İnsan gerçekten kutsal bir varlıktır.İlahiyetin yeryüzündeki
tezahürüdür.İnsana bakış açımız,Allah’ın halifesi olduğuna inanmak
şeklindedir.Kur’an ve sünnet bize bunu telkin ediyor,inanmak üzere
emrediyor.Ancak, Allah isminden anladığımız algılar kişiden kişiye
değişmekte,bazıları Allah’ı gökyüzünde bir yerlere
yerleştirmekte,dilediğinde hatırlayıp medet beklediğimiz,dilediğimizde
unutup yok saydığımız sanki bize göre,nefsimizin kavradıklarıyla sınırlı
bir ilah olarak görüyor…Bazıları ise güzellikleri Allah’a atfediyor
da,olumsuzlukları şeytana,nefsine hamlediyor.Sanki Allah’la mücadele
ederek bazı işleri Allah’ın dilediğinin aksine yönetip yönlendirecek
gücü olan,haşa bir ikincil tanrı varmış gibi düşünüyor,inanıyor ve
şeytana yenildim,nefsime yenildim gibi işin içinden sıyrılmaya
çalışıyor..
Allah iyiliklerin de kötülüklerinde yegane yaratıcısıdır.Öncelikle bunu bilmeli,algılamalı,inanmalıyız.
‘’La ilahe illallahü .
Vahte hü la şerike leh
Lehül mülkü velehül hamdü
Ve hüve ala külli şey’ün kadir..’’
Bu dua her namazdan ve büyük duadan sonra okunan bir tespihtir.Anlamı;
< Allahtan başka ilah yoktur,
O tektir.
ortağı,hükümranlığını paylaştığı bir güç hiç kimsede ve hiçbir şeyde yoktur.
Mülk yani bütün varlık ve yokluk onundur.
Hamd ona mahsustur..
Yani övülmek ve övmek ona mahsustur.
Ve o herşeye kaadirdir,>demektir.
Efendimiz bu tespihten daha üstün bir tespihle Allah’ı zikredemezsiniz.Bunun bir üstünü bir fazla söylenmesindedir, buyuruyor.
Dualar
semaya melekut aleme yol alırken, bu ibare yüzünden, hiçbir süfli
varlık yapılan duaya fitne kırıştıramaz,yerine seri olarak ulaşmasını
engelleyemez.
SANA SENDEN YAKIN
Sanıyor ki göklerde bir tanrı var.
Her haliyle onun nefsine uyar.
O unutunca tanrı da unutur.
Yalnız onun istediğini duyar.
Maalesef iş öyle değil can cazım.
Bir an önce Hakk’ı öğrenmen lazım.
Ezeldir, Ebeddir, Haydır yaratan;
Her var da o var, hem Aliyyül Azim
Her zaman her yerde edebi takın.
An bile olsa, olma gafil, sakın.
Hakk bizden uzakta sanma, çünkü O.
Sana şah damarından daha yakın.
Ilgın -1994
Alemler
ulvi ve süfli olarak ikiye ayrılır.Biri her şeyi ayakta,varlıkta
sürekli kılmak için mücadele eden Cemal sıfatına mensup varlıklar;diğeri
her şeyi yok etmek üzere programlanmış süfli,Celal sıfatına mensup
varlıklar.Bu var ve yok etme sürekli olmakla beraber,olması gerekenler,
belirlenmiş bir ölçü ve zamana bağlanmış.Biz buna ezeli taktir
diyoruz.Suya var etme,ateşe yok etme kabiliyet verilmiş.Bu zıt
kuvvetlerin varlıklarını da birbirine bağlamış, mahkum etmiş.Hatta bazı
varlığın, var olabilmesini bunların belli oranlarda ortaklıklarına,
karma bir oluşuma bağlamış.Vücudumuzda hem ateş,hem toprak, hem su,hem
havayı harç etmiş.Biri diğerini yok etmek istese, kendisi de yok olacak
şekilde programlanmış.
Kadını erkeğe,erkeği kadına mahkum ettiği
gibi..Aslında ikisi birbirine taban tabana zıt,düşman
varlıklardır..Ancak mıknatısın zıt kutupları gibi birbirine teskin olmak
için muhtaç ve çekici yaratılmıştır.Hem birbiri için dayanılmaz cazibe,
hem de varlıklarını yok edecek düşmanlık bir arada..
O nedenle aşk,
kavuşuncaya kadar, kavuşma arzusunun,ihtiyaç giderme isteğinin
dayanılmaz cazibesiyle, macera ve zevk yaşatırken,kavuşma ve
doyum,karşıdakinin keşfedilip sandığımız gibi olmayan,yararlarının
yanında zararlarının da olduğunu fark ettiğimiz, kendimizi tükenmeye
mahkum bırakan kaçınılmaz kaderdir. Aşkın ulvisi yani yaradana
yöneleni,nefsimizi Allah’ta yok eder.Ona fenafillah denir.Kuluna karşı
olanı da kulda yok eder.Kendimizden tavizler vererek sevgiliye göre
yaşamayı seçeriz.Bazen nefis bunu kendisinin felaketi olarak görür,
çatışmalarla aşkını öldürüp ayrılır.Olup biteni yanlış kişiyi seçtiğini
düşünerek karşıdakine yükler.Sonra yeniden aşık olur,yeniden
savaşır..Derken teslim olacak noktaya kadar acılar çeker,içten içe ölür…
Aşkın
makbul olanı kavuştuğu ilk kişide eşite yakın ortaklığı muhabbete
dönüştürmektir..Karşımızdakinin eksikliklerini, kendimizdeki
yetersizliklerle dengeleyecek empati yapar,bazı beklentilerin geleceğe
bırakılması gerektiğini,bazı arzuların başka türlü hobilerle
giderilebileceğini,bazılarının ise Ahirette cennette
gerçekleşebileceğini kabullenen nefisler, bu alemi en az
zararla,bazılarına göre daha mutlu yaşayabilirler.
Nefislerimiz,
ölünceye kadar mücadele edeceğimiz,bütünle uyuma
zorlayacağımız,düşmanımızdır.Bütüne ait ruhla,bütünün parçası
durumundaki nefsimiz evrensel gerçekler karşısında sürekli mücadele
edeceğimiz hasmımızdır.Hem de yetmiş iki şeytan gücündedir.Şeytan ise
bahsettiğimiz iki güç arasında meleki hızla sürekli gelgitleri
olan,varlığın ayakta kalmasına melekler kadar katkıda bulunan,o yüzden
kıyamete kadar mühlet verilmiş yine ilahi bir güçtür.Ne melektir ne
cindir.Bir uca vardığında melek gibi davranır,öbür uca vardığında iblis
olur.Paranın tura yüzüne bakanlara para tarafını
fısıldar,hatırlatır;para yüzüne vardığında da turadan bahseder.
Bir
yönden öğretmendir…Tek kusuru yaratılışı gereği,sabit fikir sahibi
olmaması,bir menzilde kalamaması,Allah’a,yani insana,cinlere melekler
gibi itaat edememesidir.Yine yaratılışının gereği olarak kimseye
yaranamamasıdır,diyebiliriz.Aslında kimsenin yanında kalması mümkün
olmadığından, sadece vesvese yapar,içimizden geçer gider.
Bize zarar
veren şeytanlar,iblisin teşvişine kapılıp Allah’ın emrinin dışına
çıkmakta beis görmeyen cinlerden ve insanlardan oluşan, iblisin
askerleri olarak tanımlananlardır.
Öyleyse hiçbir şeyi şeytana
yükleyemeyiz.O vesvese geldiğinde ki, bizden aslında hiç ayrı
olamaz,euzü besmele çekmektir.Onda Allah’a sığınmaktır.Onun
vesvesesi,euzü ile anında devre dışı kalır.Ancak nefsimize attığı tohum
bizde büyümeye devam eder…O olumsuzluğu beynimizde dallandırıp
budaklandıran nefsimizdir.Nefsimize esas işiyle,ibadeti,taatıyla
ilgilenme konusunda hükmedebilirsek iş kolaylaşır..
Bunu beceremezsek,aldanırız.güzeli,doğruyu bırakır,çirkin yanlışa hak etmediği değeri veririz.
Şeytandan
ve nefsimizden korunmanın yoludur, islamı yaşamak…Namaz ve sabırlar
Allahtan yardım dileriz.Zikirlerle akıl gözümüzü (kalp gözümüzü)
aydınlatırız.İstişare ederiz.Okuruz.Aynı delikten iki kere kendimizi
sokturmayız..Aynı çamura iki kere batmayız.Çok gezen ayağa çöp
bulaştığını fark edince az gezmeye razı oluruz.Su testisi su yolunda
kırılır atalar sözünü hatırlar,aynı yolun yolcusu olup
durmayız.Arkadaşını söyle kim olduğunu bileyim atasözünün gereğini
yapar,doğru kişilerle oluruz.Nefsimize her istediğini veremeyeceğimizi
kesin kararlılıkla öğretiriz.Hayatın yarısını sabır olduğunu öğretiriz.
Hayat kendini herkese öğretir de bazısı acı çekerek bazısı daha az acıyla sabır ederek öğrenir.
’’Biz varlığı yarattık ve isteyerek ya da zorla gelin dedik,isteyerek geldik dediler.’’ayet meali.
Şimdi
burada sana tarif edeceklerimi harfiyen,nefsine yenilmeden yaparsan,
hem gitgide her yönden rahatlayacak,hem de özlemini duyduğun temiz
hayata Allah’ın izniyle kavuşacaksın..
Şimdiye kadar aldığımız mesafe
sana güven vermeli.Daha önce sana yazdım..Yeni zikirlere ihtiyacın var
dedim.Yoğun bakımdan çıktın..Ancak henüz iyileşmedin..
Bir tek zina
yapmanın Tevrat’taki karşılığı taşlanarak ölümdür.Sen kaç kere taşlanıp
ölmeyi hakk ettiğini bilebiliyor musun…Burada hayatına son verilmesine
hükmeden Allah tövbesiz,arınmadan ahirete gittiğinde kaç binyıl
cehennemde kalacağını bilebilir misin.Ateşten yaratılmış cehennem
meleklerinin, ateşten uzuvlarıyla sevişmeye zorlandığını düşün…
Şimdi sana bir ayet meali daha hatırlatayım.
’’Denizde boğulacaklarını anladıklarında
Bizi kurtar Rabbim derler,
bir daha asla nefsimize uyup seni unutmayacağız.
Yasaklarını çiğnemeyecek,
farzlarını yerine getireceğiz..
Ayaklarını karaya bastırırız hemen unuturlar.
İnsan çok nankördür.
O yüzden cehennemi insan ve cinlerle dolduracağız.’’
Namazı
bile bile terk eden nefsine,namazsız söylediklerimden bir sonuç
alamayacağını iyi anlat.Hocam; başkaları kılmıyor,gül gibi
yaşıyor,diyorsan;sana da birileri Bu seni üçüncü azarlayışım…Bir dahası
olmayacak…Kurtulmak istiyorsan,namazdan vazgeçmeyecek,üstelik nafile
ibadet olarak okumanı istediğim şeyleri harfiyen söylediğim şekilde
yapacaksın.Gün gelecek, kızım bana ihtiyacın kalmadı diyeceğim.
Sen istedin diye aylardır seninle ağlayıp seninle sevindim….Bana yeni acılar çektirmemelisin.
Bu
fakir zaten her gece ölür,her sabah istemeden dirilir.Kızım dedim
sana,laf olsun diye demedim.Eğer başaramazsam kendimi sorumlu
hisseder,kahrolurum.
Bir daha böyle şeylere girmemeye karar
verdim.Gönlümün bir parçası sizlerde kalıyor.Rüyalarıma sizin
dertleriniz ortak oluyor.Söz verdim sen beni terk etmedikçe ben seni
terk etmeyeceğim dedim diye seninleyim.
Şimdiden sonrasını
ezberlemeni ve harfiyen uygulamanı istiyorum.İşin bunları yapmak
olsun.Boş ver çeyizi.Kurtulamayacaksan çeyize ihtiyacın olmayacak
ki.Önceliğin dualarında,tedavinde olmalı.
Her namazdan sonra,daha önce öğrendiğin gibi niyet ederek,salavat ve istiğfar ederek,okuyacağın dua:
Sağ
elini kalbinin üstüne koyacak,elemtere keyfe (FİL SURSİ)ni yedi kere
okuyacaksın..Sonunda yavaş yavaş elini göğsünden kaldırmadan sağa doğru
çekerek,koltuk altına gelince iki kere daha aynı sureyi okuyacaksın.Bu
senin kalbine vesvese veren iblisi ve cin şeytanlarını ( O hayatı
yaşayan herkesi dost edinmiş cinlerin) kalbine saldırılarına karşı seni
koruyacak..Hemen elini sağ dizinin üstüne koyarak tespihle (99 luk bir
tespihle en az bir tespih olmak üzere) düzenli okuduğun duanı
okuyacak,dokuz salavat ve bir kere de‘’La ilahe illallahü .Vahte hü la
şerike lehLehül mülkü velehül hamdü
Ve hüve ala külli şey’ün kadir..’’ Okuyarak namazı bitireceksin.
Kırk
gün inzivaya çekil.İnsanlarla az görüş.Motivasyonunu kirletmelerine
izin verme.Sen kurtuluşu hak edersen o delikanlıyı sana gönderen, senin
kılacaktır.
Hem aşkta kırılmak, incinmek yoksa o aşk aşk değildir zaten.
Ne demiştik aşk ateştir.
Öyle de böyle de yakacak cennete hazırlayacaktır.
Aşk denilen kısa süreli mektep olmasaydı, nefislerimiz hayvanlık makamından asla terfi edipte insan olamazdı.
Aşk ateşi rahmettir.Cehennem gibi.Cehennem cenneti kazanamayanlara son bir fırsat olmak üzere,rahmet sıfatının tezahürüdür.
Bu Blogda Ara
21 Temmuz 2012 Cumartesi
GERÇEK MEHDİ’NİN ALÂMETLERİ
Ahirzamanda, kıyâmetin
kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’in
başına gönderdiği bir komutan olan Hazret-i Mehdi, adil bir idareci,
dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır. O doğrudan doğruya
Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun
vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya
çalışacaktır. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer
edecektir.
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir.
Allah’ın hidayetine ermiş mânâsını taşır, Allah’ın izniyle hidayete
erdirecek mânâsını da ifade eder.
Mehdi Aleyhisselâm hakkında çok sayıda Hadis-i şerif
nakledilmiştir. Alimler bunu mütevatir kabul ederler. Resulullah
Aleyhisselâm’dan beri, müslümanlar ahir zamanda, Ehl-i beyt’e mensup bir
zatın çıkıp dini güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına,
müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu
kimseye Mehdi deneceğine inanmış ve bu âli zâtın gelmesini
beklemektedirler.
Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa
Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve Hazret-i
İsa, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl’i
öldüreceklerdir. Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın Mehdi’nin arkasında
namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
Bugüne kadar “Mehdiyim” diyenlerin hepsi şeytanın
kuklasıdır, maskarasıdır. Bu çıkanlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır.
Gelecek olan Hazret-i Mehdi’nin alâmetlerini Hadis-i şerif’lerden
öğreniyoruz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u
Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın,
babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında
inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Davud, Tirmizî)
Mehdi Aleyhisselâm’ın Resulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- Efendimiz’in neslinden geleceğini ve yeryüzünü adaletle
dolduracağını bu Hadis-i şerif haber veriyor.
Nice asırlardan sonra Hatem’ün nebi Muhammed
Aleyhisselâm’ın ümmetinden ve kendi neslinden gelecek olan bu
kurtarıcının dünyaya malik olacağı haber verilmektedir.
“Yeryüzünde dört kişi malik olmuştur. İkisi
mümin, ikisi kafirdir. Müminler, Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselâm,
kâfirler ise Nemrud ve Buhtunnasr’dır. Beşinci olarak Ehl-i Beytim’den
birisi gelecek ve o da dünyaya mâlik olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
İşte o zât-ı âli Mehdi Aleyhisselâm, şeriat-ı
mutahhara’nın emir ve hükümlerine, tarikat-ı münevvere’nin edeb ve
erkanına harfiyyen riayet edecektir. Allah-u Teâlâ’nın ahkam-ı
ilâhisini, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in
sünnet-i seniyyesini yaşayacak ve yaşatacaktır.
“O zât insanlar içerisinde Peygamber’in
-sallallahu aleyhi ve sellem- sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam
mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve
müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar.” (Ebû Dâvud. 4286)
Mehdi Aleyhisselâm gelinceye kadar İslâm ümmeti
parça parça olmuş, uhuvvet kalkmıştır. Alimler nefis ve menfaatlarına
düşkündür. İslâm’ın kurallarını hafife alma, yok sayma yarışına
girmişlerdir. Koyun postuna bürünmüşler, müslüman görünüyorlar. Halbuki,
ne zamanın alimlerinde ihlas, ne de amirlerinde adalet vardır. İşte o
zaman Allah-u Teâlâ beklenen kurtarıcıyı gönderir, bölük bölük olan
İslâm ümmetini sancağının altında toplar, zulüm içinde inleyen yeryüzünü
adaletle doldurur.
“Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi
uzatır ve Ehl-i Beytim’den birisi gelerek dünyaya hakim olur. Onun adı
adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle
doluysa, o onu adaletle doldurur. Malı seviye üzere taksim eder ve
Allah bu ümmetin kalblerine zenginlik verir. Yedi veya dokuz sene kalır.
Mehdi’den sonra, artık hayat yaşamakta, bir hayır yoktur.” (İmam-ı Suyûtî)
Daha önce işkence, zorbalık, zulüm ile dolu olan
yeryüzü, o geldiği zaman yedi yıl kadar adalet, emniyet ve zenginlik
içinde kalacaktır. O zat-ı muhteremin şekil ve şemalini Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle tarif ediyorlar:
“Mehdî bendendir. Alnı geniş, burnu ince uzun ve
ortası biraz yüksekçedir. Yedi sene hükmeder. Yeryüzü zulüm ve işkence
ile dolduğu gibi, onu doğruluk ve adaletle doldurur.” (Ebû Dâvud. 4285)
Mehdi Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve
sellem- Efendimiz’in kızı Hazret-i Fatıma validemiz’in neslinden
gelecektir.
“Mehdî kızım Fâtıma’nın çocuklarından ve benim ehl-i beytimdendir.” (Ebû Dâvud. 4284)
Naim bin Hammad -radiyallahu anh-ın rivayet ettiği
bir Hadis-i şerif’te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Mehdi Aleyhisselâm’ı açıkça tarif buyuruyor:
“Mehdi’nin çıkış yeri Medine’dir, Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytindendir. İsmi Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ismidir. Hicret edeceği yer
Beyt’ül-Makdis (Kudüs)’tir. Sakalı sıktır, gözleri sürmeli olacaktır.
Dişleri parlaktır, yüzünde bir ben vardır. Peygamber -sallallahu aleyhi
ve sellem-’in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli olup
dikişsizdir ve rengi de siyahtır. Onda bir hicr (hale) bulunur. O
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefatından beri açılmamış
olup Mehdi çıkınca açılacaktır. Hazret-i Allah üç bin meleği Mehdi’ye
yardım için gönderecek ve melekler O’na muhalefet edenlerin yüzüne ve
arkasına vuracaktır. O, yaşı otuz ile kırk arasında olduğu halde
gönderilecektir.” (İmam-ı Suyûti)
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise; Mehdi Aleyhisselâm’ın nurlu, parlak, adeta bir yıldız gibi parlayacağını haber veriyorlar.
“Mehdî neslimden bir şahıstır. Yüzü parlak yıldız gibidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bunun böyle olduğunu bilin, bu sahteleri bu Hadis-i şerif’in nûr ışığı altında tanıyın.
“Mehdi bizden, ehl-i beytimizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (Kütüb-ü sitte muhtasarı: c. 17, sh: 557)
Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himaye’sine ve tasarruf-u
ilahiye’sine alacaktır. Mehdi Aleyhisselâm’ı bir gecede olgunlaştıracak.
O gece onu nûr’u ile dolduracaktır. Yani Allah-u Teâlâ onu nûru ve
kudsi ruhu ile destekleyecektir.
“Biz Abdülmuttalib oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Câfer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” (Kütüb-ü sitte muhtasarı: c. 17, sh: 558)
Hakem bin Uyeyne -radiyallahu anh-’den şöyle nakledilir:
“Ben Muhammed bin Ali’ye dedim ki:
‘İşittiğimize göre sizden ‘bir adam’ çıkacak, bu ümmet arasında adalet yapacak.’
O dedi ki:
“Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden
önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O fitne geldi mi kişi mü’min
olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü’min olarak akşama
erer de kâfir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya menfaatine
satar.” (Müslim, İman 186, 118; Tirmizi, Fiten 30, 2196)
Dinini basit bir dünyalığa satmıyorlar mı? İmam veya alim görünen bu gibi kimseler bunu yapmıyorlar mı?
Onlar dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde
ve menfaat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını
da çıkarmaya çalışırlar.
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Bununla da kalmayacak, Mehdiyim, hatta peygamberim diyen sahtekâr, soytarılar türeyecektir.
Bunları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber vermiştir.
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizi)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bu gibilerin durumunu şöyle tarif ediyor:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde
bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları
istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan
fırkasıdır. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı
olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ey müslüman!
Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan
taraftarıdırlar. Onlara tabi olanda onlarla beraberdir ve şeytan
fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın. Onları iyi tanıyın.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e şöyle bir soru tevcih etti:
“Ya Resulellah, Mehdi bizden Al-i Muhammed’den mi, yoksa bizim gayrımızdan mı?” Buyurdular ki:
“Hayır, bilakis bizdendir. Allah bu dini nasıl
bizimle başlatmışsa onunla sona erdirecektir. Ve onlar bizimle nasıl
şirkten kurtulmuşlarsa, onunla da fitneden kurtulacaklardır. Allah
bizimle insanları nasıl şirk adavetinden kurtararak, onların kalplerine
ülfet ve muhabbet yerleştirmiş ve din kardeşi yapmışsa, Mehdi ile fitne
adavetinden kurtaracak ve kardeş yapacaktır.” (Naim bin Hammâd, Taberanî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise, Mehdi’nin açık ve kesin beş
alametinden bahsediyor, ümmet-i Muhammed’e haber veriyor:
“Mehdi’nin beş alâmeti bulunur. Bunlar, Süfyani,
Yemâni, semâdan bir sayha, Beyda’da ordunun batışı ve günahsız
insanların öldürülmesidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Dikkat ederseniz bunlar Allah Resulü Peygamber
Efendimiz’in beyanıdır. Artık bundan sonra çıkacak bu gibi sahtekarlara
kulak vermeyin, itibar etmeyin.
“Bizim Mehdimiz için iki alâmet vardır ki, Allah
semavat ve arzı yarattığından bu yana böyle bir şey vaki olmamıştır.
Bunlar Ramazanın ilk gecesinde ay, yarısında ise güneş tutulmasıdır.
Allah semâvat ve arzı yarattığından beri böyle bir şey olmamıştır.” (İmam-ı Suyûtî)
Yine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz, Hadis-i şerif’lerinde, Mehdi Aleyhisselâm’ı çok açık bir
şekilde beyan buyuruyor, ümmet-i Muhammed’e tarif ediyor:
“Sizinle insanlar arasında dört sulh anlaşması
olacak, dördüncü sulh, Heraklius ehlinden bir adam vasıtası ile olur ve
bu yedi yıl devam eder. Bir adam ‘Ya Resulellah o gün insanların imamı
kimdir?’ dedi. Buyurdu ki: ‘Evlâdımdan kırk yaşındaki Mehdi’dir.’ Yüzü
parlayan yıldız gibi, yanağında siyah bir ben vardır, üzerinde kutvani
iki aba bulunur. Tavrı beni İsrail ricaline benzer. Hazineleri çıkarır
ve şirk beldelerini feth eder.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi’nin çıkışından önce, Ramazan’da iki kez ay tutulması olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Mehdi’yi anlatırken, dilinde pelteklik olacağını ve kelimeyi telaffuz
ona zor geldiğinde sağ elini sol uyluğuna vuracağını söyledi ve ismi
ismimin, babasının adı babamın adıdır buyurdu.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takip
eder ve birinciler sonuncuların kılıçla çatışmaya dönüşünü kamçılar ve
bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir. Sonra da
hilafet, yeryüzünün en hayırlısı olan Mehdi’ye evinde otururken
gelecektir.” (İbn-i Ebi Şeybe)
“Mehdi’nin çıkışından önce, şarktan parlak kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd
arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi),
kaçarak Mekke’ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve
istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn-ü Yemanî ile Makam-ı
İbrahim arasında ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için)
Şam’dan bir ordu gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda’da
yere batırılacak. İnsanlar bunu görünce Şam’ın Ebdâl’ı ve Irak
ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş’ten, dayıları
Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına)
karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu,
Kelbî’nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbî’nin ganimetine
iştirak edemeyen zarara uğramıştır. Mehdi, malı taksim eder. Halk
arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel eder.
İslâm yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. Sonra ölür ve
müslümanlar cenaze namazını kılarlar.” (Ebu Dâvud: 4286, 4288, 4289)
Hadis-i şerif’ten anlaşıldığına göre, bir halifenin
ölümü üzerine, yerine seçilecek kimse meselesinde seçiciler arasında
ihtilaf çıkar. Zikri geçen zât yani Mehdi Aleyhisselâm, Allah-u â’lem,
emirlik makamının mesuliyetinden ve fitne çıkmasından çekinerek Mekke’ye
kaçar. Çünkü orası, kendine ilticâ edenlere emniyet sağlayan, mukaddes
belde Harem-i şerif’tir.
Mekke halkı’nın ihlaslı salih kimseleri, onun halini
anlayacaklar ve onu yalnız bırakmayacaklar. Onu evinden çıkarıp Kâbe-i
muazzama’nın önünde Hacer-ü’l-Esved, Rükn-ü ile Makam-ı İbrahim
arasında biat edeceklerdir. Ancak Şam’dan bir ordu gönderilerek bunlar
tenkîl edilmek istenecek. Fakat ordu Mekke-Medine yolu üzerinde Beyda’da
yere batırılacak. Bu kerametle Allah-u Teâlâ’nın vazifelisi olduğu
anlaşılır, kıymeti ve makamı ortaya çıkar. Böylece etrafında civarın
salihleri toplanır. Şam’ın ebdalları, Irak’ın sulehâsı ve ihlâs
sahipleri yanına gelip biat ederler.
Sonra annesi Kelp kabilesinden olan Kureyşli birisi
Mehdî Aleyhisselâm’a karşı çıkar ve hatta bir ordu hazırlar. Mehdî
Aleyhisselâm ve askerleri bu orduyu bertaraf ederler, bol miktarda
ganimet elde edilir.
“İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın Hac
ederler. Mina’ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp,
kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar
kan gölü içinde kalır. İnsanlar endişeyle onların en hayırlısına
koşarlar. Ve ona geldiklerinde onu kâbe duvarına yapışmış ağlar bir
halde bulurlar.
Ben onun göz yaşlarını adeta görür gibiyim.
Ona ‘Gel sana biat edelim’ derler. O ise,
‘Yazık size, ne kadar söz bozdunuz, ne kadar kan döktünüz.’ der ve
sonra istemediği halde biatlarını kabul eder. Eğer siz ona yetişirseniz
ona biat ediniz, çünkü o yerde de gökte de Mehdi’dir.” (İmam-ı Suyûtî)
Mina’da birçok Hacı’nın öleceği şiddetli harpler olacaktır. Bu sıkıntılı anda insanlar Mehdi Aleyhisselâm’a koşacaklardır.
“Süfyânî, bir ordu göndererek Medine’de Beni
Haşim’den kim varsa öldürülmesini ister. Beni Haşim’den ele geçirilenler
öldürülür ve geride kalanlar dağlara kaçarak Mehdi, Mekke’den çıkana
kadar saklanırlar. Mehdi zuhur ettiği zaman Medine’den kaçan bu insanlar
Mekke’de onun etrafında toplanırlar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Güneş alâmet olarak, doğmadıkça, Mehdi çıkmayacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
diğer bir Hadis-i şerif’lerinde muhtelif İslâm beldelerinden yedi hakiki
âlimin Mekke’de buluşup Mehdi Aleyhisselâm’a biat edeceklerini haber
vermektedir.
“Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin
çoğaldığı zaman, muhtelif beldelerden yedi âlim, her birinin beraberinde
üçyüzon küsür kişi olduğu halde, birbirlerinden habersiz bir şekilde
Mekke’de bir araya gelirler.
Biri diğerine ‘Burada ne arıyorsun?’ diye sorar.
Ona şöyle derler: ‘Biz o şahsı aramak için geldik
ki, fitneler onun eliyle sönebilir. Konstantiniyye onunla feth edilir.
Biz onu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız,
Mekke’de olduğunu da biliyoruz.’ Bu yedi âlim bu konuda birleşirler onu
ararlar ve Mekke’de bulurlar. Ve kendisine ‘Sen falan oğlu falansın’
derler. O ise ‘Ben sadece Ensar’dan birisiyim’ der. Onların elinden
kurtulur. Onu tanıyan ve bilenlere anlatırlar, bunun üzerine ‘Aradığınız
sahibiniz odur ve Medine’ye gitmiştir.’ denilir. Bu defa onu ararlar,
halbuki o tekrar Mekke’ye dönmüştür. Onu tekrar Mekke’de bularak yine,
‘Sen falan oğlu falansın, annen de filân kızı filânedir, sende şu şu
alâmetler vardır, birinci defa bizden kurtuldun, uzat elini sana biat
edelim.’ derler. Bunun üzerine o ‘Ben aradığınız değilim.’ der ve tekrar
Medine’ye gider. Medine’de yine aranınca tekrar Mekke’ye döner.
Mekke’de kendisini Rükûn’da bularak şöyle derler: ‘Eğer biatlarımızı
kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin
bulunduğu Süfyani ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız senin üzerine
ve kanlarımız da boynuna olsun.’ derler. Bunun üzerine Mehdi, Rûkun ile
Makam arasına oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder.
Allah da onun muhabbetini insanların
sinelerine yerleştirir. O daha sonra gündüz aslan, gece ise âbid olan
bir kavimle beraber olur.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi yatsı vaktinde Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem’in bayrağı, gömleği, kılıcı ve Nûr ve beyan gibi daha
bir çok alametler yanında olduğu halde, Mekke’de zuhur eder. Yatsı
namazını kıldıktan sonra en yüksek sesi ile şöyle hitab eder: ‘Ey
insanlar, ben size Allah’ı hatırlatıyorum. Yarın mahşer gününde Allah’ın
huzurunda yerinizin ne olacağını haber veriyorum. Allah-u Teâlâ size
pek çok deliller ve Peygamberler göndermiş, Kur’an-ı indirmiş ve size
şöyle emretmiştir: Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayın, Allah ve
Resulüne itaati koruyun. Kur’an’ın ihya ettiğini diriltin, yasaklarını
da yasaklayın ve siz Mehdi’ye yardımcılar ve destek olun. Zira dünyanın
fena bulması ve zevale ermesi yaklaşmıştır. Ve bu kesindir. Ben sizi
Allah’a ve Resulüne, O’nun kitabıyla amel etmeye, batılı yok edip,
sünnet-i ihya etmeye davet ediyorum.’ Bu hitabdan sonra, yanında
sonbahar bulutları gibi birbirinden habersiz toplanan, Bedir ehli
sayısınca üçyüzonüç kadar, insanla birlikte zuhur eder. Onun ashabı gece
abid, gündüz ise aslanlar gibidir. Allah, Mehdi için Hicaz toprağını
feth ederek hapisteki Haşimi’lerin hepsini de kurtarır. Siyah bayraklar
ise Kûfe’ye inip biat için Mehdi’ye adam gönderirler. Hazret-i Mehdi
ordusunu her tarafa gönderir. Zulmü ve zalimlerin hepsini yok eder.
Beldeler onun emrine girer. Allah-u Teâlâ onun elindeki
Konstantiniyye’nin fethini müyesser kılar.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu kavim Mehdi Aleyhisselâm’ın ordusudur. O ordunun
erleri gündüzleri cihadda, geceleri ibadettedirler. O orduya asker
olabilmek ne büyük bir şereftir.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Mehdi aşure günü zuhur eder. O gün Hüseyin bin
Ali şehid edilmiştir ve o Muharrem ayının onuncu cumartesi günü
olmuştur. O Rûkun ile Makam arasında kaim olur. Cebrail Aleyhisselâm
onun sağında, Mikail Aleyhisselâm ise solunda olur. Arzın muhtelif
yerlerinden gelen taraftarları toplanırlar ve ona biat ederler. Böylece,
yeryüzü daha önce zulüm ile dolduğu gibi, şimdi de adaletle dolar.” (İmam-ı Suyûtî)
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Zevra’da bir savaş olacak.”
Huzeyfe -radiyallahu anh-:
“Yâ Resulellah! Zevra nedir?” diye sorduklarında;
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap vermişlerdir:
“Zevra doğuda, nehirler arasında bulunan ve
ümmetimin en şerlilerinin yaşadığı bir şehirdir. Zalimler hep orada
otururlar. Onlara dört çeşit belâ musallat olur. Kılıçtan geçirilir,
yere batırılır, tufana maruz kalır ve hayvan suretine değiştirilirler.”
Devamla Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:
“Habeşliler Araplarla savaşmak isterler, ancak
onlar korkup Ürdün toprağına sığınırlar. Bu arada Süfyânî üçyüz altmış
süvari ile Şam’a varır ve bir ay içinde otuz bin kişi onlara iltihak
eder. Süfyânî daha sonra ordusunu Irak’a gönderir ve Zevra’da yüzbin
kişiyi öldürür. Nihayet Kûfe’ye varır ve onları esir ederek bir ordu
daha hazırlar ve onu Medine’ye gönderir. Ancak bu arada doğuda
başlarında Şuayb bin Salih Temimi’nin bulunduğu bir ordu toplanır ve
düşmanlarını yok ederek Kûfe’li esirleri kurtarır.
Süfyani’nin Medine’ye gönderdiği ordu üç günlük bir
işgalden sonra Mekke’ye yönelir, ancak Beyda’ya geldiğinde Allah-u Teâlâ
“Ya Cebrail onları cezalandır” emri ile Cebrail Aleyhisselâm’ı gönderir
ve Cebrail Aleyhisselâm bir ayağını yere vurarak bu orduyu toprağa
gömer. Sadece Süfyânî’ye haber getirecek iki kişi sağ kalır. Bu iki kişi
Süfyânî’ye gelip durumu anlattığında o herhangi bir korku duymaz. Bu
sırada Kureyş soyundan bir grup insan Konstantiniyye’ye kaçar. Ancak
Süfyânî Rum büyüğüne haber göndererek bunları geri istetir. Bu kişiler
ona iade edilir. Süfyani de Şam kapısında onların boynunu vurdurur.
O gün o kadar çirkin olaylar olur ki, Şam kapısında
gezdirilen bir kadın mihrapda Süfyânî’nin dizlerine oturtulur. Bunu
gören müslümanlardan birisi ‘Yazıklar olsun size imandan sonra küfre mi
düştünüz, bu helâl değildir.’ der. Ancak Süfyânî tarafından boynu
vurdurulur. Bu olayı yayan herkesin de boynu vurulur. İşte o zaman
semadan şu ses duyulur: ‘Ey insanlar! Allah-u Teâlâ size münafık ve
zalimlere uymayı men etmiş ve Mekke’de bulunan yeryüzündeki insanların
en hayırlısı, ismi Ahmed, babasının adı Abdullah olan Mehdi’yi reisiniz
kılmıştır, ona uyun ve emrini dinleyin.”
Bu sırada İmran bin Hüseyin -radiyallahu anh-
‘Hazret-i Mehdi’nin nasıl bilineceğini’ sordu. Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:
“O benim evlâdımdandır. Tavrı Benî İsrail ricali
gibidir, üstünde pamuktan (kutvani) iki cübbe bulunur. Sağ yanağında
siyah bir ben vardır. Yüzü parlayan yıldız gibi nurludur. Kırk
yaşındadır. Şam, Mısır ve Doğunun bir çok yerinden ebdallar ve ileri
gelen insanlar ona gelir ve Rükun ile Makam arasında ona biat ederler.
Sonra Hazret-i Mehdi, önünde Cebrail arkasında Mikail ile Şam’a doğru
yola çıkar ve onun hilafetine yer, gök ehli, yabani hayvanlar, kuşlar
hatta denizdeki balıklar bile sevinir. Zamanı bereketli olur, nehirler
suyunu, yer verimini artırır, hazineler çıkarılıp Şam’a getirilir.
Süfyânî, dalları Hire ve Taberiye’ye doğru uzanan
bir ağacın altında öldürülür. Kelp kabilesi de yok edilir. Orada
imkansızlık nedeni ile de olsa bulunamayan hüsrana uğramıştır.”
“Onlar tevhid ehli olduğu halde, onlarla savaşmak nasıl doğru olabilir?” şeklindeki sualini de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle cevaplandırmıştır:
“Onlar mürteddirler. Zira şarabı helâl sayarlar ve namazı da kılmazlar.” (İmam-ı Suyûtî)
Şimdilerde türeyen sahte mehdi de (İskender
Evrenesoğlu) şarabı helâl saymakta, başı açık gezilmesine, kadınların
çıplak dolaşmasına izin vermekte, namazı hafife almaktadır.
İşte Hadis-i şerif işte türeyenlerin durumu. Artık tanıyın bunları.
“Şam’ın ortasından, adına Süfyânî denilen ve
kendisine tabi olanların çoğunun Kelb kabilesinden olacağı birisi çıkar.
O insanları öldürür, hatta kadınların karınlarını deşip çocuklarını
katleder. Sonra onunla savaşmak için bir ordu toplanır ve onu öldürür.” (İmam-ı Suyûtî)
“Medine reisi, Mekke’deki Haşimilere bir ordu
gönderir, ancak Haşimiler bu orduyu hezimete uğratır. Bunun üzerine
Şam’ın o günkü sahibi olan Süfyani, içinde altı yüz yabancı olan yeni
bir orduyu tekrar Haşimi’lerin üzerine gönderir. Aydınlık bir gecede bu
ordu çölde giderken, bir çoban farkederek ‘Vay Mekke’nin başına gelene’
şeklinde söylenirken, ordunun birden gözünün önünden kaybolduğunu
görünce ‘Sübhanallah kısa zamanda nasıl da yok oldular’ diyerek onların
battığı yere gelip ve yarısı yerde, yarısı yerin dışında kalmış bir
yorganı yakalıyarak, çıkarmaya çalışır. Lakin çıkaramaz ve o zaman
ordunun toprağa battığını anlar. Mekke reisine bunu müjdelemek için
gider ve bunu duyan Mekke reisi ‘Elhamdülillah, bize kendisinden haber
verilen alâmet işte buydu’ der.” (İmam-ı Suyûtî)
“Beyda’da ordunun yere batırılışı Mehdi’nin çıkış alametidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu açık beyanlardan sonra hakiki, gerçek Mehdi’nin alametlerini iyi tanıyın, sahte ve soytarılara, yalancılara kanmayın.
“Kâfirler Arap yarımadasına inerler, ordular
düzenlenir, halife öldürülür, dertler de büyür. Şam surları üzerinde bir
münâdî ‘Yaklaşan şerden dolayı vay Arapların haline!’ der.” (İmam-ı Suyûtî)
“Hazret-i Mehdi başı üzerinde bir bulut olduğu
halde çıkacak, o bulutta bir münadi, ‘Bu Allah’ın halifesi Mehdi’dir
O’na tabi olun’ diye nida edecektir.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bu fitnelerin en sonuncusu ‘Günahsız insanların’
öldürülmesidir ki, artık o zaman kendisinden herkesin razı olacağı bir
gidişatta olan Mehdi çıkar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Süfyani, Halid bin Yezid bin Ebusüfyan’ın
evlâdındandır. Kafası oldukça büyüktür. Yüzünde kaşıntılı bir
hastalıktan (çiçek bozuğu) eser vardır. Gözünde de beyaz bir nokta
bulunur. Şam şehrinden çıkacaktır. Ona tabi olanların çoğu Kelb’dendir.
Kadınların karınlarını deşip çocuklarını öldürür, kendisine karşı
toplanan Kays kabilesini de iyice yok eder. (İşte o zaman) Ehl-i
beytim’den Harem de biri çıkar. Onun haberi Süfyani’ye ulaşınca, Süfyani
ona karşı ordusundan bir ordu gönderir. Ancak Mehdi, bu orduyu hezimete
uğratır ve bunun üzerine Süyani yanındakilerden bir orduyu, ona karşı
tekrar gönderir. Ancak bu ordu arzdan Beyda’ya vardıklarında yere
batırılır ve kendilerinden haber getirecekler dışında kimse sağ kalmaz.”
(İmam-ı Suyûtî)
İbn-i Mes’ud -radiyallahu anh- anlatıyor: “Biz,
Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında iken Benî Hâşim’den bir grub genç
geldi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onları görünce, gözü
doldu ve rengi değişti. Ben: Ey Allah’ın Resulü! Şimdiye kadar, mübarek
yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu
da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)” dedim. Şu cevabı verdiler:
“Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için
dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim benden sonra
bela, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, doğu tarafından
beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır
(saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun
üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra
istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu
kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim’den bir adama tevdi edecekler. Bu
(Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi,
yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar
üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın)” (Kütüb-ü sitte muhtasarı c. 17 sh: 556)
Bu Emr-i şerif de gösteriyor ki gerçek Mehdi
Aleyhisselâm’a tabi olmak şarttır. Öyleyse şimdiden Varaka bin Nevfel’in
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize Peygamberlik
gelmeden evvel biat etmesi gibi, biz de ona biatımızı edelim ve ona tabi
olalım. Zira daha henüz gelmedi.
“Muharrem ayında bir münadi semadan “Agâh olun
Allah’ın seçtiği kişi falandır, onu dinleyin ve itaat edin” diyecektir
ve bu çok şiddetli savaşların ve fitnelerin bulunduğu bir senede
olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Süfyani Kûfe’ye ulaştığı ve Âli Muhammed’in
yardımcılarını öldürdüğü zaman Mehdi çıkar ve onun bayraktarı Şuayb bin
Salih Temimi olur.” (İmam-ı Suyûtî)
“Şuayb bin Salih Temimi orta boylu, esmer, hafif
sakallı olup, elbiseleri beyaz ve bayrakları siyah olan dört bin askerle
çıkar. Bunlar Mehdi’nin önünde olurlar ve karşılarına çıkan herkesi
hezimete uğratırlar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi’nin bayrağında ‘Biat Allah içindir’ yazılıdır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Yaşı küçük sakalı hafif ve sarışın bir genç
çıkar, Mehdi’nin bayrağını taşır ve karşısına dağlar bile çıksa onları
ezerek İlya (Kudüs)’ya kadar ulaşır.” (İmam-ı Suyûtî)
Diğer bir Hadis-i şerif’te Mansur diye bir zâtın
malıyla, canıyla, ona hazırlık yapacağını ve Mehdi’nin halifeliğine
yardımcı olacağı haber verilmekte, ona tabi olunup yardımcı olunması
gerektiği belirtilmektedir.
“Maverâunnehr’den bir adam çıkacak, ona
el-Hâris İbnu Harrâs (çiftçi) denecek. (Ordusunun) önünde Mansûr denen
bir adam olacak. Bu zât Âl-i Muhammed için (malıyla, canıyla, silahıyla
zemin) hazırlayacak, hilafeti mümkün kılacaktır. Tıpkı Kureyş’in
Resulullah Aleyhisselâm’a mümkün kıldığı gibi. Ona yardımcı olmak ve
icabet etmek her müslümana vâcib olmuştur.” (Kütüb-i sitte muhtasarı c. 15 sh. 438)
“Maveraünnehir’den bir adam çıkar, adına ‘Haris’
denir, o çok savaşçıdır. Onun önünde ise, ismine ‘Mansur’ denen birisi
bulunur ve Kureyşliler Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem’e nasıl
yardım etmişlerse, o da Âli Muhammed’e öyle yardım eder. Her mümine ona
yardım etmek vacib olur. Yahut da ona icabet vacib olur .” (İmam-ı Suyûtî) (Ebu Davud)
Abdullah İbnu’l-Hâris İbn-i Cez’iz-Zübeydi -radiyallahu anh-dan rivayetle Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
“Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin hazırlayacak.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı c. 17 sh.558)
“Mehdi’den önce onun ehli beytinden doğu’da bir
zât çıkar hedefi Beytül Makdis (Kudüs) olarak, o onsekiz ay omuzunda
kılıç taşır, öldürür, yaralar, ancak oraya varamadan ölür.” (İmam-ı Suyûtî)
“Ashabı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Emirdağ Lahikası
isimli eserinin 259. sahifesinde Mehdi Aleyhisselâm’ın vazifelerinden
şöyle bahs etmektedir:
“Mehdi Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî
cemaatinin şahs-ı mânevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet
kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun
cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden
bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birinci Vazifesi: Fen ve
felsefenin tasallutiyle ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine
intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam
susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten
muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman
tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i mehdi’nin, o
vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki
hilâfet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile
iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir
cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri
kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam
yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu,
yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım
şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli
ve kıymetli sayılırlar.
Daha evvel arzedildiği gibi:”Bize kalem ile
cihad verilmiş, ona ise kılıç ile, biçerek ifsadı kaldırma verilse
gerek. Kitaplarımızı o okuyup anlayacak, sırlarını ister açar, ister
açmaz.”
Naim bin Hammad -radiyallahu anh-ın Kab -radiyallahu
anh-den tahriç ettiği Hadis-i şerif’te ise Mehdi Aleyhisselâm’ın öncüsü
bu bayraklılar ifşa edilmiş, nasıl mücadele edeceklerinede işaret
edilmiştir.
“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden birisi de
Batı’dan başlarında Kinde kabilesinden ayağı sakat bir adamın bulunduğu
bayraklıların çıkmasıdır.” (İmam-ı Suyûtî)
Mehdi Resul Hazretleri doğrudan doğruya Resulullah
Aleyhisselâm’ın vazifesini yapacak. Onun vazifesi kalemle değil, kılıçla
olacak. Ömrü sırf cihadla geçecek. O birşey yazmayacak, çünkü yazmaya
vakti olmayacak.
“Sizin hazinenizin yanında, hepsi de bir
halifenin oğulları olan üç kişi öldürülür ve bu hazine hiçbirisine nasip
olmaz. Sonra doğu tarafından siyah bayraklılar çıkarak hiçbir kavmin
yapmadığı bir şekilde savaş yapar ve ardından Allah’ın halifesi Mehdi
gelir. Siz onun ismini işittiğinizde kar üzerinde sürünerek de olsa ona
gelin ve ona biat ediniz. Çünkü o Allah’ın halifesi Mehdi’dir.” (İbn-i Mace, Hakîm)
İbni Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre; Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün Hazret-i Ali
-radiyallahu anh-ın elinden tutarak şöyle buyurdu:
“Bunun soyundan bir genç çıkar ve arzı adaletle
doldurur. Siz onu gördüğünüzde Temimi genci arayın. Çünkü o doğudan
çıkacak ve Mehdi’nin bayraktarı olacaktır.” (Taberâni)
Şeyhül Ekber Muhyiddin-i İbn-i Arabi -kuddise sırruh-’nin Fütuhat’ül Mekkiye’sinin 66. babında Mehdi şöyle anlatılmaktadır:
“Allah’ın bir halifesi daha vardır ki, yeryüzü
zulüm ve haksızlıklarla dolu olduğu zaman zuhur edecektir. Yeryüzünü
adalet ve sükûnetle dolduracaktır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem-’in yolundan gidecektir. O hiç yanılmayacaktır. Çünkü onun,
görmediği yerde doğrultan meleği vardır. Hakkı ayakta tutanlara yardım
edecek, dediğini yapacak, bildiğini söyleyecek, Allah ona o kadar güç
verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini
ikâme edecek, İslâm’ı ihya edecek, önemsenmez bir hale geldikten sonra
ona tekrar kıymet kazandıracak, onu ihya edecek. Asrında cahil, bahil ve
korkak olan bir adam, hemen âlim, cömert ve cesûr olacak. Kendisine
karşı geleni ve kafa tutanı perişan edecek. Dini, Resulullah’ın
-sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek.
Halis ve hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak. Mehdi İstanbul
şehrini Süfyan’ın elinden alacak. Düşmanları, ehli içtihad alimlerinin
mukallidleri olacak. Çünkü onlar, Mehdi’nin kendi imamlarının tersine
hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da
gelemeyecekler. Onun kılıncı kardaşlarıdır. Kılıncından korktukları için
ister istemez hâkimiyetine boyun eğecekler. Onun açık düşmanları fukaha
olacak. Elinde kılıncı yani kardaşları olmasa idi katliyle fetva
verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu keremiyle ve kılınç ile tathir
edecek, onlar ona itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları
kalmayacak, hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Mehdi’nin
gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan hem
korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan nefret edecekler,
fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.”
Bediüzzaman Hazretleri ise Emirdağ Lahikası isimli eserinin devamında şöyle buyurmaktadır:
“İkinci Vazifesi: Hilâfet-i
Muhammediye (Aleyhisselâm) ünvanı ile şeâir-i İslâmiye’yi ihya
etmektir. Âlem-i İslâm’ın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti
maddî ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlahiden kurtarmaktır. Bu
vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlar efradı bulunan
ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı
zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı
Muhammediye’nin (Aleyhisselâm) kanunları bir derece ta’tile uğramasiyle O
zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyle ve ittihad-ı İslâm’ın
muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin
neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr
seyyidlerin iltihaklariyle o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.”
Bediüzzaman Hazretlerinin de beyanlarında olduğu gibi bütün feyz-ü kemalatı üzerinde taşıyacaktır.
Resulullah Aleyhisselâm’ın müjdelediği Hazret-i
Mehdî, Resulullah Aleyhisselâm’ın soyundan, Sıddık-ı Ekber -radıyallahu
anh-ın yolundan gelse gerek.
İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta buyururlar ki:
“Sanıyorum ki Peygamber’imizin -sallallahu
aleyhi ve sellem- geleceğini haber verdiği Mehdi, velâyetin en yüksek
derecesinde olacaktır. O da bu Tarikat-ı aliye’den yetişmiş ve bu
silsile-i aliye’yi tamamlamış ve tekmil etmiş olacaktır.
Zira bütün velâyet yolları, bu
yolun altında bulunmaktadır. Diğer velâyetinin, nübüvvet makamının
kemâlâtından nasibi azdır. Bu yoldan kazanılan velâyette ise, Sıddık-ı
Ekber’in yolu olduğu için, o nübüvvet makamının kemâlâtından pek çok
bulunur.” (251. Mektup)
“Ebû Bekir’in kapısından başka, mescide açılan bütün kapıları kapatınız.” (Buharî)
Hadis-i şerif’ine Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
“Allah’ım! Bütün tarikatların piri kesildiği zaman Ebu Bekir’in yolunu kıyamete kadar bâkî kıl.” mânâsını vermiştir.
Bir Hadis-i şerif’te de:
“Allah-u Teâlâ benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” buyuruluyor.
Bu Hadis-i şerif o kadar büyük mânâ taşıyor ki “Emânât-ı ilâhi’yi ona teslim ettim.” mânâsına geliyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz’in ahirete intikallerinden sonra, yakınlık nesebi itibarı ile
bu nur Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-e geçti.
Resulullah Aleyhisselam’dan sonra imanda, amelde, ihlasta, ahlakta insanların en büyüğüdür.
O nurdan en çok nasip alan zat şüphesiz ki odur.
Dolayısı ile o yol böylece intikal ediyor. Yani vekilden vekile intikal
ediyor. Çünkü o vekiller o nur zincirinin baklaları gibidir. Hepsi
bir, birisi hepsidir.
Binaenaleyh umarız ki Mehdî Resul bu yoldan ve bu kanaldan gelse gerek.
Niçin bu yoldan ve bu kanaldan gelecek?
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı
bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü vazgeçirmeye çalışırsınız ve
Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran: 110)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına mazhar olunduğu için.
Bütünüyle ihsan-ı ilâhî’ye mazhar olup, kemâliyetini
üzerinde toplamış olarak; sehm-i velâyete ve sehm-i nübüvvete de nâil
olup onlara vâris olarak gelecek ve ümmet-i Muhammed’e bir hediye-i
ilâhî olacaktır.
Yeryüzünü nuru ile doldurur. Bütünüyle küfrü ve küfür âdetlerini, her türlü sapıklığı ve bölücülüğü ortadan kaldırır.
Sahtelere gelince onlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar bundan altmış tane çıkmış olacak.
“Allah’ın Resulü olarak gönderildiğini iddia eden altmış yalancı çıkacaktır.” (İkdu’d-durer)
Taberani’nin bir rivayetinde bu yalancıların sayısının yetmiş olacağı da haber verilmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.” (İbn-i Mes’ud)
Ebu İshâk anlatıyor: “Hazret-i Ali
-radiyallahu anh- oğlu Hasan -radiyallahu anh-a baktı ve “Bu oğlum,
Resulullah Aleyhisselâm’ın tesmiye buyurduğu üzere Seyyid’dir. Bunun
sulbünden peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle
peygamberinize benzeyecek; yaratılış yönüyle ona benzemeyecek” dedi ve
sonra da yeryüzünü adaletle dolduracağına dair gelen kıssayı anlattı.” (Ebu Dâvud)
Ebu Hureyre -radiyallahu anh- anlatıyor: Resulullah Aleyhisselâm buyurdular ki:
“Otuz kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.” (Tirmizi, Ebu Dâvud)
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de İsa
Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inmesidir. Bu husus tevatür derecesine
ulaşmış, kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa’ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.” (Nisa: 159)
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda
ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim
ki, çok sürmez Meryem oğlu İsa adil bir hakem olarak inecek, haçı
kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar
çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacak.” (Buhâri, Tecrid-i sarih: 1018)
Binaenaleyh İsa Aleyhisselam inecek ve Mehdi
Aleyhisselâm’ın arkasında namaz kılacaktır. Beraberce cihad edecekler.
Deccal’i öldüreceklerdir.
“İsa bin Meryem’in, arkasında namaz kılacağı kişi bizdendir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Mehdi bu ümmettendir ve Hazret-i İsa’ya imam olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Ebu Ümame -radiyallahu anha-den şöyle rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitab etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Medine, körüğün demirin pasını giderdiği gibi içindeki pisliği giderir, o güne kurtuluş günü denir.”
Ümmü Şüreyk:
“Yâ Resulellah! O gün Araplar nerede?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Onlar o gün az olurlar, imamları salih bir insan
olan Mehdi olduğu halde, Beytül Makdis’e sığınırlar. Orada imamları
kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği sıra, bir de
bakarlar ki İsa bin Meryem Aleyhisselâm sabah vaktinde inmiştir. Bu imam
(Mehdi) İsa’yı öne geçirmek için arka arka çekilir. İsa Aleyhisselâm
onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki: ‘Geç öne namazı kıldır. Zira
kamet senin için getirilmiştir.’ Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara
namazı kıldırır.” (İbn-i Mace, Hâkim)
Hülasa-i kelam İsa Aleyhisselâm ile Mehdi
Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar.
Kendilerine verilen vazifeyi bîhakk’ın yapacaklardır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan... Ve
onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz bu
mevzuda da Hadis-i şerif’lerin ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek
Mehdi’nin alametlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
“Mehdi yedi sene iki ay birkaç gün hüküm sürecektir.” (İmam-ı Suyûtî)
“Âhir zamanda bir halife gelecek, malı taksim edecek, saymayacaktır.” (Müslim: 2914)
“Ehli beytimden birisi yedi yıl hüküm sürüp, daha evvel zulümle dolu olan arzı adaletle doldurmadıkça bu dünya bitmez.” (İmam-ı Suyûtî)
“Ehli Beytimden birisi çıkar ve sünnetimi söyler.
Allah ona yağmur indirir ve yeryüzü ona bereketini çıkarır. Daha önce
zulüm ve cebirle dolu olan dünya, adalet ve nefasetle dolar. Yedi yıl bu
ümmete hükmeder ve Beytül-Makdis’e iner.” (Taberâni)
Bütün bu hadisatın olması ahirzamanda olacaktır. O zaman artık fitne ve fesat artmış son haddini bulmuş olur.
Sevbân -radiyallahu anh-dan rivayete göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.
Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık kıyamet gününe kadar
kaldırılmaz. Ümmetimden bir kısım kabileler müşriklere iltihak
etmedikçe, ümmetimden bir kısım kabileler putlara tapmadıkça kıyamet
kopmaz. Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin
peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben peygamberlerin mührüyüm
(sonuncusuyum) ve benden sonra peygamber de yoktur. Ümmetimden bir grup
hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara zarar
veremezler. Allah’ın (kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı c.13 sh. 425)
Hadis-i şerif’te:
“Benden sonra halifeler bulunacak. Halifelerden
sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zalim
idareciler olacak. Daha sonra Ehl-i Beytimden bir adam çıkacak, yeryüzü
zulümle doldurulduğu gibi onu adaletle dolduracak. daha sonra onun
yerine Kahtanî ümmetin başına geçirilecek. Beni hak ile gönderen Allah’a
yemin ederim ki, bu ondan aşağı değildir.” (Taberâni)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz’in bu Hadis-i şerif’inde beyan ettiği Kahtânî Cehcah’tır. Çok
kıymetli bir kimse olup Mehdi Resul Hazretlerinden sonra çıkacak ve onun
yolunu tutacaktır.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Cehcah denilen bir adam melik olmadıkça günlerle geceler gitmez.” (Müslim: 2911)
Çok büyük dirayet sahibi ve temizleyici olacak ve bütün dünyayı koyun güder gibi güdecek, hükmünü yürütecek.
“Zalimlerden sonra Cabir gelir, sonra Mehdi, sonra Mansur, sonra Selâm ve en sonra da Emirül Usub gelir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu çıkanlar sahtedir. Bu çıkan ilk değil, sonuncusu da değil. Bundan sonra da çok çıkacak.
Hadis-i şerif’te:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” buyuruluyor. (Münavi)
Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad
ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan
alıkoyanlardır.
“Ümmetimin arasından otuz tane yalancı çıkacak ve kendilerinin peygamber olduklarını iddia edeceklerdir.
Oysa ki ben peygamberlerin sonuncusuyum ve benden sonra artık peygamber gelmeyecektir.” (Buharî)
Bir de bu sahte Mehdi “bana vahyolunuyor” diyerek peygamberliğini ilân etmektedir.
Bu gibi yalancıları Kelâm-ı kadim’inde hem yalancı, hem zâlim diye nitelendiriyor.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah’a karşı yalan uydurandan ve kendisine hiç
bir şey vahyedilmediği halde ‘Bana da vahyolundu.’ diyenden de ‘Allah’ın
indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim.’ diyenden daha zâlim kim
olabilir?
Bu zalimler ölüm dalgaları içinde can
çekişirken, melekler de ellerini uzatmış ‘Haydi canlarınızı teslim edin,
Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve Allah’ın âyetlerine
karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bugün siz horlayıcı alçaltıcı bir
azabla cezalandırılacaksınız!’ derken bir görsen!” (En’am: 93)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Cenab-ı Allah’a itaat et ki akıllı denmeye şâyan olasın.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Hazret-i Allah ve Resulü’ne isyan edenlerde akıl
yoktur, onlara deli nazarı ile bakılır. Zaten bu adamın da deli raporu
olduğu bilinmektedir.
Kendilerinin resul olduğunu söyleyen bu yalancılar, bir peygamberin “Nebi” olmadan “Resul” olamayacağını bilemeyecek kadar cahildirler. Gerçekten şeytan onlara bu yalanı süslü göstermiş, onları gururları aldatmış.
Âyet-i kerime’de:
“O çok aldatıcı şeytan sizi Allah’a karşı mağrur etmesin.” buyuruluyor. (Lokman: 33)
Kendi nefislerini bilip tanıyamadıkları için Hazret-i Allah ve Resulü’nü de bilemezler. Çünkü onlar gerçekten kara cahildirler.
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yasin: 77)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere;
Yaratan’ın niçin yarattığını, neden yaratıldıklarını bilmedikleri için
Yaratan’a hasım kesildiler.
Hazret-i Allah onları:
“Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkâr edenler.” olarak vasıflandırmaktadır. (Müddessir: 31)
İlâhi emir ve hükümleri, bilgisizlik sarayı olan
nefislerine soracaklarına ve şeytana uyacaklarına, Hazret-i Kur’an’a
kulak verip itaat etselerdi bu rezil duruma düşmezlerdi.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Yolun doğrusunu göstermek ancak Allah’a aittir.” buyuruluyor. (Nahl: 9)
Yolun doğrusunu Allah-u Teâlâ tayin eder, mahlukun hükmü yoktur.
Daha evvel şöyle arzedilmişti:
“Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar,
çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne dönmeye
bakın.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve
servet, asayiş ve emniyet gibi esbab-ı istirahat mükemmel olduğu bir
zamanda Cenab-ı Hakk’a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki,
muzayakalı bir zamanda seni lutf ile yad buyursun.” (Ahmed bin Hanbel)
Zira Mehdi Aleyhisselâm ancak ihlas sahiplerini
ordusuna alacaktır. Gerçekten bir imam gelecek, fakat fakirin tahminine
göre bu zamana daha 30-40 sene var. Nasibi olan bu hakiki imamı görür.
Çıktığı zaman tereddütsüz biat edin.”
Şu kadar varki İsa Aleyhisselâm’ın da geleceği
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile arzedildi. Ona ve Mehdi
Aleyhisselâm’a gönülden teslim olup biat etmek şarttır.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde onun hakkında şöyle buyuruyor.
“Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsâ yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 1406)
Herkes imtihan olacak, böylece iman ile küfür ayrılacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nûr’unu koymuşsa ona tabi olacak, kime koymamışsa olmayacak.
20 Temmuz 2012 Cuma
ALLAH esması nasıl zikredilir?
ALLÂH...
Öyle bir isimdir ki...
"Ulûhiyet"e işaret eder!
"Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilminin icabı olan "nokta"lar âleminde her bir "nokta"yı oluşturan, her biri kendine özgü "Esmâ" mertebelerini işaret eder!
"Zât"ı itibarıyla, "şey"in gayrı, "Esmâ"sı itibarıyla "şey"in aynı olan,
Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ganî ve benzeri olmayan, zattır!
Bu yüzdendir ki, "şey"i ve fiillerini Esmâ’sıyla yaratan zat, Kur’ân-ı Kerîm’de "BİZ" işaretini kullanmaktadır.
"Şey"de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: "Şey"den söz ettiğimizde; "şey"in zâtı derken, onun varlığını oluşturan "Esmâ mertebesinden" söz ederiz.
"Şey"in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur.
Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır!
Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, "vahiy" yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz!
İşte bunu anlatmak sadedinde ‘’yolun sonu "hiç"likte biter,’’ denmiştir!
&&&&&&&&&
Bu isim (ALLAH);
Bütün isimleri camiğdir,(kapsar).
İsm-i azamdır…Celal dır…
Bu ism-i celalın talimi (uzun süreli zikri),ileri derecede adap gerektirir.
Çok temiz, tenha bir mekânda,
Abdestli olarak,
olağan üstü samimi ve saygılı,
kıbleye yönelmiş vaziyette,
namazdaki gibi oturularak,
tespih sağ elde,
el ya sağ diz üzerinde veya kalp üzerinde tutularak,
dil damağa yapıştırılmak suretiyle,
sessiz, kalben,
dikkat dağılıncaya kadar, bilinçli olarak zikredilir.
Bu arada baş öne, sağa doğru yıkılır, gözler kalbe yönelir.
Her ‘’Allah’’ kelamında sağ şehadet parmağı ile bir tespih çekilir.
Yani sağ el şehadet parmağı bir kere hareket etmiş olur.
Bu efal, efal-i cemaldir.
Hiç bir şekilde, vücudun diğer azaları hareket ettirilmez.
Gözler başka alana kaymaz…
Allah ism-i celalını çok zikir etmeye gelmez.
Şiddet tecelli eder.
Aşk’ulllah öyle bir seviyeye çıkar ki
ne nefis, ne ruh, ne de beden buna tahammül edebilir.
O nedenle öyle binlerce sayıda okumak,(tecelli ehline) zarar verir.
Tahammülü imkânsızdır,
hem zat hem sıfat için.
