İnsan, vefatından ve dar-i fenadan dar-i bekaya irtihalinden sonra yeni bir hayata, yeni bir aleme geçer ki buna “Berzah Alemi” denir. Berzah, dünya alemi ile ahiret aleminin arasındaki alemdir. Berzah; engel, perde, duvar manalarına gelir. Bu aleme berzah denmesi de iki hayatı, “dünya hayatı” ile “ahiret hayatı”nı birbirinden ayırması sebebiyledir. Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir: “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında; ‘Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder, ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.’ Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”(Mü’minûn, 99,100)
Yani önünde dünyaya dönüşünü engelleyen kıyamete kadar devam edecek bir perde, bir engel vardır. Bu engel de Haşir Günü’ne kadar kalacağı yer olan “kabir”dir.
Mücahid der ki: “Berzah, dünya ile ahiret arasında Kıyamet Günü’ne kadar devam edecek bir perdedir ki o da kabirdir.”
ÖLÜM TAMAMEN BİR YOK OLUŞ MUDUR?!
Bazı gafillerin tasavvur ettikleri gibi ölüm tamamen bir son buluş bir yok oluş değildir, bilakis bir hayattan başka bir hayata geçiştir. Tıpkı çocuğun hayatını devam ettirmekte olduğu ana karnından, onun üstünde bir alem olan dünya hayatına geçişi gibi –ki bu iki alemin her biri de diğerine nazaran çok büyük farklılıklar arz eder-. Çocuğun durumunu düşündüğümüz zaman; o, anasının karnında, o daracık kutuda yiyor, içiyor ve teneffüs ediyordu, iki hayatını karşılaştırdığımızda ikisi arasında çok büyük farklılıklar olduğunu görürüz. O, daracık bir yerde idi, oradan çok daha geniş ve büyük bir aleme intikal etti. Aynı şekilde Berzah alemi de dünya aleminden farklıdır.
Kitap ve sünnette insanın kabir hayatını isbat eden nasslar varid olmuştur ki bunlar kat’i olan haberlerdir. Bütün bu nasslar meyyitin kabirde karşılaşacağı mükafat veya azaba işaret etmektedir ki onlarla kabir denilen o çukurda karşılaşacaktır. Kabir (Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.) bunu Sâdiku’l-masdûk aleyhi efdalüssalatü ve’t-teslim efendimiz haber vermektedir.[1]
KABİR AZABINA DAİR KUR’ÂNÎ NASLAR
İki meleğin sual sormasına ilişkin Kur’ânî naslar arasında şunları zikredebiliriz:
Birinci olarak; Buhari’nin tahric ettiği bir hadis-i şerifte Berâ bin Âzib (R.A.) Rasulullah (S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğunu naklediyor: “Müslüman kabirde suale çekildiği zaman Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun Resulü olduğuna şehadet eder. Bu Allah’ın şu kavl-i şerifinde ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar.”(İbrahim,27)
Bu, ölen kişinin kabirde sorguya çekileceğine dair Kur’ân'dan sarih ve apaçık bir nastır. Ayet-i kerimede geçen sağlam bir söz ifadesinin açıklama ve izahını Hz. Peygamber kelime-i şehadeti kabirde söylemek olarak yapmıştır.
İkinci olarak; Cenab-ı Hakk’ın Firavun’un kavminden bahsettiği şu kavl-i şerifidir: “Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un adamlarını ise, o kötü azab kuşattı. Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir).”(Gafir (Mümin)45,46) Yani onlar sabah ve akşam kabirlerinde azaba uğrarlar. Burada “nar”dan maksad kabir ateşidir, cehennem ateşi değil. İkinci ayette gelen şu ifade bunun delilidir: “Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir)” buradan anlaşılıyor ki kıyamet henüz kopmamıştır. (Bu durumda) nasıl Cenab-ı Hakk onların ateşe atılmalarını ve onlara azab edildiğini haber verir? Hiç şüphesiz kesinlikle burada bahsedilen kabir azabıdır cehennem azabı değil, bu ateş ahretteki ateşten önceki bir ateştir.
Hafız İbn Kesir diyor ki: “Bu ayet-i Kerime ehl-i sünnetin kabirde berzah azabının olacağına dair delil olarak kabul ettiği en önemli dayanaklardan biridir.” Bu ayetteki ifadeden dünya var olduğu sürece sabah ve akşam bu azabın devam edeceği anlaşılmaktadır.[2]
Üçüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın Nuh Aleyhisselamın kavminden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.”(Nuh,25)
Burada ateşten kasıt kabir ateşi ve berzah azabıdır, cehennem ateşi değildir, çünkü, “fâ” ile atfedilmiştir. “Fâ” atıf harfi, Arap dilinde takiple beraber tertip ifade eder. Ayette yanmaları, boğulmalarından sonra zikredilmiştir. Yani azgınlıkları ve şeni cürümleri sebebiyle malum tufan ile gark edildiler(boğuldular), hemen ardından da büyük ve korkunç bir ateşe sokuldular ki o da kabir ateşidir.
Dördüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın kafirler ve facirlerden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “(Ahirette ki) en büyük azaptan önce, onlara mutlaka (dünyada) en yakın azaptan tattıracağız; olur ki dönerler.”(Secde,21)
Burada yakın azaptan kasıt kabir azabıdır, çünkü; ahiret azabı henüz gelmemiştir ancak kıyamet günü gelecektir.
RUHUNUN ALINMASI ESNASINDA KAFİRİN AZAP ÇEKMESİ
Beşincisi; Ölüm anında sekerat-ı mevt haline işaret eden –ki bu da Kur’an’ın haber verdiği gaybi hakikatlerdendir- kafirlerin uğradığı şiddet, bela, darb ve musibettir ki bu, onların habis ruhlarının bedenlerinden çıkması için yüzlerine ve sırtlarına uygulanan bir azaptır. Şu ayet bunu ifade eder: “Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve ‘Tadın yakıcı cehennem azabını’ (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.”(Enfal;50,51)
Yani “ey dinleyen kişi, o şaki ve mücrimlerin halini azap melekleri onların habis ruhlarını bedenlerinden çıkarırken ve demir değneklerle yüzlerine ve sırtlarına vururken keşke bir görseydin.” demektir.
Burada azabın şiddetini ve korkunçluğunu ifade etmek için “lev”in cevabı hazf edilmiştir. Yani çok büyük, korkunç, iğrenç bir şey görmüş olurdun, şiddeti ve korkunçluğu anlatılamayacak derecededir demektir. Her ne kadar azap meleklerini kafirlerin ruhlarını kabzederken veya onlara demir değneklerle vururken görmemiş olsak da, olduğundan şüphe duymuyoruz, çünkü bu konuda Allah’ın, en ufak bir şüphe kabul etmeyen kati bir haberi varittir. Allah-u Teala bu hususları, bize sınamak ve imtihan etmek için bize göstermemektedir ki müminlerin tasdiki ortaya çıksın. Zira müminler gayba inanan insanlardır, sadık müslümanın ilk vasfı gaybe iman etmesidir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “O kitap (Kur'an); O’nda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”(Bakara; 2,3)
Altıncısı; Cenab-ı Hakk En’am Suresi’nde de kâfirlerin ruhlarının sökülüp alınması esnasında korku içerisinde olduklarını haber vermektedir. Şöyle ki, azap melekleri gelir, yakıcı değneklerle ona vururlar ve alay ve istihza ederek derler ki: “Gücün yetiyorsa kendini bu azaptan kurtar bakalım hadi! Bu gün, daha önce alay ettiğin ve yalanladığın azabı tadıyorsun!” Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: ‘Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!”(En’am; 93)
Yedincisi; Allahü Teala azap meleklerine yemin etmektedir ki o melekler kâfir ve facirlerin ruhlarını şiddetle ve çok sertçe, adeta zorla söküp alarak kabzetmektedirler. Çokça dişleri olan demir taraklar, ıslanıp dolaşmış yüne sokulup ta çekilince nasıl yırtılıp parçalara ayrılırsa, kafirlerin ruhları da adeta bir iğnenin deliğinden çıkarılıyormuşçasına son derece şiddet ve sertlik içerisinde alınır.
Allah Teala rahmet meleklerine de yemin etmiştir ki onlar da müminin ruhunu gayet kibarca kabzetmektedirler. Müminin ruhunu adeta tereyağından kıl çeker gibi kolayca alıvermektedirler. Buna şu ayet-i kerime işaret etmektedir: “Söküp çıkaranlara andolsun; yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, derken iş düzenleyenlere .” (Nâziât;1,5)
Müfessirler diyorlar ki: “Bu, Cenab-ı Hakk’ın meleklere yaptığı bir kasemdir; hem azap meleklerine hem de rahmet meleklerine. Azap melekleri ki, kafirlerin ruhlarını çok sert ve kaba bir şekilde kabzederler; rahmet melekleri ki, müminlerin ruhlarını çok yumuşak ve kibar bir şekilde hafifçe alırlar.”
Bunlar gaybi hakikatlerdir, en ufak bir şüphe duymaksızın inanmak gerekir, zira Allah Teala’nın kat’i olarak haber verdiği hususlardır.
KABİR AZABI İLE ALAKALI SAHİH HADİSLER
Kabir azabı ve mükafatı hakkındaki hadislere gelince onlar sayılamayacak kadar çoktur, ancak biz burada bazı hadis-i şerifleri zikretmekle yetinenceğiz.
1. HADİS: Osman bin Affan (R.A.)dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ölünün defin işlemini bitirdikten sonra başında kalır ve derdi ki: “Kardeşiniz için istiğfarda bulununuz ve ona tesbit için (dilinin kabirdeki meleklerin suali esnasında kavl-i sabit olan kelime-i şehadeti söyleyebilmesi için) dua edin, zira o, şu anda sorguya çekilmektedir.”[3]
2. HADİS: Ebu Said el-Hudri (R.A.)den şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber Efendimiz buyururdu ki: “Cenaze (tabuta) konup da omuzlara alındığı vakit, salih birisi ise der ki: ‘Çabuk çabuk, acele acele beni yerime götürünüz.’ Eğer Salih birisi değilse de ehl-ü ıyaline der ki: ‘Vah zavallı onu nereye götürüyorsunuz.’ Onun sesini insan hariç bütün mahlukat işitir. Şayet insan onun bu haykırışını duyacak olsa helak olur, ölür giderdi.”[4]
3. HADİS: Hz. Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Bakîu’l-Garkad’de -yani Medine’deki Cennetü’l-Baki’ kabristanı- bir cenazedeydik, Rasulullah Efendimiz yanımıza geldi, O oturdu bizler de etrafına oturduk, elinde uzunca bir asa vardı. Asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra: ‘Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmış olmasın!’ buyurdu. Cemaat: ‘Ey Allah'ın Resulü; öyleyse hakkımızdaki yazıya (Allah’ın takdirine) itimad edip (boyun eğip) ona dayanmayalım mı?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘Hayır; Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!’ dedi.”
Sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız." (Leyl 5-7)”[5]
4. HADİS: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, bir Yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Hz. Aişe de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girince Yahudi kadının söylediklerini anlattı ve kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim." [6]
5. HADİS: Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: "Kul kabre konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya: "Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: "Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Sonra ona, kabri geniş ve rahat hale getirilir. Eğer ölen münafık ve kafir ise: “Sizin içinizde gönderilmiş bu kişi (Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne diyordun? denilir. "(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: "(Allah Rasülü’nün getirdiklerini) Anlamadın ve (Allah’ın Kitabını) okumadın!" denilir. Sonra demirden sopalarla vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) sekaleyn dışında ona yakın olan bütün (kulak sahibi) varlıklar işitir."[7]
Bu hadis kafirin kabirde azap çekeceğini, aynı zamanda demir sopalarla dövüleceğini ve bunun neticesinde insan ve cinler dışında bütün yer ve sema ehlinin duyacağı şekilde bağıracağını açıkça ifade etmektedir. Kafirin kabri öyle bir daraltılır ki adeta cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür. Tabi ki müminin kabri de öyle geniş ve rahat bir hale getirilir ki adeta cennet bahçesine döner. Aynı zamanda hadis-i şerif, insanın kabirde işiteceğini, göreceğini ve hissedeceğini ifade etmektedir, ancak; onun bu hayatı normal insan hayatından farklıdır çünkü berzah hayatıdır. Allah her şeyi en iyi bilendir.
6. HADİS: Bera bin Âzib (R.A.)’ın anlattığına göre Rasulullah (S.A.V.) bir gün güneşin battığı sırada dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti. “Bunlar Yahudiler! kabirlerinde azap çekiyorlar” buyurdu.[8]
Görüyoruz ki Rasulullah (S.A.V.) Yahudilerin kabirlerinde uğradıkları azap neticesinde çıkardıkları sesleri işitiyor ve bu seslerin kaynağını ashabına haber veriyor. Bu da kabir azabının varlığına Sadikul-Masduk Efendimiz’den varid olan apaçık, kati bir delildir.
7. HADİS: Bera bin Âzib (R.A.)’ın naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Mümin kabrinde oturtulur, (melekler sorgu için) ona gelirler, sonra o Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed Aleyhisselam’ın O’nun Resulü olduğuna şahadet eder. Bu, Cenab-ı Hakk’ın şu kavl-i şerifi ile ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar.” (İbrahim,27) [9]
8. HADİS: Abdullah bin Ömer (R.Anhüma)’in naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Sizden birisi öldüğü (ve kabre konulduğu zaman) sabah akşam kendisine gideceği yer gösterilir. Cennet ehlinden ise cennet ehli olarak yok eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehli olarak. Yani cennet ehlinden olacaksa cenneti görür ve kabri cennet bahçelerinden bir bahçe haline gelir. Şayet cehennem ehlinden olacaksa ona da kabrinde iken cehennem gösterilir de bu şekilde kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir. Sonra kendisine denilir ki: Kıyamet gününde Allah seni diriltip haşr edinceye kadar kalacağın yer işte burasıdır.”[10]
9. HADİS: Abdullah bin Abbas (R.A.) anlatıyor: “Peygamber Aleyhisselam iki kabre uğramıştı, -azap çektiklerini bizzat kendisi işitti- ve dedi ki: ‘Bu ikisi kesinlikle azaba uğruyorlar, azaba uğramalarının sebebi de büyük günahlardan biri değil; bu kişilerden birincisi, nemime yapıyordu (yani insanlar arasında laf götürüp getirmek suretiyle aralarını bozmaya çalışıyordu). Diğeri ise idrarının üzerine sıçramasından sakınmıyordu.’ Daha sonra yaş bir dal aldı, ikiye böldü ve her bir dal parçasını bir kabrin üzerine toprağa soktu ve buyurdu ki: ‘Bu dallar yaş kaldığı müddetçe umulur ki onların azabı hafifletilir.”[11]
10. HADİS: Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Sizler birbirinizi defnediyor olmasaydınız kabir azabını size işittirtmesi için Allah’a dua ederdim.”[12]
Kabir azabına dair zikrettiğimiz bu hadis-i şerifleri teyid eden en önemli hususlardan birisi de Peygamberimiz kabir azabından Allah’a sığınır, namazlarında da şu meşhur duasını yapardı: “Allahım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Deccal fitnesinden sana sığınıyorum.”
İNSANA KABİRDE NASIL AZAB EDİLİR?
Allah Teala’nın kudretini idrak edememiş, hadiselere şaşı bir bakış açısıyla bakan, selim bir şekilde düşünemeyen bazı basit, gafil ve zavallı insanlar diyorlar ki; “insan kabirde nasıl sorguya çekilir? Melekler nasıl insanları karşısına oturtup hesaba çeker, soru sorup cevap alır? O, bu daracık yerde ve üzeri tamamen toprakla örtülü olduğu halde bu nasıl olabilir? Peki demir sopalarla nasıl dövülebilir, halbuki biz onun kabrini açıp da baksak onun üzerinde en ufak bir darp ve işkence izi göremeyiz?”
Buna şöylece cevap verebiliriz: Bu tür vesveseler insana Allah Celle ve Alâ’nın kudretinden gafil olması ve Berzah Alemi’ni Dünya alemine kıyas etmesi sebebiyle gelir. Böyle bir kıyas hatalı bir kıyastır ki bu hatanın kaynağında ahiretle ilgili hususları yeterince bilmeme ve ölümün mahiyetini doğru bir şekilde anlayamama vardır.
Ölüm külliyen bir yok oluş değildir, bilakis bir hayattan bir başka hayata geçiştir; tıpkı bir çocuğun anne karnından dünya hayatına geçişi gibi. Çocuk anne karnında iken gayet rahat ve ferah içerisinde yaşar, yer-içer, ama onun yeme-içmesi doğduktan sonra yiyip-içmesiyle aynı değildir, teneffüs de etmektedir ancak farklı bir yolla bunu yapmaktadır. Biz insanı dünya hayatından tekrar daha önce yaşadığı anne karnına, o daracık mekana geri çevirmek, o hayat şartlarında yaşatmak istesek ve ağız yoluyla yeme içmesini kessek, onun göbek bağı vasıtasıyla beslenmesini istesek muhakkak boğulup ölecektir. Bu kıyas apaçık ortada iken berzah (kabir) alemi dünya alemine nasıl kıyas edilebilir?
Yine önümüzde küçültülmüş bir örnek durmaktadır ki o da uykudur. Cenab-ı Hakk uykuyu şu ayet-i kerimesinde vefat ve ölüm olarak isimlendiriştir: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.”(Zümer, 42)
KÜÇÜK ÖLÜM İLE BÜYÜK ÖLÜMÜN BENZERLİĞİ
Cenab-ı Hakk Celle ve Alâ insanların ecelleri gelip de ömürleri sona erdiği zaman onların ruhlarını almak suretiyle vefat ettirdiğini haber vermektedir. İşte bu, hakiki, kamil manadaki ölümdür. Bir de gerçekte ölmemiş olan insanlara da uykularında vefat halini yaşatır ki, buna da küçük ölüm denir. Çünkü insan uykuda iken adeta ölü gibidir. Uyuyan kişi uyanıncaya kadar görememektedir, işitememektedir, etrafında olup bitenleri hissedememektedir; bu yönüyle uyku ölüme benzemektedir.
İşte Cenab-ı Hakk bu küçük ölümü, tekrar diriltilmeye (ba’s ve neşr) bir delil kılmıştır. İnsan uyuduktan sonra nasıl tekrar uyanıyor ve bilinci yerine geliyorsa aynı şekilde ölür, Allah ölümünden sonra hesaba çekilmek ve yaptıklarının karşılığını görmek üzere onu tekrar diriltir. Bu sebeple Hazreti Peygamber (S.A.V.) uykudan uyandıkları vakit şöyle derlerdi: “Ölümden sonra bize tekrar hayat bahşeden Allah’a hamd-ü senalar olsun, dönüş ancak onadır.”[13]
Cenab-ı Hakk’ın “Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar” kavl-i şerifinin manası ölenlerin ruhlarını katında alıkoyar bedenlerine geri dönmelerine müsaade etmez demektir. “Diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir” kavl-i şerifi ise uyku suretiyle ölüm halini tadanların ruhlarını uyandıklarında bedenlerine geri gönderir şeklinde anlaşılmalıdır. Bunda ibret ve mev’iza (nasihat) vardır.
UYKUDA GÖRÜLEN RÜYALARIN TEMSİLİ
Kabirde azab veya mükafat görme meselesini zihnimizde daha somut hale getirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak maksadıyla şöyle bir misal verelim: İki kişinin aynı odada uyumakta olduğunu düşünelim. Birincisi rüyasında şunu görüyor: Sıkıntı içerisindedir, fakirlerin yaşadığı bir semtte oturmaktadır, hayatı boyunca fakirliğinden yoksulluğundan dolayı rahat yüzü görmemiştir. Aradan seneler geçer ve Allah kendisine bolca nimetler verir, rızkını öyle genişletir ki hayal edilemeyecek bir noktaya ulaşır. Yüz binler ve milyonlarla ifade edilebilecek çok büyük bir mal varlığına sahip olur.
Kendisine çok büyük bir köşk yaptırır. Köşkün yemyeşil, geniş, bakımlı, ağaçlarla, çiçeklerle, meyvelerle dolu bahçeleri vardır, kendi hizmetinde çalışan, kendisine harikulade lezzetli yemekler, canının çekebileceği her şeyi sunan hizmetçiler vardır, sadece hükümdarların sofralarında bulunan yemekler sunulmaktadır, harika döşekler, minderler, şahane koltuklar, akıllara durgunluk verecek meclisler, köşkün bahçelerinde nehirler gibi akan su pınarları…… Fakirliği ve onun türlü sıkıntılarını tattıktan sonra azgın, şımarık, büyük zenginler gibi çok lüks bir hayat yaşar, çok güzel kadınlarla evlenir, oğulları ve kızları olur, hayatında çok büyük bir değişiklik olmuştur, adeta cahimden sonra naimi tatmıştır. Bütün bunları rüyasında, yatağında yatıyorken yaşamaktadır.
Aynı odada bu arkadaşıyla yan yana yatmakta olan ikinci kişiye gelince; o da uykuya dalıp gittiğinde rüyasında şunu görmektedir: Çok sertçe vurulan bir kapının arkasındadır, korkarak çıkıp kapıyı açtığında, karşısında emniyet güçlerinden ve polislerden oluşan bir grup buluyor. Tepeden tırnağa silahlandırılmış olan bu kişiler kapı açılır açılmaz içeri dalıp evin her tarafını kuşatıyorlar, bir kötülük yapacakları gözlerinden okunuyor zaten ve onu görür görmez hemen ellerini ve ayaklarını kelepçe ve zincirle bağlıyorlar, gözlerini de kapatıp beraberlerinde onu polis merkezine götürüyorlar. O ise haykırıyor; “ben ne yaptım? Suçum ne? Beni neden hapse atıyorsunuz?” Onlar alay ederek gülüyorlar ve diyorlar ki: “İşlediğin o çirkin cürmü bilmiyor musun? Sen katilsin, sen bir canisin, mücrimsin, filan kimsenin kanını akıttın, katlettin, sonra da suçunu gizleyebilmek için onun cesedini demir yoluna trenin önüne attın, ancak sen onu öldürürken birçok insan bunu gördü ve şahitlik ettiler ki katil senden başkası değil, sensin...”
Bu durum karşısında haykırmaya ve suçsuz olduğuna, bu hadiseden habersiz olduğuna, adam öldürmekle suçlandığı günde evinden dışarıya hiç çıkmadığına dair çok ağır yeminler etmeye başlıyor.
O gece hapse atılıyor, hem de daracık bir hücreye konuyor. Sabahleyin hapisten alınıp mahkemeye çıkarılıyor. Mahkeme huzurunda adam öldürdüğü suçlaması mahkeme heyetine arz ediliyor -tabi o inkar etmektedir-. Suçlamalar karşısında diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki benim bu mesele hakkında bilgim yok, bu bana yöneltilen bir suçlamadan öte bir şey değil, ben suçsuzum, ben bu işten uzağım.” Uzun süren yargılama süreci neticesinde –ki her seferinde hapisten alınıp mahkemeye getiriliyor ve mahkeme sonrası tekrar zindana; o daracık hücreye atılıyor- üç hakimce de suçun sabit olduğuna hükmedildi. Zira duruşmalara katılan çok sayıda şahit, mahkeme reisinin ve üç hakimin huzurunda açıkça dediler ki: “Evet cinayeti işleyen kişi, katil, bu adamdan başkası değildir.”
Hakimlerin müzakereleri neticesinde hüküm kesinleşir; işlediği katl cürmü sebebiyle asılarak idam edilecektir. İdam cezasının infaz edileceği gün de belirlenir. O gün gelince hücreden çıkarılır idam edileceği yere getirilir, yağlı urgan boynuna geçirilir, kalabalık bir insan topluluğu önünde suçu ve cezası bir kez daha yüzüne okunur, artık hükmün uygulanmasına mani bir durum kalmamıştır sadece ipin çekilip de idam sehpasından aşağıya düşüvermesi kalmıştır.
Tam bu korkunç sona varacağı sırada uykusundan uyanıverir. O anda kendisi gördüklerinin korkusundan tir tir titremekte ve şunu demektedir: Elhamdülillah, ya rabbi sana şükürler olsun ki bu bir rüyaydı, gerçek bir şey değildi.
İşte bunlar her iki şahsında rüyalarında gördükleri olaylardır. Onların yüzlerinden örtüyü açsak da biz birinci şahsın fakirlikten sonra kavuştuğu zenginlik sebebiyle duyduğu neşe ve mutluluğu göremeyiz. Aynı şekilde ikinci şahsın o korkunç sona doğru gidiyor olmaktan dolayı duyduğu endişe, korku ve sıkıntıyı da göremeyiz.
Peki akıllı olan bir insan Allah’ın kudretini ve kabri sahibine göre; dilerse cennet, dilerse cehennem yapabilmesini nasıl imkansız görür? Nasıl idrak edemez ki? Uyku, kabirde insanın başına gelecekler için en basit bir örnektir.
----------------------------------------------------------
[1] Berzah aleminde ilginç ve acayip şeyler vardır; iki meleğin gelip sorguya çekmesi ve kişiye dinini, rabbini, peygamberini sormaları, kafirlerin kaburga kemiklerinin ayrılması, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur haline gelmesi gibi. Bütün bunlar, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan gaybi hakikatlerdir ki kitap ve sünnette zikri geçen meselelerdir.
[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azîm, III, 244.
[3] Ebu Davud, Cenaiz, 73.
[4] Buhari, Cenaiz, 49, 51, 89; Nesai, Cenaiz, 44.
[5] Buharî, Cenaiz 81, Edeb 120, Kader 3, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizî, Kader 3, (2137) Tefsir, Leyl, ( 3341).
[6] Buhârî, Cenaiz 89, Müslim, Mesacid 123; Nesâî, Cenaiz 115.
[7] Buhârî, Cenaiz 68, 87; Müslim, Cennet 70; Ebu Davud, Cenaiz 78; Nesâî, Cenaiz 110; Tirmizî, Cenaiz 70.
[8] Buhârî, Cenaiz 86; Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.
[9] Buhari, Cenaiz, 85, Tefsir; Müslim, Cennet,17; Ebu Davud, Sünnet, 27; Tirmizi, Tefsir; İbrahim; Nesai, Cenaiz, 114.
[10] Muvatta, Cenaiz,16; Buhari, Cenaiz, 88, Bed’ül-halk, 8, Rikak,42; Müslim, Cennet,17; Tirmizi, Cenaiz,71; Nesai, Cenaiz, 116.
[11] Buhari, Vudu, 55; Cenaiz, 80, 87, Edep, 46; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 116; İbn Mace, Taharet, 26.
[12] Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.
[13] Buhari, Deavat, 7, 8, 15; Tevhid,13; Müslim, Zikir ve Dua, 17; Ebu Davud, Edeb, 107; İbn Mace, Dua, 16.
Muhammed Ali ES-SABÛNÎ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder