Kur'anda Musa (AS) ile buluşup, ona bilmedikleri konu hakkında adeta öğretmenlik yapan zat "Hızır" adı ile bilinir. Lakin Kur'an bu zat hakkında herhangi bir isim vermez. Yani Kur'anda "Hızır" ismi geçmez. Bu tamamen hadis kaynaklı bir isimdir. Dini SADECE Allah'a has kılmaya çalışan ve Allah Kelamı Kur'an-ı Kerimi HER yönüyle yeterli gören biz ve bizim gibilerin itibar etmeyeceği, hadis(söz) yazarı Müslim'den bir hadis var aşağıda. Burada açıkça Hızır adı geçmektedir. Dileyenler Arapça orijinal metne de bakabilirler.
Ubey b. Kaab'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Said b. Cubeyr şöyle anlatır: Ben,
Allah: "İki denizin bitiştiği yerde bir kulum var, o senden daha alimdir" diye ona vahyetti. Musa: Ya Rab, ben onunla nasıl buluşabilirim? dedi. Ona: Sele içinde bir balık taşı. Balığı nerede kaybedersen o kul oradadır denildi.
Günlerinin kalan kısmı ile bütün gece yürüdüler.
Allah Resulü (a.s.): "Allah
Diğer bir hadise dayalı kaynak:
İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından olduğunu söylemiştir. Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhâri'de bildirilen bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz; ''Hızır (aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.'' buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp, gariplere yardım etmektedir.(Kaynak: Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları )
Yanlış bilinen diğer bir husus ise; "Hızır" adıyla tanınan Zat-ı Muhterem ile Hz. Süleyman'a Belkıs'ın tahtını getiren Zat-ı Muhteremin aynı kişiler olduğu yanılgısıdır. Yani ikisinin de "Hızır" (ismiyle anılan zat) sanılması.
Lakin, referansımız olan Kur'an-ı Azim-üş Şan'da bizlere çok açık ve seçik bir biçimde örnek var. Belkıs'ın tahtını, Süleyman (AS) a, göz açıp kapama (..ki 1/5 sn.dir) süresinin de altında yani 0,1 saniyede getiren bu Zat-ı Muhteremin Hızır (AS) olduğu söylenir. Ama benim şahsi görüşüm/kanaatimdir ki, bu zat Hızır (AS) olmayıp, Allah'ın kendisine Kitaptan ilim verdiği farklı bir kişidir. Bir rivayete göre bu kişinin adı Berhiya Bin Asaf 'dır. Fakat, Kur'an ehli olmaya gayret eden biri olarak rivayetleri delil olarak kabul etmediğimden, bu ismin doğru olduğunu da kabul etmiyorum. Fakat ismin Berhiya Bin Asaf oluşu veya olmayışının bir önemi yoktur. (Bu "Hızır" (AS) ismiyle bilinen için de geçerlidir. Sadece ayrımı bilmek önemli. Yani aslında Kur'anda böyle bir ismin olmayışını. İşin önemli kısmı da bu değil.)
Peki, size bu Zat-ı Muhterem'in "Hızır" (AS) olmadığını düşündüren; veri/bilgi/mantık nedir diye soracak olursanız. Sizlere, nedenleri şu şekilde sıralayabilirim. (..ki yine de en doğruyu Allah bilir.)
1- "Hızır" (AS), bir kere Resul/Nebi ve Allah'ın kendi katından ilim vermeyi layık gördüğü şahısların öğretmeni pozisyonundadır."Hızır"'ın ilim öğretme konusunda öğretmen pozisyonunda olduğunu EN AZINDAN Musa-Hızır görüşmesi olayından anlıyoruz. Bu sebeple "Hızır"'ın şöyle bir tarzı olduğu görülür. "Hızır" (AS) GELİR==>ÖĞRETİR==>GİDER
2- Lakin, Neml Sûresinde ilgili ayete DİKKATLİCE bakıldığında görülür ki; "Hızır"'ın, Süleyman (AS) ile daha önce görüşmüşlüğü buluşmuşluğu yok. Ayrıca "Hızır", tahtın getirilmesi istendiğinde ani bir dalışla sonradan çıkıp gelmemiştir de, ...
Tam aksine, Süleyman (AS), emri altında bulunan adamlardan biridir. Hz. Süleyman emri altındaki heyetine dönerek "o kadının tahtını bana kim getirir?" diyor. Ne var ki adamları arasında, böyle bir ilim ehlinden haberi yoktu. Tek fark bu dur. Yani tahtı getiren Süleyman (AS) EMRİ ALTINDA bulunanlardandır!!! Pekiyi, öğretmen pozisyonunda olan, emir altında olur mu? Musa olayını hatırlayın ki, soru dahi soramıyordu... Şimdi ilgili ayetlere bir bakalım:
27/38- (Süleyman kendi adamlarına dönerek): Ey Heyet kendileri teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, o kadının tahtını bana kim getirir? dedi.
