Bu Blogda Ara

14 Aralık 2012 Cuma

RUHLARIN CESEDDEKİ YERLERİ!!! SIRR'UL ESRAR..

RUHLARIN CESETTEKİ YERLERİ

VE DONANIMLARI...

 


Ruh mevzusunda en kapsamlı çalışma Tasavvuf âleminin kendisine bağlanmaktan şeref duyduğu Peygamber Efendimiz’in (sav) güzide emanetlerinden Abdülkadir Geylani’ye lütfedilen, tasarruf ettirilen keşiflerdir. Şahsen bu konuda yaptığım çalışmalarda az sonra bahsedeceğim eser, şahsen içimde sakladığım gerçeği ortaya çıkarıp iç dünyama ait taşları yerli yerine oturtmamı sağladı.


 


Geylani, Asıl ismi “Sırrül Esrar Fima Tehtacü İleyhil Ebrar” bugünkü manada “Dostlar Zümresinin İhtiyaç Hissettiği Sırların Sırrı” olan kısaca “SIRRUL ESRAR” isimli eserde bilinenin dışında insanın başka ruhlar taşıdığından da bahsetmektedir.




Bu eser yukarıda da belirttiği gibi ebrar zümresine yönelik kılavuz bilgiler kitabı olup makamı ve sırları henüz olgunlaşmamış talebeye sunulmaz. Zira bu bilgiyi anlayacak ve de hazmedecek bir deneyimden geçmediği için zaten kendisi de okuduklarından pek bir şey anlamayacaktır.



Biz şimdi kitabımızın konularından olan Ruhi degajman yoluyla istihbarat mevzusuna girmeden önce bu önemli eserden Ruhla ilgili başka eserlerde rastlayamayacağımız bilgiler alalım. Ayrıca Değerli okuyucumuza konu iyice anlaşılsın diye parantez içi cümlelerin bana ait olduğunu hatırlatmak isterim.



“Yüce Allah cemal nurundan ilk defa Hazreti Muhammed’in (sav) Nurunu yarattı. Bu durum şu kutsi hadiste şöyle anlatılır:



Muhammed’in ruhunu cemalimin nurundan yarattım”



Bu durumu Allah’ın Elçisi ise şöyle açıklamıştır:



Allah önce ruhumu yarattı, Allah önce nurumu yarattı. Allah önce kalemi yarattı. Allah önce ‘aklı’ yarattı.”



Haliyle ortada “Ruh-Nur-Kalem/ilim-akıl” şeklinde sıralanan birbirini bütünleyen tek bir yaradılış zinciri var/H.Y.ÇEBİ)



Hz.Muhammed’in (sav) Ruhu yaratılanların mayası, kâinatın evveli ve aslıdır. Allah’ın Resulü bu durumun akabinde ki gelişmeyi:



Ben Allah’tan müminler de benden...” cümleleriyle anlatır



 (...)



Geylani Hazretleri daha sonra



Ruh’un özünün “Nur” (yani ilahi kudrete has enerji) olduğunu söylüyor. Daha sonra bu Ruh’un çeşitli işlemlerden geçerek “ceset alemi”ne girme aşamasına kadar geldiğini ise şu ayetle açıklıyor:



“Sonra onu aşağıların en aşağısına/esfeli safiline gönderdik.”




RUH’UNUN SEYRİ (MODİFİKASYONU)



Geylani Hazretleri bu defa Ruh’un öyle ham halde bırakılmadığını çeşitli işlemlerden geçtiğiyle ilgili o günkü benzetmelerle bilgiler veriyor:



 “Yani o nur, ilk önce Lâhut âleminden ceberut (büyüklük, azamet) âlemine gönderdi. O nurdan olan ruhlara iki harem arasında ceberut nurundan kisveler gidirdi. Buna SULTANİ RUH denilir.



Sonra bu kisveler ile “Melekût Âlemi”ne saldı. Buna da Orada da melekût nurundan kisveler giydirildi (yeni sistemler yüklenildi). Buna da (Bu işlemden geçen Ruha’da) RUHANİ/NURANİ RUH denilir.



Sonra (yeni bir işlem için) ;

(Bu defa) MÜLK ALEMİ’ne gönderildi. Burada MÜLK kisvesine büründü. Buna da CİSMANİ RUH (Halk arasındaki ismi “Can” olup; insanoğlunun bildiği sadece bu ruhtur) dendi.



Sonra;



Sonra da Allah (çeşitli sistemler yüklenen) o ruhlara (bu ceset denen) cisme girmeleri için emir verdi. Onlar da Allah’ın emriyle girdiler. Bu durumu şu ayet haber vermektedir:



“Ona Ruhumdan üfledim” (Sad, 72)



Zaman oldu o Ruhlar; bu cesetle olan ilgisini (cesede ait arzulara takılı kalıp) artırdılar. Bu yüzden de ahdi (İnsanların ve cinlerin Ruhlar halindeyken Allah’la yaptıkları sözleşme) yi unuttular. Hâlbuki Allah onları yarattı ve:



_ Sizin Rabbiniz değil miyim? Buyurdu



Onlar da (hep birlikte):



-         EVET...



Cevabını verdiler...



İşte bu sözlerini unuttular. Asli vatanı (Ruhlar âleminde sözleşmenin yapıldığı anı ve yemini) unuttular.

Fakat... Rahman onlara acıdı. Bu sebeple elçiler ve ilahi kitaplar gönderdi. Bununla (geldikleri ve dönecekleri) asli/asıl vatanı hatırlatmak istedi. Bu durum şu ayetlerle haber verilir:



Onlara Allah’ın günlerini hatırlat” (İbrahim, 5)



Yani, Allah’la sözleştikleri o günleri hatırlat...



Terbiye edicilerin Terbiyadarı olarak anılan Abdülkadir Geylani Hazretleri yine kısaca “SIRRÜL ESRAR” isimli eserde Ruhlar’ın cesedlerin (bedenlerin) hangi bölgesine yerleştirildiğini de açıklıyor:



CİSMANİ RUH:



Bedendeki yeri sinedir. Bedeni-fiziki duygularla beraberdir. Sorumluluğu Allah’ın sosyal hayattaki kurallarına uymaktır. Eğer ibadetleri gösteriş yapmayacak şekilde has yaparsa keramet tabir edilen ruhbanlara ait işlere kavuşabilir, şöyle ki: “suda yürümek, havada uçmak, az zamanda çok yer katetmek, uzaktan söyleneni duymak ve iç âlemdeki gizli şeyleri haber vermek gibi”



 



REVANİ /NURANİ RUH:



Revani Ruh’un yeri kalptir. Kazancı manevi sahaya ait ilimdir. Bu ruhun kendini geliştirme kuvveti ve çabası Allah’ın zatına ait isimlerin ilk dördü iledir. Diğer on iki isimde olduğu gibi bu dört isimde de harfle dahi olsa sesli yakarışlar, davetler olmaz.



Güzel isimler O’nundur, onunla çağırınız.” (Araf, 180)



ON İKİ İLAHİ İSİM ise “LA İLAHE İLLALLAH” cümlesinin esasına dayanır. Çünkü bu cümlenin harfleri “on iki”dir.



Revani/Nurani Ruh melekler âlemine şahitlik eder. Gördüğü şeylerin bir kısmı cennetler ve içinde bulunan nimetlerle meleklerdir. Konuşması iç âleme dair olur. İlahi isimlerin derin anlamını düşünür. Ötelerden haber verir. Ahiretteki yeri ise Naim cennetidir.





SULTANİ RUH:



Bu Ruhun kendini geliştirdiği yer kalp’te “Fuad/Yücelik” denilen yerdir. Bu Ruhun marifeti varlıkların, “yaratılanların ve olayların içinde saklı olan gerçek nedenleri, hakikatleri bilmesidir.” Bu ruhun gücünü aldığı kendini geliştirdiği işe gelince “kalb dili” ile yalvarılan ilahi isimlerin hepsidir. Öbür âlemdeki mekânı FİRDEVS cennetidir.





Ve “KUDSİ RUH”



Bu ruh’u hali şu kutsi hadisle anlatılır:

İnsan benim sırrım ben de insanın sırrıyım.”Bu Ruh’un gücünü aldığı kaynak “hakikat ilmidir”. Bu ilim aynı zamanda Allah’ın tekliği ile ilgili sırlara ulaşmakla ilgili ilimdir. Kendini geliştirdiği işe gelince Allah’n Birliğini ve tekliğini anlatan isimlere devamdır. Burada gizli yakarışlar esastır. Bu ruhun ötelere bakışı “sır gözü” iledir. Allah’ın “cemal” ve “celal” sıfatlarını görür.



Durak yerine gelince o da “SIR”dır.



Değerli okuyucularımızın bu konuya kitabımızın dışında ilgi göstermeleri halinde bu Ruh’un Kuran’ı Kerim’de pek az kişiye verildiği ilgili ayetlere dikkat etmelerini ve birçok tefsircinin bu Ruhla kastedilenin dört büyük melekten Cebrail olduğunu söylemelerine rağmen nacizhane Hz. İsa ile ilgili ayette de O’na “Ruh’ül Kudüs” verdik ifadesine dikkat etmelerini ona göre düşünmelerini öneririz.



Ayrıca değerli okurlarımıza şu düşüncemi de iletmek isterim: Kitle psikolojisinde Milli ve manevi konularda zaman zaman atalarımızın “Hissi Müşterek dediği şekilde “ortak tavır/hal” alma hali belirir. Bendeniz bu durumun yukarıda adı geçen “Kudsi Ruh’ sayesinde oluştuğunu sanıyorum.



Yani ortada “bir mıknatıs ve çevresinde toplanan milyonlarca kılıç, kalkan,”  İnşaallah teşbihte hata olmamıştır(!) Şüphesiz hakikati sadece YARADAN layıkıyla bilir!..



Selametle kalınız…



HAKAN YILMAZ ÇEBİ
Halk Bilimci

25 Eylül 2012 Salı

CERN'DEKİ SIR

CERN'DEKİ SIR

CERN'DEKİ SIR

CERN’DEKİ Sır, Singularity’cilerin Yapay Melekleri, Şeytan Parçacığı ve Yecüc Mecüc’e Bir Adım


16 Mart 2012 11:05
font boyutu küçülsün büyüsün


CERN’DEKİ Sır, Singularity’cilerin Yapay Melekleri, Şeytan Parçacığı ve Yecüc Mecüc’e Bir Adım
Bilim adamlarına göre CERN’de yüzyılın deneyleri yapılmaktadır. Bu deneyi yapanlar; Büyük Hadron çarpıştırıcısı vasıtasıyla evrenin varoluşunun sırrı çözmek ve Tanrı Parçacığı olarak adlandırdıkları büyük enerji kaynağını elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Bu deney ile ilgili olarak bir çok haber yapıldı. Hatta bu konuda birçok spekülasyon da yapılmaktadır. Şu oldu, bu oldu vs. diyerek birçok ilgili ilgisiz şeyler anlatılmaktadır. Konuyla ilgili olarak, haberlerde bir çok hikâye anlatılmıştır, birçoğunuz da benim gibi bu anlatılanları dinlemiştir. Benim bu deneyle ilgili burada anlatacağım kısım yine konunun gizlenen bölümleri ile ilgili. 
Büyük Hadron çarpıştırıcısıyla alâkalı bir çok simülasyon, görsel resim ve  video tanıtımı gösterildi. Ancaaak medyaya verilen resim ve tanıtım videolarında sansürlenmiş bir kısım var. Google Earth'te flu hale getirilmiş, kamufle olmuş öyle bir sansür  var ki çok düşündürücü. Sansürlenmiş bu görüntüleri, sansürsüz bir şekilde iki ayrı  video halinde sizlere sunuyoruz. Flu hale getirilmiş  görüntüleri Allah’ın izni ile çok uzun uğraşlar neticesinde sansürsüz hale getirmeyi başardık. Bu elde ettiğimiz görüntüleri şimdi sizlerin ilgisine sunuyoruz. Takdir edersiniz ki program kırmak kolay değil ama çok şükür meramımızı anlatacak kadar görüntüleri elde etmeyi başardık. Yani netice çok şükür  hasıl oldu.


 
 

Untitled from On Altı Yıldız on Vimeo.

Untitled from On Altı Yıldız on Vimeo.


Konuyla ilgili olarak 3 sayfa raporu mealen anlatalım: Öncelikle bu görüntüleri neden sansürleme gereği duydular? Sansürlenen kısımda ne var? Videoya bakanlar 35 milyon defa yavaşlatılmış simülasyonda, Hadronun içinden geçen ışık simülasyonunu göreceklerdir. Bu çekim, bilgisayar ekranı üzerinden yapıldığından  dolayı çok net olmasa da dediğim gibi sansürlenen  o kısmı net olarak  göreceksiniz.
Kilometrelerce alanda çember gibi görünen Hadron tüneli, ALLAH LAFZI şeklinde bir boru tünelle başlıyor. Gizli raporda yer alan  plan çizimlerinde, 300 metreden büyük bu kıvrık tünel, enerjinin ilk çıkış kaynağının başlangıcı. Yani enerji bu kaynaktan çıkarak çemberi dolanıyor yine aynı yerde bitiyor. Enerji kaynağının çıkış hızıyla alakalı kıvrımlı bu tünel, resmen ALLAH LAFZINI ANDIRIYOR. Raporlarda kıvrımın enerji çıkışı ile ilgili gerekliliği çizimlerle anlatılıyor. Yani çizimlerin bilimsel bir izahı var.






 

Tabi ki, ALLAH LAFZI, bilerek yapılmış denemez. Ama neden sansürlenmişler, işte o nokta düşündürücü. Yoksa, "Müslümanlar bu kıvrık tüneli Allah lafzına benzetir, anlam çıkarırlar" diye mi, bilinmez. Aslında internette dikkatlice bakıldığında proje çizimlerinde bu açıkça görülüyor ama bu elimizdeki video görüntüleri olmasa çok zor fark edilir. Neden sansürlemişler? Bununla ilgili  bir çok cevap verilebilinir. Ama biz net bir istihbarat verelim: Bu Allah (cc) lafzını, bire biri olan tünel, başka şekilde yapılırsa, Hadronda ilk hareket sağlanamıyor. İnançsız proje sahipleri, bu tünelin ALLAH lafzı şeklinde olduğunu bal gibi biliyorlar. ALLAH ismi olmadan bir şey olmadığını da yüzyılın deneyi adını taktıkları enerji çarpıştırması ve alternatif madde arayışlarında anlamışlardır muhtemelen. Ama biz Müslümanlara bir ibret vesilesi olduğu açık.
Bu deneyin asıl amacı aslında ALLAH’ın yani bir yaratıcının olmadığını sözde ispat etmek. Aradıkları da Şeytan parçacığı. Enerji kaynağı kabul ettikleri Şeytanın, bir enerji parçasını arıyorlar. Tabi şimdi birileri “yok artık” diyecek. Böyle diyeceklere küçük bir not: Bu gibi projelere bir çok gizli servis, bir çok  devlet, Şeytani  bir çok yapı vs. çok uçuk rakamlarla destek olurlar. Her birinin amacı, kendi planları doğrultusundadır.
Mesela Vatikan ve İsrail bu projeye maddi açıdan oldukça cömert davranmışlardır. Vatikan, Mesih’in parçasını arar, bilim adamları enerji oluşum kaynağı maddesini, İsrail  ve Siyonistler  ise Yehova’dan bir parça ararlar, Şeytaniler ise Şeytanın gücünü. Aslan payı kimindir, düşünün? Yani herkes farklı yaklaşır bu gibi bilimsel projelere. Yani herkesin kendine göre bir amacı vardır. Burada asıl amacı bilen tepedekiler. Yoksa en altta çalışanların, yukarıdakilerin amaçlarından elbette haberleri yoktur. Onlar olaya “bilimsel” bakarlar. 
Bu deneyin sonucunda; “bir çok bilimsel buluşa kapı açılacak” deniliyor. İşi herkes kendi gücü oranında elinde tutuyor. Singularity’cilerin 1.5 milyar dolar katkıda bulunduğu CERN  Projesinden beklentileri de çarpıştırma sonucunda ortaya çıkacak enerji parçacığı ile ilgili. Bu enerji parçası, eğer başarırlarsa, kaybolmuyor. Şimdi sadece kaybolur şekilde var. Yani bu enerji parçası ortaya çıkıyor, fakat muhafaza edilemiyor.
Peki Singularity’ciler, ne yapacaklar bu parçacıkla? Öncelikle Singularity ile ilgili olarak  daha önce yazmış olduğum yazıyı okumanızı  ve tv’lerde anlattığım konu ile ilgili bölümleri izlemenizi tavsiye ederim.
(http://www.onaltiyildiz.com/artikel.php?artikel_id=33)
 
Böyle bir enerji parçacığı, atom ötesi paralel evrenden gelecektir. Yani oluşum itibariyle bu da bir delik açmak gibidir. Hadron çarpıştırıcısının enerji başlangıç tünelinde ALLAH lafzı olması oldukça düşündürücü.  Yecüc- Mecüc mevzuundaki Hadislerde; “Her gün o seddi kazarlar ama sed her defasında eski haline gelir, ta ki Yecüc Mecüc kavminin ele başlarından biri bir gün, Allah ismini yanlışlıkla bir şekilde anması ile veya muradullah gereği, inşaALLAH der ve delik açılır, denilir. Tıpkı Hadron çarpıştırıcısının başlangıcında ALLAH LAFZI ŞEKLİNDEKİ TÜNEL GİBİ. YECÜC MECÜC bahsini kitaplarımda çokça işledim. Bu konuda makaleler yazdım. Anlattığım bir şey var; Yecüc, ahlakı bozuk insan Mecüc denen ırkı çıkaracak, bunlar yarı insan yarı robot olabilir veya açılan bu delikten gelecek hastalık etki vs. veya varlıklar olabilirler. (Ayrıntılar için Melekler Ağlarken Kitabı. Sayfa:141 vd.)
 Singularity’ciler: İnsanoğluna sözde evrim yaptırıp; çelik kemikler, ölmez hücreler vadediyorlar. "Tanrı; çürük, ölen, ihtiyarlayan insan yaratmış. Biz ise mükemmelini yapacağız," iddiasındalar. Tabi bunlara bir de yeni sistem lazım. İşte enerji parçacıklarından diot kalemlerle şekillendirilmiş, yani yok olmayan enerji parçacığına "melek sureti" verip, sistemlerindeki insanlara takacaklar. Şimdi sizlere bir filmi hatırlatacağım: Altın Pusula. Bu çocuklara yönelik bir yapımdı. Bu filmde herkesin içinde bir hayvan şeklinde cini vardı. Bu cinlerin gücü, taşıyana göre, maharetine göre değişiyordu. 2007 yılı yapımı bu filmde özetle: “Bir akşam Lyra’nın amcası Lord Asriel okulu ziyarete gelir. Lyra ile cini Pantalaimon, onun hocalarla yaptığı gizli toplantıya kulak misafiri olurlar. Lyra gizlendiği dolapta esrarengiz hikâyeler dinler. Çingenelerle birlikte Kuzey’e gider. Zırhlı ayıların hüküm sürdüğü, gökyüzünde cadı - kraliçelerin uçtuğu, çok ürkütücü deneyler yaptığı bir yerdir burası…”


 


Singularity’cilerin  Deccali planı da ilk aşamada çocuklara, her çocuğa sözde bir melek takmak. Meleğin güçlenmesi, çocuğun sistemlerine olan hizmetiyle orantılı olacak. Deccali bu sisteme zararlı olan çocukların melekleri güçsüz ve  diğerlerine köle olabilecek şekilde tasarlanacak. Bu melek maddesini şöyle düşünün: Güçlü olanınkinin ışığı çok oluyor, karanlık dünyada önünü aydınlatıyor; kötü olanınınki ise ışığı sönük veya hiç yok. Meleği güçlü olan çocuk,  kemiklere aşılayacakları bir madde ile koruma kalkanına sahip olacak, çelik kemiklere sahip olacak vs vs. Bu argümanlar daha da  detaylandırılabilinir.
Bu keferelerin işi Allah’ı -haşa- taklit etmek, Tanrılığa soyunmak. Bu Deccali bir yapıdır. Sistemlerinde insanların böyle bir melek gücüne ayrı bir sistem kurduğunu düşünün : Ne kadar ışık yani güçlü melek, o kadar kredi. Bu kredi yaşam mükafatı olabilir veya mükafatlara ulaşma vesilesi paranın yerini alacak bir sistem vs. de olabilir. Teknoloji artık futbol maçlarını, masa üzerinde seyrettirecek seviyede, böyle şey olmaz demeyin.
Şimdi bu yüce Ayet başka bir anlam kazanıyor EN’AM 111. "ONLARA, MELEKLER İNDİRSEK İNANACAK DEĞİLLER.” Bu Ayeti bir de şöyle düşünelim: Nasıl olur da Allah(cc) melek indirecek ve insan inanmayacak, akıl almıyor değil mi? "Ne biçim kafirmişler," falan deriz. Oysa insanlığı sahte meleklerin sardığı Deccali bir sistemde, gerçeği de sıradanlaşır, yaratıcı işi olduğuna inanılmaz! Çünkü yaratıcı bilinci bu sistemde silinecek. Deccal ile ilgili; "Beraberinde bir cennet ve bir cehennem vardır. Onun cehennemi bir cennet, cenneti de bir cehennemdir."   Hadisini unutmamak lazım. Deccal'in burada sahteciliğine dikkat çekiliyor.

CERN Projesinde; Yecüc Mecüc ve Deccal kokusu hissediliyor. Yukarıdaki videoyu bir de şu Ayeti tefekkür ederek izleyin: BAKARA 17. “ONLARIN DURUMU ATEŞ YAKAN KİMSENİN DURUMUNA BENZER, ATEŞ TAM ÇEVRESİNİ AYDINLATTIĞI SIRADA ALLAH IŞIKLARINI YOK EDİVERİR DE ONLARI GÖREMEZ BİR BİÇİMDE KARANLIKLAR İÇİNDE BIRAKIVERİR.” Bu Ayet'i lütfen uzun uzun tefekkür edin.
Kehf Suresi 51. Ayet: “Ben onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum.” Ayet aynen böyle söylüyor. Bu yüzden yaratılışı bulmak mümkün değil. Allah (cc) açıkça beyan etmiş.
Evet, “ŞEYTAN SİZİ ALLAH’LA ALDATMASIN”  Ayeti çok şey anlatıyor. Bilim adamları Allahsız bilim olmayacağını anladılar. Bu büyük bir ibret bizlere. Kadir-i Mutlak  Allahuekberdir.
Türk dünyası çok çalışmalıdır, sancaktarlık kolay değil. Müslümanlar dünyada birbirine düşürülüyor, sığ tartışmalarla bölünüyor, hâlâ sen ben fitneleri devam ediyor. Evrim teorisi çoktan çürüdü. Deccal, yeni sistemde insanoğluna yeni evrimler hazırlıyor. Müslümanlar zihniyet devrimi yapmalı. Soğuk savaş dünyasının sığ tartışmaları çoktan bitti, Müslümanlar yeni sistemi çözmeli.

Saygılarımla

OKTAN KELEŞ

21 Temmuz 2012 Cumartesi

AŞK ATEŞTİR.

İnsan gerçekten kutsal bir varlıktır.İlahiyetin yeryüzündeki tezahürüdür.İnsana bakış açımız,Allah’ın halifesi olduğuna inanmak şeklindedir.Kur’an ve sünnet bize bunu telkin ediyor,inanmak üzere emrediyor.Ancak, Allah isminden anladığımız algılar kişiden kişiye değişmekte,bazıları Allah’ı gökyüzünde bir yerlere yerleştirmekte,dilediğinde hatırlayıp medet beklediğimiz,dilediğimizde unutup yok saydığımız sanki bize göre,nefsimizin kavradıklarıyla sınırlı bir ilah olarak görüyor…Bazıları ise güzellikleri Allah’a atfediyor da,olumsuzlukları şeytana,nefsine hamlediyor.Sanki Allah’la mücadele ederek bazı işleri Allah’ın dilediğinin aksine yönetip yönlendirecek gücü olan,haşa bir ikincil tanrı varmış gibi düşünüyor,inanıyor ve şeytana yenildim,nefsime yenildim gibi işin içinden sıyrılmaya çalışıyor..

Allah iyiliklerin de kötülüklerinde yegane yaratıcısıdır.Öncelikle bunu bilmeli,algılamalı,inanmalıyız.

‘’La ilahe illallahü .
Vahte hü la şerike leh
Lehül mülkü velehül hamdü
Ve hüve ala külli şey’ün kadir..’’

Bu dua her namazdan ve büyük duadan sonra okunan bir tespihtir.Anlamı;
< Allahtan başka ilah yoktur,
O tektir.
ortağı,hükümranlığını paylaştığı bir güç hiç kimsede ve hiçbir şeyde yoktur.
Mülk yani bütün varlık ve yokluk onundur.
Hamd ona mahsustur..
Yani övülmek ve övmek ona mahsustur.
Ve o herşeye kaadirdir,>demektir.
Efendimiz bu tespihten daha üstün bir tespihle Allah’ı zikredemezsiniz.Bunun bir üstünü bir fazla söylenmesindedir, buyuruyor.

Dualar semaya melekut aleme yol alırken, bu ibare yüzünden, hiçbir süfli varlık yapılan duaya fitne kırıştıramaz,yerine seri olarak ulaşmasını engelleyemez.

SANA SENDEN YAKIN


Sanıyor ki göklerde bir tanrı var.
Her haliyle onun nefsine uyar.
O unutunca tanrı da unutur.
Yalnız onun istediğini duyar.


Maalesef iş öyle değil can cazım.
Bir an önce Hakk’ı öğrenmen lazım.
Ezeldir, Ebeddir, Haydır yaratan;
Her var da o var, hem Aliyyül Azim

Her zaman her yerde edebi takın.
An bile olsa, olma gafil, sakın.
Hakk bizden uzakta sanma, çünkü O.
Sana şah damarından daha yakın.

Ilgın -1994

Alemler ulvi ve süfli olarak ikiye ayrılır.Biri her şeyi ayakta,varlıkta sürekli kılmak için mücadele eden Cemal sıfatına mensup varlıklar;diğeri her şeyi yok etmek üzere programlanmış süfli,Celal sıfatına mensup varlıklar.Bu var ve yok etme sürekli olmakla beraber,olması gerekenler, belirlenmiş bir ölçü ve zamana bağlanmış.Biz buna ezeli taktir diyoruz.Suya var etme,ateşe yok etme kabiliyet verilmiş.Bu zıt kuvvetlerin varlıklarını da birbirine bağlamış, mahkum etmiş.Hatta bazı varlığın, var olabilmesini bunların belli oranlarda ortaklıklarına, karma bir oluşuma bağlamış.Vücudumuzda hem ateş,hem toprak, hem su,hem havayı harç etmiş.Biri diğerini yok etmek istese, kendisi de yok olacak şekilde programlanmış.
Kadını erkeğe,erkeği kadına mahkum ettiği gibi..Aslında ikisi birbirine taban tabana zıt,düşman varlıklardır..Ancak mıknatısın zıt kutupları gibi birbirine teskin olmak için muhtaç ve çekici yaratılmıştır.Hem birbiri için dayanılmaz cazibe, hem de varlıklarını yok edecek düşmanlık bir arada..
O nedenle aşk, kavuşuncaya kadar, kavuşma arzusunun,ihtiyaç giderme isteğinin dayanılmaz cazibesiyle, macera ve zevk yaşatırken,kavuşma ve doyum,karşıdakinin keşfedilip sandığımız gibi olmayan,yararlarının yanında zararlarının da olduğunu fark ettiğimiz, kendimizi tükenmeye mahkum bırakan kaçınılmaz kaderdir. Aşkın ulvisi yani yaradana yöneleni,nefsimizi Allah’ta yok eder.Ona fenafillah denir.Kuluna karşı olanı da kulda yok eder.Kendimizden tavizler vererek sevgiliye göre yaşamayı seçeriz.Bazen nefis bunu kendisinin felaketi olarak görür, çatışmalarla aşkını öldürüp ayrılır.Olup biteni yanlış kişiyi seçtiğini düşünerek karşıdakine yükler.Sonra yeniden aşık olur,yeniden savaşır..Derken teslim olacak noktaya kadar acılar çeker,içten içe ölür…
Aşkın makbul olanı kavuştuğu ilk kişide eşite yakın ortaklığı muhabbete dönüştürmektir..Karşımızdakinin eksikliklerini, kendimizdeki yetersizliklerle dengeleyecek empati yapar,bazı beklentilerin geleceğe bırakılması gerektiğini,bazı arzuların başka türlü hobilerle giderilebileceğini,bazılarının ise Ahirette cennette gerçekleşebileceğini kabullenen nefisler, bu alemi en az zararla,bazılarına göre daha mutlu yaşayabilirler.

Nefislerimiz, ölünceye kadar mücadele edeceğimiz,bütünle uyuma zorlayacağımız,düşmanımızdır.Bütüne ait ruhla,bütünün parçası durumundaki nefsimiz evrensel gerçekler karşısında sürekli mücadele edeceğimiz hasmımızdır.Hem de yetmiş iki şeytan gücündedir.Şeytan ise bahsettiğimiz iki güç arasında meleki hızla sürekli gelgitleri olan,varlığın ayakta kalmasına melekler kadar katkıda bulunan,o yüzden kıyamete kadar mühlet verilmiş yine ilahi bir güçtür.Ne melektir ne cindir.Bir uca vardığında melek gibi davranır,öbür uca vardığında iblis olur.Paranın tura yüzüne bakanlara para tarafını fısıldar,hatırlatır;para yüzüne vardığında da turadan bahseder.
Bir yönden öğretmendir…Tek kusuru yaratılışı gereği,sabit fikir sahibi olmaması,bir menzilde kalamaması,Allah’a,yani insana,cinlere melekler gibi itaat edememesidir.Yine yaratılışının gereği olarak kimseye yaranamamasıdır,diyebiliriz.Aslında kimsenin yanında kalması mümkün olmadığından, sadece vesvese yapar,içimizden geçer gider.
Bize zarar veren şeytanlar,iblisin teşvişine kapılıp Allah’ın emrinin dışına çıkmakta beis görmeyen cinlerden ve insanlardan oluşan, iblisin askerleri olarak tanımlananlardır.

Öyleyse hiçbir şeyi şeytana yükleyemeyiz.O vesvese geldiğinde ki, bizden aslında hiç ayrı olamaz,euzü besmele çekmektir.Onda Allah’a sığınmaktır.Onun vesvesesi,euzü ile anında devre dışı kalır.Ancak nefsimize attığı tohum bizde büyümeye devam eder…O olumsuzluğu beynimizde dallandırıp budaklandıran nefsimizdir.Nefsimize esas işiyle,ibadeti,taatıyla ilgilenme konusunda hükmedebilirsek iş kolaylaşır..
Bunu beceremezsek,aldanırız.güzeli,doğruyu bırakır,çirkin yanlışa hak etmediği değeri veririz.

Şeytandan ve nefsimizden korunmanın yoludur, islamı yaşamak…Namaz ve sabırlar Allahtan yardım dileriz.Zikirlerle akıl gözümüzü (kalp gözümüzü) aydınlatırız.İstişare ederiz.Okuruz.Aynı delikten iki kere kendimizi sokturmayız..Aynı çamura iki kere batmayız.Çok gezen ayağa çöp bulaştığını fark edince az gezmeye razı oluruz.Su testisi su yolunda kırılır atalar sözünü hatırlar,aynı yolun yolcusu olup durmayız.Arkadaşını söyle kim olduğunu bileyim atasözünün gereğini yapar,doğru kişilerle oluruz.Nefsimize her istediğini veremeyeceğimizi kesin kararlılıkla öğretiriz.Hayatın yarısını sabır olduğunu öğretiriz.
Hayat kendini herkese öğretir de bazısı acı çekerek bazısı daha az acıyla sabır ederek öğrenir.

’’Biz varlığı yarattık ve isteyerek ya da zorla gelin dedik,isteyerek geldik dediler.’’ayet meali.

Şimdi burada sana tarif edeceklerimi harfiyen,nefsine yenilmeden yaparsan, hem gitgide her yönden rahatlayacak,hem de özlemini duyduğun temiz hayata Allah’ın izniyle kavuşacaksın..
Şimdiye kadar aldığımız mesafe sana güven vermeli.Daha önce sana yazdım..Yeni zikirlere ihtiyacın var dedim.Yoğun bakımdan çıktın..Ancak henüz iyileşmedin..
Bir tek zina yapmanın Tevrat’taki karşılığı taşlanarak ölümdür.Sen kaç kere taşlanıp ölmeyi hakk ettiğini bilebiliyor musun…Burada hayatına son verilmesine hükmeden Allah tövbesiz,arınmadan ahirete gittiğinde kaç binyıl cehennemde kalacağını bilebilir misin.Ateşten yaratılmış cehennem meleklerinin, ateşten uzuvlarıyla sevişmeye zorlandığını düşün…

Şimdi sana bir ayet meali daha hatırlatayım.
’’Denizde boğulacaklarını anladıklarında
Bizi kurtar Rabbim derler,
bir daha asla nefsimize uyup seni unutmayacağız.
Yasaklarını çiğnemeyecek,
farzlarını yerine getireceğiz..
Ayaklarını karaya bastırırız hemen unuturlar.
İnsan çok nankördür.
O yüzden cehennemi insan ve cinlerle dolduracağız.’’

Namazı bile bile terk eden nefsine,namazsız söylediklerimden bir sonuç alamayacağını iyi anlat.Hocam; başkaları kılmıyor,gül gibi yaşıyor,diyorsan;sana da birileri Bu seni üçüncü azarlayışım…Bir dahası olmayacak…Kurtulmak istiyorsan,namazdan vazgeçmeyecek,üstelik nafile ibadet olarak okumanı istediğim şeyleri harfiyen söylediğim şekilde yapacaksın.Gün gelecek, kızım bana ihtiyacın kalmadı diyeceğim.
Sen istedin diye aylardır seninle ağlayıp seninle sevindim….Bana yeni acılar çektirmemelisin.
Bu fakir zaten her gece ölür,her sabah istemeden dirilir.Kızım dedim sana,laf olsun diye demedim.Eğer başaramazsam kendimi sorumlu hisseder,kahrolurum.

Bir daha böyle şeylere girmemeye karar verdim.Gönlümün bir parçası sizlerde kalıyor.Rüyalarıma sizin dertleriniz ortak oluyor.Söz verdim sen beni terk etmedikçe ben seni terk etmeyeceğim dedim diye seninleyim.

Şimdiden sonrasını ezberlemeni ve harfiyen uygulamanı istiyorum.İşin bunları yapmak olsun.Boş ver çeyizi.Kurtulamayacaksan çeyize ihtiyacın olmayacak ki.Önceliğin dualarında,tedavinde olmalı.

Her namazdan sonra,daha önce öğrendiğin gibi niyet ederek,salavat ve istiğfar ederek,okuyacağın dua:
Sağ elini kalbinin üstüne koyacak,elemtere keyfe (FİL SURSİ)ni yedi kere okuyacaksın..Sonunda yavaş yavaş elini göğsünden kaldırmadan sağa doğru çekerek,koltuk altına gelince iki kere daha aynı sureyi okuyacaksın.Bu senin kalbine vesvese veren iblisi ve cin şeytanlarını ( O hayatı yaşayan herkesi dost edinmiş cinlerin) kalbine saldırılarına karşı seni koruyacak..Hemen elini sağ dizinin üstüne koyarak tespihle (99 luk bir tespihle en az bir tespih olmak üzere) düzenli okuduğun duanı okuyacak,dokuz salavat ve bir kere de‘’La ilahe illallahü .Vahte hü la şerike lehLehül mülkü velehül hamdü
Ve hüve ala külli şey’ün kadir..’’ Okuyarak namazı bitireceksin.

Kırk gün inzivaya çekil.İnsanlarla az görüş.Motivasyonunu kirletmelerine izin verme.Sen kurtuluşu hak edersen o delikanlıyı sana gönderen, senin kılacaktır.
Hem aşkta kırılmak, incinmek yoksa o aşk aşk değildir zaten.
Ne demiştik aşk ateştir.
Öyle de böyle de yakacak cennete hazırlayacaktır.
Aşk denilen kısa süreli mektep olmasaydı, nefislerimiz hayvanlık makamından asla terfi edipte insan olamazdı.
Aşk ateşi rahmettir.Cehennem gibi.Cehennem cenneti kazanamayanlara son bir fırsat olmak üzere,rahmet sıfatının tezahürüdür.

GERÇEK MEHDİ’NİN ALÂMETLERİ


Ahirzamanda, kıyâmetin kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’in başına gönderdiği bir komutan olan Hazret-i Mehdi, adil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır. O doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya çalışacaktır. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah’ın hidayetine ermiş mânâsını taşır, Allah’ın izniyle hidayete erdirecek mânâsını da ifade eder.
Mehdi Aleyhisselâm hakkında çok sayıda Hadis-i şerif nakledilmiştir. Alimler bunu mütevatir kabul ederler. Resulullah Aleyhisselâm’dan beri, müslümanlar ahir zamanda, Ehl-i beyt’e mensup bir zatın çıkıp dini güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu kimseye Mehdi deneceğine inanmış ve bu âli zâtın gelmesini beklemektedirler.
Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve Hazret-i İsa, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl’i öldüreceklerdir. Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
Bugüne kadar “Mehdiyim” diyenlerin hepsi şeytanın kuklasıdır, maskarasıdır. Bu çıkanlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Gelecek olan Hazret-i Mehdi’nin alâmetlerini Hadis-i şerif’lerden öğreniyoruz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Davud, Tirmizî)
Mehdi Aleyhisselâm’ın Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in neslinden geleceğini ve yeryüzünü adaletle dolduracağını bu Hadis-i şerif haber veriyor.
Nice asırlardan sonra Hatem’ün nebi Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetinden ve kendi neslinden gelecek olan bu kurtarıcının dünyaya malik olacağı haber verilmektedir.
“Yeryüzünde dört kişi malik olmuştur. İkisi mümin, ikisi kafirdir. Müminler, Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselâm, kâfirler ise Nemrud ve Buhtunnasr’dır. Beşinci olarak Ehl-i Beytim’den birisi gelecek ve o da dünyaya mâlik olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
İşte o zât-ı âli Mehdi Aleyhisselâm, şeriat-ı mutahhara’nın emir ve hükümlerine, tarikat-ı münevvere’nin edeb ve erkanına harfiyyen riayet edecektir. Allah-u Teâlâ’nın ahkam-ı ilâhisini, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnet-i seniyyesini yaşayacak ve yaşatacaktır.
“O zât insanlar içerisinde Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar.” (Ebû Dâvud. 4286)
Mehdi Aleyhisselâm gelinceye kadar İslâm ümmeti parça parça olmuş, uhuvvet kalkmıştır. Alimler nefis ve menfaatlarına düşkündür. İslâm’ın kurallarını hafife alma, yok sayma yarışına girmişlerdir. Koyun postuna bürünmüşler, müslüman görünüyorlar. Halbuki, ne zamanın alimlerinde ihlas, ne de amirlerinde adalet vardır. İşte o zaman Allah-u Teâlâ beklenen kurtarıcıyı gönderir, bölük bölük olan İslâm ümmetini sancağının altında toplar, zulüm içinde inleyen yeryüzünü adaletle doldurur.
“Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi uzatır ve Ehl-i Beytim’den birisi gelerek dünyaya hakim olur. Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle doluysa, o onu adaletle doldurur. Malı seviye üzere taksim eder ve Allah bu ümmetin kalblerine zenginlik verir. Yedi veya dokuz sene kalır. Mehdi’den sonra, artık hayat yaşamakta, bir hayır yoktur.” (İmam-ı Suyûtî)
Daha önce işkence, zorbalık, zulüm ile dolu olan yeryüzü, o geldiği zaman yedi yıl kadar adalet, emniyet ve zenginlik içinde kalacaktır. O zat-ı muhteremin şekil ve şemalini Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle tarif ediyorlar:
“Mehdî bendendir. Alnı geniş, burnu ince uzun ve ortası biraz yüksekçedir. Yedi sene hükmeder. Yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, onu doğruluk ve adaletle doldurur.” (Ebû Dâvud. 4285)
Mehdi Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kızı Hazret-i Fatıma validemiz’in neslinden gelecektir.
“Mehdî kızım Fâtıma’nın çocuklarından ve benim ehl-i beytimdendir.” (Ebû Dâvud. 4284)
Naim bin Hammad -radiyallahu anh-ın rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mehdi Aleyhisselâm’ı açıkça tarif buyuruyor:
“Mehdi’nin çıkış yeri Medine’dir, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytindendir. İsmi Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ismidir. Hicret edeceği yer Beyt’ül-Makdis (Kudüs)’tir. Sakalı sıktır, gözleri sürmeli olacaktır. Dişleri parlaktır, yüzünde bir ben vardır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli olup dikişsizdir ve rengi de siyahtır. Onda bir hicr (hale) bulunur. O Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefatından beri açılmamış olup Mehdi çıkınca açılacaktır. Hazret-i Allah üç bin meleği Mehdi’ye yardım için gönderecek ve melekler O’na muhalefet edenlerin yüzüne ve arkasına vuracaktır. O, yaşı otuz ile kırk arasında olduğu halde gönderilecektir.” (İmam-ı Suyûti)
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise; Mehdi Aleyhisselâm’ın nurlu, parlak, adeta bir yıldız gibi parlayacağını haber veriyorlar.
“Mehdî neslimden bir şahıstır. Yüzü parlak yıldız gibidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bunun böyle olduğunu bilin, bu sahteleri bu Hadis-i şerif’in nûr ışığı altında tanıyın.
“Mehdi bizden, ehl-i beytimizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (Kütüb-ü sitte muhtasarı: c. 17, sh: 557)
Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himaye’sine ve tasarruf-u ilahiye’sine alacaktır. Mehdi Aleyhisselâm’ı bir gecede olgunlaştıracak. O gece onu nûr’u ile dolduracaktır. Yani Allah-u Teâlâ onu nûru ve kudsi ruhu ile destekleyecektir.
“Biz Abdülmuttalib oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Câfer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” (Kütüb-ü sitte muhtasarı: c. 17, sh: 558)
Hakem bin Uyeyne -radiyallahu anh-’den şöyle nakledilir:
“Ben Muhammed bin Ali’ye dedim ki:
‘İşittiğimize göre sizden ‘bir adam’ çıkacak, bu ümmet arasında adalet yapacak.’
O dedi ki:
“Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O fitne geldi mi kişi mü’min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü’min olarak akşama erer de kâfir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya menfaatine satar.” (Müslim, İman 186, 118; Tirmizi, Fiten 30, 2196)
Dinini basit bir dünyalığa satmıyorlar mı? İmam veya alim görünen bu gibi kimseler bunu yapmıyorlar mı?
Onlar dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde ve menfaat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Bununla da kalmayacak, Mehdiyim, hatta peygamberim diyen sahtekâr, soytarılar türeyecektir.
Bunları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber vermiştir.
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizi)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bu gibilerin durumunu şöyle tarif ediyor:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ey müslüman!
Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tabi olanda onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın. Onları iyi tanıyın.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e şöyle bir soru tevcih etti:
“Ya Resulellah, Mehdi bizden Al-i Muhammed’den mi, yoksa bizim gayrımızdan mı?” Buyurdular ki:
“Hayır, bilakis bizdendir. Allah bu dini nasıl bizimle başlatmışsa onunla sona erdirecektir. Ve onlar bizimle nasıl şirkten kurtulmuşlarsa, onunla da fitneden kurtulacaklardır. Allah bizimle insanları nasıl şirk adavetinden kurtararak, onların kalplerine ülfet ve muhabbet yerleştirmiş ve din kardeşi yapmışsa, Mehdi ile fitne adavetinden kurtaracak ve kardeş yapacaktır.” (Naim bin Hammâd, Taberanî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise, Mehdi’nin açık ve kesin beş alametinden bahsediyor, ümmet-i Muhammed’e haber veriyor:
“Mehdi’nin beş alâmeti bulunur. Bunlar, Süfyani, Yemâni, semâdan bir sayha, Beyda’da ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Dikkat ederseniz bunlar Allah Resulü Peygamber Efendimiz’in beyanıdır. Artık bundan sonra çıkacak bu gibi sahtekarlara kulak vermeyin, itibar etmeyin.
“Bizim Mehdimiz için iki alâmet vardır ki, Allah semavat ve arzı yarattığından bu yana böyle bir şey vaki olmamıştır. Bunlar Ramazanın ilk gecesinde ay, yarısında ise güneş tutulmasıdır. Allah semâvat ve arzı yarattığından beri böyle bir şey olmamıştır.” (İmam-ı Suyûtî)
Yine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hadis-i şerif’lerinde, Mehdi Aleyhisselâm’ı çok açık bir şekilde beyan buyuruyor, ümmet-i Muhammed’e tarif ediyor:
“Sizinle insanlar arasında dört sulh anlaşması olacak, dördüncü sulh, Heraklius ehlinden bir adam vasıtası ile olur ve bu yedi yıl devam eder. Bir adam ‘Ya Resulellah o gün insanların imamı kimdir?’ dedi. Buyurdu ki: ‘Evlâdımdan kırk yaşındaki Mehdi’dir.’ Yüzü parlayan yıldız gibi, yanağında siyah bir ben vardır, üzerinde kutvani iki aba bulunur. Tavrı beni İsrail ricaline benzer. Hazineleri çıkarır ve şirk beldelerini feth eder.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi’nin çıkışından önce, Ramazan’da iki kez ay tutulması olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Mehdi’yi anlatırken, dilinde pelteklik olacağını ve kelimeyi telaffuz ona zor geldiğinde sağ elini sol uyluğuna vuracağını söyledi ve ismi ismimin, babasının adı babamın adıdır buyurdu.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takip eder ve birinciler sonuncuların kılıçla çatışmaya dönüşünü kamçılar ve bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir. Sonra da hilafet, yeryüzünün en hayırlısı olan Mehdi’ye evinde otururken gelecektir.” (İbn-i Ebi Şeybe)
“Mehdi’nin çıkışından önce, şarktan parlak kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi), kaçarak Mekke’ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn-ü Yemanî ile Makam-ı İbrahim arasında ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam’dan bir ordu gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda’da yere batırılacak. İnsanlar bunu görünce Şam’ın Ebdâl’ı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş’ten, dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbî’nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbî’nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. Mehdi, malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel eder. İslâm yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. Sonra ölür ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar.” (Ebu Dâvud: 4286, 4288, 4289)
Hadis-i şerif’ten anlaşıldığına göre, bir halifenin ölümü üzerine, yerine seçilecek kimse meselesinde seçiciler arasında ihtilaf çıkar. Zikri geçen zât yani Mehdi Aleyhisselâm, Allah-u â’lem, emirlik makamının mesuliyetinden ve fitne çıkmasından çekinerek Mekke’ye kaçar. Çünkü orası, kendine ilticâ edenlere emniyet sağlayan, mukaddes belde Harem-i şerif’tir.
Mekke halkı’nın ihlaslı salih kimseleri, onun halini anlayacaklar ve onu yalnız bırakmayacaklar. Onu evinden çıkarıp Kâbe-i muazzama’nın önünde Hacer-ü’l-Esved, Rükn-ü ile Makam-ı İbrahim arasında biat edeceklerdir. Ancak Şam’dan bir ordu gönderilerek bunlar tenkîl edilmek istenecek. Fakat ordu Mekke-Medine yolu üzerinde Beyda’da yere batırılacak. Bu kerametle Allah-u Teâlâ’nın vazifelisi olduğu anlaşılır, kıymeti ve makamı ortaya çıkar. Böylece etrafında civarın salihleri toplanır. Şam’ın ebdalları, Irak’ın sulehâsı ve ihlâs sahipleri yanına gelip biat ederler.
Sonra annesi Kelp kabilesinden olan Kureyşli birisi Mehdî Aleyhisselâm’a karşı çıkar ve hatta bir ordu hazırlar. Mehdî Aleyhisselâm ve askerleri bu orduyu bertaraf ederler, bol miktarda ganimet elde edilir.
“İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın Hac ederler. Mina’ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır. İnsanlar endişeyle onların en hayırlısına koşarlar. Ve ona geldiklerinde onu kâbe duvarına yapışmış ağlar bir halde bulurlar.
Ben onun göz yaşlarını adeta görür gibiyim.
Ona ‘Gel sana biat edelim’ derler. O ise, ‘Yazık size, ne kadar söz bozdunuz, ne kadar kan döktünüz.’ der ve sonra istemediği halde biatlarını kabul eder. Eğer siz ona yetişirseniz ona biat ediniz, çünkü o yerde de gökte de Mehdi’dir.” (İmam-ı Suyûtî)
Mina’da birçok Hacı’nın öleceği şiddetli harpler olacaktır. Bu sıkıntılı anda insanlar Mehdi Aleyhisselâm’a koşacaklardır.
“Süfyânî, bir ordu göndererek Medine’de Beni Haşim’den kim varsa öldürülmesini ister. Beni Haşim’den ele geçirilenler öldürülür ve geride kalanlar dağlara kaçarak Mehdi, Mekke’den çıkana kadar saklanırlar. Mehdi zuhur ettiği zaman Medine’den kaçan bu insanlar Mekke’de onun etrafında toplanırlar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Güneş alâmet olarak, doğmadıkça, Mehdi çıkmayacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde muhtelif İslâm beldelerinden yedi hakiki âlimin Mekke’de buluşup Mehdi Aleyhisselâm’a biat edeceklerini haber vermektedir.
“Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman, muhtelif beldelerden yedi âlim, her birinin beraberinde üçyüzon küsür kişi olduğu halde, birbirlerinden habersiz bir şekilde Mekke’de bir araya gelirler.
Biri diğerine ‘Burada ne arıyorsun?’ diye sorar.
Ona şöyle derler: ‘Biz o şahsı aramak için geldik ki, fitneler onun eliyle sönebilir. Konstantiniyye onunla feth edilir. Biz onu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız, Mekke’de olduğunu da biliyoruz.’ Bu yedi âlim bu konuda birleşirler onu ararlar ve Mekke’de bulurlar. Ve kendisine ‘Sen falan oğlu falansın’ derler. O ise ‘Ben sadece Ensar’dan birisiyim’ der. Onların elinden kurtulur. Onu tanıyan ve bilenlere anlatırlar, bunun üzerine ‘Aradığınız sahibiniz odur ve Medine’ye gitmiştir.’ denilir. Bu defa onu ararlar, halbuki o tekrar Mekke’ye dönmüştür. Onu tekrar Mekke’de bularak yine, ‘Sen falan oğlu falansın, annen de filân kızı filânedir, sende şu şu alâmetler vardır, birinci defa bizden kurtuldun, uzat elini sana biat edelim.’ derler. Bunun üzerine o ‘Ben aradığınız değilim.’ der ve tekrar Medine’ye gider. Medine’de yine aranınca tekrar Mekke’ye döner. Mekke’de kendisini Rükûn’da bularak şöyle derler: ‘Eğer biatlarımızı kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin bulunduğu Süfyani ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız senin üzerine ve kanlarımız da boynuna olsun.’ derler. Bunun üzerine Mehdi, Rûkun ile Makam arasına oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder.
Allah da onun muhabbetini insanların sinelerine yerleştirir. O daha sonra gündüz aslan, gece ise âbid olan bir kavimle beraber olur.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi yatsı vaktinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem’in bayrağı, gömleği, kılıcı ve Nûr ve beyan gibi daha bir çok alametler yanında olduğu halde, Mekke’de zuhur eder. Yatsı namazını kıldıktan sonra en yüksek sesi ile şöyle hitab eder: ‘Ey insanlar, ben size Allah’ı hatırlatıyorum. Yarın mahşer gününde Allah’ın huzurunda yerinizin ne olacağını haber veriyorum. Allah-u Teâlâ size pek çok deliller ve Peygamberler göndermiş, Kur’an-ı indirmiş ve size şöyle emretmiştir: Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayın, Allah ve Resulüne itaati koruyun. Kur’an’ın ihya ettiğini diriltin, yasaklarını da yasaklayın ve siz Mehdi’ye yardımcılar ve destek olun. Zira dünyanın fena bulması ve zevale ermesi yaklaşmıştır. Ve bu kesindir. Ben sizi Allah’a ve Resulüne, O’nun kitabıyla amel etmeye, batılı yok edip, sünnet-i ihya etmeye davet ediyorum.’ Bu hitabdan sonra, yanında sonbahar bulutları gibi birbirinden habersiz toplanan, Bedir ehli sayısınca üçyüzonüç kadar, insanla birlikte zuhur eder. Onun ashabı gece abid, gündüz ise aslanlar gibidir. Allah, Mehdi için Hicaz toprağını feth ederek hapisteki Haşimi’lerin hepsini de kurtarır. Siyah bayraklar ise Kûfe’ye inip biat için Mehdi’ye adam gönderirler. Hazret-i Mehdi ordusunu her tarafa gönderir. Zulmü ve zalimlerin hepsini yok eder. Beldeler onun emrine girer. Allah-u Teâlâ onun elindeki Konstantiniyye’nin fethini müyesser kılar.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu kavim Mehdi Aleyhisselâm’ın ordusudur. O ordunun erleri gündüzleri cihadda, geceleri ibadettedirler. O orduya asker olabilmek ne büyük bir şereftir.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Mehdi aşure günü zuhur eder. O gün Hüseyin bin Ali şehid edilmiştir ve o Muharrem ayının onuncu cumartesi günü olmuştur. O Rûkun ile Makam arasında kaim olur. Cebrail Aleyhisselâm onun sağında, Mikail Aleyhisselâm ise solunda olur. Arzın muhtelif yerlerinden gelen taraftarları toplanırlar ve ona biat ederler. Böylece, yeryüzü daha önce zulüm ile dolduğu gibi, şimdi de adaletle dolar.” (İmam-ı Suyûtî)
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Zevra’da bir savaş olacak.”
Huzeyfe -radiyallahu anh-:
“Yâ Resulellah! Zevra nedir?” diye sorduklarında;
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap vermişlerdir:
“Zevra doğuda, nehirler arasında bulunan ve ümmetimin en şerlilerinin yaşadığı bir şehirdir. Zalimler hep orada otururlar. Onlara dört çeşit belâ musallat olur. Kılıçtan geçirilir, yere batırılır, tufana maruz kalır ve hayvan suretine değiştirilirler.”
Devamla Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:
“Habeşliler Araplarla savaşmak isterler, ancak onlar korkup Ürdün toprağına sığınırlar. Bu arada Süfyânî üçyüz altmış süvari ile Şam’a varır ve bir ay içinde otuz bin kişi onlara iltihak eder. Süfyânî daha sonra ordusunu Irak’a gönderir ve Zevra’da yüzbin kişiyi öldürür. Nihayet Kûfe’ye varır ve onları esir ederek bir ordu daha hazırlar ve onu Medine’ye gönderir. Ancak bu arada doğuda başlarında Şuayb bin Salih Temimi’nin bulunduğu bir ordu toplanır ve düşmanlarını yok ederek Kûfe’li esirleri kurtarır.
Süfyani’nin Medine’ye gönderdiği ordu üç günlük bir işgalden sonra Mekke’ye yönelir, ancak Beyda’ya geldiğinde Allah-u Teâlâ “Ya Cebrail onları cezalandır” emri ile Cebrail Aleyhisselâm’ı gönderir ve Cebrail Aleyhisselâm bir ayağını yere vurarak bu orduyu toprağa gömer. Sadece Süfyânî’ye haber getirecek iki kişi sağ kalır. Bu iki kişi Süfyânî’ye gelip durumu anlattığında o herhangi bir korku duymaz. Bu sırada Kureyş soyundan bir grup insan Konstantiniyye’ye kaçar. Ancak Süfyânî Rum büyüğüne haber göndererek bunları geri istetir. Bu kişiler ona iade edilir. Süfyani de Şam kapısında onların boynunu vurdurur.
O gün o kadar çirkin olaylar olur ki, Şam kapısında gezdirilen bir kadın mihrapda Süfyânî’nin dizlerine oturtulur. Bunu gören müslümanlardan birisi ‘Yazıklar olsun size imandan sonra küfre mi düştünüz, bu helâl değildir.’ der. Ancak Süfyânî tarafından boynu vurdurulur. Bu olayı yayan herkesin de boynu vurulur. İşte o zaman semadan şu ses duyulur: ‘Ey insanlar! Allah-u Teâlâ size münafık ve zalimlere uymayı men etmiş ve Mekke’de bulunan yeryüzündeki insanların en hayırlısı, ismi Ahmed, babasının adı Abdullah olan Mehdi’yi reisiniz kılmıştır, ona uyun ve emrini dinleyin.”
Bu sırada İmran bin Hüseyin -radiyallahu anh- ‘Hazret-i Mehdi’nin nasıl bilineceğini’ sordu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:
“O benim evlâdımdandır. Tavrı Benî İsrail ricali gibidir, üstünde pamuktan (kutvani) iki cübbe bulunur. Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Yüzü parlayan yıldız gibi nurludur. Kırk yaşındadır. Şam, Mısır ve Doğunun bir çok yerinden ebdallar ve ileri gelen insanlar ona gelir ve Rükun ile Makam arasında ona biat ederler. Sonra Hazret-i Mehdi, önünde Cebrail arkasında Mikail ile Şam’a doğru yola çıkar ve onun hilafetine yer, gök ehli, yabani hayvanlar, kuşlar hatta denizdeki balıklar bile sevinir. Zamanı bereketli olur, nehirler suyunu, yer verimini artırır, hazineler çıkarılıp Şam’a getirilir.
Süfyânî, dalları Hire ve Taberiye’ye doğru uzanan bir ağacın altında öldürülür. Kelp kabilesi de yok edilir. Orada imkansızlık nedeni ile de olsa bulunamayan hüsrana uğramıştır.”
“Onlar tevhid ehli olduğu halde, onlarla savaşmak nasıl doğru olabilir?” şeklindeki sualini de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle cevaplandırmıştır:
“Onlar mürteddirler. Zira şarabı helâl sayarlar ve namazı da kılmazlar.” (İmam-ı Suyûtî)
Şimdilerde türeyen sahte mehdi de (İskender Evrenesoğlu) şarabı helâl saymakta, başı açık gezilmesine, kadınların çıplak dolaşmasına izin vermekte, namazı hafife almaktadır.
İşte Hadis-i şerif işte türeyenlerin durumu. Artık tanıyın bunları.
“Şam’ın ortasından, adına Süfyânî denilen ve kendisine tabi olanların çoğunun Kelb kabilesinden olacağı birisi çıkar. O insanları öldürür, hatta kadınların karınlarını deşip çocuklarını katleder. Sonra onunla savaşmak için bir ordu toplanır ve onu öldürür.” (İmam-ı Suyûtî)
“Medine reisi, Mekke’deki Haşimilere bir ordu gönderir, ancak Haşimiler bu orduyu hezimete uğratır. Bunun üzerine Şam’ın o günkü sahibi olan Süfyani, içinde altı yüz yabancı olan yeni bir orduyu tekrar Haşimi’lerin üzerine gönderir. Aydınlık bir gecede bu ordu çölde giderken, bir çoban farkederek ‘Vay Mekke’nin başına gelene’ şeklinde söylenirken, ordunun birden gözünün önünden kaybolduğunu görünce ‘Sübhanallah kısa zamanda nasıl da yok oldular’ diyerek onların battığı yere gelip ve yarısı yerde, yarısı yerin dışında kalmış bir yorganı yakalıyarak, çıkarmaya çalışır. Lakin çıkaramaz ve o zaman ordunun toprağa battığını anlar. Mekke reisine bunu müjdelemek için gider ve bunu duyan Mekke reisi ‘Elhamdülillah, bize kendisinden haber verilen alâmet işte buydu’ der.” (İmam-ı Suyûtî)
“Beyda’da ordunun yere batırılışı Mehdi’nin çıkış alametidir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu açık beyanlardan sonra hakiki, gerçek Mehdi’nin alametlerini iyi tanıyın, sahte ve soytarılara, yalancılara kanmayın.
“Kâfirler Arap yarımadasına inerler, ordular düzenlenir, halife öldürülür, dertler de büyür. Şam surları üzerinde bir münâdî ‘Yaklaşan şerden dolayı vay Arapların haline!’ der.” (İmam-ı Suyûtî)
“Hazret-i Mehdi başı üzerinde bir bulut olduğu halde çıkacak, o bulutta bir münadi, ‘Bu Allah’ın halifesi Mehdi’dir O’na tabi olun’ diye nida edecektir.” (İmam-ı Suyûtî)
“Bu fitnelerin en sonuncusu ‘Günahsız insanların’ öldürülmesidir ki, artık o zaman kendisinden herkesin razı olacağı bir gidişatta olan Mehdi çıkar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Süfyani, Halid bin Yezid bin Ebusüfyan’ın evlâdındandır. Kafası oldukça büyüktür. Yüzünde kaşıntılı bir hastalıktan (çiçek bozuğu) eser vardır. Gözünde de beyaz bir nokta bulunur. Şam şehrinden çıkacaktır. Ona tabi olanların çoğu Kelb’dendir. Kadınların karınlarını deşip çocuklarını öldürür, kendisine karşı toplanan Kays kabilesini de iyice yok eder. (İşte o zaman) Ehl-i beytim’den Harem de biri çıkar. Onun haberi Süfyani’ye ulaşınca, Süfyani ona karşı ordusundan bir ordu gönderir. Ancak Mehdi, bu orduyu hezimete uğratır ve bunun üzerine Süyani yanındakilerden bir orduyu, ona karşı tekrar gönderir. Ancak bu ordu arzdan Beyda’ya vardıklarında yere batırılır ve kendilerinden haber getirecekler dışında kimse sağ kalmaz.” (İmam-ı Suyûtî)
İbn-i Mes’ud -radiyallahu anh- anlatıyor: “Biz, Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında iken Benî Hâşim’den bir grub genç geldi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onları görünce, gözü doldu ve rengi değişti. Ben: Ey Allah’ın Resulü! Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)” dedim. Şu cevabı verdiler:
“Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, doğu tarafından beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim’den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın)” (Kütüb-ü sitte muhtasarı c. 17 sh: 556)
Bu Emr-i şerif de gösteriyor ki gerçek Mehdi Aleyhisselâm’a tabi olmak şarttır. Öyleyse şimdiden Varaka bin Nevfel’in Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize Peygamberlik gelmeden evvel biat etmesi gibi, biz de ona biatımızı edelim ve ona tabi olalım. Zira daha henüz gelmedi.
“Muharrem ayında bir münadi semadan “Agâh olun Allah’ın seçtiği kişi falandır, onu dinleyin ve itaat edin” diyecektir ve bu çok şiddetli savaşların ve fitnelerin bulunduğu bir senede olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Süfyani Kûfe’ye ulaştığı ve Âli Muhammed’in yardımcılarını öldürdüğü zaman Mehdi çıkar ve onun bayraktarı Şuayb bin Salih Temimi olur.” (İmam-ı Suyûtî)
“Şuayb bin Salih Temimi orta boylu, esmer, hafif sakallı olup, elbiseleri beyaz ve bayrakları siyah olan dört bin askerle çıkar. Bunlar Mehdi’nin önünde olurlar ve karşılarına çıkan herkesi hezimete uğratırlar.” (İmam-ı Suyûtî)
“Mehdi’nin bayrağında ‘Biat Allah içindir’ yazılıdır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Yaşı küçük sakalı hafif ve sarışın bir genç çıkar, Mehdi’nin bayrağını taşır ve karşısına dağlar bile çıksa onları ezerek İlya (Kudüs)’ya kadar ulaşır.” (İmam-ı Suyûtî)
Diğer bir Hadis-i şerif’te Mansur diye bir zâtın malıyla, canıyla, ona hazırlık yapacağını ve Mehdi’nin halifeliğine yardımcı olacağı haber verilmekte, ona tabi olunup yardımcı olunması gerektiği belirtilmektedir.
“Maverâunnehr’den bir adam çıkacak, ona el-Hâris İbnu Harrâs (çiftçi) denecek. (Ordusunun) önünde Mansûr denen bir adam olacak. Bu zât Âl-i Muhammed için (malıyla, canıyla, silahıyla zemin) hazırlayacak, hilafeti mümkün kılacaktır. Tıpkı Kureyş’in Resulullah Aleyhisselâm’a mümkün kıldığı gibi. Ona yardımcı olmak ve icabet etmek her müslümana vâcib olmuştur.” (Kütüb-i sitte muhtasarı c. 15 sh. 438)
“Maveraünnehir’den bir adam çıkar, adına ‘Haris’ denir, o çok savaşçıdır. Onun önünde ise, ismine ‘Mansur’ denen birisi bulunur ve Kureyşliler Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem’e nasıl yardım etmişlerse, o da Âli Muhammed’e öyle yardım eder. Her mümine ona yardım etmek vacib olur. Yahut da ona icabet vacib olur .” (İmam-ı Suyûtî) (Ebu Davud)
Abdullah İbnu’l-Hâris İbn-i Cez’iz-Zübeydi -radiyallahu anh-dan rivayetle Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
“Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin hazırlayacak.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı c. 17 sh.558)
“Mehdi’den önce onun ehli beytinden doğu’da bir zât çıkar hedefi Beytül Makdis (Kudüs) olarak, o onsekiz ay omuzunda kılıç taşır, öldürür, yaralar, ancak oraya varamadan ölür.” (İmam-ı Suyûtî)
“Ashabı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Emirdağ Lahikası isimli eserinin 259. sahifesinde Mehdi Aleyhisselâm’ın vazifelerinden şöyle bahs etmektedir:
“Mehdi Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birinci Vazifesi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i mehdi’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilâfet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
Daha evvel arzedildiği gibi:”Bize kalem ile cihad verilmiş, ona ise kılıç ile, biçerek ifsadı kaldırma verilse gerek. Kitaplarımızı o okuyup anlayacak, sırlarını ister açar, ister açmaz.”
Naim bin Hammad -radiyallahu anh-ın Kab -radiyallahu anh-den tahriç ettiği Hadis-i şerif’te ise Mehdi Aleyhisselâm’ın öncüsü bu bayraklılar ifşa edilmiş, nasıl mücadele edeceklerinede işaret edilmiştir.
“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden birisi de Batı’dan başlarında Kinde kabilesinden ayağı sakat bir adamın bulunduğu bayraklıların çıkmasıdır.” (İmam-ı Suyûtî)
Mehdi Resul Hazretleri doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vazifesini yapacak. Onun vazifesi kalemle değil, kılıçla olacak. Ömrü sırf cihadla geçecek. O birşey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak.
“Sizin hazinenizin yanında, hepsi de bir halifenin oğulları olan üç kişi öldürülür ve bu hazine hiçbirisine nasip olmaz. Sonra doğu tarafından siyah bayraklılar çıkarak hiçbir kavmin yapmadığı bir şekilde savaş yapar ve ardından Allah’ın halifesi Mehdi gelir. Siz onun ismini işittiğinizde kar üzerinde sürünerek de olsa ona gelin ve ona biat ediniz. Çünkü o Allah’ın halifesi Mehdi’dir.” (İbn-i Mace, Hakîm)
İbni Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre; Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün Hazret-i Ali -radiyallahu anh-ın elinden tutarak şöyle buyurdu:
“Bunun soyundan bir genç çıkar ve arzı adaletle doldurur. Siz onu gördüğünüzde Temimi genci arayın. Çünkü o doğudan çıkacak ve Mehdi’nin bayraktarı olacaktır.” (Taberâni)
Şeyhül Ekber Muhyiddin-i İbn-i Arabi -kuddise sırruh-’nin Fütuhat’ül Mekkiye’sinin 66. babında Mehdi şöyle anlatılmaktadır:
“Allah’ın bir halifesi daha vardır ki, yeryüzü zulüm ve haksızlıklarla dolu olduğu zaman zuhur edecektir. Yeryüzünü adalet ve sükûnetle dolduracaktır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yolundan gidecektir. O hiç yanılmayacaktır. Çünkü onun, görmediği yerde doğrultan meleği vardır. Hakkı ayakta tutanlara yardım edecek, dediğini yapacak, bildiğini söyleyecek, Allah ona o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini ikâme edecek, İslâm’ı ihya edecek, önemsenmez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, onu ihya edecek. Asrında cahil, bahil ve korkak olan bir adam, hemen âlim, cömert ve cesûr olacak. Kendisine karşı geleni ve kafa tutanı perişan edecek. Dini, Resulullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek. Halis ve hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak. Mehdi İstanbul şehrini Süfyan’ın elinden alacak. Düşmanları, ehli içtihad alimlerinin mukallidleri olacak. Çünkü onlar, Mehdi’nin kendi imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelemeyecekler. Onun kılıncı kardaşlarıdır. Kılıncından korktukları için ister istemez hâkimiyetine boyun eğecekler. Onun açık düşmanları fukaha olacak. Elinde kılıncı yani kardaşları olmasa idi katliyle fetva verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek, onlar ona itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları kalmayacak, hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Mehdi’nin gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan nefret edecekler, fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.”
Bediüzzaman Hazretleri ise Emirdağ Lahikası isimli eserinin devamında şöyle buyurmaktadır:
İkinci Vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) ünvanı ile şeâir-i İslâmiye’yi ihya etmektir. Âlem-i İslâm’ın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlahiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlar efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediye’nin (Aleyhisselâm) kanunları bir derece ta’tile uğramasiyle O zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyle ve ittihad-ı İslâm’ın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklariyle o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.”
Bediüzzaman Hazretlerinin de beyanlarında olduğu gibi bütün feyz-ü kemalatı üzerinde taşıyacaktır.
Resulullah Aleyhisselâm’ın müjdelediği Hazret-i Mehdî, Resulullah Aleyhisselâm’ın soyundan, Sıddık-ı Ekber -radıyallahu anh-ın yolundan gelse gerek.
İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta buyururlar ki:
“Sanıyorum ki Peygamber’imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- geleceğini haber verdiği Mehdi, velâyetin en yüksek derecesinde olacaktır. O da bu Tarikat-ı aliye’den yetişmiş ve bu silsile-i aliye’yi tamamlamış ve tekmil etmiş olacaktır.
Zira bütün velâyet yolları, bu yolun altında bulunmaktadır. Diğer velâyetinin, nübüvvet makamının kemâlâtından nasibi azdır. Bu yoldan kazanılan velâyette ise, Sıddık-ı Ekber’in yolu olduğu için, o nübüvvet makamının kemâlâtından pek çok bulunur.” (251. Mektup)
“Ebû Bekir’in kapısından başka, mescide açılan bütün kapıları kapatınız.” (Buharî)
Hadis-i şerif’ine Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
“Allah’ım! Bütün tarikatların piri kesildiği zaman Ebu Bekir’in yolunu kıyamete kadar bâkî kıl.” mânâsını vermiştir.
Bir Hadis-i şerif’te de:
“Allah-u Teâlâ benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” buyuruluyor.
Bu Hadis-i şerif o kadar büyük mânâ taşıyor ki “Emânât-ı ilâhi’yi ona teslim ettim.” mânâsına geliyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ahirete intikallerinden sonra, yakınlık nesebi itibarı ile bu nur Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-e geçti.
Resulullah Aleyhisselam’dan sonra imanda, amelde, ihlasta, ahlakta insanların en büyüğüdür.
O nurdan en çok nasip alan zat şüphesiz ki odur. Dolayısı ile o yol böylece intikal ediyor. Yani vekilden vekile intikal ediyor. Çünkü o vekiller o nur zincirinin baklaları gibidir. Hepsi bir, birisi hepsidir.
Binaenaleyh umarız ki Mehdî Resul bu yoldan ve bu kanaldan gelse gerek.
Niçin bu yoldan ve bu kanaldan gelecek?
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran: 110)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına mazhar olunduğu için.
Bütünüyle ihsan-ı ilâhî’ye mazhar olup, kemâliyetini üzerinde toplamış olarak; sehm-i velâyete ve sehm-i nübüvvete de nâil olup onlara vâris olarak gelecek ve ümmet-i Muhammed’e bir hediye-i ilâhî olacaktır.
Yeryüzünü nuru ile doldurur. Bütünüyle küfrü ve küfür âdetlerini, her türlü sapıklığı ve bölücülüğü ortadan kaldırır.
Sahtelere gelince onlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar bundan altmış tane çıkmış olacak.
“Allah’ın Resulü olarak gönderildiğini iddia eden altmış yalancı çıkacaktır.” (İkdu’d-durer)
Taberani’nin bir rivayetinde bu yalancıların sayısının yetmiş olacağı da haber verilmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.” (İbn-i Mes’ud)
Ebu İshâk anlatıyor: “Hazret-i Ali -radiyallahu anh- oğlu Hasan -radiyallahu anh-a baktı ve “Bu oğlum, Resulullah Aleyhisselâm’ın tesmiye buyurduğu üzere Seyyid’dir. Bunun sulbünden peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle peygamberinize benzeyecek; yaratılış yönüyle ona benzemeyecek” dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle dolduracağına dair gelen kıssayı anlattı.” (Ebu Dâvud)
Ebu Hureyre -radiyallahu anh- anlatıyor: Resulullah Aleyhisselâm buyurdular ki:
“Otuz kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.” (Tirmizi, Ebu Dâvud)
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inmesidir. Bu husus tevatür derecesine ulaşmış, kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa’ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.” (Nisa: 159)
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, çok sürmez Meryem oğlu İsa adil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacak.” (Buhâri, Tecrid-i sarih: 1018)
Binaenaleyh İsa Aleyhisselam inecek ve Mehdi Aleyhisselâm’ın arkasında namaz kılacaktır. Beraberce cihad edecekler. Deccal’i öldüreceklerdir.
“İsa bin Meryem’in, arkasında namaz kılacağı kişi bizdendir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Mehdi bu ümmettendir ve Hazret-i İsa’ya imam olacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
Ebu Ümame -radiyallahu anha-den şöyle rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitab etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Medine, körüğün demirin pasını giderdiği gibi içindeki pisliği giderir, o güne kurtuluş günü denir.”
Ümmü Şüreyk:
“Yâ Resulellah! O gün Araplar nerede?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Onlar o gün az olurlar, imamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytül Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği sıra, bir de bakarlar ki İsa bin Meryem Aleyhisselâm sabah vaktinde inmiştir. Bu imam (Mehdi) İsa’yı öne geçirmek için arka arka çekilir. İsa Aleyhisselâm onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki: ‘Geç öne namazı kıldır. Zira kamet senin için getirilmiştir.’ Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldırır.” (İbn-i Mace, Hâkim)
Hülasa-i kelam İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar. Kendilerine verilen vazifeyi bîhakk’ın yapacaklardır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan... Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek Mehdi’nin alametlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
“Mehdi yedi sene iki ay birkaç gün hüküm sürecektir.” (İmam-ı Suyûtî)
“Âhir zamanda bir halife gelecek, malı taksim edecek, saymayacaktır.” (Müslim: 2914)
“Ehli beytimden birisi yedi yıl hüküm sürüp, daha evvel zulümle dolu olan arzı adaletle doldurmadıkça bu dünya bitmez.” (İmam-ı Suyûtî)
“Ehli Beytimden birisi çıkar ve sünnetimi söyler. Allah ona yağmur indirir ve yeryüzü ona bereketini çıkarır. Daha önce zulüm ve cebirle dolu olan dünya, adalet ve nefasetle dolar. Yedi yıl bu ümmete hükmeder ve Beytül-Makdis’e iner.” (Taberâni)
Bütün bu hadisatın olması ahirzamanda olacaktır. O zaman artık fitne ve fesat artmış son haddini bulmuş olur.
Sevbân -radiyallahu anh-dan rivayete göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden bir kısım kabileler müşriklere iltihak etmedikçe, ümmetimden bir kısım kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben peygamberlerin mührüyüm (sonuncusuyum) ve benden sonra peygamber de yoktur. Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Allah’ın (kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı c.13 sh. 425)
Hadis-i şerif’te:
“Benden sonra halifeler bulunacak. Halifelerden sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zalim idareciler olacak. Daha sonra Ehl-i Beytimden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle doldurulduğu gibi onu adaletle dolduracak. daha sonra onun yerine Kahtanî ümmetin başına geçirilecek. Beni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bu ondan aşağı değildir.” (Taberâni)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu Hadis-i şerif’inde beyan ettiği Kahtânî Cehcah’tır. Çok kıymetli bir kimse olup Mehdi Resul Hazretlerinden sonra çıkacak ve onun yolunu tutacaktır.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Cehcah denilen bir adam melik olmadıkça günlerle geceler gitmez.” (Müslim: 2911)
Çok büyük dirayet sahibi ve temizleyici olacak ve bütün dünyayı koyun güder gibi güdecek, hükmünü yürütecek.
“Zalimlerden sonra Cabir gelir, sonra Mehdi, sonra Mansur, sonra Selâm ve en sonra da Emirül Usub gelir.” (İmam-ı Suyûtî)
Bu çıkanlar sahtedir. Bu çıkan ilk değil, sonuncusu da değil. Bundan sonra da çok çıkacak.
Hadis-i şerif’te:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” buyuruluyor. (Münavi)
Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.
“Ümmetimin arasından otuz tane yalancı çıkacak ve kendilerinin peygamber olduklarını iddia edeceklerdir.
Oysa ki ben peygamberlerin sonuncusuyum ve benden sonra artık peygamber gelmeyecektir.” (Buharî)
Bir de bu sahte Mehdi “bana vahyolunuyor” diyerek peygamberliğini ilân etmektedir.
Bu gibi yalancıları Kelâm-ı kadim’inde hem yalancı, hem zâlim diye nitelendiriyor.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah’a karşı yalan uydurandan ve kendisine hiç bir şey vahyedilmediği halde ‘Bana da vahyolundu.’ diyenden de ‘Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim.’ diyenden daha zâlim kim olabilir?
Bu zalimler ölüm dalgaları içinde can çekişirken, melekler de ellerini uzatmış ‘Haydi canlarınızı teslim edin, Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve Allah’ın âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bugün siz horlayıcı alçaltıcı bir azabla cezalandırılacaksınız!’ derken bir görsen!” (En’am: 93)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Cenab-ı Allah’a itaat et ki akıllı denmeye şâyan olasın.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Hazret-i Allah ve Resulü’ne isyan edenlerde akıl yoktur, onlara deli nazarı ile bakılır. Zaten bu adamın da deli raporu olduğu bilinmektedir.
Kendilerinin resul olduğunu söyleyen bu yalancılar, bir peygamberin “Nebi” olmadan “Resul” olamayacağını bilemeyecek kadar cahildirler. Gerçekten şeytan onlara bu yalanı süslü göstermiş, onları gururları aldatmış.
Âyet-i kerime’de:
“O çok aldatıcı şeytan sizi Allah’a karşı mağrur etmesin.” buyuruluyor. (Lokman: 33)
Kendi nefislerini bilip tanıyamadıkları için Hazret-i Allah ve Resulü’nü de bilemezler. Çünkü onlar gerçekten kara cahildirler.
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yasin: 77)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere; Yaratan’ın niçin yarattığını, neden yaratıldıklarını bilmedikleri için Yaratan’a hasım kesildiler.
Hazret-i Allah onları:
“Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkâr edenler.” olarak vasıflandırmaktadır. (Müddessir: 31)
İlâhi emir ve hükümleri, bilgisizlik sarayı olan nefislerine soracaklarına ve şeytana uyacaklarına, Hazret-i Kur’an’a kulak verip itaat etselerdi bu rezil duruma düşmezlerdi.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Yolun doğrusunu göstermek ancak Allah’a aittir.” buyuruluyor. (Nahl: 9)
Yolun doğrusunu Allah-u Teâlâ tayin eder, mahlukun hükmü yoktur.
Daha evvel şöyle arzedilmişti:
“Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar, çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne dönmeye bakın.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi esbab-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenab-ı Hakk’a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lutf ile yad buyursun.” (Ahmed bin Hanbel)
Zira Mehdi Aleyhisselâm ancak ihlas sahiplerini ordusuna alacaktır. Gerçekten bir imam gelecek, fakat fakirin tahminine göre bu zamana daha 30-40 sene var. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biat edin.”
Şu kadar varki İsa Aleyhisselâm’ın da geleceği Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile arzedildi. Ona ve Mehdi Aleyhisselâm’a gönülden teslim olup biat etmek şarttır.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde onun hakkında şöyle buyuruyor.
“Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsâ yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 1406)
Herkes imtihan olacak, böylece iman ile küfür ayrılacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nûr’unu koymuşsa ona tabi olacak, kime koymamışsa olmayacak.