Akla dahi zarar gelebilir.
Bu tembihat dikkate alınmazsa, son pişmanlık çare değildir.
Bu isim asla ayaklar hareket halindeyken okunmaz.
Tevhit ehlinin böyle şey yapması halinde insanlar ve kendisi çok zarar görür.
İnsanlar totemlere, putlara tapmaya başlarlar…
İnsanların itikatlarına zarar gelir, tevhide aykırıdır.
Allah’ın ismidir diyerek her esması tespih edilmez.
Arada bir zikirden bahsetmediğimiz bilinsin.Uzun süreli ve çok zikirden bahsediyoruz.
Efal ile az zikirde olsa anlamı fena(negatif-terbiye edici) olan esmalar ,’’ya,’’ene’’ ve ‘’el’’ takısıyla zikredilmez.
İhtiyaç halinde, tecellinin istenmediği hallerde (la ) takısı kullanılarak efalli zikredilir ki o tecelli mahviyete gitsin, hükmü kalksın.
’’ La kahrı vela gazabı vela mevti vela memati gibi.’’
Ayaklar rububiyete dair esmaların okunmasına müsaittir.
Allah ismi ancak (ulviyet cemalinde) sağ el efaliyle okunur.
Ulviyet celalı olan sol elde asla okunmaz.
Avam dahi bu tertibe riayet etmelidir.
***************’’Beni güzel (cemal ) isimlerimle zikrediniz’’ emrine riayet etmeliyiz.Zikirden murat O ismi zahire davettir,muhatap olmayı istemektir..Allah hali hazırda hem zahir hem batındır...kişinin Allah cc. muhatap olması ise muhaldir...O’nun şiddet celaline tahmmül etmek düşünülemez..
Besmele şeklinde zikir yapılması gerekir...*****************
Öyle bir isimdir ki...
"Ulûhiyet"e işaret eder!
"Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilminin icabı olan "nokta"lar âleminde her bir "nokta"yı oluşturan, her biri kendine özgü "Esmâ" mertebelerini işaret eder!
"Zât"ı itibarıyla, "şey"in gayrı, "Esmâ"sı itibarıyla "şey"in aynı olan,
Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ganî ve benzeri olmayan, zattır!
Bu yüzdendir ki, "şey"i ve fiillerini Esmâ’sıyla yaratan zat, Kur’ân-ı Kerîm’de "BİZ" işaretini kullanmaktadır.
"Şey"de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: "Şey"den söz ettiğimizde; "şey"in zâtı derken, onun varlığını oluşturan "Esmâ mertebesinden" söz ederiz.
"Şey"in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur.
Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır!
Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, "vahiy" yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz!
İşte bunu anlatmak sadedinde ‘’yolun sonu "hiç"likte biter,’’ denmiştir!
&&&&&&&&&
Bu isim (ALLAH);
Bütün isimleri camiğdir,(kapsar).
İsm-i azamdır…Celal dır…
Bu ism-i celalın talimi (uzun süreli zikri),ileri derecede adap gerektirir.
Çok temiz, tenha bir mekânda,
Abdestli olarak,
olağan üstü samimi ve saygılı,
kıbleye yönelmiş vaziyette,
namazdaki gibi oturularak,
tespih sağ elde,
el ya sağ diz üzerinde veya kalp üzerinde tutularak,
dil damağa yapıştırılmak suretiyle,
sessiz, kalben,
dikkat dağılıncaya kadar, bilinçli olarak zikredilir.
Bu arada baş öne, sağa doğru yıkılır, gözler kalbe yönelir.
Her ‘’Allah’’ kelamında sağ şehadet parmağı ile bir tespih çekilir.
Yani sağ el şehadet parmağı bir kere hareket etmiş olur.
Bu efal, efal-i cemaldir.
Hiç bir şekilde, vücudun diğer azaları hareket ettirilmez.
Gözler başka alana kaymaz…
Allah ism-i celalını çok zikir etmeye gelmez.
Şiddet tecelli eder.
Aşk’ulllah öyle bir seviyeye çıkar ki
ne nefis, ne ruh, ne de beden buna tahammül edebilir.
O nedenle öyle binlerce sayıda okumak,(tecelli ehline) zarar verir.
Tahammülü imkânsızdır,
hem zat hem sıfat için.
Akla dahi zarar gelebilir.
Bu tembihat dikkate alınmazsa, son pişmanlık çare değildir.
Bu isim asla ayaklar hareket halindeyken okunmaz.
Tevhit ehlinin böyle şey yapması halinde insanlar ve kendisi çok zarar görür.
İnsanlar totemlere, putlara tapmaya başlarlar…
İnsanların itikatlarına zarar gelir, tevhide aykırıdır.
Allah’ın ismidir diyerek her esması tespih edilmez.
Arada bir zikirden bahsetmediğimiz bilinsin.Uzun süreli ve çok zikirden bahsediyoruz.
Efal ile az zikirde olsa anlamı fena(negatif-terbiye edici) olan esmalar ,’’ya,’’ene’’ ve ‘’el’’ takısıyla zikredilmez.
İhtiyaç halinde, tecellinin istenmediği hallerde (la ) takısı kullanılarak efalli zikredilir ki o tecelli mahviyete gitsin, hükmü kalksın.
’’ La kahrı vela gazabı vela mevti vela memati gibi.’’
Ayaklar rububiyete dair esmaların okunmasına müsaittir.
Allah ismi ancak (ulviyet cemalinde) sağ el efaliyle okunur.
Ulviyet celalı olan sol elde asla okunmaz.
Avam dahi bu tertibe riayet etmelidir.
***************’’Beni güzel (cemal ) isimlerimle zikrediniz’’ emrine riayet etmeliyiz.Zikirden murat O ismi zahire davettir,muhatap olmayı istemektir..Allah hali hazırda hem zahir hem batındır...kişinin Allah cc. muhatap olması ise muhaldir...O’nun şiddet celaline tahmmül etmek düşünülemez..
Besmele şeklinde zikir yapılması gerekir...*****************
SÜLUK-SEFER MANEVİ YOLCULUK
Bütün bu yazdıklarımız manevi bir eğitimden geçmek suretiyle, emek verilerek elde edilecek mertebeleri anlatıyor.Pekiyi,ben de kendimi geliştirmek suretiyle Allah’a yakın olmak istiyorum, dünyamı ve ahiretimi kazanmak istiyorum diyen bir kişi hangi çabaları gösterip,nasıl bir yol izleyerek başarabilir?.
Bilesin ki;
Azizim şimdi anlatacağımız bölüm bunun içindir.
Allah yar ve yardımcın olsun;
Bu iş, bir insan için en büyük ideal ve kurtuluştur. Allah ve resulünün dostluğunu kazanmak; doğal olarak yüksek karakter ve üstün bir çaba gerektirir. Herkesin karı değildir. Çünkü
Bu yolculuğun önü sonu yoktur.
Bir kürenin dışından merkezine,aynı uzaklıkta sayısız doğruyla ulaşabilirsiniz.Gerçeğe ulaşmanın yolu sayısızdır.Bu nedenle bütün dinler ve mezheplerle tarikatlar, kendilerinin en iyi ve en kısa yol olduklarını iddia ederler..
Her yol, ondan ona çıkar. Ancak bir insan, ömrünün 70–80 ortalama yıl olduğunu düşünürseniz, zaman kısa, yol uzundur.
Geçmiş kaynaklardan ve Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimden anladığımız odur ki; bize lazım olan İslami metotlar, denenmiş yollardır.
Bu denenmiş yola;
Tasavvuf ehli, YOLCULUK;(süluk,)
Demişlerdir.
Bu yolculuk ana hatlarıyla, üç safhada izah edilebilir.
I…
Bilinmelidir ki;
Her sahsın, Zat-ı İlahide adalet üzere, gerçek bir yeri vardır. Hakk, her yarattığını severek yarattı. Belli bir maksat ve görevle, ihtiyaç duyacağı yeteneklerle var kıldı. Hiç bir fazlalık ve eksiklik olmamak kaydıyla ’El Kamil’ isminin gereği olarak, kudretiyle donattı.
Yaratmak istediği her gerçeği;’’Aklı Evvel’de planladı, programladı, zamandan münezzeh, mekândan arî olarak, kendi kendisiyle kaim kıldı.
Dilediği zamanda bu aleme intikalini sağladı..
Bu intikalde sırasıyla; Nefs-i külli, arş ve kürsiyi aşırdı; tabaka tabaka gökleri devredip ateş küresine indirdi.
……………..Havaya, suya,torağa,bitkiye,hayvana ve en sonunda insana ulaştırdı.
……………..Bütün bu yolculuk sırasında her merhalede meydana getireceği işleri eksiksiz yapacak meleklerini, ihtiyaç duyulduğu anda var ederek, sistemde en ufak bir hataya meyden vermeden,muradını yerine getirdi.
O Halık ve Kadirdir.
Bütün bu anlatımlardan, yaratılanın yaratandan ayrı bir yolculuğu olduğunu düşünmemelisin.
Zat kendisi, sıfat kendisi..
O var, başka bir şey yok…bilmelisin………….
…………Özetle;
O;
kendinden kendine tecelli etmektedir..
Günümüz biliminden ifadeler kullanırsak şöyle diyebiliriz:
………………Ezeli olan; Hakkın öz varlığına,Nur,Öz
enerji diyebilirsin. Bu öz enerjiden yaratmanın ilk kademesi olarak melekler yaratıldı. Melekler madde ötesi Nur varlıklardır.
Bir kademe genleşen öz enerji,
Nar olarak isimlendirilen bir alt enerjiye dönüştü.
Cinler bu makamda yaratılmıştır.
Bildiğimiz ateş ile nur arası bir makam, burası. Kur’an-ı Kerim’de dumansız ateş olarak tanımlanan bir enerji türü. Burda hız, ışık hızı mertebesinde olmasına rağmen, yanan veya yakan bir şey değil. Bilimsel terimlerle boğmanın bir yararı yok. Ayrıca konumuzun anlaşılması için daha fazla anlatıma gerekte yok. Daha ileri fikir edinmek isteyenler için, kuantum fiziği ile ilgili kaynaklardan yararlanmak mümkündür. Eski kaynakların dili ile günümüzün dili arasındaki farklılıktan dolayı bir takım anlaşmazlıkların olması da doğal sayılmalı.
Bu enerji, yaratmanın bir kademe daha ötelenirken, Öz’den uzağa atılırken seyrekleşti ve bildiğimiz ateş konumuna geldi. Bundan önceki enerji için çeşitli ışınları;
Radyo dalgası ve benzeri dalgaları, radyasyonu tahayyül edebilirsin.
Sonrası; ateşin ayrıştırdığı, şekilden şekle intikal ettirdiği, madde alem ki;,
Yaratılmanın ilk safhası olan bu safhada, âlemlerin ihtiyacı olan enerji maddeye hapsedildi.
Sonra;
Azizim; akılca daha kolay kavranılabilen, bu âlem için;
Batın-Zahire zuhur etti; denilir.
Fizik âlem için…
Şu anda da aynı şekilde, yaratma devam edip durmaktadır. Örneğin; insan kur’anda anlatıldığı gibi: topraktan yaratılmaya devam etmektedir.
Âlemler, baştan sona;
‘’Allah yerlerin ve göklerin nurudur. İnananları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.’’
Ayetinde anlatıldığı üzere bilinir.
Madde âleminin adı ESFEL-İ SAFİLİN dir.
Böylece Allah’ın nuru(öz enerji ile) aramıza yetmiş İki bin perde girmiş oldu.
Düşe kalka;
Bu mertebeye kadar gelen, hissettiğimiz, bilebildiğimiz varlığın bulunduğu bu makamın bir adı da’’ Aklı Kül ‘’dür. Yine bazı kaynaklarda ALA-İ İLLİYİN olarak geçer.
‘’Biz insanı,en güzel şekilde yarattık.Sonra esfel-i safiline indirdik.’’(93 / 4-5 )
Anlatılan bu mertebelerin hepsi;
Allah nurunun, insanlık mertebesine varıncaya kadar geçen birinci yolculuğudur. İlk merhaleleridir.
Geldiğimiz her merhalenin tecellilerini bünyemizde taşır halde, tam, kâmil bir vasıfta yaratıldık.
Üst üste yedi bedenle var edildik;
Ruh beden*,
nefis beden*,
melek beden*,
cin beden*,
enerji beden*,
nur beden*
biyolojik (fizik) beden*...
Ayrıca fizik bedeni oluşturan, dört ana unsuru bu sayıya ilave edersek, beden sayısını on bire çıkarabiliriz.
Hava*,ateş*,su* ve Toprak*.Bunlara;
Katı, sıvı, gaz ve enerji de diyebilirsin.
Evrenin, hakikat âlemi ve ahiret âlemi olarak yirmi bir boyut olduğu keşif sahiplerince biliniyor.
On boyut ahirete, on boyut dünyaya ait;
İkisinin tam ortası, sınır bir yarı madde, yarı mana boyut var ki hem yaratılmanın olup durduğunun ispatı, hem iki âlem arası geçiş kapısıdır. İki âlemin, her iki yandan da onbirinci boyutu olan bu ara boyutla ayrılmış olduğu ehlince bilinmektedir.
Bu taraf YASİN,
öbür taraf TAHA dır.
Bu (Araf)sınırın, Leptokuarklardan oluştuğu günümüzde birçok entelektüelce biliniyor. Öbür âlemden kastımız mana âlemi, bu âlemden kastımız madde âlemidir. İkisine birlikte Cem âlemi tabiri kullanılır.
İnsan, geldiği ve döneceği yeri anlamadan yola çıkarsa CEM ÂLEMİ, bütünü anlamaktan uzak kalır.
Cem âlemini bulmadan bu dünyadan ayrılmak, ahiretteki bazı nimetlere karşı ebedi mahrumiyet olacaktır.
Tasavvuf;
Âlemleri beyin laboratuarında anlama bilimi olarak tanımlanabilir. Araştırma (tahkik )sonuçlarını keşiflerle sağlamasını yapa yapa ilerler.
Aynen maddi ilimlerde olduğu gibi halka sonuçları bildirir.
İnceleme araştırma safhaları halkı sıkacağından, bahsini etmez. Bazı şeylerin izahı da yasaktır. Çünkü burada seçici unsur imandır. Bilgi değil. Bu yolculuğu yapmayanlar doğası gereği:
‘’Onlar,hayvan sürüleri gibidir;belki daha şaşkın..’’( 7 / 179)
Ayetinin muhatabıdırlar. Meğerki Allah kitabına inanmış; kitabın çağırdığı yolda gayret edip mesafe kat etmiş olsunlar.
SEFER-YOLCULUK II.
Bunun için:
____Müşahede ve terbiye, eğitim seferi…
Tabiri kullanılır.
Bu ikinci seferde her türlü eğitimin ve eğiticinin yanı sıra, öncelikle kur’an’ın emrettiği farzlar ve resulünün sünnetlerini yerine getirirken; KAMİL BİR MÜRŞİDE intisap ederek, AKLI MAAŞ olan bu âlemden, AKL-I KÜLL’E uçmak ve manevi bir yolculuğa çıkmak gerekir. Ki;
Buna;
HAKİKAT-I MUHAMMED-İ ye yolculuk.
Denir.
Daha önce, o yolun yolcusu olmuş, maksada ulaşmış pirlerin himmeti ve gayreti ile akl-ı küll’e ulaşmak gerekir.
Bu çok özel bir vuslattır.
Yaratılış nedenimizdir.
Miraçtır. Tevhittir.
Yukarıda anlatıldığı üzere insan, yaratılıncaya kadar, kendini meydana getiren merhalelerden birer birer geçerken, bu günkü konumunu kazanıncaya kadar, uğradığı her şeyden bir renk almıştır. Her bir sıfattan iyi huylar edindiği kadar yaramaz şeylere de maruz kalmıştır. Anne ve babasından, yolculuğuna mani huyları irsen devralması gibi
Bu yüzden;
___’’Onlar hayvan sürüleri gibidir; belki daha da şaşkın…’ (7 /179 )
Ayet-i kerimesiyle anlatılan zümreye dâhil olunmuştur.
İşte Mürşidi kâmile (akl-ı küle ermiş bir eğiticiye) ulaşınca, o yaramaz karakterlerden ve yanlış inançlardan kurtulur. Bunlara kalbi hastalıklar da denir.
Esasen bu anlattığımız şekilde temizlenmeden, asla akl-ı külle ulaşılamaz.
Sıradan insanlar için, tabi olacağı bir şefaatçinin korumasından başka yol yoktur.
Dinlerin işlevi de budur.
Çalışıp öğrenerek, müşahede makamına ulaşamayan büyük kitleleri, kurtuluşa erdirmektir. İnsanların içinden seçkin olanları hemcinslerine şefaatçi yapacak eğitimleri vererek, insanlığın devamını sağlamaktır.
Âdem aleyhisselamdan beri bu böyledir.
Her devirde tevhide ulaşmış bir zata bağlı olarak hayat devam etmektedir.
Kendi hallerine kalsalar o çok güvendikleri akl-ı maaşları ile hayvanlardan bile aşağı derekelere düşer, kendilerini mahviyete sürüklerlerdi.
Bir salik,
Akl-ı küll’ü bulmadıkça, hak ehlince yetişkin sayılmaz.
Yetişkin olabilmek için önce velayet makamının ilk basamağı olan akl-ı küll’e ulaşması gerekir.
‘’Delile erenler, has bilgi alırlar
Delili olmayanlar çirkin kalırlar.’’
Akl-ı küll’ün bir adı da Hakikat-ı Muhammediyedir.
O; ‘’Allah ilk önce aklımı yarattı ‘’buyurmuştur. Salik bu makamda renksiz olur. Birliği, vahdeti bulur.
‘ Renksiz, rengi de esir eder;
Musa, Musa ile cenk eder.’
Renksiz olunca hoş yol bulur;
Musa –Firavunla dost olur.’’
Bu makamda Salikin aklı;
Aklı küll’ü;
Nefsi; Nefs-i küll’ü bulur, bütünlenir.
Ruhu; mukaddes ruh olur.
Bu makama;
Firkatten sonra vuslat,
ayrılıktan sonra birleşme..
Denir.
Burası Hakk’a meczup olanların makamıdır. Hayretin doruk noktasıdır. Birçokları bu makamda takılıp kalır. Bu yolda rehberi olmayanlar sapıtır, hakikate tam vakıf olamazlar.
Bir başkasını kemale erdiremezler.
Kendilerinden kerametler zuhur ederse de itibar edilmez. Şer-i şerife uygun bir hayatları olamaz.
Varlık zerresini ummana atmış, dağılmışlardır. Artık ne kendilerinden, ne varlıktan haberdar değillerdir. Bu yüzden şer-i emirlerle herhangi bir kayda giremezler.
Bunlar kendi başına hareket ederek bir şeyler elde etmek isteyenlerle, acemi rehberlerin kurbanı olanlardır.
………….Velidirler.ancak, amaca ulaşamamış,muratlarına erememiş,hemcinslerine hizmetten mahrum olmuşlardır.
III. sefer-yolculuk
Bu yolculuk hakk’ı bulduktan sonra geri dönüş yolculuğudur.Yani Hakk’tan halk’a yolculuk..Birlik halinden ayrılık haline dönüştür.Bu yolun yolcuları,irşat veya hizmet için halk içine geri dönerler.Kutsi makamın sahibi olmuşken,manevi bir tenezzülle,beşeriyet kisvesine bürünerek,halk arasına karışırlar.
‘Ben de sizin gibi bir beşerim.’’
Sırrının ifade ettiği makama tenezzül ederler.
Bir beşer ne yaparsa, nasıl yaşarsa onu yapar ve yaşarlar. Görünüşte senden benden bir farkları yoktur.
Sıfatta kalanlar;
İfrat ve tefritten uzak durarak halkı, ihtiyaçları ve yeteneklerinin gereğini göz önünde bulundurarak irşat ederler. Zat evliyası ise kendini gizler ve o çağın gereklerine göre ihtiyaçları tecelli ettirir. Eğer nefsine hizmet etmez, celala müptela olmaz ise o zatı zamanında insanlık ilerler, gelişir, mesrur olurlar. Rızık darlığı çekilmez, asayiş berkemal olur. Yok, eğer kendi yetki ve sorumluluğunun farkına varamazsa o zaman bekle kıyameti. Kıyametin ne zaman kopacağının sorulası üzerine; Resulü kibriya: Emanet ehline verilmediği zaman kıyameti bekleyin’,cevabını vermiştir.Bundan anlaşılması gereken zamanın zatının ehil olup olmadığıdır.O ehil ise zahirde her şey yerli yerinde olacaktır.O kendini tam idrak halinde değil ise zamanı bütün müminler için zor geçer.Celal sıfatı her şeyi mahviyete sürüklemek ister.Onun yani celalın işi kontrolsüz kalması halinde varlığı yokluğa götürmektir.
Celal ateştir, kontrolden çıkarsa ihtiyacı tükeninceye kadar yanmak ve yakmak tabiatı gereğidir. Tarihte öyle zatlar gelmiş geçmiş ve izlerini tarihler kaydetmiştir. Bazıları cemale geçerek yıktıklarını tamir etmişler, bazıları ise celalın kendilerine vurduğu darbeler nedeniyle şehit olmuşlardır.
Yerlerine gelenler onların yıkımlarını tamirle iştigal etmek zorunda kalmışlardır. Celalın hükmü geçicidir. Asıl olan, baki kalan cemaldir. Yıkım ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda barış ve hayat kaim olacaktır. Kıyamet müstesna. Zat evliyaları yerlerine kâmil vekiller bıraktığı sürece hayat devam edecektir.
Azizim;
Bu iş senin abesine gitse de böyledir. İnkâr yerine anlamaya gayret et. Her işte hidayet Allahtandır. Her şeyin doğrusunu allah bilir. Bu işte nasibin varsa Allah yardım edecektir.
Yoksa Allah selametini başka alanlardan verir. Sonuçta Allah’ın dediği olur.
Bu mertebeye erenler, iffet ve istikamet sahibi olurlar.
Şeriata zahiren uyarlar.
Ancak nafile ibadetlerden geçerler. Artık ibadetleri aşk derecesinde değil, muhabbet makamındadır. İbadetlerinde sünnet ve nafilelere ayırdıkları zamanlarını, ilhamla bildirilen alanlara kaydırırlar. Zahiren ibadetleri azalmış gibi görünür, ancak görevleri eskisinden daha fazla ve karmaşıktır.
Hem kesreti hem vahdeti aynı anda yaşarlar.
Dış âlemleri halka yakın, iç âlemleri ise hakka yapışıktır.
Bu makamda, halktan bazılarınca kınandıkları olur. Zira halk, zahirde kimin ibadeti çoksa onu kâmil bilir. Yani; kimilerince anlaşılmaz olurlar. Halk anlayışına göre davrananları veli olarak bağrına basar, anlayamadıklarını deli der terk ederler. Eğer fazla üstlerine gidersen din ve Allah adına katlederler. Peygamber veli seçmeden tarih boyu nice Allah dostunu katletmişlerdir.
Hâsılı;
Kamil olanı, yine kâmil olanlar anlar.
Bu daire, cem âleminden sonra meydana gelen fark dairesidir.
Hz. Ali kerremallahü veçhe bu makamı şöyle anlattı:
_____’Cem âlemi olmadan fark, şirk;
Cem âleminden sonra fark olmazsa; zındıklık;
Cem’i, fark’ı bir bulmak; tevhit sayılır.’
Burda anlatılmak istenen;
Birlik âlemine terakki ederek hiçlik sırrına ermeden şirkten kurtulmak mümkün değildir.
Cem âlemine erdikten sonra farkları gözetmeden hüküm yürütmek zındıklıktır.
Hiçlik ile varlığı bir bilmek tevhittir.
Tevhitte teşbih ve tenzih bir aradadır.
Her şey O’dur, hiçbir şey O değildir; şeklinde ifade edilebilir; anlayışında yaşamaktır.
…………..Tevhide ulaşmış olan kamil zatın yeniden fark makamına inişi terakki sayılır.Bu makama erince nefsine arif olur.Kendini bilir.Esas varlıktaki yerini tam bilmesinden;
Hususi bir itikada bağlanıp kalmaz.
İhtiyaca göre rabbin bütün sıfatlarında ve esmalarında tasarruf eder.
Ölçüsü kur’andaki muhkem ayetlerdir.
Muhammedi hakikatin gerektirdiği hizmeti yerine getirir.
…………Şeyh Iraki’nin şöyle dediği kaydedilmiştir.
____Hakk teala cümle eşyayı, zatının aynı kıldı.
Sebebi hikmeti ise hiçbir şekilde kendinden gayrına ibadet olunmaya.
Başkası sevilmeye.
İlahi gayret (kıskançlık)bunu gerektirir.
Bu nedenle kim Allah’ı hatırlamadan, rızasını gözetmeden bir şeyi severse o sevginin arasına bizzat Allah’ın zatı girer ve ayrılığa, acı çekmeye sebep olur.
Bunun farkına varan atalarımız ‘ Çok sevi tez ayrılık getirir’ demişlerdir.
‘Gayreti, yabancı koymadı Hakk’ın;
Şüphesiz ki O,aynı oldu Halkın ‘
Burada kast edilenin Kur’andaki karşılığı;
‘ Rabbin hükmü şu ki; Kendisinden gayrına kulluk etmeyesiniz.’(17 /23 ) ayetidir.
Peygamberin şahsında bize telkin edilen;
Sevgide, senada, ondan başkasını bilmeyesin, görmeyesin, itaat etmeyesin. Zaten bunun aksi mümkün değildir. Neye taparsanız tapının sonuç ona varır.
Buradan çıkan sonuç; cümle varlığın hakk olduğunu bilmek ve ona göre yaşamaktır.
İrfan sahibi bu hususta;
‘Bir zerrecik yerinden kayıp oynasa;
Âlem harap olurdu, baştan ayağa’
Şeklinde ifade ederken;
Kuantum fiziği sonunda ‘Büyük patlama ile )Âlemin yoktan var edildiğini ispatlayan bilim adamları:
‘Bütün evren Madde ve Anti madde ile tıka basa doludur,
Evrenden bir atom çekilmiş olsa, koca evren o bir noktadan kendi içine çöker:’demektedirler.
Peygamberimiz de bin beş yüz sene önce;
‘Âlemler tıka basa Allah’ın melekleri ile doludur demiştir. Bir melek işini yapmasa bütün âlemler yok olurdu.’İfade farklı olsa da mananın aynı olduğu açıktır.
İmam-ı rabbani hz. bir dörtlüğünde şöyle demiştir.
‘Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır;
Bilmeyen ilm-i ledünü anı kul yaptı sanır.
Cümle eşya Halık’ındır, kul eliyle işlenir;
Emr-i Bari olmayınca sanma bir çöp deprenir.’
Bu manada Kur’andan;
‘Her ne yana dönerseniz, hakk’ın yüzü o yandadır’(3/115 )
Ayetini de anmakta fayda vardır.
Yine;
‘Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, Hakk onu ensesinden tutmuş olmasın…’(12 / 6 ) ayetini hatırlamak yeterlidir.
***
Her varlık hakk’ın bir veya birkaç isminin belirgin tasarrufu altında bulunur.
Bu isimler onun rabbi (terbiye edici )sıfatlarıdır. Nefis dediğimiz kavram bu sıfatların ortak bileşkesidir. Hakk’ı kâmilen sadece bu yetenek ve huylarımızın bize dikte ettiği pencereden görmeye programlıyızdır. Halbu ki bu doğru olmakla beraber, eksik bir bakış açısıdır.
Biz Eşrefi mahlûkat olarak bütünü kavramakla mükellef olduğumuzdan, geri planda kalan isim ve sıfatları da geliştirmek zorundayız. İşte din ve ibadet, zikir bunun içindir. Anlayışımızı, kazanımlarımızı artırmak için pasif kalmış yanlarımızı, Allah’ın o manaya gelen isimlerini sürekli okumak suretiyle tecelli ettirmemiz, bilinç üstüne çıkarmamız gerekir.
Yani tasavvufi eğitim herkes için bir zorunluluktur.
Hafızası zayıf bir öğrenci küçük yaşta Hafızün ismini okuyarak kendini geliştirebilir. Keza; matematikten kendini yetersiz gören de enel hasibün ismini okumak suretiyle beyninin o bölümünü açarak kullanmaya başlayabilir.
Doktorlar enel şafiün, bilimle uğraşan enel mucidün, hâkim ve savcılarla avukatlar enel adilün, enel hakimün esmasından yararlanır.
Hastalar enel şafiün okumak suretiyle ümmin sistemlerini devreye sokarak şifa bulabilirler. Bir insanın genlerinde onu hasta etmeye yetecek alt yapı hazır olduğu gibi, şifaya kavuşturacak unsurlar da mevcuttur.
Kuran’ı kerimi duvara asmanın bir faydası olamaz. Ölmüşlerin ruhunu şad etmek için de gelmemiştir.
Her insan belli bir esma gurubunun tasarrufu altındadır.
Bu esma guruplarının hepside Hakk’ın isimleri olduğundan, onun yolu kendi açısından doğru yoldur. Kendisini yönetip yönlendiren kaderinden dolayı kınamak haksızlıktır. O kişiye eğitici bir mantıkla yaklaşmak ve hakk’ın diğer esmalarını talim ettirmekten başka yol yoktur. Yayın doğruluğu eğrilinden anlaşılır. Her kulu üstün yeteneklerinden yararlanmak varken, kınamak büyük hatadır. Kur’anda sırat-ı müstakim, hem toplumsal ortak paydayı, hem insanın sağlıklı fert olabilmesinin şartlarını, hem de ferden kendi doğrusuda yaşamasının gereklerini hatırlatacak şekilde kullanılmıştır.
14 Temmuz 2012 Cumartesi
DİNDEN UZAK YAŞAMANIN SONUÇLARI: STRES VE DEPRESYON
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse,
artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)
Din ahlakını yaşamayan insanların Allah'a güvenip
teslim olmamaları hayatlarını sürekli üzüntü, sıkıntı ve stres içinde
geçirmelerine sebep olur. Bu yüzden psikolojik kökenli pek çok hastalığa
yakalanırlar, vücutları çok hızlı yıpranır, kısa sürede yaşlanıp
çökerler. Yaşadıkları ruhsal sıkıntının etkisi bedenlerinin her
noktasında kendisini gösterir.
Müminler ise psikolojik yönden sağlıklı oldukları,
strese, üzüntüye, ümitsizliğe kapılmadıkları için bedenen de daha
sağlıklı ve dinç kalırlar. Allah'a tevekkül etmelerinin, güvenip
dayanmalarının, herşeye hayır gözüyle bakmalarının, Allah'ın kendilerine
olan güzel vaat ve müjdelerinin sevincini sürekli içlerinde taşımanın
olumlu etkisi, fiziksel özelliklerine de yansır. Tabii ki bu durum,
dini tam anlamıyla kavrayan ve vicdanını tam kullanarak, Kuran ahlakını
hakkıyla yaşayan kimseler için geçerlidir. Elbette ki onlar da hastalıklara
yakalanır ve doğal olarak yaşlanırlar, ancak bu durum diğerleri
gibi psikolojik kaynaklı bir çöküntü şeklinde değildir.
Günümüzde çağın hastalıkları olarak isimlendirilen
"stres ve depresyon", kişiye yalnızca psikolojik olarak zarar vermekle
kalmayıp, bedeninde de fiziksel olarak çeşitli etkilerle kendisini
göstermektedir. Stres ve depresyona bağlı olarak meydana gelen rahatsızlıkların
başlıcaları, bazı akıl hastalıkları, uyuşturucu madde bağımlılıkları,
uykusuzluk, deri, mide, tansiyon hastalıkları, nezle, migren, kemiklerle
ilgili birtakım hastalıklar, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları,
alerjiler, kalp krizi, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlardır.
Tabii ki tüm bu hastalıkların oluşma sebebi, her zaman stres veya
depresyon olmayabilir. Fakat bilimsel olarak da ispatlandığı gibi
bunların çıkış noktası çoğu kez psikolojik kaynaklıdır.
İnsanlar arasında çok yaygın olarak görülen "stres",
korku, güvensizlik, umutsuzluk, aşırı heyecan, endişe, baskı gibi
duyguların, vücuttaki dengeyi bozarak bedende oluşturduğu genel
bir gerilim durumudur. İnsanlar strese girdikleri zaman, vücutları
buna tepki gösterir ve alarma geçer. Vücutta çeşitli biyokimyasal
reaksiyonlar başlar: Kandaki adrenalin seviyesi yükselir; enerji
tüketimi ve vücut reaksiyonları maksimum seviyeye çıkar; şeker,
kolesterol ve yağ asitleri kana bırakılır; kan basıncı artar ve
kalp atışı hızlanır. Glikoz (şeker) beyne yönlendirildiğinde kolesterol
miktarı yükselir, bu da vücut için tehlike anlamına gelir.
Özellikle kronik stres, vücut fonksiyonlarını değiştirdiğinden,
çok büyük zararlara sebep olabilir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin
ve kortizol miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Uzun süreli
streste, kortizol hormonunun yükselmesi, bazı hastalıkların -örneğin
şeker hastalığı, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, kanser, ülser,
solunum hastalıkları, egzama ve sedef gibi deri hastalıkları, bağışıklık
sistemine bağlı rahatsızlıklar- erken yaşta ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Kortizol yüksekliğinin beyindeki hücreleri öldürmeye
kadar varan etkileri bulunmaktadır. Stresin sebep olduğu rahatsızlıklar
bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:
Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir ilişki vardır. Stresin sebep olduğu gerginlik, damarların daralmasına, kafanın belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına ve o bölgeye giden kanın bir hayli azalmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kansız kalması doğrudan ağrıya sebep olur. Çünkü muhtemelen bir taraftan gergin dokunun daha çok oksijene ihtiyaç göstermesi, diğer taraftan dokunun zaten yetersiz kanla beslenmesi özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır ve hızlandırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik kaygıya, kaygı da ağrının şiddetlenmesine yol açar.84
Ancak stresin yol açtığı
en ciddi hastalıklardan birisi kalp krizidir. Araştırmalar, agresif,
telaşlı, endişeli, sabırsız, rekabetçi, kindar, asabi insanların
kalp krizi oranlarının, bu davranışları az gösteren insanlardan
daha fazla olduğunu göstermektedir.85 Bunun sebebi
ise şöyledir:
Hipotalamus'un başlattığı, sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması aynı zamanda aşırı insülin salgılanmasına ve dolayısıyla bu insülinin kanda birikmesine sebep olur. İşte bu durum sağlık açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü, koroner damar hastalığına yol açan şartların hiçbiri, kandaki fazla miktardaki insülin kadar kesin ve yıkıcı bir rol oynamaz.86
Bilim adamları, stres derecesi ne kadar yüksekse,
kandaki akyuvarların tepkisinin o kadar zayıfladığını ifade etmektedirler.
Oxford Üniversitesi Teknoloji Transferi Bölümü'nde görevli Linda
Naylor başkanlığındaki ekibin geliştirdiği test sayesinde, stres
derecesinin bağışıklık sistemi üzerindeki bu olumsuz etkisi ölçülebilmektedir.
Stresle, bağışıklık sistemi arasında da yakın bir
ilişki vardır. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli
bir etki yapar ve bağışıklık sistemini çökertmeye çalışır. Stres
altında olan beyin, vücutta kortizol hormonu üretimini artırır ve
bağışıklık sistemini zayıflatır. Diğer bir deyişle beyin, bağışıklık
sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Bu konuda
uzmanlar şöyle demektedir:
Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin hayat stresleriyle ilişkili olduğu bilinmektedir.87
Kısacası, stres insanın doğal dengesini bozan bir
durumdur. Bu olağanüstü durumun süreklilik göstermesi vücut sağlığını
bozarak, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Uzmanlar, stresin
insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini şu temel maddeler altında
toplamaktadırlar:
Kaygı ve Panik: İşlerin kontrolden çıktığı hissine kapılmaSürekli artan terlemeSes değişmesi: Kekeleme, titreyerek konuşmaHiperaktiflik: Ani enerji patlamaları, zayıf diabet kontrolüUyumada zorluk çekmek: Kabus görmeDeri hastalıkları: Sivilce, akne, ateş, sedef hastalığı ve egzamaGastrointestinal belirtiler: Hazımsızlık, mide bulantısı, ülserKas tansiyonları: Gıcırdayan veya kenetlenen dişler, çenede ağrı, sırt, boyun ve omuzlarda ağrıDüşük dereceli enfeksiyonlar: Nezle vb.MigrenHızlı kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, yüksek tansiyonBöbrek dengesizliği, su tutmaSolunum bozuklukları, kısa nefeslerAlerjilerEklem yerleri ağrısıAğız ve boğaz kuruluğuKalp kriziBağışıklık sisteminin zayıflamasıBeyin bölgesinde küçülmeKendini suçlu hissetme, kendine güvensizlikKafa karışıklığı, doğru yorumlar yapamama, iyi düşünememe, zayıf hafızaAşırı kötümserlik, herşeyin kötüye gideceğine inanmaKıpırdamadan bir yerde durmada zorluk çekme, mutlaka tempo tutmaKonsantre olamama veya konsantrasyon zorluğu çekmeSinirlilik, alınganlıkMantıksızlıkKendini yardımsız, umutsuz hissetmeArtan veya azalan iştah
Din ahlakından uzak yaşayan kimselerin "stres"
denilen sıkıntı ile yaşamaları Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir
durumdur:
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)
Bir başka ayette
ise Allah "... bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar
gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun
dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar..."
şeklinde buyurmaktadır. (Tevbe Suresi, 118)
Fiziksel veya psikolojik stres sırasında kişinin adrenal bezi (böbrek üstü bezi) glukokortikoid hormonlarından bol miktarda salgılar. Bu hormonlar kaslara ekstra enerji sağlarken büyüme gibi o an için gereksiz etkinlikleri geçici olarak durdurur. Şiddetli fiziksel stres durumlarında yaşamsal öneme sahip olan bu hormonlar kronik psikolojik stres durumlarında yüksek tansiyon obezite kemik erimesi, mide ülseri gibi strese bağlı bozukluklara yol açabilir. |
Bu sıkıntılı -günümüz ifadesiyle stresli- yaşam,
iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı güzel ahlaktan uzak yaşamalarının
sonucudur. Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu
ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye
sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat
bir psikoloji ise, ancak Kuran'ın yaşanmasıyla mümkündür. Nitekim
Kuran'da Allah pek çok ayette iman edenlerin üzerine "güven
duygusu ve huzur" indirdiğini bildirmektedir. (Bakara Suresi,
248; Tevbe Suresi 26, 40; Fetih Suresi, 4, 18) Rabbimiz'in iman
eden kulları için vaadi ise bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)