Kur'ân-ı Kerîm'de Meryem'in İsa aleyhisselâm'a hamile kalışı
anlatılırken, "Biz ona ruhumuzdan nefh ettik (üfledik)..." (66/12)
buyrulduğu için, İsa aleyhisselâm "Ruhullah" olarak anılır.
İsa Ruhullah yani Allah'ın Ruh'undan, Allah'ın sıfat ve esmasından veya
Ruh-u ilâhî'den anlamında.. Aslında bu anlamıyla "Ruhullah" herkeste
mevcuttur. Adem aleyhisselâm'ın yaratılmasından söz edilirken Allah
meleklerine "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi
derhal ona secde edin." (38/72) şeklinde buyurur. Bu anlamda Ruhullah
her insanda vardır. Yani Hz. İsa’nın sahip olduğu ruh ile Mehmet'in veya
Ali’insahip olduğu ruh arasında temelde fark yoktur. Çünkü Ruh Tek'tir
ve her yaratılanın hayatiyeti O Tek Ruh'tandır.
Ancak Cenab–ı Hak, bunu, Hz. Meryem’e vasıtasız (babası olmadan) nefha
etti (üfledi, yani bilinç boyutundan / meleki boyuttan geleni madde
aleminde açığa çıkardı). Vasıta beşer bir baba değil, bir meleki
kuvvetti, ki O Cebrail isimli elçi melekti. Melek, salt bilincin
kuvveleriyle varolan anlamındadır. Melekler, Allah'a ait kuvvelerin saf
bir biçimde bulunduğu, sadece Allah emri ile hiç bir irade koymaksızın
güçlerini kullanmak üzere yaratılmışlardır. Bu sebeple melekler doğrudan
katışıksız Allah elçisidir.
Mutasavvıflara göre Cebrail isimiyle yaratılan meleğin hayatiyet kaynağı
Ruh-ül Kuds'tür (Kudsi Ruh/Kutsal Ruh).. Ruh-ül Kuds de Evrensel Ruh
olan Ruh-u Âzam'dandır. Ruh-u Âzam'da potansiyel olarak bulunan bilincin
kuvveleri, hayatiyeti, galaktik yapılarda açığa çıkınca Ruh-ül Kuds
ismini alır.
Bunun holografik evren gerçeğine göre de, yıldız sistemlerindeki
hayatiyet de galaksidekinin bir mikro örneğidir. Yani yıldız sistemleri
de böyle tek bir hayatiyet kaynağından gelir ve O Ruh'un mikro
modelidir, yani Ruh-ül Kuds'tür bir anlamda.. İşte bizlerde bulunan
hayatiyet, yani ruh'un kaynağı da aynıdır. Bu anlamda hepimiz aynı, Tek
Ruh'tan hayatiyetimizi aldık.
Ancak bilince ait kuvveleri taşıyan bu hayatiyet/ruh, size veya bana
babalarımız vasıtasıyla geldi. Yani sperm hücresiyle.. Yani bizdeki
beşeriyet anamızdan, melekiyet babamızdandır.
Ruh, sperm hücresinin potansiyelindeki hayatiyettir (Allah sıfat ve
esmasından kaynaklanan hayatiyet/bilinç), ki o da cenin 120. güne
eriştiğinde aktive edilir.
Vasıtalı veya vasıtasız olması arasındaki fark da şudur. Melekle gelende
hiç bir irade bulunmaz, saf olarak Allah'ın emriyle gelendir. Baba
vasıtasıyla gelende ise, durum başkadır. Baba o spermi anneye yollarken
bir beşeri düşünce taşıyordu. O spermi kendi beşeri düşüncesiyle yada
başka bir ifadeyle birim nefsinden kaynaklanan düşünceyle, tabiatının
arzusunu da katarak anneye verdi. Aradaki fark budur düşünceme göre..
Bu fark, İsa aleyhisselâm'ın da tüm beşer gibi yaratılmış bir mahluk ve
bizim gibi beşer olduğu gerçeğini değiştirmese de, O'na bazı ayrıcalıklı
özellikler vermiştir. Bizlerin babalarından sperm yoluyla gelen ruh
(hayatiyet), babalarımızın bedeninde madde aleminin (süfli boyutların)
enerjilerinden ve babanın bilincinin saf olmayışından etkilendi.
İsa aleyhisselâm'ın ki ise bir melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan idi.
Bu sebeple madde alemine ait kuvvelerden etkilenmedi, olabildiğince
saftı. Bu sebeple Allah sıfat ve esmalarından oluşan hayatiyet /ruh, İsâ
aleyhisselâm'da tüm saflığıyla açığa çıktı. Bu sebeple daha beşikteyken
konuştu; çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde, o suret hayat buldu; amayı
ve abraşı şifaya kavuşturdu; ölüyü diriltti. Bu konuyu biraz daha
açalım.
Bizlerde babadan ve anadan gelen bir biçimde beşeriyet ağır basarken,
İsa'daki beşeriyet (madde aleminin hatırasını taşıyan hayatiyet/bilinç)
sadece anasındandı. Bu sebeple O'nun varlığında meleki yan (Ruh-ül Kuds)
bizlerdekinden daha ağır basıyordu. Meleki yan ise, bir anlamda bilinç
boyutunun özellikleri daha ağır basıyor anlamına gelir. Yada saf olarak
bilincin kuvveleriyle yaşıyor anlamında..
İşte bu sebeple hayalinde oluşturduğu suretlere kolaylıkla hayat verip,
madde alemine getirebiliyordu. Saf bilincin kuvveleriyle yaşayan, hikmet
aleminde değil de kudret aleminde yaşıyor gibidir. O tıpkı cennet
yaşamında olduğu gibi, hayal ettiği surete hayat verebilir. Her birimiz
için cennet yaşamı da böyle olacaktır. Çünkü madde beden tabiatının
oluşturduğu beşeriyet o boyutta olmayacaktır.
Bu durum İsa için doğuştan olmasına rağmen, eğer herhangi bir kişide
beşeri yan, birim nefs ve madde alemine ait bedenin tabiatının baskın
özellikleri zayıflar ve meleki yanı kuvvetlenirse, o kişide de tıpkı
İsa'nın varlığında ağır basan meleki özellikler ağır basar, yani
bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar. Yani ölmeden önce de bu durumu
yaşayabilir ehlinin dediğine göre..
Tasavvufta bu duruma, kişiye özel "İsa'nın inişiyle kopan kıyamet"
denir. Başka bir anlatımla, bir kişinin nefsi birimsellikten kurtulup, o
kişide beden tabiatının getirdiği baskın özellikler kontrol altına
alınırsa, tasavvufi terimle, o kişinin İsa'sı inmiştir.
Eğer seyreden seyreden gizli ikiliğine dair varlık vehmi de tamamen
kalkarsa, kıyameti kopmuştur. (İsa bir süre yeryüzünde/bedende yaşar,
kıyamet sonra kopar) Yani o kişi beden tabiatının kontrolünde değildir,
hattâ sonunda kıyametin kopuşuyla varlık olduğuna dair vehim dahi kalkar
ve tamamen mutlak BEN'e ait bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar
artık...
Yine tasavvufi olarak kişinin deccalinin çıkması da şudur: Kişi hakikat
ilmini aldığında varlığının ilahi kaynağını öğrenir, yani kendindeki
ilahi kuvvelerin varlığının farkına varır. Fakat müşahadesi eksiktir.
Çünkü enfüsi müşahadesini tamamlamış, ama afâki müşahadesi eksik
kalmıştır.
Yani kendindeki ilahi kuvveleri farketmiş, ama diğer yaratılanlarda da
varolan bu gerçeği farkedememiştir. Sadece kendinde müşahade edip
farkına vardığı bu gerçeği hazmedemez ve kendini seyrettiği alemin
rabbı, efendisi zannetmeye başlar. Bu sebeple hiç bir kural tanımaz, hiç
bir yükümlülük kabul etmez ve dilediği gibi yaşamaya başlar. Bu yaşam
da kişinin beşeri yanını daha da güçlendirir. Yani kişideki madde beden
tabiatı ve birim nefs baskısı tamamen kontrolden çıkar ve bu şekilde
yaşamaya başlar.
Diğer bir anlamda, kişinin meleki yanı zayıflar ve bilincin kuvveleriyle
yaşamdan büsbütün uzaklaşır. Eğer bu haldeyken, Allah'ın lutfu erişir
de afâki müşahadesini de tamamlarsa, kurtulur. Tasavvufi anlayışla o
kişinin İsa'sı inince deccali ölür.
Yukarıda anlattığımız tasavvufi açıdan nefs deccali konusuydu.
Bir de bildiğimiz anlamda Deccal var biliyorsunuz. Yukarıda anlattığımıza benzer bir durum vardır Deccal'de de..
Deccal, Allah'ın lutfu erişmemiş ve öylece zannı (gerçekle alakası olmayan inanışı)içinde kalmış bir kişi olacak.
Allah hidayet ve lutfunun ona erişmemesindeki en büyük etken ise,
Deccal'in körlüğüdür. Deccal'i körleştiren ise, kendisinde doğuştan esma
terkibinde ağırlıklı olarak bulunan kudrettir.
Yani kudreti oluşturan isimler Deccal'in terkibi yapısında ağırlıklı
olarak bulunduğu için, çok büyük kerametler gösterebilecektir. Fakat bu
kerametler, İsa'daki gibi meleki yanın ağır basmasından ve dolayısıyla
bilincin kuvveleriyle yaşamasından kaynaklanmaz.
Sadece doğuştan kudreti oluşturan esmaların, yapısında daha ağırlıklı
olmasından kaynaklanır. Hepimizin esma (mânâ) terkibi bulunur ve bu
terkipte bazı esmalar (mânâlar) daha ağırlıklıdır. Deccal'deki büyük güç
ve kudreti bu mânâlar oluşturur, meleki yanın kuvvetli olması değil..
Fakat o, bu gücün kaynağını ilmi yeterli olmadığı için kavrayamaz; çünkü
basireti kördür, ki Deccal'in sağ gözü kör olması basireti gör, ilmi
yetersiz, kavrayışı eksik anlamındadır. Bunu biraz daha açalım.
Deccal kendindeki kudretin meleki yanın ağır basmasından değil de
doğuştan, terkibi yanından geldiğini anlayamaz. İlmi de halini göremeye
yetmediği için, bu gücün verdiği üstünlük hissiyle nefsi iyice kabarır
ve hakikati görmekten büsbütün perdelenir.
Deccal'in sağ gözünün körlüğü basiretinin körlüğüne de işaret eder, ama
ondaki bu basiret körlüğüne sebep de kendindeki bu esma kaynaklı büyük
güçtür bir bakıma.
Bu öyle büyük bir güçtür, ki perde olmaktan çıkmıştır. Çünkü perde
çekilip ortadan kalkar, ama ondaki bu büyük kudret gerçeği görmesine
perde değil bir engeldir. Çünkü bir beşer doğultan böylesi güçlerle
yaşarken kendisiyle ilgili gerçeği görmesi imkânsızdır. Hiç bir arınma
süreci yaşamadan bu güçlere kavuşan birine kimse de yardım edemez
artık..
İşte bu sebeple, bu üstün gücün oluşturduğu zan, bir gün kalkacak bir
perde değil, ebedi bir engeldir, körlüktür. Bu sebeple Deccal kendini
rab zannetmeye başlar ve herkesi kendine tapmaya çağırır. Veya kimine
ben İsa Mesih'im der, kimine Mehdi'yim der, kimine de İlah olduğunu
iddia eder.
Herkesin kafasındaki kutsal kabulüne bir şekilde yerleşmeye çalışır.
İlmi yeterli olmayıp bu gerçekleri farkedemeyenler de ona inanır.
Oysa birim nefsi ve tabiatı oldukça ağır basan birinin meleki boyuttan
nasibi olmayacağını bilen biri onun kerametlerine de, kutsallık ve
ilahlık iddiasına da aldanmaz.
Ayrıca ilmi olan yine bilir, ki bir kişide İsa gibi meleki yanı ağır
bassa dahi (Allah'a ait sıfat ve esmayla, yani bilincin kuvveleriyle
yaşasa dahi) hiç kimse alemlerin rabbi Allah olamaz, çünkü Allah
alemlerden Gani'dir. Alemde her ne var ise, O'nun yarattığı bir
mahluktur ancak..
Deccal'i sadece İsa aleyhisselâm'ın öldürecek olmasının sebebi de,
yukarıda anlattığımız gibi, O'nun yapısındaki bu ağırlıklı meleki
özelliklere bağlı kudrettir. Bilincin kuvvelerinden olan kudret bu kadar
saf bir biçimde, yeryüzündeki beşer arasında sadece Meryem oğlu İsa'da
açığa çıkmıştır.
Sadece anadan aldığı beşeri özellikler zayıf kaldığı için, O ilahi kuvvelerle yaşamıştır aramızdayken..
O'ndaki kudret, bilinç boyutundan (sıfat boyutundan) kaynaklandığı için,
Deccal'den çok daha üstün ve güçlüdür. Bu sebeple Deccal'i de sadece O
öldürebilecektir. Enbiyadan bir başkası değil de İsa olmasının sebebi de
budur.
Yani İsa'daki beşeriyetin, meleki özelliklerinin yanında zayıf kalmasına
bağlı olarak açığa çıkan kudret dolayısıyladır. Keza O'nun semaya refh
edilişi ve tekrar madde boyutuna inecek olması da, bu ilahi kuvvelerle
yaratılmasından kaynaklanır ehlinin dediğine göre...
İlâhi evrensel senaryoda bu olayla bizlere anlatılan ve idrak etmemiz
istenen gerçek de yukarıda anlattıklarımın tümüdür düşünceme göre...
Yoksa hiç bir olay sebepsiz meydana gelmez. Bu sebeple umarım konuyu tam
manasıyla idrak edebiliriz. Umarım yeryüzünün en büyük fitnesi olan
Deccal'den Allah'ın lutfuyla korunabiliriz. Ve yine umarım nefs deccali
çıkanlara Allah ruhundan üfler de (İsa iner de) kurtulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder