...Cibril ile karşılaşmadan aylar evvelinden, Resul'ün tefekkür için sık sık mağaraya çekildiğini biliyoruz. Bu inziva/tefekkür onun OKUyabilmesi için bir çok idrak kapılarının açılmasına vesile olmuştu zaten. Bu OKU ma konusunda bir ön hazırlık olduğundan, Cibril'in OKU demesi Resul'ü şaşırtmış olamaz (Düşünen için) Bilindiği üzere tabiat olayları, güneş, ay, gezegenler de Allah'ın ayetlerindendir.
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
16/12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler/ayetler vardır.
18/9- Yoksa sen Ashab-ı Kehf ve Rakim'ın, ayetlerimizden şaşılacak bir olay olduklarını mı sandın?
Allah Resulünün Risalet görevi almadan önce dahi, hiç bir zaman puta tapmayan bir Hanif olduğunu biliyoruz. Risalet öncesi çok az olan bir gurup insanın hanif olduğunu siyerden biliyoruz. VE haniflik = Fıtrat/ÖZ/Çekirdek iman realitesinden bakışla daha önce gelmiş tüm elçiler ve Hz Muhammed (Hepsine selam/salat) kendilerine peygamberlik görevi verilmeden önce hanif imana sahip idiler diye düşünüyorum.
(Risalet öncesi) Mekkeli müşrikler Kâbe'nin İbrahim (A.S)' ın yaptığını biliyorlar ve Kâbe'ye İbrahim'in evi de diyorlardı. Allah ismi (Lafza-i Celal) de biliniyordu. Hatta Mekkeli Müşrikler, Allah'a da inanıyorlardı fakat kendilerine şefaat edeceklerini umdukları putları O'na şerik koşarak.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
31/25- Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, elbette "Allah" diyecekler. "Allah'a hamd olsun." de. Fakat onların çoğu bilmezler.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُون
43/87- Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O halde nasıl haktan çevriliyorlar?
وَقِيلِهِ يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَ
43/88- Peygamberin sözü şu olmuştur: "Ey Rabbim! Bunlar gerçekten imân etmeyen bir kavimdir."
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
43/89- (Ey Resul!) Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun." de. Onlar yakında bilecekler!
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
39/38- Andolsun ki onlara: "O gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: Elbette "Allah!" diyeceklerdir. O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi? De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
43/9- Eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette: "Onları Aziz, Alim olan Yarattı." derler.
Orijinal metine bakıldığında, Mekke'li müşriklerin, çok açık bir şekilde Allah'ın "El Halık, El Aziz, El Alim" isimlerini bildiklerini, Rabb'imiz bize bildiriyor.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
29/61- Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
39/3- İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım veliler tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki; Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah hidayet etmez.
Yukarıdaki ayeti, şirklik yönüyle sadece şeyh ,mürid münasebeti ile sınırlayan bir gurup arkadaşlar var. Bu da doğru olmakla beraber asıl birinci anlam açık/aleni şekilde Allah'a ortak koşanlar anlatılmaktadır. Yukarıda altı çizili kısma dikkat edilirse orada " onlara ibadet/kulluk ediyoruz" ( نَعْبُدُهُمْ ) kelimesi var. Bir mürit idrakinde olmadan, sorgusuz ve teslimiyetçi zihniyetle teslim olduğu şeyhini dualarında aracı kılıp "şirk-i hafi" diye nitelenen, günümüz Türkçesi ile ÖRTÜLÜ şirk işleyebilir. Ama hiç bir mürit kalkıp şeyhine secde/ibadet etmez..... IBD(ibadet)>>>ABD (Kulluk) kulluk etmez. Yani AÇIK şekilde alenen bir şeyhe secde etme olayı yoktur. Yukarıdaki ayette putları aracı ilahlar edindikleri, Allah'a şirk koştukları açıkça ortadadır.
Bu işi günümüze uyarlar isek şöyle düşünülebilir: Artık bilgi çağında yaşıyoruz. Çok uç bölgelerdeki ilkel kalmış kabileleri hariç tutar isek, hiç bir ulusun fertleri mermerden veya ahşaptan oyma putun karşısına geçip ona secde etmez. Ama put kılık değiştirmiştir, şekil ve tarz değiştirmiştir. Az önce demiştik ki bir mürit alenen ve kasten şeyhine/efendisine secde etmez! lakin secde etmemesi onun şirkte olmadığı anlamına gelir mi? bu da başlı başına ayrı bir konu.
Bir "şeyhi" bir "falancayı" veya bir sanemi aracı etme arasında ne fark var? Bunu da bazı vatandaşlarımızın düşünmesi icap eder. Türlü süslü laflarla bunu meşru göstermek kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Siyer/İslam tarihine bakıldığında mekke'liler için hiç bir zaman "Mekkeli kafirler" tanımlaması kullanılmamıştır. Daima "Mekkeli müşrikler" tabiri kullanılmıştır. Müşrikin tanımını biliyoruz. Allah'a da inanmakla beraber O'nun yanında bir takım ŞeRiK ler / Ortaklar (şirket/ortaklık) koşmak, aracılar bulundurmak.
3 semavi dinin ortak atası olan İbrahim (A.S) ve ondan miras kalan HANİF din uygulamaları eksik-gedik ve hatalı olmasına rağmen devam ediyordu. Mesela: Sadaka ve kurban hanif dinden kalan uygulamalardır. Fakat gelin görün ki, sadaka Allah'ın emrettiği şekilde değil. Kurban ise hem Allah'a hem de putlara adanıyordu. Enam/136. ayette bu çok açık şekilde anlatılıyor. Allah'a ayrı, putlara da ayrı olmak üzere kurban kesiyorlardı.
وَجَعَلُوا لِلَّهِ مِمَّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُوا هَذَا لِلَّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَذَالِشُرَكَائِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَائِهِمْ فَلَا يَصِلُ إِلَى اللَّهِ وَمَا كَانَ لِلَّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَائِهِمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ
6/136- Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: "Bu, Allah'a ait; şu da ortaklarımıza/şeriklerimize ait" demektedirler. Ortakları için olan hisse Allah'a ulaşmamakta, fakat Allah'a ayrılan hisse ortaklarına ulaşmaktadır. Verdikleri hüküm ne kötüdür.
Ehad/Wahid/Tewhid olan İbrahim (A.S)'ın Hanif dininden kalma, kadere iman konusu dejenerasyona uğrayıp, tamamen yanlış algılanmasına ve farklılaşmasına rağmen, KADER mevzuuna da inandıkları açıktır.
وَقَالُوا لَوْ شَاءَ الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُمْ مَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
43/20- Onlar: "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
"...Eğer Rahman dileseydi..." Sözüyle, çarpık (dahi olsa) bir kader anlayışları oldukları açıktır. Ayrıca bu ayette bir hüküm daha iyice açık hale gelmiştir. Yani müşriklerin, ALLAH'IN adını bilmeleri yanı sıra Allah'ın en büyük sıfatlarından olan RAHMAN'ı da bildikleri anlaşılıyor.
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَا ءَابَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
16/35- Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık" Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.
Yukarıdaki ayette de keza, KADER'e iman etmekle birlikte bu ANLAYIŞIN ne kadar çarpıtıldığına şahit oluyoruz.
Konumuz gereği Mekkeli müşrikleri örnek gösteriyoruz. Lakin, bildiğimiz üzere, Allah her topluma/kavme uyarıcı/hatırlatıcı Elçiler göndermiştir. Yani Tevhid dini aradan belli bir zaman geçtikten sonra ağır ağır dejenere oluyor....şerikler koşulmaya başlanıyor. Ama birtakım bilgiler/kırıntılar unutulmuyor ve unutulamaz da. Bunun örnekleri tarihte mevcuttur. Bir basit bir gelenek dahi, aradan asırlar geçmesine rağmen, değişmesine rağmen, KÖKTEN silinmesi, TAMAMEN %100'ünün unutulmuş olması aklın ilkelerine terstir.Mutlaka belli doğru kırıntıları kalır. Aksi takdirde şöyle bir tablo çıkar ki; Allah ayetlerinde/kendi sözlerinde kıssalar iken bunun tam tersini söylüyor. Yani: İki Elçi arasındaki zaman diliminde kalan insanların, DİN hükümlerinin %100'ünü unutarak, asırlar boyu uyarılmamış, hatırlatılmamış olarak kalması demektir.
Oysa hiç bir kavim/topluluk yoktur ki, Allah belli periyotlarla Hatırlatıcı/Uyarıcı göndermemiş olsun. Ta ki, Son Elçi, Gözbebeğimiz EMİN Elçi Hz. Muhammed'e kadar (Ona ve Tüm elçilere SELAM SELAM olsun). O güzel Elçide çok büyük güzellikler olmasaydı, Şanı büyük Kur'an-ı Kerim iner miydi ona. Allah onu seçmiştir bir kere. Seçen (haşa) hata yapar mı? (SubhanAllah V-el Hamdulilah)
Az evvel bahsettiğimizi gibi; müşriklerin Allah'ı, Rahman'ı, kaderi, kurbanı, sadakayı bildiklerini... Bu durum sadece Mekkeli müşrikler için değil; Ad, Semud, Nuh......vs. kavimleri için de geçerlidir. Şimdi de Allah'ın Meleklerini de bildiklerini bir kaç ayetle örnekleyelim:
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُود
41/13- Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizi Âd ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım."
Bu ayette Ad ve Semud'un başına gelenler ile HATIRLATMA. ".....benzer bir yıldırıma karşı uyardım." Sözü ile de açıkça UYARMA var.
إِذْ جَاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ قَالُوا لَوْ شَاءَ رَبُّنَا لَأَنْزَلَ مَلَائِكَةً فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ
41/14- Onlara Allah'tan başkasına kulluk etmeyin diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman: "Eğer Rabbimiz dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeylere inanmayız." dediler.
Sizce Elçiye ısrarla inanmayanlar melekleri nereden biliyorlardı?
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ
23/23- And olsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik. "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?"
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُرِيدُ أَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنْزَلَ مَلَائِكَةً مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي ءَابَائِنَا الْأَوَّلِينَ
23/24- Bunun üzerine, kavminin inkarcı kodaman topluluğu "Bu, dediler, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."
Şu konuda tüm Müslümanlar hem fikirdir, hiçbir Resul/Nebi yeni bir din getirmemiştir. Ne zaman ki bir inanç sistemi dejenerasyona uğrasa ve/veya çeşitli sebepler ile bir çok hükmü unutulmaya yüz tutsa ya da şerik tutulmaya aracılar konulmaya başlanılsa, Allah HATIRLATICI/Uyarıcı/Korkutucu/Müjdeleyici olarak yeniden elçi gönderir. Tâ ki son elçiye kadar.
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا
25/20- Biz senden evvel de peygamberleri başka türlü göndermedik. Şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı). Sizin bir kısmınızı bir diğerine fitne (imtihan sebebi) kılmışızdır ki, bakalım sabredecek misiniz? Zira Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ
21/25- Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım:
"Gerçek şu ki benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin."
Bu bilgiler ışığında son elçiye Risalet verilmeden önce, o ve çok az sayıda birilerinin, Hanif olup puta tapmamaları, hatta putları "pislik" olarak nitelemeleri İbrahim (A.S)'ın hanif dinin en azından imani yönden unutulmadığının ispatıdır. Fakat; Haniflik çok az sayıda inanan tarafından bilinmesine rağmen, Allah'ın emir ve yasaklarının belli bir bölümünün unutulmuş olması muhtemeldir. Yani Muhammed (SvS) dahil az sayıdaki inananların Risalet öncesinden Hanif anlayışı ile Kur'an nazil olduktan sonraki haniflik anlayışında TEMEL OLARAK fark olmamasına rağmen, daha ayrıntılı misallendirmiş Yüce Allah'ımız. Hanifliğin belirleyici ve TEK diyebileceğimiz öne çıkan anlamı anti şirk yani şirkin TAM karşıtı/tersi ÖZ-MONOTEİST bir inanç tarzıdır.
وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا
25/73- Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
Resuller ve Nebilerin tebliğ ettikleri din esasları ne zaman ki unutulmaya yüz tutsa Allah yeniden Hatırlatıcı/Uyarıcı/Müjdeleyici olarak yeniden bir elçi göndermiştir. Tâ ki son elçi Hz. Muhammed (SvS)'e kadar.
وَمِنَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللَّهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
5/14- "Biz nasranileriz" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen öğütlerin/Kitab'ın önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.
Hiç bir Elçi kendisine peyagamberlik görevi verimeden önce dahi müşrik değildi savımızdan yola çıkarak diyoruz ki; Eğer bazılarının iddia ettiği gibi (haşa) Hz. Muhammed puta tapsaydı, başta Ebu leheb ve Ebu süfyan olmak üzere tüm müşrikler, peygamberimize :
"Ey Muhammed! Bizlere Allah Bir(Ehad)dir diyorsun...Oysa dün bizlerle birlikte puta tapmıyor muydun?" demezler miydi. Hem Allah puta tapanı elçi olarak atar mı? Kur'an da var mı buna bir emsal...? Bir de deniyor ki; "efendim Hz. Muhammed'in puta tapmamış olması, Hanif olabilmesi için yeterli değil" Böyle bir cümleyi sarf eden veya inananın Kur'an dan hiçbir nasibinin olmadığı, idrak kanallarının tamamen kapandığı aşikârdır. Ya da KASTEN bir karalama yapıyordur. "...We Mâ Kâne min-el Müşrikin" vurgusu hiç mi hiç anlaşılmamış ve bir kulaktan girip diğerinden çıkmış demektir. İbadetten önce İMAN gelir. Din'in omurgası İMAN'dır, ibadet ise daha sonra gelir. Ki zaten ibadet ettiği halde, Rabb'inin karşısına minnacık şirkle bile çıkılsa, cehenneme misafir olunacağı açıktır. Ayrıca, Hz. Muhammed'e ayetlerin zaman içine yayılarak "parça parça" indirilme sırrı buradadır. İlk inen ayetleri bir gözden geçiriniz. Önce şirkten sıyrılıp, TEK(Ehad) olana iman edilmesi isteniyor....Yani önce iman etme, şirkten sıyrılma ile ilgili ayetler geliyor. Ve bu imanla ilgili ayetler belli bir sayıya ulaşınca vahiy bir süreliğine kesiliyor. (Resullah(S.A.W) bundan önceleri tedirginlik duyuyor.) İmani ayetlerin inzalinden sonra, Neden bir süreliğine kesiliyor?
Çünkü; Rabb'imiz (ibadetten) ÖNCELİKLE şirkten tamamen sıyrılmayı ve hemen ardından imanın KALBE yerleşmesini istiyor! İman meselesi anlık mesele anlık kabul ile olgunlaşmaz!
-Önce sorgulanır!
-Sonra Akıl süzgecinden geçirilir!
-Sonra İman edilir!
-En son,Teslim olunur ve o hal üzere devam edilir!
Allah'ın birliğinin/İslam'ın Aklen bir anda kabul edilmesi, kalbe kadar nüfuz edilmesi anlamına gelmiyor elbette. Bu samimiyetle geçmesi gereken bir süreçtir aynı zamanda.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ ءَامَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنْ قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِنْ تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
49/14- Bedevîler "inandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama "İslâm olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Maalesef yukarıdaki meâl yanlış tercüme edilmiştir. Ayetin orijinalinde bedevi kelimesi yok الْأَعْرَابُ (El Âğrab) Arap kelimesi var. Zaten ilk hitap onlara (Mekke'ye) değil miydi? Bu ayet de maalesef bile bile taraflı tercüme edilenlerden... Doğrusu şöyle:
49/14- Araplar, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz, ancak "islâm (müslüman/teslim) olduk" deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
2/132- Bu dini Ibrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının yalnız müslüman olarak can verin! dedi.
2/133- Yoksa ölüm Yakub'a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O, oğullarına: Benden sonra neye ibadet edeceksiniz? dediği vakit onlar: Senin Allah'ına, ataların Ibrahim, Ismail ve Ishak'ın Allah'ına, tek olan AIlah'a ibadet ederiz, biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız. dediler.
Ve İbrahim(SvS)'ın kendi nesli için yaptığı aşağıdaki bu duayı Allah Kabul etmiştir ki; kendinden sonra; İsmail-Yakub -Yusuf-Muhammed (hepsine SvS olsun) elçi seçilmiştir Allah tarafından:
2/129- Ey Rabbimiz! Onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, üzerlerine ayetlerini okusun, kendilerine Kitab'ı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapsın! Çünkü güç ve kuvvet sahibi, tam hikmet sahibi Sensin ancak Sen!