27/39- Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Ve gerçekten bunu yapmaya hem gücüm, hem de güvenim var. dedi.
قَالَ الَّذِي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ أَنَا ءَاتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي ءَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَنْ شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
27/40- Yanında kitaptan bir ilim bulunan zat ise: Ben onu sana gözünü kırpmadan önce getiririm. dedi. Derken onu yanında duruyor görünce: Bu, Rabbimin bir lütfudur; beni imtihan için ki, şükredecek miyim, yoksa nankörlük mü edeceğim. Kim şükrederse ancak kendisi için şükreder, her kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki, Rabbim herşeyden müstağnidir, büyük ihsan sahibidir dedi.
Kırmızı olarak renklendirdiğim kısma dikkat ediniz... Ne diyor? "...Kitaptan bir ilim...." Oysa Musa olayındaki zat için:
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا ءَاتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
18/65 Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan İlm-i Ledün öğretmiştik.
Aradaki farkı gördünüz mü sevgili okuyucular? Süleyman (AS) buyruğundaki zata KITAPTAN.....Musa(AS)'a öğretmenlik yapan zat-ı Muhtereme ise Yüce Allah katından hem bir RAHMET hem de ILM-I LEDUN vermiştir. Bu sebeple bunlar birbirinden farklı kişilerdir. Kimseye derece vermek haddimiz değil ama, Musa (AS)'a öğretmenlik yapan Zat-ı Muhteremin derece olarak daha yüksek olduğu anlaşılıyor gibi...Doğrusunu Allah bilir elbet...Her ikisine de SELAM! olsun.
Bu taht getirme olayında, pek farkına varılmayan bir nüans var. Şöyle ki:
Şeytan(leza), Adem(salsal) SvS) a secde etmeyişi kibrinin çok çok yoğun olmasındandı..ki buradaki secde = üstünlüğü kabul etme anlamını taşır ki, insanın cinlerden ve meleklerden üstün olduğunu HAL diliyle (secde) ZAHİREN kabullenilmesini temsil eder. Bu niyet ve bilgi ile BİR defaya mahsus olarak secde ile kabullenilmesini istedi yüce Allah. İşte çoğu inançlı insanlarımızın takıldığı nokta olan secde etme meselesinin iç yüzü budur. Yüce Rabb'im şeytan'ın enfüste gizli tuttuğu bu üst düzeydeki kibrini açığa çıkartmak için secde emrini vermiştir. Eğer, Yüce Allah, Adem'in üstünlüğünün SADECE dil ile ikrar edilmesini isteseydi, ağır da gelse şeytan bunu, kibrini saklama adına kabul edebilirdi belki. Ama gönüllerdekini HAKKIYLA bilen Allah "ADEM'E SECDE EDİN !" dedi. İşte Zahiri tasdik/Beden diliyle onay, anlamını taşıyan bu "SECDE" meselesini Lain şeytan kaldıramadı, hazmedemedi. O Yüce Rabb'im, özün özünü bilendir. Şüphesiz Allah ALİM'dir.
İşte bu olayı bilen cinler, hâla kendilerinde bulunan yeteneklerden(hız) dolayı insanlardan üstün olduğunu sanırlar. Kibirleri genelde bu unsur üzeredir. Taht getirme olayının batın manalarından biri de odur ki, ifrit tüm ırkı adına tahtı kısa sürede getirerek sözüm ona Süleyman (SvS) dahil, etrafta ne kadar İNSAN var ise üstün olduğunu ispatlamış olacaktı. Onun için kendinden emin ve kibirli bir şekil "..BEN getirebilirim ! "
Bu durum ifritin şahsında tüm cinler/şeytan adına adeta insanlardan üstün olduklarını ıspatlayacak bir gösteriye dönüşecek iken... Gizlilerin giz ini bilen Rabb'im, kendisine ilim verdiği kuluna, bir ilham ile START vererek, cinlerin afakta taht getirme, enfüste ise "görsün bakalım İNSAN oğlu, bir CİN/İFRİT nelere kadir.." deme ve yaşama zevkini kursaklarında bırakmıştır.
"Sen, gözünü kıpmadan getiririm" diyerek bu sayfayı kapatmaya Allah onu vesile etmiştir. Şüphesiz güç ve SINIRSIZ Kudret ancak Yüce ve Sübhan olan Allah'a aittir. O'na sonsuz HAMD olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder