarsa olsunlar felaketlere maruz kalmazlar. Kalmışlarsa da kurtarılırlar. Bu ad cinleri mahveder. Psikolojik sorunları olanlar, cin saldırısına uğrayanlar bu ada devam ederlerse seri bir şekilde kurtulurlar. Cinler kendilerine kötülük etmeye yanaşamaz. Adeta zırha alınırlar. Bu büyülü ada devam edip cezbeye girenleri yılan, akrep sokamaz. Hatta kurşun bile işlemez. Kendilerine saldıran düşmanların tümü felakete uğrarlar. Tıpta çaresiz kalınan hastalıklardan kurtulmak için bu ad oldukça etkilidir. Adı çalışmaya ihlasla devam edenler her türlü tehlikeli hastalıklardan kurtarılırlar. Bu ad, Yasin süresinin "Selamun kavlen min Rabbin Rahim" ayetiyle çalışılırsa ortaya esrarlı tasarruflar meydana çıkar. Çok hayırlı neticeler alınır. Bu ayet (131,313,432,817) sayılarının herhangi biriyle okunduğunda olağanüstü haller ortaya çıkar. Bu da esmayı yapanın inancı ölçüsünde olur. Selam adı kurtarıcı bir rahmettir. Koruyucu bir zırhtır. Çok azametli bir isimdir. Selam esmasının ebcetsel sayı değeri:131/17161

EN GÜZEL İSİMLER II
MÜ'MİN

Azabından inananları mahlukatı koruyan örten demektir. Kendini kötü söz söylemekekten alı koyamayanlara, inanç bozukluğu içinde kıvranıp vesveseye düşenlere bu adın büyük yararı vardır. Nefse ve mala zarar gelmesinden korkuluduğunda bu ad anılmalıdır. Devamlı okuyanlar düşmanlara karşı korunurlar. Ayrıca dilleri yalandan muhafaza edilir. İsteseler de kötülük yapmaya yönelemezler. Her türlü hastaya şifa niyetiyle okunduğunda yarar sağlar. Ebcetsel sayı değeri:130/16900

MÜHEYMİN
Yoktan var ettiği mahlukatı gözetip koruyan demektir. Kalbin nurlanması için bu ad çok yararlıdır. Bu ad düşmanların sataşmasından, her türlü bela ve musibetin berterafında yarar sağlar. İlahi sırlar bu adın içinde gizlidir. Bu adı selim bir kalple okumaya devam edenlere olacak hadiseler rüya aleminde gösterilir. Yedi gün boyunca yatsı sonrasında samimi bir kalple beş bin defa bu adı ananlar neyi merak ediyorlarsa rüyalarında görebilirler. Yunus Aleyhisselamın balığın karnında bu esmayı zikrederek sahil-i selamete ulaştığı rivayet edilir. Ebcetsel sayı değeri:145/21025

AZİZ
İzzet ve şerefte hiçbir şeyde benzeri olmayan hep kadir ve galip olan demektir. Toplum içinde itibarlarını kaybedenler, evde, işyerinde onurlarını yitirmiş olanlar, korku içinde yollarını şaşırıp kalanlar bu adı anmaya devam ederlerse bütün bunlardan kurtulurlar. Rızkları yağmur gibi akıp gelmeye başlar. Evde sevgi ve huzur oluşur. Aileler ve hane halkı sevgiyle kaynaşmaya başlar. Bu esmayı çalışanlara kim kötülük etmeye yeltense korkunç bir belaya uğrar. Esmayı çalışanların düşmanları birer birer helak olurlar. Bu esmanın mucizesiyle hiç umulmadık yerden rızklar akıp gelmeye başlar. Aziz esmasını çalışanlar dostları tarafından oldukça sevilirler ve aranırlar. Zikre devam edenler dünya ve ahirette şerefli bir yere sahip olurlar. Mutlu bir yaşam sürerler. Esmanın ebcetsel sayı değeri:94/8836

CEBBAR
İstediğini yapan, mutlak hüküm sahibi olan, azameti karşısında her mevcudun küçük ve zelil kaldığı Allah demektir. Bu esmayı çalışanlar çok korkunç derecede heybetli olurlar. Üzerlerinde öyle bir heybet oluşur ki cinler ve insanlar hatta vahşi hayvanlar bile bu heybetten titrer çekinirler. Özellikle cinni ve insi düşmanları zelil perişan etmek için bu ad birebirdir. Bu esmaya devam edenlere hiçkimse bir kötülük dokunduramaz. Yapmaya kalkışırsa korkunç bir felakete uğratılır. Bu esmaya devam edenin düşmanları birer birer dostluk mesajları vermeye başlarlar. Esmayı zikredenden korkup çekinirler. Bu esmayı çalışanların emrine girmek için bütün yaratılmışlar can atarlar. Onun sözünü dinler ve yerine getirirler. Tutuklu olanlara, hapiste yatanlara bu ad bir kurtuluş vasıtası olabilir. Bu adın cezbesine ulaşanlar kime dikkatlice bakıp nazar etseler düşmanlarını felakete uğratırlar. Kendilerine cinniler tasallut olan kimseler bu adı anarlarsa cinnilerin iflahı kesilir. Esmaya devam edildikçe cinniler yanıp kahrolurlar. Tasallut oldukları insanı terkederler. Ebcetsel sayı değeri: 206/42436

MÜTEKEBBİR
Mutlak büyük ve ulu olan. Büyüklüğü, azametiyle sonsuz olan Allah demektir. Bu esma cinni ve insi düşmanları olanlara bir zırh gibidir. Günaha girmekten kendini alıkoyamayanlar bu esmaya devam ederlerse, dileseler de günahlara girmeye cesaret edemezler. Cinniler bu esmadan çok çekinirler. Mütekebbir esmasının tecellisi cinnileri mahvedip öldürebilir. Ruhani hastalıklara uğrayanlar bu adı anmakla büyük yararlar sağlarlar. Düşmanı çok olanlar bu ada devam ederlerse düşmanlarını tümü zelil ve perişan duruma düşer. Esmaya devam edenlerin sözleri herkes tarafından dinlenir. Bu adı ananlarda korkunç bir heybet oluşur. Öyleki hiç kimse onların yüzüne bakarak konuşmaya cesaret edemez. Bu adı ananların düşmanları korkudan mahvolurlar. Adı ananla dost olmak için fırsat kollarlar. Cinniler bu adı çalışana kötülük yapmak için yaklaşamazlar. Yanar helak olurlar. Esmanın ebcetsel sayı değeri:662/438244

HALIK
Yaratıcılığının ve yarattıklarının sınırı olmayan bütün kaza ve kaderi yaratan Allah demektir. Bu esma araştırma geliştirme işiyle uğraşan bilim insanları için esin ve keşif kaynağıdır. Bilim adamları bu esmaya devam ederlerse pek çok projeler ortaya çıkarırlar. Sanat adamları için de bu esmanın çok büyük yararları vardır. İyileşmesi müşkil olan maddi manevi hastalıkların şifası, kalbin nurlanması ve ledün bilgisi elde etmek için de bu ad çok etkilidir. Bu adı anmaya devam edenler yaratılan şerlerden kurtulup selamette kalırlar. Çocukları olmayan aileler bu ada devam ederlerse çocuk sahibi olacak sebeplere ulaştırılırlar. Sırları sezmede, kaybolan yitiğin dönmesinde adın tecellisi önemli bir işleve sahiptir. Ebcetsel sayı değeri:731/534361

BARİ'U
Her şeyi çok değişik biçimde yaratan Allah demektir. Bilim insanlarına ve sanatkarlara yararlı olan bir addır. Özellikle tıp doktoru olanların bu esmayı çalışmalarında çok büyük sırlar var. Bu ismi çalışan doktor hastalarını iyileştirmede oldukça başarılı olur. Buna kendisi bile hayret eder. Esmanın tecellisiyle hasta seri bir şekilde iyileşir. Uzun süre iyileşemeyen hastalar bu isme devam ederlerse şifa bulurlar. Bu isme devam edenlerin sıkıntıları sevinç ve ferahla değiştirilir. Esmanın ebcetsel sayı değeri:213/45369

MUSAVVİR
Her mahluku ezeli hikmetinin gereği suretlerle yaratan Allah demektir. Bu isme devam eden sanatkarlar ve araştırmacılar oldukça başarılı sonuçlar alırlar. Düşmanlığı dostluğa döndürmek için bu esma oldukça etkilidir. Sık sık düşük yapan kadınlar, bu esmaya hamilelikleri boyunca devam ederlerse Musavvir olan, düşüğe fırsat vermez. Musavvir esması bu isim hürmetine adı anana bol rızklı güzel ahlaklı bir çocuk armağan eder. Ebcetsel sayı değeri:336/112896
---------------------------------------------------

İNŞİRAH (Kavramın açılımı ve Oluşumu)


Gönül huzuru, iç denge, kendiyle barışık olma şeklinde çevirebileceğimiz Insirah kavramının ne derece önem arz ettiğini; Kur'an'ın bir suresine isim olmasından anlıyoruz.

Üzerinde genis bir tefekkür seyahati yapmak; yeni mana ve boyutlara açılım elde etme cihetinden elzem görünüyor.

Nedir Insirah?

Önce kitapların anası Kur'an'a dönelim ve oradan okumaya çalısalım. Biz senin gögsünü inşirah etmedik mi?.. Indirmedik mi üzerinden ağır yükünü?.. (Insirah-1/2)

Birbirini tamamlayan DUHA-INSIRAH SURELERI insan psikolojisi ve özde düsünme nokta-i nazarından elbette uzun uzun incelemeye, tetkik edilmeye deger sırlı boyutlar içeriyor.

Sure tahlilini ileriki bir zamana bırakıp şimdilik sadece inşirah kavramını açmaya çalısalım.

Se-Ra-Ha kökünden gelen İnşirah; Yarılma, Kesilip Açılma, Desilme, Cerrahi Müdahale anlamlarına geliyor. Terim olarak herhangi bir ilmî eseri açıklamaya da SERH ETMEK tabirini kullanıyoruz. İlim veya gönül ehli bir Hak Sevdalısı, bir kitabı alıyor, cümleleri yararak içlerinden derin-sırlı manalar çıkarıyor.

Rasül, ömrünün farklı dönemlerinde 3 ayrı insirah yasamıs:

1- Süt Anne Halime'nin yaylasında 2-4 yaslarında iken; çocuklarla oynadıgı esnada Cebrail'in gelerek sinesini yarması, kalbini alıp yıkaması ve sonra yerine koyması şeklinde tasvir edilen olay.

