Bu Blogda Ara

19 Haziran 2009 Cuma

YUSUF SURESİ

YÛSUF SÛRESİ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

KUR’ANIN 12. SÛRESİ

YÛSUF SÛRESİ

111 ÂYETTİR


Yusuf kelimesi İbranice bir deyim ve isimdir. Nitelikli, değerli olay, nesne ve kişi demektir. Arapça ve İbranice lehçeleri kardeş olduklarından Arapça şekli ﯧﯘﺻﻒ “ Yûsif ” tir. Nitelik, vasıf ve değer kazandıran eril varlık demektir. İbranicedeki Sad, Sin’e dönüşmüştür. Sûrede sıkça “ Yûsuf ” a muhsin ( güzelleştirici ) denmesi, işaret eder ki eşyayı ve olayları güzelleştiren ancak nitelikli ruhtur.

Kur’anın bu 12. suresinin dört açıdan yorumu, eşit ağırlıklı olarak yapılır. Gramer ve sure dizaynı buna elverişlidir.

a) Psikolojik açıdan,

b) Tarihî açıdan,

c) Hz. Muhammed’e bakan veçhesiyle,

d) Ontolojik olarak bütün insanlığa baktığı yönden…

Şimdilik sadece birinci maddeyi yazacağız. Diğer üçünü —inşaallah— sonra kaleme alacağız.

İşte psikolojik açıdan bu sûrenin tefsiri yapıldığında, öznemiz olan “ Yûsuf ” “ Ruh ” demek oluyor. Evet Ruh, varlığa, olaylara, bedene, dine nitelik kazandıran, onları güzelleştiren İlahî bir öz, ve olağanüstü bir realitedir.

Tarihin bedenine ve olaylarına da nitelik ve mana kazandıran, Yahudilerin 12 Sıbtı, Hıristiyanların 12 Havarisi, Müslümanların 12 mezhebi, 12 tarikatı ve insanlığın 12 ayrı milleti ve geleneği olmuştur. Belki de bu sûrenin numarasının 12 olmasının çok hikmetlerinden biri, bu sayısal tevafuktur.

Ayrıca ruhî fonksiyonları bedende icra eden ana sinir damarları, 12 adettir. Yûsuf ve kardeşleri de 12 kişidirler.

Sûre âyetlerinin 111 olması 5 nükte içindir.

a) Varlık ve programlama ve ruhî fonksiyonlar “ 0-1 sistemi ” ile olur. Fakat Araplarda sıfır olmadığından bu işaret Üç Bir ile ifade edilmiştir.

b) 111 sayısı ihlasın, maneviyâtın, ruhun sembolüdür. B. Said Nursî’nin 21. Lem’a olan İhlas Risalesine bakınız.

c) Varlığın üç kategorisine “ Ruh-Hafıza-Beden ” “ Gayb-Hayat[1]-Şehâdet ” “ Allah-İsim(Vahiy)-Ruhu’l-Kuds ” gibi yüzlerce değere işarettir.

d) Bazı mütefekkirler, Allah’ı Bir olarak kabul edip, önüne sonsuz sıfırlar koyarak diğer varlıkların Allah’a karşı konumunu belirlemişlerdir. Fakat din ve Kur’an, varlıkları Allah’ın birer “ Ehadiyet ” ( Birlik ) tecellisi olarak görmüşler. Sıfır olmadıklarını müşahede etmişler. Yeter ki Allah’a bağlı kalsınlar, ona isyan edip sayısal düzeni bozmasınlar.

e) Başta Allah’ın Ehadiyet tecellileri olmak üzere, dinî bütün kavramlar, küllî ve evrenseldirler. Ahiret de, Cennet de, Cehennem de, peygamberlerin arketipleri de, daima çok ve evrenseldirler. Dinî gerçekleri bireyselleştirmek, onları imha etmek demektir. Maalesef Hıristiyanlık dünyası, Hz. İsa hakkında böyle dar bir anlayışa girdiğinden dünya bugün krizler yaşıyor. İşte böyle bir yanlışı düzeltmek için dinî değerleri evrenselleştirmek üzere Kur’an üç biri, üç elifi bir arada ifade etmiştir.[2]

Şimdi bu mucizevi sûrenin psikolojik yorumuna geçiyoruz. Fakat psikiyatri ve biyoloji ile ilgili deyimler, çok kullanılacağından herkes, hemen anlamaya kalkışmasın; gerekirse işi ehlinden sorsunlar.

İşte insan ruhunu, kişiliğini, benliğini belirleyen üç ana unsur vardır:

1) Soyut yazılım, manevi değerler ( Benlik ),

2) Dil ve edebiyat ve konuşabilme,

3) Sorumluluk ve görev üstlenebilme…


( Âyet; 1 )

Bu üç ana artere, sûrenin bir özeti olan “ Elif, Lâm, Ra ” açıkça bakıyor.

Elif, yazılım ve manevi değerlerin, benliğin ismidir.

Lâm, lisan ve konuşmanın özüdür.

Ra, ( risâlet ) görev ve sorumluluğun ağırlığıdır.

Klasik yorumlarda Elif, Allah; Lâm, Cebrâil; Ra, Risalet olarak açıklanması, bu manaya aykırı olmadığı gibi, bilakis bunu destekliyor. Çünkü,

Allah, kader, yazılım, sistem ve bilinci temsil ediyor.

Cebrâil, bilişimi, dili, vahyi temsil ediyor.

Muhammed, görevi, sorumluluğu, gerçek insan olmayı özetliyor.
Sadece burada onun yerine, diğer herhangi sorumlu bir insanı koyuyoruz.

“ İşte gerek bu değerler ve gerek bu sûrede anlatılacak ruhî olaylar apaçık bir kitap ve yazılım olan kâinatın, açık belgeleridirler. ”

( Âyet; 2 )

“ Biz ( sistem olarak ) o kitabı Arapça ( açıkça anlaşılacak güzel bir dil ) üzere, bir Kur’an ( bellek, yazılım ) olarak, seviyenize indirdik ki, insanlığın en temel özelliği olan aklınızı çalıştırıp riske girip gelişesiniz! ”

( Âyet; 3 )

“ Ey insan, Biz bu Kur’anı sana bildirmekle ( senin ruhunda onu icra etmekle ) senin modelin üzere çok güzel bir yazılımı ( Yûsuf kıssasını ) uyguluyoruz.[3] Her ne kadar daha önce sen, bu gerçeklerden habersiz isen de!.. ”

( Âyet; 4 )

Bir vakit ( zamanüstü olarak )[4] Yûsuf ( ruh ) babasına ( beyne )[5] dedi ki: “ Ey babacığım, Ben 11 gezegenin, ( duygunun ) güneşin, ( bilginin ) ayın ( maddenin ) bana hizmet ve secde ettiklerini gördüm. ”

( Âyet; 5 )

Babası dedi ki: “ Ey gencecik oğlum, rüyanı ( manevi görüşünü ) kardeşlerin olan diğer duygulara uygulatma! Sana tuzak kurarlar. ( Seni kendileri gibi maddîleştirmek isterler. ) Çünkü şeytan ( madde ve kötü yazılım ) manevi ve soyut değerlerden ibaret olan insana apaçık bir düşmandır. ”

( Âyet; 6 )

“ İşte eğer bu şekilde maddileşmezsen, senin Rabbin, olgun bir meyve gibi seni yetiştirecek, ( yectebîke ) olayların ( geçmiş ve geleceğin ve soyut değerlerin ) yorumunu sana öğretecek; sana ve Yakub’un ( insanlığın ) âline ( milletlerine ) devletleşmek demek olan nimetini tamamlayacaktır. Tıpkı daha önce denge ve mutluluk demek olan babaların İbrahim ve İshak’a devletleşme imkânı verdiği gibi… Çünkü seni geliştiren Rabbin, hem sonsuz bilgi sahibidir, hem her şeyi hikmet ve ilim ile yapar. ”

Bir Not:

[ İnsan ruhunu oluşturan ve onu mutlu eden ve insanın ruhunu yeryüzü devletinin sultanı yapan, sibernetik denge ve mutluluk olduğundan; Kur’an bu iki kavramı ruhun babası olarak ifade etmiştir. Ve insan ruhundan beklenilen netice, olayları ve soyut değerleri yorumlayabilmesi ve bu sayede bütün diğer yaratıklara sultan olmasıdır. ]

( Âyet; 7 )

“ Gerçekten Yûsuf ve diğer kardeşleri olan duygular konusunda, ( varlıkta bir gerçek var mı yok mu diye ) araştıranlar için önemli ve gizli belgeler vardır. ”

Not:

Bu belgelerin önemine ve gizliliğine işâreten “ âyâtün ” kelimesi belirsizlik tenvini ile gelmiştir.

( Âyet; 8 )

Onun o kardeşleri demişlerdi: “ Yûsuf ( ruh ) ve kardeşi ( Bünyamin, maneviyât ) babamız yanında ( beyin yazılımında ) bizden daha sevimlidirler. Halbuki, güç bizdedir. Babamız güce değil de, bu iki değere önem vermekle gerçekten büyük bir yanlışlık içindedir. ”

( Âyet; 9 )

“ Yûsuf’u ( ruhu ) öldürün. Veya onu bir araziye atın. ( materyalize edin ) O zaman babamız, sadece size bakacak ve sadece sizi sevecektir. Ve siz ondan sonra verimli, üretken bir millet ( güç ) olursunuz. ”

( Âyet; 10 )

Onlardan biri dedi ki: “ Yûsuf’u öldürmeyin; onu ( beden ) kuyusunun derinliklerine atın. Gezgin bir duygu gelir, onu alır götürür. Eğer yapacaksanız, böyle yapın. ” ( Yoksa babamız, ölür, biz de biteriz. )

( Âyet; 11 )

O kardeş duygular, dediler ki: “ Ey babamız, neden Yûsuf için bize güvenmiyorsun? Halbuki biz onun için çok samimiyiz. ”

( Âyet; 12 )

“ Yarın onu bizimle gönder, ( o da bizim gibi maddî olsun ) otlansın, oynasın. Biz onu gerçekten koruyacağız. ”

( Âyet; 13 )

Babaları ( beyin) dedi ki: “ Sizin onu ( ruhu ) götürmeniz, ( yani benim ondan ayrı kalmam ) beni üzüyor. ( Benim mutluluğum ancak onunladır. ) Ayrıca siz, ondan habersizken ( çelişki, şüphe ve kaygı ) kurdunun ( canavarının ) gelip onu yemesinden korkuyorum. ”



( Âyet; 14 )

Onlar dediler ki: “ Biz bu kadar güçlü iken eğer kurt onu yerse asıl zarar edenler biz oluruz. ” ( Manevi ve moral gücümüz biter, biz zarar ederiz. )

Bir Not:

[ Evet insan gelişiminin 13. yaşında böyle kurtlar bazen onun kalbine musallat olurlar. Ve 14. yaşında onu zarara sokarlar. Çünkü maddî güç ve ergenlik ve şehvet, işi oldu bittiye getirebilir. Âyetlere bak! ]

( Âyet; 15 )

“ Onlar onu götürünce ve oybirliği ile onu beden kuyusunun[6] dibine atmak isteyince, Biz ona vahiy ve ilham ile bildirdik ki, korkma, onların bilinçsizce yaptığı bu işi, sen onlara haber vereceksin. ”

( Âyet; 16 )

[ Onlar Yûsuf’a ( ruha ) böyle yapınca, ortalık karanlık oldu, içlerinde bir sıkıntı ve üzüntü hissettiler. ] Gece karanlığında babalarına gelip, ağladılar.

( Âyet; 17 )

Dediler ki: “ Ey babamız, biz gittik, oynayıp yarışıyorduk. Yûsuf’u da eşya ve yaşam gereçlerimiz yanında bekçi olarak bıraktık. Bu arada kurt hemen onu yemiş. Biz doğru da olsak sen bize asla inanmazsın! ”

Bir Not:

Sonsuzluğu, doğru değerleri gören ruhtan başka insanın duyguları büyük de olsalar, çocuk gibi, yalan söyleyebilir, kendilerini maskeleyebilirler. Beden maddesi dahi masturbe işlerle kendini kandırır, yalan söyler. Onun için, Yûsuf’un kardeşleri de, Züleyha da yalan söylemişlerdir. Fakat Yûsuf “ Es-Sıddîk ” ( sonsuz doğru ) lakabını almıştır.

( Âyet; 18 )

Ve onun gömleği üzerine yalancı bir kan getirdiler. ( Yani maddî duygular, maddesi ve kanı ve sahtesi dahi olsa, daima ruha ihtiyaç duyuyorlar. ) Bunun üzerine babaları ( beynin genel muhâkemesi ) onlara dedi ki:

“ Bu, nefsinizin ( maddî yazılımınızın ) kurguladığı bir iştir. Bana düşen güzelce sabredip beklemek. ( Çünkü sahtekârlık ve yalanın sonu kötü olur. ) Ben sonunda onu bulacağım, kârlı çıkacağım. Yaptığınız bu kötü niteleme ve yorumlarınıza karşı ben sadece Allah’tan yardım diliyorum. ”



( Âyet; 19 )

“ Ve gezgin bir duygu kervanı, geldi. Suya ( maneviyâta ) ihtiyaçları olmuştu. Sucularını gönderdiler. Kovayı sarkıtıverince işte müjde! Bu eril ( ruhani ) bir çocuk, dedi. Ve onu satmak için gizlediler. Allah ise ne yaptıklarını biliyordu. ”

Not:

Tüccarlar, şehirliler, Batı manasında olan Mısır; ruhu inkâr etmiyor, onu öldürmüyor. Fakat, ona satılabilecek, paraya çevrilecek bir meta nazarı ile bakıyorlar. ( Âyeti bir daha okuyun! )

( Âyet; 20 )

“ Ve onu ( o ruhani değeri ) çok az bir fiyat ile, sayılı dirhemlerle sattılar. ( Ondan hiçbir istifade etmediler. ) Yani onda zahitler gibi davrandılar. ”

( Âyet; 21 )

Beden şehrinden ( Batı dünyasından ) bir akıllı adam, onu satın aldı. Hanımına ( maddî organlara, maddî oluşumlara ) dedi ki: “ Çok güzel bir şekilde ona ( Yûsuf’a, ruha ) bak, yakında bize çok faydalı olacak. Veya onu evlat ediniriz. ”

Bir Not:

İnsanoğlunun 13, 14 yaşlarında geçirdiği bunalım, 20-21 yaşlarında geçer. Fakat hala maddî olarak düşünür, ruhî ve manevi değerleri birer araç olarak kullanmaya bakar. Ruha inansa da onu bedenin bir fonksiyonu ( evladı ) olarak görür. Tıpkı materyalistlerin iddia ettiği gibi...

( Âyet; 21’in devamı )

“ Böylece biz Yûsuf’a yeryüzünde ( maddî dünyada ) bir imkân verdik. Sonunda ona olayların, rüyaların ( metafizik açılımların ) yorumunu öğrettik. Çünkü Allah, yapmak istediği şeyi mutlaka yapar. ( Çünkü sonsuzdur. ) Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar. ” ( Çünkü sınırlı düşünüyorlar. Bir altyapı, bir imkân olmadan işler nasıl gerçekleşir, diye bilmiyorlar. )

( Âyet; 22 )

“ Yûsuf ( insanın ruhani soyut algılama duyusu ) ergenliğe yetişince, biz ona yönetme becerisi ve bilgiyi verdik. İşte biz iyilik ve güzellik yapanları ( muhsinleri ) böylece mükâfatlandırırız. ”

Not:

[ Evet varlığın en yüksek seviyesi, insan olmaktır. Bunun da en yüksek seviyesi, diğer varlıkları yönetebilmek, ve kâinat hakkında, soyut değerler hakkında bilgi ve yorum sahibi olmaktır. İşte böyle bir insan asla ruh hastası olmaz. Ve eğer insan kendi çapında böyle bir seviye tutturamazsa, karanlık, yalan, kayıp, üzüntü ve bedenin dar kuyusu içinde boğulmaktan başka bir şey eline geçmez. ]
( Âyet; 23 )

Artık beden şehrinde ruhun da maddî yapı kadar bir değeri ve yeri vardır. Fakat bunlar henüz birbirinden ayrıdırlar. Ve Yûsuf’un, ( ruhun ) evinde barındığı bedenin maddî duygusu, onunla birleşmek istedi. ( Daha doğrusu onu maddileştirmek, özünü —nefsini— bitirmek istedi. ) Ve ( göz-kulak gibi ) bütün kapıları kapattı.( Âdeta kendinden geçti. ) Ve işte ‘ Senin için hazırlandım. Hadi gel! ’ dedi. Yûsuf: ‘ Allah’a ( sonsuz dengeli sisteme ) sığınırım! O bana çok güzel bir makam ve mevki vermiştir. O, dengesizleri asla başarıya ulaştırmaz ’ dedi. ”[7]

( Âyet; 24 )

“ Ve gerçek bir şekilde o maddî etkin duygu onunla ilgilendi. Yûsuf da ( diyalektik süreç gereği ) onunla ilgilendi. Eğer onu güzelce geliştiren Allah’ın açık mucizesini görmeseydi, o maddî duyguya yem olacaktı. İşte Biz ona o mucizeyi göstermekle, onun bodur, ( çirkin ) gelişmemiş ve fâhişe ( aşırı, dengesiz ) olmasını önledik. Çünkü o, bizim özel, saf, hàlis kullarımızdandır. ” [ Bize ( soyut dünyaya) bağlı bir değerdir. Biz onun geri kalmışlığına izin veremeyiz. ]

( Âyet; 25 )

“ İşte, onlar böyle mücadele ederken, o maddî temel duygu kapıya doğru, onu yakalamak istedi. Ve arkadan onun gömleğini yırttı. Ve tam kapı yanında o duygunun efendisine dolandılar. Hemen: ‘ Ailene bir kötülük yapmak isteyenin cezası ne olabilir? Ya sicne atılmalı, veya ağır bir azap çektirilmeli! ’ dedi. ”

Bir Not:

[ Diyalektik süreç gereği, madde ruha âşık olduğu gibi, ruh da maddeye talip olur. Burada ruhun gömleği ( maddî yazılım kısmı ) arkadan saldırıya uğramış. Evet insan ruhu geçmişten gelen yazılımlarla oluşurken, bir kısım maddî ve hayvani özellikler, taşır. İşte, bu kısım, maddenin saldırısına uğrar.

Yani, insan ruhu geçmişiyle bir miktar, maddîdir ve kusurludur; fakat geleceği gören soyut imkânlara ve duygulara sahip yönüyle asla maddî saldırılara uğramaz. Uğrasa da ona tesir etmez.

Âyette iki mucizeli kelime daha var: “ Sicn ” ve “ Ağır azap. ”

Sicn, bir varlığı gelişmekten alıkoymak için yapılan tutukevidir. Hapis ise, suçluyu suç işlemekten alıkoymak için yapılan cezaevidir. Bir de ağır azap, ruhî acılar, sıkıntılar var.

Evet burada Züleyha kendini savunuyorken iki ilmî delil kullanıyor. Yani benimle ( madde ile ) birleşip, doğal sibernetik sistemi devam ettirmeyen bir ruh, sicne atılır, bodur kalır, gelişemez. Veya, ağır acılar çekmek zorunda kalır.

Evet bu doğru bir beyandır. Fakat madde burada yalan söylüyor. Çünkü onun amacı denge değildir, ruhu materyalize etmektir. Onun için Yûsuf, sicni seçiyor. ]
( Âyet; 26 )

Yûsuf dedi ki: “ Onun bu isteği, bir denge ve destek sorunu değil. O benim nefsimi ( özümü ) istedi. ” Züleyha’nın ailesinden bir şâhit de, ( maddî bir duygu ve belge ) dedi ki: “ Eğer gömleği önden yırtılmışsa, ( ruh, soyut değerlerini vermişse ) Züleyha doğru söylüyor. O ise artık yalancılardandır. ”

( Âyet; 27 )

“ Ve eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, o Züleyha ( maddî temel duygu ) yalan söylemiştir. O ( Yûsuf ) ise doğrulardandır. ”

( Yani maddî tatmin bir hayvaniyettir, geriden bir duygudur, bir yalan ve masturbedir. Asıl gerçek ve doğru değer, soyut ve gelecekle ilgili değerleri yaşamaktır. )

( Âyet; 28 )

Efendi, gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce: “ Bu sizin tuzak kurmanızdan dolayıdır. Siz maddî duygu ve yazılımların tuzağı ise çok büyüktür ” dedi.

Not:

Evet maddî ekolojik dünyada, her şey ötekini avlıyor. Ve avlayabilmek için de insanı bile hayrette bırakan tuzaklar kuruluyor. Ruhlar ve melekler dünyası ise, sonsuz imkânlara sahip olduğundan, hile, tuzak ve kıskançlıklar taşımaz ve böyle eksikliklere yer vermez.

( Âyet; 29)

“ Ey Yûsuf, senin geçmişinde, gençlik döneminde böyle bir kusurun olmuş olabilir. Sen bundan yüz çevir, geleceğe bak. Ve, ey bedenî duygu, sen de günahını telafi etmeye bak. Gerçekten sen yanlış yapmışsın. ”

( Âyet; 30 )

Ve beden şehrindeki diğer dişil duygular, ( diğer kadınlar ) “ Aziz’in ( bedenin, efendinin ) hanımı, onun kölesi olan bir duygu ( Yûsuf ) seviyesine inmek istiyor. Onun ( Yusuf’un ) sevgisi onun kalbine nakşolmuş. Biz onu gerçekten büyük bir sapıklık içinde görüyoruz ” dediler.

( O maddî duygular, böyle derken, aslında Züleyha’ya hile ve tuzak kurmak istiyorlardı. Züleyha Yûsuf’u bıraksın da biz onu elde edelim, diye istiyorlardı. Mevlana’nın anlattığı, fâhişe kadın hikayesini hatırlayın! )

( Âyet; 31 )

“ Züleyha ( maddî temel duygu ) onların ( diğer duyguların ) tuzak kurduklarını öğrenince, onlara gelip hazır olmaları için, haber gönderdi. Ve rahat etsinler diye onlara birer koltuk kurdu. Ve her birisinin eline bir ‘ sikkîn ’ ( bıçak ) verdi. Yûsuf’a da ‘ Üzerlerine çık! ’ dedi. Onlar Yûsuf’u görünce onu gözlerinde çok büyüttüler. Ve ellerini kestiler. Ve —haşa!— ‘ Bu bir beşer ( ten ) değil. Bu ancak çok değerli bir melektir ’ dediler. ( Beşer tüysüz, dokunulabilen ten demektir. )

[ Bu âyette birkaç noktaya dikkat çekmemiz gerek:

a) Maddî duygular ne kadar rahat etse de, karşı cinsi görünce, maddî rahatlık biter.

b) Züleyha onlarına ellerine sikkîn ( bıçak ) vermiştir. Arapça’da bu kelime, “ en güçlü müsekkin ” demektir. Yani maddî duygulara en kuvvetli müsekkini de verseniz, hiçbiri, aşk ve manevi güzellik ve iman ve bilinç kadar insanı teskin edip ona huzur veremez.

c) Ellerine bıçak verince her halde elma da vermiştir. ( Ki, rivayet öyledir. ) Elma ise, cinselliği temsil eder. Demek en güzel cinsel birleşme dahi, manevi ve ruhî ve evrensel soyut güzelliğe denk gelmez. ( Ellerini kesmeleri ise, müsekkinlerin onların güçlerini kesmelerine ve tüketmelerine işarettir. )

d) Burada kadınlar, bir cemaat teşkil ettiklerinden, soyut ve kollektif bilinç oluşturmuşlardır. İnsan ruhunun maddî bir beden olmadığını, kollektif, sonsuz, masum bir bilinç demek olan Kerîm ( hayırlı ve verimli ) bir melek olduğunu anlamışlar. Onun için, eril kipi kullanılmış. “ Kàle nisvetün ” denilmiştir.

e) Buradan anlıyoruz ki, gerçek güzellik, gerçek varoluş, tende ve datalarda değil de, onların arasında yaşanılan ve gerçekleşen ilimde ve bilinçtedir. ]

( Âyet; 32 )

Züleyha maddesi dedi ki: “ İşte beni onun yüzünden kınadığınız kişilik budur. Ben onun nefsini içselleştirmek istedim. O ise, kendini korudu, bilincini dağıtmadı. ( Âyette geçen i’tisam bu manaya gelir. ) Ve eğer ona emrettiğimi yapmazsa, o sicne atılacak ( gelişmesi durdurulacak ) ve aşağı, bodur bir halde kalacaktır. ”

( Âyet; 33 )

Yusuf dedi ki: “ Ey beni geliştiren Rabbim! Sicin, benim için onların beni çağırdığı bu durumdan daha sevimlidir. Eğer onların bu beden ve bilinç ormanı içinde kurduğu tuzaklarını başka tarafa çevirmezsen, ben çocuk gibi onların kucağına dökülürüm. Ve ben cahillerden olurum. ” ( Soyut sonsuz algımı kaybederim. )

[ Dikkat edilirse, Yûsuf’u ( ruhu ) isteyen sadece Züleyha değildir. Diğer maddî duygular da onu istiyor. Ve insanoğlunun kurduğu duygu tuzakları asla imha edilemez. Ancak başka bir tarafa yönlendirilirse, onların zararından kurtulabilir, insan. Yusuf ( ruh ve bilinç olduğundan ) burada bilgeliğini göstermiştir. Ve cinsel duygular, evrim sürecinin en dibindeki türlerde bile var olduğundan, soyut sonsuz manevi değerler yanında, çocuksu bir hareket ve oyun ve eğlence gibi kalırlar diye ifade etmiştir. ]

( Âyet; 34 )

“ İşte böyle bir duadan sonra, onu ( Yûsuf’u ) geliştiren Rabbi, onun duasını kabul etti. Onların tuzaklarını başka tarafa çevirdi. Çünkü Allah gerçekten işiten ve bilendir. ”
Bir Not:

[ İşitme, Arapça’da, itaat ve düzen içinde yaşamaya işaret eden bir deyimdir. İlim ise, sonsuz bilgi ve bilinç demektir. Demek insan bu iki değerle, böyle tuzaklardan ve tehlikelerden kurtulabilir. Yoksa kaybeder, kendini idam eder. Yani maddîleşir, ölüme mahkum olur. ]

( Âyet; 35 )

“ Sonra bedendeki maddî-manevi[8] bütün duygular, Yûsuf’un ( ruhun ) üstünlüğünün delillerini görünce, onları tamamıyla ruhanileştirip dünyayı terk ettirmesin, diye onu belli bir müddet için, bedenin derinliklerinin sicnine atma kararı aldılar. ”

[ Belli bir müddet manasına gelen “ Hîn ” kelimesinin sayısal değeri 68’dir. Evet bu yaştan sonra kabir kapısı görünür. İşler Yûsuf’a teslim edilir. Artık insan cinsel dürtülerin esiri olmaz. ]

( Âyet; 36 )

“ Ve Yûsuf ile beraber, iki babayiğit duygu daha since girdiler. ”

[ Adrenalin ve Seratonin ile beslenen heyecan ve mutluluk duyguları da hapse atıldılar. Evet, ruh ve sonsuz manevi duygular gidince insan artık mutlu olamaz, heyecan da duyamaz. Depresyonla ilgilenenler, bu âyete iyi dikkat etsinler! ]

“ O iki yiğitten biri dedi ki ‘ Ben rüyamda şarap sıktığımı görüyorum. ’ ( Heyecan ) Diğeri de: ‘ Ben kafamın üstünde kuşların ondan yediği bir ekmek[9] taşıdığımı görüyorum. ( Kuşlar insanın latife ve duygularıdır, onlar mutlulukla besleniyorlar. ) Bunun yorumunu bize haber ver. Biz, ey Yûsuf, seni madde ve manayı, gayb ve şehâdeti eşit gören bir muhsin olarak görüyoruz. ”

[ Yani sen dengeyi ve ruhu temsil ettiğin için her şeye güzellik veriyorsun. ]

( Âyet; 37 )

Yûsuf ( ruh ve ruh bilgini ) dedi ki: “ Size rızk olarak verilen hiçbir yiyecek size gelmeden, ve neticesi görünmeden, ben onun duygu durumunuzda ne yapacağını bilirim. Bu, beni uzun bir süreçte yetiştiren Rabbimin bana öğrettiği bir gerçektir. Ben, Allah’a ve âhirete inanmayan ve yasal yaşamayan bir milleti ( davranış biçimini ) terk ettim. ”

[ Burada Yûsuf, ( ruh ) demek istiyor ki, Allah’a ( sonsuzluğa, sonsuz kutsal değerlere ) ve âhirete ( ebediyete ve ebedî mutluluğa ) inanmayan ve yasal yaşamayan ( yani kâfir olan ) bir millet, mutlaka depresyon gibi çöküntülü hastalıklara maruz kalır. Onların tek tedavi yöntemi; içki gibi müsekkinler ve seratonin üreten ilaçlardır. İşte siz de inanın ve bu bâdireden kurtulun. ]



( Âyet; 38 )

Çünkü ben, denge, mutluluk ve insanî evrensel duygular olarak ifade edilen İbrahim, İshak ve Yakub’un[10] milletine ( davranış biçimlerine ) uydum. Bizim Allah’a ortaklar koşmamız bize yakışmaz. ( O zaman biz onlar arasında bölünür şizofren oluruz. ) Bu sonsuz anlayış ve tevhid, Allah’ın biz, iç duygulara ve insan toplumlarına yaptığı ekstra bir iyiliktir. Fakat insanların çoğu memnun olmuyorlar. ( Onun için yine depresyona düşüyorlar. )

( Âyet; 39 )

“ Ey bu beden sicninde bana arkadaşlık eden iki yiğit, dağınık ve kopuk liderler mi daha faydalı, yoksa bütün bedeni ve kâinatı birliğiyle birleştirip tek bir şey gibi idare eden Allah mı daha hayırlı? ”

( Âyet; 40 )

“ Sizin O Sonsuz Allah’ın dışında taptığınız şeyler, geçici bir nokta olup sizin ve babalarınızın isim taktığı birer kavramdan başka bir şey değiller. Allah, onların sonsuz olduğuna ve sizi sonsuza kadar yaşatacaklarına dair bir belgeyi asla indirmemiştir. ( Bildirmemiştir. ) Yetki, yönetim sadece Sonsuz Olan Allah’ındır. O, Ona tapmaktan başka bir şeye tapmayasınız, diye buyurmuştur. İşte en doğru ve değerli yaşam budur. Fakat insanların çoğu bu sonsuzluğu bilmiyorlar. ”

Önemli Bir Not:

Âyet 37, 38, 39 ve 40’tan anlaşıldığına göre, eğer insanlar, bu şekilde kutsal ve sonsuz değerlere bağlanmazsa, o millet ( hayat tarzı ) üzere yaşamazsa ya aşağı bir hayvaniyet derekesine düşüp sarhoşluktan başka çare bulamayacaktır. ( Geçmiş çağlarda olduğu gibi ) Veya şizofren olup, intihar edecektir. Belki de tarih sayfasından silinip, kurda-kuşa yem olacaktır.

Bir çok müfessir, bu âyetin, Yûsuf kıssası arasına girmesinin hikmetini bu şekilde bilmediğinden “ Bu, istitrâdî bir bahistir, Kur’anın bir tasarrufudur ” demişler. Fakat bağlantılar görününce işin öyle olmadığı anlaşılıyor.

( Âyet; 41 )

“ Ey sicin arkadaşlarım, biriniz heyecanı geliştirmekle efendisi olan beyne adrenalin şarabını içirecek. ( Yani ölmeyecek. ) Diğeriniz ( mutluluğu sağlayan ) ise asılacak. ( Ölecek. ) Onun bilinç yazılımını diğer duygular kullanacak. ( Siz yukarıda anlatılan değerlere inanmadığınız için ) Öğrenmek istediğiniz iş kesinleşmiştir. Bu determinizm yasasıdır. Siz bu halinizle onun dışına çıkamazsınız. ”

[ Ne kadar güzel bir şekilde bu çağımızı ifade ediyor. Yani mutsuz insanlar, artık ancak heyecanlarla yaşatılabiliyorlar. Yani inanç ve cehd gitti, kumar ve spor geldi. ]


( Âyet; 42 )

“ Yûsuf, ( ruh ) kurtulacağını umduğu o arkadaşa ( heyecan duygusuna ) dedi ki: ‘ Rabbin olan beyne söyle, beni bu beden hapsinden çıkarsın ’ Fakat o duygu heyecanlı ve sarhoş ( atak ) olduğundan Yûsuf’u anmayı unuttu. Bunun üzerine Yûsuf birkaç sene sicinde durdu. ”

[ Demek ruh hapiste de olsa sıkıntı çekmez. Hapis, onun için bir duruştur. ]

( Âyet; 43 )

Ve kral ( beyin ) dedi ki: “ Ben, kendilerini yedi cılız ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve kuru başaklar görüyorum. Ey benim danışmanlarım olan duygular, rüyam konusunda beni bilgilendirin; eğer rüyayı yorumlayabilirseniz! ”

Bir Ara Not:

Sene 4 mevsim döngüsüyle insanı beslediğinden, inek de insanı en iyi şekilde beslediğinden bilinçaltı sembol stoğunda, sene inek olarak görünmüştür.

Yeşil kavramı da bolluk ve mutluluk sembolüdür. Kuruluk kavramı ise, sıkıntı, kıtlık ve darlık sembolüdür.

Bu 40’lı yaşlarda insanın derin sembol stokları açılır, insan maneviyâta ve geçmiş ve geleceğe yönelir.

( Âyet; 44 )

Duygular meclisi dedi ki: “ Bunlar, düş, hayal demetleri yani katmanlarıdır. Biz düşleri yorumlayacak âlimler değiliz. ”

[ Yani önümüz karanlıktır. Biz herhangi bir şey görmüyoruz. ]

( Âyet; 45 )

“ O iki yiğitten kurtulan ve bir müddet sonra Yûsuf’u hatırlayan kişi, ‘ Ben bu rüyanın yorumunu size haber veririm. Beni salın! ’ dedi. ” [ Onu salınca sarhoş olmaktan kurtuldu. Ve işin önemi ona göründü; daha büyük sorunlar için heyecan duymaya başladı. Gitti. ]

( Âyet; 46 )

“ Ey Yûsuf! ( Gerçek nitelik, gerçek hayat! ) Ey çok doğru ve reel ve insanî varlık! Bize böyle-böyle bir rüya hakkında bilgi ver. Belki insanlar döner, onlar da manevi ve ruhani varlığı bilir, bu mukadder sıkıntıdan kurtulurlar. ”

( Âyet; 47 )

Yûsuf dedi ki: “ Art arda yedi sene ekersiniz. ( Yani ara vermeden ve çokça kültür üretin. Ekin, kültür demektir. Yedi de çok demektir. ) Topladığınız mahsulün çok azını yiyin! Diğerini geniş zaman için ayırın. ”
( Âyet; 48 )

“ Çünkü öyle şiddetli bir dönem gelecek ki, bu kültürden ancak tohumluk miktar kalacaktır. Kıtlık gerisinin hepsini yiyecektir. ”


( Âyet; 49 )

“ Sonra bunun ardında, bir yıl ( dönem ) gelecek insanları ıslatacak kadar, yağmur yağacak ( manevi feyiz ve bereket olacak ) ve o sene insanlar üzüm sıkacaklar. ( Yani üzüm bol olacak. )

[ İşte bu sefer insanlar, ekmek seratoniniyle mutlu olacakları gibi, helal iman ( üzüm ) ile de coşacaklardır. Yunus Emre’de gördüğümüz gibi, üzüm, su ve ekmek manevi feyizler, manevi değerler ve iman demektir. ]

( Âyet; 50 )

Melik ( Kral ) dedi ki: “ Böyle soyut değerleri bilen o nitelikli Yûsuf’u bana getirin! ” Elçi ona gelince, “ Git, efendine sor! O kadınlar neden ellerini kestiler? Benim Rabbim onların tuzağını çok iyi biliyor. ”

( Âyet; 51 )

“ Kral ( Beyin ) o maddî duygulara, siz Yûsuf’un öz benliğini yemek istediğinizde başınıza ne geldi, ( O size ne yaptı? ) dedi. Onlar: ‘ Allah için —haşa!— biz onda hiçbir kusur görmedik ’ ( O bize bir zarar vermedi ) dediler. Başbakanın ( bedenin ) hanımı dedi ki: ‘ İşte şimdi hak ortaya çıktı. Ben onu elde etmek istedim. O asla yalancı madde gibi bir şey değildir. O doğrulardandır. ’

( Âyet; 52 )

“ Ben bunu itiraf ediyorum. Bilsin ki, onun arkasında ona hıyanet etmem. Çünkü Allah hàinlerin tuzağını, başarıya ulaştırmaz. ”

[ Burada Züleyha ( madde, beden ) demek istiyor ki, biz onu başta tamamıyla yemek istiyorduk. Fakat anlaşıldı ki, ruh, maneviyât ve soyut niyetler ve değerler olmadan hayat olmaz. İşte ben kusurumu kabul ediyorum. Fakat yine de ona âşığım. Bu sefer, dengeli, eşit şartlarda yani onu yiyip bitirmeden ona kavuşmak istiyorum. Bu birlik, fıtratın bir gereğidir. Diğer duygular da onu elde etmek istese de ona asıl denk olacak benim! ]

( Âyet; 53 )

Yûsuf da: “ Bu bütünlük manasındaki birliği benim nefsim de istedi. Ben nefsimi tebrie etmiyorum. Nefis ( ruhun somut şekli ) daima kötülüğü ( sınırlı ve somut şeyleri ) emreder ve ona sevk eder. Rabbimin özel şefkatiyle koruduğu durum hariç… Çünkü O, Gafûr ve Rahîm’dir ” dedi.

[ Bazı mealciler, bu âyetin Züleyha’nın sözü olduğunu sanıyorlar. Fakat gelenekçi büyük müfessirler, bunun Yûsuf’un sözü olduğunu tesbit etmişlerdir. Çünkü başta Yûsuf konuşuyor. Araya Kral’ın ve kadınların konuşması karışıyor. Sonra Züleyha sözünü bitirince; Yûsuf yine söze başlıyor.

Evet maddenin ruha ihtiyacı kadar, ruhun da ( somut olarak ) maddeye ihtiyacı var. Önemli olan bu beraberliğin, evrensel değerler ve yasalar çerçevesinde olmasıdır. Ruhun bitirilişi şeklinde olmamasıdır.

Psikolojik ve ontolojik boyutu olan bu kıssadan anlaşılıyor ki, eğer cinsel tatmin, evrensel, manevi değerler çerçevesinde olmazsa, sıkıntı, darlık, kıtlık, hastalık, bunalım ve zekâ geriliğine sebep olur. Bir hadiste: “ Zina fakirlik getirir, hacc ( maneviyât, manevi açılım ) bereket getirir ” denilmiştir. ]

( Âyet; 54 )

Kral[11] ( beyin ) dedi ki: “ Onu ( Yûsuf’u, ruhu ) bana getirin. Ben onu öz varlığım, has adamım kılacağım. ” Yûsuf gelip onunla kelam edince[12] ( ona yasaları, yolu gösterince ) Kral dedi ki: “ Artık bugün sen yanımızda şerefli bir makam ve güvenlik içinde olacaksın. ” [ Yani, artık hiç kimse seni beden kuyusunun dibine atmayacaktır. Ve hiçbir kimse sana tuzak kurmayacaktır. Çünkü sen olmazsan hepimiz yok olacağız. ]

( Âyet; 55 )

Yûsuf dedi ki: “ Beni arzın ( bedenin ) stoklarına bakan yap! Onlar artık asla tükenmeyecektir. Çünkü ruhun aslı bilgi olduğundan, aslı bilgi, olan ve birlik içinde yaşayan, asla ölmez. Evet ben iyi bir koruyucu ve iyi bir bilenim. ”

[ Konumuz şimdi ekonomi değil; ama ekonomistlere burada güzel bir ders vardır. ]

( Âyet; 56 )

“ İşte böylelikle yeryüzünde ( maddiyâtta ) Yûsuf için yüksek bir makam verdik. O, o ortamda istediği alanı ruhani bir çevre ediniyordu. Biz ( İlahî bilinç ) istediğimiz ruha rahmet ederiz. ( Onu maddeten de somutlaştırıp etrafını bereketlendiririz. ) Biz soyut ve manevi değerleri seçen iyi ruhların ( muhsin kişilerin) ecrini zayi etmeyiz. ” ( Sonunda onlara maddi varlık da veriyoruz. Onları nimetlendiriyoruz. )

( Âyet; 57 )

“ Fakat bu ruhani zâtlar ve değerler, sabredip dünya ile evlenmeseler, işi ebedî olan âhirete bıraksalar, bilsinler ki; âhiret mükâfatı, sonsuza inanan ve ruhunu madde kılıfına bulaştırmaktan koruyanlar için daha faydalı ve daha iyidir. ”

( Âyet; 58 )

“ İşte Yûsuf ( ruhani boyut ) madde ve manaya böyle hâkim olunca, onun kardeşleri olan diğer duygular, gelip onun yanına girdiler. O, basiretli ve manevi görüş sahibi olduğundan onları tanıdı. Fakat onlar, onu tanımadılar, ondan iğrendiler. ”
[ Vücud ülkesinde ruh egemen olunca ve çevredeki diğer maddi imkânlar kıtlığa uğrayınca, Yûsuf’un kardeşleri ondan buğday almaya gelmişlerdi. Buna mukabil de belli bir miktar bedel getirmişlerdi.

Rivayette var ki, onların getirdiği bedel, birkaç deri parçası ve demir aletlerdi. Tevrat’a göre ise, getirdikleri bedel para idi. ( Her ne kadar tarihî olarak o dönemde para yoksa da. )

Bu rivayetlerin manası şudur:

1) Vücudda, maddî dünyada kıtlık olunca en acil gıda, mutluluk veren buğdaydır.

2) Bu berekete mukabil o duygular, ruha deriden ibaret olan bir beden veriyorlar. Güçlü olması için de demir aletler bağışlıyorlar.

3) Yahudilikte ( medenî zengin ortamda ) ise, ruh maddeye muhtaç değildir. Sevap ve ruhani dualar demek olan paraya muhtaçtır. ]

( Âyet; 59 )

Yûsuf onları yükleri ile donatınca; “ Bababir, bir kardeşiniz var. Onu bana getirin. Görmüyor musunuz, ben size olan tartıyı tam veriyorum. Ve sizi en iyi şekilde ağırlıyorum. ”

[ Burada hatırlanması gereken şey, Yûsuf öz ruh, Bünyamin ( küçük kardeş ) mistik duygu, diğer on kardeş ise, diğer maddî duyguları temsil ediyorlar. Yûsuf, yönetime geçince, maneviyâta ve mistik hayata özlem duydu, onun için onlara bu şartı öne sürdü. O kardeşlerin isimlerinin zikredilmemesi, maddî duyguların hem çok, hem kişiliklerinin belirlenmediğindendir. ]

( Âyet; 60 )

“ Eğer o küçük kardeşinizi bana getirmezseniz, benim makamımda size bir şey tartıp vermek asla olmaz. Ve bana asla yaklaşmayın! ” dedi.

[ Bu âyette, ruh, mistik hayat, maddî duyular, birlik, yaklaşma gibi mefhumlar, ince psikolojik bir tenteneyi örüyorlar. Dikkat edilmesi gerek. ]

( Âyet; 61 )

Onlar “ Biz, onu babasından isteyeceğiz. Ve mutlaka biz bu işi becereceğiz ” dediler.

[ Yani insanların, ve duyguların çoğu materyalize olsa da insanda veya insanlık dünyasında mutlaka mistik değerler kalır. ]

( Âyet; 62 )

Yûsuf hizmetkârlarına: “ Getirdikleri fiyatı onların yükleri içine koyun. Onlar evlerine döndüklerinde bu eşyalarını tanıyacaklar. ( Hırs ve tama’ ve alışkanlık için dahi olsa ) Dönecekler ” dedi.

( Âyet; 63 )

Onlar babalarına döndüklerinde: “ Ey babacığımız, bir daha bize buğday tartılmayacak. Sen küçük kardeşimizi bizimle gönder ki, daima buğday tartıp getirelim. Biz gerçekten onu koruyacağız ” dediler.

[ İstatistiklere göre, bir yörede, bir evde mistik hayat ve ruhani ibadet varsa, orada daima buğday ve bereket olurmuş. ]

( Âyet; 64 )

Yakub ( İnsanlık ): “ Ben daha önce onun ağabeyi olan Yûsuf konusunda size güvendiğim gibi mi güveneyim? Artık Allah en iyi koruyucudur. Ve O en iyi merhamet edendir ” dedi.

[ İnsanlık, ( Yakub ) materyalizm yüzünden ruhu ( Yûsuf’u ) kaybetmişti. Şimdi artık maneviyâtı ve tasavvufu kaybetmek istemiyor. ]

( Âyet; 65 )

Onlar, eşyalarını açınca, baktılar ki, verdikleri bedel onlara geri gönderilmiş. ( Yani madde karşılıksız bir şey vermezken, ruh onlara karşılıksız buğday ve mutluluk vermiştir. ) Dediler ki: ‘ Ey babacığımız, daha ne istiyoruz? İşte eşyamız bize geri verilmiştir. Biz bu şekilde ailemize bakar, kardeşimizi korur, ona düşen bir deve yükü daha buğday getiririz. Bu sefer getirdiğimiz, çok az bir şeydir. ’

[ Bu ifadeler gösteriyor ki, maddî insanların gözü asla doymuyor. ]

( Âyet; 66 )

Yakub onlara dedi ki: “ Onu getireceğiz, diye Allah’tan bir güvence bana getirmedikçe ben onu sizinle asla göndermeyeceğim. Meğer kuşatılıp esir edilirseniz o müstesna… ” Onlar, güvence belgelerini getirince, Yakub: “ Allah bu sözleşmenizin şahidi ve koruyucusudur ” dedi.

[ Kur’anın bir çok yerinde görüldüğü gibi; bu âyette Allah kavramı, kamusal hukuk demektir.

Evet materyalist ortam ve maddî insanlar, ancak kamusal hukuktan çekiniyorlar. Onların değerleri içinde manevi ve vicdani yapılar yoktur. ]

( Âyet; 67 )

Yakub, onlara: “ Ey çocuklarım! Hepiniz Mısır medeniyetine, ( veya beyin ülkesine ) bir kapıdan, bir damardan girmeyin. Böyle bir sıkışma olursa ben insan olarak sizden herhangi bir zararı gideremem. Nihai hüküm sonsuz olan Allah’ındır. Ben işlerimi Ona bıraktım. İşi başkasına bırakmak isteyen Ona bıraksın. ”

[ Yani, ey bedenin temel duyguları, panik yapmayın! Ahenkli yaşayın ve korkmayın. Bunun için de sonsuz sisteme dayanın! ]
( Âyet; 68 )

“ Onlar babalarının emrettiği yerlerden girince, bu onların başına gelecek herhangi bir sıkıntıyı gidermedi. Sadece Yakub’un tedbir için ihtiyaç duyduğu bir işi yaptılar. Biz ona ( insanlığa ) bilgi verdiğimiz için, o bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. ”

[ Yani insanoğlu ( Yakub ) çok sıkıntı çektiği ve büyük bâdireler atlattığı için yani sistem, ona çok şey öğrettiği için o bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bu gelişme yoluna girmediklerinden, hayvanlık seviyesine yakın bir durumda kalıyorlar. Ve hiçbir şey bilmiyorlar. Demek, Yûsuf’u Yûsuf yapan, insanı âlim yapan, hayatın binler çeşit manasını doğuran, trajedilerdir, musibetlerdir. ]

( Âyet; 69 )

“ O kardeş duygular Yûsuf’un yanına girince Yûsuf, kardeşi olan maneviyatı yanına çekti. Ben senin anabababir kardeşinim. Sen sakın onların yaptığı şeylerden dolayı sıkılma. ”

[ Evet Ruh’un da, maneviyatın da babaları evrensel İlahî ve insanî değer ve ilkeler olduğu gibi, onların anası da yani yetiştikleri ortam da Yakub’un ( insanlığın ) kalbinin sevgisidir. ]

( Âyet; 70 )

“ Yûsuf, onları yükleriyle donatınca, Kral’ın su kabını ( beynin manevi değerleri taşıyan kabını ) kardeşinin yükü içine koydu. ” [ Bu bir hile idi. Fakat uygun bir işti. Çünkü beyin maneviyât ve umut gibi soyut değerlerle beslendiği gibi, Bünyamin ( küçük kardeş ) de maneviyâtı, şamanizmi temsil ediyordu. ]

Sonra, bir bildirici, “ Ey kervan! Siz hırsızsınız ” diye seslendi. ( Yani siz maddî bir şeyler almaya geldiniz. Fakat özel manevi bir şeyi çaldınız. )

( Âyet; 71 )

O kardeşler, onlara dönerek “ Neyi kaybettiniz? ” dediler.

( Âyet; 72 )

Onlar, “ Biz, Kral’ın ( beynin ) su ( feyiz ) kabını kaybettik. Kim onu getirirse, ona bir deve yükü daha verilecektir. Bu ülkenin temsilcisi olarak ben de buna kefilim ” dedi.

[ Yûsuf bunu böyle yaparken iki amacı vardı: Biri, ruha destek için maneviyât sembolü olan kardeşini yanında alıkoymak. Diğeri, yavaş yavaş da olsa o maddî kardeşlerini yüce manevi değerlere alıştırmak idi. Eğer alışmasalar; maddiyât, manevi değerlerle beslendiğinden hırsız ve yalancı bir değer olur. ]

( Âyet; 73 )

Onlar, “ Yerden göğe kadar bütün mukaddesata yemin ederiz! Siz bilirsiniz ki, biz arzı ( bedeni ) bozmak için gelmedik. Ve asla hırsız değiliz ” dediler.

( Âyet; 74 )

Onlar, “ Eğer yalancı iseniz bunu çalanın cezası ne olsun? ” dediler.

( Âyet; 75 )

Onlar, “ Kimin yükü içinde bu su kabı çıkarsa, ona ceza olarak el konulsun ” dediler. İşte biz zalimleri böylece cezalandırırız.

[ Madde kör olduğundan, eşyanın içyüzünü, olayların gerçek yorumunu bilmez. Onun için işler o dünyada, o ortamda birbirine karışır, beden ülkesi de bunalıma girer. Yine işi kurtaran Yusuf’un manevi görüşü ve ilmidir. ]

( Âyet; 76 )

“ Bunun üzerine, küçük kardeşinin yükünden önce onların yüklerini açtı. İşte biz Yusuf’a meşru bir hile imkânı verdik. Çünkü Kral’ın düzeni içinde, kardeşini başka şekilde alamazdı. Meğer Allah olağanüstü bir durum gösterse![13] Biz bu şekilde istediğimiz duygunun makamını yükseltiriz. Ve her bilgenin üstünde bir bilge var. ”

[ Bu âyetten çıkarılan ilmî nükteler:

a) Eğer sonuç, karşı tarafın lehine ise ve iş yasalara zarar verecek bir yalan değilse, hile, meşru sayılabilir. Mevlana’nın tabiriyle “ Birisi bir kuşu Tayr-ı Hümâyun yapmak için tuzak ile avlasa, buna yalancı ve hilekâr denilmez. ”

b) Buğday ve yiyecekler içinde şükre ve maneviyâta çıkan bir yol vardır.

c) Bilindiği gibi beynin üç katmanı var: Bitkisel, hayvanî ve insanî… Fakat işin içinde Yûsuf gibi nitelikli bir bilgi varsa, ve İlahî sonsuz meşiet izin verire, bu katmanların mertebeleri yükselir. İnsan bütün beyniyle düşünür, görür. Hatta maddî bedeni dahi, beynin yerine geçebilir. Eğer Yûsuf ve Bünyamin bir arada birbirlerini desteklerlerse… ]

( Âyet; 77 )

Yûsuf’un kardeşleri: “ Eğer bu küçük kardeşimiz çalıyorsa, daha önce onun büyük kardeşi de çalmıştı. ” Yûsuf bu sözleri kalbinde saklı tuttu. Onlara açıklamadı. “ Siz çok kötü bir konumdasınız. Allah sizin bu nitelemeleriniz çok iyi bilendir ” dedi.

[ Bu âyette iki önemli incelik var:

a) Materyalist insan veya duygu, bencilliğinden dolayı kendini aklamak için herkese çamur atabilir. Hatta saf hayır olan ruha ve kadere bile sövebilir.

b) Bilge ve maneviyât ehli, gaybî sırları mümkün mertebe açıklamamalı. Yoksa maddî düzen aksayabilir. ]

( Âyet; 78 )

Onlar dediler ki, “ Ey Aziz bakan! ”

[ Burada sadece Yûsuf’un maddî makamını görüyorlar, onun engin ilminden ve ruhani yapısından habersizdirler. ]

“ Onun çokça yaşlı bir babası var. Sen onun yerine birimizi tut. Biz seni iyilik yapanlardan ( muhsinlerden ) görüyoruz, dediler. ”

( Âyet; 79 )

“ Yûsuf, Allah’a sığınırım! Biz eşyamızı onun yanında bulduğumuz kişiden başkasını alamayız. Böyle bir durumda biz gerçekten zulmetmiş oluruz. ”

( Âyet; 80 )

Onlar, ondan umutlarını kesince, gizlice danışmak için bir araya çekildiler. Büyük kardeşleri dedi ki; “ Biliyorsunuz, babanız, sizden İlahî kamusal evrensel bir güvence aldı. Daha önce Yûsuf’a ne yaptığınızı biliyorsunuz. ( Siz onu götürmezseniz mutlaka cezalandırılacaksınız! ) Ben yeri ( bedeni ) terk etmeyeceğim. Tâ babam bana izin verinceye veya Allah, beni öldürünceye kadar. Allah ise neye hükmederse sonu hayırlı olur. ”

[ Burada maddî duygular, artık evrensel ve kamusal hukukun gücüyle biliyorlar ki, daha önce Yûsuf’u kaybettikleri gibi, Bünyamin’i de kaybetseler, ne kendileri, ne de Yakub ( insanlık ) yaşayabilecektir. Ve bu sözü söyleyen büyük kardeş nisbeten iyi olduğundan daha önce Yûsuf’un öldürülmesini ve materyalize edilmesini önlemişti. Biraz ehven olarak, onu beden kuyusuna atmaya sebep olmuştu. ]

( Âyet; 81 )

İşte babanıza dönün! ( Materyalize olmaktan çıkıp, insanî değerler olun! ) Deyin ki: “ Ey babamız, gerçekten senin küçük oğlun hırsızlık yaptı. Biz bildiğimizden başka bir şeye şâhit ve kefil olmadık. Biz bize görünmeyen varlığın bekçisi olamayız. ” [ Tasavvuf ve maneviyât; din ve hukuk dışında bazı insanî ve manevi değerleri içine aldığından, mecâzen de olsa, burada küçük kardeş hırsız yaftasını yemiştir. ]

( Âyet; 82 )

“ Ey babamız, istersen, içinde olduğumuz şehre ve onlarla döndüğümüz kervana sor! Biz gerçekten yalan söylemiyoruz. Biz gerçekten doğru söylüyoruz. ” [ Evet bu sefer bu maddî duygular, evrensel değerleri, kamusal hukuku öğrenmişler. İçinde barındıkları bedenin ve yaşadıkları ömür kervanının kurallarına uyuyorlar. ]

( Âyet; 83 )

“ Yakub, ( insan ) hayır, nefsiniz size bir iş kurgulamıştır. Ben sizin bu hilenize karşı güzel bir sabretmekten başka bir şey yapamam. Umudum o ki pek yakında Allah hepsini yanıma getirir. Allah her şeyi çok iyi bilen, ve her şeyi hikmetle yaratandır. ”

[ Burada iki insanî duyguya vurgulama var:

a) İnsan, daha önce bildiği bir probleme karşı, aynı bilgi ile yaklaşabilir. Ve bu sefer yanlış yapar.

Demek insanî bilgi her olayda ayrı ayrı belgelere ve bilgilere dayanmalı! Yani hastalık yoktur, hasta vardır.

b) İnsanoğlu ne kadar trajediler yaşasa da umudunu ve sabrını yitirmemeli. Eğer yitirirse manevi görüşü biter, sistemden düşebilir. ]

( Âyet; 84 )

Yakub onları bırakıp, “ Ah, Yûsuf’um! ” dedi. Ve üzüntüden gözleri ağardı. O bu durum ile beraber kızgınlık ile dolu idi.

Âyetin Nükteleri:

a) İnsanın maddî duyguları ne kadar yanlış da yapsa insan ( Yakub ) onları bırakmamalı.

b) İnsan, Bünyamin’siz ( maneviyâtsız ) yaşayabilir. Fakat Yûsuf’suz ( ruhsuz ) yaşayamaz.

c) Ruh giderse, en evvel üzüntü ( kayıp duygusu ) insanı sarar.

d) Ve bu üzüntüden en hassas organ olan gözler körelir.

e) İşte ruhu, maneviyâtı ve maddî görüşü dahi kaybeden bir insanın eline kızgınlık ve sıkıntıdan başka bir şey geçmez.

( Âyet; 85 )

O kardeşler, “ Yerden göğe bütün değerlere and ederiz ki, sen Yûsuf’a olan aşkından kendini alamıyorsun! Nihayet ya eriyeceksin, veya yok olup gideceksin ” dediler.

[ Âyette geçen zikr, aşk seviyesinde anmak ve sevmek demektir. ]

( Âyet; 86 )

Yakub, “ Ben, sıkıntımı ve üzüntümü, ancak Allah’a söylüyorum. Ben Allah hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum ” dedi.

( Âyet; 87 )

“ Ey çocuklarım, insan ne kadar yıkılsa da asla umutsuz olamaz. Gidin, Yûsuf ve kardeşini hissetmeye ( bulmaya ) bakın. Allah’ın verdiği saadet ve mutluluktan umudunuzu kesmeyin! Çünkü tamamıyla kâfir olan bir milletten başka hiç kimse bu mutluluktan umudunu kesmez. ”

( Âyet; 88 )

Bunun üzerine o kardeşler, Mısır’a gidip Yûsuf’un yanına girdiler. “ Ey başbakan, bize ve ailemize büyük bir sıkıntı dokundu. Ve biz az bir parça mal ile geldik. Bize bol bir şekilde rızkı tartıver, ve ayrıca bize bağışta bulun. Allah bağışta bulunanları çokça mükâfatlandırır ” dediler.

[ Yani maddî duygular, açlık ve sıkıntı sebebiyle manevi değerlere yanaşmaya başlamışlar. Artık Yûsuf’u tanıyabilirler. ]

( Âyet; 89 )

Yûsuf onlara dedi ki: “ Siz maddî ve cahil iken Yûsuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz? ”

( Âyet; 90 )

Onlar, “ Acaba sen gerçekten o Yûsuf musun? ” dediler. Yûsuf: “ Evet ben Yûsuf’um, bu da benim kardeşimdir. Hiç şüphesiz Allah bize olağanüstü bir ikramda bulundu. Çünkü kim ruhunu ( maddi duygu ve saldırılardan ) korursa, ve bunun sonucu başa gelen sıkıntılara sabrederse, ( o en iyilerden olur ) ve Allah böyle güzellerin ve iyilerin ( muhsinlerin ) ücretini zayi etmez. ”

( Âyet; 91 )

Onlar, “ Yerden göğe kadar bütün mukaddesata and olsun ki! Allah seni bizim üstümüzde üstün kılmıştır. Ve biz gerçekten yanlış yapanlardan olduk. ”

[ Evet madde de, mana da, iyi de, kötü de aynı ana-babadan oluşuyorlar. Fakat biri yükselir, diğeri düşer. Arap şairin dediği gibi “ İkimiz iki çekirdek idik. Biri büyüdü, çınar oldu. Diğeri çürüdü, gübre oldu. ” ]

( Âyet; 92 )

Yûsuf, “ Bugün size bir ceza verilmeyecektir. Allah sizi bağışlayacaktır. O Erhâmürrâhimîndir. ”

[ Somut verileri dahi değerlendirip soyuta ve sonsuza bir pencere ve kapı yapar. Yani Rahmet Allah’ın somut tecellisidir. Siz somut olarak bu tecelliye ayna olacaksınız. Tıpkı Allah’ın sonsuz soyut sistemi sizin kusurlarınızı telafi edip sizi bağışlayacağı gibi… ]

[ İşte bu ayetlerin cevherleri içinde, mucizeli bir şekilde biz, insan ruhunun nasıl korunacağını ve nasıl terapi yapılıp sisteme entegre olacağını açıkça ve ilmî bir şekilde görüyoruz. ]

( Âyet; 93 )

“ Siz benim bu gömleğimi ( makam ve hilafet cübbemi ) götürün, babamın yüzü üzerine atın, o görür olarak dönecektir. Ve bütün ahalinizi bana getirin. ”

[ Demek, insanlar, kutsal bir hilafet gömleği ile —ne kadar cahil de olsalar— gerçekleri görür olurlar. Ve eski eksiklikleri bu sayede telafi edilmiş olur. Manevi bir kimlik ve kişilik kazanırlar, Mısır’a ( yeryüzüne ) egemen olurlar. ]

( Âyet; 94 )

Kervan Mısır’dan ayrılınca, babaları “ Ben, Yûsuf’un kokusunu[14] alıyorum. Eğer bana bunak demezseniz. ”

( Âyet; 95 )

Yakub’un içlerinde yaşadığı materyalist toplum “ Allah’a and olsun, sen hala eski sapıklığın içindesin ” dediler.

[ Çok ilginçtir ki, bu günkü materyalist toplum, en ufak bir manevi değeri ve en ufak ruhî özellikleri, bunaklıkla, delilikle ve sapıklıkla suçluyorlar. İşte bunun için Yûsuf, kardeşleri, Yakub ve hanımı bu toplumu terk ediyorlar, saadete eriyorlar. Bunun üzerine Filistin’deki o kâfir toplum helak oluyor. Eski dilde “ fila ” ve “ filas ” kâfir manasına geliyor. ]

( Âyet; 96 )

“ Müjdeleyici gelince, gömleği babasının yüzü üzerine attı. Anında göz nuru geri gelmeye başladı. ” [ Yani kutsal hilafet gömleği gelince, Yakub’un ( insanlığın ) gözü açıldı, ve görmeye başladı.] Yakub oradakilere: “ Ben Allah’tan sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum demedim mi ” dedi.

( Âyet; 97 )

Çocukları, “ Ey babamız, suçlarımızın bağışlanması için Allah’tan mağfiret iste! Biz gerçekten yanlış yapanlardandık ” dediler.

( Âyet; 98 )

Yakub, “ İleride Rabbimden ( beni geliştiren Allah’tan ) sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. O gerçekten bağışlayan ve rahmet edendir. ” dedi.

[ Allah, insanın kusurlarını telafi edip, onu başarılı kılandır. Mağfiret, kusurların telafisi demektir. Rahmet de insanları başarılı kılmak manasına gelir.
Bu âyette ince bir işaret var ki, bu materyalist asır geç de olsa, yanlışlarını anlayacak, telafi yoluna girecek ve başarılı olacaktır. ]

( Âyet; 99 )

Onlar Yusuf’un yanına girince, Yusuf ebeveynini kucakladı. Ve “ Mısır ( medeniyet ) ülkesine girin. Allah’ın izniyle güvende olursunuz ” dedi.

Yani insanlık ( baba), medeniyet ( ana), Ruh, maneviyât ve diğer duygu ve yetenekler, bir araya gelince, Yûsuf ( ruh ) insanlığı ve medeniyeti kucaklayınca insanoğlunun iki temel ihtiyacı yerine geldi:

a) Beslenme ve sosyal yaşam ( Mısır )

b) Güvenlik ve soyut değerler ( Allah )

( Âyet; 100 )

Bunun üzerine ( yani iş ve sistem tamamlanınca ) Yûsuf, tahtını ( iktidarını babasına ve anasına ) bıraktı. [ Artık, insanlık ( hümanizm ) ve ekonomi, tahtı ( devleti ) yönetecek. ] Ve hep beraber, ona secdeye gittiler. ( En üstün ve kutsal değerin ruh olduğunu anladılar. ) Yûsuf dedi ki: “ Ey babacığım, ( ey insanlık ) işte bu daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim, onu gerçekleştirdi. Rabbim bana çok güzel bir iyilik yaptı. Beni sicinden ( bireysel ve yalnız ruh olmaktan ) kurtardı. Sizi de çölden ( bedevilikten ) medeniyete çıkardı. Şeytan, benim ile diğer kardeşlerimin arasındaki bağı kopardığı halde Allah, bize böyle güzel davrandı. Rabbim gerçekten istediği şeye lutf eder. ( Onu lâtif ve ruhani yapar. ) Çünkü Rabbim, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. ” ( Sonsuz ilmiyle ruhu yazdırır, ve hikmet ölçüleriyle onu bir ben ve bilinç yapar. )

( Âyet; 101 )

“ Ey Rabbim, sen bana devlet yönetmeyi, olayları ve nesneleri yorumlamayı nasip ettin! ( Yani maddi ve manevi imkânlar verdin. ) Sen göklerin ( metafizik âlemlerin ) ve yerin ( fizik alemin ) açarak yaratanısın. Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin! ( Sen bu üç alandaki, dengeyi bozmadan ) Denge ve zıtlar arası barış demek olan İslam üzere beni vefat ettir. Ve bu sayede dünyayı ve dini imar eden yararlı kullarına beni kavuştur. ”

( Âyet; 102 )

“ İşte ey Muhammed ve ey insanoğlu! Bunlar ( bu arketip ve sembol gerçekler ) metafizik alemin malzemesidirler. Biz onları sana ( senin bilinçaltından ) deşifre ediyoruz. O âlemdeki, gelişmemiş duyguların birleşip maddiyat için nasıl hile ve maske yaptıkları zaman sen ( beşeri üst bilinç olarak ) orada değildin. ”

( Âyet; 103 )

“ Fakat sen ne kadar, böyle olağanüstü ve çağlar üstü doğal gerçekleri yaşatmak için hırs göstersen de, insanların çoğu inanacak yapıda değiller. ”

[ Çünkü maddeye göre, ruh ve mana oranı azdır. Önemli olan sayısal çokluk değil de nitelikli çokluktur. ]

( Âyet; 104 )

“ Bunlar, maddî düşündükleri için senin de bu işi ücret için yaptığını sanıyorlar. Fakat sen onlardan asla bir ücret istemiş değilsin. Bu ( vahiyler ) birer âlem değerinde olan iyi insanlar için mesaj, yasa ve bilgiden ( zikirden ) başka bir şey değiller. ”

( Âyet; 105 )

“ Bu vahiyler ( metafizik deşifreler ) ispatsız ve delilsiz de değiller. Göklerde ve yerde nice belgeler var ki onlar üstünden geçip onları çiğniyorlar. Ve o belgelerden yüz çeviriyorlar. ”

( Âyet; 106 )

“ Maddî bir güç ile veya kitle psikolojisi ile onların çoğu, Allah’a inansa da, ona şirk koşmadan yapamazlar. ”

[ Yani sınırlı düşünce ve putperestçe yaklaşımlardan kurtulamazlar. Halbuki, iman, ruh, metafizik değerler hep sonsuzdurlar. Bunlar, soyut değerleri algılamaz. Ancak korku psikolojisi ile iş yaparlar. ]

( Âyet; 107 )

“ Yoksa onlar, Allah’ın her tarafı kuşatan bir azabından güvende mi oldular? Veya onlar farkına varmadan, aniden kıyametin gelmesinden mi güvende oldular? ”

[ Bu son üç âyette insanın en temel duyguları olan üç hakikatten söz ediliyor:

1) Soyut ve sonsuz değerlere inanıp bağlanmak,

2) Kalite, yasa, bilgi gibi insanî değerleri yaşamak,

3) Geçmiş ve geleceği hesaplayıp ona göre davranmak.

Bunların altına düşmek ise, insanı hayvan seviyesine indirir. Böyleler için, ne Yûsuf, ne İbrahim, ne İshak, ne Yakub var! Onlar ya bireysel veya sosyal olarak şizofrendirler, sistemden, büyük bir azap ile diskalifiye olacaklardır.

Maalesef bugün toplumumuzda dahi insanlar, sürü psikolojisiyle böyle büyük değerli zâtlara yanlış bakıp, soyut ve sonsuz ruhani değerleri bir hurafe ve yanılgı olarak görüyorlar. ]

( Âyet; 108 )

Sen, ey Muhammed veya ey insan! Vahiy diliyle de ki: “ Benim yolum bu manevi yoldur. Ben de, bana tâbi olanlar da, görerek Allah’a ( sonsuzluğa, birliğe, bilgiye ) çağırıyoruz. ( Bu bir hayal değildir. ) Allah’ın sistemi sahte ve kof şeyleri başarılı kılmaz. Bu sistem böyle bir şeyden çok yücedir. Ben asla müşriklerden değilim. ”

[ Yani müşrik de inanır, fakat Allah’ın birliğini ve sonsuzluğunu göremediği için ona ortaklar koşuyor. Ben ve bana uyanlar ise, görerek Ona, Onun birliğine inanıyoruz. Bu görüş bir yanılgı ve halüsinasyon değildir. Gözle görülen maddeden daha çok gerçektir. Evet, varlıklardaki bilinç ve hikmet gözle görülecek kadar açıktır. Ve maddenin gerçekliğinden daha çok gerçektirler. İşte gerçek müminleri hurafecilikle suçlayanların ne kadar düşük bir algı sahibi olduklarını gör! ]

( Âyet; 109 )

“ Senden önce, ancak bir kısım eril ve medeni ve kendilerine vahiy gerçeğini bildirdiğimiz değerli kişileri gönderdik. ” [ Yani peygamberler, ruhi fonksiyonları güçlü, bilgili, medeni, ve geçmiş ve geleceğe açılan vahiylerle donatılmış kişilerdir. Her konuda zirvedirler. ] Acaba bu insanlar, yeryüzünde gezip peygamberlere karşı gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduklarını görmüyorlar mı? Evet, din ve vahiy dünyaya düzen verir. Fakat, âhiret ve ebedilik için imkanlarını saklayanların yurdu, daha hayırlı ve daha iyidir. Acaba soyutu ve sonsuzu algılamak için yaratılan akıllarınızı neden kullanmıyorsunuz? ”

[ Evet din ile küfür, dünya ile âhiret, şirk ile tevhid arasında sonsuz bir çatışma ve gelişme var. Ve bu diyalektik sürece göre, peygamberlerin ve insanların kişilikleri şekilleniyor. ]

( Âyet; 110 )

“ Nihayet peygamberler, ümidini yitirip yalana çıkartıldıklarını zannettiklerinde birden bizim yardımımız onlara gelir. Biz istediğimizi kurtarırız. Ve suç işleyen bir milletten şiddetli azabımız geri çevrilmez. ”

[ İşte siz bakın; varlığın, diyalektik sürecin ve umudun, ne kadar meyvedâr olduklarını görün. Fakat peygamberler, zâhitler gibi dünyayı terk etmedikleri için onlar diyalektik savaşın şiddetini yaşıyorlar. Ve iş o kadar çok şiddetleniyor ki, insan olarak “ Acaba biz yanıldık mı? ” diyebiliyorlar. Kaygılanıyorlar. ]

( Âyet; 111 )

“ Evet and olsun, bu peygamberlerin yaşamında, ve evrensel kıssalarında akıl sahipleri için önemli bir ibret ve ders vardır. Bu peygamberlerin arketip olan kıssaları, uydurulmuş bir roman değildir. Fakat Kur’andan önce gelen Tevrat’taki o arketiplerin tasdikidir. Ve her şeyin açıklaması ve yorumudur. Ve inanan bir millet için istikamet ve başarı kılavuzudur. ”

Hiç yorum yok: