BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Kuantum Fiziği bilim dalının çağdaş açıklamalarına göre
Atom ve Atom altı parçacık fiziği özelliklerini açıklarken
atom
çekirdek (nötron-proton-elektron) kombinasyonu
elektron spin faailiyeti
proton paröaları olan kuarklar
kurak çiftleri olan rişon ve mezon çiftleri
kuark altı parçacıklar olan
tardyon (tardiyyun)
takyon (takiyyun)
süpr sicimler-solucan delikleri
paralel evren yapısına geçişteki dar geçit tüneli (sur borusu)
4 boyululuk ile 11 boyutluluk durumlarının nitelikleri
aklın hızı ve zamanda ileri geri harektler
mini hilbert uzayı
gibi atom altı fiziğini ilgilendiren başlıca konuları açmaya çalıştık
ikinci bölümde
insanlığın kavl-i bela halini
oradaki sözleşme yapılan ELEST MECLİSİNİ
cennet aşamasına geçişi
cennet evresinde siccin mekanında secere denen ağacın yasaklanması
yasağın çiğnenmesi
Adem ve eşinin yaratlışı ile onlardaki atom değerleri içinde gizlenmiş
muazzam nükleer enerji (ateş) gücünün bilgisinden mahrum Şeytan densizliği
insanların secere kelimesi ile ifade edilen cinsel eylem sonucu TAKVA elbisesinden sıyrılması
insanın sonsuz boyutlu Cennet evreninden
4 boyutlu bu evrene gönderilerek aşağıların aşağısına itilmesi (indirgenmesi)
bu evrene geçişte takip ettiği karanlıkları yaran TARIK oluşu
açıklanmıştır
bu geceki seminer çalışmamızda bu aşamadan sonraki
yaratılış özelliklerimizi
anatomimizi ele alarak İslam ile bu anatominin ilişkilendirilmesini
açıklamaya çalışacağız inşallah
burada ANATOMİ kelimesinin anlamını açmakla başlamak istiyoruz
bilindiği üzere hemen bütün yerli yabancı sözlükler
anatomi kelimesinin Yunanca yahut Latince olduğunu söylemektedirler
Yunanca ve Latince dillerini her türlü dil bilim şartlarını zorlayarak incelersek
ne Yunanca ne de Latince`de anatomi kelimesi yapacak bir kök yahut kavram kelimesi
bulunmadığını göreceğiz
anatomi kelimesini oluşturacak hiçbir kök dayanağına sahip olunmadı halde
bu kelimenin Yunanca-Latince olduğunu kabullenmek de bilimsel açıdan mümkün değildir
öyleyse anatomi kelimesinin asıl sahibi olan dil hangi dildir
bunu belirtelim
Yunanlılar Hellen adıyla birleşerek bir millet olma özelliği taşımaya
MÖ.1000 yıllarında Balkanlar ve Mora Yarımadasına geldiğinde başlamıştır
bu toplumun o zamana kadar değişik adlar etrafında toplanmış farklı dil ve kültürlerde olan
küçük kabileler olduğunu
geldikleri yerin de şimdiki Gürcistan ve kuzeyi olduğunu biliyoruz
işte bu Hellen - Yunan topluluğu Balkanlar ve Mora Yarımadasına geldiğinde buraları boş değildi
onlardan çok önceleri buralara yerleşmiş
buralardan İspanya İper Yarımadasına kadar uzanan sahada
Kuman Türkleri`nden Al-Apalar denilen ve ALP dağlarına adlarını miras bırakan Türkler vardı ve Türkçe konuşurlardı
Latinler de Yunanlılardan çok daha sonra Balkanların kuzeyine geldiklerinde
yine bu sahada aynı Kumanların olduğu tarihi gerçekliktir
Latinler ve Yunan olanlar geldikleri bu topraklarda kendilerinden çok daha ileri kültür yapısına sahip olan
hatta runik yazıdan alfabeli yazıya geçerek kendi alfabelerini kurmuş olan bu Türkler`den çok şey öğrendiler
işte bunlardan biri de bu ANATOMİ kelimesidir
eski prototip Türkçe`de ana şimdiki anadır
doğma kelimesi de o zamanlar toma olarak burada söyleniyordu
ana-toma olarak bu kelimeleri fonetikleşmiş şekilde belirleyebiliyoruz
o zamanlar ana-toma demek anadan doğma yani çıplak vücut demektir
anatoma şeklinde birleşik söylenen bu kelimeyi Yunanlılar önce öğrendiler
onlardan da Latinler aldılar
ANATOMA sözünü ANATOMİ olarak kendi dillerine aldılar
bu şekilde Yunan ve Latin dilleri başta olmak üzere
Cermen kavim bünyesinden olan milletler de dahil Slav dillerine hatta İskandinav dillerine
çok sayıda Türkçe kelimeler alınmış ve benimsenmiştir
sözgelişi bunlardan biri de Kaniç adıdır
bir köpek türü olan Kaniç adının aslı da Kan-İçen şeklindedir
çünkü özel beslenme yoluyla yetiştirilen bu köpek kan yedirilerek beslenir ve bu nedenle kan içen denilirdi
batılılar bu kan içen sözünü Kaniş olarak dillerine aldılar
insan vücudunun çıplaklığını ifade etmek için biz de bu Türkçe kelimeyi Anatomi kelimesini tercih ediyoruz
insanlık tarihi diller alışverişi içinde bulunarak yazılmasa da konuşma metodlarona yerleşmiş diyebiliriz
bu şekilde bir tarih yazılı tarihten daha eski bilgileri bize daha kesin belgelerle ulaştırmaktadır
hangi dilde hangi dilden kelime yoğunlukları bulursak
o milletlerin ilişkilerini değişik kombinasyonlarda bulabiliriz
işte bunlardan bazıları da Arapça-Türkçe ilişkisinde meydana gelmiştir
Runik alfabeli yani resim yazı tekniği ile düzenlenmiş belgelerin çözümlemelerinden
çivi yazısı da dahi tüm yazı metodlarından çok daha eski bilgilere ulaşmak mümkün olmakta
bu da tarihin çoktan yeniden yazılması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır
Arapça-Türkçe arasında alınmış kelimelerden bazıları Kuran içinde de bulunmaktdır
örneğin Kehf Suresi adının kaynağı
sure içinde geçen Kehf denen mağara kıssasıdır
bu mağaraya iman eden bazı kişiler sığınmışlar ve burada 300 ve kısa bir duraklama ardından 9 yıl daha uyur halde kalmışlardır
bu süre için Kuran yarım gün kadar diye bir tanım getirmektedir
gerçekten de ışık hızında hareket edilmesi halinde geçecek yarım günlük sürede 300 yıllık ana aktivasyona kısa bir obsidasyon salınımı yapıp 9 yıl daha ekleyeceğimiz zamanın geçtiğini hesaplıyoruz
bu da 309 yıl yapar
ışık hızında zaman sıfıra yakın bir hızda geçmektedir
bu temel bilgiden bakarak
Kuran modern fiziğin ışık hızının hesapladığı yarım gün diliminin 309 yıla hem de 300 ve 9 yıllık bir aralamalı zaman olduğunu bundan 1400 sene önce bildirmektedir
Kehf kıssasının anlatıldığı ayetlerde
güneş ışığının mağaraya sağdan girerek sola büküldüğünü bildirmektedir
ışık hızında hareket ediş halinde zaman da ışık rotası da ivme yapacak ve sağdan sola büküm yapacaktır
bu da aynı surede 1400 sene önce açıklanmıştır
ve bu surede asıl önemli bir husus hep gözden kaçmaktadır
bu mağaraya insanlarla beraber bir de köpek girmiştir
fakat bu 300 + 9 = 309 yıl zaman geçtiğinde insanlar atom altı parçacık fiziğinin tüm aşamalarını dış görünümlerine de yansıtarak yaşamışlardır
hatta bu husus için onları görseydiniz dehşete düşerdiniz korkardınız demektedir ayetler
insanlar bu süre sonunda o gün mağaraya girmişler gibi uyanırlar ama
köpekleri daha mağaraya girildiği zaman diliminde ölmüştür
insanlar yaşamını devam ettiriyor fakat köpek ettiremiyor
burada insanların sağ kalması asıl murad edilendir ama köpeğin ölümü bize insana has bir özelliği söylemektedir
insan atamoaltı evren yapısında tardyon-takyon çiftleri aşamasında borucuklarının içinde NUR yapılı RUH vasfını taşımaktadır
bu yapısı onun kirlian ışımasını da diğper varlıkların 6 katında gösterir
NUR-NAR bileşkesi özelliği taşıyan insan zaman opsidasyonu içinde öz varlığını olduğu gibi koruma niteliği kazanır
bu yapı onu diri tutar ama ruh-nur vasfı bulunmayan hayvanı yaşatmaz
buna bir örnek verirsek
atom altı parçacık plazması üretilirken
mesela proton plazması elde edilirken
kuark parçalanmasından dolayı dışarı doğru partikül saçılması olur ve bunların zamanı normal (+) zaman koordinatı taşır
oysa aynı plazma patlamasında çoktan dışa gitmiş de dönmekte olan kahverengi ışın (foton) tanecikleri ters zamanlı (-) koordinatlı istikamet gösterir
biz bunu mıknatısların görünmez ışınları olan çekim özellikli gravitasyon dalga-parçacıklarında tespit edebiliyoruz
normal ışık tayfında yedi renk vardır
fakat bu tayfın içinde kahverengi kuşak yoktur
oysa proton plazma saçılmasında ters yön ve zamanlı kahverengi parçacıklar tespit edebiliyoruz
bunun da ilginç bir özelliği vardır
bu olayı bir insan gözlemliyorsa kahverengi saçılma meydana gelememekte, insan gözlem yapmıyorsa kahverengi saçılma olabilmektedir
yani
insan gözünün yayınladığı dalgaboyu bu parçacıkları hapsedebilmektedir
işte bu insan gözünün yayınladığı dalga boyunun diğer adını NAZAR DEĞMESİ olarak isimlendiriyoruz
eğer bu NAZAR DEĞMESİ haset duygusu ile yayınlanırsa karşısındaki nesneyi parçalama gücüne de sahip olur
eğer karşısında kristal cam varsa un ufak olur
metal varsa eğilir
canlı organizma varsa (-) enerji yüklemesi yaparak en yakın hastalığa uygun zaafiyet alanı meydana getirir
işte bu nedenle Kuran nazar değmesinden sakınmayı tavsiye eder
konuya dönersek
KEHF SURESİ`ne ad olan bu Kehf kelimesi Türkçe bir kelime olan KOF sözünün Arapça diline geçiş şeklidir
KOF kelimesi içi boş, oyuk, mağara anlamlarına gelir
nitekim KEHF kelimesi de aynı anlamda kullanılmaktadır
burada Kehf Suresi içinde anlatılan kıssalar (olaylar)dan ikisinin daha özelliklerini arzederek
ana bahsimize devam edelim
Kehf Suersi içinde anlatılan olaylardan biri de Musa aleyhisselamın Hızır ve kardeşi Harun ile seyahatidir
tefsir ve mealler bu seyahati de asırlar öncesi görüşleri ile açıklamaya çalışmaktadırlar
bu eski anlatılara göre Musa ve Hızır bir sahilde yürüyerek ilerlemektedir
Musa içinde bir balık bulnan bir sepet taşımaktadır
bir yere kadar giderler ve fazla geldik der geri dönerler
bu arada sepetteki ölü balık canlanıp denize atlar
olayın bir bölümü böyle anlatılır
bu olayı çağdaş bilim açısından tekrar anlatalım
Musa ve diğer iki kişi daha bir sahilde ilerlerken
sepette ölü bir balık vardır
fakat bu sahilin tercüme edildiği gibi deniz sahili olduğu kesin değildir
anlatışa göre bu sahil bu evren içinde zaman koordinatları kıyısında yapılmaktadır
sahil zaman koordinatlarımızın sahilidir
kıyısıdır yani
her an bu koordinatların dışına çıkılabilir ve ileri zamana yani gelecek zamana geçilebilir
nitekim fazla gitmişiz der ve zamanda geri gelirler
çünkü ayette geçen kelimelere bakılırsa önceki takip edilen İZ izlenir ama gerisin geri
dönerek değil gerisin geri
geri geri adım atılamayacağına göre zamanda geri gidilmektedir
bu defa geri zamanda da başladıkları zmana değil geçmiş zamana gidilmiştir
çünkü balık diridir
yani balık sepetten atlamıyor
yeniden denizdeki diri olduğu zamana geri dönmüş oluyor
Kehf Suresindeki diğer olay ise Zulkarneyn olayıdır
Zulkarneyn ayetlerde ifade edildiği gibi isim değil lakap-sıfattır
Zulkarneyn sıfatını taşıyan kişi bu adı alacak bir şeye sahiptir
o da zul-karn-neyn denen şeye sahip olmaktır
nedir zul-karn-neyn?
zul = karanlık
karn = tunel, hol, geçit
neyn = çift
demektir
buna göre zul-karn-neyn deyince
karanlık bir holden-geçitten-tunelden iki defa geçiş demektir
bu da bu evren içinde karanlık bir tunel -geçit kullanmak
iki ucuna ulaşmak demektir
ayetleri incelediğimizde bu kişi Allah`ın verdiği bir İMKAN VESİLE sayesinde
uzayda yol almakta
güneşin yörüngesinin tersi yönde gitmekte
orada bir kavme seslenmekte (geçmiş zamana giderek, geçmişte güneşin olduğu eski yerdeki zamanda insanlara seslenmekte)
sonra güneşin gittiği yöne gidip ileri zamana geçmekte
fakat bu defa üzerinde güneş batmayan bir arza (gezegene) varmakta ve orada geçimsiz iki kavim bulmaktadır
bu olayı çağdaş astronomi diliyle söylersek
önce güneşin geldiği yöndeki Herkül Takımyıldızı tarafına gitmekte ve geçmiş zamanda insanlara hitabetmektedir
sonra da uzayda güneşin gittiği taraf olan Sirius (Köpek) Takımyıldızı tarafına gitmekte
iki güneş yıldız arasında bulunan bir gezegende Ya-Cüc ve Ma-Cüc adını verdiği iki kavmi bulnaktadır
yalnız bu güneşlerden biri balçığa batar gibidir ve bir ucu batış tarafında uzamıştır
işte bu tarif
bir karadelik tarafından yutulmakta olan bir güneş tarifidir
ve bu güneş gerçekten de Sirius istikametinde vardır
ve karadelik tarafından hala yutulmaktadır
olayın anlatımı devam eder
iki kavmin kavgasını engellemek için iki dağ arasına
yani karşılıklı iki yamaç arasına
önce demir külçeler koydurup demir bir duvar ördürür
sonra bu duvar üzerine tercümelere göre bakır eriyik dökülür
oysa ayette bakır sarılır ifadesi vardır
bilindiği üzere elektrik motorları çekirdeği demirdir ve üzerine bakır iletken sarılır
bu iki yamaç ifade edildiğinden dev bir elektyrik motorudur ve istenen çok yüksek bir elektrik voltajı elde etmektir
böylesi dev bir elektrik motoru çalıştırıldığında meydana getireceği manyetik alan iki yanda zamanı iki ayrı yön koordinatlara iteceğinden
iki kavim (yecüc-mecüc) birbirinden zaman olarak ayrı kalacak kavga edemeyeceklerdir
bu ayrışan zamanlar da ivme yapacak ve bir zman gelip çakışacaktır
işte burada Hadisi şerifler devreye girer ve açıklar
Ya-Cüc ile Ma-Cüc zamanları tam da bizim güneş sistemimizin mekan ve zaman koordinatları ile buluştukları bir an gelecek
yer yüzünde bu iki kavim görülecektir
bu olay da kıyametin büyük alametlerinden biridir
şimdi Kehf Suresine bu açıklamalr ışığında yeniden bir bütünlük içinde bakarsak
üç olay anlatıldığını
bu üç olayda da zamanın değişik formasyonlarda değişimi izah edilmektedir
hatta nasıl zaman değişimi yapılacağı da anlatılmış olmak için elektrik üreteci tanımlanmaktadır
bir bakıma fiziğin İslam ile ilişkisine bir takım açıklamalar yapmış olduk
bu şimdiye kadar anlattıklarımızla
fakat bütün bunların odağında zaman değişkenliği yanında insan faktörü vardır
öyleyse insan çok özel yaratılışı ile
eşrefi mahlukat oluşu ile beraber
beden yapısıyla da tanımlanmış olmalıdır
önceki seminer çalışmamızda Tin Suresi bahsinde insanın anne rahmindeki beslenmesinden bahsederek
bir giriş yapmıştık aslında
burada devam edelim şimdi bu anatomik yapının İslam ile ilişkili sistematiğini görmeye
nazar değmesi yahut insan gözünün yayınladığı dalgaların kaynağını arayalım
insan gözünü inceleyerek başlayabiliriz buna
insan gözü hiçbir canlı gözünde olmayan bir göz bebeği sistemine sahiptir
Charles Darwin insanı maymun evrimleşmişi diye söylerken
gelir en sonun da
ah şu insan gözü olmasaydı der
çünkü evrimde kök saydığı maymun türlerinin hiçbirinde bu göz bebeği ve göz beyaz retina tabakası yoktur
insan gözünün bebeği yaklaşık bir milyon iyon tüpü çubuğunun dmet halinde birleşmesinden meydana gelir
her bir iyon tüpü içinde 27 kapakçık vardır
her kapakçık ile diğer kapakçık arası bir odadır
dışardan gelen ışık ışını yani fotonu bu tüplerden birine girer ve birinci kapakçık kapanır
ikinci fotonu engellemek içindir bu
ilk odaya giriş anında ikinci kapakçık açılır ve ışık taneciği ikinci odaya geçerken ikinci kapakçık kapanıp üçüncü açılır bu böyle bütün iyon tüpünde tekrarlanır
ve ışık taneciği göz topunun geri tarafındaki sarı leke alanına düşer
o anda ışık taneciği bu alanda tamamen dalgaboyuna çevrilerek optik görme sinirlerine aktarılır ve aynı ışık hızında beyne iletilir
beyinde her bir ışık taneciği dalga boyu fazında farklı beyin hücreleri alanlarına taksim edilir
bu taksimat öylesine tutarlıdır ki
görülen bütünü değerlendirir ve nitelemeyi de yaparız
güzel, çirkin, şu renk, bu biçim, sert, yumuşak, buhar, vbg daha pekçok nitelemeler yapılır
burada bir sorun karşımıza çıkar
beyimn dediğimiz canlı organizma dış ve iç yapı olarak iki ana yapıya ayrılır
görme de dahil tüm dıştan gelen veriler tamamen beynin dışı olan KORTEKS tabakasında kategorilerine kaydedilir ve değerlendirilir
korteks glikojen esaslı gri renkli ve yaklaşık 1 mm kalınlığında bir zar tabakasıdır
işte gören, öğrenen, bilgi depolayan, unutan, hisseden, karar veren, vbg insani kavramlarımızın tümünü yapan işte bu
1 mm kalınlığındaki korteks tabakasıdır
ve bu korteks tabakası sadece insan beyinde bulunup başka hiçbir canlı beyninde bulunmamaktadır
işte insanı diğer canlılardan ayıran ana biyolojik farklılık bu olduğu gibi
insanın başka bir canlı primat türünün evriminin sonucu olmadığının da ispatıdır
korteks dediğimiz bu tabaka beyinin salgıladığı 300 kadar endorfinin (hormonun) sayesinde yaşam bulur
bu endorfinler sayesinde sever, nefret eder, öğrenir, unutur, uyur-uyanırız ve düşünürüz
beş duyumuzun tüm verilerini alan ve değerlendiren bu korteks tabakası
bütün beyin yapısının çevresini saran 1 mm kalınlığı ile yüzde 28 kadar bir miktarına tekabül eder
bu korteksin ana yapılarından biri de adrenalin ile beslenmesi ve DNA sarmallarını bulundurmasıdır
bu korteks zarının altında ise beynin yüzde 72`si vardır ve beyaz glikojen esaslı hücrelerden oluşur
alt beyin dediğimiz korteks altı yüzde 72`lik kısım adrenalinin tersi olan noradrenalin maddesi salgılar
işte bu noradrenalin algılandığı anlar korkulan, acıklıdı yahut kızgınlık anlarının üretimidir
bir şeyden korkunca noradrenalin salgılanır ve tedbir al yahut saldır parçala komutunu alırız
bu noradrenalinin ana merkezi de beynin ön lop kesimidir
işte namazda bu ön lop secdeye varır ve manen bu nefret ve saldırganlığı öne eğilmenin sağladığı noradrenalin soğurma sistemi çalışır ve etksis giderilir
namaz ciddi ve anlamlı kılınırsa beynin bu işlevi kaçınılmaz olur ki insan o zaman sakin ve merhametli olmaya başlar
namazda ciddiyet ve anlam söz konusu değilse noradrenalin soğurma sistemi nötralize etme yapmayacağından
namaz hedefine varmamış olacaktır
insan ana rahminde şekil alırken hep söylendiği gibi önce insan kalbi değil işte b u alt beyin yapısı meydana gelir
ana rahmindeki nutfenin ilk şekli kurbağa larvası şeklindedir ve bu larvanın başı daha sonra ana beynimiz olan alt beyni meydana getirecek, larva şeklinin kuyruk bölümü omurlilik ile beraber ana sinir sistemi
biçiminde yapılanacaktır
cenin büyüdükçe ilk beş ay geçene kadar bu larva başı zarsızdır
beş aydan itibaren korteks meydana gelmeye başlar ve düşünce sistemimizi öğrenme alanımızı kazanırız
ana karnında bu beş aydan itibaren çocuk annenin ve yakın çevresinin duygusal etki alanında demektir
çünkü anne en yakın olarak tüm duygusallığını ilk önce kendisi rahmindeki bebeğe geçirecektir
bu nedenle anne adaylarının moral değerlerinin çok sağlıklı olup olmaması
doğacak bebeğe son derece etkili olacaktır
bunun bir nedeni daha vardır
insan beyninin korteksinde DNA sarmalları bulunurken
alt beyin sisteminde RNA sarmalları
bellek kartları vardır
tüm insanlık
Adem-Havva`dan beri tüm geçmiş soy ağacının tüm bilgi-bellek birikimini işte bu RNA kartlarında taşır
mümkün olsa da RNA kartlarını okuyabilseydik
her bir insanın geçmişinde
Adem-Havva`ya kadar tüm tarihini okumuş olacaktık
bu kartların miktarını dünyaya şimdiye kadar gelmiş insan nüfusunun toplamının birkaç milyar katı olduğunu düşünürsek
nasıl bir bilgi bankası taşıdığımız anlardık
ana karnında bebek nasıl anasından duygu etkileşimi alıyorsa beyin dalga alıcı verici sistemi ile yakın çevresinde
kardeş, baba, akraba beyin fazları ile de yakınlığı nedeniyle etkileşlmeye girecektir
bu nedenle doğan bebekler ilk altı aydan sonra mutlaka annne koynunda yatmaktan uzak tutulmalıdır
kardeşlerin aynı yatağı paylaşmaları da mutlaka önlenmelidir
bu yakın temas halinde aynı yatağı paylaşma bazan aynı odayı paylaşma dahi beyin dalgaları ile bilgi alış verişine neden olur ki
olabilecek olumsuzlukların aktarımı için bu birlikte yatma en uygun yoldur
yine bir yatağı paylaşma alt beyin etkileşimi bakımından
o bebeğin yetişkinlik dönemlerinde karakter ve cinsel sağlıklılık seviyesini de belirleyici olabilecektir
alt beyin kuruğu olan sinir sistemimiz kuyruk sokumuna kadar ilerlerken
alt beynin altındaki talamus isimli yerden çıkan ve hipotalamus guddesinin içinden geçen bir sinir
bu alt beyin kuyruğu ile birleşmek üzere damak üzerinden şah damarı yanından geçerek enseye, buradan iki kürek kemiği arasına,
iki kürek kemiği arasında çatal yaparak biri kalbe diğeri göğüse ulaşır
kalbe giden arter damarı altından kalbe girer ve arter altındaki kalbin
tamamı 7 tane olan ama merkezi bu arter altında bulunan mercimek büyüklüğündeki beyinciğe girer
bu 7 beyincik beynin hücre yapısıyla aynı dokulardan oluşur ve kalbin beyinden bağımsız çalışmasını düzenler
göğüse ulaşan sinir kadınlarda iki meme arasında bir düğüm yaparak yola devam eder ve üreme sistemine ulaşır
kadınlar namaz kılarken ellerini işte bu düğüm üzerine kapatırlar
erkellerde aynı sinir düğüm izi yaparak yola devam eder ve göbek çukurunun iki parmak altında düğüm yapar ve üreme organlarına ulaşır
erkekler de namaz kılarken bu düğümü kapatırlar
çünkü
cennet ortamında Adem ve eşinin siccin alanında yaptıkları secere eyleminin dünyada hala hatırlandığını
ve oradaki olayın hatırasından hicap ve pişmanlık duyulduğunu ifade eder
bu aynı zamanda
güzel ahlak ile oradaki takva elbisesinin taleo edildiği anlamına gelir
insan anatomisinin
İslam dininde direk ilan edilen NAMAZ ile ilgisi bakımından bu hususu çok iyi kavramış olmak gerekmektedir
biz burada
insan korteksi ile alt beyin sisteminin etkileri ve etkileşimleri bakımından
Türk Psikiyatri sahasında önemli bir yer tutan değerli bilim adamı
emekli subay ve DR.Nusret Kaya`nın
"Benmim Adım Cenin 1 ve 2" isimli eserlerini tavsiye ediyoruz
.Rabbim, ilmimi ve bilmemi çok çok artır. (Taha Suresi-114.)
Bu Blogda Ara
31 Ocak 2011 Pazartesi
8 Ocak 2011 Cumartesi
YE'CUC VE ME'CUC
YECÜC ve MECUC
Zulkarneyn (A.S.) zamanında insanlar şikâyet etmişler demişler ki “böyle varlıklar var, her şeyimizi yiyip içiyorlar”. Zulkarneyn (A.S.) da maden ilmi vardı, demir ve bakırları toplattı onların üzerine döktü hâlâ öylece duruyor. Peygamber Efendimizden Hz. Ayşe naklediyor “Bir sabah kalktı, Yecüc ile mecucun bulunduğu yerden parmaklarını oval yaparak şu kadar delik açıldı” diyor, çok terliyor çok sıkılıyor, sıkıntılı bir sabah oluyor. Zulkarneyn (A.S.) onları yerde bir yere mi? gökte bir yere mi? hapsetti, burasıda sonradan yani zamanı gelince meydana çıkacak. Tefsirlerde Ural’larda, Çin Seddi’nde vs. gibi yerlerde hapsedildiklerine dair rivayetler var. Dabbetul-arz çıktıktan sonra oluşacak olaylardır. Deccalın ölümünden sonra çıkacak son fitnedir. Bu fitneden savaşarak tan kurtulunmaz, dua ile kurtulunur. Yiyecek bulamayan kendiliğinden ölecek. Dünya üzerinde bir tufan haline gelecek. Öldüklerinde cesetlerinin kokusundan hiç kimse bir şey yapamayacak ve toprakta bir şey bitmeyecek. Allah gökyüzünden değişik varlıklar indirerek onların cesetlerini kaldırtacak. Gökyüzü boş değil. Gökyüzünde sadece cinliler ve melekler yaşamıyor. Allah'ı sevin, sevinde maneviyatınız olsun, bu tür şeyleri dervişlerin bilmeleri hatta görmeleri gerekir. Bu neyle mümkün Allah ve Resulünü sevip çok zikretmek ile mümkün.
Yecüc ve Mecuc ayrı ayrı iki kavimdirler. Birbirlerine vasıf olarak benzerler. Kendi aralarında da ayrılık içerisindedirler. Her bir kavim kendi içinde de kavim ve ırk ırktır. Öyle iri cüsselidirler ki Yeryüzüne geldiklerinde İnsansı surette geleceklerdir. Boyları yaklaşık 200 metre civarındadır. Doymak bilmez iştahları vardır. Öylesine ki yeryüzünde önlerine kattıkları canlı varlıklardan bir şey bırakmayacaklar ve geçtikleri yerde sadece çıplak taş-toprak bırakacaklardır. Karşılaştıkları canlı namına ne varsa yiyeceklerdir. Bir benzetme yaparsak “aynen bir insanın fındık fıstık yemesi gibidir.” Dilleri ile bir ineği veya elleri ile on-onbeş tane büyükbaş diye tarif ettiğimiz hayvanları bir seferde bir kişisi yiyecektir. Örneğin kırk-elli tanesi Van Gölüne gelseler hüüüpp diye bir seferde gölün suyunu içecekler, Van gölünde ne su ne balık canlı bir şeyden eser bırakmayacaklardır. Nehirler ve Göller onların susuzluğunu gideremeyecek, canlı nesilleri tükenecektir. Önlerinde düşünün ki balta girmemiş bir orman var. Ormandan geçerken geride ağaç ve yeşillik ve hayvan namına bir şey kalmayacak. Çölde hayat vardır ama onların geçtiği yerler çöllerden de kurak ve ıssız ve cansız kalacaktır. Şu anda ölülerini dahi ziyafet düzenleyerek yiyen ve bunu normal gören bir kavimdir. Ölüleri evlatları dahi olsa fark etmez. Yiyecek namına ne varsa yerler. Hiçbir şeyi ve dışkılarını dahi zayi etmezler. Şu an (bulundukları boyutta veya yerde) topluluk halinde yaşarlar ve çok hızla ürüyorlar. Laf anlamaz, Allah inancı olmayan, Akli yetersizlik içerisinde, hiçbir şekilde yola sokulmaz, anlaşma yapılamayacak, yeryüzüne gelmiş geçmiş hiçbir insana, insanlık ahlaki ve değerleri olarak benzemeyecek, zorba bir kavimdir. Kulluk ile sorumlu tutulmamış, hayvanlar gibi, cennet ve cehennem korkusu olmayan ve ahiretten sorumlu tutulmamış varlıklardır.
İnsanoğlunun bugün veya Yecüc ile Mecuc kavminin ortaya çıkacağı zamanda, ulaşacağı teknolojik gelişme ile durdurulamayacak bir varlıklardır. Öyle ki Nükleer veya Genetik veya Bio-kimyasal veya şu an bilinmeyen ileride keşfedilecek her türlü teknoloji olarak her türlü silah etkisiz hale gelecek, İnsanoğlunun karşılaşacağı, belkide o güne kadar kıyas yapacağı veya tedbir alacağı benzer böyle olay bir olmadığından dolayı aciz olacaktır insanoğlu o gün. Nükleer teknolojiyi kendilerine gıda olarak alabilecekler yani beslenmeleri vücut düzenekleri nükleer de olabilir. Deccalin zuhurundan ve öldürülüşünden sonra, İsa As. ve Mehdinin zamanında bu fitne ile insanoğlu değişmez bir mukadderat olarak karşılaşacaktır. Bu hadise Kur’an-ı Kerim’de da beyan edildiği üzere kesinleşmiş ve vakti bilinmez bir kaderdir. Olacağı kesin, ne zaman olacağı hakkında keşif ve keramet ile bildirilmiş belirli bir zaman ancak bilinmezliktir. AllahûAlem.
Yecüc ve Mecuc hakkında geçmişte yaşamış diyenler ve bu kavimlerin Türkler veya Çinliler veya Moğollar veya herhangi bir kavim olduğunu iddia edenler ve Seda olarak bahsedilen seddin dünyada yapılmış olduğunu söyleyenler Maneviyat yoksunu veya keşf veya keramet sahibi olmayan veya olanları anlamayanlardır. Maneviyat ehli ise hikmettir ki Yecüc ve Mecuc hakkında Kur’an-ı Kerimde ayet olduğu halde pek konuşmamışlar. Hidayet Rehberleri olan Mehdi As. ve İsa As. ve Küfrün Nirvanası Deccal Lanetullahın zuhuruyla alakalı pek çok kitap yazıldığı halde bu konuda pek az eser hazırlanmıştır.
Deccal kendilerine iman etmiş olanlara dünyayı Cennet haline getirecek ve Çeşitli istidraçlarla hayatları cennet hayatı olacak fakat ahiret hayatları berbat ve bedbaht olacaktır. Fakat Yecüc ve Mecuc kavmi insanların imanlı veya imansız küçük-büyük demeden ve merhamet etmeden hayatlarını katledecekler. Mutlaka iman ehli şehit olacaklardır. Bu öyle bir şiddet ve katliam ki ve öyle bir zulüm ve bağnazlık ve zorbalıktır ki, idrakler almayabilir. Eğer Yecüc ve Mecuc kavmini şu an insanlar görseler yemek yiyemezler ve yaşamak istemezler akıl ve ruh sağlıklarını kaybedebilirler. Allah muhafaza etsin.
Yecüc ve Mecuc kavmine karşı İsa As. ve Mehdi As. aralarında bulunduğu müminler, mümkün değil onlarla savaşamazlar ve Allah'ın ilhamıyla bütün müminler Tur dağına sığınırlar. Bu esnada Yecüc ve Mecuc kavimleri yeryüzünde bulundukları yerde ne bulurlarsa yerler ve talan ederler insanlar dâhil. Müminleri de tur dağının etrafında muhasara altına alırlar ki, müminler Allah’a zikir ve dua ile yalvarırlar. Allah muhafaza edecek tabi insanlığı. Allah müminlerin dualarını kabul eder ve Yecüc ve Mecuc kavminin vücutlarına bir hastalık vererek ve hepsini helak edecektir.
Mustafa Özbağ - 05/06/2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)