Bu Blogda Ara

18 Nisan 2011 Pazartesi

CİNLER

Cinler


Gökleri dinlemek cinlere yasaklanmıştı. Melei Ala’daki güvenli (nötr) bölgelere gittiklerinde onları kovalayan şıhab denen mermilerle ölüyorlardı. Bu ani değişiklik yüzünden cinlerin dört ileri gelenleri devriyeler çıkardılar. Devriyeler tüm dünyayı gezerken (Işık hızına yakın bir hızda dünya bir çırpıda gezilebilir) bir devriye Mina dağında şıhaba tutuldular (Taşlandılar). O zaman TEK EMİN YER OLARAK ARAFAT’a sığındılar. O sırada Resulullah Fatiha’yı okuyordu. Cinler, kendilerini kovalayan şıhablardan korunmak için hızlarını düşürmeye başladılar. Yani Resulullah’ın hemen yöresindeki bir HALKA’ya en emin yere yöneldiler. O korunma küresine yönelirken hız düşürdüler. (Yani serbest elektron gibi katod, beta ışınları gibi gideceklerine, bir elektronun çekirdek etrafına bağlanması olayını yaşadılar.
Onlar yukarıdan aşağıya indiklerinde okunan Fatiha “İlham ettik…..” biçiminde iken tam elektron zarfı oluşturduklarında Fatiha değişti yani insanların anladığı gibi anladılar. “Hamdolsun Alemlerin Rabbine, din gününün sahibine diye…” Buna çok şaşırdılar. Nasıl oluyor da bu okunan şey, yukarıdan aşağıya (lineer) ayrı, ve elektron olasılık bulutu olarak membran olduklarında ayrı bir anlam veriyordu. Bir elektron bulutu gibi üstüste bastırıldılar. Bunlara Hadislerde Züd Ricali, ya da keçe gibi sıkışmışlardı” deniyor. Yani yörüngelere oturmuş elektron orbitleri.
Yani öyle bir evrensel dil oluşmuştu ki, Kur’an’da, Cinlere ve insanlara aynı anda hitap ediyordu. İnanılmaz bir mucizeydi bu. Şaşkınlıktan hayretten koştular ve reislerine (Klan başkanlarına) şöyle dediler, “Doğrusu biz çok hayret verici bir Kur’an(=Okunan demektir.) dinledik. Ve daha bir sürü şeyler konuştular. Bu arada elbette bütün cinler kurultayı bu işi çok merak ettiler. Hepsi Resulullah’ın olduğu EMİN BELDEYE (Güvenilir bölgeye, Hira’ya) koştular Bu sefer ikinci kez şok oldular.
Cin Suresinin birinci ayeti:
De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur’ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur’ân dinledik.
Cinler neye hayret etmişler gördünüz mü? Hem insanlara hem cinlere iki ayrı dile aynı anda hitap eden bir kitap. Dolayısıyla Kur’an onların da kitabıdır. Doğal bir mucizedir ki, daha önce Tevrat ve İncil böyle değildi. İkinci olarak şok oldukları ise şuydu: Bir gün evvel aralarında konuştukları ve hiç bir insanın duyması mümkün olmayan sözleri, Resulullah BİR BİR SAYIYORDU. Yani dün aranızda konuştuğunuz bazı şeyleri, gizli şeyleri, benim burada saymam gibi… Buna şaşırmaz mıydınız?
Fatiha’yı anlatırken, bu sefer de CİN SURESİ gelmişti. Cinler o zaman tam abondone oldular. Çünkü cinlerin milyarlarca yıllık tarihlerinde İLK KEZ GÖKLERDEKİ MEVKİLER YASAKLANMIŞTI. Cinler tarihinin en büyük olayı, Atlantis batması, Nuh tufanı gibi… Bu olay o kadar önemliydi ki…
Ayet 2, “O Kur’ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.”
Çünkü Hiç bir zaman Cinleri hiç bir insanın komşuyu dinlemesi gibi dinlemesi mümkün değildir. (Hız farkından dolayı, sesler çok hızlı dönen bir bant, plak gibi incelir ve yuki sesi olur. Bunu hiç bir insan anlayamaz, çünkü ses ötesi bir hızdır bu…) Cinler şuna çok şaşırdılar: “Biri, O biri ALLAH evet Allah, o bildirmeseydi dün ne konuştuklarını, bugün de Resulullah, “Bana şu vahyoldu….” diye belirtmezdi. Bunu bildirecek tek GÜÇ herşeye her an şahid olan El Şehid Allah’tan başkası (Melek dahil) olamazdı. Bir tek güç=Allah sadece bu ses ötesini dekoder edebilirdi. Buna şaşırmışlardı.
3. ayet, “Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Nefilim denen dev adam ifritlerin tanrı çocuğu sayılması gibi bir hatayı anlamışlardı. Üzeyir, İsa vb.yi Allah’ın oğlu saydığımız gibi, haşa, onlar da ifritleri öyle sanıyorlardı. Ama gözleri açılmıştı artık. Gökleri dinleyemiyorlardı.
4. ayet, “Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.”
Cennet’te Cennet haznedarı olan AZAZİL (Kutsal kitaplarda Azazeel) Allah’ın oğlu olduğunu söylemişti cinlere. Kur’an sayesinde Cinler Şeytan olan ırkdaşlarının tam bir yalancı olduğunu ve beyinsiz olduğunu anladılar.
5. ayet, “Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah’a karşı asla yalan söylemez sanmışız.”
Şeytan, insanları eline geçirince yalan söyletiyordu. Dolayısıyla şeytan’ın yalanlarını doğru sandıkları için insanlarında doğruyu söylediklerini sanıyorlardı.
6. ayet, “Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.”
Oradaki kelime erkekler değil, onu düzelteyim, “Bazıları, bazılarımıza raptoluyorlardı, rabıta kuruyorlardı anlamında.
7. ayet, “Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.”
Oysa Resulullah SON ELÇİ OLARAK GELMİŞTİ. İsa’nın sonuncu olmadığını anladılar. (İsa göğe alınırken yani bir gün=bin yıl relativistik hızında zorunlu olarak , onlarla “TEMAS” kurup geçiyordu. Bu temas, hani siz yavaş bir arabayla giderken, arkanızdan gelen çok hızlı bir arabanın şoförünü görmezsiniz. Ta ki sizinle AYNI hizaya gelince birbirinizi BİR AN görürsünüz. İşte İsa göğe alınırken BİR AN görmüşlerdi cinler ve bunun SON diye ilan etmişlerdi. Resulullah üzerine gelince hatalarını iyice anladılar.
8. ayet, “(Cinler, dediler ki): “Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk.”
Bunları açıklamıştım. Melei Ala’ya gidiyorlar ama, oraları kozmik mermilerle dolu buluyorlar
9. ayet, “Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor.”
Magnetosferi ve mıknatısın ortasının ne itip ne çektiğini oranın EMİN belde olduğunu anlatmıştım.
10. ayet, “Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabb’leri onlara bir hayır mı diledi?”
Artık bu onuncu ayetle, “MELEKLERDEN GELECEK HABERLERİNİ ALARAK BİLDİKLERİ ŞEYLER, O GÜNDEN İTİBAREN YASAKLANDI. Yani “Biz ARTIK Bilemiyoruz, geleceği” demeye getiriyorlar.
Bir önemli şeyi daha söylemeliyim. Resulullah efendimiz, Cinlerin de Resulüdür. Fakat Kur’an’daki “Sen mecnun=cinli değilsin” ayeti nedeniyle hayatında bir tek kere CİN görmedi
Buna da şaşırdınız mı? Herkes onları toplayıp, Kur’an okuduğunu sanıyor bütün mealler bu mantıksız iftirayı atıyorlar. Halbuki Resulullah, sadece kendine ineni (örneğin Fatiha, örneğin Cin suresi vb.) okudu. Cinleri görmedi. Görseydi zaten MECNUN olurdu, elçi olamazdı.
Resulün yanındaki bir tek kişi vardı ki zaten “Züd Ricali ve keçe gibi bastırılmışlardı” diyen de o kişi, yani o mecnun ama Resulullah değil. Resuller bırakın cin görmeyi, ESNEMEZLER bile… Yani beyindeki uyku-rüya-halusunasyon merkezlerinin Oksijene ihtiyacı yoktur. Nazar vb. esnetir. Üstelik bulaşıcıdır. Bir gördünüz mü, size de geçer.
Bir cin normal olarak ışıkhızına en yakın hızda seyreder (Beta ışını ). Ama bir insana (protona) bağlanması gerektiğinde. Hızını hiç düşürmeden elektron yörüngesi (Beta=Elektron demek zaten) olarak o kişinin çevresine (Nefs kabuğuna) yerleşir ve bir tür SENKRONİZE yani eş anlı olur.
Halusinasyon sandığımız çok şey aslında “Perilenme” dir. Cinlenme, mecnun olma vb. hatta cinlerle evlenenler gibi olaylar çok az da olsa, aslında bir ZÜD olayıdır. Cinle, hızlandırılmış (enerji) insanlar olduğu için insanlara aşık olabilirler. Dişisi insan erkeğine ya da tersine “Sanal” evlilikler yapabilirler. Beyindeki seks merkezine doğrudan elektrik akımı vererek, (Pion elektriğini tersyüz ederek, akma yönünü tersindirerek) sanki bir gerçek evlilik yaşıyorlarmış gibi cima ilişkisi kurabilirler. Eğer bir insana göz koymazlarsa ama büyü vb. gibi bir işe amade olmuşlarsa arkamızdan hızla gelen ve bizi hızla geçen bir araba gibi zamanda geriden-ilerimize doğru yol alırlar. Bir hizaya geldiğimizde “Bir an, direksiyorda oturan iki sürücü” birbirini görmüş olur. Burada sanki biz bisikletliyiz, o da Porsche gibi… Bizi geçince onun rüzgarından etkileniriz. (Nörolojik bir çok hastalık halk arasında YEL yani araba rüzgarı gibi adlandırılır.
Gerçekten de Rhumatizma, Siyatik, Gut gibi sinir sistemi hastalıkları ve kısme felçler içeren (apopleks) durumlarda CİN etkisi vardır. Gelecekte, bunlar (enerji insanlar) kanıtlanınca, Allah Dr.lara yardım etsin. Çünü tıbda parapsikoloji alıp yürüyecektir.
Hani cinler RUH diye geliyorlar ya o resimleri bakın. Dikkat edin yama gibi dururlar, çünkü ektoplazma denen bir ara beden, tıpkı fosfor gibidir. Aslında o gelenler de cinler, Hangi ruh geri gelmiş ki? Şekillenince herşeyin gölgesi otomatikman oluşur. Dikkat edin ektoplazma sanki bir “Fosforik” montaj gibi duruyor. Çünkü, bir cin geldiğinde, beynimizdeki “Örneğin dedemin ruhu” olan HOLOGRAMI alıyor, medyum’un ektoplazmasını kıvamlı bir köpük olarak kullanıyor ve ortaya çıkan heykel (Ruh=Cin) benim dedeme aynen benziyor.
Cinlerin şu özelliği ünlüdür: HALUGRAM. Yani sizdeki “İmgeyi, ideoplazmayı, esir matriksini” Halugramdan HOLOGRAMA çeviriyor. Görüntüyü ise Ektoplazma ile heykel haline getirebiliyor.
Birincisi bildiğimiz Hologram. İkincisi ise tıbda kullanılan biçimi=HALU+SİNASYON olanı. Yani Halusünasyon’un kelime kökü ile Holo, Halo, Hlau(Arapça Hayal, Hülya) aynı şey. Madde dalgası olmayan enerji matriksleri. Halusinasyon görmek diye bir şey mutlaka duymuşsunuzdur.
Kirlian alanı, mercek, objektif vb. istemez, çok yüksek alanda resmi çekilecek olan nesne film kağıdına konur ve nesnenin kendisi değil, onu surrounding olarak kuşatan ve içinde yer alan biyomagnetik ışıma (Aura da deniyor) fotoğrafa alınır. Röntgen ise bunu yapamaz, çünkü X ışınları kemik hariç, organları katederler.
Şu da var ki, Cinler “Tipten tipe” girebiliyorlar. Bunun için insanın kendilerine teslim olması, yani beyin kanallarını açması gerekiyor. Böylece mıknatısın akıları gibi HALU alınıyor. O görünmez akılara (Demir tozları niyetine) Ekto=Dış*Plazma yerleşiyor ve halusinasyon oluyor Holografik (Foto+graf gibi holo+graf demek istiyorum.) Yani bir tür sanrı, bir tür paranoidler, illüzyonlar vb. somutlaşıyor.
