KURAN’DA CİNLERLE İLGİLİ BAZI AYETLER
“ Cannı da (insten/insandan evvel) Mesamata (yani maddeye) nüfuz edici ateşten (şualardan) yarattık.” (Hicr-27)
“O gün ki (Allah) onların hepsini toplayacaktır. (ve şöyle hitab edecektir): «Ey cin cemaati, insanlardan bir çoğunu (baştan çıkartıp) almak, (kendinize tabi kılmak) kaydına düştünüz ha!..” (Enâm-128)
“Ben cinleri ve insanları sadece kulluk etmeleri için yarattım...” (Zâriyat-56)
— (Kıyamet gününde hitap edilir):
— “ Andolsun ki ben, cehennemi bütün insan ve cinlerden (müstehak olanlarla) dolduracağım.”(Hud-119)
“ O gün ki (Allah) onların hepsini toplayacaktır. (ve şöyle hitab edecektir): «Ey cin cemaati, insanlardan bir çoğunu (baştan çıkartıp) almak, (kendinize tabi kılmak) kaydına düştünüz ha!..” (Enâm-128)
“Ben cinleri ve insanları sadece kulluk etmeleri için yarattım...” (Zâriyat-56)
CİNLER İSTİHBARAT YAPMAK İÇİN YOLA ÇIKIYOR
Allah’ın Resulü yoldaşlarından bir takım insanlarla Ukaz panayırına doğru gidiyordu. Cinnîlerin gökyüzünden haber almasına bir engel girmişti. Üzerlerine kıvılcımlar atılmıştı. Bunun üzerine Cinnîler kendi topluluklarına geri dönmüşlerdi. Toplulukları onlara, “ne oluyor” dediklerinde, demişlerdi ki bizimle gökten gelen haberler arasına bir engel gerildi. Üzerimize kıvılcımlar yollandı. Bunun üzerine kavimleri onlara demişti ki; “sizinle gökyüzünden gelen haberler arasına bir engelin girmiş olması yeni meydana gelen hadise yüzündendir. Hadi varın dünyanın doğusunu, batısını gezin. Sizinle gökyüzünden gelen haberin arasına giren engeli görün...” Bunun üzerine onlar kendileriyle gökyüzünden gelen haberlerin arasına giren engeli bulmak üzere doğuda batıda dolaşmaya başladılar. İşte Tuhame yönüne yönelmiş bulunan o gruplardan birisi Ukaz panayırına doğru Nahle'de duran peygamberin yanına geldi. Hz. Peygamber dostları ile birlikte sabah namazını kılıyordu. Kuran sesini duyunca ona kulak verdiler. Dediler ki vallahi bizimle gökyüzünün haberi arasına giren engel budur. İşte oradan kavimlerine geri döndükleri zaman şöyle dediler: «Ey kavmimiz bizi doğru yola ileten acayip bir Kuran dinledik ve ona inandık. Ve biz Rabbimiz’e kimseyi ortak koşmayacağız.” Bunun üzerine yüce Allah sevgili peygamberine şu âyeti kerîmeyi inzal buyurdu : «De ki : Bana vahyolundu ki cinlerden bir taife Kuran'ı dinledi. “
CİNLERİN CİSİMLERİ HUSUSUNDA TARTIŞMALAR
Kadı Ebu Yalâ der ki: «Cin, teşekkül etmiş cisimlerden ve şekillenmiş şahıslardan ibarettir. Büyümüş ve gelişmiş olması mümkündür.
Ebul - Kasım El - Ensarî, El-İrşad'ın şerhinde Kadı Ebu Bekir'den naklen şöyle yazmaktadır: «Biz diyoruz ki , onları gören görür. Çünkü Allah ona görme hissini vermiştir. Böyle bir algılayışa sahip olamayan da tabiî ki göremez. Onlar içiçe geçmiş, birleştirilmiş cisimlerden ibaret oldukları için görülebilirler. Bazıları da cinlerin ince ve basık cisimlerden teşekkül ettiklerini iddia ederler.
Bu, makul ve tutarlı bir düşünce olmakla birlikte, onların şekli hakkında kesin bir delil bilmiyoruz.
Soru: Cinler nasıl olur da ateşten yaratılmış olabilirler? Ateş parçaları ve alevleri tabiatı itibariyle birbirinden ayrılıp bir bünye halinde sabit olmaz?
Cevap: Hayat cismin hepsine alakadar etmez. Cismin diri olan yeri hayatın açığa çıktığı yerdir. Kaldı ki, hayatın bir bünyeye muhtaç olduğuna bilsek bile bu, Allah’ın yaratıcı kudretinde zor değildir. Çünkü O, bunu da yaratmaya kadirdir. Nasıl su içinde yanıcı ve yakıcı gazlar bir araya geliyorsa cinlerin mahiyetinde de böyle bir araya getirilmiş enerji kullanılmış olabilir.
Soru: Cinlerin ve meleklerin ince cisimler olması nasıl mümkün olur? Çünkü onların kuvvetleri arşı yüklenip taşıyacak kadar, şehirleri altüst edecek kadar büyüktür. Cebrâil’in kanatlarıyla bâzı yerleri nasıl altüst ettiği hepimizce malûmdur?
Cevap: Bu da Allah'a göre mümkündür. Çünkü melekler ve cinler böyle olmakla beraber Allah onlara fazla kuvvet ihsan edebilir. Kaldı ki kanattan kasıt kuşların kanadı değil bir nevi pervaneler gibi dönen enerji kalkanları.
Onların ince ve küçük cisimlerden teşekkül ettiklerine delil olarak şu âyette de işaretler vardır: «Çünkü o da, kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler.» (Araf: 27).
Soru: Lâtif olan bir cismi görmekte göz nurunun kuvvetli olmasına ihtiyaç görülmüyor mu?
Cevap: Evet. Ama bu ince cisimlerde bahis konusu olabilir. Kalın cisimlerde değil. Rüzgâr ince ve lâtif olduğu müddetçe biz onu göremeyiz. Fakat tozları havaya kaldırıp kalınlaşınca görürüz. Bu gayet açık bir meseledir. İşte bu sebeple biz diyoruz ki, eğer Allah cinlerin cisimlerini kalın yaratıp görme gücümüzü şimdiki halinden daha tabiî kılsaydı elbette ki onları görebilirdik.
CİNLER VE ŞEYTANLAR İNSANLARIN ŞEKLİNE DE GİRER Mİ?..
