Bu Blogda Ara
29 Mayıs 2010 Cumartesi
RUHLARIN CESEDDEKİ YERLERİ!!! SIRR'UL ESRAR........(letaifler)
Ruh mevzusunda en kapsamlı çalışma Tasavvuf âleminin kendisine bağlanmaktan şeref duyduğu Peygamber Efendimiz’in (sav) güzide emanetlerinden Abdülkadir Geylani’ye lütfedilen, tasarruf ettirilen keşiflerdir. Şahsen bu konuda yaptığım çalışmalarda az sonra bahsedeceğim eser, şahsen içimde sakladığım gerçeği ortaya çıkarıp iç dünyama ait taşları yerli yerine oturtmamı sağladı.
Geylani, Asıl ismi “Sırrül Esrar Fima Tehtacü İleyhil Ebrar” bugünkü manada “Dostlar Zümresinin İhtiyaç Hissettiği Sırların Sırrı” olan kısaca “SIRRUL ESRAR” isimli eserde bilinenin dışında insanın başka ruhlar taşıdığından da bahsetmektedir.
1 Aralık 2009 Salı
RUH'UN SEYRİ

“Yüce Allah cemal nurundan ilk defa Hazreti Muhammedin Nurunu yarattı. Bu durum şu kutsi hadiste şöyle anlatılır:
“Muhammed’in ruhunu yüzümün nurundan yarattım”
Bu durumu Allah’ın Elçisi ise şöyle açıklamıştır:
“ Allah önce ruhumu yarattı, Allah önce nurumu yarattı. Allah önce kalemi yarattı. Allah önce ‘aklı’ yarattı.”
Haliyle ortada “Ruh-Nur-Kalem/ilim-akıl” şeklinde sıralanan birbirini bütünleyen tek bir yaradılış zinciri var/hyç)
Muhammedin Ruhu yaratılanların mayası, kâinatın evveli ve aslıdır. Allah’ın Resulü bu durumun akabindeki gelişmeyi:
“Ben Allah’tan müminler de benden...” cümleleriyle anlatır
(...)
Geylani Hazretleri daha sonra
Ruh’un özünün “Nur” (yani ilahi kudrete has enerji) olduğunu söylüyor. Daha sonra bu Ruh’un çeşitli işlemlerden geçerek “ceset alemi”ne girme aşamasına kadar geldiğini ise şu ayetle açıklıyor:
“Sonra onu aşağıların en aşağısına/esfeli safiline gönderdik.”
RUH’UN SEYRİ/TEKAMÜLÜ
Geylani Hazretleri bu defa Ruh’un öyle ham halde bırakılmadığını çeşitli işlemlerden geçtiğiyle ilgili o günkü benzetmelerle bilgiler veriyor:
“Yani o nur, ilk önce Lahut aleminden ceberut (büyüklük,azamet) alemine gönderdi. O nurdan olan ruhlara iki harem arasında ceberut nurundan kisveler gidirdi. Buna SULTANİ RUH denilir.
Sonra bu kisveler ile “Melekut Alemi”ne saldı. Buna da Orada da melekut nurundan kisveler giydirildi (yeni sistemler yüklenildi). Buna da (Bu işlemden geçen Ruha’da) RUHANİ/NURANİ RUH denilir.
Sonra (yeni bir işlem için) ;
(Bu defa) MÜLK ALEMİ’ne gönderildi. Burada MÜLK kisvesine büründü. Buna da CİSMANİ RUH (Halk arasındaki ismi “Can” olup; insanoğlunun bildiği sadece bu ruhtur) dendi.
Sonra;
Sonra da Allah (çeşitli sistemler yüklenen) o ruhlara (bu ceset denen) cisme girmeleri için emir verdi. Onlar da Allah’ın emriyle girdiler. Bu durumu şu ayet haber vermektedir:
“Ona Ruhumdan üfledim” (Sad, 72)
Zaman oldu o Ruhlar; bu cesetle olan ilgisini (cesede ait arzulara takılı kalıp) artırdılar. Bu yüzden de ahdi (İnsanların ve cinlerin Ruhlar halindeyken Allah’la yaptıkları sözleşme) yi unuttular. Hâlbuki Allah onları yarattı ve:
_ Sizin Rabbiniz değil miyim? Buyurdu
Onlar da (hep birlikte):
- EVET...
Cevabını verdiler...
İşte bu sözlerini unuttular. Asli vatanı (Ruhlar aleminde sözleşmenin yapıldığı anı ve yemini) unuttular.
Fakat... Rahman onlara acıdı. Bu sebeple elçiler ve ilahi kitaplar gönderdi. Bununla (geldikleri ve dönecekleri) asli/asıl vatanı hatırlatmak istedi. Bu durum şu ayetlerle haber verilir:
“Onlara Allah’ın günlerini hatırlat” (İbrahim, 5)
Yani, Allah’la sözleştikleri o günleri hatırlat...
RUHLARIN CESETTEKİ YERLERİ
VE DONANIMLARI...
Abdülkadir Geylani Hazretleri yine kısaca “SIRRÜL ESRAR” isimli eserde yukarıda bahsettiği Ruhların cesedlerin (bedenlerin) hangi bölgesine yerleştirildiğini de açıklıyor :
CİSMANİ RUH:
Bedendeki yeri sinedir. Bedeni-fiziki duygularla beraberdir. Sorumluluğu Allah’ın sosyal hayattaki kurallarına uymaktır. Eğer ibadetleri gösteriş yapmayacak şekilde has yaparsa keramet tabir edilen ruhbanlara ait işlere kavuşabilir, şöyle ki: “suda yürümek, havada uçmak, az zamanda çok yer katetmek, uzaktan söyleneni duymak ve iç âlemdeki gizli şeyleri haber vermek gibi”
REVANİ /NURANİ RUH:
Revani Ruh’un yeri kalptir. Kazancı manevi sahaya ait ilimdir. Bu ruhun kendini geliştirme kuvveti ve çabası Allah’ın zatına ait isimlerin ilk dördü iledir. Diğer on iki isimde olduğu gibi bu dört isimde de harfle dahi olsa sesli yakarışlar, davetler olmaz.
“Güzel isimler O’nundur, onunla çağırınız.” (Araf, 180)
ON İKİ İLAHİ İSİM ise “LA İLAHE İLLALLLAH” cümlesinin esasına dayanır. Çünkü bu cümlenin harfleri “on iki”dir.
Revani/Nurani Ruh melekler alemine şahitlik eder. Gördüğü şeylerin bir kısmı cennetler ve içinde bulunan nimetlerle meleklerdir. Konuşması iç aleme dair olur. İlahi isimlerin derin anlamını düşünür. Ötelerden haber verir. Ahiretteki yeri ise Naim cennetidir.
SULTANİ RUH:
Bu Ruhun kendini geliştirdiği yer kalp’te “Fuad/Yücelik” denilen yerdir. Bu Ruhun marifeti varlıkların, “yaratılanların ve olayların içinde saklı olan gerçek nedenleri, hakikatleri bilmesidir.” Bu ruhun gücünü aldığı kendini geliştirdiği işe gelince “kalb dili” ile yalvarılan ilahi isimlerin hepsidir. Öbür alemdeki mekanı FİRDEVS cennetidir.
Ve “KUDSİ RUH”
Bu ruh’u hali şu kutsi hadisle anlatılır:
“İnsan benim sırrım ben de insanın sırrıyım.”Bu Ruh’un gücünü aldığı kaynak “hakikat ilmidir”. Bu ilim aynı zamanda Allah’ın tekliği ile ilgili sırlara ulaşmakla ilgili ilimdir. Kendini geliştirdiği işe gelince Allah’n Birliğini ve tekliğini anlatan isimlere devamdır. Burada gizli yakarışlar esastır. Bu ruhun ötelere bakışı “sır gözü” iledir. Allah’ın “cemal” ve “celal” sıfatlarını görür.
Durak yerine gelince o da “SIR”dır.
Değerli okuyucularımızın bu konuya kitabımızın dışında ilgi göstermeleri halinde bu Ruh’un Kuran’ı Kerim’de pek az kişiye verildiği ilgili ayetlere dikkat etmelerini ve bir çok tefsircinin bu Ruhla kastedilenin dört büyük melekten Cebrail olduğunu söylemelerine rağmen nacizhane Hz. İsa ile ilgili ayette de O’na “Ruh’ül Kudüs” verdik ifadesine dikkat etmelerini ona göre düşünmelerini öneririz.
Ayrıca değerli okurlarımıza şu düşüncemi de iletmek isterim: Kitle psikolojisinde Milli ve manevi konularda zaman zaman atalarımızın “Hissi Müşterek” dediği şekilde “ortak tavır” alma hali belirir. Bendeniz bu durumun yukarıda adı geçen Ruh’ sayesinde oluştuğunu sanıyorum. Yani ortada bir mıknatıs ve çevresinde toplanan milyonlarca toplu iğne. İnşaallah teşbih te hata olmamıştır(!)
Şimdi Ruh konusuna diğer kaynaklardan istifade ederek devam edebiliriz:
18 Haziran 2009 Perşembe
METAFİZİK ALEM VE CİNLER

Yine,insanın düşünme enerjisi,insanın ruhuna tesir eder.Yani,düşüncemizde meydana gelen bir değişiklik,anında maddi vücudumuza ruh tarafından iletilir.Bu sebepten insan,iyi,güzel, ve hayırlı şeyleri düşünmeli;muhabbet ve sevgi yolunu izlemelidir.Akıl,ruh ve kalp arasında devamlı bir irtibatın olduğu bilinmelidir.Bu arada nefs denilen ve insanı metafizik alemden uzaklaştıtrıp,daima zevk,sefa ve eğlence isteyen bir potansiyel enerjinin de içimizde var olduğu unutulmamalıdır.Nefs,bizi maddi zevklere sürüklemeye çalışır.Ruh ise,akıl ve kalp ile beraber metafiziğe yönelmek ister.Bu arada ‘ala-yı illiyin’den,’esfel-i safililin’e,yani yüce makamlarla,aşağı mertebeler arasında gidip gelir.
Ayrıca bir sohbette bulunan herkes huzur buluyorsa,burada beyin enerjisinin dalga boylarının,meydana gelen atmosferin tesiriyle düzenli hale gelmesi söz konusudur.Amerika ve avrupada ‘psikoterapi’ denilen seanslar yapılmaktadır.
Bazı beyin fonksiyonlarında bozulma meydana gelmiş,huzursuz,telaşlı nice insanların gittikleri dini bir sohbetle,allah’ın insana olan nimetlerini ve şefkatini düşünmesiyle,ruhun beden ve cisme hakim olması sonucu bu huzursuzluğun gittiğini,her türlü ümitsizlik ve sıkıntıların izole olduğunu görürüz.
İnsanda aynı zamanda hayal denilen bir kabiliyet de vardır.Hayal etmeyle insan maddi bedenden,üç boyuttan kurtulur.Fezanın derinliklerinde adeta seyahat edebilir.hayal her ne kadar beynin işi gibi gözükse de,aslında ruhun metafizik alemdeki bir fonksiyonudur.
Ruh ve beyin;kin,garaz,öfke,düşmanlık gibi düşünceler taşıdığı müddetçe “Keskin sirke küpüne zarar vereir” misali zararı kendisi görür.insanın taşıdığı güzel düşünceler ise huzur,saadet ve mutluluk getirir.
TAYY-I MEKAN (MEKANI AŞMAK)Şehadet aleminde maddi ve cismani bir yapıya sahip olan insan,birçok Kayılarla sınırlanmıştır.Zaman ve mekanla kayıtlı insdan,yaratılış gereği manen en yüksek makamlara çıkabileceği gibi,en düşük seviyelere de inebilir.İnsan maddi kayıtlardan kurtulduğunda,yaşadığı an ile geçmiş arasındaki perdeyi kaldırmış olur.Ruh varlığıyla seyahat ettiği zaman,cinnilerin ve diğer ruhanilerin sür’atini geçer.Arz ile semavat arasında mesafe sıfıra iner.Bir anda birçok yerde temessül eder,görüntü verir.Ruh,cesetten soyutlanarak hür olursa,semavat kapısı ona açılır.İmam-ı rabbani,abdülkadir geylani,imam-ı azam,Muyiddin-i Arabi,Mevlana halid-i bağdadi ve birçok zatlar,Allah’ın (c.c.) kainata koyduğu kanunlar çerçevesinde fizik alemden,metafizik aleme geçmişlerdir.
Maddeyi mabud ittihaz edenler,ruhun vücuttan soyutlanarak fizik alemden metafizik aleme geçmesi karşısında sükut etmişlerdir. Ki,insan ruhu metafizik alemde,cinnilerden daha hızlı, dakha kabiliyetli,daha kuvvetlidir.Bu sebepten cinlerle görüşüp,onlarla işbirliği yapayım diyenlere cevabımız şudur: Allah (c.c.) insana verdiği kabiliyet ile insan,bütün ruhanilerin üstüne çıkabilir.Yeter ki Allah’ın (c.c.) yolunda, Kur’an-ı Kerim’in ışığında,sünnet-i seniyye rehberliğinde yürüsün.
TELEKİNEZİ VE BEDENSİZ CANLILAR
Bazı kişiler, telekinezi denilen metallerin eğilmesi olayını cinlere bağlar.Bu hatalı bir görüştür.Burada fiziki ve maddi tesirlerin dışında bir maddenin hareket etmesi olayı vardır.
Bugün bilim bunu tespit etmeye çalışıyor ki, insanın beyninde yaratılıştan gelen büyük bir güç ve enerji mevcuttur. Gelecekte şu an bilinmeyen bazı fiziki kanunlar bulunduğunda bu konular daha kolay izah edilecektir.
Piramitlerde kullanılan tonlarca ağırlığındaki taşları, Hz. Süleyman’ın sarayındaki tonlarca ağırlığındaki kayaları, oralara yerleştirmek için hangi fizik kanunları kullanıldı ise telekinezi olayında da aynı fizik kanunları geçerlidir.
HZ. SÜLEYMAN VE CİNLER
Yeryüzünde her şeye maddi nazarla bakan Yahudilerin çoğu, Hz. Süleyman’ı (a.s.) bir peygamber olarak değil, sihir ve büyü sahibi bir kral, bir hükümdar olarak görmüşler, inanmışlardır.peygamberliğinin bir mucizesi olan metafizik aleme tesir ve hükmetmesini, cinlerin istihdam etmesini ise sihir ve büyüye bağlamış, böylece peygambere itaat vazifesinden kaçmışlardır.
CİNLERİN MANYETİK DAYAĞI
CİNLERLE KONUŞMAK MÜMKÜN MÜ? Birçok kişi, bedensiz varlıklarla yani cinlerle irtibat kurarak, onları görmek,onlarla
Bu hadisede Hz.Peygamber, cinlerin manyetik vücutlarından, enerji ve akımlarından zarar görmemesi için, bir koruyucu daire çizmişti.İbn-i Mesud bu daireden çıksaydı, ihitimal, beyin ve sinir sistemi arızaya uğrayacak, zarar görecekti.
EŞYA NAKLİ VE CİNLERMaddenin sürati ne kadar artarsa, Maddi kütlesi o kadar hafifler, sürtünme kuvveti o kadar azalır.
Medyum olan şahıs cinlerden maddi bünye itibariyle zarar görmez. Zaman zaman transa girip kendinden geçmesi, beynine ve vücuduna geçici olarak cinlerin sahiplenmesi gibi olaylarda, sadece vücudunun manyetik enerji ve akımlarını alarak karşılıklı menfaat temin edilir. Çünkü, medyumluk özelliği olan insanın zaman zaman transa girip, üzerinde yoğunlaşan manyetik akımı izole etmesi gerekiri Bunu da trans (derin uyku) ile cinler ifa eder. Bazıları dinimizde, “falcılık, büyücülük, muskacılık, üfürükçülük, medyumluk” olmadığını, bunların günah olduğunu söylerler. Hâlbuki bu kavramların hepsinin farklı olduğunu, bunları tamamen inkar yerine, ilmi olarak incelemeye tabi tutulması gerektiğini söylemiştik. Bütün dünyada ilim çevreleri tarafından da kabul edilen “medyum”luk bizde de inkar edilmemeli. Fakat bu inkâra sebep olan; sahtekârların piyasada dolaşmasıdır. Bu istismarın ortadan kaldırılması devletin görevidir. Yani, sahtekarların, medyum özelliği olmadan bu işi kazanç vesilesi yapanların, metafizik alemle irtibatı olmayan kişilerin tespit edilmesidir. Bu konudaki ilmi çalışmaların desteklenmesi, bu sahayı daha da ilerletecektir. Batıda “medyum” sıfatı kullanılarak işyeri açanlar, çok sıkı takip edilir. Aynı şekilde manyetik nefes ve manyetik pas ile üfürükçülüğün birbirinden ayrılması gerekir. Cini görmeyen, cini duymayan, cini hissetmeyen, cinle konuşamayan bir kişi kendini “medyum” diye nitelendiriyorsa sahtekârdır. Bu arada şizofreni ve beyninde bir hastalığı olup da rahatsızlığı ilerleyerek cinleri görmeye, cinlerin sesini duymaya başlayanlar konumuz dışındadır. Cin tasallutu ile cinlerle irtibatı birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü inceleme ve araştırmalarım esnasında, nice cin tasallutuna giriftar olmuş kişilerin daha sonra, “ Ben de insanlara şifa dağıtacağım, ben de cinleri istihdam edeceğim” vs. sözleriyle meydana çıktıklarını gördüm ki, ilim adamlarının bu şizofreni hastalarını ölçü alarak, bazen metafizik âlem ile irtibat kurabilen bütün kabiliyetli kişileri inkar etmekte, görülenlerin hayal olduğunu söylemektedir. Medyum-cin münasebetinde, medyum transa geçip, derin uykuya girince, ruh bedenin kayıtlarından kurtulur. Ruhun bir kalıbı cinlerin nezaretinde metafizik âlemde yolculuk yapabilir. Yani, beden hareketsiz, ruh onun yanındayken, duble dediğimiz ruhun kalıbı cinler aleminde adeta uçarak seyahat yapabilir. Hatta o duble başka ülke ve kıta’ları gezebilir, maddi olarak girilemeyen yerlere4 girebilir. Gelişmiş ülkeler, bu şekilde casusluk faaliyeti yürütmek istemektedirler. Araştırmalarım esnasında özellikle ABD ve Rusya’nın böyle, medyumları kullanarak teknoloji hırsızlığı ve casusluk faaliyeti yürüttüğünü tespit ettim. Bazı yayınlarda, cinlerin, belli bir dalgada mesaj gönderildiğinde, o mesajı gönderen kişiye hizmetkâr olduğu yazılmaktadır. İnsandan sonra dünyanın şuur sahibi diğer canlıları olan cinler, eski tertip ve tılsımlar ile artık hiçbir insanın hizmetine giremez. Ancak kendi istek ve iradesiyle insanlara hizmet edebilir. Cinler, insandan sonra sorumluluk taşıyan ikinci canlı nevi’dir. Bu zamanda, okunan duanın, zikrin, tertip ve tılsımın faydasını görebilmek için, azami ihlas ve samimiyet sahibi olmak gerekir. Ayrıca bünye ve yapı yönünden metafizik alem ile irtibat kurmaya kabiliyeti olmalıdır. Özellikle güney vilayetlerimizde, inancımıza gölge düşürmek maksadıyla, medyum özelliğine sahip veya yakın birçok kişi, cinlerin iğfali ile reankarnasyon denilen, ruhların tenasühü gibi batıl fikirleri ortaya atıyorlar. Cinlerin tesiriyle küçük çocuklar, kendilerini geçmişte yaşayan zannediyorlar.
ARAF SURESİ 27. AYETİ
“Şeytan ve kabilesi, sizi, kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden, görürler” ayetinde meal ve tefsir yönünden bazı hatalar yapılmaktadır. Bu ayeti iyi tefsir edemeyen zevat, sanki şeytan ve cinler insanları devamlı gözlüyor, görüyor, takip ediyor görüşünü ifade ediyor. Halbuki bu görüş, yaradılış ve hilkat hakikatine münafı ve terstir. Bu ayeti tefsiri okuyanlar, hayat boyu kendilerini göremedikleri, meçhul bir çift göz tarafından takip edildiği hissine kapılıyor, bundan rahatsız olabiliyorlar. Araştırmalarım esnasında böyle duygudan dolayı çok rahatsızlık duyan birçok kişiye rastladım. Şunu belirtmek gerekir ki, biz bedensiz canlıları her zaman göremediğimiz gibi, onlarda bizi her zaman göremez. Ancak alemler arasında menfez bulup geçiş yapılırsa bu gerçekleşir.
CİNLER İNSANLARI GÖRÜYOR MU?
Bir de bunun tam aksi bir vaziyet söz konusudur, yani cinler de insanları her zaman göremezler.Bu bilgiye sahip olmak zannedersem birçok kişiyi sevindirecektir. Evet, cinler de insanlar aleminde olan her şeyi görüp, bilen canlılar değillerdir. Bu konuda yanlış bilgiler, birçok insanı rahatsız etmiştir, Yani “biz onları görmüyoruz, onlar bizi rahatlıkla gözetliyor, takip ediyor” düşüncesi, doğruyu bilmeyenleri endişe ve evhama düşürmüştür. Biz her an, her hareketimizi gören, Semi ve Basir olan ve her halimizi bilen Hz. Allah’a (c.c.) göre, tavır ve davranışlarımızı ayarlamalı, O,nun rızasını kazanmaya çalışmalıyız.
CİNLERİN ÖLÜMLERİ NASILDIR?
Cinlerin bir normal ecel vakti ölümleri, bir de dışarıdan, müdahale ile nötr hale getirilerek ölümleri vardır. Bu ölüm gerçekte sadece okunan dualardan mı, yoksa başka bir fiziki kanun mu devreye giriyor? Bunu iyi tespit etmek gerekir. Evet, insandaki manyetik güç bazen cinniyi öldürür, bazen yaralar. Bu halde yine, kişinin o anki pozitif veya negatif akım durumuna ve saatlere göre, cinin kendi âleminden maddi aleme geçişteki şekil ve ahvaline göre değişir. Şimdi olaya, bir kerede sahip olduğumuz bilgiler çerçevesinde bakalım. Cinlerin sür’ati ışık hızından yavaş, sesten hızlıdır. Yani sen okumaya başlarken normalde o cin soluğu mesela Amerika’da alır. O halde, akıl ve şuur sahibi o cini okuduğun ayetle nasıl yakacaksın? O cin senin kendisini yakmanı bekleyecek mi? Elbette ki beklemeyip kaçıp gidecektir. Kabiliyetleri gereği arkada bıraktığı manyetik bir akım ile de öldüğünün, yandığının görüntüsünü bırakacak ve bizim muhterem cin yakıcılarımız, o görüntüyü görüp veya göstererek cin veya cinlerin yandığını zannederek çevresine öyle söyleyecektir. Yani görüntüsü buradayken, cin, hızıyla başka yerde olacaktır.
BU ALEME GEÇEN BİR CİN NE KADAR KALABİLİR?
Cinler kendi âlemlerinden bu âleme devamlı kalmak üzere geçemez. Muhakkak belli bir zaman sonra geri dönmek zorundadır. Nasıl ki, komaya giren bir insanın belli bir zaman uyandırılması gerekiyorsa, suya giren bir insan belli bir müddet sonra sudan çıkmak zorundaysa, cin de bir vakit sonra kendi âlemine dönmek zorundadır. Tek imkanı vardır o da, ya medyumluk özelliğe sahip manyetik enerjili bir insan bulmak ve onunla muhatap olup enerjisinden istifade etmek, ya onun içine girip bir müddet vaziyeti idare etmek, ya zayıf ve hasta bünyelerden enerji hırsızlığı yapmak yada herhangi bir sinek, böcek vs. hayvanın içine girip zaman kazanmaktır.
CİNİN ZARARSIZ HALE GETİRİLMESİ
Cinin başka yere kaçmaması meselesine gelince. O da medyumluk kabiliyeti olan kişinin gözlerinin hüneriyle tahakkuk eder. Ancak buradaki maddi gözümüz değildir. Çünkü biz cinleri, beş duyu organımızdan biri olan göz ile değil beynimizdeki görme ile müşahade ederiz. Manyetik akım, el, göz ve nefesten farklı farklı frekansta çıkar. Gözden çıkan bir şua, cini olduğu yerde sabitler,kımıldayamaz hale getirir. İnsan gözünü kıpırdatmadan, cini bulunduğu yere adeta mıhlar. Belki cin çeşitli kılıklara girebilir, korku veren görüntü gösterebilir, ama insanın bu konudaki üstünlüğü tartışılmaz. İnsanlar arasında “meşhur göz hapsi” deyimi tam bu hadise için de geçerlidir. Nazar devam ederken cin bir yere kaçamaz. Bu arada okunacak olan tılsımat-ı kur’aniye dediğimiz ayet ve dualarla cinin üzerine gönderilen manyetik nefes onu nötr hale getirir, yani öldürür.
CİNLER TUVALETLERDE Mİ BARINIRLAR
Küfre hizmet eden, şeytandan akıl alan dinsiz ve kafir cinlerin bazı nev ve ırkları tuvaletlerde yaşarlar. Bünyesi hassas ve yapısı müsait olan insanlar bunlardan zarar görebilirler. Korku, ürperti, kalp çarpıntısı, baş ve vücutta ağrılar, sızılar meydana gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.) tuvalete girerken bizlere şu tavsiyeleri verir: sol ayakla girip, sağ ayakla çıkınız. İçerde fazla beklemeyiniz. Girerken, “ bismillah,Allahümme inni euzu bike minel hups-u vel-habais” (Allahım, bütün habislerden sana sığınırım) denir. Çıkarken ise, “ Elhamdüllillah” denir. Burada iki özellik görürüz.Birincisi, mutlak bir şekilde her tuvalette cin tasallutu olacak diye bir şey yoktur, yani cinler oturmuşta tuvalete girenleri çarpacak diye bir şey yoktur. Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.v.) tılsım at’ı Kur’aniye dediğimiz tedbire başvurulmasını istiyor. İkinci özellik ise, evlerde kullanılan tuvalet dediğimiz mekanlar ile metafizik alem arasında bir menfezin oluşarak, buradan bir geçiş olayının bulunmasıdır. Yaptığımız çalışmalar sırasında, bu mekânlarda ya cinlerin tasallutuna uğramış ya da cinlerin orada bıraktığı yel veya akıma maruz kalmış birçok kişiyle muhatap oldum. Müdahale ve gayretimle Allah’ın izniyle bu rahatsızlıktan kurtuldular. Onlara en büyük tavsiye olarak, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tılsımat-ı Kur’aniye dediğimiz dualarını okumalarını söyledim. Buna benzer bir mekan da mezbelelik dediğimiz harabe, virane, ahır, hayvan barınaklarının tezek ve dışkılarının da olduğu yerlerdir. Buralarda insanlar hatta hayvanlar bile birçok rahatsızlığa giriftar olabilir.
KARANLIK VE CİNLER Metafizik âlemden en uygun geçiş zamanı geceleyin, karanlıklarda zuhur eder. Zaten birçok cini hadise gece vaktinde olur. Karanlığın cinler için ayrı bir cazibesi vardır. Gerçi onları gündüz veya gece alakadar etmez. Bu kavramlar bizim için geçerlidir. Cinler, karanlık ortamda görebilirler. Cinlerin bir türü, Karanlıklar denizinde seyeran eder. Kendileri geçtikleri ve kondukları yerlere akımlarını bırakırlar. Gece karanlığında dışarıda gezen insanlar, bu akımlardan şiddetli rahatsızlık duyarlar. Altı ay gündüz, altı ay gece olan Kuzey kutbunda gece döneminde yoğun bir manyetik atmosfer oluşur, geçiş bölgesi olarak burada birçok cini olaylar görülür.
MADDE-ENERJİ-CİNLER
Yeryüzündeki herhangi bir maddeyi ışık hızıyla hareket ettirebilseydik, o madde aslına dönecek ve enerji olacaktı. Madde iken sonsuz, enerji iken sıfır kütleye, ağırlığa inecekti. Madde atomlardan, atomlar ise kuant denen enerji beyaz noktalarından oluşmuştur. Beyaz noktalar, tanecikler halinde birleşince maddeyi oluşturur. Enerjinin öz kütlesi sıfırdır. Hareket halinde bir kütlesi vardır. Dördüncü boyut olan bu uzay zamanında eğrilmekte, çekimin tesirinde kalmaktadır. Enerji denilen küçük ışık noktalarının bir kütlesi olması, onların fani ve ölümlü olduğunu gösterir. Uzayda bir kara delik nihayetinde onu çeker ve yutar öldürür. İnsanoğlu ışık hızına ulaşsaydı, zaman ve mekân bulma güçlüğü çekerdi. Bu sebeple “mekân-zaman” kavramını enerji ve ışık hızı için kullanamıyor, enerjinin neye benzediğini anlamaksızın sadece onun fonksiyonlarını biliyoruz. Işık hızı zamanın akma hızıyla özdeş olduğundan, ışık hızına ulaşan bir nesne “ zaman duvarı’na “ da ulaşmış olur. Madde özelliği kaybolur, belli bir bedeni olmayan, akıcı enerji özelliği başlar. Bu şekilde dördüncü boyuttan beşinci boyuta geçilmiş olur. Sürat artıp, hızlandıkça saatimizin tik-takları arasındaki zaman yavaşlayacak, ışık hızının eşiğinde saat daha da yavaşlayacak ve ışık hızında ise duracaktır. Bir saniye ebediyet, sonsuzluk olacaktır. Kalbimizin bir çarpıntısı ebediyete kadar yetecektir. Zaman akmadığı için, aldığımız son nefes oksijen bize sonsuza kadar yetecektir. Yaşlanma, yıpranma olmayacaktır. Saatimiz “tik” der ama “tak” demez. Çünkü zaman durmuştur. Mekân, yer, madde, her şey zaman içinde geçerlidir. Zamanın olmadığı yerde mekan ve madde anlaşılmaz. Yani zaman belirtilmediği zaman hangi mekan ve maddeden bahsedildiği belli değildir. Mazi, hal ve istikbal diye zamanı biz ayırırız. “İstanbul” dediğimizde her zaman bir İstanbul vardır. Ve ilerde de olacaktır. Bu bize bir şey ifade etmez. Çünkü belli bir kuruluş tarihi, geçmişi vardır. İlerde, istikbalde dahi olacaktır. Ama 1453 deyince Fatih Sultan Mehmed’in fetih yaptığı zamanki İstanbul’u kastettiğimiz anlaşılır. Mekânın zamana bağlı olduğuna insanı örnek verebiliriz. Bir insanın enerjisini kullanması, enerji gücüne göre büyümesi, yaşlanıp ölmesi, ancak zaman olduğunda geçerlidir. Bir insanın o anki görünüm ve resmini kastederiz. İleride iki büklüm bir ihtiyar olacaktır, geçmişte ise emekleyen bir bebek idi. Bundan şunu çıkarırız. Eğer biz ışık hızına erişsek, o zaman bu insanın üst üste bindiğini ve belirsizleştiğini, mekânsız, maddi olmayan bir enerji yumağı halinde görürüz. Bu bilgile ışığında cinleri incelediğimiz zaman, cinler bir çeşit enerji türüdür. Elle tutulup, gözle görülen bir bedenleri yoktur. Şuurlu, akıllı ve ruh sahibidirler. Canlıdır, kendine göre beslenir, ürer, çalışır ve ölür. Şekil, cisim ve biçimleri yoktur. Biz bir molekül yığını ve fizik âlem sakinleri olarak, her şeyi maddeye göre izah ederiz. Bizim masa, sandalye, elbise, ev gibi maddi nesnelerimiz vardır, bunları kullanırız. Hemen aklımıza “ Cinlerin böyle eşyaları var mı? Şeklindeki bir soruya ise, şöyle cevap verebiliriz. Cinler eşya kullanmazlar, çünkü ihtiyaçları yoktur. Trans halindeyken, ruhumun dublesi fizik âlemden metafizik âleme geçtiği zaman, çok geniş bir boyutla karşılaşıyorum. Enerji ve akımları farklı birçok nev ile karşılaşıyorum. Benim gibi transa girenlerin hepsi bu âlemi müşahede etmiştir. Fakat boyut farklılığından dolayı tam olarak izah edilemiyor, hali ve vicdani olarak kalıyor. Hayatta hiç elma yememiş bir insana, elmayı nasıl tanıtabilir, nasıl anlatabilirsiniz; lezzetini tadını nasıl gösterebilirsiniz?CİN ÇARMASI NASIL BİR HADİSEDİR?
Cinlerin tasallut kendi bünyeleriyle ilgilidir. Yaratılış olarak dumansız ateş tabir ettiğimiz şuurlu bir enerji kütlesi olan cinler, kendi bünyelerinden bir çeşit ışın olan manyetik akımlar ve enerjiler çıkarırlar. İnsan, bir molekül yığını olmasına rağmen o da birçok ışın üretir ve yayar. Hatta her insanın vücudu belli bir frekansta enerji dalgaları yayar, bu dalga boylarıyla insanlar arasında dostluklar oluşabilir. Yalnız, cinler de insanlar gibi farklı yapılara, değişik ırklara mensupturlar. Su, ateş, hav toprak karakterli çeşitli cin toplulukları vardır, bu karakterleri yaşadıkları ortamdan ve yerlerden kaynaklanır. İnsan vücudu, kişiden kişiye değişen hassasiyette yaratılmıştır. Tıp ilminde tespit edilen akupunktur noktalarında olduğu gibi, insanın manyetik akım, ışın ve şua alan çeşitli vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda bu yerler doğuştan kapalıdır. Ne kadar manyetik akım ve enerji göndersen de almaz. Kimi insanlarda da bazı bölgeler hassas olabilir, gerek bir büyü sonucu, gerek tabiatta serbest dolaşan enerji akımlarından, gerek manyetik bulutlardan, gerekse doğrudan bir cini tesir sonucu rahatsızlık meydana gelir. Ortaya çıkan bu açıklık ve menfezden manyetik akım vücuda yerleşir. Evvele inansın sinirlerine, beyin sistemine tesir eder. Bu sefer, vücudun ürettiği enerji ve elektrik akımı düzensiz hale gelir, en gelişmiş röntgen makinelerinin çekemediği, tespit edemediği manyetik yaralar ve ağrılar ortaya çıkabilir. Manyetik akım, zamanla hücre düzenine tesir edebilir, biyolojik bazı hastalıklara da yol açtığı gibi, kişi artık psikolojik bir hasta durumundadır. Vücutta meydana gelen, beyindeki sinir tahribatı belki bazı tıbbi ilaçlarla tedavi edilebilir. Ama hangi sebepten olursa olsun insan vücuduna yerleşen manyetik akım, ışın veya şua o bölgeden alınmalı, izole edilmelidir. Burada devreye, yaratılıştan metafizik âlimler ile Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet edilen dualar devreye girer. Yalnız, sinirlere, beyne tesir eden şeyin manyetik bir akım veya maddi bir sebep olduğunu tespit etmemiz gerekir. Doğuştan gelen bir kabiliyet olarak elinde, gözlerinde manyetik enerji yoğunluğu olan kişiler, insanların hangi bölgelerinin hassas olduğunu, menfezlerin nerede bulunduğunu, hangi yerden akım aldığını anında tespit edebilir. Cinler, tesir ettikleri kişileri, böyle insanlardan uzaklaştırmaya çalışırlar. Çünkü kendi manyetik akımlarını ancak, dualar ile manyetik okumalar ve müdahaleler giderebilir.
ŞEYTAN, CİN VE İNSANIN FARKLARI NEDİR?
Bize gelen sorularda cin ve şeytanın yapı ve mahiyetleri yönünden karıştırıldığı görülür. Eski kitaplara ve yanlış tercümelere bakarak cin ile şeytanın aynı olduğunu söylerler. Bu gerçekleri Kur’an-ı Kerim’e dayandırırlar. Burada eksik ifade edilen şudur; cinler imtihan olmakta, şeytan ise bu imtihanda vasıtadır. İnsanlar şeytanları görmezler. Şeytanlar, cinleri de ifsad eder, küfre atmaya çalışır. Bugün bilim dünyası birbirinden farklı birçok şua, ışın, kozmik ışın keşfetmiştir. Hepsi ışın olmakla beraber, hepsi de birbirinden mahiyet, enerji, frekans yönünden farklıdır. Ayrıca cinler ile şeytanlar arasında boyut farklılığı vardır. Cinler bir enerji çeşidi olduğundan molekül yığını insanlara çeşitli yönden tesir edebilir. Yani, insanın yanına gelen cin, üzerindeki manyetik akım ve enerjiye göre gerek insanda gerekse maddelerde bizim bilmediğimiz bir kanunla, fiziki yönden tesirlerde bulunabilir. Cinler, herhangi bir insana durup- dururken musallat olmaz. Sağlam bünyeli, akıl ve muhakemesi kuvvetli, vücudu akım ve enerjilere dayanıklı, menfezleri kapalı insan, cin şerrinden emin olabilir. Cin tasallutu Müslüman- kâfir diye ayırt etmez. Bünyesi zayıf ve hassas olan herkes cinlerden rahatsızlanabilir. Cinlerin, Allah tarafından kendilerine ihsan edilen en büyük kabiliyetleri, bir anda binlerce kilometreyi kat etmeleri, ışık hızından fazla bir hıza sahip olmaları, çeşitli şekillerde görüntü vermeleridir. İnsanın beş duyu organı ile cinleri idrak etmesi mümkün değildir. Cinler yapıları gereği bizim sahip olduğumuz göz, kulak ve dokunma duyumuzla anlaşılamaz. Onlarla irtibat kurabilmek için bu maddi alemden, başka bir boyuta geçmek gerekir.İNSAN-CİN MÜNASEBETİ
İnsan, cinden korkmamalıdır. Cinler genellikle tek başına kalan ve bünyesi uygun olan, vücudunda açık, menfez bulunan insanları korkuturlar. İnsanlara ürperti, vesvese, heyecan, asabiyet, telaş gibi hisler verirler. Asr-ı saadette cinler maddi olarak da saldırı yapabiliyordu. Hz. Peygamber, beyt-ül mal’dan hırsızlık yapan bir cini direğe bağlıyordu. Günümüzde böyle maddi görüntü ile karşımıza çıkmıyorlar. Asr-ı saadette meydana gelen hadiseleri ve rivayetleri iyi anlamalı, iyi tabir etmeliyiz. Yoksa birçok konuda yanılabilir, hatalı bilgilere sahip oluruz. Olayın meydana gelişi ile şahıslar arasında iyi bir irtibat kurmalıyız. Hadiselerin hikmetini ve mahiyetini iyi kavramalıyız. Hangi söz, nerede, hangi olay neticesinde söylenmiş, bunu düşünmeliyiz. Cinler, insanları korkutmayı, vesvese ve şüpheye düşürmeyi, çaresiz bırakmayı severler, kendilerine yalvarılmasından hoşlanırlar. Halef, selef meselesi bu konuda tesirli bir sebeptir. Yani, insan yaratılmadan evvel yeryüzünde cinlerin hâkimiyeti vardı. Mantık ve muhakemeden uzak cin toplulukları, yeryüzünü fesada ve savaşa boğdular. Sonra üzerlerine halife olarak insan geldi. Kafir cinler insanlara rahatsızlık verirken bu zarar insan bünyesine, yapısına göre değişir. Yoksa cinler, her insana gidip zarar veremez. Cin, insana tasallut edince, onu korku, ürperti hisleriyle sefahat ve kötü alışkanlıklara sevk eder. Yani, sıkıntı ve korku, endişe ve ürperti ile insan ibadeti terk eder; içkiye, kötü alışkanlıklara, intihar etme duygusuna müptela olur. Böyle bir cin tasallutuna maruz kalan kişiler, eğer iyi niyetli, ihlâslı ve metafizik âleme kabiliyeti olan kişilere rast gelirse, Allah’ın (c.c.) izniyle şifa bulabilir. Sadece dindar olmak yeterli değildir; bazı medyumluk kabiliyetlerinin de olması gerekir. Bu olayların hepsi ilmidir.BÜYÜ, SİHİR VE CİNLER
Bir başka husus da cinlerin büyü, sihir, muska olaylarında aracılık yapmalarıdır. Muska yazan ile yazılan, büyü yapan ile yapılan arasında cinler bir vasıta görevini yerine getirirler. Eski çağlardan beri insanlar, büyü olaylarını bildiklerinden, kendilerine peygamberlik vazifesi gelen peygamberler, evvela risalet mesleği ile cini hadiseleri birbirinden ayırmışlardır. Peygamberler, doğrudan ikram-ı ilahi olarak mucizeler göstererek, risaletin ve vahyin, cini hadiselerden farklı olduğunu ispat etmişler, insanların kafalarındaki şüpheleri ortadan kaldırmışlardır. Cinler, eski çağlarda insanların gözüne güzel bir insan suretinde görünüp, onları kendilerine tapındırmak için heykellerini yaptırtmışlardır. Heykel yapma ve tapınmada cinlerin payı da vardır. Bu sebepten semavi dediğimiz Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet, din olarak insanlığa indiği zaman, evvela putlara savaş açmıştır. Dolayısıyla putların içine yerleşen, putların içinden seslenerek insanları ifsad edip azdıran cinlerin şerlerinden o putların kırılmasıyla kurtulmuş olundu. Cinler, putların içinden insanlara seslenerek küfür ve tuğyan yolunda azdırırlardı. İnsanlara emir verir, onları korkuturlardı. Cinler, Hindistan’da Buda, Çin’de Konfüçyüs, Amerika’da Totemlerin içinde de aynı hareketleri yaparak, insanları yanlış yollara sürüklemişlerdir. Bugün, birçok insanlar İslam’a Kur’an-ı Kerim’e, mukaddes değerlerimize saldırıyorsa bunda cini şeytanların da hissesi vardır. Cinniler birçok mevzuda insi şeytanlara akıl hocalığı yaparlar. İnsanları, şehvet, sarhoşluk, sefahat, alçaklık, küfür, kavga, serserilik, günah atmosferine çekmek için kafir cinler, şeytanların da tahrikleriyle çalışırlar. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde, Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadis-i şeriflerde ve bunların tefsirleri olan mübarek kitaplarda, bütün sıkıntı ve rahatsızlıklar için birer şifa kaynağı vardır. Bu hakikatler karşısında bir araya gelseler de ne kadar vesvese verseler de Allah’ın (c.c.) izniyle bir şey yapamazlar.
BİZİ SARAN ENERJİLER
İnsan vücudu, enerji üreten bir makine gibidir. İnsan vücudunun hareketleri, bu enerjiye bağlıdır. Bu enerji ise ruhtan gelir. Yani, metafizik enerji maddi bedenimizi hareket ettirir. Materyalist ve dinsizlerin hezeyanlarının zıddın maddi vücudumuzu ruhtan gelen enerjilerin hezeyanlarının zıddına, maddi vücudumuzu ruhtan gelen enerji ayakta tutmaktadır. Hastalık denilen olayın bir yönü de vücudumuzdaki enerjilerin düzensizliğindendir. İnsanın iyi veya kötü olması, enerji düzenine bağlıdır. Yani, ruhi ve zihni elemler, ruhtan gelen enerji düzeninin bozulmasındandır. İnsan vücudunda biriken ve atılamayan enerjiler ona zarar da verebilir. Abdest olayında suyun, bu fazlalık enerjiyi izole ettiği görülür. Aynı şekilde namaz esnasında fazla enerji, vücudun sivri noktalarından, yere verilir. Elbette ki biz bu enerji fazlalığını gözle göremeyiz, fakat bizim maddi bedenimize tesir eder. Ancak, ibadet ve kulluk vazifemizi ifa ederken, belki farkında olmadan bünyemizi bozan çeşitli enerjilerden korunmuş oluyoruz. Sadece, ayın yörüngesinin değişmesiyle insanda birçok fiziki rahatsızlık meydana geliyor. Beyin ve mide hastalıkları çoğalıyor. Buna karşılık manevi bir atmosfer, insanın beyin dalgalarını düzenliyor. Biz, tabiattaki bütün enerjilere, hareket yapmaya yönelik güç ve enerjileri, farklı metotlarla kullanarak hayatını sürdürür. Mesela, yemeklerden aldığımız enerji ile hareket eder, iş görürüz. Bunun yanında, dünyada ısı enerjisi, dinamik enerji, değişken enerji, elektrik enerjisi vs. gibi çeşitli enerjiler mevcuttur. İnsanın ruh ve hayatı, en büyük enerji kaynağıdır. Bu enerji, bütünlüğünü kaybetmeden şekil değiştirir. Yani, doğumdan ölüme kadar, bütün beden kalıbının değişmesine rağmen bütünlüğünü kaybetmez. Biz enerjiyi göremeyiz; her maddenin enerjisi farklıdır. Yani, görünüşte aynı olan iki şey, fiziki ve kimyevi olarak paralel hareket etseler dahi, değişik vasıf ve frekansta enerjilere sahiptirler. Madde ne kadar hızlı hareket ederse o kadar fazla enerji taşıyordur. Aslında kainatta bulunan enerji çeşitli hallere girer, fakat miktarı değişmez. Bir halden bir hale dönüşür. Su maddi olarak sıvı, buhar veya buz haline gelebilir ama enerji gücü değişmez. İnsan düşünürken dahi enerji harcar. Bu sebepten, iyi güzel ve faydalı şeyler düşünmelidir. Malayani, boş şeylerle meşgul olmak, akılları geveze, ruhları sersem yapar.BİYOENERJİ NASIL BİR ŞEYDİR?
İnsan bedeni, yaratılıştan gelen bir özelik itibariyle devamlı enerji ve elektrik üretir. Bu enerji ve elektrik insanın bedeninde manyetik bir alan teşkil eder. Hayati bir öneme sahip olan manyeik enerji, ısı, ışık ve elektrik gibi bir kuvvettir. İnsan sağlıklı olduğunda vücut enerjisi dengeli ve düzenlidir. Eğer vücuttaki enerji dengesi bozulursa, insan hasta olur. Böyle rahatsızlık esnasında, dışarıdan verilecek manyetik bir enerji o düzensizliği izole edebilir. Cinler, insanlara tasallut olurken, bu enerjilerin düzensizliğinden istifade ederler. İnsan vücudunda menfez dediğimiz olay, ruhun kaynağından çıkan enerji düzeninin bozulması demektir. Tecrübelerimde sabittir ki; insanın vücudunun sağ tarafı pozitif, sol tarafı negatif enerji yüklüdür. Ön taraf pozitif, arka taraf negatiftir. Manyetik enerji bir vücuttan diğer vücuda akıp geçebilir. Her insanda manyetik enerji vardır. Fakat, yaratılıştan gelen bir özellik olarak kimisinde fazla, kimisinde azdır. Bu enerji nefes, göz nazarı ve eller vasıtasıyla karşıya aktarılabilir. Manyetik enerjinin (biyoenerjinin) çeşitli hastalıklarda kullanılmasını şarlatanlık ile karıştırmamak gerekir.. Yani, biyo enerji sahibi olan kişi, elini karşıdaki insanın bedeni üzerinde gezdirirken, gerçek rahatsızlığı olan kişinin vücudundaki enerji bozukluğu ve dengesizliğini tespit edebilir. Ve duruma göre oraya ya eliyle, ya nefesiyle, ya gözleriyle belli bir enerji göndererek o problemi gidermeye çalışır. Biyoenerji konusunda özellikle Rusya, Azerbaycan, Bulgaristan bir hayli mesafe katetmiştir. Bizde ise, bu ilim daha yeni insanlığın hizmetine sunulmaya çalışılmaktadır. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın muazzam bir sanatıdır, ilim ve teknoloji inkişaf ettikçe bu ortaya çıkmaktadır.
İNSAN BEYNİNİN ENERJİ BOYUTU
Yaradılıştan gelen bir özellik olarak insan beynindeki akım ve enerji dalgaları, her insanda farklı frekanstadır. Gelişmiş ülkeler, insanların beyin yapılarına göre farklı akım ve enerji yaydığını ve buna göre insanlar arasındaki ilişkilerin samimim veya soğuk olduğunu ispatlamışlardır. Biz bunu fark etmeden günlük hayatta tatbik ederiz. Yani “şuna çok ısındım”, “bununla uyuşamıyorum” deriz. İnsan beyninin ürettiği enerji ile metafizik alemden gelen enerjiler birleştiğinde yoğunluk kazanır ve çevreye olumlu-olumsuz tarzda yansır. Karşıdaki kişi veya kişiler bu hale göre, ya huzur bulur ya da rahatsız olur. Beyin dalgalarının en çok tezahür ettiği yer, insanın gözleridir. Gözlerdeki manyetizma ve hipnotizma gücü, insanın beyninden kaynaklanır. Diğer çıkış yerleri, avuç içi, parmaklar ve insan nefesidir. İnsan beynindeki dalgalar düzensiz hale gelirse, bu rahatsızlık insan vücuduna maddi olarak yansıyabilir.
İNSAN NEFESİNİN MANYETİK ÖZELLİĞİ
Her insan yaratılış özelliği olarak az çok manyetik enerjiye sahiptir. Enerjiler genellikle vücudun sivri ve çıkıntılı yerlerinde görülür. Ellerimizi belli bir müddet birbirine ovuşturduğumuz zaman, arada aşikar bir enerji akımı meydana gelir. Parmak uçlarından çıkan enerji ve manyetik akım, bugün ilim tarafından tespit edilmektedir. Aynı şekilde, insan nefesiyle belli bir miktar akımı havaya gönderir. Eskilerin “nefes etmek” dediği olay, gerçekte bazı şeylere tesir etmektedir. Sıcak, soğuk , ılık, derin gibi çeşitli şekilleri vardır. İnsan günlük hayatını yaşarken yıldızlardan, gezegenlerden, çeşitli teknolojik ürünlerden ve cinleri manyetik akım ve enerjilerinin tesirinde kalabilir. Kendi bünyesi ve elektrik yapısı bozulup, düzensiz hale gelebilir. Vücuduna adeta yapışan bu manyetik toz bulutları, akım ve enerji leri en kolay temizleme yolu manyetik nefestir. Rahatsızlık duyan kişiye, o rahatsızlığın ve akımın çeşidine göre nefesin üfürülmesiyle, o akım insan vücudundan gider. Bu olay ilmi bir şekilde izah edilebilir. Bu nefes etmeyi, medyum özelliğine sahip bir kişi daha tesirli gerçekleştirir. Avrupa ve ABD’de çok yaygın bir şekilde uygulanan bu olay bizim ülkemizde ne yazık ki yanlış anlaşılmaktadır. Ve bunun adına “üfürükçülük” diyerek, araştırma, inceleme dışına itilmektedir. Bu da, diğer birçok olayda olduğu gibi şarlatan, istismarcı ve menfaatçilerin ayıklanması ile bilim mahfillerinde incelenecektir. Ancak böylece insan nefesinin mahiyetinin öğrenilmesiyle, üfürükçülük ile bilimsel yönden izah edilen manyetik insan nefesi, birbirinden ayrılmış olacaktır.
NAZAR EDEN ZARARINDAN HABERSİZDİR
Her insanın gözünde belli bir miktar enerji vardır. Bazı insanların gözlerinde normalin çok üstünde manyetik akım vardır. Bu akım bazen negatif hale dönüşüp, karşıdaki kişi veya eşyalara zarar verebilir. Nazar eden şahıs, zarar ve rahatsızlık verdiğinin farkında değildir. Ancak nazar değen kişi bunu fark edebilir. Üzerine negatif enerji gelince sıkıntı, baş ağrısı, bunalma, depresyon hali, stres vs. meydana gelir. Ancak bu negatif enerjinin nötr hale gelmesiyle rahatlama meydana gelir.
KİŞİLİK DEĞİŞMESİ VE CİNLER
Kimi insanlar “ ben eskiden şöyle iyiydim, böyle güçlüydüm, şimdi içine kapanık pısırık, iş güç yapamaz oldum” diye dert yanarlar. Psikolojik rahatsızlıkların dışında böyle hallerde bazen cini vak’alar ile karşılaşıyoruz. Ahenkli bir enerji düzenine sahip olan insan vücudunun, dışarıdan alacağı bir akım ile bu düzeni bozulabilir. İnsan, sinir sistemindeki elektrik enerjisi ile ayakta durmaktadır. Sinirlerinde bir elektrik boşalması onu felç yapmakta, bir daha o vücut organı çalışmamaktadır. İnsana büyü, muska veya başka yoldan musallat olan cin, onun sinir merkezi olan beynine tesir etmeye başlar. Beyindeki hareket merkezine gönderilen cini akım, insanı hantal, yavaş hareket eden, pısırık bir kişi yapabilir. Yine, zevk ve lezzet merkezindeki sinirlere, cinlerin gönderdiği manyetik akım, insandaki bu duyguları geçici olarak devre dışı bırakabilir. Hafıza bu akımdan yara alabilir. Böyle birçok vak’ayı incelediğim zaman tıbbi hastalık ile cini rahatsızlıkların birbirine karıştırıldığını gördüm. Yani, beyninde maddi bir rahatsızlığı olan şizofreni hastası ile cinlerin bir menfez bularak musallat olduğu kişinin birbirine karıştırılması çoğu kez yapılan hatadır. Yıllarca gözüne çeşitli varlıkların ve görüntülerin gözüktüğünü söyleyen bir kişiye, ilaç tedavisi uygulamışlar fakat görüntü ve sesler bir türlü izole edilememişti. Rahatsızlık o safhaya varmıştı ki, duyduğu seslerden, gördüğü görüntülerden kurtulmak için, kendini pencere ve balkondan atmaya teşebbüs ediyordu. Hâlbuki bu cini bir vak’a idi. Kişideki menfez kapatılıp, musallat olan cinler izole edilince, rahatsızlık da ortadan kalkmış oldu.BURÇLAR VE SEVİLEN RENKLER
Toplumda güzel bir söz vardır. “zevkler ve renkler tartışılmaz.” Yani, her kişinin diğer insandan farklı giyinme, yeme, hareket etme, kendini ifade zevkleri olduğu gibi, her insanın aynı zamanda ruhi ve psikolojik durumuna göre sevdiği, tuttuğu bazı renkler vardır. Araştırmalarım neticesinde kesin olmamakla beraber genelde, bazı burçların bazı renklere eğilimi olduğunu gördüm: Koç. Lider ve iddiacı; kırmızı ve kızıl rengi sever, sağlıklı ve güvenilir. Boğa: Açık fıstıki yeşil rengi sever, saf ve toplumcudur. İkizler: Gri rengi sever, gururlu. Yengeç: Gümüş rengi sever, gururlu. Aslan: Açık sarı rengi sever, şüpheci ve değişken. Başak: Çivit mavi rengi sever, hizmetkar, dengeci. Terazi: uçuk mavi rengi sever, güçlü ve kararlı. Akrep: Pembe ve krem rengi sever, sporcu, mühendis. Yay: Kırmızı, mor rengi sever, meraklı ve yetenekli. Oğlak: Siyah ve koyu tonları sever, kibirli, nazik ve asosyal. Kova: Mavi ve tonlarını sever, duygusal ve şiirsel. Balık: Koyu tonları sevdiklerini söylemişlerdir. Tabiattaki renkler ile insanın karakteri ve ruh hali arasındaki ilişki halen tam olarak izah edilememekle beraber, bu sahada bilimsel çalışmaların olduğunu biliyorum.
http://www.metafizikalemi.com/ dan alıntıdır.