Bu Blogda Ara

17 Eylül 2009 Perşembe

Allah Hz. İbrahim’i dost edindiğini neden açıkladı?


Nisa 122- İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?

Nisa 123- Ne sizin kuruntularınızla, ne de Kitap Ehlinin kuruntularıyla değil. Kim kötülük yaparsa, onunla ceza görür; o, Allah'tan başka bir veli (dost) ve bir yardımcı bulamaz.

Nisa 124- Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır.

Nisa 125- İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in milletine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.

Allah Hz. İbrahim’i dost edinmiştir. Aynı ayetten sadece onu dost edinmediğini de anlıyoruz. Çünkü Hristiyan, Yahudi, Müslüman herkese bu dostluğun yol ve yöntemini açıklıyor. Allah bu açıklamayı neden yapıyor? Çünkü kendi dostluğunu elde etmenin yegane usulü bu.

Allah Hz. İbrahim’i dost edindiğini neden açıklıyor? Çünkü Yahudiler ve Hristiyanlar kendilerinin Allah’ın oğlu ve Sevgilisi olduklarını iddia ediyorlar. İşte tam bu noktada bu saptırılan konuya Rabbimiz itirazını bildiriyor. Dinlerini şirk ve yozlaşmayla bozan ehli kitaba bu iddialarının yanlış olduğunu anlatıyor. Ve Allah’ın sevgisini, dostluğunu kazanmanın yegane yolunun Hanif (Allah’ı birleyen) olan İbrahimin yol ve yöntemi olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

Maide 18 Yahudiler ve Hıristiyanlar dediler ki, biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. De ki: "O halde, niçin size günahlarınız yüzünden azap ediyor?" Hayır, siz de O'nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğine azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülkü/yönetimi Allah'ındır. Dönüş de O'nadır.

Yahudiler ve Hristiyanlar Hz. İbrahim’i kendi taraflarında varsayıyorlar. Sadece kendilerinin Hz. İbrahim’in yolunda olduklarını ve bu yüzden Allah’ın sevgilisi olduklarını iddia ediyorlar. Ama yanılıyorlar;

"Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (AL-İ İMRAN SURESİ / 65)

Ehl-i Kitap doğru yola kılavuzlanmanın sadece kendi dinleriyle mümkün olduğu kanaatindeler. Hanif olduğundan dolayı Allah’ın “dostum” dediği Hz. İbrahim’in yolunda olduklarını iddia eden bu zümreler hanifliğin zıddı davranışlar sergileyerek şirk ve yozlaşma içine düştüklerini bile göremiyorlar. Bu körlüklerine rağmen Allah’ın oğulları ve sevgilisi olduklarını iddia edebiliyorlar. Halbuki Allah’ın dostluğunu kazanmanın yegane yolu Şirki terk etmek yani hanif olabilmekle mümkündür ancak.

"Yahudi yahut Hiristiyan olun ki dogruya kılavuzlanasiniz." dediler. De ki: "Hayır, öyle degil. Şirk ve yozlaşmadan uzak bir biçimde, Ibrahim milletinden olalım. O, şirke bulaşanlardan değildi." (Bakara 135)

Allah’ın dostluğuna aday olabilmek için Hanif olan İbrahimin Milletine tabi olmak önşarttır. İbrahim atamızın yolunda olanlar ona uyanlardır ve Hz. Muhammed ve ona tabi olanlardır. Şüphesiz ki müminlerin tek VELİSİ, tek HALİLİ, tek DOSTU, tek YARDIMCISI Allah’tır.

İbrahim, ne yahudi idi, ne de hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi. Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir. (AL-İ İMRAN SURESİ / 67-68)

YASAK AĞAÇ


-Cinsel Güdülerin/Dürtülerin Açığa Çıkması-

Araf 19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Adem ve Eşi cennetteki tüm nimetlerden faydalanma özgürlüğüne sahipti. Sadece bir nimet hariç. O nimetten faydalanmaları Allah tarafından yasaklanmıştı. Acaba bu yasak ağacın özelliği neydi? Ondan yiyince ne olacaktı ki Allah bu ağaçtan faydalanmalarını yasaklamıştı? O ağaçtan yendiği içindir ki dünya serüveni başladı. Bu ağacın özelliği neydi acaba? Ağaç deniliyor ama burada ağaç=şecere bir sembol, bir simge olmalı.

Araf 20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Araf 21- Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.


Ayetten anlaşılıyor ki bu ağaçtan yedikleri an Adem ve Havva cinsel organlarının farkına varacaklardı. Daha önce bu organlarının farkında değiller miydi? Farkındaydılar ama bu organlarının üreme konusunda işlevlerinin olduğunu bilmiyorlardı.

Adem ve Eşi bu ağaçtan yediğinde neler olacağını Şeytan biliyordu. Onların cinsellik güdüsü kazanacağını ve sonrasında böylece çoğalacaklarını biliyordu. Ademoğullarının böylece oluşacağını ve dünya serüveninin de bundan dolayı başlayacağını biliyordu. Dünya hayatını başlatabilmek için Ademe ve Eşine bu ağacın meyvesini tattırmak gerekiyordu. Ve Adem ve Eşi o meyveyi tattılar. (İblis sanki görevli gibi çalışıyor)

Araf 22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?"

O meyveyi tattıkları an cinsel organlarının bir işlevinin daha farkına vardılar. Cinsel dürtüleri açığa çıktı. Cennette güzel güzel yaşarken, her türlü nimetten sınırsızca faydalanırken, sonsuz olabilmek adına, melekleşebilmek gayesiyle şeytana uydular. Sonsuz olabilmek adına bunu yaptılar ama sınırlı, sonlu dünya hayatını elde ettiler sadece.

Araf 23- Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız."

Araf 24- (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır."

Araf 25- Dedi ki: "Orda yaşayacak, orda ölecek ve oradan çıkarılacaksınız."


Böylece kurgu tamamlandı ve insanın yeryüzü hayatı başlamış oldu. Yasak ağaç(=şecere) yasağı çiğnendiği için insanın soy ağacı (şeceresi) oluştu. Soy ağacımızı (şeceremizi) oluşturmak yasaklanmıştı. Adem ve Eşi bu yasağı çiğnedi. Bu yüzden pişman oldular, Tevbe ettiler ama artık iş işten geçmişti. Belli bir vakte kadar yeryüzüne indirildiler. Allah şeytanı insanın ezeli düşmanı olarak belirledi ve atadı. İnsanoğlunun dünyada imtihan edilme etabına böylece geçildi.

Araf 26- Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.

Cinsel dürtülerimizi takva elbisesi ile örtmemiz bize Rabbimizin tavsiyesidir.

Araf 27- Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.

Bu ayetten açıkça anlıyoruz ki; Adem ve Havva yasak ağaçtan yediklerinde cinsel dürtüleri meydana çıktı. “Elbiselerini sıyırtarak” denilerek bu açıklanıyor. Adem ve Havva cennetten bu yüzden çıkarıldılar. Şeytan nasıl ki onları cinsellik olgusunu kullanarak cennetten çıkardıysa bizi de cinsellik olgusunu kullanarak belaya uğratmak istiyor.

Bir önemli nokta da şu; Ayette şeytan denmiyor şeytanlar deniliyor. Şeytanların taraftarlarından bahsediliyor. Bizlere göremeyeceğimiz yerlerden yaklaşacakları söyleniyor. İnanmayacakların şeytanların dostları olduğu ilan ediliyor. Bu son kısım da üzerinde düşünülmeye değer.

Nefs - şeytan - Vehim

يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

49/13 Ey insanlar! Biz; sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, hem de sizi şube şube(sınıf sınıf), kabîle kabîle ayırdık ki; tanışasınız, muhakkak ki; Allah yanında Ekremliniz en takvalınızdır(ittiqa edenler), Allah Alim'dir, Habîr'dir.

Allah'ın inanlar için büyüklük/üstünlük kriteri bunlardır. Bir de dini sadece Allah'a has kıldığı zannı içinde olup, bir takım insanlara "üstünlük/büyüklük" bir kısmına da "küçüklük" payalerini KENDİ kriterlerine göre verenler var! Oysa "Büyüklük" & "Küçüklük" tanımlamaları, aldığınız kritere göre izafidir.
Yani:

"Büyüklük" kriteriniz: A ==>(ise); size göre büyük olan X kişidir.
"Büyüklük" kriteriniz: B ==>(ise); size göre büyük olan Y kişidir.

Yukarıdaki bu iki tanımlama genelde ifrat & tefrit ehlinde görünür. Kriterin sağlamlığı sorgulanmadığı için, kriterin
kendilerini ulaştırdığı sonucun YANLIŞ olduğunun farkında olamazlar. Olamadıklarıyla kalmaz, bir de başkalarının
ahmak ve hakikati göremeyenler olarak nitelerler. Bu yüzden mevcut tüm gurup ve cemaatlere bakın, hepsi de kendilerinin EN DOĞRU YOLDA oldukları zannı içerisindedirler. Kimi gurup cemaat; ehli sünnet vel cemaat sloganıyla, kimisi ezoterizm sloganıyla, kimisi dar-ul erkam & dar-ul harb sloganıyla, kimisi cihad, kimisi de bilimsellik sloganıyla.....vs ön plana çıkar. Bu gurup veya cemaat içinde de MUTLAKA lider veya başı çeken birileri ve onun sözlerini MUTLAK doğru sayan bir kitlesi mevcuttur.

Bu durumun bir tehlikesi mevcuttur. şeytan binlerce insanı yoldan çıkarmakla uğraşmaktansa tüm hünerini ve enerjisini lidere yönlendirir. Çünkü lider saparsa ona bağlı tüm kitle de sapar. Bir taşla binlerce kuşun vurulması mümkündür. Tek çare tüm dünya inananlarının bireysel olarak Kur'an etrafında toplanmasıdır. İşin içinde bir topluluk (ister gurup ister cemaat deyin) olduğu ve içinde de başı çeken birileri olduğu müddetçe hatanın yanlışlıkların kaçınılmaz olduğu artık iyice bilinmelidir. Bir mürid veya gurup bağlısı, genelde temele bakmıyor, binanın deseni ve rengiyle meşgul oluyor. Bir insan çürük temel (Fikir) üzerine tutarlı yapılar (sözler) inşaa edebilir! Buraya dikkat etmek lazım. Binanın aslını oluşturan temel (Esas fikir) çürük olduğu müddetçe, dilediğiniz kadar onun üzerine tutarlı yapılar (savlar/sözler) inşaa edin, yıkılmaya mahkumdur. Lakin acı olan şudur ki; o yıkıntının altında epeyce canlar kalmış olacak. Allah herkese sonsuz sayıda fırsat sunmaz. Kişiler tekrar ve tekrar kendi gidişatını/seyrini kontrol etmek zorundadır.

Akıllı bir inananın bu işte bir terslik sezmesi lazım gelir. Yani her cemaatın en doğru yolda olduklarını sanmaları meselesinde....Bu ahval içerisinde olan cemaat & Gurup bireyleri kendilerine takılan gözlükleri, (liderlerine ait bakış açılarını) çıkarıp kırarlar ve euzu... çekerek kendi gözleri ile (objektif olarak) hakikati değerlendirler ise => ilk görecekleri şey "Kral Çıplak!" olacaktır. Eğer kendisine ait olmayan bu gözlükleri(bakış açısı/sorgusuz kabul) çıkarmazlar ve bu hal uzun süre devam ederse likit durumda olan çıplak realite & diyalektik kabiliyeti zaafiyete uğrar ve bu duygular kristalleşir! Artık başkasına ait olan gözlüğü kırıp hakikate çıplak gözle bakma ihtimali son derece azalmış ve gözlük artık kişinin retinası haline gelmiştir. Artık o kişide VEHM gelişir. VEHiM bir insana, olmayan şeyi var, kötüyü iyi, çirkini güzel, güzeli çirkin, teslimiyeti sorgulama, sorgulamayı fitne olarak algılatır. Bunun çaresi yok mu? var elbet. bir kaç türlü yoldan:

1- Ya günün birinde siz dileyeceksiniz ki; bu hem çok zor, hem de çok kolay.
2- Ya Allah dileyecek ki; ne zaman, kim için, hangi sebepten dolayı diler....belirsiz (Allah bilir/takdir eder)
3- Yada Euzubillahimineşşeytanirracim demeyi bilecek ve bunu yaşayacaksınız. Yani:

"Recm edilmiş şeytandan Allah'a sığınmak" bilgisinden daha öteye geçmeniz gerekir. Bunu bir ayet ile misallendirirsek daha iyi anlaşılır.

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْءَانَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

16/98 Kuran okuyacağın zaman, recmedilmiş şeytandan Allah'a sığın.

Bu ayeti açıklamadan önce, anlamamıza yardımcı olması hasebiyle ufak bir ön bilgi verelim. İsanları meleklerden ayıran en önemli hususlardan biri de, insanlarda NEFS in olmasıdır. NEFS ağır bir yük, ağır bir sorumluluktur insanlar için:

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

33/72 Doğrusu, biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Şüphe yok ki o (insan), çok zalim, çok cahildir.


Bu ayetin sonuna bakarsanız; Yüce Allah, insanların iki negatif sıfatına dikkat çekiyor: İnsanlar:

1- Çok zalim (Örtülü veya aleni, yazılı veya sözlü zulmedenler)

2- Çok cahil (Cahil olduğunun farkına varmayan...Bilgi düzeyinin artması tek başına kişinin cehaletini izale etmez)

Cahil olduğu halde: "evet itiraf ediyorum ben cahilim ama inşaAllah bunu Allah yardımı ve kişisel gayretimle yeneceğim" gibi samimi konuşanı duydunuz mu? Yada:

Zalim olduğu halde yani birilerine zulmettiği ama bunun farkında olmadığı için, kendini daim mazlum sanan birinden "Şöyle düşünüyorum da aslında yaptıklarımla ettiklerimle ya da sözlerim/yazdıklarımla meğer zulmetmişim. Allah affetsin, helallik dilemeliyim" diyebilen kaç kişi tanıdınız? Bunları kabullenmek nefse ağır gelir. Helallik dilemek kişiyi Allah indinde yüceltmesine rağmen kişi kendini aşağılanmış olarak vehmeder de bile bile geri adım atmaz.

Buraya kadar neden NEFS den bahsettik. Çünkü ıslah edilmeyen NEFS var ise şeytan(ın gücü) var. Diğer bir deyimle şeytanda insanları yoldan MUTLAK çıkaracak sultan yoktur. Sadece insandan kaynaklanan bir güç verme veya ona açık kapı bırakma gafleti/hatası/yanlışlığı vardır. O gücü bilerek veya bilmeyerek insanlar veriyor lainin eline. Bu yüzden inanan! insanların SON DERCE uyanık olması gerekiyor. Hataları & Yanlışlıkları hep kendinden uzak, kendini müstağni sayarak bakışlarını afaka değil, enfüsüne çevirmeli. Kendini (yaptıklarını) sorgulamalı, hatasız insan yoktur düsturuyla mutlaka bir hatasının olduğunu KABULLENMELİ ve HATASINI MUTLAK bulmalı ve TANIMLAMALIDIR. İzalesi için gereken çabayı netice alana kadar göstermelidir. Bir insan; "Yaw kendimi sorguladım ama kendimde bir suç bulamadım" diyorsa tehlike hala devam ediyor ve lainin eline verdiği gücün onda kalması için ısrar ettiğini idrak etmesi gerekiyor.

Lain, insanoğlunun NEFS ile birlikte varolduğunu bildiğinden, insanların zaafından istifade için girişim yapar ve bir takım açık kapılar arar. Bulduğu anda dalış yapar. Bu yüzden inanan insanlar kendindeki AÇIKLARIN bilincinde olmalı.

ثُمَّ لَآتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ

17/17- "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, ekseriyetlerini şükredenlerden, bulmayacaksın."

يَابَنِي ءَادَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْآتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ

7/27- Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.

7/27. ayette kırmızı renkli bölüm dikkatinizi çekti mi? "...Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler." insanların gafil kalmalarının bir nedeni budur. NORMALDE, Kur'an-ı Hakim ile haşır neşir olanların bu bilginin fakında olması ve gafil olmaması gerekir. Fakat her zaman dediğimiz gibi bir farkla; bu bilgiler uygulanmak/aksiyona çevrilmek için vardır.

Şimdi gelelim asıl konumuza:

16/98 Kur'an okuyacağın zaman, recmedilmiş şeytandan Allah'a sığın.

Burada Kur'an okunurken recmedilmiş şeytandan Allah'a sığınmak için sadece "Euzubillahimineşşeytanirracim" demekle işlem tamam olmuyor. Burada TÜM ÖNYARGILARA - PEŞİN HÜKÜMLERE - TÜM NAS VE BİLGİ ŞABLONUNA EUZUBİLLAHİMİNEŞŞEYTANİRRACİM demek lazım. Diğer bir anlatım ile hem şeytana hem de onun silah olarak kullanabileceği tüm hususlara da EUZUBİLLAHİMİNEŞŞEYTANİRRACİM denmeli...daha doğrusu söylemekle birlikte bunun BİLİNCİNDE olunmalı.

SULTAN Zorlayıcı(Normal Üstü) Güç

SULTAN

Zorlayıcı(Normal Üstü) Güç

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ ءَامَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

16/99 Doğrusu şeytanın, iman edenlerin ve Rabb'lerine tevekkül üzerinde bir nüfuzu/zorlayıcı kuvveti (Sultanı) yoktur.

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلًا

17/65 Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin nüfuzun/zorlayıcı kuvvetin (Sultanın) olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ

15/42 Sana uyan kalın kafalılar/ahmaklar dışındaki kullarım üzerinde senin nüfuzun/zorlayıcı kuvvetin (Sultanın) yoktur.

يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ

55/33 Ey cin ve insan topluluğu! Aktar-ı Semavat ve Arzdan nüfuz etmeye/aşıp geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin, (lakin) Nüfuz edemez/geçemezsiniz! ancak zorlayıcı kuvvet (Sultan) ile (geçilebilir)

( سُلْطَان )Sultan: Padişah, Sultan, Hüccet, Kuvvet, Delil, Kudret....anlamlarını barındırır. Ayette "Allah'tan başkası geçemez " denmediğine göre burada açık bir kapı var. Lakin, Yüce Allah bunun alelâde bir güç ile de yapılamayacağını bildiriyor ve "..ancak sultan/güç/kudret ile" "إِلَّا بِسُلْطَان" diye bir ibare koymuş Yüce Allah. Güç/Kuvvet/Kudret ile anlamdaş bir çok kelime olmasına rağmen "Sultan" kelimesini kullanmıştır ki; bir tek kelime olmasına rağmen, bizim ancak bir tümce ile açıklayacağımız anlam taşıması yönüyle de mucizevi bir kelimedir. "Sultan" üst düzeyi temsil eder. Yani gayri sıradan.

Ancak gelin görün ki bu mucizevi kelimeye ekstradan "güç" kelimesi ilave edilip "Sultan Güç" denerek, orijinalite yok edilmektedir. Ayet: "..ancak sultan bir güç ile..." demiyor. Sultan zaten (Üst düzey/zorlayıcı bir) güç anlamında olduğu için ayette ki ifade orijinal çeviri ile aynen şöyledir "..ancak bir sultan ile" ..Ya da diğer mânayı tercih eder isek "...ancak kudret ile" olur. Özetle burada üst düzey bir GÜÇ ten bahsediliyor. Söylenen güçten maksat, kas gücü olmadığına göre, ilmi bir güç olmalı.

En Doğruyu Yüce Allah Bilir!

YARATILIŞ((ADEM-HAVVA-YASAK AĞAÇ)

Yaratılış Adem-Havva, Melek-İblis-Yasak Ağaç-Kovulma

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ

7.11 Sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ancak İblis etmedi, secde edenlerden olmadı.

* Allah Ademi yarattıktan sonra meleklere Adem için secde emri vermiştir. Bu secde emri Adem in bizatihi halife makamını alması sebebiyledir. İlgili ayete bakacak olursak :

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

2.30 Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada fesad etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."

* Bu ayetle ilgili sorulan sorulardan birisi de , Meleklerin daha Adem yaratılmadan , yeryüzünde bozgunculuk , kan dökecek olmasını nereden ve nasıl bilmeleri ile ilgilidir. Bu soruya bazı araştırmacılar , Adem yaratılmadan önce yeryüzünde insansı adını verdikleri , ilk ilkel insan prototipinin var olması düşüncesidir. Kanımızca bu düşünce araştırmaya açık olup , biz kendi düşüncemizi aktarmayı uygun gördük.

* Ayrıca Melekler bildiğimiz üzere sadece Allah ı , zikretmekle ve görevlendirildikleri amelleri/işleri yapmakla yükümlüdürler. Asla ve Asla ALLAH ın emri dışına çıkma gibi bir durumları yoktur. Lakin kendilerine NEFS verilmemiştir. Oysa burada geçen cümlede Meleklerin ALLAH 'a karşı sitem içeren sözleri ilginçtir. Belki İblis daha ilk andan itibaren , kıyasa başlamış , isyan tohumlarını Meleklere böyle bir sözü söylemeleri için telkinde bulunarak atmıştı. Fakat düşünce daha Fiiliyata geçirilmemişti. ALLAH onun halinden habersiz değildir.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا

18.50 Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu veliler mi ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!

* Bu ayetten de anlaşılacağı üzere İblis yaratılış olarak Meleklerden değil , Cinlerdendir. Cinler ve İnsanlar yaratılış olarak farklı maddelere sahip olsalar bile aralarında büyük bir benzerlik olduğu da aşikardır. Şöyle ki ;

1- Cinler ve İnsanlar Allah'a kulluk için yaratılmışlardır.
2- Cinler de İnsanlar gibi Kıyametten sonra hesap vereceklerdir.
3- Cinler de İnsanlar gibi Kitaba muhataplardır.
4- Cinlerinde İnsan topluluğunda olduğu gibi erkek ve dişileri vardır. Ömür denilen hayat çizgisi içinde doğum , üreme ve ölüm sünetullahına tabiidirler.

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

32.13 Biz dileseydik, her benliğe hidayetini elbette verirdik. Fakat benden şu yolda söz hak olmuştur: "Yemin olsun, cehennemi tamamıyla cinlerden ve insanlardan dolduracağım."

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

51.56 Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْءَانَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ

46.29 Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinde: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا رَبَّنَا أَرِنَا الَّذَيْنِ أَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ أَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْأَسْفَلِينَ

41.29 O küfre sapanlar şöyle diyecekler: "Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster ki, onları ayaklarımızın altına alalım da en aşağıda kalanlardan olsunlar."

وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ

37.158 Allah'la cinler arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah'ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını.

* Velhasıl bu örneklemeyi daha da çoğaltabiliriz, Konunun özünden ayrılmamak için kısaca değindik , ve ilgili ayetleri daha da açıklayıcı olması için yukarıda verdik. Sonuç olarak : İblis in de cinlerden olması sebebi ile , yeryüzünde İnsan dan önce cinlerin yaratıldığını söyleyebiliriz. Ve İblis de Cinlerin temsilcisi olarak Adem in yaratılışına şahit tutulmuş ve secde emrine muhatap kalmıştır. İşte burada İblisin Nefsi ile kıyas yöntemine gittiğini görmekteyiz. İblis belkide kendisi için hayırlı / yada şer olacak en büyük imtihanın eşiğindedir. Belki de yaratıldığından hemen sonra içinde ki kibirlik duygusunu barındırmış , fakat kendisine karşı herhangi bir imtihan aracı olarak olay yada kıyas sunulmadığından o en büyük olayla karşı karşıya kalıncaya kadar , bu düşüncesi fiiliyata geçmemişti.

إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

38.74 İblis etmemişti. O, kibre sapmış ve inkârcılardan olmuştu.

قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَالِينَ

38.75 Allah dedi: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi? Burnu büyüklük mü ettin, yoksa büyüklerden mi oldun?"

قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ

38.76 İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

* 76. ayetten de anlaşılacağı gibi ALLAH İblis in secde etmemesinin nedenini sorunca , İblis in kıyas yöntemine gittiğini görüyoruz. Ve kendi nefsi ile kibirlenerek , Adem'e secde etmeyi kendi öz benliğine yediremiyor. Ve kendince kendini Ademin üstünde müstağni görerek , ondan hayırlı/üstün olduğunu söylüyor. Lakin bir önemli noktada İblisin cinlerden olmasına rağmen , Meleklerle aynı topluluk içinde yer alması ve Belki de kendine verilen İlim yada Rahmet ile Cinlerin temsilcisi olması hususudur. Konumuza ilgili ayet ile devam ediyorum.

قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَنْ تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ

7.13 (Allah):"İn oradan! Senin haddine mi orada büyüklük taslamak! Hadi çık! Şüphesiz sen alçaklardansın." buyurdu.

* Bunun üzerine ALLAH İblise verdiği Rahmetin karşılığında onu itaat edici olarak göremediğinden dolayı , onu yüksek olan makamdan kovuyor.Lakin dediğimiz gibi Meleklerle aynı makamı paylaşan İblis'in ALLAH 'a karşıda belli bir yakınlığı olduğu anlaşılıyor. Kanımızca bu makam Arş olabilir , fazla uzatmadan önemli bir noktayı açıklamak gerekiyor burada, Tam bu noktada genel kanı İblisin makamdan kovulduğu ve yeryüzüne indiği hususu ile ilgilidir. Halbuki; birazdan da açıklayacağımız gibi , bu genel kanı yanlıştır.

قَالَ أَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

7.14 "İnsanların diriltileceği güne kadar bana süre ver." dedi.

* İşte İblis in bu sözüne karşılık ,

قَالَ إِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ

7.15 "Süre verilenlerdensin." dedi.

* ALLAH İblise istediğini veriyor. Yani İblis henüz oradan inmiş değildir. İnme ve kovulma olayı o an için tehir edilmiştir. Burada sorulan diğer bir soruda İblis in İnsanların diriltileceği günü nereden bilmesi ile ilgilidir ki : Bu da yine değindiğimiz gibi Cin ve İnsan topluluklarının aynı Sünettulaha tabii olmaları ile ilgilidir, Yeryüzünde İnsanlardan önce cinler olduğuna göre , ve onlarda ancak Allah a kulluk ve ibadet için yaratıldıklarına göre ; Onlar içinde yazılmış belirli bir hayat ve hesap gününde tekrar dirilme olacağı kesindir. (En azından ayetlerden anladığımız kadarı ile )

قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ

7.16 "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." dedi.

ثُمَّ لَآتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ

7.17 "Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın."

* İblis in telafuz ettiği ''Dosdoğru yol kavramı'' nı burada açıklamaya değer buluyorum. Daha Adem yaratılmışken / yada Adem yaratılmadan önce cinler için geçerli olan değişmez ve Allah katında ki halis din kavramını İblis in bu sözünden anlayabiliriz. Yani değişmez kayyum din , yaratılıştan kıyamete değin vardır , var olacaktır. Lakin ayetlede sabittir ki , insanların büyük çoğunluğu bunun farkına varamıyacaktır. Sonra 17. ayettende anlaşılmaktadır ki : İblis in insanlara vesvese yoluyla musallat olacağı , ve insanların büyük çoğunluğunu isyana ve şirke sürükleyecek olmasıdır. Yalnız o an için İblisin bu söyledikleri ancak bir görüş ve sanmadan ibarettir.

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ

34.20 Yemin olsun, İblis onlarla ilgili sanısında isabet etti. İnananlardan bir grup dışındakiler ona uydular.

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْءُومًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ أَجْمَعِينَ

7.18 Allah buyurdu: "Çık oradan. Yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki, cehennemi tamamen sizden dolduracağım."

* İkinci kovulma emrine muhatap kalıyor İblis , ve ardından ALLAH ın , İblise uyanların akibetinin cehennem olacağı hakkında ki kelamı...

وَيَا ءَادَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

7.19 "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."

* Ve şu meşhur ağaç ... (İleride deyineceğiz)

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ

7.20 Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir."

وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ

7.21 Ve onlara, "ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.

Adem ve Havva yaratıldıktan sonra ilk yalanla muhatap kalmaları neticesindedir ki aldanışları kolay olmuştur. Lakin daha alemde çift kavramını kendilerinde görmektedirler, eş (erkek-dişi) olarak

* Belki de alemlerde yalan üzerine ilk yemin eden yine İBLİS ...

فَدَلَّاهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُلْ لَكُمَا إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبِينٌ

7.22 Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"

قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

7.23 "Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."dediler.

* Burada ağaçtan bahis soy ve nesep kavramıdır. Nitekim ağaç misalinin verilmesi , şecereyi en iyi tanımlamak hususu ile ilgili olmasıdır. Bir çok farklı medeniyette yaratılış hikayeleri genın tree kavramı ile anlatılır ve bir çok uygarılığın kalıntılarında yaratılış ağaç olarak resmedilmiştir. Zaten cennette yasak meyve kavramı gibi bir kavram ayette de geçmiyor. İblis in çirkin yerlerini onlara açmak için vesvese vermesi, Adem ve Havva nın öz benliklerine cinsel dürtüleri sokmak için olmasıdır. İşte bu ana kadar kendi öz benliklerinde gizlenmiş olan bu istek ve dürtü, Ağaçtan tatmak misali ile anlatılan / cinsel birleşme olayı ile kendilerinde açığa çıkmıştır.

Nitekim çirkin yerleri kendilerine açıldı derken , daha önceden gizlenmek terimi ile anlatılan olgunun , Adem ve Havva nın bu dürtüden mahsun olmaları kavramı ile alakalıdır. Başka bir bakış açısı ile bakacak olursak, belki de Adem ve Havva nın öz benliklerine NEFSİN bir tekamülüdür. Bu konu tartışılabilir. Bizim anladığımız öz benlik kavramı ile anlatılan kelamın, NEFS ile eşit anlamlar taşıdığıdır. Ve sonuç olarak bahçe yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeleri ise , yaptıkları durumun fenalığını anlamaları neticesinde , yine utanma duygusunun açığa çıkmış olmasıdır.

* Yine burada açıklamaya değer bulduğumuz bir nokta da : Daha ALLAH ın en başta İblise olan sözlerinde '' Onlardan sana uyan'' demekle , işin sonucunun tarafından hüküm verilmiş olması ile ilgilidir. Lakin ALLAH için nasıl mekan kavramı abes teşkil ediyorsa aynı şekilde zaman kavramı da abes teşkil etmektedir. Zaten bu ayetlerinde tam olarak anlaşılamaması , zaman kavramına endeksli olarak düşünülmesindendir. Halbu ki ALLAH bundan münezzehtir ve cenette ki zaman kavramı ile Madde / dünya sında ki zaman kavramı çok farklıdır. ALLAH ın İblisle ve aynı şekilde Ademle olan münasebetlerinde aynı an içinde olması büyük ihtimaldir. (En doğrusunu ALLAH bilir.)

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ

7.24 Buyurdu: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mekân tutmanız ve nimetlenmeniz öngörülmüştür."

قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ

7.25 Buyurdu: "Orada hayat bulacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız."

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ

2.36 Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: "Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin. Belli bir süre kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanma imkânı olacaktır."


* Ve son olarak ALLAH ın kesin hükmü gelmiş , İblis ve İnsan düşman olarak yeryüzüne inmiştir.

YARATILIŞ VE CİNLER

Yaratılış ve Cinler

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا

وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ


2/30- Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman (Melekler): " Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz" dediler. (Allah): "Şüphesiz, Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.

O halde Melekler insanların “Kan dökebileceklerini” nerden bildiler?

Ayette de açıkça görüldüğü üzere, “Kan dökecek” tabiri kullanılmıştır. Biliniyor ki cinlerin kanı yok !?. Yani enerji varlıkların kanı olmaz!?. (ben bu konuda zıt düşüncedeyim). Melekler “Kan dökme” yi mecaz anlamda kullanmış da olamazlar. Bir şeyin mecaz olarak da kullanılabilmesi için öncelikle aslının-zahirinin olması/bilinmesi gerekir. Ortada yaratılmış hiçbir insan yok. Dolayısı ile “KAN” diye bir şey HİÇ görülmemiş ve bilinmiyor. O halde "Kan dökecek" tabirini neden kullandılar?

Benim şahsen şöyle bir sonuca vardım; bizler maddeyiz(yoğun enerji) onlar ise enerji (leza) diyoruz. Buraya kadar tamam, benim vardığım sonuç odur ki; onlar dilediği an aynen bizler gibi madde (yoğun enerji) olabiliyorlar. Bunun yanında süratle şekil değiştirme, kılıktan kılığa girme yetenekleri de mevcut. Yoğun enerji olmayı diledikleri taktirde, aynen bizler gibi eti kemiği kanı olan insan görünümlü (ama daha kısa ve cılız) olabiliyorlar. Madde iken bizlere göre daha güçsüzler ve insanlar tarafından zarar görmeye açıklardır.

Kolay kolay madde olmayı dilememelerinin sebebi budur. Yani: yoğun enerji(madde) olmayı dilediklerinde güçsüz olmaları ve o an insanlar tarafından tehlikeye tamamen açık hale gelmeleridir. İşte Adem yaratılmadan önce, yeryüzünde dilediği zaman madde olabilmenin de zevkini/değişikliğini tadan cinler, yeryüzü hilafetinin insanlığa geçmesiyle, bu zevk/renk onlardan dolaylı olarak alınmış oldu.

İşte Adem'den önce etli-kemikli-kanlı-canlı da olabilen cinler, yeryüzünde fesadın/bozgunculuğun/KAN DÖKMENİN dozajını hadsiz artırınca.....gerisi bilindik hikaye.

Bizlerin ilk yaratılışı nasıl ki topraktan, ama şu an toprak değil isek. Cinlerin de ilk yaratılışı eski sembolik anlatım ile dumanı katığı olmayan leza=saf ateş olup, bu günkü manada enerji ise, bu onların sadece enerji beden kalmaya mahkum oldukları anlamına gelmez. Yalnız ilk yaratılışlarının enerji olması onlara HIZ ve ŞEKİL-KILIK değiştirme yeteneğini kazandırmıştır.

Ayrıca onlar sadece enerji yaratıklar olsa idi; yeme-içme-üreme... gibi ihtiyaçlarının olmaması gerekirdi. Bir de erkeklik ve dişiliklerinin de olduğunu da hesaba katarsak, şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza. Erkek ve dişi olup ürediklerine göre cinsel ilişki(dokunma/temas-haz) var demektir. Cinsel ilişki sonucu üreme olduğuna göre, insanlarınkine benzemese de erkek olanlarında SPERMA, dişi olanlarında ise YUMURTA nın da olması gerekir.(2n=zigot için)

Şimdi bu anlatılanları, sadece ENERJİ ile bağdaştırabiliyor musunuz?

Lain şeytan(Cin)in, Adem(A.S)'a Secde Etmemesi:

Şeytan(leza), Adem(salsal) (AS)'a secde etmeyişi kibrinin çok çok yoğun olmasındandı..ki buradaki secde = üstünlüğü kabul etme anlamını taşır ki, insanın cinlerden ve meleklerden üstün olduğunu HAL diliyle (secde) ZAHİREN kabullenilmesini temsil eder. Bu niyet ve bilgi ile BİR defaya mahsus olarak secde ile kabullenilmesini istedi yüce Allah. İşte çoğu inançlı insanlarımızın takıldığı nokta olan secde etme meselesinin iç yüzü budur. Yüce Rabb'im şeytan'ın enfüste gizli tuttuğu bu üst düzeydeki kibrini açığa çıkartmak için secde emrini vermiştir.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا

18/5 Biz, meleklere: "Adem'e secde edin!" dediğimizde. iblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabb'inin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da iblisi ve soyunu(iblisin tarafını tutan tüm cin topluluğu) dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne yaman bir bedeldir.

Eğer, Yüce Allah, Adem'in üstünlüğünü SADECE dil ile ikrar etmesini isteseydi, ağır da gelse şeytan bunu, kibrini saklama adına kabul edebilirdi. Ama gönüllerdekini HAKKIYLA bilen Allah "ADEM'E SECDE EDİN !" dedi. İşte Zahiri tasdik olan bu "SECDE" meselesini Lain şeytan kaldıramadı, hazmedemedi. Elbette Allah ALİM'dir.

Cinlerin; diledikleri zaman MADDE (yoğun enerji) olabileceklerini, bu halde iken güçsüz(hantal) olabileceklerini söylemiştim. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için, biraz teknik, biraz da fikri bir örnekleme yapmaya çalışacağım, inşaAllah.

Elimize aldığımız bir taşı, ışık hızında veya ona yakın bir hız ile karşımızda duran bir cama fırlattığımızda, taş(yoğun enerji), enerjiye dönüşeceğinden camı kırmadan seyrine devam edecektir. Az evvel durağan madde olan taş enerji olmuştur ve artık gözle görülebilme imkanı da ortadan kalkmıştır. Bu sefer cinler tarafından görülmeye başlanılmıştır. Teknik imkanımız olup ta, o taşın hızını kademeli olarak önce mermi çekirdeği hızına düşürebilsek, madde olduğu halde hızdan dolayı yine göremez ama hava ile sürtünmesinden dolayı çıkardığı sesten var olduğunu anlardık. Veya bu şekilde filme alınmış olsa, ağır çekimde taşın seyrini, görmüş olurduk. Taşın hızı bir kademe daha düşürülse, taş tam anlamıyla görülür. Nihayet taş, tamamen durdurulduğunda, (hızlı olmalarına kıyasla) artık daha güçsüzdür. (aynen cinlerin, yoğun enerji oldukları gibi). Ama mermi hızında size doğru seyrettiğinde çekiç ile ne yapabilirsiniz. Hiçbir şey !. Taş size ÇARPAR, Taş SİZİ ÇARPAR (Eğer önlem almayı bilmiyorsanız)

(Cinlerin maddeye dönüştüklerinde neden küçüldüklerini daha iyi anlayabilmek için maddenin 3 hali yerinde bir örnek olacaktır: (Misal..Buz) Bildiğiniz üzere, katı maddelerin molekülleri arasındaki mesafe azdır/sıkıdır ve hareketsizdir. Sıvı hale geldiğinde ise moleküller arasındaki mesafe/bağ biraz daha uzamıştır. Gaz (buhar) halinde ise Hacim büyüklük açısından en doruk noktasına ulaşmış...moleküller arasındaki mesafe/bağ en uzun hale gelmiş ve moleküller en hareketli halini almıştır.)

Tabi akla şu soru gelebilir... Ya da gelmezse ben hatırlatayım. Madem cinler görünür olduklarında önceki hallerine oranla daha güçsüz hale geliyor, o halde Hz. Süleyman bunları nasıl oldu da inşaat/taş işleri gibi kuvvet gerektiren işlerde kullandı?

فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ

38/36- Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere kolayca eserdi/giderdi.

وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ

38/37 Bütün bina yapan, dalgıçlık yapan şeytanları da.

Sorunun cevabı şöyledir. Cinler iki kısımdır biri normal olanlar, diğeri ise ifritlerdir. İfritler normal cinlere oranla, hem yapı/fizik hem de güç/kuvvet bakımından çok daha büyüktür. Nitekim Hz. Süleyman'ın emrinde çok sayıda cin olduğu halde, Belkıs'ın tahtını istediğinde:

قَالَ عِفْريتٌ مِنَ الْجِنِّ أَنَا ءَاتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ

27/39 Cinlerden bir ifrit: "Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Ve gerçekten bunu yapmaya hem gücüm, hem de güvenim var." dedi.

Bu tahtı getirmeye talip olan (ifrit gurubundan) bir ifrit olmuştur. Çünkü bu tahtı getirmek gerçekten hız + güç gerektiren bir işti. Normal cinler arasında bu konuda kendisine güvenecek birileri yoktu ve olması da mümkün değildi. Bu soruyu da yanıtladıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim.

(Askerlik yaptığımızda, hepimizin kullandığı G3/A4 piyade tüfeğinin, mermi çekirdeğinin seyir hızı 780 m/sn olmasına rağmen, mermi çekirdeğini yine de göremiyoruz)

Bu örnekleri, cinler yoğun enerji olamaz, diyenler için verdim. Yani enerjinin tekrar madde olamayacağını savunanlara. Ayrıca cinler madde olamaz fikrini savunanların, günün birinde insanoğlunun ışık hızında gidebilecek, bir araç yapmalarına da inanmamaları gerekir veya saçma olarak nitelemeleri gerekir. Neden?

Çünkü böyle bir araç yapıldığını, Rezonans(tannanlık/seselim) ile ışık hızına ulaşıp enerji olduğumuzu farzedelim. Bu durumda cinlerin (enerjinin) maddeye dönüşemeyeceğine inanan bir insanın gözüyle bakarsak. Vay, vay ki ! az evvel gemiyle ışık hızına ulaşan insanların haline…..gidiş o gidiş, artık ömürlerinin sonuna kadar (Madde olamayacaklar) bir CİN olarak yaşayacaklar !

Oysa insanoğlunun ışık hızında yolculuk yapabilecekleri Kur’an ayetinde, KESİN bir şekilde açık ve bunu Rabb’imiz söylüyor. (Rahman Suresi)

يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ

55/33- Ey cin ve insan topluluğu! Aktar-ı Semavat ve Arzdan nüfuz etmeye/aşıp geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin, (lakin) Nüfuz edemez/geçemezsiniz! ancak bir sultan/Güç/Kudret ile (geçilebilir)

55/34- O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?

55/35- Üstünüze ateşten bir alev, bir zehir duman salınır; aman dileseniz de kurtulamazsınız;

33. ayette altı çizili kısma bakıldığında hitabın hem CİN lere, hem de İNSAN lara yapıldığı açıkça görülür. Yani iki tarafın da (cinler-insanlar) göklerin; bucaklarına/köşelerine/= boyutlarına gitmeye çalışacaklarına KESİN delil vardır.

Biliyoruz ki, Son elçiye risalet verilmeden önceki devirlerde cinler, gayb haberlerini işitme/çalma teşebbüslerine girişmişlerdi. Fakat üzerlerine, kesinlikle kaçmakla kurtulamayacakları KIVILCIMLAR (şıhap) gönderilmiş ve helak olmuşlardı.

Hülâsa; hitap iki topluluğa da yapıldığından dolayı, “Ey cin ve insan topluluğu!” ileriki zamanlarda her iki tarafta bu işe girişecekler anlaşılan. Cinlerin insanlardan, çok daha önce yaratıldığını ve bizim boyut/zamana GÖRE, daha uzun yaşadığını göz önünde bulundurduğumuzda, nüfuslarının bizlerden kat ve kat daha fazla olduğunu anlamış oluruz. İleriki zamanlarda ilk ışık hızında aracın bulunmasından daha sonraki zamanlarda, yani ışık hızında giden araçların çokça artmasından sonra, hesaba katılmayan olaylar cereyan edecektir.............Ya da:

Ayetin diğer mânası şu şekilde olabilir: Ey cin ve insan topluluğu Aktar-ı Semavat ve Arzdan ( تَنْفُذُوا ) Nufüz etmeye/Delip diğer tarafa geçmeye gücünüz yetmez. Çünkü bunu gerçekleştirmek için "Sultan/Güç/Kudret lazım. O halde nedir Sultan (güç)?

( سُلْطَان )Sultan: Padişah, Sultan, Hüccet, Kuvvet, Delil, Kudret....anlamlarını barındırır. Ayette "Allah'tan başkası geçemez " denmediğine göre burada açık bir kapı var. Lakin, Yüce Allah bunun alelâde bir güç ile de yapılamayacağını bildiriyor ve "..ancak sultan/güç/kudret ile" "إِلَّا بِسُلْطَان" diye bir ibare koymuş Yüce Allah. Güç/Kuvvet/Kudret ile anlamdaş bir çok kelime olmasına rağmen "Sultan" kelimesini kullanmıştır ki; bir tek kelime olmasına rağmen, bizim ancak bir tümce ile açıklayacağımız anlam taşıması yönüyle de mucizevi bir kelimedir. "Sultan" üst düzeyi temsil eder. Yani gayri sıradan.

Ancak gelin görün ki bu mucizevi kelimeye ekstradan "güç" kelimesi ilave edilerek orijinalite yok edilmekte. Ayette "..ancak sultan bir güç ile..." denmiyor. Sultan zaten aynı zamanda güç anlamında olduğu için ayette ki ifade orijinal çeviri ile aynen şöyledir "..ancak bir sultan ile" ..Ya da diğer mânayı tercih eder isek "...ancak kudret ile" olur. Özetle burada üst düzey bir güç/Kudretten bahsediliyor. Burada söylenen güçten murad, kas gücü olmadığına göre, ilmi bir güç olmalı. İlmi güç derken burada ben ilmi ikiye ayırıyorum.

1- Teknoloji ilmi

2- Ledun ilmi, ya da Kitap ilmi, ya da Allah katından verilmiş ilim. (Belkıs'ın tahtını getiren getiren zatın hızını (İlmini/Gücünü) hatırlayınız)

Tabi burada karşımıza yine bir soru çıkıyor. Acaba "Aktar-ı Semavat ve arzdan" nüfuz edebilmek hangi (ilmi) güç ile mümkün? Benim şahsi tercihim 2 nolu şıktan yana NEDEN? Bildiğimiz üzere dünyaya en yakın yıldız bile birkaç yüz ışık yılı uzaklıkta. Işık hızında giden bir uzay gemisine sahip olsak dahi, en yakın yıldıza ulaşmaya ömrümüz yetmez...değil ki Aktar-ı Semavat'ı aşmak. İşte bu sebep bana bunun teknolojik bir güç/ilim ile mümkün olamayacağını düşündürüyor. Bu günkü düşüncem bu şekilde.. Yarın fikrim değişebilir mi...Evet belki değişebilir....Belki hiç değişmez. Hemen yeri gelmiş iken sık sık tekrar ettiğim cümleyi yeniden hatırlatayım. Bunlar bizim şahsi görüşümüzdür. Doğruluğu sadece bizi bağlar. Zaten iman/farz/helal/haram/ gibi inanılması farz olan hususlar değil ki bu hususlar. Ve siz, siz olun Allah'ın bile iman etmenizi farz koşmadığı hususlarda HİÇ KİMSENİN teşbihini...Kanaâtlerini Mutlak Doğru gibi algılamayın. Bunu söyleyenin ilmi düzeyi ne olur ise olsun. Ve asla unutmayın ki bu gibi konular SADECE kişilerin yaptıkları kendilerine ait YORUMlardır. Buna en başta benim yazılarım dahildir. En Doğru ancak Allah yanındadır. Çünkü göremeyeceğimiz ve test edemeyeceğimiz hususlar için nasıl olur da %100 doğru olduğunu savunabilir ve HANGİ DELİL ve/veya kritere göre bunu ispat edilebiliriz ki?... Aynen İsa (AS)'ın tekrar yeryüzüne gelip gelmeyeceği gibi...

TÜRK KÜLTÜRÜNDE CEDA TAŞI ( YADA TAŞI )

TÜRK KÜLTÜRÜNDE CEDA TAŞI ( YADA TAŞI ) VEYA YAĞMUR TAŞI

HAZIRLAYAN
Yrd. Doç Dr. Ahmet ÖĞRETEN

Türk kültür tarihine baktığımızda, yada taşı diye bilinen taş vasıtası ile, bir nevi sihir yoluyla kar ve yağmur yağdırıldığının pek çok örneklerine rastlamaktayız.

Bu hususta Çin kaynaklarında olduğu gibi İslam kaynaklarında(Arap, Fars ve Osmanlı) da bilgi vardır. Arapça İslam kaynaklarında hacerü’l metar, Farsça kaynaklarda seng-i metar (yağmur taşı), seng-i ceda (ceda taşı) diye geçen taşa, muhtelif Türk lehçelerinden Yakutça’ da sata, Altaycada cata, Kıpçak grubu lehçelerinde cay adı verilir. (1)

Yağmur taşını, yat diye isimlendiren Kaşgarlı Mahmud,

“Bir türlü kamlık(kahinliktir). Belli başlı taşlarla (yada taşı ile) yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgar estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırılırdı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü” (2) demektedir.

Kırgız Sözlüğü’nde de,

“caytaş: Güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş” denilmektedir. (3)

Tarama Sözlüğü,

”yada taşı, eskiden usulüne göre kullanılınca yağmur yağdırdığına inanılan bir taş, yağmur taşı” derken, bir İngilizce sözlükte,

”yede, Cebrail tarafından Nuh Peygamber’e verildiği bilinen bir taştır. Yağmurun yağışına ve yağan yağmurun kontrolüne vesile olur” denilmektedir.

Yada taşı ile ilgili Çin kaynaklarından naklettiğine göre, Göktürkler‘in kurttan türeyişi ile ilgili efsanelerden birinde, Göktürkler’in atalarının kabile reisinin onyedi kardeşinin olduğu ve kurttan doğmuş olduğu ve diğerlerinden farklı olduğu belirtilmektedir. Tabiat üstü bir kudrete ve özelliklere sahip olan kardeşin yağmur yağması, rüzgarın esmesi hususunda emirler verebildiği belirtilir(4). Bu da onların ataları Hunlar dan geliyordu. Zira Hunlar düşmanlarına karşı yağmur dolu ve kar yağdırarak veya fırtına ve rüzgar çıkararak onları mağlup ediyor ve bunu yapabilen kahinlere sahip bulunabiliyorlardı. Onların V.asırda kuvvetlenen Cücen (Juan-juan) lerin bir istilasına karşı kendilerini bu sayede korudukları kaydedilmiştir. (5)

Altay-Türk masallarından olan Kara-atlı Masalı‘nın kahramanlarından Kara-atlı Han’ın oğlunun üstün kuvvet ve cesareti yanında, attığı nara ile dokuz karış kar yağdırdığı, her yandan rüzgar çıktığı zikredilir. (6)

Alplerin silahları arasında yada taşı vardır, isterlerse havayı istedikleri gibi değiştirebilirlerdi. Manas Destanı ‘na göre Alp Almanbet çok usta bir yadacı idi. Bozkır destanlarında yada geleneği çok önemli yer tutar.

Evliya Çelebi (1611-1682), Kafkasya yollarında seyahat ederken (1641), bir yerli büyücünün galip efsunlarla bulutları gökte toplayıp sağnak boşandırdığını bir ara anlatmıştır.

Şerefeddin Yaltkaya, İslam öncesi cahiliyet devri Arapları arasında da istediği zaman yağmur yağdırabilen kimseler bulunduğunu, bunlardan birinin de meşhur Arap şairi Mütenebbi olduğunu kaydetmekte; İslam kaynakların da da yağmur yağdırma ile ilgili deliller hatta yağmur yağdırma namazı (salatü’l-istiska) diye bir namaz olduğunu, fıkıh kitaplarında bununla ilgili bahisler olduğunu bildirmektedir. Nuh Peygamber ile kavmi arasındaki konuşmadan bahseden Yaltkaya, Kuran-ı Kerim den Nuh Suresi’nin 10-11. ayetlerini yağmur yağdırabileceğine delil olarak göstermektedir. (7)

Bu ayet şöyledir:

”Dedim ki : Rabbimizden bağışlanma dileyin; çünkü O bağışlayandır. Gökten üzerimize yağmur gönderir’.’

Gökalp ‘in değerlendirmesine göre, İslamiyet öncesi devre ait Türk destanlarından olan Böğü Tekin efsanesi, bu taşın gökten inen altın ışıktan meydana geldiğini gösteriyor. Bu efsaneye göre, olan Kutlu Dağ’ı vücuda getirmiştir. Kutlu Dağ, yeşim taşından bir kayadır ki, Türkler in elinde bulundukça Türk hakanlığı dünyaya hakim kalmış, Yulun Tekin zamanında Çinliler, bu gafil hükümdarı aldatarak Türklerin bu kıymetli tılsımını elinden almışlarıdır. Bunun akabinde Türkler’in büyük göçü meydana gelerek Türkler her tarafa dağılmış ve bu sırada Uygurlar da Beşbalık ülkesine kadar gitmişlerdir. Bu rivayet yada taşının eski Türk hayatındaki ehemmiyetini gösteriyor. (8)

Kırgız-Kazaklar ın Er Gökçe destanı na göre, Altın Ordu nun meşhur kahramanı Er Kosay, çölde susuzluktan sıkıntıya düşen ordusunu bu sıkıntıdan kurtarmak için, cay taşını atının ciğerinden çekip çıkarmıştır. Kırgızlara göre cada (cay) taşı koyun karnında bulunur. Bu taşla yazın kar yağdırmak mümkündür. (9)


Yada Taşının Menşei

Yada taşının menşei hakkında çoğu efsanevi nitelikte olan muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetler ışığında söylenebilecek şey, Seroşevski nin ifadesini tekrarlamaktan ibaret olsa gerekir:

”Türkler nazarında mukaddes tanınan herhangi bir taşın, yada mahiyetine alınabileceği anlaşılmaktadır.” (10)

Yada taşının rengi ve şekli konusunda başka rivayetlerde bulunur. Yakutlarca bilinen ve sata denilen yağmur taşının, çok küçük bir insan başı şeklinde olduğudur. Canlı olduğu iddia edilen sata nın evde tutulamayacağı, hangi hayvandan meydana gelmişse onun yapağası içine sarılarak, bir delik içinde dikkatle gizlemek gerektiği, sata nın öldükten sonra artık başka taşlardan hiçbir farkının kalmayacağı ilave edilmektedir. (15) Sata taşı canlı bir insan kafasına benzer. Yüzü gözü kulağı, ağzı çok açık görülür. Kadın veya bir yabancı eli ona dokunduğunda, kuvvetini kaybeder. (11)

Fuat Köprülü, Mahmut b. Mansur un eserine dayanarak, yağmur taşı için,

”Kolayca ufalanabilir, büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür: Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz renginde, beyaz temiz ve koyu kırmızı, yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır” demektedir. (12)

Yada taşı ile nasıl yağmur yağdırıldığı hususunda da çeşitli rivayetler vardır. Bazılarının bu taşı yüksekten alçağa doğru akan suyun içine konulduğunu, bazıları da bunun kullanılışını yalnız Türkler’in bildiğini, bunu kimseye söylemeyip sır tutuklarını, kimseye öğretmediklerini söylüyor. (13)

Türkler ve Moğollar, tabiatın hassas dengelerini korumak konusunda son derece dikkatli davranmışlardır. Özellikle av ve süngü törenleri dolayısıyla tabiatın dengesini bozmamak için dikkatli davranırdı. Yat törenlerini bilhassa kışın yapmamak gerekir. Çünkü bu işlem bitki ve hayvanlara zarar verir. Yazın ona sık sık başvurmamak lazımdır, zira pek çok kurt ve böceğin ortaya çıkmasına sebep olur. (14)

Yadacıların durumuna ise: yadacılığı meslek edinmiş kimselerin hepsi yoksul kimselerdir. (15) Yadacıların yada yapışlarında çoluk çocuklardan birinin ölmesi veya elindeki malını yitirmesi veya hayvanlarının çalınması gibi bir felakete uğradıkları kendilerinden duyulmuştur. Hükümdarlar yadacıların kayıplarını her defasında tazmin etmeye çalışmıştır.

Yadacılığın her ne kadar İslamdan sonra yapıldığına rastlansa da, bu adetin unutulmasında Türkler’in İslamiyete girmiş olmalarının rolü olsa gerekir. Kaynaklardan da ifade edildiği gibi, yadacıların yada esnasında söyledikleri sözlerin bir Müslüman için küfre götürücü nitelikte olması. Allahın taktiri kabul edilen rüzgarın esmesi, yağmurun yağması gibi tabii olaylara müdahaleyi İslam inancı ile bağdaşır bulmamaları. Son olarak da yadacıların her yada yapışına müteakip mutlak suretle bir zarara maruz kalmalarına dair olan yaygın kanaat dolayısı ile yadanın zamanla unutulmasında amil rol oynamış olmalı.

Hıristiyan ve Moğollaşmakta olan bir Türk kavmi Naymanlar da muharebelerde yadacıları kullanıyorlardı. Nitekim Buyruk Han da, bir defasında Cengiz Han a karşı, 1202 yılında bir muharebede bu vasıtaya başvurmuştur. Bu hususa Yakup el-Hamavi’nin eserinde Ahmet es-Samani; bir sene 20000 askeri ile Türkler in üzerine sefer yaptığını Türkler den 60.000 silahlı askerle karşılaştığını günlerce çarpıştığını anlatır. Türk memluklardan ve diğer askerlerden bir grubun etrafına toplanıp ona yadacıların savaş esnasında büyü yapacaklarını askerlerinin üzerine mahvedici bir dolu yağdıracağını söyler. Ahmet es-Samani :

”Küfür henüz kalbinizden çıkmamış. Bunu bir insan yapabilir mi? deyip askerleri azarladım. Ertesi gün kuşluk vakti korkunç seslerle dehşete düştüm, askerlerimin tepesinde kara bir bulut vardı askerler ne yapacaklarını şaşırmışlar başlarına gelecek felaketi bekliyorlardı. Bunda bir fitne olduğunu anladım atımdan inip iki rekat namaz kıldım yüzümü toprağa sürüp Allaha yalvardım. Ey Allahım bu bulut bizim üzerimize yağarsa Müslümanlar zayıflar, müşrikler kuvvetlenir. Kuvvet ve Kudretinle onun şerrini bizden uzaklaştır. Ey azamet, kuvvet ve kudret sahibi dedim. Hayrın ancak Allah’tan geldiğini, kötülüğü ondan başkasının savamayacağını biliyordum. Ben bu haldeyken memluklar ve diğer askerler gelerek selamete erdiklerini müjdelediler. Kolumdan kaldırdılar .Ey emir bak dediler. Başımı kaldırdım bulutlar askerlerimin üzerinden Türk askerinin üzerine gitmiş dolular hayvanlarını ürkütmüş, çadırlarını yıkmıştı. Dolu taneleri kimin üzerine düşse onu takatsiz kılıyor veya öldürüyordu. Adamlarım Onların üzerine hamle yapalım mı? dediler. Ben hayır Allah’ın azabı daha dehşetli ve acı dedim. İçlerinden pek azı kurtulabildi. Karargahlarını olduğu gibi bırakıp kaçtılar…”

Osmanlı Rus Savaşları ve ”Yada Taşı”

Türklerin yada taşı ile yağmur yağdırdıklarına dair başka kaynaklarda da bilgiler mevcuttur. Ancak esasen bizim burada arzuladığımız şey, bu usülün 18.yy sonu Osmanlı Rus Savaşlarında kullanılmış olmasını ortaya koymaktır.

Yada taşı nın savaşlarda silah olarak kullanılışının son örneğini 18.yy ın son yarısına rastlayan 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında görüyoruz. Kaynakların ifadesine göre 1768-1774 savaşında Osmanlı Ordusunun uğradığı ilk büyük hezimet bu sebeptendir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslim Kalmuk Türkleri tarafından, Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu, pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün toprakları terk ederek, Tuna Nehri nin beri yakasına kadar çekilmek zorunda kalmıştır.

Rusya nın Lehistan ın iç işlerine müdahalesi sonucu başlayan 1768-1774 Osmanlı Rus Harbi nin, Hotin Muharebeleri sırasında, Hotin de bulunan Mustafa Kesbi nin anlattığına göre Hotin Kalesine yürüyen Rus ordusu, Kaminiçe önlerinde ordugah kurmuştur. Tuna Nehri nin karşı kıyısındaki İzvançe Sahrası’na hayvanları için ot toplamaya giden Hotin Kalesi muhafızları, pek çok defa Rus katarına süvarilerinin saldırılarına hedef olmuştur. Ot toplamakla meşgul olan muhafızlar, Ruslar tarafından saldırıya uğrar, esir edilerek götürülmek istenirdi. Durumu kaleden izlemekte olan Hotin muhafızları duruma müdahale edip Rusları takip eder ve zaman zaman küçük çaplı muharebeler meydana gelirdi. Her muharebe sonrası dönüşte, piyade ve süvari muhafızlar, şiddetli yağmura tutulurlar, nehir o derece taşardı ki, piyadelerin geçişlerine fırsat tanınmadığı için, süvariler onların atlarının terkine alarak Hotin kıyısına geçmek zorunda kalırlardı. Fakat yinede bu geçişler sırasında pek çok asker suda boğularak hayatını kaybetmekte ve ciddi zayiatlar vermekteydi. Kale muhafızlarını her cenk dönüşünde karşılayan bu yağmurun sihir ve efsun ile meydana geldiğini, Hotin kalesinde bulunan ehli vukuf Lipkalar (18) ve Hotin yamakları haber vermişlerdir.

Defalarca tekrarlanan bu hadiseden başka diğer hadisede, Serdar-ı Ekrem in geçerek Ruslar üzerine hücum etmek istediği sırada meydana gelmiştir. 1768 Seferi ne ordunun başında vezir-i ekrem sıfatı ile çıkan yağlıkçızade Mehmet Emin Paşa nın gevşekliği ve tedbirsizliği dolayısıyla azli üzerine, bu makama getirilen Moldovancı Ali Paşa, seleflerinin durumuna düşmemek için, Hotin karşısında, Tuna Nehri nin öte yakasında bekleyen Galiç’in kumandasındaki Rus kuvvetleri üzerine yürümek ve Rusların Hotin üzerinde oluşturdukları tehtidi ortadan kaldırmak istedi. Nehir üzerine inşa edilen köprüden karşıya geçildi(9 Eylül 1769). (17) Serdar ı Ekrem Ali Paşa’nın ordusu Rus kuvvetleri üzerine hücum etmek üzere nehrin karşı tarafında bulunduğu sırada, gittikçe ziyadeleşen şiddetli bir yağmur başladı. Etrafındaki dağ, vadi ve derelerden katılan yağmur suları ile nehir iyice coşup kabardı ve taştı. Kurulmuş olan köprü de kırıldı ve çöktü. Köprünün çöküşüne, nehrin akıntısından ziyade, nehrin yukarı mecraında bulunan Rus askerleri tarafından nehre bırakılan büyük ağaçlar sebep olmuştur. Köprünün yıkılması ile geri dönüş imkansız hale geldi. Muhabereye tutuşulması halinde yağmurun şiddetinden top ve tüfek atışlarının mümkün olmayacağını anlayan askerin moral gücü kırıldı ve adeta hayatlardan ümitleri kesildi. Bu durumu yakından gören Rus kuvvetleri hücuma geçtiler. Bu şartlar altında karşı koymaya mecali kalmamış olan Osmanlı askeri, piyadesiyle, süvarisiyle; top, cephane, çadır, çerge, bütün ağırlıkları bırakarak panik içinde kaçmaya başladı. Köprü başına gelip köprünün yerinde olmadığını gören asker birbiri ardınca nehire atladı. Nehre atlayanlardan ancak onda biri karşıya ulaşabildi, diğerleri boğuldu. Yağmurun ardından kar yağmaya başladı. Bu harekata katılan Osmanlı kuvvetlerinden üçte biri kurtulurken üçte biri esir, üçte biride hayatını kaybetti. Nuh tufanına muadil gösterilen yağmur ve kardan Rus kuvvetlerinin etkilenmeyip hemen hücuma geçmeleri de göstermektedir ki, bu yağmur hadisesi de öncekiler gibi, Rus ordusu içinde var oldukları bilinen Kalmuklar tarafından vücuda getirilmiştir. (18)

Bu hezimetten sonra Hotin’i müdafa ümidini kaybeden Serdar-ı Ekrem, kale kapılarını çekip mühürleyerek İsakçı’ya kadar çekilmişlerdir. Geride kalan bütün silah, cephane ve sair ağırlıklar Ruslar’ın eline geçmiştir. Bu esnada Hotin kalesine zahire azlığı ve surların yer yer tahrip olmuş olmasına rağmen beşyüz kadar top ve bol miktarda cephane bulunuyordu. (19)

1768 Seferi nin ikinci yılında 1 Ağustos 1770 de meydana gelen Kartal Bozgunundaki zayiatın büyüklüğünün de, Hotindeki köprü vakasında olduğu gibi, yağan şiddetli yağmur sonucu, Tuna nehrinin taşıp üzerindeki köprünün yıkılmasına bağlanır. Kartaldaki Osmanlı ordusunun Serdar ı Ekrem İvazzade Halil Paşa kumandasında, 50.000 kişilik Tatar kuvveti ile birlikte 180.000 kadardır. Ramanzof kumandasındaki Rus ordusu 30.000 kişiden ibarettir. Türk ve Tatar kuvvetleri arasında Petro nun Prutta düştüğü duruma düşen Romanzof, ani bir hücumla kendini kurtarmaya karar vermiştir. Zira karşısındaki ordu Prutta ki Baltacı’nın ordusundan bin kat daha kötü ve düzensizdir. Romanzof un hücümuna dayanamayan talim ve terbiyeden mahrum Osmanlı Ordusu büyük bir bozguna uğramıştır. Serdar ı Ekrem Halil paşa nın muharebe öncesi, 1770 Haziran ayı ortalarında padişaha gönderdiği arzda, Tuna Nehri’nin azgınlığının geçmişte benzeri görülmemiş olduğunu beyan etmiştir.

Rusların yağmur yağdırma tekniğini, aralarında bulunan Türkler vasıtasıyla uyguladıkları şüphesizdir. İsveç elçisinin 1736 yılında, Osmanlı hükümetine sunduğu, Rus ordusunun 1718 yılındaki durumu ile ilgili verdiği rapora bakıldığında, Rus ordusu içinde yer alan Kalmuk askerinin, sayı itibariyle ciddi bir yekün tutuğu görülmektedir. Bu rapora göre, çarlık muhafız kuvvetleri dahil, toplam 372.922 kişiden meydana gelen Rus ordusunda 104.000 kişilik Kalmuk askeri bulunuyordu. Diğer taraftan, Rusların içinde bulunan Türk asıllı topluluklar Kalmuklar dan ibaret olmayıp, bugün Rus olarak bilinen 500 den fazla sülalenin Türk asıllı olduğu ispatlanmıştır. (20)

18.yy da Rusya nın büyüme arzusu ile hız kazanan Osmanlı-Rus savaşların da, bunlara benzer başka sel ve köprü felaketlerine rastlamak mümkündür. Bu hadiselerin ardından da aynı usül ve teknik ile yağdırılan yağmurların olabileceğini gözardı etmemek gerektiği kanaatindeyim. Mesela aynı usül ile yağmur yağdırıldığına dair kaynaklarda bir bilgi bulunmamakla birlikte, aynı savaşlar esnasında Sadaret’in sunduğu arzlardan birinde ”Prut Nehri dahi Han Tepesi tarafından sahraya taşıp, geçit olan bir iki mahalle Moskovlu kafiri top ve piyadeler vaz etmekte…” (16) ifadesinden, benzer bir tertibin varlığı hissedilmektedir. Hatta yukarı da sunduğumuz, Serdar-ı Ekrem Halil Paşa nın Tuna Nehri’nin böyle bir tuğyanının ancak 59 yıl önce Baltacı Mehmet Paşa nın Prut Seferi sırasında görüldüğüne dair raporu, Baltacı nın da yine Ruslar tarafından aynı usül ile yağdırılan yağmur felaketine uğratılmak istenmiş olabileceğini akla getirmektedir.