Şurası bir gerçektir ki, cinler, insan, hayvan, kılığına bürünüp muhtelif şekiller alırlar. Hattâ katır ve merkep şekline girdikleri, kuş kılığına bürünüp havada uçtukları da görülmüştür.
Rahatlıkla suyun bir bardağın şeklini alması gibi insan kalıbına da bürünürler. Nitekim Şeytan, dini kaynaklarda anlatıldığı gibi Kureyş halkına, orada yaşayan Suraka bin Malik b. Caşem kılığında gelmiştir. Bu durum Hz. Muhammed ve yoldaşları Bedir savaşına hazırlanırlarken olmuştur.
Allah şöyle buyurmuştur:
— O zaman Şeytan onların yaptıklarını methedip şöyle demişti: «Bugün size; insanlardan galebe edecek hiç bir kimse yoktur. Ben de sizin muhakkak ki yardımcınızım).» Sonunda iki ordu (karşı karşıya) göründü, «Ben sizden katiyen uzağım, gerçek ben sizin göremeyeceğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkarım elbet! Allah azabında çok şiddetlidir.» diyerek iki topuğu üstüne (tabana kuvvet) kaçtı..» (Enfâl: 48).
Nitekim O, Darun Nedve'de bir takım insanların Allah’ın Resulü hakkında; “Onu öldürelim mi, hapis edelim mi? Yoksa yurttan çıkaralım mı?..” diyerek toplandıklarında, yaratılışı cinlerden olan Şeytan “Necidli bir ihtiyar” kılığına girmiştir. Allah şöyle buyurmuştur: «Hani bir zaman o küfür edenler seni tutup bağlamaları, ya da öldürmeleri yahut (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.» (Enfâl, 30).
Bu hususta Kadı Ebu Yalâ'nın fikri: Şeytanlar kendi kendilerine şekillerini değiştiremezler. Buna güç ve kabiliyetleri yoktur. Ne var ki Allah onlara “bazı tısımlı kelimeleri” ve “işleri” öğretmiştir. “O kelimeleri söylediklerinde ve yahut o işleri yaptıklarında Allah onları bir hâlden diğer bir hâle veyahut bir şekilden başka bir şekle sokar. “Bunları görenler de cinlerin kendi kendilerine tebdili kıyafet yaptıklarını sanırlar. Oysa onları bir hâlden diğer hâle çeviren kendileri değil, Allah’tır... Çünkü kendi kendilerine bunu yapamazlar. Böyle bir şey yapmaya kalkıştıklarında bünyeleri parça parça olur ve hayat denilen bir şey kalmaz. Öyleyse izinsiz böyle bir şey yapmalarına da imkân yoktur. Zira tüm varlıklara iyilik ve kötülük yapma kudreti verilmiştir ta ki imtihan yeri olan dünya da kazananlar ve kaybedenler sonucu kendi fiilleriyle ortaya döksünler!..
İblis'in, Suraka bin Malik'in şekline girdiği, Cebrail'in Sahabeden “Dihye-i Kelbi”nin kılığına büründüğü meselesine gelince, yukarıdaki yorumumuzla anlaşılabilir.
Allah onu bir sözü söylemeye izinli kılmıştır ve o bu sözü söyleyince o kılığa kolayca girebilmiştir. —Tabiî bu da Allah'ın izni ve sırri kudretleriyle olmuştur—.
CİNLER NERELERDEDİR?..
Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Câfer, “El-Azame” adlı kitabının 12. cüzünde der ki: «Hadîs âlimlerinden Bilâl b. el - Hâris'in şöyle anlattığını naklediyorlar: Seferlerin birinde Allah'ın Resulü ile birlikte bulunuyorduk. İhtiyacını gidermek için yanımızdan uzaklaştı. Ona su getirdim. Bir de baktım ki yanında birtakım adamların gürültüler çıkararak konuştuklarını duydum. O güne kadar böyle bir şey duymamıştım. Bunun hakikatini Hz. Peygamberden sorunca şu cevabı aldım: İmanlı cinlerle inkarcı cinler arasında anlaşmazlık çıktı. Kendilerini ayrı ayrı yerlere yerleştirmem için benden ricada bulundular. Bunun üzerine Müslüman cinleri köy ve dağlara, inkarcı cinleri de dağlardaki vadilerle denizlerdeki mağaralara yerleştirdim».
Zemahşerî, “Rebi’ul Ebrar” adlı kitabında şöyle der: “A'raf anlatır: Birçok çadırların bulunduğu yere geldik. Birçok insanları gördük. Aradan çok zaman geçmeden onları kaybettik. Onlar o gördükleri insanların cin, çadırların da onların evleri olduğuna inandılar.”
SİHRİN VE HASTALIKLARIN MERKEZLERİ
“El-Müvetta” adlı eserinde İmam Malik anlatıyor: «Hattab'ın oğlu Ömer Irak'a gitmek istedi Kab’ul Ahbar ona şöyle dedi: «Ey Mü'minlerin Emîri, Gitme!.. Çünkü sihrin ve kötülüğün onda dokuzu oradadır. Belalı cinler ve korkunç hastalıklar vardır orada».
Ebu Bekir b. Ubeyd, “Mekâyidü'ş Şeytan” adlı kitabında der ki: «Hadîs bilginleri bize Câbir oğlu Yezid'den şöyle naklettiler: «Müslüman evlerinin tavanlarında Müslüman cinler bulunur. Öğle vakti sofraları konulduğunda tavandan aşağıya inip onlarla beraber yemek yerler. Akşam sofraları kurulduğundan yine onlarla birlikte akşam yemeğini yerler. Allah onları Müslümanlara yardımcı kılar. »
İbni Ebî Dâvud der ki: Hişâm, el-Muğîre'den o da İbrahim'den şöyle nakletmiştir: “Tuvalet deliğinin ortasına çiş etmeyin. Çünkü oradan size bir cinni/mikrop sıçrar da hastalık olur.”
Zeyd b. Erkam, Allah’ın Peygamberinden naklediyor: «Bu otluk sahiplidir. Sizden biriniz helâya geldiğinde şöyle desin: “Allahümme innî eûzü bike minelhubsi ve’l habâisi”. Bu hadîsi Tirmizî, Nesaî ve ibn-i Mâce rivayet etmiştir. Helâda iken cinler, insanın avret mahalline bakarlar. O yüzde bu yerleri sakınmadan banyo ve tuvaletlerde uzun süre kalmak bir çok hastalığın ve marazın bünyeye taşınmasına vesile olmaktadır.
Enes'den şöyle nakledilmiştir: «Allah'ın Resulü helâya girdiklerinde: “Allahümme inni eûzü bike minel-hubsi vel-habâisi” derlerdi».
MEZARLIKLARDAKİ ŞER KONSEYİ
Cinlerin en çok bulundukları yer hamamlar, otluklar, mezbelelikler gibi yerlerdir. Kötü niyetli cinler bu gibi pis yerlerde daha çok bulunurlar. Bu tip yerlerde namaz kılınmasını dahi yasaklayan hadîslerden bahsedilmiştir. Çünkü bu gibi yerler şeytanların uğrağıdır. İslam adabı bilginleri bu yerlerin kirlerin akıtıldığı yerler olması nedeniyle oralarda namaz kılınmasını doğru bulmamışlardır. Hamam ve ahırlarda namaz, şeytanların uğrağı olduğu için kılınmamaktadır. Kabirde namaz kılmak şirke vesile olacağı için yasaklanmıştır. Kaldı ki, kabirler de yatanın durumuna göre şeytanların uğrağı olabilir.
Şeyhlik veya keramet sahibi olduğunu iddia eden bir takım kimseler de bu gibi yerlere gelip şeytanlarla karşılıklı konuşurlar. Onları görenler de keramet gösterdiklerini sanırlar. Oysa yaptıkları iş kâhinlerinkinden farksızdır. Putların içine girip putperestlere âdet üstü işler gösteren sihirbazlar güneş, ay ve yıldızlara tapanlar da böyle şeyler yaparlar. Birtakım tesbihler, elbiseler asarlar ve bundan medet beklerler. “Ruhaniyetü't-Tevakib” diye adlandırdıkları şeytanlar gelirler, onların bazı ihtiyaçlarını karşılarlar. İstediklerini öldürtürler, dilediklerini hasta yaptırırlar veya sevdiklerini getirirler. Lâkin farkına varmadan elde ettikleri zarar, kavuştukları yarardan daha büyük ve tehlikelidir. Çünkü onlara yarardan kat kat üstün zarar getirmektedirler.
İNSANLARIN EVLERİNE ŞEYTANLARIN GİRMESİ
Müslim ve Ebû Dâvud, Câbir'den rivayet ediyorlar: Cabir, Allah'ın Elçisi’nin şöyle dediğini duymuştur: «Kişi evine girmek istediğinde girerken ve yemek yerken Allah'ın ismini zikr ederse, şeytan çetesine hitaben şöyle der: «Siz burada barınamazsınız ve yemek de yiyemezsiniz.» Eve girerken Allah'ın ismini söyleyip yemek yerken söylemezse, şeytan: «Yemeğe yetiştiniz, fakat burada kalamazsınız» der. Eve girerken Allah'ın ismini zikr etmezse, şeytan: «Yemeğe yetiştiniz. Burada da kalabilirsiniz» der.
CİNLER DE YERLER İÇERLER Mİ?..
Kâdı Ebû Yâ'lâ şöyle der: Cinler de yerler, içerler ve evlenirler.
Bu konuda, ilim adamları üç ayrı fikir ortaya atmışlardır:
1— Cinler yemezler ve içmezler. Bu söz itibar edilmeyen bir sözdür.
2— Onlardan bir kısmı yer, içer; bir kısmı yemez, içmez. Bu fikri, ileride gelecek olan Vehb'den nakledilen bir hadîs teyid etmektedir.
3— Bütün cinler, yerler, içerler. Bu kanaatte
olan âlimler, nasıl yiyip içtikleri hususunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir.
Bir kısmı şöyle diyorlar: Onların yeme - içmeleri sadece koklamak ve gönlü rahatlatmaktan ibarettir. Yoksa bizim gibi çiğneyip yutma suretiyle değildir.
Diğer bir kısım ilim adamının görüşü ise şöyledir: Onların yeme içmeleri aynen bizim gibidir. Çiğnerler ve yutarlar. Bu konuda bildirilen haber ve hadîsler bu fikri teyid etmektedir.
Meselâ; çiğneyip yuttuklarına Ebu Dâvud'un rivayet ettiği Ümeyye b. Mahşî'nin hadîsi delil olmaktadır. O rivayette şöyle bir bilgi vardır: «Onunla beraber şeytan da yiyordu. Allah'ın ismini anınca, şeytan birden kusup karnındakileri çıkardı».
Ebû Ömer b. Abdil Berr. Hadîs bilginlerinin, Abdüssamed b. Ma'kal'den söyle naklettiklerini anlatıyor: Cinler hakkında kendisinden bilgi isteyenlere Vehb b. Münebbih şöyle dedi: Onlardan bir kısmı yer, içer, evlenir ve nesil üretir. Onlardan bâzıları da, sihirbaz ve azgın cinlerdir.
Sahîhayn'da şöyle varid olmuştur: «Cinler Allah Elçisinden yemek istediler. Üzerine yemeden evvel Allah'ın ismi anılmış her yiyecekten geriye kalan “kemik ve tezek” sizin yemeğinizdir, buyurdu ».
İbn-i Selâm bu hadîsin tefsirinde şu hususu ilâve etti: «Tezek onlar için yemyeşil bir ot oluverir».
Peygamber Efendimiz, bu sebepten kemik ve tezekle tuvalette temizlik yapılmasını yasak etmiştir. Bu hususta birçok güvenilir hadîs bildirilmiştir.
Müslim ve diğerlerinin derlediği güvenilir hadislerde, Selmân el Fârisî'den şöyle nakledilmiştir: «Def-i hacette/ihtiyaç giderilirken Kıbleye karşı durmamızı sağ elle o uzvumuzu temizlememizi, su yoksa üç taştan az kullanmamızı, tezek veya kemikle bu işi yapmamamızı bize Allah'ın Resulü yasak etmiştir».
Müslim'in “Sahîh'i Buhari” isimli eserinde ve diğer hadîs mecmualarında Câbir'den şöyle nakledilmiştir: «Allah'ın Resulü kemik veya tezekle temizlenmemizi yasaklamıştır».
Hüzeyme b. Sâbit ve diğerlerinin yaptıkları rivayette de bu yasak vardır.
Bu yasağın sebebi, İbn-i Mes'ud'dan nakledilen bir hadîsde izah edilen şu husustur: «Bana bir Cin davette bulundu, beni alıp götürdü. Onlara Kurân okudum. Sonra beni alıp götürdüler, eserlerini ve ateşlerinin eserlerini gösterdiler. Aynı zamanda benden azık istediler. Ben de onlara dedim ki: Üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş herhangi bir kemik elinize geçerse işte o, ve bir de alâf artığı (tezek) sizin azığınızdır.”
YILAN KILIĞINDA BİR CİN...
«Efendimiz ile birlikte yürüyorduk. Bir yılan gelip yanında durarak ağzını Hz. Peygamber'in kulağına yaklaştırdı. Sanki ona bir şey fısıldıyordu. Allah Elçisi «Evet!» dedi. Ve yılan ayrıldı. Bunun durum üzerine Hz. Peygamberesoru sorulunca, dediler ki:
— O cinlerden bir adamdır; bana şöyle dedi: «Ümmetine emret de tezek ve kemikle taharetlenmesinler. Çünkü Allah bunları bize azık yaptı.»
«Cinler yemez-içmezler» sözü sahîh hadîslerle çatıştığı için doğru değildir.
Eğer bu sözlerinden, bir kısım cinlerin yemediklerini, içmediklerini kastetmişlerse bir derece hak verilir. Fakat sahîh hadîslerden bütün cinlerin yeyip içtikleri anlaşılmaktadır.
CİNLERİN DAVETSİZ YEME VE İÇMELERİNİN ENGELLENMESİ
Müslim ve Ebû Dâvud, Huzeyfe’den bildiriyorlar: Biz Allah'ın Resulünün yanında yemek yemek üzere hazır bulunduğumuz zaman o sofraya elini uzatmadan önce başlamazdık. Bir defasında onunla yemek yemeğe hazırlanmıştık. Bir cariye gelip hemen yemek yemeğe elini uzatmak istedi. Hz. Peygamber, onun elini tuttu. Bir köylü geldi, o da hemen elini uzatmak istedi, Allah’ın Peygamberi onun da elini tuttu ve şöyle buyurdu: «Allah'ın ismi anılmadıkça (Besmele çekilmedikçe) şeytan yemek yemeği helâl bulur. Şeytan bu cariye ile birlikte geldi sofraya katılmak istedi, cariyenin elini ben tutunca bu defa da köylü ile gelip yemek istedi. Nefsim yed’i kudretinde (kudret elinde) olan Allah'a kasem (yemin) ederim ki, şu anda o şeytanin eli onların elleri ile birlikte benim avucumun içindedir».
Ebû Dâvud, Ümeyye b. Mahşî'den rivayet etmiştir: Peygamber dostlarından biri dedi ki: «Bir adam besmele çekmeden yemek yiyordu, Allah'ın Elçisi de orada oturuyordu. Adamın sofrasında bir lokma bir şey kalmıştı. Onu tam ağzına getireceği zaman: “Bismillâhi evvelini ve ahiri” dedi. Ve Allah'ın Elçisi gülerek şöyle buyurdu: «Şeytan onunla yemeğe devam ediyordu. O Allah'ın ismini söyleyince, karnındakini kusarak çıkarmak zorunda kaldı.»
Ebû Bekr İbn'id Dünya “Mekâyîdüş Şeytan” adlı kitabında şöyle demiştir: Muaviye b. Nufeyl el Aclî dedi ki: Anbese İbnî Said'in yanında idim, yanıma Süheyl oğlu Salebe geldi. O Salebe'ye:
— Çok acayip bir şeyi görmüşsün, anlatır mısınız? dedi. O da şöyle cevap verdi:
— Seherde içmek için bir kaba su koyuyordum. Bir defasında seher vakti gelip o koyduğum suyu içmek için gidince orada bir şey bulamadım. Ertesi akşam, üzerine Yasin okuyarak koydum. Seherde yanına gidince olduğu gibi duruyor bir hâlde buldum. Birde baktım ki âmâ (kör) bir şeytan evin yanında dolaşıp durmuyor mu?..»
CİNLERİN HEPSİ ÖLÜR MÜ?
Eb'uş-Şeyh, “Ennevadir” kitabında der ki: Hadîs âlimlerinden bazıları İsa b. Ebî İsa'dan naklettiklerine göre, Haccac b. Yusuf'a demişler ki: Çin'de bir yer var, o yerde yolu sapıttıklarında “yola gelin” diye bir ses duyarlar ve fakat hiç kimseyi görmezler.
Bunun üzerine o birtakım insanları gönderir ve onlar, «Oraya gittiğinizde bilhassa yanlış yola sapın, size “buradan!” diye ikazda bulunurlarsa hemen onlara saldırın ve kimler olduğunu anlayın» diye tembih eder.
Bunun üzerine onlar giderler, onun emrini yerine getirirler. Fakat cinler derler ki, «Siz bizi asla göremezsiniz.»
— Pekâlâ ne zamandan beri buradasınız? diye sorduklarında, şu cevabı verirler:
«— Biz yılları saymayız. Ancak Çin sekiz kere harabe oldu ve sekiz kere yeniden imar oldu. İşte biz hâlâ gördüğünüz gibi burdayız.»
İbn-i Eb'id-Dünya der ki: Bâzı hadîs âlimleri Hasan'dan şöyle rivayet ettiler: «Cinler ölmezler.» Ben de ona cevaben şu âyeti okudum: «İste o (ve benzerleri), cinden ve insandan kendilerinden evvel gelip geçen ümmetler arasında, üzerlerine (azab) söz(ü) hak olmuş (kimseler)dir...» (46 - El - Ahkaf: 18)
Hasan'ın sözünün mânası şudur: Yâni onlar şeytanla birlikte bekletilirler.Şeytan ölünce, onunla beraber onlar da ölürler.
Kurânda bütün cinlerin bekletildiklerine dair delil yoktur. Demek ki hepsi değil de, bâzısı bekletilmektedir. Çünkü yukarıda geçmişti. Hz. Peygamber'e gelen heyetten bir çoklarının öldüğünü anlatmıştık, ileride de bu görüşte bilgiler verilecektir. İbn-i Abbas der ki: Bekletilecek olan yalnız şeytanların piri yani cenetten kovulan lanetli “iblis”dir...
Eb'uş-Şeyh El-Azame adlı kitabında der ki: Hadîs âlimlerinden kimileri Zara b. Damûre'den şöyle nakletmişlerdir: Bir adam İbn-i Abbas'a sordu.
— Cinler ölür mü?» Cevab verdi:
— İblis'den başka hepsi ölürler.
— Peki (Cânn) denilen şey nedir?