Cinler yavaşlamazlar (Işık da yavaşlamaz ya). Cinler, biz toprak (Proton) çevresinde ELEKTRON BULUTU olarak yer alırlar. Yani yavaşlamadan UYDUMUZ olurlar. Ama öncelikle, onlara (Hipnozdaki gibi) teslim olmak gerekiyor. Yani bu insanın rızasından kaynaklanmalıdır.
Uyku, hastalık (Sayıklama derecesinde) yüksek ateş, tok karnına ve kalbimizi yoracak biçimde yatarak tansiyon değişmeleri vb. etkilerle, onlarla aramızda bir kesişme (Polarizlenme) oluyor. Çünkü biz uyanıkken, elektrik ve magnetik alanlarımız birbiriyle çakışıktır ama uyku moduna girince, beden (Elektrik alan) yatakta yatay iken antibeden (Ruh mesela, bilinç ya da zihinsel boyutuluz, hani şu sıfırdan 70 kg. küçük soyut bedenimiz.) YUKARI düşüyor. Yani bir kitabın sayfasının 90 açı derecesi dik durması gibi, Magnetik alan yukarı ayrışıyor.
Cinler ise, bizim yatay (Ceset) ile dikey (bilinç) arasında 45 açı derecesi bir polarizlenme bölgesinde yer alıyorlar. Hem meleklerle hem bizimle SINIRDALAR. Onun için gökleri dinleyebiliyorlardı. İşte bu durumda KARABASAN olayı oluyor. Uykuya dalarken ya da rüya içinde gerçek olan Katalepsi hali (Donup, kıpırdayamama, gölge oturması, karabasan falan diyorlar, kıpırdattırmaz sizi ve bildiğiniz bütün duaları okursunuz adeta… Lohusa humması (Göğüslerinden mikrop kapan kadınları kastediyorum). Onlara da albasan/albastı geliyor ve onlar bunu görüyorlar. Ancak vücut ısımızın 40 üstünde olması koşulu var. Böyle ilginç ilginç cinni hastalıklar var işte…Akıl ve Ruh hastalıklarını Kur’an kesin ayırıyor.
Cinli olanlara Mecnun diyor. Mecnun=Cinli demektir. Akil olmanın tersi ise “Allah’tan gelmiş” bir KAZA gibi kabul ediliyor Kur’an’da. Karabasan Allah’ın El KABİD (Kabzadaki Dad harfi) yani sıkan daraltan isminin talimidir. Bunun tersi olan El Fettah’ı okuduğunuzda hemen bırakıyor. Fettah=Açan, genişleten demek. Ya Fettah derseniz, anında bırakıyor. Hatta sadece Fettah derseniz de…
Cinlerle bağlantı, elektron kabuğu olarak cindara ya da medyum denen cinliye yerleşik olan Cin irtibatı ile oluyor. Siz bir protonsunuz, o da sizin iyonizasyonunuzu nötrleyen bir elektron unutmayınız.Temas bu biçimde oluyor.
Süleyman’ın cinleri İFRİT=KAFDAĞI kategorisinden ayrı bir ırk. En yavaş (Dolayısıyla en uzun boylu) cin ırkı. Hızlarına göre renkleri ve boyları var. Yani insanlarda ırklar mongol, kafkas, afrikalı vb. iken, onlarda “Kırmızıdan Mora doğru ışık hızı gamları içinde renkleri ve boyları vardır. En hızlıları GNOMlardır ve bir karıştan küçük görünürler. En uzun ırk Ohmer, Ahmer=Kırmızı, kızıl yani hızca en düşük olanları. Arapça Ahmer kırmızı demektir, bilirsiniz.
Geleceği bilmek yalnız onların değil insanların da bildiği bir şey. Uykuda, kitabımızn 90 derece dikmesini, bir uzun gemi direğine benzetiniz. Direğin tepesinden KARA daha iyi gözükmez mi? Yani kara göründü derken, bunu direğin ucundaki gözcü söyler önce…
Bunun anlamı şu. Bizim uykudaki bedenimiz (bilinç) yukarı düşüyor (Magnetik alanı cesedimize dik geliyor. Böylece direğe çıkmış bir gözcü gibi, yarını, öteki ay ya da yılı görebiliyor. Ama bunu unutuyor. Sonra öyle bir an geliyor ki, “Aaa! Ben bu anı rüyamda gördüm, sanki bu anı daha önce yaşadım” diye hayret ediyor. Örneğin, iki yıl sonra evleneceği kızı görmüş ve hatırlamıştır. Buna Dejavu deniyor. De ja vu=Haberci rüya demek Vu=View anlamırnda fransızca bir kelime.
Sembolleri seçen mekanizma REM, Hızlı Göz Hareketleri diye bir olgudur. Göz görmek istediği sembolleri, deli gibi arar. Eğer o dalma anımızdaki göz hareketlerimizi görseydik, kendimizden korkardık. Saniyede 35 kez, göz bebeği hareket ediyor, inanılmaz bir şey bu ben uyanıkken gözbebeğimi sağdan sola taşımak için iki saniye ancak yetiyor.
Rapid Eye Movements=REM. Rem aynı zamanda Random=Rastgele olursa, o zaman gördüğümüz düşlerin anlamı yok, şizofrenik yani birbiriyle ilgisiz absürd şeyler oluveriyor. Ama sembolleri seçen REM hareketlerinin yoğunluk ve amplitüde denen genlikleri. Anlamsız düşlerimiz “ŞİZOFRENİK”tir. Yani neden-sonuç ilişkisi yoktur, daldan dala atlar.
Ama bir de Hz. Yusuf’un gördüğü ve yorumladığı gibi rüyalar var ki, Kur’an’da kutsanmıştır. Rüya bizim “ÖLMEMİZ” demektir, çünkü canımız (Eksi bedenimiz) alınır (Göğe alınır). Allah dilerse bizi ertesi gün (an) serbest bırakır.
39/42: Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.
Uyanık uyku, tetikte olma hali, ve güdümlü rüyalardan, uyanık (Teyakkuzda) olmaktan başlayarak, gezici durugörü (Bedensiz astronomi, Clair Voyance vb.) denen güdümlü düşlere kadar bir çok kategori var. Bunlar psişik yeteneklerimiz olup, belli terbiye ve disiplin ile elde edilebilir.
Elektrik ve magnetik alanlarımızın, uykuda DİPOLE olduğunu, çakışıkken, birbirini dik olarak soğan kabuğu gibi kuşattığını anlattık. Zaten Philadelphia deneyinde de gemiye verilen elektirk niçin? Çünkü yüksek bir elektirk alanı, bir okadar yüksek MAGNETİK (Dik) bir alan otomatikman kuşatır. Böylece TELEPORTASYON Tayyı mekan (TiMekcanics) oluşur. TiMechanic=Tayyı mekan. Teleportation, Veliction, ışınlanma, daha bir sürü OOBE ESP, PK (Psikokinezi) gibi parapsikolojik paranormal görüngüler oluşur. Mekana (Uzaya, zemine) zaman eşlik eder. Biri etkilenirse diğeri de etkilenir. Bir gitar telleri gibi herkes kendi kulvarında akarken, böyle bir magnetik aşırı fırtınayla , sanki gitarist bütün telleri iki parmağıyla sıkıştırıp, birbirine değdirmiş ve VORTEX yaptırmış, zaman kavşakları oluşmuştur…
Görüyorsunuz bunlar “Rüya” denen minicik bir Bermuda olayından başlıyor ve gemilerin ışınlanmasına kadar büyüyor. Allah bizi kabzediyor, elektrik ve magnetik alanlarımızı DİPOL ediyor (Çift kutup demek), dilerse bizi yeniden geri bırakıyor. (Elk. ve Magnetik alanlar yeniden aynı düzlemde birbirleriyle çakışık oluyorlar.) Böylece uykudan uyanıp işimize gücümüze gidiyoruz. Evet hem kısa devre hem de Polarizasyon yani 45 derece ile “CİN, Karabasan vb.” ile de teğetleşiyoruz.

Hiç yorum yok: