Bu Blogda Ara

20 Şubat 2011 Pazar

uçuruma götüren sözler

Bazı sözler insanı uçuruma götürür!
İnsan konuşurken kullandığı sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini ve kalbini kirletmemelidir. Allah korusun bilmeden imanımızı kaybedebiliriz.
İman, kişiyi bütün varlığın tek sahibi Allah’a muhatap kılması ve O’na bağlaması itibarıyla, insana huzur ve şeref veren büyük bir güç merkezidir. Çünkü iman sayesinde insan Yaratıcı’sına bağlanır. Bu sayede insan, iman ile insanda görünen İlâhî sanatları ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin nakışları itibarıyla kıymet kazanır. İnançsızlık ise o bağı koparır. İnsanın Rabb’iyle arasındaki bağ kopunca, Allah’ın insan üzerindeki sanatı gizlenir.
İnsan çok zayıf ve aciz bir varlıktır. Kendisinin veya başkalarının başına gelen musibetlerde çoğu zaman bir şey yapamaz. Bu musibetler, imansızları veya imanı zayıf olan kimseleri aşırı derecede sıkıntıya sokar, huzursuz eder. Fakat huzursuz olmakla elinden de hiçbir şey gelmez.

İmanı elde eden bir mümin ise her şeyde İlâhî rahmetin izini, özünü görür. Her şeyde O’nun hikmetini, adaletinin güzelliğini müşahede eder, tam bir teslimiyet ve rıza ile Rabb’inden gelen musibetleri teslimiyetle karşılar. Hayatın zorlukları karşısında dirençli olur. Böyle kimseler, çeşitli musibetlere maruz kalanlara karşı Cenab-ı Hakk’ın merhametinden daha çok şefkat göstermez ki, elem ve azap çeksinler. Böylece sadece ahiret hayatında değil, dünya hayatını dahi saadet içerisinde geçirirler. Ayrıca imanın insana kazandırdığı en mühim fayda, insanı nefsin ve şeytanın vesveselerine kapılmadan huzurlu bir şekilde kabre imanlı olarak götürmesidir. Bu şekilde insan hem bu dünya hem de öte dünya saadetini elde eder.
AĞZIMIZDAN ÇIKAN SÖZLERE DİKKAT!
Bu şekilde imanı elde ettikten sonra önemli bir aşama da imanı muhafaza etmek, korumak; yıpranmasına, zayıflamasına, herhangi bir tehlikeye maruz kalmamasına çalışmaktır. İnanan bir insan her konuda olduğu gibi, imanî meselelerde de ağızdan çıkan sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini kirletmemelidir. Şayet umursamaz bir biçimde, dikkat etmeden, sözün nereye vardığını, nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmeden imana aykırı sözleri söylerse, Allah korusun imanını kaybedebilir.
Böyle bir hataya düşmemek için akıllı, dikkatli ve titiz davranırken, hatasının farkına varır varmaz da, hemen tedbirini almalı, bir an önce tövbe istiğfar etmeli, imanını yenilemeli, kelime-i şahadet getirerek taze bir imanla yeniden hayata başlamalıdır.
Şimdi imana aykırı düşen, imana zarar veren, imanlı hayatı zedeleyen bazı sözlere dikkat çekelim.
“ALLAH GELSE, ELİMDEN ALAMAZ!”
Bir öfke sonucu düşünmeden bu sözü söyleyen kişinin Allah’ın gücü ve kudreti konusunda en ufak bir bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Bir kere Allah’ın gücünün ve kudretinin ne bir sınırı vardır, ne bir hududu… Çünkü Allah’ın kudreti sonsuzdur, sınırsızdır. “Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” yani “O’nun her şeye gücü yeter” ifadesi, Kur’an’da 40-50 yerde geçiyor.
“Her şey” derken, bu ifadenin içine girmeyen kalmıyor. Allah’ın kendi Zât’ı (celle celaluhu) dışında, varlık âleminde bulunan, Allah tarafından yaratılmış olan, aklımıza gelen gelmeyen bütün yaratıklar bu “her şey”in içindedir.
“Allah’ın şuna gücü yeter, buna yetmez; şunu yapar, bunu yapamaz; şu kişiyle baş eder, bu kimseyle baş edemez” diye bir şey söz konusu olamaz.
Bu ifadeler bir insan olarak, bizim için söylenebilir. Mesela, ben 10 kiloyu çok rahat kaldırırım, 20-30 kiloda biraz zorlanırım, 50 kiloda çok zorlanırım; ama 100 kiloyu asla kaldıramam.

Neden? Çünkü benim gücüm ve kudretim bellidir. Ama Cenab-ı Hak için, ağır-hafif, büyük-küçük, az-çok, aşağı-yukarı gibi kavramlardan söz edilmez.
Allah’ın kudreti karşısında bir sinekle dünyamızdan 1 milyon 300 bin defa büyük olan güneş aynıdır.

Ufacık bir sineği aynı kolaylıkla havada tuttuğu ve uçurduğu gibi, koca güneşi aynı kolaylıkla uzayda tutar ve seyrettirir. İçinde milyarlarca yıldızın yer aldığı galaksiyi de aynı kolaylıkla uzayda gezdirir.
Bu açıdan bilir bilmez biçimde, olur olmaz yerde, anlamlı anlamsız durumlarda, ne manaya geldiğini düşünmeden ileri geri konuşup, “Allah gelse, seni elimden alamaz.” gibi sözlerin hiçbir değeri, kıymeti ve anlamı yoktur. Bu değerlendirme, yazımızdaki diğer ifade kalıpları için de geçerlidir.
“BURASI ALLAH’IN UNUTTUĞU YER!”
Bu da çok tehlikeli bir ifade kalıbıdır. Allah’ın unutması mümkün mü? Dünyada yan yana gelmeyecek iki kelime varsa, o da “Allah” ve “unutma” kelimeleridir.
Kur’an, Allah’a “unutma” yakıştırmasını şiddetle reddediyor, Musa aleyhisselamı n diliyle Kur’an diyor ki: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz.” (Tâhâ, 20/52)
Cebrail aleyhisselamı n ağzından da şu gerçeği dile getiriyor:
“Biz ancak Rabb’imizin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve ikisi arasındaki her şey O’na aittir. Ve Rabbim hiçbir şeyi unutmaz.” (Meryem, 19/64)

Bundan dolayı Allah için “unutma” kelimesini kullanmak hem caiz değildir, hem de insanın ayağını kaydırır, kişiyi inançsızlık/imansı zlık çukuruna yaklaştırır. Çünkü “unutmak” noksan bir sıfattır. Allah ise bütün noksan ve eksik sıfatlardan beridir ve uzaktır. Böyle bir ifadeyi mecaz manasında kullanmak da doğru değildir. Bir mümin, hangi manayı kasdederse etsin ağzına, neticesi itibariyle kendisini çıkmaz sokaklara götürecek böylesi tehlikeli sözleri alıştırmamalıdır.
“BU ADAM ALLAH’LIĞIN BİRİ!”
Bu söz, imana ve inanca leke getiren, insanın kalbini rencide eden, bir yerde vicdanı sızlatan bir yakıştırma… Çoğu zaman bu ve benzeri sözler rastgele, gelişigüzel kullanılıyor, sözün nereye vardığı hiç mi hiç düşünülmüyor, hesabı kitabı yapılmadan dillerde gezip duruyor. Halbuki bu sözler sakıncalı sözlerdir. Her yönüyle saçma ve bayağı ifadelerdir.
TDK sözlüğü, “Allah’lık” kelimesi için şöyle bir açıklama getiriyor: “Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız kimse.” Bir de örnek cümle veriyor: “Bu adam Allah’lığın biri, elinden hiçbir şey gelmiyor.”
Günlük dilde de şu şekilde dönüp dolaşıyor:

“İşiniz Allah’lık”, “Allah’lık adam”, “Allah’lık Ali Bey misali”, “Tam Allah’lık bir hal, ahı gitmiş vahı kalmış.”
Dikkat edilirse, bilgisiz, beceriksiz, sorunlu ve hiçbir işe yaramayan insanlar bu sözlerle anlatılıyor. Sanki insan Allah’a yaklaşırsa, Allah’a kul olmaya çalışırsa, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirirse aptal/budala ve sefil bir hale gelirmiş gibi bir mana çıkıyor.
Yahut bir iş yolunda gitmiyorsa, planlandığı ve düşünüldüğü gibi bir sonuca varılamıyorsa, suç Allah’a atılıyor, hata Allah’a mal ediliyor. Böylece insan farkına bile varmadan Allah’a isyan ediyor. Oysa beceriksizlik insanın kendinden kaynaklanır, dağınıklık kişinin kendi ihmali ve tembelliği sonucudur. Neden Allah’a verilsin, bu konularda niçin Allah suçlansın?
Kur’an bu konuda diyor ki: “Başınıza ne musibet gelirse, kendi elinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şûra, 42/30)
“ALLAH BABA KIZAR!”
Allah’a baba ve oğul isnadı yapılmaz, caiz de değildir, mümkün de değildir. Böyle bir sözü, bir Müslüman söylememelidir. Çünkü mesele doğrudan doğruya Allah’ın birliği ile alakalıdır. Bir kere bütün babaları ve oğulları, erkekleri ve kızları yaratan Allah’tır. Yaratıcı, yaratılan olamaz. İslamî deyimle Hâlık, mahluk olmaz. Böyle bir sözü ve inancı kesin olarak Kur’an reddeder. Hepimizin bildiği İhlas Suresi’nde, “Lem yelid velem yûled” diyoruz. Bunun anlamı, “O doğurmamış ve doğurulmamıştır” demektir. Yani, doğanlar ve doğurulanlar Yaratıcı ve Allah olamaz.
Yabancı filmlerdeki sözler olduğu gibi tercüme ederek söylendiği ve bazı eski Türk filmlerinde düşünülmeden bilinçsizce kullanıldığı için bu batıl inanç ve ifade, dilimize bu filmler kanalıyla geçmiştir. Böyle bir sözü söylemek doğru değildir.
“KADER UTANSIN.. KAHPE KADER!”
Kaderi suçlayan o kadar söz var ki, saymakla bitmez. Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi taşlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir. Böyle bir kör dövüşüdür gider. Kime vurduğunu bilemez, vurduğu yeri göremez, rastgele hücum eder. Beceriksizliğini, tembelliğini ve bilgisizliğini kendi üstüne almaz, eline geçen taşı kadere fırlatır, durur. “Kader utansın” der. Kader ne yapmış ki utansın, kaderin utanacağı neyi vardır? Gerçekten utanması gereken birisi varsa, o da kişinin kendisidir aslında.
Kader bir suç işlememiş, bir hata yapmamış, bir yanlışa girmemiştir. Suçu işleyen, hatayı yapan, yanlışa giren kişinin kendisi; neden kader hatalı olsun? Geçen zaman içinde daha büyük bir kayba uğramış, daha büyük bir zarar etmiş, daha büyük bir belaya çarpılmışsa, kadere olan kızgınlığının dozunu biraz daha artırır.
Bu sefer ağzından çıkanı kulağı duymaz halde, söylediği sözlerin nerelere vardığını düşünmez biçimde, açar ağzını, yumar gözünü, Allah muhafaza “kahpe kader” deyiverir. Bu sözler insanı o kadar boşluğa atar, o kadar uçuruma sürükler ve o kadar sert bir duvara toslatır ki, insanı iman dairesinden çıkarabilir…
Bu gereksiz ve yersiz sözlerin hiçbirinin bir Müslüman’ın ağzından çıkmaması lazım… İnanan bir insanın böyle sözleri söylememesi gerekir. Söylenmemesi bir tarafa, bu sözlere karşı tavır koymalı, böyle sözlerin toplumda barınmasına, tutunmasına meydan vermemelidir.
“SENİNLE CENNET’E BİLE GİRMEM!”
Karşısındakine o kadar kızmış, o kadar öfkelenmiş, o kadar içerlemiş, o kadar kin ve nefret duymuş ki, Cennet’te bile onunla birlikte olmak istemiyor. Bu durumdaki ve bu kanaatteki bir kişiye “Cennet’e girmen kesinleşse, fakat şu kişiyle girmen gerekir, başka türlü girmen mümkün değil” dense, sözünün nereye gittiğini bile düşünmeden, “Allah korusun, onunla mı, asla, Allah yazdıysa bozsun” gibi sözleri bile sarf edebilir. Hatta, “Eğer Allah bana şu kişiyle Cennet’e girmeyi emretse, girmem” diyecek kadar, hiç hesap kitap etmeden Allah’ın emrine bile karşı gelmeyi göze alabilir.
Cennet, Allah’ın rahmetinin tecelli ettiği bir yer, her türlü nimetinin bolca bulunduğu bir âlem, altı iman rüknünden âhirete imanın bir parçası ve bir âhiret yurdu…
Cennet ve ebedi hayat ve sonsuz saadet Cenab-ı Hakkın mü’min kullarına sırf bir hediyesi, ikramı ve özel bir ödülüdür. Bu ödülü reddetmek, bir dostunuzun verdiği bir hediyeyi reddetmek gibi değildir, öyle düşünülmez. Bu, Allah’a isyandır, Allah’a başkaldırmak, Allah’a karşı gelmektir, Allah’ın rahmetini reddetmektir.
Çünkü Rabbimiz mü’min kullarını Cennet’e davet ediyor ve buyuruyor ki: “Allah, sizi izniyle Cennet’e ve bağışlanmaya çağırıyor.” (Bakara, 2/221)
Bu ve bunun gibi pek çok âyette yapılan Allah’ın davetini sırt çevirir bir anlamda, ileri geri konuşarak, bilir bilmez laf ederek “Onunla Cennet’e bile gitmem” sözlerini sarf etmek, insanı çok büyük kayıplara sürükler. Gerçi kişi, “Ben bu sözü bahsini ettiğiniz manada kullanmıyorum” dese de bir müminin ağzından böylesi ifadeler çıkmamalı.

“ÖKÜZ ALEYHİSSELAM!”
Kötü bir kimseye -hâşâ- “öküz aleyhisselam” demek, insanı uçuruma götürebilecek sözlerden biridir.
Aleyhisselam, “Allah’ın selamı üzerine olsun” anlamında bir selam ve saygı ifadesidir. Dinî literatürde peygamberlerin adını söyledikten sonra “aleyhisselam” derken, Peygamber Efendimiz için “aleyhissalâtü vesselam” veya “sallallâhu aleyhi ve sellem” deriz.
“Aleyhisselam” ifadesi peygamberler için kullanılır. Bu söz bırakın bir hayvan için, peygamberlerin dışında hiçbir insan için dahi söylenmez. Çünkü peygamberler, Allah tarafından özel olarak görevlendirilmiş Allah’ın elçilerdir. Peygamberler, insanlığın en yüce ve en yüksek mertebesinde bulunan insanlardır.
Bunun içindir ki, bir mümin, peygamberlerin adını söylerken, onlardan bahsederken, onları anlatırken kullanmış olduğu saygılı ifadeleri ne bir insan için, ne de bir hayvan için kullanmamalı. Hele hele bir hakaret anlamı taşıyan “öküz” lafıyla birlikte hiçbir zaman kullanma cüretinde bulunmamalı.
İmanı tehlikeye atan diğer bazı sözler:
1. “Seni Allah’tan çok seviyorum.” demek.
2. Bir adamı sevmediği zaman, “Cehennem’e girmeye imza verdim.” demek.
3. “Allah bize zulmediyor.”, “Ben Allah mallah tanımam.”, “Şu işe Allah’ın bile gücü yetmez.” gibi sözleri söylemek.
4. Hasta olan birisine, “Seni Allah unuttu.” demek.
5. Karısı veya başka birisi için, “Onun hakkından Allah bile gelemez, ben nasıl geleyim” demek.
6. “Allah bana merhamet etme hususunda cimrilik etti.” demek.
7. Herhangi bir şey için, “Allah’ın hiç işi kalmamış da bunu mu yapıyor veya yaratıyor?” demek.
8. Peygamberimiz’in sünnetlerinden veya hadislerinden birisini alaya alır bir tarzda “Çok dinledik bunları” demek.
9. Herhangi bir işi yapan kimseye yapmaması söylendiği zaman, “Peygamber gelse de ‘Yapma!’ dese veya gökten ‘Yapma!’ diye ses duysam yine yaparım” demesi.
10. Kendisine, “Dünya için ahiretini terk etme!” denilen kimsenin cevap olarak, “Ben veresiye için peşin olanı bırakmam.” demesi.
11. Fakir bir kişinin, “Allah falan kuluna şu kadar zenginlik veriyor; bana ise az veriyor. Böyle adalet olur mu?” demesi.
12. “Namaz ve helal olan şeyler, bana iyilik getirmiyor” veya “Ne için namaz kılacağım; malım yok, mülküm yok. Çoluğum yok, çocuğum yok” yahut “Namazı rafa bıraktım” demek.
13. “Sensiz Cennet’i de istemem, orası da benim için zindandır.” demek.
* İmanı tehlikeye atan veya insandan imanı kaldıran sözler elbette bu kadar değildir.

Burada bu sözlerin bir kısmına yer verilmiştir.

Bu ve benzeri sözleri söylemekten kesinlikle kaçınmalı ve yanlışlıkla bu sözler söylenirse de hemen kelime-i şehadet getirilmelidir.
(Mehmet Paksu, İnsanı Uçuruma Götüren Sözlerden)

CİN NEDİR VE HAKİKAT?

Cin varlığını anlamak için önce insanın yaratılış aşamasını bilmek lazım.


“Ve iz kale rabbüke lil melaiketi innı caılün fil erdı halıfeh*”

“Ve Rabbin Meleklere dediki; ben yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım” BAKARA Suresi – 30


Yukarıdaki Ayette Allahu Tealanın buyurduğu ERDU kelimesi Kainat ve içindekiler anlamındadır, çünkü yaratılmış her varlık vücut hükmünden olduğu için, Kainatta bir vücuttur.

Allahu Teala, Kainatta Kendisine Halife olarak yarattığı İnsanı, belirli yetki ve tasarrufla donatmıştır ki, Kainatta yine Kendi izniyle Kendisini temsil etsin!

Dolayısıyla İnsanın Kainatta Allah’ın izniyle tasarruf edebilmesi için, İnsanın yaratılışının da diğer yaratılmış varlıklara göre üstün olması lazımdır.

Kainatta hayat sahibi Melekler Cinler ve İnsanlar vardır.

İşte üstün yaratılmış İnsanın; Halife olması sebebiyle, Meleklere has Nur bedeni, Cinlere has Enerji bedeni ve Kainatta var olan cisimlerin her maddesinden bir araya getirilmiş fizik bedeni vardır.


Yani, İnsan Kainata Allah’ın izniyle üç bedeniyle tasarruf eder. Bu hali yaşamak için iyi bir Mümin olup İnsan-ı Kamil seviyesine çıkmak gerekir.

İşte İnsanda bulunan, Kuran tabiriyle dumansız alev beden, yani enerji beden de Cinlere karşı İnsanı hem yüceltmiş hem de güçlü kılmıştır.

“Ve hale kalcanne min maricin min narin.”

“ve cinleri dumansız alevden (ateşin özünden) yarattık” RAHMAN Suresi – 15


Cinlerin yukarıdaki ayette belirtildiği gibi bedenleri ateşin özüdür yani enerjidir, dolayısıyla bu mahlukların fizik beden sahibi olmaları yaratılışa terstir.

Haliyle cinlerin İnsana fiziki bir zarar vermeleri veya İnsanla evlenmeleri, yemeklerine ortak olmaları, koku almaları, insandan zahiren zevklenmeleri mümkün değildir.

Ancak bu hallerin bereketine ortak olurlar, ortaklıkları soyuttur.

Çünkü İnsanda mevcut olan enerji beden, Cinlerin enerji bedeninden üstündür. Bu sebepten cinler, İnsanlardan korkarlar, ancak can tayfasından oldukları için, İnsana vesvese verebilir. Zira, İnsan Yaradanına Halifedir.



İnsanlardan iman etmeyenler olduğu gibi, Cinlerden de iman etmeyenler vardır. Hatta cinlerin kafiri daha fazladır. Bu kafir cinler şeytanın emriyle İnsana vesvese vermeyle musallat olurlar. Fakat İnsan bedenine giremezler, çünkü İnsan bedenindeki Enerji beden, onların helakına sebep olur.


İnsan bedenine cin girer inancı, Hıristiyanlıkta vardır ve bize de oradan empoze edilmiştir. Maalesef İslam aleminde de insana cin girdi diye sopalarla dövülenleri duyduk. Müslüman gibi yaşayıp cahilliğimizden, ortaçağ Hıristiyanlığını uyguluyoruz.


İnsana musallat olan cini uzaklaştırmanın tek yolu abdestli gezmek ve Ayetel kürsi, Felak ve Nas surelerini okumaktır. Kağıt büyü vs. ile onlardan kurtulma yolları aramak hurafeyle iştigal etmektir. Eğer o yollar mubah olsaydı Peygamber Efendimiz (sav) sünnet olarak bize miras bırakırdı. Kuran ayetleri varken tuzakçıların tuzağına düşmeyiniz. İyi bir mümin olup bu habis varlıkları kendinizden uzak tutunuz. Gerçek bir Müminin bulunduğu mahalde o cinler fersah fersah kaçarlar.



Mümin İnsanın bedenleri Kainata benzer hatta Kainatın modelidir.

Cinler İnsanın bedenine girmeye çalışırsa, İnsanın enerji bedeninden Cinlere karşı savunacak şıhap ve şıvazların yani kozmik ışınların olduğunu bilir, aynı Kainatta olduğu gibi.



İşte şaşırmış bir cin insana yaklaşırsa cinin kendisi çarpılır, İnsanda bu çarpılmayı hisseder ve çarpıldığını sanıp panikler. Oysa İnsanın enerji bedeni kendini savunmuştur. Bu korkuyla o İnsan cahilliğinin sonucu cin tacirlerinin eline düşer, bir azapta onlardan görür. İnsanın bilgili olması lazım, Kuranı az okumanın ve az anlamanın sonucudur bu haller.


“Ve enna lemesnessemae fevecednaha muliet haresen şediyden ve şuhuben.”

“biz göğü yokladık, onu sert savunmacılarla ve ateşten oklarla dolu bulduk” CİN suresi -8



İşte yukarıdaki ayet müteşabih olduğu için, hem Kainatı hem de İnsanı kapsar. İnsanın enerji bedenlerindeki kozmik ışınların alametidir.

Ayetel Kürsi bu kozmik ışınları besler kuvvetlendirir. Felak ve Nas Sureleride bedendeki kozmik ışınları harekete geçirir hedefe yollar. Büyük Zatların Kayaları parçalamaları, maddeye ve enerjiye Allah’ın Halifesi olarak hükmetmeleri de bu sırrın içindedir.



Bedenin kozmik ışınları sağ işaret parmağı ve gözlerden zuhur eder. Peygamber Efendimizin (sav) Ayı ikiye bölmesi, M. Arabi hz. lerinin Marsta SELAM yazısı bırakması da bu sırdandır.


Bu Silahlar Ahir Zaman savaşında çok kullanılacaktır.

19 Şubat 2011 Cumartesi

AY'IN SIRLARI

FİHİBİSMİLLAHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
"Eş şemsu vel kameru bi husban."
"güneş ve ay bir hesap üzerindedir"
"Ven necmu veş şeceru yescudan."
"yıldız ve yıldızlar topluluğu (kainattaki tüm gezegenler) secde ederler.
"Ves semae rafeaha ve vedaal mizan."
"(Rahman) kainatı genişletti ve (kainata ve içindekilere) denge koydu.
RAHMAN SURESİ – 5-6-7
Allahu Teala kainatta birbirine destek ve denge olmayan, yörüngeleri ve yolları ayrı olsada birbirine ile disiplinli bir ordu gibi bağlı olmayan hiçbir unsur yaratmamıştır.



İşte Ay da Dünyamızın yardımcısı ve Dünya üzerindeki canlı varlıkların hayat dengesini sağlayan birçok görevin, Allahu Teala tarafından vahyini alan ve sonradan dünyanın yörüngesine getirilip yerleştirilen bir gezegendir.
İlk Adem Dünyaya inmeden evvel dünyamız çok hızlı dönmekte idi. Ve Ay Dünyamızın uydusu değildi. Ayın yakınımıza getirilip uydumuz pozisyonuna konulmasından sonra Ay, adeta Dünyamızın, belli süratte kendi etrafında dönmesini sağlayan fren balatası gibi Yastık etkisi altına alıp Dünyanın bir gününü 24 saatte sabit tutmayla görevlendirilmiştir. Bu konuyu dünyamızın yaşı ile Ayın yaşının kıyaslamasının sonucu görebiliriz. Dünyamız bilim adamlarına göre ortalama 4.5 milyar yaşında olmasına rağmen, Aydan getirilen bir taşın yaşının 7.5 milyar yaşında olduğu tesbit edilmiştir. Bu taş Aya düşen göktaşlarından biri değil bizzat Aya ait bir taş olduğu yine bilim adamları tarafında açıklanmaktadır. Ayın diğer gezegenlerden ayrı olan bir özelliğide, Ayın merkezinde bir mağma tabakasının olmayışıdır. Rahman suresinde geçen "güneş ve ay bir hesap üzerindedir." Ayetinde geçen HUSBAN kelimesi aynı zamanda "YASTIK" anlamındadır. Yani dünya ile Ay arasındaki denge unsuru olan mesafe ve bu mesafede, Dünya ile Ayın birbirine dayanma (yastık) etkisidir. Bu etki Dünyanın kendi etrafındaki bir turunu 24 saatte sabit tutmaktadır. Dünya ile Ay arasındaki yastık yani HUSBAN iki gezegenin boşlukta bir arada tutunup beraber hareket etmesidir. Nitekim Dünyaya göre Ayın bir günü 29.5 gün olmasına rağmen Ay ile Dünyanın, Güneş etrafındaki bir turu 365 gündür. Ancak Güneş sistemimiz son yüzyılda her gün NAKUR a hızla yaklaştığı ( NAKUR; Müddessir suresinin 8.ayetinde geçen galaksimizin merkezinde bulunan ve 2012 yılında en yakın noktasından geçeceğimiz kara deliktir.) için Ay da Dünyadan, bilim adamlarının ölçümlerine göre yılda 2 ile 3.5 cm uzaklaştığını tespit etmiştir. Ayın, Nakurun etkisi ile Dünyadan uzaklaşmasından dolayı, Ayın dünyaya yapmış olduğu Fren yani Yastık (husban) etkisi azaldığı için dünyanın kendi etrafında bir turu 24 saatin altına düştüğü gözlenmektedir. Ayın dünyamız üzerindeki görevi sadece zamanı bilmekle sınırlı olmayıp, bilindiği üzere med- cezirin oluşmasından, ağaçların çiçek tomurcuklarının açılmasından dünya ile ay arasındaki baskının, atmosferin yedi katmanının düzenli bir şekilde dengede tutulmasından, insandaki kan basıncına olan etkisine kadar birçok görev üstlenmiştir. Bu görevlerin tamamı Rahman suresi 7. ayette geçen ve İlahi vahiy olan dengenin sonucunda oluşmaktadır.
BİR ALINTI HABER

Ay'la aramızda mesafe büyüyor
Giderek daha küçük görülecek olan Ay, bir gün bir yıldız kadar, daha sonraları ise hiç görülmeyecek. Bu süreç yüzbinlerce yıl alsa da, bir gün Dünya'nın uydusu olmaktan çıkacağı artık kesin olarak biliniyor.

Şu sıralar Dünya ile Ay arasındaki mesafe 384 bin 403 kilometre. Ancak, 1969'dan beri yapılan ölçünler, Ay'ın her yıl 3.8 santimetre
uzaklaştığını ortaya koyuyor.
Apollo misyonuyla Ay'a giden ve 21 Temmuz 1969'da Ay'ın yüzeyine 100 aynadan oluşan bir panel bırakan ünlü astronotlar Buzz Aldrin ve Neil Armstrong, Ay'la Dünya arasındaki mesafenin kesin olarak ölçülmesini sağladılar.

Teksas'ta bulunan Mc Donald Gözlemevi'nden, her gün, aynı saatte, dakikasını aksatmadan, Ay'ın yüzeyindeki bu aynalı panele bir lazer ışını gönderiliyor. Panelin aynaları tarafından yeniden Dünya'ya yansıtılan lazer ışını, gözlemevindeki teleskop ve hassas ölçüm aletleri tarafından yakalanıp, Dünya ile Ay arasındaki mesafe ölçülüyor. 40 yıldan beri, her gün, aynı saatte yapılan ölçüm, Ay'ın Dünya'dan yavaş yavaş ama hiç durmadan uzaklaştığını ortaya koyuyor.
NASA, şimdi de New Mexico Çölü'nde yeni bir gözlemevi kurup, bu ölçümü daha da hassas biçimde yapmak için harekete geçti. Apache adı verilen gözlemevine dev bir teleskop kuruldu. Ay'ın Dünya'dan uzaklaşma hızı, buradan da sıkı biçimde takip edilecek. hurriyet.com.tr
Ayın neden tek yüzeyini görebiliyoruz?


Ay kendi etrafında yaklaşık 29.5 günde dönmektedir. Ay aynı zamanda dünyanın etrafında da 29.5 günde dönmektedir yani ayın bir günü dünyanın 29.5 günüdür. Dünya ile Ayın dönüşü, Bir dişlinin çarkları gibi eşit döndükleri ve uyum içindedirler. işte bu yavaş dönüş sebebi ile ayın hep gündüz yüzünü dünyadan görebiliyoruz. Dünyaya göre Ay da 15 gün gece 15 gün gündüz olur. Ay kendi etrafında dönerken Dünyamıza hep gündüz olan evrelerinin yüzeyinin görülmesi denk gelmektedir. Ayın diğer karanlık yüzü bize, Dünyamıza göre hep güneşten ışık almadığı günlerine denk düşmektedir.
Ayın menzillerinin, Duraklarının hikmeti;
"Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır." YUNUS SURESİ-5
"Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner." YASİN SURESİ -39


Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi Ayın, 23 ana menzili vardır. Ayın bu halleri Allahın ayetlerindendir. Ay her menzili için ayrı ayrı görev vahyi almıştır. Ayın bu halleri sanki insanın hayatının bir örneğidir İnsanında çocukluğu hilal, olgunluğu dolunay, yaşlılığı son hilal gibidir. İnsanın batın gözü yani kalp gözünün açılması ayın yukarıdaki menzilleri gibidir. Yeni ermeye başlayan bir İnsanı kamilin kalbi ilk zamanlarda gökyüzünde kısa bir zaman duran hilal gibidir. Zamanla olgunlaştıkça dolunay gibi olur.
Bu sırra ŞEMS suresinde işaretler vardır.
"Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." ŞEMS SURESİ – 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10.

Allahu Tealanın yemin ettiği ayetlerin derinliklerinde sayısız ledünni sırlar vardır. Şems suresindeki yeminlerin bazı sırları Ayın menzilleri gibidir. Şems suresinde güneşe yemin, İnsandaki nefisten kurtulmuş Ruha yemindir. Aya yemin, körlükten kurtulup görmeye başlayan kalbe yemindir. Kuşluk vakti ömrün hilalidir. Gece, nefsin örttüğü zulme girmiş İnsandır.
Bu makalemizi Ayla ilgili ilginç bir alıntıyla bitiriyoruz
Ay İle ilgili bilinmeyenler
AY'LA ILGILI GARIP OLAYLAR
Yüzyillar içindeki garip olaylar;
* 5 Mart 1587: "Ay´in yüzeyinde bir yildiz görüldü." Yüzlerce insan bu mucizeye sasirdi, isigin sivri uçlari ve boynuzlari vardi. (Harrison 1876 - Lowes 1927)
*12 Kasim 1671: Gökbilimci ve fizikçi Cassini, Ay´in üzerinde küçük beyaz bir bulut gördü.
*18 Mayis 1787: Astronom Halley ve De Louville, Ay yüzeyinde hareketli isiklar gördüler.
* Mart-Nisan 1787: William Herschel, Ay´da parlak noktalar ve dört volkan gördü. Açiklamakta zorluk çekiyordu ve en çok da gördüklerinin hareket etmesine sasirmisti.
* Temmuz 1821: Alman astronom Gruithuisen, Ay yüzeyinde, birden parlayan isik patlamalari gördü. Yanip sönen bu isiklari birkaç kez görmüstü.
* 12 Nisan 1826: Fizikçi Emmett, Ay´daki Krizler Denizi üzerinde, kara bir bulutun hareket ettigini rapor etti. Benzer bir rapor, 1954 yilinda modern astronomlar tarafindan da verilmisti.
* Subat 1877: Isikli bir hat veya çizgi Eudoxus Krateri´nin batisindan dogusuna giderken görüldü. Olay, bir saat sürdü.
* 4 Temmuz 1881: Ay yüzeyinde piramit seklinde isikli iki tümsek belirdi ve bir saat içinde yavas yavas sönerek kayboldu.
* 24 Nisan 1882: Aristotle Bölgesi´nde hareket eden dev gölgeler gözlemlendi.
* 31 Ocak 1915: Yunanca´daki Gamma isaretine benzer 7 beyaz isik görüldü.
* 23 Nisan 1915: Clavius Krateri yaninda dar ve isikli bir çizgi belirdi ve on dakika sonra kayboldu.
* 14 Haziran 1940: Sisli keskin bir çizgi çok net olarak Plato Krateri yaninda görüldü, çevresinde binlerce küçük isik yanip sönüyordu.
* 19 Ekim 1945: Darwin Duvari yaninda üç büyük parlak nokta görüldü; Olay, astronom Moore ve daha birçok astronom tarafindan rapor edildi.
* 24 Mayis 1955: Ay´in güney kutbu bölgesinde, elektriksel parlamalar, bilimci Firsoff tarafindan izlendi.
* 8 Eylül 1955: Taurus Hatti sinirinda iki parlak isik görüldü, bu yer yillar sonra Apollo 17´nin indigi yerdi.
* 21 Haziran 1964: Iki saat süreyle, gözlemci Ross D. tarafindan haraket eden büyük siyah bir gölge izlendi.
* 3 Temmuz 1965: Bir saat on dakika süreyle, Aristarchus Bölgesi´nde nabiz gibi yanip sönen bir isik gözlendi.
* 25 Eylül 1966: Yine Plato Krateri yakininda yanip sönen isiklar gözlendi; bazilarina göre kirmizimsi bir yama gibiydiler; ayni gün Gassendi Bölgesi´nde 30 dakika süreyle kirmizi büyük bir isik belirdi. Bir ay sonra ise, ayni yerde yine yanip sönen kirmizi isiklar vardi.
* 11 Eylül 1967: Insanligin ilk ayak bastigi yer olan Sessizlikler Denizi´nde görülen kara bir bulut sonradan mor renge dönüstü; olayin Montreal´li bir astronomi grubu tarafindan gözlendigi NASA tarafindan açiklandi.

AY' LA ILGILI SASIRTICI GERÇEKLER
Bilimsel gariplikler
1. Ay, dünyadan daha yaslidir, öyleyse kökeni baska bir yerdir, bazi bilim adamlari, Ay taslarinin 20 milyar yillik oldugunu iddia ediyorlar? Yani dünyadan daha eskidir...
NASA, bir Ay kayasinin 5.3 milyar yillik oldugunu saptadi ama bu Günes Sistemi öncesine ait bir tarihtir. Önemli bilimciler ve Ay uzmanlari, Ay´dan getirilen elementlerin dünyadakilerden daha eski oldugunu belirlediler ama neden resmen açiklamadilar? 40 Ay tasinin en azindan 7 milyar yillik olduklari belirlendi, bu tarihleme dünyadan ve günesten iki kez daha eskidir. Buna karsin Ay´in yüzey topragi, Ay taslarindan daha eskidir. Farklilik bilinmiyor...
2. Bir grup bilimci Ay´in yildizlararasi bir yerde yapildigi görüsündeler ve dünya tarafindan yakalandigini düsünüyorlar.
3. Bazi bilimciler, Ay´in içinin yogunlugunun yüzeyden farkli oldugu düsüncesindeler? Gerçekten Ay´in içi bos olabilir mi?
4. Ay´in 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite vardir, bu elemental olarak dogal midir?
5. NASA tarafindan 100 millik bir alana yayilmis su buhari saptandi ama Ay´da su olmadigi biliniyor.
Ve digerleri...
1. Ay, hem dünyanin dogal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadir.
2. Ay, olmasi gerekenden çok daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3. Ay kraterleri çok fazladir ve garip bir biçimde yüzeyseldirler.
4. Ay´in dünyaya bakmayan yüzü çikintili veya kamburdur ve Günes Sistemi´nde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren bir baska uydu yoktur.
5. Ölçümlemeler,Ay'da çok fazla demir oldugunu gösteriyorlar.
6. Ay´in bilesimi, dünyadan farklidir.
7. Doga kanunlarina aykiri olarak, Ay´da agir metaller yüzeydedir ve Ay´da önceden eriyik olan metaller yoktur.
8. Ay dev bir gong sesi çikarmaktadir ve yörüngede dönerken titresmektedir.
9. Ay, periyodik olarak sarsilmaktadir, bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar sanki tek bir kütleymis gibi tüm yüzeyi dolasabiliyorlar.
10. Dünyadan bakildiginda Ay, bir günes diski gibidir yani tutulmalarda günesi tam olarak kapatir, ne biraz küçük veya büyüktür sanki büyüklügü günesi örtmek için ayarlanmistir.
11. Eger Ay, dünya tarafindan yakalanmissa, bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklasip gidecektir.
12. Normalde Ay´in çizdigi yörünge, dünyanin ekvatoral çemberiyle karsit olmalidir ama Ay garip bir sekilde dünyanin yaptigi gibi, günese bagimli bir yörünge çizer.
13. Her ne kadar Ay volkanlarin ölü olduklari söyleniyorsa da, yüzyillardir Ay´da garip isiklar, parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir



alıntı: cafer iskenderoğlu

MELEKLER


“ Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.”
FATIR SURESİ-1
Meleklerin bedeni yaratılışları Nur dur. (Işık)
Allahu Teala, Tüm ilimlerin kapısını insanlara açmıştır.
Meleklere ise hangi görev için yaratıldıysa o görevlerine göre ilim verilmiştir. Meleklerin sahip oldukları ilim dallarının her biri bir kanattır.
Yani melekler  kaç ilim dalını biliyorsa o kadar kanadı vardır. Örneğin; iki ilim bilen melek iki kanatlıdır. Üç ilim dalını bilen melek üç kanatlıdır.
“Allah Âdem'e bütün isimleri, (zatına ait tüm isimlerinin ilimlerini) öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.”                                                       BAKARA SURESİ-31
“Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.”                             BAKARA SURESİ-32
Bakara suresinin 31 ve 32. ayetlerinde anlaşılacağı gibi, İnsanın ilimleri, Kainattaki tüm bilinçli varlıkların ilimlerinden fazladır. Çünkü Allahu Teala İnsana bu ilimleri Elest gününde kendi katında öğretmiştir.  Allahu Teala İnsana verdiği bu ilimleri geri almamış, İnsana verdiği ilimleri İnsanın levh-i mahfuzuna (Gen lerine) kaydetmiştir.  Melekler bu olaya şahitlerdir. Yukarıdaki ayetlerde bu halin teyididir.

Melekler; Fatır suresinde belirtildiği gibi iki,üç, dört yada vazifesine göre daha fazla ilme yani kanada sahiptirler.
Peygamber efendimiz (sav); Cebrailin (as.) altı yüz kanadı yani altı yüz ilme sahip olduğu hakkında  hadis kitaplarında geçen beyanı vardır.
Cebrailin (as) altıyüz ilme sahip olması, onun, Allahu Tealanın ayetlerini Peygamberlere taşıması ve bu ayetleri bilmesi için verilmiştir. Cebrail (as) Meleklerin en Alimidir.
Melekler diğer din mensuplarının inandığı gibi görsel kanatlara sahip değillerdir.
Zaten yaratılış gereği iki kanattan fazlası o kanatlı varlığın uçmasına engeldir. Hele altı yüz kanatla uçmak mümkün değildir.  Melekler ışıktan yaratıldığı için ışık gibi ve ışık hızıyla hareket ederler.

Meleklerde, cinsiyet yoktur. Yani melekler erkek veya dişi değildir.
“(Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.”
ISRA SURESİ-40
Onlar cinsellikle çoğalmazlar. Allahu Teala heran  bir şende yani yaratma halinde olduğu için yarattığı varlıklarla beraber görevli Melekleride heran yaratır.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an (bir şendedir) yaratma halindedir.”
RAHMAN SURESİ-29
Allahu Teala  heran bir şen halinde, her her varlığı yarattığı gibi, heran İnsan da yaratır. Yani Allahu Tealanın huzuru, heran ELEST günüdür.



MELEKLERİN GÖREVLERİ
CEBRAİL (AS)
Cebrail (as) Peygamberlere Allahu Tealadan vahiy getiren Melektir.
Aynı zamanda gök ordularından bir ordu olan Melekler ordusunun Komutanıdır. Peygamber Efendimizin savaşlarına özellikle Bedir savaşına katıldığı, Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiştir.
“O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?”
ALİ İMRAN SURESİ-124
Cebrailin (as) vahiy getirme görevi bizim dünyamız için bitmiştir.
Allahu Tealanın emriyle Kadir gecelerinde Rahmet Meleklerinin başında yeryüzüne iner. Bu görevi devam etmektedir.
“Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.”
KADİR SURESİ-1-2-3-4-5
MİKAİL (AS)
Kainat içerisinde, İnsanın yaşadığı gezegenlerdeki tabiat olaylarından sorumlu Melektir. Mevsimler içerisinde oluşan tüm tabiat olaylarının düzenleyicisidir.
İSRAFİL (AS)
Kıyamet öncesi Sur a müdahale etmekte görevlidir. Sur, Evrendeki Karadeliklerin bir araya toplanarak tek bir Karadelik haline getirilerek, Kainatın içindekileri korkunç bir güç ve azametle emerek yok edecek olan, Gücün, Kuran-ı kerimdeki adıdır. İsrafil (as) şu anda Karadelikleri bir araya topluyor. Kıyamet vakti yaklaştı zaman tükeniyor.

AZRAİL (AS)
Azrail  (as) bu dünyada hayatı sona eren İnsanların, ruhla irtibatını keser,
Hayatları sona erdirir.
“De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
SECDE SURESİ-11
Meleklere kendilerine verilen görevin durumuna göre beden verilmiştir.  Elektrondan Küçük Melekler yaratıldığı gibi, Arşı taşıyacak kadar  büyük ve kuvvetli yaratılmış melekler vardır. Arşı taşıyan Meleklere Hamale-i Arş melekleri denir.
Yani melekler kainattaki kuvvetlerinde sahibidirler.
Kainattaki her varlıkta meleklerin görevleri vardır.
Bununla beraber İnsan, eğer gerçek İnsan seviyesine çıkarsa Meleklerden alimdir ve üstündür. Çünkü İnsan, kainatta Allahu Tealanın halifesi olarak yaratılmıştır. Ama zamanımızda yaşayan İnsanların bu halin ne anlama geldiğinden haberleri yok.
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.”                                                 BAKARA SURESİ-30
Allahu Tealanın, Bakara 30 da geçen emri üzerine, bizim özendiğimiz Melekler, İnsana secde etmiştir.
“Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik.”
BAKARA SURESİ-34
 
Bu ayetler üzerine,
Fazla söze gerek varmı?
İnsan, Meleklerin secde ettiği İnsan olmalıdır.

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. «Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır» dediler.” BAKARA-285



alıntı: cafer iskenderoğlu

Kıyamet

FİHİBİSMİLLAHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
KIYAMET..
“Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?”
ĞAŞİYE SURESİ -1
“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır.” “Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”
MÜ’MİN SURESİ -18-19  
Ezeli ve ebedi olan, Allah’tır. Allah’ın tüm yarattıkları kaderlerinin sonunda muhakkak yine Allah’a dönecektir. Kainatın dahilinde vücut sahibi (NEFS sahibi) ne kadar yaratılmış varlık var ise ki bu varlıklar nur bedenli, enerji bedenli, zahir bedenli, olabilir hatta yerler ve gökler, galaksiler ve içindekiler, Muhakkak kıyamette yok oluşu tadacaklardır. (Esmalara dönüşü tadacaktır!)
“Tüm Nefisler, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”ENBİYA SURSİ – 35
Kainat yaratılalı yaklaşık 15 milyar yıl oldu. İnsan da kainattan önce yaratıldı. İnsanın Kainattan önce yaratıldığının şahidi RAHMAN suresinin ilk dört ayetidir.
“Rahmân Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.”
RAHMAN SURESİ -1-2-3-4
Kuranın Ayetlerinin dizilişi hatasız yapılmıştır. Rahman suresinin ikinci ayetinde “Kuranı öğretti” sözünün anlamı; Allahu Teala, İnsanı nur bedenlerde secdeye davet ettiği gün olan, ELEST gününde nur bedenlerdeki İnsanlara öğretilen ve levh-i mahfuzun bilgisi olan Kurandır.
“İnsanı yarattı” Ayetinde ise insanın fizik bedeni ile kainatın yaratılması anlatılır.
İşte nur bedendeki insan 15 milyar yıldan fazla bir süreden beri hayat sahibidir. Ancak beden alemindeki hayatının süresi, 15 milyar yıldan fazla yaşanan nur beden hayatına göre çok kısadır. İşte bu kısa hayat süresinde İnsan kendisine açıklanan Kuran bilgileri ile ebedi hayata hazırlanıp, kainatın kıyametinin acısını yaşayanlardan değilde, o muhteşem ve zorlu kıyameti seyredenlerden olmalıdır. Kıyamet ve azabı çok korkunçtur.

Bismillâhirrahmânirrahîm
TEKVİR SURESİ


1. Güneş katlanıp dürüldüğünde…
Bu ayette geçen KUVVİRET kelimesi çok büyük bir kuvvetle bükülüp dürülmek anlamındadır.
Yani karadeliğin şiddetli çekim gücüne kapılan güneşin dürülmesi, eskiden ninelerimizin yünü ip haline getirdiği İĞ denilen el aletiyle yünün, iğin dönmesiyle ip haline gelmesi gibidir.


2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde!
Kainatta bulunan tüm gezegenlerin ve güneşlerin özelliklerini kaybedip, karadelik (SUR) anaforu (borusu) tarafından emilirken aldığı hali anlatır.
3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde..
Karadelik yani sur anaforu tarafından şiddetle emilen gezegenlerin tüm yapısı havalarda uçuşarak sura doğru akar. o halin görünümü bir gezegenden bakılırsa dağların taşların bir hizaya girerek büyük bir hızla sura doğru yürüyüşü gibidir.
4. Gebe develer salıverildiğinde..
Bu ayetteki gebe develerden maksat şudur, Kainatın içindeki tüm varlıklar, kendi varlıklarını oluşturan esmaları zuhura çıkaracak ve cisimlerinden asla dönecektir. Yani kainat ta hiçbir varlık kalmayacaktır. Kainat bu hali yaşamaya gebedir. Kıyamet yakındır anlamındadır.
5. Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde..
Bu ayetin Arapçası “Ve izelvuhuşu huşiret.” Yani vahşi varlıkların bir araya toplanması anlamındadır. Kainattaki vahşi varlıklar karadeliklerdir. Bu karadelikler, İsrafil As tarafından bir araya getirilip birleştirilerek tek ve devasa SUR anaforu oluşturulur. Bu sur anaforu (borusu) kıyamete gebe olan kainattaki tüm varlıkları vahşice emip yok edecektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
İNFİTAR SURESİ
“1, 2, 3, 4, 5. Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar.”
(İşte ey güzel insan; önce kendi mezarına,
Sonra kainatın mezarına kıyametle beraber gömülüp kaybolmadan önce, bu ayetler üzerinde çok düşün. Hayatın çok kısadır. Dünyada sahip olduğun hiçbir varlık senin değildir. Dünyada sahip olduğunu sandığın maddi varlıklar için bu azabı yaşayıp ahiret alemine, Esfeli safilin zihniyetinde değil de İnsanı kamil olarak git.)
“6, 7, 8. Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? “
“9, 10, 11, 12. Hayır! Bütün bunlara rağmen siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir. “
“13, 14. 15, 16. İyiler muhakkak cennette, kötüler de cehennemdedirler. Ceza gününde oraya girerler. Onlar (kâfirler) oradan bir daha da ayrılmazlar.”
“17, 18, 19. Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah'a kalmıştır.



alıntı:cafer iskenderoğlu

Güneşin Sırrı


BİSMİLLAHİRRAHMAİRRAHİM
GÜNEŞİN SIRRI
“Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir."
FUSSİLET SURESİ – 37
Kainatın Kuranını okumaya devam ediyoruz.
“Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız”.
ZARİYAT SURESİ – 49
Kuran-ı kerimde geçen ÇİFT kelimesi eşler anlamına da gelir ancak bu ayette yaratılan her soyut ve somut varlığın birden fazla yaratıldığını anlatır
Allahu Teala kainatın içindekilerin belirlenen denge içinde hareket etmesini, hareketin ve hayatın oluşmasını o varlıklara verdiği çiftler prensibine bağlamıştır. Kainata bakın... Kainata bakın tek başına bir güneş yada gezegen göremezsiniz, Kainat, Kainattaki denge ve Hayat, Gece ve gündüz, Artı ve eksi, Hayat ve ölüm, Nefs ve Ruh, Sıcak ve soğuk örnekleri ile beraber daha birçok çiftin bir arada yaratılmasından oluşur. Yani tezatlar yaşam sebebidir. Çifler olmasaydı Kainatta ve Kainatın içindeki yapılarda yaşam enerjisini somut yada soyut olarak bulamazdık. Altı aşamalı yaratılış, tamamen çiftlerle oluşmuştur. Örneğin bir Atom elemanları artı ve eksi yüklüdür.

Elektronlar eksi protonlarda artı yüklüdür. Atomun bu yapısı olmasaydı ne Molekül yaratılır nede hücreler olurdu demek ki tüm yapının aslı çiftlerdendir. Zamanımızda en büyük ihtiyacımız olan Elektrik Enerjiside artı ve eksi kutupların akımı tamamlamasından elde edilir. Yani zıt çiftlerin.

Elektrikle çalışan tüm cihazlar ve bilgisayarlar artı ve eksinin bir arada çalışmasıyla iş görürler.
Ateş enerjidir. Haliyle ateşde çift yaratılışın etkisindedir. Başka türlü ateş enerjisini elde etmek mümkün olmaz. Yakılan her türlü yakıt muhakkak surette bulunduğu çevrenin sıcaklığındadır. Yani normal yaşam ısısındadır. Örneğin bir yanma için soğuk yakıtın sıcak tepkimeye girmesi şarttır. Mesela; odun, doğalgaz veya herhangi bir yanıcı madde normal ısıdadır. Sıcaklık elde etmek için sıcak bir maddeye yakıta ihtiyaç varmı? Hayır muhakkak yaratılmış çifte ihtiyaç vardırki Allah bu çifte yemin etmiştir.
“Fecre, on geceye , çifte ve teke, örttüğü an geceye yemin ederim ki, akıl sahibi için bunlarda elbette bir yemin (değeri) var, değil mi?”
FECR SURESİ-1-2-3-4-5
Allahu Tealanın FECR suresinin bu ayetlerinde yemin ettiği çift tüm yaratılışın denge ve çalışma prensinindeki sultan güçlerine olan yemindir ki bu yemin değerinin kainat ve içindekilere kazandırmış olduğu o muhteşem tecellilerinin eseridir. Yine bu ayette yemin edilen tek Allahu Tealanın kendi lisanı ile kendisini tevhididir.
Kainatın içerisinde var olan gezegenlerin yıldızların fiziki yapıları çift yaratılıştan payını muhakkak surette almıştır.
Örneğin Dünyamızın yapısı genel manada sıcak bir merkez ve soğuk yüzeyden ibarettir.

Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi dünyanın iç kısmı ateşdir yaklaşık 5000 derece sıcaklığa sahiptir. Yüzeyi ise merkeze göre soğuk ve yaşama elverişlidir. Dünyanın bu yapısı çift yaratılışın delilidir.
Bazı gezegenlerin yapısı gaz dır. Ancak bu gezegenlerin dahi dış yüzeyleri ile merkezleri arasında hatırı sayılır ısı farkı vardır.
Güneş de çift yaratılıştan nasibini almıştır.

Yani, Dünyanın tersine Güneşin yüzeyi 5500 – 6000 derece cıvarında Dünyanın ise çekirdeği 5000 derece civarındadır.
Önce Kurandan bu sırrı inceleyelim. Ateşin ve Güneşin merkezlerinin soğuk olduğunun delili, Kuranda ayet olarak vardır.
“Ey ateş! İbrahim için soğuk ve esenlik ol!” dedik.
ENBİYA SURESİ – 69
Hz. İbrahim in ateşe atılması hakkında bir rivayet şöyledir.
“Adamlarına hemen yakacak odun toplamalarını emretti. Hz. İbrahim'in ateşe atılarak cezalandırılacağını herkes duymuştu. Günlerce odun toplandı. Dağ gibi bir odun yığını meydana getirildi. Nihayet odunlar tutuşturuldu. Ateşin şiddetlendiği an yer gök aleve boyandı.

Sıcaklığı çok uzaklardan bile hissedilmekteydi. Karşı tepeye kurulu olan mancınığa, konularak ateşe atılacak olan Hz. İbrahim mancınığa dogru götürülüyordu. Bu dehşet verici olayı seyredebilmek için Babil'de kimse kalmamıştı. Herkes olay yerine toplanmış, korku ve merak içinde bekleşiyordu.
Hz. İbrahim mancınığa yerleştirildi. Muhafızlar onu ateşe atmak için Nemrud'un emrini bekliyordu. Dağ, taş bütün canlılar, tüm melekler Allah'a yalvarıyor, Hz. İbrahim'in kurtulması için niyazda bulunuyordu.
- Ey Rabbimiz bu kavim içinde; seni bilen tanıyan sana ibadet eden, sadece Hz. İbrahim var.
Oysa onu ateşe atıyorlar. izin verinde şu kavmi yerle bir edip Hz. İbrahim'i kurtaralım, diye yalvarıyorlardı. Yüce Allah ise onlara;
- "Onun durumunu ben daha iyi bilirim. O eğer sizden yardım isterse edin, Eğer yalnız bana güvenip dayanır, benden yardım dilerse ona benim yardımım kâfidir" karşılığını vermişti.
Nemrud'un emriyle mancınık fırlatıldı. Hiç bir telaş ve korku belirtisi göstermeyen Hz. İbrahim ateşin ortasına doğru uçuyordu. Ateşe dogru yol alırken, "Allahın yardımı bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ben ona dayanıp güveniyorum" demişti.

Yüce Allah, canı gönülden, tam bir teslimiyet içinde kendisine dayanıp güvenen hiç bir kulunu yalnız bırakmazdı. Hele hele bir peygamberini asla. Yüce Allah'ın emri Hz. İbrahim'in imdadına yetişti.
- Ey ateş, İbrahim için serin ve zararsız ol. İlahi emir üzerine ateş Hz. İbrahim'i yakmadı. Ateşin ortasında güllük gülüstanlık serin bir bölge oluşmuştu. “ bu paragraf alıntıdır.
Allahu Teala dileseydi, Hz. İbrahimi Nur bedene geçirir di o zaman yine ateş yakmazdı.
Ayeti Kerime anlaşıldığı gibi, Allahu Teala Ateşe “ İbrahim için soğuk ol” emrini veriyor. Yani ateşle direk fizik beden karşı karşıya. Çünkü ateşi hisseden fizik bedendir.
Tefsirlerde, Hz. İbrahim için yakılan ateşin büyüklüğü anlatılır, ateşin yüksek ısısının etrafta toplanan halkı dahi etkilediği anlatılır.
Hz. İbrahim ateşe atılınca, zaman içinde zaman, mekan içinde mekan yaratan Allahu Teala, ateşin merkezindeki soğuk bölgeye Hz. İbrahimin bedenini zarar görmeden indirdi. Ve ateşte merkezindeki soğuk bölge Allahın emriyle genişledi.
Şimdi ateşi başka açıdan inceleyelim.
Yakmak istenilen odun parçasının yada kömür parçasının iç kısımları ne kadar soğuk ise o odun yada kömür yanarken merkezindeki soğukluk nedeniyle daha uzun müddet yanar. eğer bir odunu iyice ısıtıp sobaya atarsanız o odun parçası, soğuk olan odun parçasına göre daha çabuk yanıp biter.
Güneşin tahmini yaşı beş milyar yıldır. Çapı ve kütlesi ne kadar büyük olursa olsun eğer Güneş, sanıldığı gibi merkezinden yüzeyine tam bir ateş topu olsaydı, yani çift yaratılışın dışında olsaydı enerjisi çok kısa sürede biter ve sönerdi.
Güneşin uzun ömürlü enerji vermesinin ana sebebi, Güneşin varlığında bulunan ve Yaratılışın gereği olan iki tezatın yani sıcak ve soğuk çiftinin beraber bulunmasıdır.
Nitekim Atom bombasının patlaması sonucu ortaya çıkan nükleer enerji soğuk uranyum235 in reaksiyonudur.
Güneşin uzun ömürlü enerjiside, sıcak ve henüz ısbatlanamamış olan soğuk füzyonun senkronize alışverişinden kaynaklanmaktadır.
Dünyada daimi enerjiyi arayan bilim adamlarının, Kuranın bu mucizesini laboratuar ortamında bulması yakındır. Yani güneşin sırrı olan sıcak ve soğuk füzyon etkisi, Dünya insanlarına ucuz ve sürekli enerjinin kapısını açacaktır.
“Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?”
KAMER SURESİ – 32 


Alıntı:cafer iskenderoğlu

Nuh’un Gemisi Nerede?

Dünyanın dört bir yanında geçmiş farklı birçok kültürde tufan efsanesi yer alır. Jeolojik ve fosil bulgulara göre dünyanın en az bir döneminde sular altında kaldığı kabul edilmektedir. Bağdat’ın 160 km güneyindeki Nippur kasabası yakınlarında bulunan 60 bin tabletten oluşan bir Sümer kitaplığı tabletlerinde, Dicle kıyısındaki Asur başkenti Ninova’da bulunan Asur tabletlerindeki Gılgameş Destanında  tufan olayı kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi anlatılmakta ancak Nuhun gemisinin konduğu dağ belirtilmemektedir. Gılgameşteki tufanın MÖ 4250 de olduğu sanılıyor. Buradaki Hz. Nuh pozisyonunda olan kahraman Sümer bilgesi Utnapiştim.

Nuh’un Gemisi Nuh Tufanından sonra nereye oturmuştur, kalıntıları hala varsa nerededir? Kur’an ve Tevrat’da  bu konuda ne yazıyor tekrar bakalım:

Kur’an’a göre:

Ve su çekildi. İş bitirilmişti. Gemi, Cudi üzerine oturdu ve haykırıldı: ‘O zalimler topluluğu geri gelmez olsun!‘” HÛD 44.

Cudi Arapça’da yüksek dağ anlamına gelmekte olup Kur’an’da herhangi bir dağa, tepeye gönderme yapılmış olabilir. Peki Kur’an’da gönderme yapılan Cudi hangi Cudi’dir neyin nesidir ve nerededir.

Cudi Dağı
Cudi Dağı
Kur’an tefsirlerinde Cudi’nin Musul’a yakın bir yerde olduğundan bahsedilir. Zemahşeri, Keşşaf, Celaleyn, Beydavi ve daha bir çok tefsirlerde Cudi’nin Cezire’de mübarek ve kutsal bir dağ olduğunu belirtildiği iddia ediliyor.  Arapça yazılmış Al-Muncitte lügat ve ansiklopedide de Cudi Cizre şehrinin (bugünkü Cizre ilçesi) kuzey doğusunda Cizre’ye 45 km mesafede bir dağ olarak belirtilir. Bahsedilen dağ, bugün Cizre sınırları içinde bulunan dağ, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir. Şırnak ismi, “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Cudi Dağı’nın eteğinde ismi “seksenler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan köyünün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır, ve köyün ismi Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan seksen kişiye atfen böyle anılmaktadır. Tarih boyunca bölge halkı Şırnak merkez, Silopi ve Cizre ilçesi ve köyleri birlikte her yıl yaz aylarında Cudi dağına ziyaretler düzenler ve çeşitli etkinlikler yaparlar.

Tevrat’a göre:

Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ağrı dağlarına oturdu. Yaradılış 8:4

Ağrı Dağı
Ağrı Dağı
Ancak Türkçeye Ağrı Dağları olarak geçirilen kelimenin aslının yazılışı  r r t dir. Ünlü (sesli) harfler orijinal metinde yer almaz, okunurken ve günümüz dillerine çevrilirken konulur. Bu da Ararat olarak  yapılmıştır. Halbuki kelime Urartu  olarak da geçirilebilirdi.  Gerçekten de Tevrat’ta Urartu Ararat olarak geçer.  Yani Tevrat’taki Ararat “Ararat Diyarı” anlamındadır.  Günümüzün Ağrı Dağı  İncil’deki masoretik ünlüleştirmeden ötürü, Urartu adının “r r t” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır.  Demek ki gemi Urartu’da bir yere oturmuştur. Peki neresidir bu Urartu?

Urartu devletinin yerleşim bölgesinin sınırlarını, batıda Karasu-Fırat, kuzeyde Kuzey Ermenistan dağları, doğuda İran Azerbaycanı’ndaki Savalan Dağları, güneyde ise Zagros Dağları’yla birleşen Doğu Torosların dış kenarı oluşturur. Urartu devletinin başkenti bugünkü Van’dır. Urartu Devletinin sınırlarında Ağrı dağı bulunur. Ağrı Dağı’na yabancılar Ararat derler. Ararat daha önce belirttiğimiz gibi Urartu demektir.

Geminin yeri konusundaki tahminler:

·        Cudi Dağında Güney Doğu Anadolu’da  Cizre-Şırnak arasında – Boylamı: 42.5 Enlemi: 37.38

·        Ağrı Dağında

·        Güney Doğu Anadolu’da Harran ovasında Urfa yakınlarında – Boylamı: 38.85 Enlemi: 36.959

·        Durupınar tepesinde

·        Ağrı dağında Cudi adı verilen bir zirvede

·        Suudi Arabistan’daki El Judy (Cudi) Dağında

Durupınar Doğubeyazıt’ın 16 km güney doğusunda. Ağrı Dağı’nın karşısında Tendürük Dağları
Durupınar
Durupınar
eteğinde, Aşağı Süphan ile Yukarı Süphan köyleri arasında. Adını Harita Mühendisi Yüzbaşı İlhan Durupınar’dan alır. İlhan Durupınar 1959 da Harita genel Müdürlüğünde hava fotoğraflarını incelerken Nuhun gemisinin kalıntısına benzer 135 m uzunluğunda, 50 m. genişliğinde, 6 m. derinliğinde bir oluşum görmüştür. Soldaki resme bakınız. Ara Güler de 1960 da bir tepeye çıkıp aynı yerin fotoğrafını çekmişti. Güler bunu şöyle anlatıyor: “...Bir gün ‘Hayat’ dergisine yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok benziyor. Hemen Erzurum’a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli Gümüşpala… ‘Paşam’ dedim. ‘Bu, çok müthiş bir şey… Bu fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım…’ Paşa, bana bir uçak verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk. Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh’un gemisinin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş, sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış.…” 1986’da, “Jeomorfoloji Dergisi”nde Yılmaz Güner imzasıyla yayımlanan bir makalede; bir gemiye çok benzetilen sözkonusu kabartının, jeolojide “yer akması” (“earthflow”) adıyla anılan ve buzulların kaymasıyla ortaya çıkmış, son derece doğal bir oluşum olduğu öne sürülmüştü. Ancak yanda göreceğiniz bir başka fotoğraf ve şekiller Ara Güler’in dediğini doğrular nitelikte.
Ara Güler'in Fotoğrafı
Ara Güler'in Fotoğrafı

Tevrata göre geminin 40 gün 40 gece süren yolculuğu sonrasında Nuh’un karaya gönderdiği kuşun, ağzında bir zeytin dalıyla geri dönmesi de Cudi görüşünü oldukça destekliyor. Çünkü Ağrı Dağı’nda hiç zeytin ağacı yok, o yükseklikte olması da zaten mümkün değil. Oysa Cudi Dağı’nın güney kesimleri zeytinliklerle dolu. Ayrıca uzmanlara göre gerek yükseklik gerekse konum açısından Cudi Dağı karaya oturma açısından daha elverişli. Cudi dağı 2090 m. Ağrı dağı ise 5165 m. Bu yükseklik su altında kaldıysa neredeyse tüm dünya su altında kalmış demektir. Öyleyse ondan sonra sadece Nuh’un gemisindekilerle mi yeryüzünde tüm canlılar üremiş? Bu sorunun yanıtını geçen yazımızda vermiştik. Yani Nuh Tufanı yöresel bir cezalandırma. Halbuki gemi Ağrı dağına oturduysa tufan küresel bir cezalandırma haline dönüşür. Demek ki gemi Ağrı dağı zirvesine oturmamış.

1953 de Alman Jeolog Friedrich Bender’in Cudi tepesinde 1. m derinlikte bulduğu katranlı bir tahtanın yaşı 1971 de yapılan karbon deneyiyle 6500 yıl olarak bulunmuştur. Eğer bu parça gerçekten tufandan kalma ise tufan MÖ 4530 da olmuştur demek gerekir. Bu da maksimum 300 yıllık hata payıyla Irak’ta yapılan kazı kalınlıklarına göre tufan yılı olarak tahmin edilen MÖ 4250 yılına denk düşmektedir.

Cudi Dağı, Tufan’ın geçtiği Gılgameş destanının yaşandığı Mezopotamya’ya Ağrı dağından çok daha yakın.

Ağrı dağının tepesi buzul ve oksijeni çok az. Gemiden çıkanlar için yaşam uygun değil.

On ikinci yüzyılın sonunda ve onüçüncü yüzyılın başında yaşamış olan coğrafyacı, seyyah Yakut el-Hamevi, bu konuda Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydetmiştir: “… Yağmur suyu yeryüzünde 150 gün kaldı. Gemi, tufanın 7. ayının 17. gününde Cudi’ye oturdu. Nuh’un ömrü 601 yılına varınca 1. ayın 1. gününde su yeryüzünde azalmaya başladı. 2. ayın 27. gününde de yer kurudu. Nuh ve beraberindekiler gemiden çıktılar. Nuh bir mescit ve Allah için kurban yeri yaptı ve kurban takdim etti” (M. Strech İslâm Ansiklopedisi Cudi Dağı maddesi). Yakut’un vefat tarihi miladi 1229’dur. Demek ki miladi onüçüncü yüzyıla kadar geminin Cudi’ye oturduğunu söyleyen Tevrat nüshası vardı.  İslâm Ansiklopedisi’nin yazdığına göre onuncu yüzyıla kadar birçok Ermeni yazarının ve daha başkalarının eserleri, Ararat’ın tufanla ilgisi olmadığını gösterir. Eski Tevrat tefsirine göre geminin, Cudi yahut Hıristiyan yazarlarına göre Gordyene, (Süryanice Fardu, Ermenice Kordukh) denilen dağlara oturduğu kabul edilirdi. Geminin Cudi (Kardu veya Kordukh) üzerine oturduğu, Tevrat’ın Arami dilindeki tefsirinde (Targumlar) görülmektedir.

Sonuç: Kur’an’ın yanlış, Tevrat ve Eski Ahit’li İncil’in doğru olduğunu kanıtlamak için Ağrı dağında Batılılarca “GÜYA” yapılan sayısız araştırmalardan sonuç alınamamıştır. Arada bulduk diyenlerden sonra ne bir ses ne bir kanıt çıkmıştır. Ancak propagandalarında başarılı olmuşlardır. Onların sayesinde ülkemizde bile neredeyse herkes Nuh’un gemisinin Ağrı Dağında olduğuna inanır olmuştur.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Kur’an’da geçen Cudi kelimesi ille de bugünkü Cudi Dağı olmayabilir. Yüksek bir dağ, tepe olabilir. Cudi Dağı da olabilir. Ama Ağrı Dağının tepesi olamaz. Nuh’un gemisinin konduğu yer artık Ağrı dağı değil Cudi Dağı da dahil olmak üzere başka yörelerde de nisbeten daha düşük yüksekliklerde aranmalıdır. Tabii kalıntılar 6500 yılda kaldıysa.

8 Şubat 2011 Salı

Nar ve nur

Allah’ın iki türlü isim silsilesi vardır. Biri cemal silsilesi, diğeri ise celal silsilesidir.
Cemal silsilesinde lütuf, ikram, şefkat, nur, ihsan, af, hüsün gibi manalar hükmeder. Aynı şekilde bu manaların her dairede tecelli ve taallukları vardır. Mesela insanın kalp dairesinde reca ve ümit olarak, terbiye dairesinde mükafat ve ödül olarak, ahiret dairesinde cennet ve nur olarak tecelli eder.
Celal silsilesinde ise kahır, intikam, ceza, nar, azamet, kibriya gibi manalar hükmeder. Aynı şekilde bu manalar mahlukat dairelerinde de tecelli ve taallukları vardır. Mesela insanın kalp dairesinde haşyet ve korku olarak, terbiye dairesinde mücazat ve ceza olarak, ahiret aleminde ise cehennem ve nar olarak tecelli eder.
İşte nur, Cemal isminden geliyor; nar ise Celal isminin bir tecellisidir. Bu ikili tecelli en küçük daireden en büyük daireye kadar hepsinde aynı şekilde tecelli ve taallukları vardır.
Nur ve nar belki madde olarak köken olarak aynı yerden gelebilirler, ama tecelli ve mana olarak kökü ve esası iki farklı isim silsilesinden geliyorlar. Bu yüzden kökleri aynı bile olsa mana ve hükümleri faklıdır.
Nar yakar Nur ise aydınlatır. Nur, hem maddi olarak aydınlatır hem de manevi olarak hidayet ve iman şeklinde aydınlatır. Nur nara göre daha latiftir. Nur, göz bebeğine girer orda görmeye yardımcı olur, ama nardan az bir kıvılcım göze girse gözü patlatır ve kör eder. Her ikisi de maslahat ve gayelerini geldiği isim silsilesinden alıyorlar.

Zerre ile atom

Arapça bir kelime olan zerre
* Pek ufak parça
* Atom
* Çok küçük karınca
* Güneş ışığında görünen ufacık tozlar anlamında kullanılır.

Atom son derece küçük olduğundan ona da bu isim verilmiştir. Ayette şöyle bildirilir:

"İnkâr edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır." (Sebe 3)

Ayete dikkat edilirse zerreden daha küçüğü de nazara verilmektedir. Günümüz ilmi de atomun da partiküllerden meydana geldiğini söylemektedir. Risalelerde zerre, “atom, molekül veya bir şeyin en küçük parçası (toprak zerresi gibi)” anlamında kullanılmıştır. Atom elementin en küçük birimi, molekül bileşiğin en küçük birimidir.