2- İlk Vahyin gelisi sırasında Hira magarasında Cebrail'in "OKU" diyerek sıkması seklinde uygulanan insirah.

3- Mi'rac arifesinde Isra(gece yürüyüsüne) çıkmazdan önce Kabe'de dua ederken uygulanan İnsirah.

Bu 3 insirahın zamanlamaları ve uygulanma biçimleri nasıl bir mana fısıldar, bu da inceden inceye düsünülmeli!..

Altını çizmek istedigimiz nokta; inşirahın sanıldıgı gibi birden bire islerin düzelmesi, hayat konumunun yükselmesi, maddi sıkıntıların bitivermesi, acının birden bire sevince dönüşmesi olmadığıdır!..

İnsanımız iç huzuru yada feraha çıkmak deyince, maddi-sosyal konum itibarı ile yokuştan düze çıkmak, âmiyâne tabirle köse dönmek, hayatının en büyük sansını kucagında bulmak gibi bedensel rahata dönük manalar anlıyor. Oysa inşirah bu değil!..

İnşirah; tamamen gönle, evrensele, ukbâya, ebediyete dönük bir kavram. Bu çerçevede kelime kökündeki manadan da istifade ederek insirahı anlamaya çalısalım. Lügat anlamından girersek inşirah; bir ameliyat!... Ameliyat ise; bıçak, acı, kan, iğne, uyusma, kendinden geçme, var olana müdahale, dokuyu bozma, organı değiştirme, iç bünyede mevcut cerahati, irini, uru söküp alma demek!..

Kolay mı ameliyat? Güle oynaya ameliyat masasına yatan gördünüz mü hiç?.. O halde İnşirahın manası bizim bildiğimiz türden bir rahata kavusma degil. Ya ne öyleyse?.. Cebrail; CEBBAR isminin mazharı.. Cebbar ne demek Esma-i Hüsna'dan okuyalım:

EL-CEBBÂR Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan; Diledigini zorla yaptırmaya muktedir olan... Bu ism-i serif cebir maddesindendir. Cebir, "Kırık kemiği sarıp bitistirmek, eksiği bütünlemek" mânasına geldigi gibi, "icbar etmek", yani, "zorla is gördürmek" mânasına da gelir. Bu mânaya göre Allah Teâlâ Cebbâr'dır. Yani, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor. Cebbâr'ın ikinci mânasına göre de;

Allah Teâlâ kâinatın her noktasında ve her sey üzerinde diledigini yaptırmaga muktedirdir. Hüküm ve iradesine karsı gelinmek ihtimali yoktur. Evet okuduk degil mi?. Simdi çıkaracağımız sonuçlar mı? Maddeleyerek çözüme gidelim:

1- İnşirah; bir ameliyattır.

2- Her ameliyatta bıçak, acı, sızı, yara olur.

3- Ameliyatı yapan doktor hastaya sormaz, bildigini okur. Acıta acıta yapar diledigini!..

4- Dertten arınmak isteyen; gönüllü yatar doktor önüne.

5- Ameliyatsız dert, cerahat, ur atılmaz bünyeden.

Simdi iç huzuru ve hakikati kuşanarak selamete erme manasına olan inşirahın nasıl gelistiğini tespite çalışalım.

1- Size cebir uygulanacak, Cebrail'iniz gelecek:

Cebrail vahyi getirirken ve gönlüne insirah verirken sıktı Rasülü. Öylesine sıkılır bunalırdı ki simasından terler akar, bedeni binlerce volt cereyan verilmisçesine titrer dururdu.

Hakiki huzura ermek için birileri veya bazı olaylar sıkacak sizi. İş kaybı, yakının ölümü, uzun süreli bir hastalık, iflas, dışlanma, asağılanma olarak sıkacak sizi Cebrail.

Böyle bakarsanız olaylara, her sıkıntı; yeni manalar için bir ameliyat size. Her sıkıntı; gönül huzurunuza kapı açacak bir esik aslında.

2- Belanız gelecek ve mutlaka acıtacak: Evet, acısız ameliyat yok. Belalarla sınanacak, acı duyacaksınız. Duyacaksınız ki; gece yarısı seccadeler ıslansın!...

Acıyacak ki; simdiye kadar acı verdiklerinizin halini bilebilesiniz. Yoksa nasıl anlayacaksınız hayatı?..

Deneneceksiniz!...

Tutundugunuz degerlere bıçak sokacaklar. Itibar, makam, söhret, unvan ne varsa yara alacak. Çünkü bunlar sizin urlarınız. Onlarla yasamak güzel görünse de sizi tüketen seyler onlar! Haktan perdeleyen örtüler. O örtüleriniz yırtılacak, paramparça edilecek!..

3- Doktorunuz bulacak sizi:

Kendi kendine evde yatarken olmayacak bunlar. Doktorunuz bir gün mutlaka karsınıza çıkacak. Mevlana'ya Şems, Yunus'a Taptuk, Mecnuna Leyla kisvesi ile gelen İnşirah Uzmanı, bir şekilde size de gelecek. Seveceksiniz, bel baglayacaksınız Ona. Ama benliginize nester saplayan da O olacak. Sizi sevdiği için yapacak bunu. Önce anlayamayacak; acımasız, hatta gaddar bulacaksınız Onu. Acı geçip yara kapandıktan sonra size verdigi hazineyi fark edeceksiniz. Tesekkür edeceksiniz, minnetle önünde eğileceksiniz belki ama isi bitince çekilecek O. Yada "Benden bu kadar haydi gündelik hayatına dön" diyerek kibarca kovacak sizi. Tıpkı Taptuk'un Yunus'a yol verişi gibi!..

4- Gönül Verirseniz İnşirah Olur: Doktoru sevmeden, güvenmeden bıçak altına yatılır mı? Seveceksiniz Onu... Asık olacaksınız hatta. Tıpkı geçmiş erenlerin mürsidlerine, masuklarına kapıldıkları gibi. Gönül vereceksiniz, teslim olacaksınız. Böyle olunca O, hakikat neşteri ile girecek nefsinize. Benliğinizde ne varsa bir bir deşerek çıkaracak. Aşk narkozu ile uyusan gönlünüz katlanacak bu acıya. Uyanınca acıyacak, kıvranacaksınız. Bazen "Ne acımasız doktormuş, cerrah mı kasap mı, ben bunu nasıl sevdim, nasıl da güvendim?.." diyeceksiniz.

O günlerde fark etmeyeceksiniz belki ama sonraki günlerde sizi ameliyat eden cerrahın kendi odasında acınıza ağladıgını, sızınızı aynıyla duydugunu öğreneceksiniz. "İyi ki güvendim, iyi ki sevdim" diye bir kere daha sevineceksiniz.

Yunus'u "Sen dünya kokuyorsun!" diye kovalayan Taptuk, günlerce aglamıs, Yunus hasretinden âmâ olmustu. Mevlana'yı bırakıp giden Şems, Şam sokaklarında nice günler acı ve elemle deli divane misali dolanmıştı.

5- İnşirah; Hakikat Yolunda Mecburi Istikamettir:

İnsan kolayı sever. Şurup içmek varken iğne vurulmak istemeyiz. Kolay yoldan sağlığına kavusmak elbette iyidir. Fakat hakikat yolunun zorunlu bir dönemecidir İnsirah..

Kolay yolu olsa Rasüle uyğulardı Allah!...

3 kere inşiraha uğradı Rasül. 3 yasında iken yarıldı kalbi. 40 Yasında Cebrail kaburgalarını çatırdatırcasına sıktı inşirah için. Gecenin bir yarısı Mirac öncesi yine Mescid-i Haram'da yasadı.

Rasülün bu yasadıklarını kendi hayatınızda düsünün. Cebrail hangi suretlerde sizi sıkarak insirah vermek istedi, yada hala istiyor, iyice bir düsünün!..

O halde geçilecek bu geçit. Hiç kaçarı yok dostlar! Yol devam etsin, menzile erilsin diye geçilecek!...

* * *

Kendimi zaptedemedigim, uzattığım için bagıslayın.

İnsirah istiyor musunuz? Cebbar isminin sizde tecellisini istediğinizin farkındasınız değil mi? Kırıkların onarılmasını, eksiklerinizin zorla tamamlatılmasını istiyorsunuz.

Bir gönül ameliyatı istediginiz!... Acısız, agrısız, sancısız ameliyat yok. Fakat siz yine de isteyin. Korkmayın. Bu ameliyatın cerrahı; Rahim'dir. Merhametinden ameliyat eder sizi.

Önce AŞK narkozu ile uyusturur, sonra benlik adına ne illet varsa söküp alır içeriden. İnşiraha erenlerden olmanızı diliyorum... Bir Ümittir Yasamak (Kur'anda Ümit ve Motivasyona dair Ayetler)

İnşirah kavramına yaklaşımımızı okuyan bazı dostlar, acı ve sıkıntıyı öne çıkaran karamsar bir tablo ortaya koyduğumuzu düsünebilirler. Aslında inşirahın gönül huzuru veren bir açılım olduğu, bir takım belalar sonucu geldiği genel manada kabul gördü. Günlük hayatta yaşadıklarımız, öze erenlerin hayatları, özellikle Asr-ı Saadet yaşamı da bunun çok açık delili.

İnşirahın hemen pesine ümitle ilgili bazı noktalara deginmek yerinde olur sanırız. Fazlaca karamsar görünen tabloyu böylelikle renklendirmis olalım. Söze, bir kardeşimizin inşirah kelimesinde hissettikleri ile girmek istiyorum. Söyle diyordu:

"Bu kavramın telaffuzu dahi içime huzur veriyor. Insirah derken sanki bir selale çagıltısı, dere şırıltısı, çiçek bahçesi ferahlıgı duyar gibiyim."

Evet, kelime hakikaten böyle bir his veriyor. Bu; ümit ve güven hissidir. İnşirah Suresinde ve Kur'an'ın diğer ayetlerinde bizleri yasama bağlayacak, hayata tutunmamızı sağlayacak nice ümit motifleri yüklü. İnşirahın getirisi olarak Kur'an'ın ümit konusunda fısıldadığı manaları seyretmek umarım içimize ayrı bir nese ve sevinç katar.

Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi. Yıkık, perisansınız. Kimse ile görüsmek istemiyorsunuz. Çoğunluk size küsmüs gibi. Yalnızsınız. Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düsüncesi içinde çöküntü yasıyorsunuz. Yalnızlıgınızın karanlık magarasına su ayet bir güneş gibi doguyor: "Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı"(Duha-3)

Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin. Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gam!.. Bu ne büyük ferahlık degil mi?..

* * *

Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor. Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. İşte o an ayet yetisiyor imdada: "Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorlugun yanında bir kolaylık muhakkak var!" (Inşirah-5/6)

Garantiyi veren Allah!.. Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği "mutlaka" ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor. Ayet; kolaylıgın zorluk içinde saklı oldugunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor. Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demis: "Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş"

* * *

Yakup, oğlu Yusuf'u yitireli 40 yıl olmuş. Bedeni bu ıstıraba dayanamamış da gözleri kör olmuş. Ama hala ümit içinde evladını bekliyor. Kardeşler Mısır'dan kervanla dönünce:

"Kervanda Yusuf kokusu alıyorum" demis Yakup. Ogulları acı acı gülerek: "Baba, 40 yıl geçti, hala mı ümit, hala mı Yusuf?. Geç bunları geç" demisler. Yakup'un cevabı ümit dolu:

"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz; çünkü Allah'ın rahmetinden ümidini kesen ancak kafirler güruhudur." (Yusuf-87)

Başınıza gelen hangi sıkıntı Yakup'unkinden daha ağır olabilir ki?...

* * *

Günah ve hatalarınız diz boyu. İnsanlara karsı mahcup oldugunuz gibi, Allah'ın sizi affından da tereddüde düstünüz. Geri dönüsü olmayan isyan çukurundan çıkamayacak gibi hissediyorsunuz kendinizi. İşte hem teselli hem ümit size:

"Ey kendilerinin aleyhine asırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Süphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağıslayan, çok merhamet edendir." (Zümer-53)

* * *

Maddi sıkıntınız hat safhada. Yoksul düstügünüzü hissediyorsunuz. İflas ettiniz. Sıfırı tükettiniz yani. Nasıl ayağa kalkarım düsüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor: "Eger yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.

Süphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe-28)

* * *

Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yataga düstü. Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar. Çogu kere Onu nasıl teselli edeceginizi dahi bilemiyorsunuz. Gerçek ortada iken moral vermeye çalısmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size. Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz. Eyyub Nebi var Kur'an'da...

Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmus ama sıhhate kavusmus. Onun hali size dayanak oluyor:"Kulumuz Eyyub'u da an, o zaman Rabbine söyle nida etmisti: 'Bak bana, mesekkat ve acı ile seytan dokundu!' Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahsettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun. (Sa'd-41/43)

* * *

Olayları, gelişmeleri yorumlamakta, tavır belirlemekte zorlanıyorsunuz. Bazen her sey lehinize giderken, bazı dönemlerde de yığınla aleyhinize gelismeler oluyor.

Aslında Allah Sisteminde lehte yada aleyhte düzenlemeler söz konusu değil.

Sadece olması gereken; olması gerektigi en uygun vakitte gelisiyor. Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize. Bir tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor size:

"Olur ki, siz bir seyden hoslanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir seyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara-216)

. . .

İnşirahın bela ve acı ile geldiğini öğrendikten sonra hafif içleri kararan okurlarım, simdi nasılsınız? Ümit ve enerji dolu öyle degil mi? Yasam sevinci ve coşkumuz hat safhada!..

Rabbimiz Allah, Rasülümüz Muhammed(s.a.v), Kitabımız Kur'an, Yolumuz Sırat-ı Müstakim!... Bizden bahtiyarı yok dünyada!..

Her ne olursa olsun, ne yasanırsa yasansın zafer ve basarı bizim. Bunu da kafadan söylemiyoruz, Kur'an konusuyor: Vel Akıbetü lil Müttakin(Kasas-83); Akıbet(hayırlı son, güzel sonuç) Müttakiler(takvayı kusananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!... Gönlünü Genişletmedik mi? ? (İNŞİRAH SURESI yorumu)

Rasülullah (s.a.v) Efendimizin vahyin kesintiye ugradıgı süreçte iç daralması yasadığı, bunalımlar hissettiği ve bunun üzerine Duha Suresinin inzal oldugunu GÜN IŞIĞINA YEMIN OLSUN baslıklı serimizde ayrıntılı biçimde islemistik. Duha Suresi, Rabbinin kendine darıldıgı, terk ettigi zehabına kapılan Rasülullah'ı teskin-teselli babında nâzil olmuş; Onun sahsında bize melekelerimizi, iç dinamiklerimizi fark ettirmeye yönelik ayetlerle yeni bakış açıları sunmuştu. (1)

Duha'nın hemen pesine nazil olan İnşirah Suresi, adından da anlaşılacagı üzere gönül huzuru, iç ferahlıgı, yükün hafiflemesi, zorlukların geçiciligi, çözümün yanı başımızda oldugu gerçeklerine dair kesin-açık müjdeler içeriyor. Duha Suresine daralmaya karsı teskin diyecek olursak, Insirah Suresi teskinden öte Ferahlık Garantisidir. Bu dogrultuda okumaya çalısalım:

INSIRAH SURESI (Mekke'de nazil oldu. 8 Ayettir) Bismillahirrahmanirrahim.

1- ELEM NEŞRAH LEKE SADRAK: SENİN IÇİN GÖGSÜNÜ GENİŞLETMEDIK MI?..

Rabbin seni ne terk etti, ne de darıldı(Duha-3) ayetinden sonra bu surenin "Gögsünü (gönlünü)genisletmedik mi?" seklinde bir hatırlatma ile baslaması dikkatlerimizi NEŞRAH kelimesinin mastarı İNŞİRAH kavramına çekiyor. Insirahı anlamamız, ayeti hem de surenin genel mesajını çözümlememize yardımcı olacak.

Nedir İnşirah?.. Se-Ra-Ha kökünden türeyen insirah lügat anlamı itibariyle; "Yarmak-Eti Bıçakla İkiye Ayırmak-Kapalı Olanı Açmak-Dar Olanı Genisletmek" anlamlarına gelir. Buradaki bıçakla yarma sadece açma, bölme amacıyla degil, genisletme, bünyeye sıkıntı veren zararlı uru çekip çıkarma anlamına. Buna göre insirah; insanın içini sıkan, gönlünü daraltan unsurların bir ameliyatla çıkarılması ve tedavi edilmesini içerir.(2) Allah Rasülü(s.a.v) in ömründe 3 kez insirah yasadıgı hadislerle bildiriliyor. Onun muhatap olduğu inşirah ameliyelerini, hakikate talip olan bizler hangi hallerde ve nasıl yasarız, olaylara göz atarak tetkik edelim:

1- Süt Anne Halime'nin Yaylasındaki İnşirah:

Henüz 3-4 yaşlarında bir çocukken Cebrail (a.s)ın Hz. Muhammed'in göğsünü yardığını, nurdan bir tas içinde yıkadığını Efendimizin süt kardesi Seyma(r.a) rivayet ediyor. Oyun oynadıkları esnada olusan bu hal üzerine çocukların korkarak kaçıştığı, tedirgin olan Halime'nin çocugu Mekke'ye getirerek dedesi A. Muttalib'e teslim ettigi bildiriliyor. Olay, yaylada ve çocukken yaşanmış. Yayla-köy; hayatın en saf, en basit tarzda yasandığı yerlesim birimleri. Hakikate yönelen insan, özünde öncelikle safiyâne-temiz duygular ve iman nuruyla ışıldayan berrak aklın getirisi sonucu içini kemiren perdelerden sıyrılmaya hazırlanır. Öze dönmek; bazı engelleri asmayı, yüklerden kurtulmayı, iç hastalıklardan temizlenmeyi niyete almaktır. İşte böylesi bir hal yasandıgında ilk inşirah cereyan eder. Bu inşirahın Hz.Halime'nin yanında yaşanması da Halime ile sembolize edilen Halîm esmasını çagrıstırdı bize. HALİM; insanlara karsı yumuşak, fiillere karsı olgun davranmayı saglayan kuvvedir. HALİM esması kişide açılmadıkça, sistemi kavramak, Sünnetullahı Okumak ve sindirmekten söz edilemez! HALİM esması, ön yargılardan, sartlanma, perdeli bakıslardan sıyrılıp Yorumsuz Seyir yaşatır.(3)

Allah Rasülünün Halime'den süt emmesi oldukça manidar!.. Hakikat yolcusunun ilk ve öncelikli gıdası; Halimlik olmalı. Halim sıfatı yeterince hazmedildigi, sindirildigi takdirde Hakikati kavrayacak alt yapının temeli atılmıs olur.

2- Hira Mağarasında Ikra' ile Gelişen

İnşirah:

39 yasında iken Hira Mağarasında Cebrail'in İkra' ile, kemiklerinin çatırtısını duyacak tarzda sıkma hissettiğini bizzat Allah Rasülünden öğreniyoruz.

İkra' ilk açılım, ilk keşif. Ikra'nın sadece okumak manasına gelmediğini, Arap lisanında dogum yapmaya da ikra' kullanıldığını önceki yazılarımızdan birinde zikretmistik.(4)

Hira; dış dünyadan, Kesret Aleminden, Çokluk Bakısından Öze-Teke yönelmenin sembolü.

Hakikat yolcusu, öze dönüsü esnasında bir süre yalnızlık yasayacak, sonunda nasibi kadarı ile kendinden bazı manaların dogusuna sahit olacaktır. O güne değin anlayamadıgını anlar, göremedigini görür, hissedemedigini hisseder hale gelmektir OKUmak!.. Içinde yasadıgı, bir parçası ve unsuru olmasına ragmen bir türlü anlayamadığı sistemin ruhunu kavramaktır Okumak!.. Iste bu kavrayıs sıkma seklinde ifadesini bulan insirah neticesinde gelisir. Hira'daki sıkmanın 3 kere olusu, 3. defada okumanın gerçeklesmesi; Esma-Sıfat ve Zat boyutlarının ikmali ile 3 asama sonunda hakikatin kiside açılacagını düsündürüyor.

Esma (Kavramları öğrenerek sevmek), Sıfat(Ögrendiklerini benimseyerek, hâl'e dönüştürmek), Zat (Inandığını bütün özellikleriyle kendinde yasar olmak) Hakikat yaşamının üç önemli basamağıdır. Kamil manada bu boyutların hakkını veren kimse OKUyabilir.

3- Mi'rac Gecesi Mescid-i Haramda Yasanan İnşirah:

Mi'rac Gecesi İsra yolculuğu öncesinde Mescid-i Haram'a gelen Allah Rasülü, burada Cebrail'in gögsünü yarıp kalbini zemzemle yıkadıgını açıklıyo

r. Kabe; Nazargâh-ı İlahidir. Beytullah; Hakk'ın nazar ettigi Gönüldür. Zemzem, Kabe altından geçerek onun manasını-feyzini özünde barındıran su...

Mi'rac İsra ile vuku buldu. Geceleri Rabbine yönelen kul; secde ile mi'rac edecek!.. Bu mi'rac için önce tevbe edecek, niyaz edecek, yakaracak, el açacak, hakikatten gafil olduğu için aglayacak, sinesinden boşalan göz yasları ile hem iç sıkıntısından hem de yüklerinden arınacak, tabiri caizse beşeriyetini ulviyetle yıkayacak. Arınışın delildir gözyasları!...Kabe için zemzem ne ise; gönlüne dönen insan için gözyasları da odur, o derece kıymetlidir...

İşte hadisi serif: "Cehenneme haram olan iki seyden biri şehitlerin kanı, diğeri ihlaslı müminin göz yaslarıdır" Gözyasları ile yapılan tevbe, paha biçilmez bir inşirah sağlar.(5)

. . .

Rasülullah'ın yasadığı 3 inşirahı, haddi aşmamaya özen göstererek özümüzde hissettigimiz biçimde gözlemlemeye çalıstık. Insirah yapılırken, bıçakla yarma, sıkma, Cebrail'in bulunusu gözden kaçırmamamız gereken önemli keyfiyetler.

Cebrail, Akl-ı Küllün mazharı. Akıl boyutunu öne çıkardıgımız Cebrail isminin dogdugu kök;

Cebir!... Cebir; CEBBAR esması ile açıga çıkar. "Baskı uygulama, dilediğini zorla kabul ettirme, kemigi sarıp bütünleştirme, onarma, eksigi tamamlama" anlamları Cebbar'dan türeyen Cebrail isminde mevcut... Buna göre Cebrail işlevini sıkarak, baskı uygulayarak, zorlayarak yerine getirmekte. Her insirahta Cebrail'e işaret olunması, insirahların sıkıntı-belalarla birlikte gelistiği, açılımların biraz da insanı acıtarak olustugu gerçegini fısıldıyor. Tespit ettiğimiz bu hakikate uzaklarda delil aramaya gerek yok. En büyük delil; Allah Rasülü ve Sahabe-i Kiramın bin bir türlü çileye katlandıgı Asr-ı Saadet dönemi!.. Bela ve sıkıntının hakikate yönelenlere daha çok gelecegi, hakikati zirvede yasayan Nebilerin-Rasüllerin en fazla belaya muhatap kimseler oldugu Kur'an Kıssalarında ortaya konuyor. Evliyaullahın yasamına baktıgımızda da ağırlıklı olarak çile ve ıstırap görürüz.

"Tuzu kuru, isi tıkırında yasayıp da hakikate eren yoktur" desek, herhalde ileri gitmis olmayız.

. . .

Bu açıklamalardan sonra surenin ilk ayetine yönelebiliriz.

"Biz senin göğsünü açmadık mı?" Ey bunalan, daralan, hayıflanan kulum!.. Biz senin gönlünü hakikate açmadık mı?..

Burada özüne yöneldigi halde zaman zaman bunalım yasayana gelen hitap; sıradan insanların ugramadıgı bir hali yansıtıyor. Insirah herkese uygulanmaz... İnşirah uygulanmak; çok özel bir nasip ve talih meselesi!...

Öyle ya, insanların geneline bakınız! Kaçta kaçı hakikate talip oluyor?... Çevrenize bakınız, günlük yasamın girdaplarından sıyrılıp kaç kisi gerçege yönelebiliyor?.. Dini yasadıgını söyleyen, kendini mümin olarak tanımlayanlardan dahi; Rasülullah öğretisini yerli yerince kavramıs kaç kisi var?!..

Siz buna talip olmussanız bahtiyarsınız! Siz özünüzdeki urları atmak üzere ameliyat istediniz. Hakikate talip olarak ameliyat masasına yattınız. Kendinizi chek-up ettiniz ve eskiye ait bilgiler, alışkanlıklar, âdetlerden kurtulmak istiyorsunuz. İstemeniz, zaten Cenab-ı Hakkın vermesi demek!.. "Kulun ey Allah'ım demesi, Allah'ın buyur kulum demesi ile aynıdır" buyurdu Mevlana'mız... İnşirahı, gönül genişliğini hakikatinize yönelerek isteyen sizsiniz.

"Senin gönlünü genisletmedik mi?"... Istedin de vermedik mi?... İstemenin Vermek, Dua edebilmenin Icabet, Niyazın yegane Nimet oldugunu fark et artık!..

. . .

Neşrah kelimesi leke ile zikredilmiş. Leke; senin için, sana özel, senin lehine, senin faydana, senin yararına demek! Kul bela ve sıkıntı ile daralma yasadı değil mi? Hemen o belanın lehine oldugunu fark etmeli...Birannenin bile evladı aleyhine davranmayacagını kabul eden insan aklı; Rabbimizin kulları aleyhine hüküm vereceğini nasıl düsünür?!...

Haaşaaa!.. O halde Haktan gelen her sey lehimize. Bela ve sıkıntılar da... Lehimize oldugunu düsünebildiğimiz ölçüde belanın nimete, acının neseye dönüştügünü gözleyeceğiz.

Bunun yolu mu?.. Olayların, fiilerin kendisine degil, ilerisine, arka planına, olusabilecek ihtimallere bakmak. Bunalımdan bu bakışla çıkılacagını Duha Suresinde öğrendik:

"Sonrası, senin için öncesinden mutlaka hayırlıdır"(Duha-4) Bu bakıs aynı zamanda; Hikmetten Kudrete taşıyan algı biçimidir.

. . .

Ayetin özünde genişlemenin zaten verildiğine de dikkat edelim. Bunalıyor, daralıyorsunuz ve bu esnada size bir hitap geliyor; "Genişletmedik mi?" Dikkat edin, genişletecegiz, genişletiriz değil, olup bitmiş, gerçeklesmis bir genişleme ve huzura isaret ediliyor.

Daraldıgınızı sanırken daralmanın genisleme oldugu zikrediliyor. Ve kesin garanti verilerek soruluyor; Genişletmedik mi?... Darlık düsünürken, o darlık sebebiyle genislemenin yasanıp bittigini ögreniyorsunuz. Ne muhtesem bir müjde degil mi?...

. . .

Sadr kelimesine de değinmemiz elzem. Genisleyen sadr; zahiren gögüs kafesi; kalp ve akciğerin bulundugu mahal olsa da batında isaret edilen; iç huzuru ve sükûn hali.

Musa(a.s) Firavun'a giderken "Rabbim sadrıma inşirah ver" diye dua eder. En'am 125. ayette "Allah kimi hidayete erdirmek isterse sadrını Islam'a açar, kimi de saptırmak isterse sadrını daraltır" buyrulmaktadır. Sadrın genişlemesi; iman ve itaatin açıga çıkısı ile oluşan açılımdır ki; hayata bakış 180 derece degisir. Önceleri dar açılı değerlendirmeler yapan, kayıtlı yasayan kul, iman ve teslimiyetle geniş bir değerlendirme perspektifi elde eder. Kimi zaman hayret ve hayranlıkla "Önceleri nasıl da kapalı ve tıkanık yasıyor musum?" demekten kendini alamaz.

. . .

Neşrah kelimesi BİZ İNŞİRAH ETTİK anlamına çogul kalıbı ile kullanılmış. Kur'anda Cenab-ı Hak bazen BEN, bazen de BİZ kalıbı ile hitap eder. Tek olan Zat'ın pek çok vasıfları yönüyle hükmünü ortaya koyması BİZ seklindeki ayetlerle ifadesini bulur. Bu çerçevede insirah; Allah'ın Esma ve Sıfatlarını tecelli ettiren bir kavram. İnşirahın BİZ kalıbıyla gelisi; kozmik aleme yansıyan Zat'a ait islev ve kuvvelerin Hakka adanan kimseye yardımcı, destek güçler olarak açıga çıkacağına da isaret eder. Bir düşünürün tabiri ile "Kendini Allah'a adayan kimse; Evrenin tamamının desteğini almıs demektir." BIZ hitabına Melekut Aleminin dahil oldugunu söylersek, ne demek istediğimiz daha net anlasılacaktır.

. . .

Bazı kullarda sadrın genişlemesi diğer bir kul aynasından yansır. Hz. Mevlana, kitaplara sıkı sıkıya tutunup vaazlar, dersler verirken, Hz.Şems onların tamamını suya atarak söyle der: "Yeter satırdan konustugun, artık sadrdan konus!..."

Celaleddin Hoca diye bilinen Mevlana'nın Askın Sultanı Hz. Mevlana'ya dönüsümü sadrının Şems tarafından insirah edilmesi ile baslar. Kitaplarını kaybettiği için üzülen, daralan Mevlana, gönlünden fıskıran siirler, beyitler ve hikmetli sözlerle İlahi Aşkın ebedi pınarıdır artık!..

* * *

Burada İnşirah Suresinin ilk 3 ayetini islemeyi niyete almısken, konu epeyce genişledi ve ancak bir ayeti okuyabildik. Rasülullah'a insirah hakkında sorulan bir soruyu nakledip, diğer ayetleri ilerideki satırlara bırakalım. Bu sorunun cevabında Rasülullah'ın insirahı nasıl açıkladıgını birlikte ögrenelim:

En'am Suresi 125. ayet okununca sahabeden biri sordu:

-Serh-u Sadr (İnşirah) nasıl olur, gögüs açılır mı Ya Rasülallah?

-Evet, açılır.

-İnşirahın alameti nedir Ya Rasülallah?

-Aldanma Yurdu; Dünyadan uzaklasmak, Ebediyet Yurdu; Ahirete yönelmek ve gelmezden önce Ölüm için Hazırlanmaktır!...(6)

18 Temmuz 2008 Cuma

MUCİZE: SİNEĞİN TESBİH EDİŞİ





TIKLAYIN:PC NİN SESİNİ AÇIN...
http://img72.imageshack.us/img72/8034/tespihjv5.swf

ÂLEMDEKİ VE ADEM’DEKİ ELEKTRİK


Üzerinde yaşayan biz sakinlerinin gözünde bu kadar heybetli olan bu gezenenin ve çevresinde dönüp durduğu güneşin, evrende yeri nedir? Evren bir yana, içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde bile ne güneşin, ne de dünyanın hatırı sayılır bir hacmi vardır. Samanyolunda bulunan güneş gibi yıldızların sayısı 400 milyar civarındadır. Yıldızların arasındaki mesafeler yüzlerce, binlerce ışık yılı olarak ölçülen mesafelerdir. Işığın saniyedeki hızı ise 300 bin km.’dir. Güneşten dünyaya 8 dakikada ulaşıyor. Galaksi içerisindeki güneşlerin bir biri arasındaki uzaklığı katetmesi ise yüzlerce, hatta binlerce yılı alıyor. Peki bu galaksi içerisinde güneş sistemimize ne kadar bir yer tutuyor dersiniz? Kozmolog Prof. Carl Sagon’ın ifadesine göre, bulunduğumuz mekanda, havada uçuşan bir toz tanesi kadar birşey!..

Bir toz tanesi içinde, gezegenler, bunlardan birisi Dünya ve onun üzerinde yaşayan bizler...

Ya yaşadığımız bu günler, bir insan ömrü “kozmik takvimde” ne ifade ediyor dersiniz? Neredeyse bir hiç! Bir nefes veriş süresiyle sınırlı. 1 saniye bile değil. 10-15 salise! Kozmik takvimde 1 saniye ifade edilmesi için ise dünyada asırlar geçmesi gerekiyor. Dünyadaki tüm yaşamımız evrensel zaman birimine göre bir nefeste bitmekte... Bu süre içerisinde doğumunuz, çocukluk, gençlik yıllarınız, acı-tatlı günleriniz herşeyiniz oldu bitti. Zira Allahu Teala buyurur:

“Sizi çağıracağı gün O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra, 52)

“Dedi ki; yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? Dediler ki; bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.”

“Bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 47)

Bir insanın dünya üzerindeki yaşam süresini ele alınca şunu soruyoruz:

İnsanın varoluşunun gerçek manası nedir?

İnsan bu kadar küçük olmasına rağmen kendisinde bulunan bilinç ve irade gücüyle tüm evreni sezebilmektedir. İnsandaki güç, onun fizik bedeninin ötesinde olduğunu anlamamızı sağlar. Evreni parçalara böldüğümüzde atom, atomu da en küçük parçalarına böldüğümüzde karşımıza sadece enerji çıkar. “Elektromanyetizma Teorileri” gelişince maddenin parçacık değil, daha alt düzeyde enerji dalgalarından ibaret olduğu; yoğunlaşan enerjinin yüzeyde önce parçacık, daha yukarıda katı madde gibi algılandığı bilinmektedir.

İnsan tekamülünde en önemli tatbikat, insanın çevresinde ve kendisinde mevcut olan enerjiyi önce farketmesi sonra da kayba uğratmadan, onları yerli yerinde kullanabilmesidir. İnsan, evreni meydana getiren bilinç ve güçün varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendisinde bulabilecek kapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Bu vesile ile varoluşun gaye ve sebebini sezebilen insan, kemale doğru kanat açacaktır.

Nedir Kemâl? Derler ki insanın yaratılış gayesi Kesb-i Kemâl ve Seyr-i Cemâl’dir. Kâmil insan baktığı her yerde bu ilahi hikmeti ve ulvi güzelliği gören kimsedir. Kişinin gayesi bu alemdeki gizli hakikati aramak ve mevcudatın aslını ve mahiyetini öğrenmek ve “Biz neyiz, ne olacağız?” sorularına cevap bulmaktır.

İnsanoğlu, kendi öz biriminden yola çıktığında ise şunu farkeder: Enerji ilahi kudretin kainattaki tecellisidir. Yegane varlık O’dur. Kainatta gördüğümüz herşey Allah’ın tecellisindendir. Şu halde gördüğümüz herşeyin aslı birdir. Başka başka görünmelerinin sebebi Allah’ın sıfatları olduğundandır. Allah’ın sıfatları kainatta dağınık bir haldedir, ancak kâmil insan bunu fark edebilir ve kendini bilir. Bunun için “Kendini bilen, Rabbini bilir.”

Bu bilme sürecinde beş duyu ile algı yeterli midir? Zira insan belli bir dalga boyunu görüyor ve belli bir frekans aralığında duyuyor. Öyleyse insanı insandan öte geçirecek özelliği enerji odağı olan gönlüdür. Kalbin biyolojik görevi gibi manevi ihtiyaçların temini gönülden geçmektedir.

Hz. Mevlana der ki: “Gönlü ancak gönül sahipleri bilir. Gönül Allah’ın kapısında bulunur.”

Enerji dediğimiz olay da burada başlar. Bu gönülle insana iyilik ve bağış kapıları açılır ve pozitif bir enerjiye sahip olur. Mazhar olduğu Esmadan da bu nispette istifadesi ziyade olur. İnsan, bu yönüyle Allah’a yönelmek ister ve ilahi cazibe, onu kendisine çeker. Aynen demir tozlarını mıknatısın çekişi gibi...

İşte bu gönül, tüm insanlarda vardır. Fakat ancak imanla açılır. Kişi iman ettikten sonra bunun farkına varır.

İman gereklerini her yaptığında da enerjisi yükselir. Öyle ki insanın gönül gözü açıldığında gördüğü ve göremediği bütün varlıkların canlı olduğunu hissedecek ve ürperecektir. O zaman eliyle dokunduğu herşeyin ve ayağını bastığı her nesnenin Allah’ı tesbih ettiğini işitecektir. Zira tahtayı tahta, taşı taş, toprağı toprak yapan içindeki elektron düzeni, dolayısıyla zikridir. Bunun için Besmele ile yani Allah’ı zikir ile yapılan işler doğrudur. Böylelikle eşyanın fıtratı bozulmaz. Eğer zikirsiz negatif bir ortamla eşyaya zulmediliyorsa ya da nazargahı ilahi olan insan zikirden uzaklaştığında insanın kendine nasıl zulmettiği tahmin edilemez boyuttadır. Zira Allahu Teala’nın bütün emirleri insan mekanizmasının doğru çalışması ile ilgilidir. Örneğin; abdest, kişideki negatif birikimi tamamen topraklamak içindir. Su olmadığı zaman abdest için toprağın tercihen kullanılması bu nötralizasyonu sağlamak içindir.

Namazdaki durum da bununla ilgilidir. Bulunduğumuz ortamlarda milyonlarca dalgalar mevcuttur. Özellikle de teknolojinin gelişmesi, bu elektro manyetik dalgaların yoğunluğu da insandaki gönül berraklığını tüketmiştir. Evrende hiçbir şey kaybolmamaktadır. Bütün sesler, TV, telefon, radyo... Bütün cihazların yaydığı elektro manyetik alanlar v.s... Bütün bunların içinde gelişmemizi sağlayacak pozitif enerji akımına ulaşmamız imkansız gibi görünüyor. İşte bu noktada eğitici olan Rab bize namazı bir can simidi gibi sunmuştur. Bir radyo alıcısı nasıl sadece bir frekansa girdiğinde isteniler şeyi iletebiliyorsa insan da bir frekans üzerine yoğunlaşmalı ve binlerce dalgaya rağmen tek bir hattan beslenmelidir. Biz buna elektrikte “rezoransa girme” diyoruz.

Rezorans nedir? Bir devrede uygulanan gerilim ile bu gerilim sebebiyle devreden geçen akım aynı fazda ise devre Rezoranstadır. Rezorans anında toplam direnç en küçük değerini alır. Buna bağlı akım (I) en büyük değerini alır. Yani hakkıyla yönenilmiş bir namazda kişi üzerinden geçen pozitif enerji maksimum olacaktır.

İşaret taşlarını görebilmek ve evrenin bir parçasını oluşturan ekmel ve eşrefi mahlukat olan insan, akli istidatleri yanında gönül hayatı bakımından Allah Teala ile münasebet ihtiyacındadır. Bu da Allah’ın isimlerinin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi güçlendiren amillerdir. Dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin en önemli sebebi bu olmalıdır.

Kişi, dil ile zikrettiğinde bu düşünce elektriksel bir işaret olarak önce beyinde oluşur. Daha sonra ağızdan nefesle birlikte çıkar. İşte beyinde bu elektriksel uyarılar zaman geçtikçe arada yeni hücreleri devreye sokar ve insan beyninin kapasitesi artar. Bu kapasiteyle birlikte insanın sahip olduğu esma ortaya çıkar.

Hz. Mevlana’nın dediği gibi;

“Ey kardeşim sen tepeden tırnağa kadar düşüncesin.

Gerisi kemikler ve dokudan ibarettir.

Eğer düşüncelerin gül gibiyse sen gül bahçesisin.

Eğer dikenler gibiyse sen diken bahçesisin.”

Zikir için süreklilik esastır. Zira, herkesin bir direnci vardır. Herkes belli bir akıma açıktır. Bu manada direnci yüksek insanlardan geçen akım az olur. (Buradaki direnç olayının teferruatını daha sonra ele almak da faydalı olacaktır. Nasıl akkor telli bir lamba akımın sürekliliği ile çalışırsa insanda fıtratına uygun sürekli zikir ve zikir amilleri ile doğru çalışır.

Sözlerimizi yine Hz. Mevlana ile bağlarsak:

“Günahların affı için Allah’a ağla.

Bulutların ağlamasıyla dallar gelişir, yeşerir.

Mumlar ağladıkça parlar.

Parladıkça alevlenir...”

A'LA SURESİ VE ESMALARIN FREKANSLARI


O Melek’in) hatırından (içinden): Arş’ın tamamını görebilir misin?, diye geçti... Bunun üzerine Allah Ona kanatları kadar (bir misli daha) ziyade etti... Böylece bir kanattan diğer kanata mesafe beşyüz yıl olmak üzere, onun otuzaltıbin kanadı oldu... Sonra Allah Ona: “Ey Melek, uç” diye vahyetti... Bunun üzerine (O Melek) yirmibin yıl miktar kadar uçtu da Arş’ın kaimelerinden
(
dikilenlerinden, ayaklarından) birinin başına ulaşamadı... Sonra Allah, kanatlarını ve kuvvetini bir kat daha artırdı ve kendisine uçmasını emretti... Bunun üzerine (O Melek) otuzbinyıl miktar kadar daha uçtu da yine
(
Arş’ın ayaklarına) vasıl olamadı... Allah Ona şöyle vahyetti: “Ey Melek!... Eğer sen kanatların ve kuvvetin ile Sur’un Nefhine kadar dahi uçacak olsan, Arş’ımın bacağına ulaşamazsın”... Bunun üzerine Melek: “Subhane Rabbiyel A’la” dedi... Allah da: “Sebbihisme Rabbikel A’la”yı inzal etti... HatemünNebî s.a.v. de: “Onu
(
Subhane Rabbiyel A’la’yı) secdelerinizde kılın” dedi>...”
(Hasan GÜLER-B Meal)
Melek/enerji varlığını Arş denilen Allah’ın esmalarından/isimlerinden alır… Var olan gerçekte Allah’tır… Allah’ın esmaları sınırsız-sonsuzdur… Melek/enerji denen yapılar esma terkipleriyle var olur, var sayılır, var algılanırlar… Gerçekte var olan esma sahibi Allah’tır… Arş denilen esma boyutu yanında melek/enerji boyutunun varlığı yoktur… Arş denilen esma boyutu ile Allah yaratan,; melek denen enerji boyutu ise yaratılandır…
Arşta esmalar terkipsel yapılar olarak açığa çıktığında melek/enerji olarak var olurlar…

Yani esma ayrı, melek ayrı şekilde; iki ayrı yapı söz konusu değildir… Gerçekte esma vardır; melek esmanın gölgesidir, yansımasıdır… Meleğin Arş’a ulaşması demek; meleğin aslına rücü etmesiyle varlığının yok olması demektir… Melek ayrı bir varlıkmış gibi Arş’a, esmasına, Rabbine ulaşamaz… Musa’ya ulaşan “sen beni göremezsin” hitabı burada da duyulur… Burası miraçta Cebrail’in; “ben buradan sonra yokum” dediği yerdir.
Arş’ta esma vardır; meleğin orada varlığı yoktur…Orada melek yok olur, esma kalır…

Örneğin atom boyutuna göre maddenin olmaması, enerji boyutuna göre atomun olmaması gibi, esma boyutuna göre enerji/melek boyutu yoktur… O halde Arş’ta esmalara yetişecek, melek adında ayrı bir varlık yoktur… Her varlık kendi boyutunda var olur, var algılanır… Bir alt boyuttaki varlık, bir üst boyutun varlığı ile var olur; bir üst boyutta göre bir alt boyut yok hükmündedir…
Melekten Allah’a hal diliyle sesleniş “Subhane Rabbiyel A’la”dır… Rabbin Arş denilen A’la olan esma boyutu hiçbir boyutla sınırlanamaz… Her boyut ve canlıları esma terkipleriyle meydana gelir, ama esmalar orjin halleriyle sınırsız-sonsuz olduğundan hiçbir terkip mana ile sınırlanamazlar… Meleki ve ondan sonraki boyutlar bu doğal halleri ile secdededirler… Yani esma boyutuna göre diğer boyutlar yok hükmündedirler… Halleriyle melekler ve dolayısıyla onlardan meydana gelen tüm boyutlar ve canlıları secde halindedir… Rabbin hükmü, esmasının özellikleri onlarda açığa çıkmaktadır… Rab ise subhandır, hiçbir mana ile sınırlanamaz…
Sebbihisme Rabbikel A’la” ise alemlerin Rabbi olan Allah’tan meleki boyuta ve ondan meydana gelen tüm boyutlaradır… Arş boyutunda esma sahibi Allah Sebbih özelliği ile sayısız yaratımda olduğunu açıklamaktadır… Meleki ve diğer boyutların varlığının, esmalarından yaratıldığını duyurmaktadır…
Hz.Muhammed(SAV)’in “tesbih edenlerin en faziletlisi” diye isimlendirdiği A’la Suresini kapasitemiz yettiği, aklımıza gelen manalarla yorumlayacağız… Yorumumuz birkaç mertebeden bakışımızla oluşacaktır… Elbette her ayette nice manalar vardır… Biz sadece bize yansıyanları yazıyoruz… Allah Aliym’dir, Hakıym’dir…

Hatalar Bizden… İsabet Kaynaktan…

A`LÂ SÛRESİ
AYETLERİN MÂNÂSI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIYM
1-) Sebbihisme Rabbikel`A`la;
Rabbinin en a’la ismi’ni (Allah’ı?) tesbih et (secde et?) !.

SAFİ YORUM:

Sebbih, yüzme/hareketlenme ile sınırsız-sonsuz-sayısız(A’la/a’li/yüce) yaratmadadır(Rab özelliği)… Meleki/enerji boyutunda sebbih özelliğini günümüzde en yakın manalandırma titreşimdir… O sebbih özelliği ile sayısız yaratımdadır. O’nun titreşim özelliği ile yaratımının sınırı ve sonu yoktur… Sebbih/titreşim özelliği ile evren içre evrenler yaratılmıştır. Enerji dalgalarının titreşimiyle sayısız boyutlar ve canlıları var edilmiştir… Bu titreşen enerji dalgalarını alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır…

Bu titreşen enerji dalgaları Arş denilen esma boyutun varlığı ile var olmuştur… Bu titreşen enerji dalgaları, esmaların terkipsel yapısıyla var olurlar, var algılanırlar… Gerçekte var olan Arş denilen esma boyutudur; titreşen enerji dalgalarının varlıkları hayaldir… Titreşen enerji dalgaları ilmi suretlerdir, esma terkipleridir… Allah’ın ilminde var ettiği ilmi suretlerdir; gerçekte varlık kokusu almamışlardır… Alemlerin Rabbi olan Allah’ın esmaları vardır, yücedir, kalıcıdır; yarattığı enerji ve ondan meydana getirilen tüm boyut ve canlıları, gerçekte yoktur… Allah’ın varlığı ile var etmesiyle varlardır; Allah’ın varlığı dışında varlıkları yoktur… Yani hangi açıdan bakarsak bakalım Rabbin ismi A’ladır…

2-) Elleziy haleka fesevva;
O (Allah) ki, yarattı da tesviye etti (düzenledi, eşitledi, dengeledi).

SAFİ YORUM:

O, titreşim özelliği ile yarattı da düzenledi… Titreşen enerji dalgalarını yarattı da onları belli frekanslarda düzenledi…. O; enerji dalgalarının uzunluğunu ve aralığını düzenledi… Bu düzenleme ile enerjinin belli frekanslarda titreşmesini sağladı… Frekans; enerji dalgalarının değerinin zamanla sıfırdan başlayarak, pozitif yönde artması, sonra azalması, sıfır olması, negatif ters yönde artması, azalması, sıfır olması ve bu şekilde devam etmesi…
Enerji dalgalarındaki bu çok hızlı artış ve azalmalar, titreşim olarak algılanır… Enerjinin titreşim olan bu halleri mana olarak değerlendirilir… Yani gerçekte mana enerjiye eşittir… Çünkü enerji yapısındaki dalgalanmalarla, titreşimlerle bir mana açığa çıkarmış olur… Enerji ayrı, mana ayrı değildir…Tek olan şeyin yapısına enerji, hareketlenmeleri de bilinç olarak değerlendirilir…

3-) Velleziy kaddere feheda;
Ve O (Allah) ki, takdir etti (ölçüledi) de hidayet etti (kemalatını izhar için klavuzladı).

SAFİ YORUM:

Ve O ki; esmalarını ölçülendirdi de, varlığı bu şekilde var kıldı… Varlık esma terkipleriyle oluştu… Allah esmalarından dilediği sayıda ve ölçüde bir araya getirerek, açığa çıkarması ile varlıkları yaratmış oldu… Allah sınırsız-sonsuzluğu ile tek ve bir iken; ölçü ile sınırlı-sonlu-çokluğu var algılattı… Çokluk teklikten bu şekilde hidayet buldu, var oldu… Gerçek var olan ise sınırsız-sonsuz tekbir olan Allah’tır…

Ve O ki; ölçülendirerek var etti… O; enerji dalgalarının boylarını(değeri) ve salınımlarını (frekansı) belirledi, ölçülendirdi, sınırladı… Kesitsel algılama araçları olan beş duyuyu ölçülü, sınırlı algı ile yarattı… Göze, kulağa, dokunma vb. duyulara ölçü/sınır koydu… Böylece, bu ölçü gereği yaratılan kendini ve etrafını var olarak algıladı… Beş duyusunun sınırları ile varlıkları var olarak bildi…

4-) Velleziy ahrecelmer`a;
Ve O (Allah) ki, mer’a’yı (hayvanların otlağını?) çıkardı.

SAFİ YORUM:

Ve O çokluğu bu şekilde açığa çıkardı… Esmalarını belli ölçülerde bir araya getirerek çokluğu yaratmış oldu… Var olanlar Rabbin esma terkipleri ile var oldular… Var algılanılanların; Rableri, esma terkiplerinin dışında kendilerine ait varlıkları yoktur… Birim esma terkibin olan Rabbin o an açığa çıkardığı manaya verilen addır… Gerçekte Rab vardır, birim yoktur…

Ve O böylelikle, merayı/maddeyi çıkardı… Sınırlı kesitsel algılama araçları olan beş duyu ile madde dünyası algılandı… Algılama sınırları içerisine giren titreşen enerji dalgaları sinirler yardımıyla beyne iletilerek, beyinde değerlendirildi, görüntüye, sese, vb. dönüştü… Bizde madde boyutunu algılar olduk… Madde boyutu da bu şekilde yaratılmış oldu… Beş duyu sınırları içine giren enerji dalgaları değerlendirilerek görüntü, ses vb. şeklinde algılandı... Alınan enerji dalgaları, dalga yapımızla çakışarak, ışıklar açığa çıkardı… Bu enerji dalgalarının çakışmasıyla açığa çıkan ışıklar tarafımızdan görüntü, açığa çıkan gürültülerde ses olarak değerlendirildi…

5-) Fece`alehu ğusaen ahva;
(Sonra) da onu simsiyah çer-çöp kıldı.

SAFİ YORUM:

Birimin Rabbinin varlığı dışında kendine ait varlığı yoktur… Birim bu manada karanlıkta, yokluktadır, değersizdir… Birimin değeri ve varlığı Rabbi iledir… Birim Rabsiz yok olup, değersizdir… Maddi boyutu/dünya hayatını karanlık ve değersiz kıldı… Çünkü gerçekte maddi boyutun bir varlığı ve dolayısı ile değeri yoktur… Beş duyunun var algılatması ile var sanılır… Titreşen enerji dalgaları beş duyu ile madde dünyası olarak algılanır… Enerji dalgaları ise ışıl ışıldır, aydınlıktır ve değerlidir… Çünkü enerji dalgaları ile varız, gerçek varlığımız ışıl ışıl, aydınlık… Aslında biz enerji kökenli, ışınsal varlıklarız… Ölümün tadılması ile birlikte enerji dalga bedenimiz, ışınsal bedenimiz olan ruhumuz ile bunu fark edeceğiz… Adeta ışıl ışıl olan bu boyutu göreceğiz…Şu an algılanan madde boyutu, algılanacak o boyutun yanında sönük ve değersiz kalacaktır…

6-) Senukriüke fela tensa;
Sana OKUtacağız da (Onu) unutmayacaksın.

SAFİ YORUM:

Birimden açığa çıkanlar birimin özünden OKU’duklarıdır… Birim esma terkibi ile var olduğuna göre, birimde sürekli olarak esmalar açığa çıkacak, yani birim esmalarını OKU’yacaktır… Birimin esmaları dışında varlığı yoktur… Efal denilen esmaların algılanışıdır… Esma ayrı efal ayrı değildir… Esmalar efal olarak algılanır…

OKU’ma denen olayın gerçeği, kesitsel algılama araçlarımız olan beş duyunun titreşen enerji dalgalarından sınırları içerisine girenleri alıp, beyinde değerlendirmesi ile maddeyi var olarak algılamasıdır… Bu şekilde olan OKU’ma elbette unutulmaz… Çünkü insan beş duyu ile yaratılmıştır, beş duyusu ile yaşamakta, hayatı beş duyu ile OKU’maktadır... Özlerdeki enerji dalgalarının taşıdıkları bilinç senden açığa çıkacaktır… Çünkü senin bu enerji dalganın dışında varlığın yok… Elbette bu enerji ve ondaki bilinç açığa çıkacaktır… Sen bu OKU’mayı unutmayacaksın, senin bu OKU’mayı unutma ihtimalin, seçeneğin yok…

7-) İlla maşaAllah* inneHu ya`lemulcehre ve ma yahfa;
MaşaAllah (Allah’ın dilediği) müstesna... Muhakkak ki O, cehri (açığa çıkanı) de bilir, gizleneni de.

SAFİ YORUM:

Allah’ın diledikleri OKU’nur… Yani Allah’ın ölçülü olarak yarattığı, ölçüleri içerisine girenleri OKU’r… Yaratılan denen ölçülü varlık; sınırları dışındakileri OKU’yamaz… Beş duyumuzun sınırları içine giren titreşen enerji dalgalarını OKU’r, maddeyi var algılarız… Beş duyumuzun sınırları dışındaki titreşen dalgaları OKU’yamaz, o boyutları algılayamayız… Muhakkak ki O; boyutların zatı, gerçeği olarak bizim algıladığımız ve algılayamadığımız tüm boyutları bilir… Senin varlığını oluşturan bu bilinçli enerjiyi, Allah dilediği gibi yarattığı, takdir ettiği, yani ölçülendirdiği için, Allah’ın dilediği manalar senden açığa çıkacaktır… Allah’ın dilemediği, yaratmadığı, sana takdir etmediği, ölçülendirmediği, sınırların dışındaki manalar senden açığa çıkmayacaktır… Allah; bize açık ve gizli olan tüm enerji dalgaları bilir, yaratıcısı ve takdir edicisi olması dolayısıyla…

8-) Ve nüyessirüke lilyüsra;
Biz sana Yüsra’yı (en kolayı, en kolay yolu) müyesser edeceğiz.

SAFİ YORUM:

Yukarıda anlatılan sistemi anladıysan; sen titreşen enerji dalga yapına uygun dalgaları alıp değerlendireceğini de anlamış olursun… Bu iş otomatikman olmaktadır… Senin bu sistemi bilmen veya bilmemen bir şeyi değiştirmez… Herkes yapısına uygun dalgaları algılayacak, değerlendirecektir ve bir mana açığa çıkaracaktır… Her şey bu işi kolaylıkla, her an yapmaktadır… Kimse yapısına uygun olmayan dalgaları alıp değerlendiremez… Herkes kendisine bu şekilde, bu sistemle kolaylaştırılanı her an kolaylıkla başarmaktadır… Allah bu manada, kimseye güç yetiremeyeceği yük yüklememiştir… Bu manada herkes, üzerine yüklenen yükü kolaylıkla taşımaktadır… Beşeri değerlendirmede, kendisine zor gelse de, üstesinden gelemediğini sansa da, Allah’ın dilediğini başaracaktır… Sonuçta Allah’ın dileği yerine gelecektir… Herkes her an kolaylıkla, Allah’ın dileğini yerine getirmektedir…

9-) Fezekkir in nefe`atizzikra;
Eğer zikra (hatırlatma, öğüt) fayda verirse, tezkir et (hatırlat, öğüt ver).

SAFİ YORUM:

Eğer hatırlatma/öğütlerinden hareketlenen, titreşen enerji dalgaları karşındakinin dalga yapısına uygunsa, bu hatırlatma/öğüt ona fayda verir… Yani insanlar yapılarıyla aynı frekanstaki dalgaları değerlendirirler… Yapısı dışındaki farklı dalgaları algılayamadıkları için değerlendiremezler… Öğüdü bile değerlendirmek, O’nun aynı frekansta yaratmasıyla gerçekleşir… O yaratır, takdir eder… Zikir, hatırlatma, öğüt denen sana gelen dalgalardan, dalga yapına uygunları alıp değerlendireceksin, dalga yapına uygun olmayanları alamayacak değerlendiremeyeceksin…

10-) Seyezzekkerü men yahşa;
Haşyet duyan (ilmin tesir ettiği) tezekkür edecektir.

SAFİ YORUM:

Hatırlatmanın açığa çıkardığı frekanstaki enerji dalgalarıyla aynı frekansta olanlar etkilenir, haşyet duyarlar, kalpleri titrer, kendilerinden geçerler, maddesel varlıklarının olmadığını anlarlar… Haşyet denilen kalp titremesi hali dahi, bilincin hatırlatma denilen bu titreşimlerin alınması ile mümkün olabilir… Haşyet halini oluşturacak, bilinç yüklü dalgaların alınmasıyla TİTREŞİR KALPLER… Bu titreşimleri alanlar, sadece Allah’ın var olduğunu, kendilerinin birimsel varlıklarının yokluğunu hissettikleri an kalpleri titrer… Allah’ın sınırsız-sonsuzluğunun oluşturduğu haşyet hali ile hiçliklerini hatırlarlar…
Öğütten etkilenmek, haşyet duymak bile, O’nun yaratması ve takdiri iledir… Hatırlatma, öğüt denilen, her an alınan dalgalar, dalgasal yapımıza uyanlardır… O halde öğüt verenler, “ben öğüt verdim de, o yola geldi” dememelidirler… Öğüt alanlarda “ben öğüt aldım da, yola geldim" dememelidirler… Gerçek öğüdü veren ve alan “Allah dilediğini yapar, Allah’ın dediği olur” der… Çünkü gerçek hatırlatmayı yapan, öğüt veren Allah’tır… Allah her an açıkladığımız bu sistemle hatırlatma ve öğüt yaymaktadır, takdirinde olanlara…
Allah sınırlı enerji dalgaları ile yarattıklarına, o sınırlar içine giren dalgaları algılatarak her an hatırlatma yapmakta, öğüt vermiş olmaktadır… Said dalgasal yapıya sahip olanlar, said olan dalgaları alıp değerlendirecekler, gereğini yaşayacaklardır… Şakiy olan dalgalar yapılarına uygun olmadığından onları almayacaklardır… Said olan dalgalar yapılarına uygun olduğundan onları alacak, değerlendirecek, said olarak yaşayacaklardır… Şakıy olarak yaşadıkları sanılanlarda bu sistem gereği, gerçekte said olan hayatlarını said olarak tamamlayacaklardır… Said olan dalga yapıyla yaratılanlar, said olan dalgaları değerlendirdiğinden, said olarak ömürlerini tamamlayacaklardır…

11-) Ve yetecennebühel`eşka;
En şakıy ise ondan kaçacaktır/uzaklaşacaktır.

SAFİ YORUM:

Öğüdün açığa çıkardığı frekanstaki enerji dalgalarıyla aynı frekansta olmayanlar, alıp değerlendiremezler… Öğüdün açığa çıkardığı dalgalar onlara uzaktır… Öğütten mahrum kalmak, alıp değerlendirememek bile Allah’ın yaratması ve takdiri iledir… O halde öğüdü almayanlara öğüt vermede ısrar edilmemelidir… Öğüt almayanlar hor görülmemeli, aşağılanmamalı, küçümsenmemeli, kötülüğe maruz bırakılmamalıdır… Hatırlatma, öğüt sağlayacak enerji dalgaları, kişinin dalga yapısı sınırları dışında ise, bu dalgaları alamayacaktır…
Dalga yapısının sınırları içine giren şakıy halini oluşturan enerji dalgalarını alacak, değerlendirecek ve gereği kötü amelleri sergileyecektir… Şakıy olanda, bunu bu açıkladığımız sistemle kolaylıkla başaracaktır… Şakıy olan dalgasal yapısına uygun şakıy dalgaları otomatik olarak alacaktır… Yapısına uygun olmayan said dalgaları alamayacak, değerlendiremeyecektir… Allah’ın dileği, takdiri ile böylece gerçekleşecektir… Şakıy dalgasal yapıyla yaratılmış olduklarından, şakıy olan dalgaları değerlendirecek ve şakıy olarak yaşayacaklardır… Said olarak yaşadıkları sanılanlarda bu sistem gereği, gerçekte şakıy olan hayatlarını şakıy olarak tamamlayacaklardır… Şakıy olan dalga yapıyla yaratılanlar, şakıy olan dalgaları değerlendirdiğinden, şakıy olarak ömürlerini tamamlayacaklardır…

12-) Elleziy yaslennarelkübra;
O (en şakı) ki, en büyük nar’a (Allah’dan ebedi tard edilmişliğe) maruz kalır.

SAFİ YORUM:

Bu ayette; zaten şaki denilen öğüt almayanın, bu yaratılış sistemi gereği zaten en büyük cezaya maruz kaldığı açıklanmaktadır… Yapısını oluşturan dalgalar gereği, mahrum oldukları dalgalar sonucu bu gerçeğe eremez, gereğini yaşayamazlar… Yapılarına uygun aldıkları dalgalar ile sürekli bir ateş, acı, azap içindedirler… Onlara kızmak yerine, belki acımak gerekir… Dünyada en büyük nardadır… Madde boyutu enerji dalgalarının algılarla sınırlı algılanması ile var algılanır… Gerçekte madde her an büyük bir ateşte, yokluktadır… Dünya hayatına bel bağlayanlar, ölümü tatmakla birlikte, maddenin ateşte, yoklukta olduğunu görecek, enerji dalgalarından oluşmuş boyuta güçsüz enerji ile geçmenin sıkıntısını yaşayacaklardır…

13-) Sümme la yemutü fiyha ve la yahya;
Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de dirilir (sürekli azab, ölme-dirilme yaşarlar).

SAFİ YORUM:

Onların dünya hayatında, içinde bulundukları manevi ateş, bu yakıcı durum, bu azap onlara öğütte olmaz… Bu ateş onların birimsel varlıklarında manen ölüp, gerçek varlıklarıyla manen dirilmelerini de sağlamaz… Tanıdıklarını, mallarını, işlerini, sağlıklarını vb. kaybetmek onlara nasihat etmez… Yani bu ateşin, kendilerini geliştirici bir rolü de yoktur… Onlar öbür alemde de azap, acı çekerler… Yapılarını oluşturan enerji dalgaları yok olamadığından, azapları da bitmez… Ayrıca kimse için bu gerçekleri bilmek, enerji varlığını bilmek, madde yapılarını da ortadan kaldırmaz… Madde yapılarının da, enerji yapılarının da hakkını vermek zorunludur… Maddi varlığımız için yemek, içmek, dinlenmek vb. gereklidir… Enerji yapımız içinde namaz, oruç, zekat, zikir, tefekkür vb. gereklidir…

14-) Kad efleha men tezekkâ;
Arınıp tezkiye olan, gerçekten kurtulmuştur.

SAFİ YORUM:

Bu gibi yaşanan olayları kendilerini geliştirme yolunda değerlendirenler kurtulmuştur… Bu kurtulanlarda ancak arınanlardır, yani bu yolda gerekli dalgaları alıp değerlendiren, o kapasitede, aynı frekansta, benzer dalgalarla yaratılanlardır… Ancak Allah’ın bu şekilde arındırıp, temize çıkardıkları kurtulmuştur… O halde arınmadığından dolayı temize çıkamayanları kınamamak gerekir…Takdir Allah’ındır… Kurtuluşa ermek için maddi ve enerji yapımızın gereklerini karşılamak, kendimize zarar vermeden temize çıkmamız gerekir… Gerçek arınma “sadece Allah var” şuuruyla yaşatır… Bu bilinçle yaşayanda ikilik, ayrım olmaz… Onun için Allah ve Allah’ın dileği vardır… Allah’ın dileği de her an yerine gelmektedir…

15-) Ve zekeresme Rabbihi fesalla;
Ve Rabbinin ismini zikredip de bilfiil salat (müşahade) eden (kurtulmuştur).

SAFİ YORUM:

Her şeyin Rab özelliği ile yaratıldığını hatırlayıp, bunu bilfiil müşahede eden, gereğini fiilleriyle yaşayan kurtulmuştur… Bunun içinde kurtuluşa erdirecek Rabbin özelliklerine dayanan enerji dalgalarını alacak yapıda yaratılmış olması gerekir… Her enerji dalgası bir mana taşır… Öz manada bakar isek; her şey her an Rabbinin esma terkibinin açığa çıkarması ile var olduğundan, Rabbini müşahede eder, Rabbine yönelmiştir… Yani öz manada her şey yolunda, rayında ilerlemektedir… Varlıkta sorun, eksiklik, yanlışlık yoktur Rab tüm manalarını açığa çıkarmaktadır. O halde her şey yolundadır… Bu manada istediğimiz kadar bakalım, eksiklik göremeyiz…

16-) Bel tü`sirunelhayateddünya;
Fakat siz (Rabbinizin zikrinden ve salatından perdeleyen) dünya hayatını (en aşağı hayat mertebesini) tercih ediyorsunuz.

SAFİ YORUM:

Fakat siz, dünya hayatına dönük, madde boyutunda varlığı değerlendiriyorsunuz… Ayrı ayrı varlıklar, ayrı ayrı iradeler vb. görüyor, dünyaya dönük değerlendirmeler yapıyorsunuz… Beş duyunuz ile varlıklar algılıyorsunuz… Bu açıdan baktığınızda varlıkta eksiklik, noksanlık, yanlışlık vb. var sanıyorsunuz… Kafanızda bir doru, güzel, tam vb. standardı oluşturuyor, her şeyi onlarla kıyaslıyor, eksik, noksan, çirkin, yanlış hükmü veriyorsunuz… Gerçek manada ise; alemlerin Rabbi Allah’ın dilediğini yapamama veya göresel manalarla sınırlanması noksanlık, eksiklik, yanlışlık vb. olurdu… Alemlerin Rabbi Allah dilediğini yapar, dilemesinde sınır tanımaz… O’nun dileğinin kendisine bir yarar veya zarar vermesi mümkün olmadığından, her istediği mananın açığa çıkmasını diler… Yarar veya zarar bize göredir… Tek bir olan Allah, tüm ikilemlerden, kıyaslamalardan beridir…

17-) Vel`ahıretü hayrun ve ebka;
Halbuki Ahiret (kudret-bilinç boyutu) daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

SAFİ YORUM:

Enerji-bilinç boyutu varlığını Allah’ın kudret ve ilminden alır… Allah’ın kudreti ve ilmi tarafımızdan enerji ve bilinç olarak değerlendirilir… Halbuki kudret/enerji-ilim/bilinç boyutu iyi ve kalıcı olandır… Çünkü varlık gerçekte enerji boyutunda var edilir… Enerji boyutundaki hareketlenmeler, dalgalanmalar, titreşimler tarafımızdan madde olarak algılanır… Halbuki gerçekte oluşum enerji boyutunda olmaktadır… Madde boyutu bu halde geçici; enerji boyutu kalıcıdır… Sonsuza kadar sürecek ömrümüz enerji boyutlarında devam edecektir… O halde bu boyutları tanımak, o boyut şartlarını öğrenmek, o boyutlara gereği gibi hazırlanmak, enerjimizi güçlendirmek zorundayız… Akıllı insan zamanını geçici dünya hayatı için değil; sonsuz olan ahiret hayatı için geçirir… Ahiret hayatının yanında saniyeler hükmünde olan dünya hayatını, sonsuz hayatı kazanma yönünde değerlendirmeliyiz… Kendimizi, varlığımızı şuur boyutunda bulmalı, bu boyuta da enerjimiz ile ulaşabileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız…

18-) İnne hazâ lefissuhufil`ula;
Muhakkak ki bu (bildirilen realite, ilim), ilk sayfalarda (var) dır,

SAFİ YORUM:

Hakikat, gerçek şu ki ahiret denen; bu ilk sayfalardadır, enerji/meleki boyuttadır… Amentüde Allah’a imandan sonra meleklerin gelmesinin sebebi, yaratım aşamasında ilk sırayı onların almasıdır… Meleklerden sonra kitaplara, yani meleklerin taşıdıkları bilgilere, ondan sonrada rasullere yani meleklerin taşıdığı bilginin varlıkta irsal olduğu vb. yer alır… Amentü de aslında yaratılmayı açıklamaktadır… Kişi bu ilk yaratılan enerji boyutu için çalışması kendisi için daha hayırlı ve kalıcı olacaktır… Çünkü diğer boyutlar kalıcı değildir, diğer boyutlar değişirler, doğarlar, ölümü tadarlar… Ve diğer boyutlar bu ilk boyut olan enerjiyle var olurlar…
O halde bilincini arttırıp, enerjisini güçlendiren; enerji ile var olan her boyutta güçlü olarak yer bulur… Unutulmaya Allah’ın Kudret(Kadir) ismi vardır… Kudretli olan kazanır… Enerjisi zayıf olanlar gidecekleri boyutlardaki enerjileri fazla olanların azabına uğrarlar, zebun olurlar… Sayısız boyutlardan biri olan madde boyutunda yaşayan insanlar olduğu gibi, diğer boyutlarında kendine göre canlıları vardır… Şu anda o boyutların canlıları, bizim algılarımıza gizli olduklarından cin ismini almışlardır… Ama ileri alemlerde bu varlıklarda algımıza açılacaklardır… İnsan için gideceği boyuta hazırlanmak, enerjisini güçlendirmekten başka kurtuluş yolu yoktur… Aksini düşünen tanrısına inanıyordur, Allah’a değil…

19-) Suhufi İbrahiyme ve Musa;
İbrahim’in ve Musa’nın sayfalarında!.

SAFİ YORUM:

Hz. İbrahim dinin hanif yönünün sembolü; Hz. Musa dinin tenzih yönünün sembolüdür… Hz. İbrahim hanif olarak, yerde ve gökte ilah kabul etmedi… Yani yer ve göklerin gerçekte varlık kokusu almadığı, gerçek manada var olmadıkları bilincini verdi… Hz. Musa’da tenzih ile; Allah’ın hiçbir mana ile sınırlandırılamayacağını, Allah’ın Subhan olduğunu, her şeyden beri olduğunu vurguladı… Yani bu iki Rasulde aslında aynı şeyi söyledi, diğer Rasuller gibi…
Her şey Allah’ın varlığı ile var olmuştur… Ama mevcudat gerçek manada varlık kokusu almamıştır… Yerler ve gökler bizim algımıza göre vardır… Sergilenen bir ilimdir… Resim ressam değildir… Kainat Allah değildir… Kainat Allah’ın ilminin bir ürünüdür… Kainat denilen tüm boyutlarıyla Rahman olan Allah’ın Rahiym’inin bir ürünüdür… Evren içre evrenler Allah’ın işi, oluşudur…

Allah alemlerin Rabbidir, alemler Allahın hamdi/değerlendirmesidir (Elhamdülillah);
Allah alemlerden Ganidir, alemlerden beridi (Subhanallah);
Allah hiçbir şekilde idrak edilemeyecek olunan, Kibriya sahibidir (Allahuekber)…

ALLAH MUİNİMİZ OLSUN…