— O, cinlerin küçükleridir.»
İbn-i Şâhin, “Garaibu's - Sünen'de” der ki: Hadîs âlimlerinden bâzıları İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini naklederler: «Günler iblis'i kocaltır, sonra yine otuz yaşına döner.»
CİNLERİN ÜREMESİ?
Kadı Abdu'l-Cebbar der ki: “Zürriyet, çoluk - çocuk demektir. Onların ince cisimlere sahip bulunmaları, doğurmalarına mâni teşkil etmez. Çünkü nice küçük cisimli hayvanlar vardır ki, doğurmaktadırlar. Küçük olmaları doğurmalarına mâni olmamaktadır.”
Zemahşerî, “El-Keşşaf”da der ki: Eski kitaplar üzerinde gayet küçük kurtlar görürsün. Göz, ne kadar keskin olursa olsun onları, kımıldamadıkça göremez. Bu kadar küçük yaratığı yaratan ve ona kullanacağı dış ve iç organlar verip neticede onu bütün inceliklerine kadar tasarlayan Allah'ın daha ne yaratıklar tasarladığını düşünememek büyük bir akli noksanlıktır.”
Evet hayvanların küçük olmaları, (tek hücreli olsalar bile) onların üreyip çoğalmalarına mani değildir. Çünkü Allah her şeyi günümüz tabiriyle “nanoteknolojiye” göre yaratmıştır. Bir şey yapmayı dilediğinde o iş için gerekli olan kainattaki her şey ve enerji o istikamette «OL» emriyle hareket etmektedir. Bugün ki bilgi teknolojileriyle bu durumu çok daha rahat anlayabiliyor ve anlatabiliyoruz.
CİNLERİN ÇARPIM TABLOSU...
Bâzen de insanoğlunun bilmeyerek onları işkenceye mâruz bırakmasından meydana gelir: Üzerlerine anlamayarak yukarıda uyardığımız mahallerde (izbe yerlerde) çiş etmek, üzerlerine bilmeden sıcak su dökmek gibi. İnsanlar bunları, cinlerin rahatsız olacaklarını bilmeden kasıtsız yaparlar. Fakat gel de cinlere anlat bunu(!) Onun bu hareketini kendilerine af edilmez bir zulüm sayarlar, daha çetin bir işkence ile karşılık verirler.
Bâzen de cinlerin sırf korkutmak ve işkence yapmak maksadıyla insanoğluna revâ gördükleri zulümlerdir. Oysa onlarda tıpkı insanlar gibi yaptıklarından sorumludurlar. Çünkü onların da yaratılanları kırmaya, üzmeye hakları yoktur. Neticede İnsanoğlu onları görmeden, bilmeden zarar vermiştir. Bilerek yapsa bile tıpkı insanın insana yaptığını cezalandırması gibi belli bir hukuku vardır..
İnsanoğlu, cinleri incitecek hareketi şayet evinde yapmışsa, cinler bilmelidirler ki ev onun evidir; istediği gibi tasarruf edebilir. Yani ortada davetsiz bir misafire yapılan bir muamele vard ki orta da böyle bir durum da: “Ey cinler! Sizin, onların evinde, barınmaya hakkınız yoktur. Onlar izin vermeden evlerinde bir saniye bile duramazsınız. Siz ancak kimsesiz evlerde, harabelerde ve bozkırlarda barınabilirsiniz, diye bildirilir kendilerine.”
Bu sebepledir ki, cinler, umumiyetle harabelerde, boş arazilerde, necaset yerlerinde, mezbeleliklerde, kabristanlarda bulunurlar.
Şu halde onlardan herhangi biri, insanoğluna saldırdığında, kendisine ilâhi hükümler hatırlatılır, iyilik emredilir, kötülüğü terk etmesi istenir.
İnsanlara yapılan öğütler onlara da yapılır. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:
«Bir Peygamber göndermedikçe azab edici olmadık!» (EI-İsra: 15),
«Ey cin ve ins topluluğu! İçinizden size, âyetlerimi okuyacak peygamberler gelmedi mi?» (El - En'-âm: 130).
CİN'İN KİŞİNİN BEDENİNE GİRMESİ
- Peygamberin Cinni Çıkarması -
Ebû Bekr er-Razî gibi bâzı Mutezile âlimleri, Cin'in bir kimsenin bedenine girmesini inkâr etmişlerdir. Onlara göre iki ruhun bir bedende bulunması imkânsızdır. Oysa cin ruh değildir, manyetik bir varlıktır. Buna rağmen cinlerin varlığını kabul ediyorlar.
Eb'ul-Hasan el-Eş'arî, Ehl-i Sünnet tabir edilen insanların makalelerinden şöyle naklediyor: Ehl-i Sünnet cematine göre cinler, insanların bedenlerine girerler. Delil olarak şu âyetteki benzetmeye dikkat çekmişlerdir: «Riba/faiz yiyenler “şeytan çarpmış” birer deliden başka bir halde kabirlerinden kalkmazlar...» (El - Bakara: 275).
Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah der ki: Babama; «Bâzıları, cin'in insan bedenine giremeyeceğini söylüyor, bu hususta siz ne dersiniz?» diye sorunca şöyle cevap verdiler: «Yalan söylemişlerdir.»
«Bir kadın oğlunu Allah'ın Resulünün yanına getirdi ve:
— Ey Allah'ın Resulü! Bunda delilik vardır. Öğlen ve akşam tutar onu bu hastalık, diye yakındı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onun göğsünü sıvazladı ve ona dua etti. Onu kusturunca, karnından siyah köpek yavrusuna benzer bir şey çıktı. Ve yürüyüp uzaklaştı...»
Bu hadîsi, Ed-Dârimî, “Müsnedi”nin ilk kısımlarında rivâyet etmiştir. Usame b. Zeyd'den nakledilen hadîsde de ise bununla ilgili şu kayıd vardır: «UHRUC YA ADUVVELLAH! FE İNNÎ RESÛLÜLLAH SELLELLÂHU ALEYHİ VESELLEM.», «ÇIK EY ALLAH'IN DÜŞMANI; BEN ALLAH'IN RESULÜYÜM.»
HAVA GİBİ GİRER YEL GİBİ ÇIKARLAR
Kadı Abdu'l-Cebbâr der ki: Onların ince cisimli olduklarına dair ileri sürdüğümüz deliller anlaşılınca “hava gibi insan bedenine girmelerinde hiç bir mâni düşünülmemelidir. Rüzgâr ve alıp verdiğimiz nefes, nasıl bedenlerimize giriyorsa, cinler de öylece girerler. Yel gibi çıkarlar” Bu, cevherlerin aynı yerde birleşmesini icap ettirmez. Cisimlerimize, gayet ince bir cismin, kaplara girdiği gibi girip konarlar.
Soru: Pekâlâ onların dar cisimlerimize girmesi, parçalanmalarını gerektirmez mi?..
Cevap: Cisimlere giren şey demir veya odun gibi sert madde olduğu zaman, dediğiniz doğru olabilir; rüzgâr gibi olduğunda asla. Şeytanlar hakkında da aynı şeyi söyleyebiliriz. Çünkü onlar cisimlere girdiklerinde ya bütün vücutları ile girerler —ki vücudun kısımları birbirine bitişiktir— ya bir kısmı girer diğer kısmı dışarıda kalır. Her iki halde de parçalanması icap etmez. Tıpkı deliğine girmek isteyen yılan gibi. Bütün vücudu ile de girebilir, bir kısmı de. Şayet bir kısmı ile girerse diğer kısmı dışarıda kalır. -Buna rağmen yılan bölünmez.
İçimize giren cinleri sindirmiş de olmayız. Böyle bir şey düşünülemez. Çünkü bir şey yemek için çiğnemek ve yutmak lâzımdır. Bedenlerimize giren cinler ise, ne çiğneniyor, ne de yutuluyor. Hattâ midemize giren su bile çiğnenmemektedir.
— Pekâlâ bunlar, taşlara da girebilirler mi? diye sorulursa, «Evet» diye cevap veririz.
DAMARLARDA DOLAŞABİLİYORLAR MI?
Kadı Abd'ul-Cebbâr der ki: «Şeytan İnsanlarda kanların dolaştığı yerde dolaşır» hadîsi ve benzeri hadîslerden de anlaşılacağı üzere, onların ince ve cisimlere girebilecek bir halde olmaları gerekmektedir. Kaldı ki onların insan bedenlerine girdiklerini ispat edecek hadîsler de bildirilmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki, cisme girecek cisimlerin sert ve kalın olmaması gerekmektedir.
Bu hususta aktarılan haberlerin şöhreti ve bu sahanın uzmanlarınca kabulü sebebiyledir ki, Ebû Osman b. Ubeyd şöyle demiştir: «Cinlerin insan bedenine girmesini inkâr eden kişi, dehrinin/materyalistin tâ kendisidir. O böyle demiştir çünkü cinler hakkında o kadar hadîs aktarılıştır ki, nerede ise namaz, oruç, zekât ve hac hakkında bildirilen hadîslere yetişecek miktarda. Öyleyse bu hadîsleri inkâr eden “red edici” sayılır. Bilinmesi ancak Allah’ın elçisi ile mümkün olan şeyleri red eden ise kâfirdir çünkü peygamberleri vasıtasıyla bildiren bizzat varlıkları yaratıcısı Allah’tır. Eser sahibinden daha iyi eseri bilebilecek olan olabilir mi?..
Mucizelerin ancak Allah tarafından meydana getirildiğini bilmeyen kimsenin, cisimlerin Allah tarafından yaratılmış olduğunu bilmesi de imkânsızdır. Bu durumda olan kimse, kendisini vücuda getiren bir kudreti, kendi nefsi (özbenliği) hakkında ki “Heran Yaratıcı” ilmini de inkâr etmiş sayılır. Ve kâinatın sonradan yaratılmış bir eser olduğunu kolay kolay kabul etmez.
Eb'ul-Kâsım El-Ansarî der ki: Onlar kalın cisim olsalar dahi, yine de yemek ve su gibi cisimlerimize girmeleri mümkün olur. Onların girmesi demek, insanların dokunmaları veyahut insanlar tarafından kendilerine dokunulması demektir.
Bâzıları da şöyle demişlerdir: İnsanlara girmesi demek, gölgelerini/enerjilerini onların üzerine salmaları demektir. Bu da dokunmak veya çarpmakla olur. Bu keyfiyeti de akıl kabul etmektedir. Ne var ki, onların insan cisimlerine girdiklerine, hatta şeytanın başını kalbe koyduğuna dair naklî deliller de sunulmuştur.
Şurası bir gerçektir sonradan yaratılmış olan herhangi bir yaratığın, başkasının hareketlerini tamamen kontrol etmesi mümkün değildir. O başkası ister melek, ister şeytan, ister insan olsun fark etmez. Şu halde çarpılmış olan kişinin hareketleri kendi fiilidir. Eğer çarpılmış kimse, kendisinde meydana gelen hareketleri yapmağa güç getirebiliyor ise öyleyse yaptıklarından sorumludur değilse sorumlu olmaz. İstem dışı hareketlere mecbur tutulmuş olur.
“YERYÜZÜ” DENEN SAHNENİN İLK OYUNCULARI...
İnsanoğlu ise “topraktan” yaratılmıştır. Yeryüzünün ilk sakinleri cinlerdir. Yeryüzünü kendilerine has teknolojilerini kötüye kullanarak adeta cehenneme çevirdiler, cinayetler işlediler. Bunun üzerine Allah onlara “el-Haris/sonradan İblis” ve arkadaşlarını göndererek onları deniz adalarına ve dağların eteklerine sürdürdü. İblis bu işi başarınca mağrurlandı, «Kimsenin yapamadığı işi ben yaptım!» dedi. Allah onun kalbindeki kibri biliyordu. Yanındaki meleklerin tabiî iblisin, kalbinden geçirdiklerinden haberleri yoktu.
İbn-i Şaklan'ın bu sözünü, İbn-i Şihab'dan yapılan şu rivâyet teyid etmektedir: İblis Cinlerdendir. O, cinlerin babasıdır, tıpkı Âdem'in insanoğlunun babası olduğu gibi.
İÇ İSTİHBARATÇI...
Nas suresinde geçen «De ki: İnsanların Rabbi, insanların Melikine sığınırım.» ayetiyle, günahlara sebep olan kötülerden ve kötülüklerden kurtulabilmenin yegane çaresinin Allah'a sığınma olduğu telkin edilmektedir.
Bu sûreden önce gelen Felâk sûresi ise, “sihir” ve “ateşli kıskançlık” ile başkası tarafından yapılan zulme sebep olan fenalıktan Allah'a sığınmayı beyan etmektedir ki bu dış sebepleri teşkil eder.
Nâs sûresi ise, kulun kendi nefsine zulmetmesine bahis olan iç şer kuvvetleri hakkındadır.
“...min şerri vesvasil hannas...” Birinci şer odağı ayetten de anlaşılacağı gibi “El-Vesvâs”.
_ Nedir bu vesvas?.
_ Halk içinde bilinen adıyla Vesvese”. Vesvese'nin aslı, hareket ve his edilmeyen gizli bir “iç ses”dir. Ondan kaçınılması ciddi bir “nefs bilgisi” yani insanın içinde yaşattığı duygularını kontrol edebilmesi kontrolün iradesinde olmasıyla ilgilidir. Yoksa büyük psikolojik hastalıkların, kuruntuların odağı olarak her an gücünü ve çapını artırır.
Konunun araştırmacıları “El-Vesvas”ın hakkında fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Bâzıları bunun vasıf olduğunu söylerken bir kısmı da masdar/bunun bir kaynağı çıktığı yer olduğunu iddia etmişledir.
Sûre'deki “Hannas” kelimesine gelince: Anlamı “gizli” olmaktır. Ebû Hureyre'nin “Ondan gizlendim.” sözü bunu teyid eder. Kelimenin hakikati, meydana çıktıktan sonra kayıp olmak, saklanmaktır. Gündüzün yıldızların saklanması gibi...
Sûredeki “Yuvesvisû fî sudurinnasi” sözü şeytanın üçüncü sıfatıdır. Önce onun vesvesesi, sonra da bu vesvesenin (Hannas)yeri anlatılmıştır.
Kurân'ın şu hikmetini ve verdiği stratejisini düşünün ki, “Vesvâs” ve “Hannas”la vasıfları anlatılan şeytanın kötülüğünden nasıl sığınılacağını mükemmel bir tarzda açıklamış, sadece onun şerrinden dememiştir. Maksat onun bütün kuvvet unsurlarından olmasıdır. “Min Şerril Vesvas” deyince onun bütün kötülüklerini kapsamıştır.
Sonra bir de “Yuvesvisû Fi sudurinnasi” sözü var ki: İlahi mesajda, insanların göğüslerinde vesvese yapar denmiştir de, kalplerinde vesvese yapar denmemiştir. Elbette bunun da bir sırrı olmalıdır. Çünkü göğüs, kalb sahasıdır ve yuvasıdır. Ona geleceklerin tümü gelip göğüste toplanır. Sonra da oradan doğru kalbe girer. Şu halde o, dehliz gibidir. Göğüse, emirler ve iradeler kalbten doğru çıkar. Sonra her tarafa yayılır. Bunu anlayan, şüphe yok ki Allah’ın şu ifadesini de anlamış olur: «Göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekini temizlemek için Allah, sînelerdeki özü hakkıyle bilir.»
Şeytan kalp sahasına girer, oradan kalbe vermek istediği vesveseyi verir. Böylece vesvesesi/kurgusu doğru kalbe gider. Bu sebepledir ki Allah, “Şeytan ona vesvese verdi” buyurdu da (Onda) buyurmadı.
Kadı Ebû Ya'la der ki: Vesvas'ın, sadece kalbin anlayabileceği gayet gizli bir söz/sinyal göndermesi muhtemel olduğu gibi, fikir bazında bizzat kendisinin etkili olması da mümkündür. Sonra insana dokunma, çarpma ve saptırma gibi işler bizzat ondankaynaklanır.
Peygamber Efendimizin «Şeytan Ademoğlu’nda kanın aktığı yerde su gibi akar» hadîsiyle, vesvesenin kastedildiği de düşünülebilir. Tıpkı “kaplerine dana içirildiler” âyetinde ki anlamın, “dana”nın kendisi değil de, altın buzağı sevgisi olduğu kastedildiği gibi, denilirse şu cevap verilir: Eğer o, insanın vücuduna girmemiş olursa vesvesesi hissedilmez. Çünkü hariçte olan söz veya ses, kulağına duyurmadıkça insan işitemez. Şeytanda insana duyuracak ses yok ki. O nefsin insanın iç benliğiyle konuşması gibi konuşur.
Bâzılarına göre o, cismi lâtif/hava gibi şeffaf olduğu için Ademoğlunun cesedine girer ve vesvese/kuruntular verir. İnsana adî ve basit düşünceler verir. Allah buyurmuştur: «İnsanların göğüslerinde vesvese yapar.»
Konuşması mümkündür. Büyülenmiş kişinin esir olduğu sihir gibi. Sihir bir ses değil, ama büyülenen kişi onun etkisinden kurtulamamaktadır. Allah’ın Elçisinin bir hadisi bu konuyu adeta özetliyor, “Söz, sihirdir...” Tabi burada özel bir amaçla ve oktanla yapılan sözden bahsediliyor. Ayrıca günümüzde teknolojik olarak ses tıpkı ışığın el fenerinin ışığının bir araya toplanıp bir noktaya yönlendirildiği gibi yönlendirilebilmektedir. Yani kalabalıklar içinde sadece bir kişiye lazer ışınları gibi sesinizi bir noktada odaklayıp gönderebiliyorsunuz...
“MİNEL CİNNETİ VENNAS”
Ayrıca “minel cinneti vennas” sözü, “Ellezi yuvesvisû/ vesvese veren” sözünü açıklamaktadır. Buna göre vesvese veren varlıklar iki çeşit oluyor: “insanlar” ve “cinler.”
Cin, insanların kalbine vesvese veriyor. İnsanlar da insanlara vesvese veriyor “yoldan çıkarmağa uğraşıyor”, demektir. Demek ki vesvese veren, ins ve cin olarak iki türdür; vesveseye uğrayan ise yalnız insan olarak bir türdür. Yukarda vesvesenin, kalbe gizlice kötü duygu koymak anlamında olduğunu anlatmıştık. Bu ise insanlarla cinler arasında müşterek bir şeydir.
Kur'ân-ı Kerîm, insanların da tıpkı cinler gibi şeytanları olduğunu anlatmıştır: «Biz her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık.» (6 - El-En'am: 112).
Ebû Bekr Abdullah b. Ebû Davûd Süleyman der ki: Hadîsçiler Muaviye b. Ebî Talha'dan şöyle rivâyet etmişlerdir: «Hz. Peygamber'in dualarındandı: “Allahım, kalbimi zikrine mani olacak vesveselerden berî kıl, benden şeytan vesveselerini uzak et.”
İbn-i Abbas'dan nakledilmiştir:
« Ağzını kalbin üstüne kor, durmadan üfler/emer yani vesvese/kuruntu verir insana. Allah zikredildiği zaman susar, Allah'ın zikri terk edildiğinde yine gelir. İşte Vesvas ve Hannas budur.»
ŞEYTANLAR İNSANLARIN VÜCUDUNA NEREDEN GİRİYOR?
Urve b. Rüveym'den alıntılanmıştır: «Meryem oğlu İsa Rabbine, şeytanın Ademoğlundaki yerini göstermesi için dua etmiş. Bakmış ki lanetlik şeytan başını tıpkı bir yılan gibi kalbin özüne salıvermiş zehirlemek için bekliyor .»
Kul Allah'ı andığı ve her ne olursa olsun Allah rızası için iş tuttuğu zaman susuyor; Bağlantıyı kopardığında ise yine kalbini emmeye ve vesvese/kuruntu verip huysuz ve huzursuz etmeye devam ediyor.
Ömer b. Abdulazîz'e dayanılarak anlatılmıştır: Bir adam, Rabbine, kendine şeytanın yerini göstermesi için dua etmiş, bunun üzerine Allah ona içi boş bir ceset gös-termiş, öyle ceset ki, içi dışından görünüyor. Şeytan bir sivri sinek şeklinde hortumunu kalbinin içine saplamış iğfal ediyor. Kul Allah'ı hatırladıkça susuyor, dünyevi düşüncelere dalınca sokmağa devam ediyor.
Esuheylî der ki: «Peygamber Mührü “iki omuzu arasına” BEN şeklinde konmuştur. Çünkü şeytan insanoğluna oradan nüfuz eder. Peygamber bu mhürle bundan korunmuştur.»
ŞEYTAN’IN EN SEVDİĞİ SORU?
Urve babasından, o da Hz. Aişe'den (R.A.), Aişe de Allah'ın Resulünden anlatmıştır:
«Şeytan birinize gelip der ki:
_ «Seni kim yarattı?»
_ «Allah yarattı» diye cevap verince, bu sefer,
_ «Allah'ı kim yarattı?» diye sorar. Sizden biriniz böyle bir şeyle karşılaşırsa «Allah'a ve Resulüne iman ettim» desin. Çünkü böyle bir şeyi ancak bu giderir.»
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Abdullah b. Muğaffel'den naklettiklerine göre Allah'ın Resulü şu nasihatte bulunmuştur:
«Sizden biriniz, yıkandığı yere kesinlikle idrarını yapmasın. Çünkü “vesvas”ın gücü ondandır.»
Müslim Osman b. Abil-As'dan rivâyet etmiştir: Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü! Şeytan namazda ve kıraatta beni rahat bırakmıyor! Şöyle buyurdular:
«— O, Hanzeb denilen Şeytandır. Onu hissettiğin zaman, ondan Allah'a sığın ve soluna üç kere üfür!» Resûlullahın bu emrini dinledim ve Allah benden onu giderdi.»*
VESVAS VE İÇ İSTİHBARAT
Haccac b. Yusum sihirbazlıkla suçlanan bir adamın yanına gelerek,
_ Sen sihirbaz mısın diye sorar.
Adam: Hayır, diye cevap verir. Bunun üzerine taşlar avucuna koyar ve sihirbaz sandığı adama:
_ Bu avucumda kaç taş vardır, diye sorar. Adam, “Şu kadar taş vardır” diye cevap verir. Sonra öbür avucuna taş alır fakat saymaz.
_ Pekala bu avucumda ne kadar taş var? Diye sorunca:
_ Bilmem, der.
_ Peki ilkini nasıl bildin?..
_ Onu sen bildin sonra VESVASIN öğrendi o da benim VESVASIMA haber verdi. Neticede o da bana haber verdi.
İkincisinde ise taşları saymadığın için sayılarını bilemedin haliyle sen bilmediğin için kalbine de bilgi gitmedi bu yüzden VESVASIN bilemedi, bilemediği için benim VESVASIMA haber veremedi. Eh artık ben onu nereden bilecektim dedi.
ŞEYTAN SİNEK ŞEKLİNDE, İSTİHBARAT TOPLUYOR;
Süfyan’ın oğlu Muaviye, katibine haber göndererek gizli bir mektup yazmasını emretti. Ancak katip mektubu yazarken sürekli bir sinekle didişti. Bir ara sinek mektubun üzerine kondu. Katip aniden elindeki kalemle sineğe vurunca “ayaklarından biri” koptu. Sonra mektup bitip sokağa çıkınca ilginç bir şey oldu:
_ Müminlerin Emiri Muaviye, sana şu bilgileri yazdırdı deyip mektuptakileri olduğu gibi anlattılar.
Önce şok geçiren katip,
_ Peki size bunu kim haber verdi dedi.
_ “Bacağı kesik bir Habeşli” gelip anlattı dediler.
Bunun üzerine katip müminlerin Emiri Muaviye’ye tekrar bir mektup yazıp durumu haber verdi.
Müminlerin Emiri cevabında şöyle yazıyordu:
_ Allah’a yemin ederim ki halka mektuptaki bilgileri haber veren insan şekline girmiş şeytandan başkası değildir. O senin kalemle vurup kalemle bacağını kopardığı sinekten başkası değildir. Önce sinek olup metubu okudu sonra insan kılığına girip halkın arasına karışıp muhbirlik yaptı!..
FELAK SURESİ (113. AYET)
1- De ki. “Sığınırım Rabbine o ağaran sabahın,
2- Şerrinden bütün yaratıklarının
3- Karanlığı bastığı vakit bir gecenin şerrinden
3- Ve düğümlere üfleyen neffasların/üfürükçülerin şerrinden
4- Ve şerrinden bir hasetçinin haset ettiği zaman!
NAS SURESİ (114. VE SON AYET)
1- De ki “Sığınırım Rabbine insanların,
2- Melikine insanların
3- İlahına insanların!
4- Şerrinden o sinsi (hannas) VESVASIN ki
5- Vesvese verir göğsünde insanların
6- Gerek cinlerden gerekse insanlardan.
Değerli okuyucumuza özel not:
Bir düşünceye göre Hannas, kıyamete yakın insanların nefisleriyle şeytanların bileşkesi sonucu ortaya çıkan hal. Bu yüzden bu surenin aynı zamanda Kuran’ın son süresi olması, kıyamet ve kıyamet alametleri zaviyesinden de görülebilir.