Bu Blogda Ara

19 Şubat 2011 Cumartesi

MELEKLER


“ Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.”
FATIR SURESİ-1
Meleklerin bedeni yaratılışları Nur dur. (Işık)
Allahu Teala, Tüm ilimlerin kapısını insanlara açmıştır.
Meleklere ise hangi görev için yaratıldıysa o görevlerine göre ilim verilmiştir. Meleklerin sahip oldukları ilim dallarının her biri bir kanattır.
Yani melekler  kaç ilim dalını biliyorsa o kadar kanadı vardır. Örneğin; iki ilim bilen melek iki kanatlıdır. Üç ilim dalını bilen melek üç kanatlıdır.
“Allah Âdem'e bütün isimleri, (zatına ait tüm isimlerinin ilimlerini) öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.”                                                       BAKARA SURESİ-31
“Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.”                             BAKARA SURESİ-32
Bakara suresinin 31 ve 32. ayetlerinde anlaşılacağı gibi, İnsanın ilimleri, Kainattaki tüm bilinçli varlıkların ilimlerinden fazladır. Çünkü Allahu Teala İnsana bu ilimleri Elest gününde kendi katında öğretmiştir.  Allahu Teala İnsana verdiği bu ilimleri geri almamış, İnsana verdiği ilimleri İnsanın levh-i mahfuzuna (Gen lerine) kaydetmiştir.  Melekler bu olaya şahitlerdir. Yukarıdaki ayetlerde bu halin teyididir.

Melekler; Fatır suresinde belirtildiği gibi iki,üç, dört yada vazifesine göre daha fazla ilme yani kanada sahiptirler.
Peygamber efendimiz (sav); Cebrailin (as.) altı yüz kanadı yani altı yüz ilme sahip olduğu hakkında  hadis kitaplarında geçen beyanı vardır.
Cebrailin (as) altıyüz ilme sahip olması, onun, Allahu Tealanın ayetlerini Peygamberlere taşıması ve bu ayetleri bilmesi için verilmiştir. Cebrail (as) Meleklerin en Alimidir.
Melekler diğer din mensuplarının inandığı gibi görsel kanatlara sahip değillerdir.
Zaten yaratılış gereği iki kanattan fazlası o kanatlı varlığın uçmasına engeldir. Hele altı yüz kanatla uçmak mümkün değildir.  Melekler ışıktan yaratıldığı için ışık gibi ve ışık hızıyla hareket ederler.

Meleklerde, cinsiyet yoktur. Yani melekler erkek veya dişi değildir.
“(Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.”
ISRA SURESİ-40
Onlar cinsellikle çoğalmazlar. Allahu Teala heran  bir şende yani yaratma halinde olduğu için yarattığı varlıklarla beraber görevli Melekleride heran yaratır.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an (bir şendedir) yaratma halindedir.”
RAHMAN SURESİ-29
Allahu Teala  heran bir şen halinde, her her varlığı yarattığı gibi, heran İnsan da yaratır. Yani Allahu Tealanın huzuru, heran ELEST günüdür.



MELEKLERİN GÖREVLERİ
CEBRAİL (AS)
Cebrail (as) Peygamberlere Allahu Tealadan vahiy getiren Melektir.
Aynı zamanda gök ordularından bir ordu olan Melekler ordusunun Komutanıdır. Peygamber Efendimizin savaşlarına özellikle Bedir savaşına katıldığı, Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiştir.
“O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?”
ALİ İMRAN SURESİ-124
Cebrailin (as) vahiy getirme görevi bizim dünyamız için bitmiştir.
Allahu Tealanın emriyle Kadir gecelerinde Rahmet Meleklerinin başında yeryüzüne iner. Bu görevi devam etmektedir.
“Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.”
KADİR SURESİ-1-2-3-4-5
MİKAİL (AS)
Kainat içerisinde, İnsanın yaşadığı gezegenlerdeki tabiat olaylarından sorumlu Melektir. Mevsimler içerisinde oluşan tüm tabiat olaylarının düzenleyicisidir.
İSRAFİL (AS)
Kıyamet öncesi Sur a müdahale etmekte görevlidir. Sur, Evrendeki Karadeliklerin bir araya toplanarak tek bir Karadelik haline getirilerek, Kainatın içindekileri korkunç bir güç ve azametle emerek yok edecek olan, Gücün, Kuran-ı kerimdeki adıdır. İsrafil (as) şu anda Karadelikleri bir araya topluyor. Kıyamet vakti yaklaştı zaman tükeniyor.

AZRAİL (AS)
Azrail  (as) bu dünyada hayatı sona eren İnsanların, ruhla irtibatını keser,
Hayatları sona erdirir.
“De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
SECDE SURESİ-11
Meleklere kendilerine verilen görevin durumuna göre beden verilmiştir.  Elektrondan Küçük Melekler yaratıldığı gibi, Arşı taşıyacak kadar  büyük ve kuvvetli yaratılmış melekler vardır. Arşı taşıyan Meleklere Hamale-i Arş melekleri denir.
Yani melekler kainattaki kuvvetlerinde sahibidirler.
Kainattaki her varlıkta meleklerin görevleri vardır.
Bununla beraber İnsan, eğer gerçek İnsan seviyesine çıkarsa Meleklerden alimdir ve üstündür. Çünkü İnsan, kainatta Allahu Tealanın halifesi olarak yaratılmıştır. Ama zamanımızda yaşayan İnsanların bu halin ne anlama geldiğinden haberleri yok.
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.”                                                 BAKARA SURESİ-30
Allahu Tealanın, Bakara 30 da geçen emri üzerine, bizim özendiğimiz Melekler, İnsana secde etmiştir.
“Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik.”
BAKARA SURESİ-34
 
Bu ayetler üzerine,
Fazla söze gerek varmı?
İnsan, Meleklerin secde ettiği İnsan olmalıdır.

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. «Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır» dediler.” BAKARA-285



alıntı: cafer iskenderoğlu

Kıyamet

FİHİBİSMİLLAHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
KIYAMET..
“Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?”
ĞAŞİYE SURESİ -1
“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır.” “Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”
MÜ’MİN SURESİ -18-19  
Ezeli ve ebedi olan, Allah’tır. Allah’ın tüm yarattıkları kaderlerinin sonunda muhakkak yine Allah’a dönecektir. Kainatın dahilinde vücut sahibi (NEFS sahibi) ne kadar yaratılmış varlık var ise ki bu varlıklar nur bedenli, enerji bedenli, zahir bedenli, olabilir hatta yerler ve gökler, galaksiler ve içindekiler, Muhakkak kıyamette yok oluşu tadacaklardır. (Esmalara dönüşü tadacaktır!)
“Tüm Nefisler, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”ENBİYA SURSİ – 35
Kainat yaratılalı yaklaşık 15 milyar yıl oldu. İnsan da kainattan önce yaratıldı. İnsanın Kainattan önce yaratıldığının şahidi RAHMAN suresinin ilk dört ayetidir.
“Rahmân Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.”
RAHMAN SURESİ -1-2-3-4
Kuranın Ayetlerinin dizilişi hatasız yapılmıştır. Rahman suresinin ikinci ayetinde “Kuranı öğretti” sözünün anlamı; Allahu Teala, İnsanı nur bedenlerde secdeye davet ettiği gün olan, ELEST gününde nur bedenlerdeki İnsanlara öğretilen ve levh-i mahfuzun bilgisi olan Kurandır.
“İnsanı yarattı” Ayetinde ise insanın fizik bedeni ile kainatın yaratılması anlatılır.
İşte nur bedendeki insan 15 milyar yıldan fazla bir süreden beri hayat sahibidir. Ancak beden alemindeki hayatının süresi, 15 milyar yıldan fazla yaşanan nur beden hayatına göre çok kısadır. İşte bu kısa hayat süresinde İnsan kendisine açıklanan Kuran bilgileri ile ebedi hayata hazırlanıp, kainatın kıyametinin acısını yaşayanlardan değilde, o muhteşem ve zorlu kıyameti seyredenlerden olmalıdır. Kıyamet ve azabı çok korkunçtur.

Bismillâhirrahmânirrahîm
TEKVİR SURESİ


1. Güneş katlanıp dürüldüğünde…
Bu ayette geçen KUVVİRET kelimesi çok büyük bir kuvvetle bükülüp dürülmek anlamındadır.
Yani karadeliğin şiddetli çekim gücüne kapılan güneşin dürülmesi, eskiden ninelerimizin yünü ip haline getirdiği İĞ denilen el aletiyle yünün, iğin dönmesiyle ip haline gelmesi gibidir.


2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde!
Kainatta bulunan tüm gezegenlerin ve güneşlerin özelliklerini kaybedip, karadelik (SUR) anaforu (borusu) tarafından emilirken aldığı hali anlatır.
3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde..
Karadelik yani sur anaforu tarafından şiddetle emilen gezegenlerin tüm yapısı havalarda uçuşarak sura doğru akar. o halin görünümü bir gezegenden bakılırsa dağların taşların bir hizaya girerek büyük bir hızla sura doğru yürüyüşü gibidir.
4. Gebe develer salıverildiğinde..
Bu ayetteki gebe develerden maksat şudur, Kainatın içindeki tüm varlıklar, kendi varlıklarını oluşturan esmaları zuhura çıkaracak ve cisimlerinden asla dönecektir. Yani kainat ta hiçbir varlık kalmayacaktır. Kainat bu hali yaşamaya gebedir. Kıyamet yakındır anlamındadır.
5. Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde..
Bu ayetin Arapçası “Ve izelvuhuşu huşiret.” Yani vahşi varlıkların bir araya toplanması anlamındadır. Kainattaki vahşi varlıklar karadeliklerdir. Bu karadelikler, İsrafil As tarafından bir araya getirilip birleştirilerek tek ve devasa SUR anaforu oluşturulur. Bu sur anaforu (borusu) kıyamete gebe olan kainattaki tüm varlıkları vahşice emip yok edecektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
İNFİTAR SURESİ
“1, 2, 3, 4, 5. Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar.”
(İşte ey güzel insan; önce kendi mezarına,
Sonra kainatın mezarına kıyametle beraber gömülüp kaybolmadan önce, bu ayetler üzerinde çok düşün. Hayatın çok kısadır. Dünyada sahip olduğun hiçbir varlık senin değildir. Dünyada sahip olduğunu sandığın maddi varlıklar için bu azabı yaşayıp ahiret alemine, Esfeli safilin zihniyetinde değil de İnsanı kamil olarak git.)
“6, 7, 8. Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? “
“9, 10, 11, 12. Hayır! Bütün bunlara rağmen siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir. “
“13, 14. 15, 16. İyiler muhakkak cennette, kötüler de cehennemdedirler. Ceza gününde oraya girerler. Onlar (kâfirler) oradan bir daha da ayrılmazlar.”
“17, 18, 19. Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah'a kalmıştır.



alıntı:cafer iskenderoğlu

Güneşin Sırrı


BİSMİLLAHİRRAHMAİRRAHİM
GÜNEŞİN SIRRI
“Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir."
FUSSİLET SURESİ – 37
Kainatın Kuranını okumaya devam ediyoruz.
“Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız”.
ZARİYAT SURESİ – 49
Kuran-ı kerimde geçen ÇİFT kelimesi eşler anlamına da gelir ancak bu ayette yaratılan her soyut ve somut varlığın birden fazla yaratıldığını anlatır
Allahu Teala kainatın içindekilerin belirlenen denge içinde hareket etmesini, hareketin ve hayatın oluşmasını o varlıklara verdiği çiftler prensibine bağlamıştır. Kainata bakın... Kainata bakın tek başına bir güneş yada gezegen göremezsiniz, Kainat, Kainattaki denge ve Hayat, Gece ve gündüz, Artı ve eksi, Hayat ve ölüm, Nefs ve Ruh, Sıcak ve soğuk örnekleri ile beraber daha birçok çiftin bir arada yaratılmasından oluşur. Yani tezatlar yaşam sebebidir. Çifler olmasaydı Kainatta ve Kainatın içindeki yapılarda yaşam enerjisini somut yada soyut olarak bulamazdık. Altı aşamalı yaratılış, tamamen çiftlerle oluşmuştur. Örneğin bir Atom elemanları artı ve eksi yüklüdür.

Elektronlar eksi protonlarda artı yüklüdür. Atomun bu yapısı olmasaydı ne Molekül yaratılır nede hücreler olurdu demek ki tüm yapının aslı çiftlerdendir. Zamanımızda en büyük ihtiyacımız olan Elektrik Enerjiside artı ve eksi kutupların akımı tamamlamasından elde edilir. Yani zıt çiftlerin.

Elektrikle çalışan tüm cihazlar ve bilgisayarlar artı ve eksinin bir arada çalışmasıyla iş görürler.
Ateş enerjidir. Haliyle ateşde çift yaratılışın etkisindedir. Başka türlü ateş enerjisini elde etmek mümkün olmaz. Yakılan her türlü yakıt muhakkak surette bulunduğu çevrenin sıcaklığındadır. Yani normal yaşam ısısındadır. Örneğin bir yanma için soğuk yakıtın sıcak tepkimeye girmesi şarttır. Mesela; odun, doğalgaz veya herhangi bir yanıcı madde normal ısıdadır. Sıcaklık elde etmek için sıcak bir maddeye yakıta ihtiyaç varmı? Hayır muhakkak yaratılmış çifte ihtiyaç vardırki Allah bu çifte yemin etmiştir.
“Fecre, on geceye , çifte ve teke, örttüğü an geceye yemin ederim ki, akıl sahibi için bunlarda elbette bir yemin (değeri) var, değil mi?”
FECR SURESİ-1-2-3-4-5
Allahu Tealanın FECR suresinin bu ayetlerinde yemin ettiği çift tüm yaratılışın denge ve çalışma prensinindeki sultan güçlerine olan yemindir ki bu yemin değerinin kainat ve içindekilere kazandırmış olduğu o muhteşem tecellilerinin eseridir. Yine bu ayette yemin edilen tek Allahu Tealanın kendi lisanı ile kendisini tevhididir.
Kainatın içerisinde var olan gezegenlerin yıldızların fiziki yapıları çift yaratılıştan payını muhakkak surette almıştır.
Örneğin Dünyamızın yapısı genel manada sıcak bir merkez ve soğuk yüzeyden ibarettir.

Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi dünyanın iç kısmı ateşdir yaklaşık 5000 derece sıcaklığa sahiptir. Yüzeyi ise merkeze göre soğuk ve yaşama elverişlidir. Dünyanın bu yapısı çift yaratılışın delilidir.
Bazı gezegenlerin yapısı gaz dır. Ancak bu gezegenlerin dahi dış yüzeyleri ile merkezleri arasında hatırı sayılır ısı farkı vardır.
Güneş de çift yaratılıştan nasibini almıştır.

Yani, Dünyanın tersine Güneşin yüzeyi 5500 – 6000 derece cıvarında Dünyanın ise çekirdeği 5000 derece civarındadır.
Önce Kurandan bu sırrı inceleyelim. Ateşin ve Güneşin merkezlerinin soğuk olduğunun delili, Kuranda ayet olarak vardır.
“Ey ateş! İbrahim için soğuk ve esenlik ol!” dedik.
ENBİYA SURESİ – 69
Hz. İbrahim in ateşe atılması hakkında bir rivayet şöyledir.
“Adamlarına hemen yakacak odun toplamalarını emretti. Hz. İbrahim'in ateşe atılarak cezalandırılacağını herkes duymuştu. Günlerce odun toplandı. Dağ gibi bir odun yığını meydana getirildi. Nihayet odunlar tutuşturuldu. Ateşin şiddetlendiği an yer gök aleve boyandı.

Sıcaklığı çok uzaklardan bile hissedilmekteydi. Karşı tepeye kurulu olan mancınığa, konularak ateşe atılacak olan Hz. İbrahim mancınığa dogru götürülüyordu. Bu dehşet verici olayı seyredebilmek için Babil'de kimse kalmamıştı. Herkes olay yerine toplanmış, korku ve merak içinde bekleşiyordu.
Hz. İbrahim mancınığa yerleştirildi. Muhafızlar onu ateşe atmak için Nemrud'un emrini bekliyordu. Dağ, taş bütün canlılar, tüm melekler Allah'a yalvarıyor, Hz. İbrahim'in kurtulması için niyazda bulunuyordu.
- Ey Rabbimiz bu kavim içinde; seni bilen tanıyan sana ibadet eden, sadece Hz. İbrahim var.
Oysa onu ateşe atıyorlar. izin verinde şu kavmi yerle bir edip Hz. İbrahim'i kurtaralım, diye yalvarıyorlardı. Yüce Allah ise onlara;
- "Onun durumunu ben daha iyi bilirim. O eğer sizden yardım isterse edin, Eğer yalnız bana güvenip dayanır, benden yardım dilerse ona benim yardımım kâfidir" karşılığını vermişti.
Nemrud'un emriyle mancınık fırlatıldı. Hiç bir telaş ve korku belirtisi göstermeyen Hz. İbrahim ateşin ortasına doğru uçuyordu. Ateşe dogru yol alırken, "Allahın yardımı bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ben ona dayanıp güveniyorum" demişti.

Yüce Allah, canı gönülden, tam bir teslimiyet içinde kendisine dayanıp güvenen hiç bir kulunu yalnız bırakmazdı. Hele hele bir peygamberini asla. Yüce Allah'ın emri Hz. İbrahim'in imdadına yetişti.
- Ey ateş, İbrahim için serin ve zararsız ol. İlahi emir üzerine ateş Hz. İbrahim'i yakmadı. Ateşin ortasında güllük gülüstanlık serin bir bölge oluşmuştu. “ bu paragraf alıntıdır.
Allahu Teala dileseydi, Hz. İbrahimi Nur bedene geçirir di o zaman yine ateş yakmazdı.
Ayeti Kerime anlaşıldığı gibi, Allahu Teala Ateşe “ İbrahim için soğuk ol” emrini veriyor. Yani ateşle direk fizik beden karşı karşıya. Çünkü ateşi hisseden fizik bedendir.
Tefsirlerde, Hz. İbrahim için yakılan ateşin büyüklüğü anlatılır, ateşin yüksek ısısının etrafta toplanan halkı dahi etkilediği anlatılır.
Hz. İbrahim ateşe atılınca, zaman içinde zaman, mekan içinde mekan yaratan Allahu Teala, ateşin merkezindeki soğuk bölgeye Hz. İbrahimin bedenini zarar görmeden indirdi. Ve ateşte merkezindeki soğuk bölge Allahın emriyle genişledi.
Şimdi ateşi başka açıdan inceleyelim.
Yakmak istenilen odun parçasının yada kömür parçasının iç kısımları ne kadar soğuk ise o odun yada kömür yanarken merkezindeki soğukluk nedeniyle daha uzun müddet yanar. eğer bir odunu iyice ısıtıp sobaya atarsanız o odun parçası, soğuk olan odun parçasına göre daha çabuk yanıp biter.
Güneşin tahmini yaşı beş milyar yıldır. Çapı ve kütlesi ne kadar büyük olursa olsun eğer Güneş, sanıldığı gibi merkezinden yüzeyine tam bir ateş topu olsaydı, yani çift yaratılışın dışında olsaydı enerjisi çok kısa sürede biter ve sönerdi.
Güneşin uzun ömürlü enerji vermesinin ana sebebi, Güneşin varlığında bulunan ve Yaratılışın gereği olan iki tezatın yani sıcak ve soğuk çiftinin beraber bulunmasıdır.
Nitekim Atom bombasının patlaması sonucu ortaya çıkan nükleer enerji soğuk uranyum235 in reaksiyonudur.
Güneşin uzun ömürlü enerjiside, sıcak ve henüz ısbatlanamamış olan soğuk füzyonun senkronize alışverişinden kaynaklanmaktadır.
Dünyada daimi enerjiyi arayan bilim adamlarının, Kuranın bu mucizesini laboratuar ortamında bulması yakındır. Yani güneşin sırrı olan sıcak ve soğuk füzyon etkisi, Dünya insanlarına ucuz ve sürekli enerjinin kapısını açacaktır.
“Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?”
KAMER SURESİ – 32 


Alıntı:cafer iskenderoğlu

Nuh’un Gemisi Nerede?

Dünyanın dört bir yanında geçmiş farklı birçok kültürde tufan efsanesi yer alır. Jeolojik ve fosil bulgulara göre dünyanın en az bir döneminde sular altında kaldığı kabul edilmektedir. Bağdat’ın 160 km güneyindeki Nippur kasabası yakınlarında bulunan 60 bin tabletten oluşan bir Sümer kitaplığı tabletlerinde, Dicle kıyısındaki Asur başkenti Ninova’da bulunan Asur tabletlerindeki Gılgameş Destanında  tufan olayı kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi anlatılmakta ancak Nuhun gemisinin konduğu dağ belirtilmemektedir. Gılgameşteki tufanın MÖ 4250 de olduğu sanılıyor. Buradaki Hz. Nuh pozisyonunda olan kahraman Sümer bilgesi Utnapiştim.

Nuh’un Gemisi Nuh Tufanından sonra nereye oturmuştur, kalıntıları hala varsa nerededir? Kur’an ve Tevrat’da  bu konuda ne yazıyor tekrar bakalım:

Kur’an’a göre:

Ve su çekildi. İş bitirilmişti. Gemi, Cudi üzerine oturdu ve haykırıldı: ‘O zalimler topluluğu geri gelmez olsun!‘” HÛD 44.

Cudi Arapça’da yüksek dağ anlamına gelmekte olup Kur’an’da herhangi bir dağa, tepeye gönderme yapılmış olabilir. Peki Kur’an’da gönderme yapılan Cudi hangi Cudi’dir neyin nesidir ve nerededir.

Cudi Dağı
Cudi Dağı
Kur’an tefsirlerinde Cudi’nin Musul’a yakın bir yerde olduğundan bahsedilir. Zemahşeri, Keşşaf, Celaleyn, Beydavi ve daha bir çok tefsirlerde Cudi’nin Cezire’de mübarek ve kutsal bir dağ olduğunu belirtildiği iddia ediliyor.  Arapça yazılmış Al-Muncitte lügat ve ansiklopedide de Cudi Cizre şehrinin (bugünkü Cizre ilçesi) kuzey doğusunda Cizre’ye 45 km mesafede bir dağ olarak belirtilir. Bahsedilen dağ, bugün Cizre sınırları içinde bulunan dağ, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir. Şırnak ismi, “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Cudi Dağı’nın eteğinde ismi “seksenler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan köyünün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır, ve köyün ismi Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan seksen kişiye atfen böyle anılmaktadır. Tarih boyunca bölge halkı Şırnak merkez, Silopi ve Cizre ilçesi ve köyleri birlikte her yıl yaz aylarında Cudi dağına ziyaretler düzenler ve çeşitli etkinlikler yaparlar.

Tevrat’a göre:

Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ağrı dağlarına oturdu. Yaradılış 8:4

Ağrı Dağı
Ağrı Dağı
Ancak Türkçeye Ağrı Dağları olarak geçirilen kelimenin aslının yazılışı  r r t dir. Ünlü (sesli) harfler orijinal metinde yer almaz, okunurken ve günümüz dillerine çevrilirken konulur. Bu da Ararat olarak  yapılmıştır. Halbuki kelime Urartu  olarak da geçirilebilirdi.  Gerçekten de Tevrat’ta Urartu Ararat olarak geçer.  Yani Tevrat’taki Ararat “Ararat Diyarı” anlamındadır.  Günümüzün Ağrı Dağı  İncil’deki masoretik ünlüleştirmeden ötürü, Urartu adının “r r t” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır.  Demek ki gemi Urartu’da bir yere oturmuştur. Peki neresidir bu Urartu?

Urartu devletinin yerleşim bölgesinin sınırlarını, batıda Karasu-Fırat, kuzeyde Kuzey Ermenistan dağları, doğuda İran Azerbaycanı’ndaki Savalan Dağları, güneyde ise Zagros Dağları’yla birleşen Doğu Torosların dış kenarı oluşturur. Urartu devletinin başkenti bugünkü Van’dır. Urartu Devletinin sınırlarında Ağrı dağı bulunur. Ağrı Dağı’na yabancılar Ararat derler. Ararat daha önce belirttiğimiz gibi Urartu demektir.

Geminin yeri konusundaki tahminler:

·        Cudi Dağında Güney Doğu Anadolu’da  Cizre-Şırnak arasında – Boylamı: 42.5 Enlemi: 37.38

·        Ağrı Dağında

·        Güney Doğu Anadolu’da Harran ovasında Urfa yakınlarında – Boylamı: 38.85 Enlemi: 36.959

·        Durupınar tepesinde

·        Ağrı dağında Cudi adı verilen bir zirvede

·        Suudi Arabistan’daki El Judy (Cudi) Dağında

Durupınar Doğubeyazıt’ın 16 km güney doğusunda. Ağrı Dağı’nın karşısında Tendürük Dağları
Durupınar
Durupınar
eteğinde, Aşağı Süphan ile Yukarı Süphan köyleri arasında. Adını Harita Mühendisi Yüzbaşı İlhan Durupınar’dan alır. İlhan Durupınar 1959 da Harita genel Müdürlüğünde hava fotoğraflarını incelerken Nuhun gemisinin kalıntısına benzer 135 m uzunluğunda, 50 m. genişliğinde, 6 m. derinliğinde bir oluşum görmüştür. Soldaki resme bakınız. Ara Güler de 1960 da bir tepeye çıkıp aynı yerin fotoğrafını çekmişti. Güler bunu şöyle anlatıyor: “...Bir gün ‘Hayat’ dergisine yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok benziyor. Hemen Erzurum’a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli Gümüşpala… ‘Paşam’ dedim. ‘Bu, çok müthiş bir şey… Bu fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım…’ Paşa, bana bir uçak verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk. Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh’un gemisinin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş, sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış.…” 1986’da, “Jeomorfoloji Dergisi”nde Yılmaz Güner imzasıyla yayımlanan bir makalede; bir gemiye çok benzetilen sözkonusu kabartının, jeolojide “yer akması” (“earthflow”) adıyla anılan ve buzulların kaymasıyla ortaya çıkmış, son derece doğal bir oluşum olduğu öne sürülmüştü. Ancak yanda göreceğiniz bir başka fotoğraf ve şekiller Ara Güler’in dediğini doğrular nitelikte.
Ara Güler'in Fotoğrafı
Ara Güler'in Fotoğrafı

Tevrata göre geminin 40 gün 40 gece süren yolculuğu sonrasında Nuh’un karaya gönderdiği kuşun, ağzında bir zeytin dalıyla geri dönmesi de Cudi görüşünü oldukça destekliyor. Çünkü Ağrı Dağı’nda hiç zeytin ağacı yok, o yükseklikte olması da zaten mümkün değil. Oysa Cudi Dağı’nın güney kesimleri zeytinliklerle dolu. Ayrıca uzmanlara göre gerek yükseklik gerekse konum açısından Cudi Dağı karaya oturma açısından daha elverişli. Cudi dağı 2090 m. Ağrı dağı ise 5165 m. Bu yükseklik su altında kaldıysa neredeyse tüm dünya su altında kalmış demektir. Öyleyse ondan sonra sadece Nuh’un gemisindekilerle mi yeryüzünde tüm canlılar üremiş? Bu sorunun yanıtını geçen yazımızda vermiştik. Yani Nuh Tufanı yöresel bir cezalandırma. Halbuki gemi Ağrı dağına oturduysa tufan küresel bir cezalandırma haline dönüşür. Demek ki gemi Ağrı dağı zirvesine oturmamış.

1953 de Alman Jeolog Friedrich Bender’in Cudi tepesinde 1. m derinlikte bulduğu katranlı bir tahtanın yaşı 1971 de yapılan karbon deneyiyle 6500 yıl olarak bulunmuştur. Eğer bu parça gerçekten tufandan kalma ise tufan MÖ 4530 da olmuştur demek gerekir. Bu da maksimum 300 yıllık hata payıyla Irak’ta yapılan kazı kalınlıklarına göre tufan yılı olarak tahmin edilen MÖ 4250 yılına denk düşmektedir.

Cudi Dağı, Tufan’ın geçtiği Gılgameş destanının yaşandığı Mezopotamya’ya Ağrı dağından çok daha yakın.

Ağrı dağının tepesi buzul ve oksijeni çok az. Gemiden çıkanlar için yaşam uygun değil.

On ikinci yüzyılın sonunda ve onüçüncü yüzyılın başında yaşamış olan coğrafyacı, seyyah Yakut el-Hamevi, bu konuda Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydetmiştir: “… Yağmur suyu yeryüzünde 150 gün kaldı. Gemi, tufanın 7. ayının 17. gününde Cudi’ye oturdu. Nuh’un ömrü 601 yılına varınca 1. ayın 1. gününde su yeryüzünde azalmaya başladı. 2. ayın 27. gününde de yer kurudu. Nuh ve beraberindekiler gemiden çıktılar. Nuh bir mescit ve Allah için kurban yeri yaptı ve kurban takdim etti” (M. Strech İslâm Ansiklopedisi Cudi Dağı maddesi). Yakut’un vefat tarihi miladi 1229’dur. Demek ki miladi onüçüncü yüzyıla kadar geminin Cudi’ye oturduğunu söyleyen Tevrat nüshası vardı.  İslâm Ansiklopedisi’nin yazdığına göre onuncu yüzyıla kadar birçok Ermeni yazarının ve daha başkalarının eserleri, Ararat’ın tufanla ilgisi olmadığını gösterir. Eski Tevrat tefsirine göre geminin, Cudi yahut Hıristiyan yazarlarına göre Gordyene, (Süryanice Fardu, Ermenice Kordukh) denilen dağlara oturduğu kabul edilirdi. Geminin Cudi (Kardu veya Kordukh) üzerine oturduğu, Tevrat’ın Arami dilindeki tefsirinde (Targumlar) görülmektedir.

Sonuç: Kur’an’ın yanlış, Tevrat ve Eski Ahit’li İncil’in doğru olduğunu kanıtlamak için Ağrı dağında Batılılarca “GÜYA” yapılan sayısız araştırmalardan sonuç alınamamıştır. Arada bulduk diyenlerden sonra ne bir ses ne bir kanıt çıkmıştır. Ancak propagandalarında başarılı olmuşlardır. Onların sayesinde ülkemizde bile neredeyse herkes Nuh’un gemisinin Ağrı Dağında olduğuna inanır olmuştur.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Kur’an’da geçen Cudi kelimesi ille de bugünkü Cudi Dağı olmayabilir. Yüksek bir dağ, tepe olabilir. Cudi Dağı da olabilir. Ama Ağrı Dağının tepesi olamaz. Nuh’un gemisinin konduğu yer artık Ağrı dağı değil Cudi Dağı da dahil olmak üzere başka yörelerde de nisbeten daha düşük yüksekliklerde aranmalıdır. Tabii kalıntılar 6500 yılda kaldıysa.

8 Şubat 2011 Salı

Nar ve nur

Allah’ın iki türlü isim silsilesi vardır. Biri cemal silsilesi, diğeri ise celal silsilesidir.
Cemal silsilesinde lütuf, ikram, şefkat, nur, ihsan, af, hüsün gibi manalar hükmeder. Aynı şekilde bu manaların her dairede tecelli ve taallukları vardır. Mesela insanın kalp dairesinde reca ve ümit olarak, terbiye dairesinde mükafat ve ödül olarak, ahiret dairesinde cennet ve nur olarak tecelli eder.
Celal silsilesinde ise kahır, intikam, ceza, nar, azamet, kibriya gibi manalar hükmeder. Aynı şekilde bu manalar mahlukat dairelerinde de tecelli ve taallukları vardır. Mesela insanın kalp dairesinde haşyet ve korku olarak, terbiye dairesinde mücazat ve ceza olarak, ahiret aleminde ise cehennem ve nar olarak tecelli eder.
İşte nur, Cemal isminden geliyor; nar ise Celal isminin bir tecellisidir. Bu ikili tecelli en küçük daireden en büyük daireye kadar hepsinde aynı şekilde tecelli ve taallukları vardır.
Nur ve nar belki madde olarak köken olarak aynı yerden gelebilirler, ama tecelli ve mana olarak kökü ve esası iki farklı isim silsilesinden geliyorlar. Bu yüzden kökleri aynı bile olsa mana ve hükümleri faklıdır.
Nar yakar Nur ise aydınlatır. Nur, hem maddi olarak aydınlatır hem de manevi olarak hidayet ve iman şeklinde aydınlatır. Nur nara göre daha latiftir. Nur, göz bebeğine girer orda görmeye yardımcı olur, ama nardan az bir kıvılcım göze girse gözü patlatır ve kör eder. Her ikisi de maslahat ve gayelerini geldiği isim silsilesinden alıyorlar.

Zerre ile atom

Arapça bir kelime olan zerre
* Pek ufak parça
* Atom
* Çok küçük karınca
* Güneş ışığında görünen ufacık tozlar anlamında kullanılır.

Atom son derece küçük olduğundan ona da bu isim verilmiştir. Ayette şöyle bildirilir:

"İnkâr edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır." (Sebe 3)

Ayete dikkat edilirse zerreden daha küçüğü de nazara verilmektedir. Günümüz ilmi de atomun da partiküllerden meydana geldiğini söylemektedir. Risalelerde zerre, “atom, molekül veya bir şeyin en küçük parçası (toprak zerresi gibi)” anlamında kullanılmıştır. Atom elementin en küçük birimi, molekül bileşiğin en küçük birimidir.

31 Ocak 2011 Pazartesi

KUANTUM FİZİĞİ - YARATILIŞ VE ANATOMİMİZ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Kuantum Fiziği bilim dalının çağdaş açıklamalarına göre
Atom ve Atom altı parçacık fiziği özelliklerini açıklarken
atom
çekirdek (nötron-proton-elektron) kombinasyonu
elektron spin faailiyeti
proton paröaları olan kuarklar
kurak çiftleri olan rişon ve mezon çiftleri
kuark altı parçacıklar olan
tardyon (tardiyyun)
takyon (takiyyun)
süpr sicimler-solucan delikleri
paralel evren yapısına geçişteki dar geçit tüneli (sur borusu)
4 boyululuk ile 11 boyutluluk durumlarının nitelikleri
aklın hızı ve zamanda ileri geri harektler
mini hilbert uzayı
gibi atom altı fiziğini ilgilendiren başlıca konuları açmaya çalıştık
ikinci bölümde
insanlığın kavl-i bela halini
oradaki sözleşme yapılan ELEST MECLİSİNİ
cennet aşamasına geçişi
cennet evresinde siccin mekanında secere denen ağacın yasaklanması
yasağın çiğnenmesi
Adem ve eşinin yaratlışı ile onlardaki atom değerleri içinde gizlenmiş
muazzam nükleer enerji (ateş) gücünün bilgisinden mahrum Şeytan densizliği
insanların secere kelimesi ile ifade edilen cinsel eylem sonucu TAKVA elbisesinden sıyrılması
insanın sonsuz boyutlu Cennet evreninden
4 boyutlu bu evrene gönderilerek aşağıların aşağısına itilmesi (indirgenmesi)
bu evrene geçişte takip ettiği karanlıkları yaran TARIK oluşu
açıklanmıştır
bu geceki seminer çalışmamızda bu aşamadan sonraki
yaratılış özelliklerimizi
anatomimizi ele alarak İslam ile bu anatominin ilişkilendirilmesini
açıklamaya çalışacağız inşallah
burada ANATOMİ kelimesinin anlamını açmakla başlamak istiyoruz
bilindiği üzere hemen bütün yerli yabancı sözlükler
anatomi kelimesinin Yunanca yahut Latince olduğunu söylemektedirler
Yunanca ve Latince dillerini her türlü dil bilim şartlarını zorlayarak incelersek
ne Yunanca ne de Latince`de anatomi kelimesi yapacak bir kök yahut kavram kelimesi
bulunmadığını göreceğiz
anatomi kelimesini oluşturacak hiçbir kök dayanağına sahip olunmadı halde
bu kelimenin Yunanca-Latince olduğunu kabullenmek de bilimsel açıdan mümkün değildir
öyleyse anatomi kelimesinin asıl sahibi olan dil hangi dildir
bunu belirtelim
Yunanlılar Hellen adıyla birleşerek bir millet olma özelliği taşımaya
MÖ.1000 yıllarında Balkanlar ve Mora Yarımadasına geldiğinde başlamıştır
bu toplumun o zamana kadar değişik adlar etrafında toplanmış farklı dil ve kültürlerde olan
küçük kabileler olduğunu
geldikleri yerin de şimdiki Gürcistan ve kuzeyi olduğunu biliyoruz
işte bu Hellen - Yunan topluluğu Balkanlar ve Mora Yarımadasına geldiğinde buraları boş değildi
onlardan çok önceleri buralara yerleşmiş
buralardan İspanya İper Yarımadasına kadar uzanan sahada
Kuman Türkleri`nden Al-Apalar denilen ve ALP dağlarına adlarını miras bırakan Türkler vardı ve Türkçe konuşurlardı
Latinler de Yunanlılardan çok daha sonra Balkanların kuzeyine geldiklerinde
yine bu sahada aynı Kumanların olduğu tarihi gerçekliktir
Latinler ve Yunan olanlar geldikleri bu topraklarda kendilerinden çok daha ileri kültür yapısına sahip olan
hatta runik yazıdan alfabeli yazıya geçerek kendi alfabelerini kurmuş olan bu Türkler`den çok şey öğrendiler
işte bunlardan biri de bu ANATOMİ kelimesidir
eski prototip Türkçe`de ana şimdiki anadır
doğma kelimesi de o zamanlar toma olarak burada söyleniyordu
ana-toma olarak bu kelimeleri fonetikleşmiş şekilde belirleyebiliyoruz
o zamanlar ana-toma demek anadan doğma yani çıplak vücut demektir
anatoma şeklinde birleşik söylenen bu kelimeyi Yunanlılar önce öğrendiler
onlardan da Latinler aldılar
ANATOMA sözünü ANATOMİ olarak kendi dillerine aldılar
bu şekilde Yunan ve Latin dilleri başta olmak üzere
Cermen kavim bünyesinden olan milletler de dahil Slav dillerine hatta İskandinav dillerine
çok sayıda Türkçe kelimeler alınmış ve benimsenmiştir
sözgelişi bunlardan biri de Kaniç adıdır
bir köpek türü olan Kaniç adının aslı da Kan-İçen şeklindedir
çünkü özel beslenme yoluyla yetiştirilen bu köpek kan yedirilerek beslenir ve bu nedenle kan içen denilirdi
batılılar bu kan içen sözünü Kaniş olarak dillerine aldılar
insan vücudunun çıplaklığını ifade etmek için biz de bu Türkçe kelimeyi Anatomi kelimesini tercih ediyoruz
insanlık tarihi diller alışverişi içinde bulunarak yazılmasa da konuşma metodlarona yerleşmiş diyebiliriz
bu şekilde bir tarih yazılı tarihten daha eski bilgileri bize daha kesin belgelerle ulaştırmaktadır
hangi dilde hangi dilden kelime yoğunlukları bulursak
o milletlerin ilişkilerini değişik kombinasyonlarda bulabiliriz
işte bunlardan bazıları da Arapça-Türkçe ilişkisinde meydana gelmiştir
Runik alfabeli yani resim yazı tekniği ile düzenlenmiş belgelerin çözümlemelerinden
çivi yazısı da dahi tüm yazı metodlarından çok daha eski bilgilere ulaşmak mümkün olmakta
bu da tarihin çoktan yeniden yazılması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır
Arapça-Türkçe arasında alınmış kelimelerden bazıları Kuran içinde de bulunmaktdır
örneğin Kehf Suresi adının kaynağı
sure içinde geçen Kehf denen mağara kıssasıdır
bu mağaraya iman eden bazı kişiler sığınmışlar ve burada 300 ve kısa bir duraklama ardından 9 yıl daha uyur halde kalmışlardır
bu süre için Kuran yarım gün kadar diye bir tanım getirmektedir
gerçekten de ışık hızında hareket edilmesi halinde geçecek yarım günlük sürede 300 yıllık ana aktivasyona kısa bir obsidasyon salınımı yapıp 9 yıl daha ekleyeceğimiz zamanın geçtiğini hesaplıyoruz
bu da 309 yıl yapar
ışık hızında zaman sıfıra yakın bir hızda geçmektedir
bu temel bilgiden bakarak
Kuran modern fiziğin ışık hızının hesapladığı yarım gün diliminin 309 yıla hem de 300 ve 9 yıllık bir aralamalı zaman olduğunu bundan 1400 sene önce bildirmektedir
Kehf kıssasının anlatıldığı ayetlerde
güneş ışığının mağaraya sağdan girerek sola büküldüğünü bildirmektedir
ışık hızında hareket ediş halinde zaman da ışık rotası da ivme yapacak ve sağdan sola büküm yapacaktır
bu da aynı surede 1400 sene önce açıklanmıştır
ve bu surede asıl önemli bir husus hep gözden kaçmaktadır
bu mağaraya insanlarla beraber bir de köpek girmiştir
fakat bu 300 + 9 = 309 yıl zaman geçtiğinde insanlar atom altı parçacık fiziğinin tüm aşamalarını dış görünümlerine de yansıtarak yaşamışlardır
hatta bu husus için onları görseydiniz dehşete düşerdiniz korkardınız demektedir ayetler
insanlar bu süre sonunda o gün mağaraya girmişler gibi uyanırlar ama
köpekleri daha mağaraya girildiği zaman diliminde ölmüştür
insanlar yaşamını devam ettiriyor fakat köpek ettiremiyor
burada insanların sağ kalması asıl murad edilendir ama köpeğin ölümü bize insana has bir özelliği söylemektedir
insan atamoaltı evren yapısında tardyon-takyon çiftleri aşamasında borucuklarının içinde NUR yapılı RUH vasfını taşımaktadır
bu yapısı onun kirlian ışımasını da diğper varlıkların 6 katında gösterir
NUR-NAR bileşkesi özelliği taşıyan insan zaman opsidasyonu içinde öz varlığını olduğu gibi koruma niteliği kazanır
bu yapı onu diri tutar ama ruh-nur vasfı bulunmayan hayvanı yaşatmaz
buna bir örnek verirsek
atom altı parçacık plazması üretilirken
mesela proton plazması elde edilirken
kuark parçalanmasından dolayı dışarı doğru partikül saçılması olur ve bunların zamanı normal (+) zaman koordinatı taşır
oysa aynı plazma patlamasında çoktan dışa gitmiş de dönmekte olan kahverengi ışın (foton) tanecikleri ters zamanlı (-) koordinatlı istikamet gösterir
biz bunu mıknatısların görünmez ışınları olan çekim özellikli gravitasyon dalga-parçacıklarında tespit edebiliyoruz
normal ışık tayfında yedi renk vardır
fakat bu tayfın içinde kahverengi kuşak yoktur
oysa proton plazma saçılmasında ters yön ve zamanlı kahverengi parçacıklar tespit edebiliyoruz
bunun da ilginç bir özelliği vardır
bu olayı bir insan gözlemliyorsa kahverengi saçılma meydana gelememekte, insan gözlem yapmıyorsa kahverengi saçılma olabilmektedir
yani
insan gözünün yayınladığı dalgaboyu bu parçacıkları hapsedebilmektedir
işte bu insan gözünün yayınladığı dalga boyunun diğer adını NAZAR DEĞMESİ olarak isimlendiriyoruz
eğer bu NAZAR DEĞMESİ haset duygusu ile yayınlanırsa karşısındaki nesneyi parçalama gücüne de sahip olur
eğer karşısında kristal cam varsa un ufak olur
metal varsa eğilir
canlı organizma varsa (-) enerji yüklemesi yaparak en yakın hastalığa uygun zaafiyet alanı meydana getirir
işte bu nedenle Kuran nazar değmesinden sakınmayı tavsiye eder
konuya dönersek
KEHF SURESİ`ne ad olan bu Kehf kelimesi Türkçe bir kelime olan KOF sözünün Arapça diline geçiş şeklidir
KOF kelimesi içi boş, oyuk, mağara anlamlarına gelir
nitekim KEHF kelimesi de aynı anlamda kullanılmaktadır
burada Kehf Suresi içinde anlatılan kıssalar (olaylar)dan ikisinin daha özelliklerini arzederek
ana bahsimize devam edelim
Kehf Suersi içinde anlatılan olaylardan biri de Musa aleyhisselamın Hızır ve kardeşi Harun ile seyahatidir
tefsir ve mealler bu seyahati de asırlar öncesi görüşleri ile açıklamaya çalışmaktadırlar
bu eski anlatılara göre Musa ve Hızır bir sahilde yürüyerek ilerlemektedir
Musa içinde bir balık bulnan bir sepet taşımaktadır
bir yere kadar giderler ve fazla geldik der geri dönerler
bu arada sepetteki ölü balık canlanıp denize atlar
olayın bir bölümü böyle anlatılır
bu olayı çağdaş bilim açısından tekrar anlatalım
Musa ve diğer iki kişi daha bir sahilde ilerlerken
sepette ölü bir balık vardır
fakat bu sahilin tercüme edildiği gibi deniz sahili olduğu kesin değildir
anlatışa göre bu sahil bu evren içinde zaman koordinatları kıyısında yapılmaktadır
sahil zaman koordinatlarımızın sahilidir
kıyısıdır yani
her an bu koordinatların dışına çıkılabilir ve ileri zamana yani gelecek zamana geçilebilir
nitekim fazla gitmişiz der ve zamanda geri gelirler
çünkü ayette geçen kelimelere bakılırsa önceki takip edilen İZ izlenir ama gerisin geri
dönerek değil gerisin geri
geri geri adım atılamayacağına göre zamanda geri gidilmektedir
bu defa geri zamanda da başladıkları zmana değil geçmiş zamana gidilmiştir
çünkü balık diridir
yani balık sepetten atlamıyor
yeniden denizdeki diri olduğu zamana geri dönmüş oluyor
Kehf Suresindeki diğer olay ise Zulkarneyn olayıdır
Zulkarneyn ayetlerde ifade edildiği gibi isim değil lakap-sıfattır
Zulkarneyn sıfatını taşıyan kişi bu adı alacak bir şeye sahiptir
o da zul-karn-neyn denen şeye sahip olmaktır
nedir zul-karn-neyn?
zul = karanlık
karn = tunel, hol, geçit
neyn = çift
demektir
buna göre zul-karn-neyn deyince
karanlık bir holden-geçitten-tunelden iki defa geçiş demektir
bu da bu evren içinde karanlık bir tunel -geçit kullanmak
iki ucuna ulaşmak demektir
ayetleri incelediğimizde bu kişi Allah`ın verdiği bir İMKAN VESİLE sayesinde
uzayda yol almakta
güneşin yörüngesinin tersi yönde gitmekte
orada bir kavme seslenmekte (geçmiş zamana giderek, geçmişte güneşin olduğu eski yerdeki zamanda insanlara seslenmekte)
sonra güneşin gittiği yöne gidip ileri zamana geçmekte
fakat bu defa üzerinde güneş batmayan bir arza (gezegene) varmakta ve orada geçimsiz iki kavim bulmaktadır
bu olayı çağdaş astronomi diliyle söylersek
önce güneşin geldiği yöndeki Herkül Takımyıldızı tarafına gitmekte ve geçmiş zamanda insanlara hitabetmektedir
sonra da uzayda güneşin gittiği taraf olan Sirius (Köpek) Takımyıldızı tarafına gitmekte
iki güneş yıldız arasında bulunan bir gezegende Ya-Cüc ve Ma-Cüc adını verdiği iki kavmi bulnaktadır
yalnız bu güneşlerden biri balçığa batar gibidir ve bir ucu batış tarafında uzamıştır
işte bu tarif
bir karadelik tarafından yutulmakta olan bir güneş tarifidir
ve bu güneş gerçekten de Sirius istikametinde vardır
ve karadelik tarafından hala yutulmaktadır
olayın anlatımı devam eder
iki kavmin kavgasını engellemek için iki dağ arasına
yani karşılıklı iki yamaç arasına
önce demir külçeler koydurup demir bir duvar ördürür
sonra bu duvar üzerine tercümelere göre bakır eriyik dökülür
oysa ayette bakır sarılır ifadesi vardır
bilindiği üzere elektrik motorları çekirdeği demirdir ve üzerine bakır iletken sarılır
bu iki yamaç ifade edildiğinden dev bir elektyrik motorudur ve istenen çok yüksek bir elektrik voltajı elde etmektir
böylesi dev bir elektrik motoru çalıştırıldığında meydana getireceği manyetik alan iki yanda zamanı iki ayrı yön koordinatlara iteceğinden
iki kavim (yecüc-mecüc) birbirinden zaman olarak ayrı kalacak kavga edemeyeceklerdir
bu ayrışan zamanlar da ivme yapacak ve bir zman gelip çakışacaktır
işte burada Hadisi şerifler devreye girer ve açıklar
Ya-Cüc ile Ma-Cüc zamanları tam da bizim güneş sistemimizin mekan ve zaman koordinatları ile buluştukları bir an gelecek
yer yüzünde bu iki kavim görülecektir
bu olay da kıyametin büyük alametlerinden biridir
şimdi Kehf Suresine bu açıklamalr ışığında yeniden bir bütünlük içinde bakarsak
üç olay anlatıldığını
bu üç olayda da zamanın değişik formasyonlarda değişimi izah edilmektedir
hatta nasıl zaman değişimi yapılacağı da anlatılmış olmak için elektrik üreteci tanımlanmaktadır
bir bakıma fiziğin İslam ile ilişkisine bir takım açıklamalar yapmış olduk
bu şimdiye kadar anlattıklarımızla
fakat bütün bunların odağında zaman değişkenliği yanında insan faktörü vardır
öyleyse insan çok özel yaratılışı ile
eşrefi mahlukat oluşu ile beraber
beden yapısıyla da tanımlanmış olmalıdır
önceki seminer çalışmamızda Tin Suresi bahsinde insanın anne rahmindeki beslenmesinden bahsederek
bir giriş yapmıştık aslında
burada devam edelim şimdi bu anatomik yapının İslam ile ilişkili sistematiğini görmeye
nazar değmesi yahut insan gözünün yayınladığı dalgaların kaynağını arayalım
insan gözünü inceleyerek başlayabiliriz buna
insan gözü hiçbir canlı gözünde olmayan bir göz bebeği sistemine sahiptir
Charles Darwin insanı maymun evrimleşmişi diye söylerken
gelir en sonun da
ah şu insan gözü olmasaydı der
çünkü evrimde kök saydığı maymun türlerinin hiçbirinde bu göz bebeği ve göz beyaz retina tabakası yoktur
insan gözünün bebeği yaklaşık bir milyon iyon tüpü çubuğunun dmet halinde birleşmesinden meydana gelir
her bir iyon tüpü içinde 27 kapakçık vardır
her kapakçık ile diğer kapakçık arası bir odadır
dışardan gelen ışık ışını yani fotonu bu tüplerden birine girer ve birinci kapakçık kapanır
ikinci fotonu engellemek içindir bu
ilk odaya giriş anında ikinci kapakçık açılır ve ışık taneciği ikinci odaya geçerken ikinci kapakçık kapanıp üçüncü açılır bu böyle bütün iyon tüpünde tekrarlanır
ve ışık taneciği göz topunun geri tarafındaki sarı leke alanına düşer
o anda ışık taneciği bu alanda tamamen dalgaboyuna çevrilerek optik görme sinirlerine aktarılır ve aynı ışık hızında beyne iletilir
beyinde her bir ışık taneciği dalga boyu fazında farklı beyin hücreleri alanlarına taksim edilir
bu taksimat öylesine tutarlıdır ki
görülen bütünü değerlendirir ve nitelemeyi de yaparız
güzel, çirkin, şu renk, bu biçim, sert, yumuşak, buhar, vbg daha pekçok nitelemeler yapılır
burada bir sorun karşımıza çıkar
beyimn dediğimiz canlı organizma dış ve iç yapı olarak iki ana yapıya ayrılır
görme de dahil tüm dıştan gelen veriler tamamen beynin dışı olan KORTEKS tabakasında kategorilerine kaydedilir ve değerlendirilir
korteks glikojen esaslı gri renkli ve yaklaşık 1 mm kalınlığında bir zar tabakasıdır
işte gören, öğrenen, bilgi depolayan, unutan, hisseden, karar veren, vbg insani kavramlarımızın tümünü yapan işte bu
1 mm kalınlığındaki korteks tabakasıdır
ve bu korteks tabakası sadece insan beyinde bulunup başka hiçbir canlı beyninde bulunmamaktadır
işte insanı diğer canlılardan ayıran ana biyolojik farklılık bu olduğu gibi
insanın başka bir canlı primat türünün evriminin sonucu olmadığının da ispatıdır
korteks dediğimiz bu tabaka beyinin salgıladığı 300 kadar endorfinin (hormonun) sayesinde yaşam bulur
bu endorfinler sayesinde sever, nefret eder, öğrenir, unutur, uyur-uyanırız ve düşünürüz
beş duyumuzun tüm verilerini alan ve değerlendiren bu korteks tabakası
bütün beyin yapısının çevresini saran 1 mm kalınlığı ile yüzde 28 kadar bir miktarına tekabül eder
bu korteksin ana yapılarından biri de adrenalin ile beslenmesi ve DNA sarmallarını bulundurmasıdır
bu korteks zarının altında ise beynin yüzde 72`si vardır ve beyaz glikojen esaslı hücrelerden oluşur
alt beyin dediğimiz korteks altı yüzde 72`lik kısım adrenalinin tersi olan noradrenalin maddesi salgılar
işte bu noradrenalin algılandığı anlar korkulan, acıklıdı yahut kızgınlık anlarının üretimidir
bir şeyden korkunca noradrenalin salgılanır ve tedbir al yahut saldır parçala komutunu alırız
bu noradrenalinin ana merkezi de beynin ön lop kesimidir
işte namazda bu ön lop secdeye varır ve manen bu nefret ve saldırganlığı öne eğilmenin sağladığı noradrenalin soğurma sistemi çalışır ve etksis giderilir
namaz ciddi ve anlamlı kılınırsa beynin bu işlevi kaçınılmaz olur ki insan o zaman sakin ve merhametli olmaya başlar
namazda ciddiyet ve anlam söz konusu değilse noradrenalin soğurma sistemi nötralize etme yapmayacağından
namaz hedefine varmamış olacaktır
insan ana rahminde şekil alırken hep söylendiği gibi önce insan kalbi değil işte b u alt beyin yapısı meydana gelir
ana rahmindeki nutfenin ilk şekli kurbağa larvası şeklindedir ve bu larvanın başı daha sonra ana beynimiz olan alt beyni meydana getirecek, larva şeklinin kuyruk bölümü omurlilik ile beraber ana sinir sistemi
biçiminde yapılanacaktır
cenin büyüdükçe ilk beş ay geçene kadar bu larva başı zarsızdır
beş aydan itibaren korteks meydana gelmeye başlar ve düşünce sistemimizi öğrenme alanımızı kazanırız
ana karnında bu beş aydan itibaren çocuk annenin ve yakın çevresinin duygusal etki alanında demektir
çünkü anne en yakın olarak tüm duygusallığını ilk önce kendisi rahmindeki bebeğe geçirecektir
bu nedenle anne adaylarının moral değerlerinin çok sağlıklı olup olmaması
doğacak bebeğe son derece etkili olacaktır
bunun bir nedeni daha vardır
insan beyninin korteksinde DNA sarmalları bulunurken
alt beyin sisteminde RNA sarmalları
bellek kartları vardır
tüm insanlık
Adem-Havva`dan beri tüm geçmiş soy ağacının tüm bilgi-bellek birikimini işte bu RNA kartlarında taşır
mümkün olsa da RNA kartlarını okuyabilseydik
her bir insanın geçmişinde
Adem-Havva`ya kadar tüm tarihini okumuş olacaktık
bu kartların miktarını dünyaya şimdiye kadar gelmiş insan nüfusunun toplamının birkaç milyar katı olduğunu düşünürsek
nasıl bir bilgi bankası taşıdığımız anlardık
ana karnında bebek nasıl anasından duygu etkileşimi alıyorsa beyin dalga alıcı verici sistemi ile yakın çevresinde
kardeş, baba, akraba beyin fazları ile de yakınlığı nedeniyle etkileşlmeye girecektir
bu nedenle doğan bebekler ilk altı aydan sonra mutlaka annne koynunda yatmaktan uzak tutulmalıdır
kardeşlerin aynı yatağı paylaşmaları da mutlaka önlenmelidir
bu yakın temas halinde aynı yatağı paylaşma bazan aynı odayı paylaşma dahi beyin dalgaları ile bilgi alış verişine neden olur ki
olabilecek olumsuzlukların aktarımı için bu birlikte yatma en uygun yoldur
yine bir yatağı paylaşma alt beyin etkileşimi bakımından
o bebeğin yetişkinlik dönemlerinde karakter ve cinsel sağlıklılık seviyesini de belirleyici olabilecektir
alt beyin kuruğu olan sinir sistemimiz kuyruk sokumuna kadar ilerlerken
alt beynin altındaki talamus isimli yerden çıkan ve hipotalamus guddesinin içinden geçen bir sinir
bu alt beyin kuyruğu ile birleşmek üzere damak üzerinden şah damarı yanından geçerek enseye, buradan iki kürek kemiği arasına,
iki kürek kemiği arasında çatal yaparak biri kalbe diğeri göğüse ulaşır
kalbe giden arter damarı altından kalbe girer ve arter altındaki kalbin
tamamı 7 tane olan ama merkezi bu arter altında bulunan mercimek büyüklüğündeki beyinciğe girer
bu 7 beyincik beynin hücre yapısıyla aynı dokulardan oluşur ve kalbin beyinden bağımsız çalışmasını düzenler
göğüse ulaşan sinir kadınlarda iki meme arasında bir düğüm yaparak yola devam eder ve üreme sistemine ulaşır
kadınlar namaz kılarken ellerini işte bu düğüm üzerine kapatırlar
erkellerde aynı sinir düğüm izi yaparak yola devam eder ve göbek çukurunun iki parmak altında düğüm yapar ve üreme organlarına ulaşır
erkekler de namaz kılarken bu düğümü kapatırlar
çünkü
cennet ortamında Adem ve eşinin siccin alanında yaptıkları secere eyleminin dünyada hala hatırlandığını
ve oradaki olayın hatırasından hicap ve pişmanlık duyulduğunu ifade eder
bu aynı zamanda
güzel ahlak ile oradaki takva elbisesinin taleo edildiği anlamına gelir
insan anatomisinin
İslam dininde direk ilan edilen NAMAZ ile ilgisi bakımından bu hususu çok iyi kavramış olmak gerekmektedir
biz burada
insan korteksi ile alt beyin sisteminin etkileri ve etkileşimleri bakımından
Türk Psikiyatri sahasında önemli bir yer tutan değerli bilim adamı
emekli subay ve DR.Nusret Kaya`nın
"Benmim Adım Cenin 1 ve 2" isimli eserlerini tavsiye ediyoruz


.Rabbim, ilmimi ve bilmemi çok çok artır. (Taha Suresi-114.)