Bu Blogda Ara

2 Ocak 2010 Cumartesi

Zekat vermeyen SA’LEBENİN SONU



“Rahman ve Rahim Olan ALLAH’ın (C.C.)adıyla”
“Zekatları verinceye kadar, ALLAH C.C. imanları ve namazları kabul etmiyor” Hadis’i ŞerifSalabe b. Hatibi’l-Ensari, Peygamber Mescidi’ne devam ederdi. Öyle ki, Peygamber Efendimiz SAV ona, “Mescidin Güvercini” lakabını vermişti. İbadet ve taat’a da öylesine hevesli ve meraklı idi ki, güneşte ısınmış kızgın taşların ve toprağın üzerine çokça secde ettiği için alnı nasır tutmuş, neredeyse devenin dizine dönmüştü.Mescidde uzun uzun vakit geçiren Salabe daha sonraları aceleyle mescidden çıkmaya başlamıştı. Bir gün Peygamber Efendimiz (SAV), Salabe’ye , “Ey Salabe ! Sana ne oluyor da münafıklar gibi aceleyle mescidi terk ediyorsun ? ” buyurdu. Bunun üzerine Salabe Efendimiz’e (SAV) dedi ki : “Ya Resûlullah ! Öyle bir fakirlik içindeyim ki , evimizde şu üzerimde bulunan elbiseden başka elbise yoktur. Onun için bu elbiseyi hanımımla beraber giyiyoruz. Ben namazımı eda ettiğim gibi biran önce eve gidiyorum ki, hanımıma elbiseyi vereyim de namazını vakti geçmeden eda etsin. İşte acelem bundandır. Ne olur bizim için ALLAH’a(C.C.) dua etseniz de bize mal verse, böylece fakirlikten kurtulalım.”
Salabe böyle deyince, Efendimiz (SAV) ona : “Sana yazık olur ya Salabe, şükrünü eda edebileceğin az mal, şükrünü eda edemiyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” buyurdu. Salabe ısrar etti: “Ya Resûlullah ! Bizim için dua buyursanızda Cenab-ı Hâk bize ihsanda bulunsa .” Bunun üzerine Efendimiz tekrar, onu bu ısrarından vazgeçirmek için : “Ya Salabe ! Sen ALLAH’ın (C.C.) Resûlü gibi olmak istemez misin ? Nefsim Kudret Elinde olan ALLAH’a (C.C.) yemin ederim ki , altın ve gümüşle yüklü dağların benimle gelmesini istesem, elbette benimle koşarlardı. Ama ben biliyorum ki , dünya ahirette nasibi olmayanların nasibidir.”
Efendimiz (SAV) böyle buyurmasına rağmen, Salabe nedense anlamak istemedi. Halbuki ALLAH’ın (C.C.) Resûlü bir şey buyurduysa bunda bir hikmet vardır. Bir kere söyledin , vazgeçmeni istedi. Hadi bir kere daha ısrar ettin, tekrar vazgeçmeni istedi. Anlasana ! Efendimiz (SAV) Peygamberlik ferasetiyle gördü ki sana mal yaramayacak, o malı isteme ki , o mal seni helak edecek. Şayet sana fayda getirecek olsaydı Efendimiz (SAV) hemen dua ederdi. Ama buna rağmen Salabe ısrarında devam edip tekrar üsteledi ve : “Ya Resûlullah ! Ne olur benim için dua buyur da, ALLAH bize ihsan da bulunsun. Seni Hak Peygamber olarak gönderen Cenab-ı Hâk’ka yemin ederim ki, beni mal ile rızıklandırmasını ALLAH’tan (C.C.) istersen, malımda hakkı olan hak sahiplerinin hakkını mutlaka ödeyeceğim.” diye ısrar etti. Bunun üzerine Efendimiz (SAV) ellerini açtı ve “Ya Rabbi ! Sen Salabe’ye ihsan eyle” diye üç defa dua buyurdu.
Tabii sonraları Mevlâ Teâlâ , Salabe’ye mal ihsan etti. Salabe bir miktar koyun edindi. Koyunları birden bire çoğaldılar. Hatta o kadar ürediler, o kadar çoğaldılar ki, koyun sürüsüne Medine sokakları dar gelmeye başladı. Oraları dar gelince sürüsünü Medine vadisine indirdi. Böylece Mescidi Nebevi’den de uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Daha evvel beş vakit namazını Efendimiz’in (SAV) ardında eda ederken , şimdi ancak öğle ve ikindi namazlarını eda edebiliyordu. Efendimiz’in (SAV) duası bereketiyle Salabe’nin malı günbegün artıyordu. Öylesine arttı, sürü öylesine çoğaldı ki, gün geldi sadece Cuma namazlarına cemaate iştirak etmeye başladı. Sürüsü biraz daha artınca Medine vadisi de almadı. Böylece sürülerini başka vadilere götürmek zorunda kaldı. Bundan böyle artık Cuma namazlarına da gelmemeye başladı. Artık Mescid-i Nebevi’den tamamen uzak kalmıştı. Ne acı bir şeydi ki, Resûlullah (SAV) Mescid-i Nebevi’nin imamıyken, herkes Efendimiz’in (SAV) arkasında namaz kılmak için can atıyorken, o mal Salabe’yi nasılda uzaklaştırmıştı. Ne Resûlullah’ı (SAV), ne de Sahabe-i Kiram’ı görebiliyordu artık.
Efendimiz (SAV) bir gün Salebe’yi sordu. Ashab’ı Kiram, “Ya Resûlullah ! Salabe’nin koyunları o kadar çoğaldı ki, Medine’nin vadileri onun sürüsünü almadığı için, o da uzak vadilere çıktı” dediler. Bunun üzerine Efendimiz(SAV), “Yazık ! Salabe’ye çok yazık.” buyurdular.
Tabii bu arada yeni yeni ayetler nazil oluyordu. Ashab-ı Kiram bu ayeti kerimeleri işittikleri gibi büyük bir aşk ve şevkle amel etmeye koyuluyorlardı. Ve nitekim malların zekâtıyla alâkalı şu ayet geldi. “Onların mallarından bir zekât al ki , onunla kendilerini temize çıkarmış , mallarına bereket kazandırmış olasın.” Tevbe:103
ALLAH-u Teâlâ Hazretlerin’den böyle bir emir gelince, Efendimiz (SAV) zekâtların tahsili için bazılarını görevlendirdi. Ve zekât ayetini yazdırıp, mü-minlerden zekât almaları için onları etrafa gönderdi. Bu tahsildarlar nereye gittilerse memnuniyetle karşılandılar ve kabile halkı zekâtlarını kendilerine takdim ettiler. Bu arada dağların taşların bile almadığı kadar çok sürüleri olan Salabe’ye de uğradılar. Resûlullah’ın (SAV) yazdırmış olduğu, içinde ALLAH’ın (C.C.) farz kıldığı zekât ayeti de bulunan mektubu bu durumu ona bildirdiler. Ve ondan malının zekâtını vermesini istediler. Tabii bu haber Salabe’nin hoşuna gitmedi. Bu kadar kırkta biri kim bilir ne kadar çok tutacaktı. Gecesini gündüzünü birbirine katmış ve bu kadar mal edinmişti, şimdi bir çırpıda bunu vermek Salabe’ye zor geldi herhalde. Resûlullah’ın(SAV) sohbetlerinden Ashab-ı Kiram’dan , cemaatten , o atmosferden epeyce uzak kaldığı için , işin ciddiyetini de kavrayamadı ve çok ağır, söylenmemesi gereken bir söz sarfetti. Kendisine gelen Resûlullah’ın (SAV) tahsildarlarına “Sizin bu istediğiniz ancak bir haraçtır veya haracın benzeridir. Siz şimdi gidin de ben bunu iyice bir düşüneyim.” dedi.
Hey gidi Salabe neyi düşüneceksin. Elinde avucunda hiçbir şey yokken zenginlik için Resûlullah’a (SAV) yalvarmadın mı ? Şayet ALLAH (C.C.) mal ihsan ederse “malımda hakkı olan hak sahiplerinin hakkını mutlaka ödeyeceğim” diye Resûlullah’a (SAV) söz vermedin mi? O zaman bir tek elbisen varken şimdi davarını, sürünü dağlar taşlar almıyor vadilere sığmıyor, o kadar zengin olmuşsunda şimdi verdiğin sözü unutup düşüneyim diyorsun. ALLAH’ın (C.C.) ayeti nazil olmuş, bu konuda emir buyurmuş, Resûlullah (SAV) elçi göndermiş, malının zekâtını fakirin hakkını versene ! Hâla neyi düşüneceksin ? .
Bu hadise üzerine Salabe’nin içine düştüğü bu korkunç durumu beyan eden ayetler nazil oldu. Mevlâ Teâlâ şöyle buyuruyordu : “Onlardan (münafıklardan) kimi de, “Eğer ALLAH (C.C.) lütuf ve Kereminden ihsan ederse mutlaka zekâtını vereceğiz ve gerçekten salih kimselerden olacağız.” diye ALLAH’a (C.C.) ant içtiler. (Fakat) ALLAH Celle Celalühü onlara lütfundan verince onda cimrilik edip (ALLAH’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” Tevbe:75-76
Salabe’den eli boş dönen bu iki tahsildar Efendimiz’in (SAV) yanına dönünce, durumu anlatmak için daha ağızlarını bile açmadan Peygamber Efendimiz (SAV) iki defa “Yazık! Salabe’ye çok yazık! ” buyurdular.
Bu olayın vehametini anlayan Hz Ömer (R.A.) derhal bineğine atladığı gibi uçarcasına Salabe’nin bulunduğu yere geldi. Onu buldu ve : “Sana yazıklar olsun Ya Salabe! Helâk oldun! Senin hakkında korkunç bir ayet nazil oldu.” deyince Salabe birden telaşlandı. Birden aklı başına geldi. İstenen zekâtı vermek bir tarafa ne kadar ağır laflar söylemişti. Salabe ne büyük bir hata yaptığının farkına varıyordu. Hemen malının zekatı ne tutuyorsa fazla fazla sürüsünden ayırdı ve onlarla beraber yola koyuldu. Süratle Medine’ye varıp Peygamber Efendimiz’in(SAV) huzuruna çıktı. Özürler dileyip affını talep ederek, getirdiği zekâtını kabul buyurmasını istedi.
Efendimiz Aleyhis Salatü Vesselam, Salabe’nin hiç beklemediği bir cevap verdi ve buyurdu ki : “Cenab-ı Hâk senden zekâtı kabul etmememi emretti.”
Salabe hakikaten helak olmuştu. Bu cevap üzerine dövünmeye, başına topraklar saçmaya başladı.
Resûlullah’ın(SAV) ömrü hayatında onun zekâtını kabul etmedi. Efendimiz ahirete irtihal edince, Hz Ebu Bekir halife oldu. Bunun üzerine Salabe zekâtını Hz Ebu Bekir’e getirdi, ama o “ALLAH’ın (C.C.) alma diye emir buyurduğu ve Resûlullah’ın(SAV) da almadığı bir zekâtı, bende almam! ” diyerek kabul etmedi. Sonra Hz Ömer halife oldu. Onun hilafetinde de bir ümit geldi ve adeta bir servet derecesindeki zekâtını Hz Ömer’e takdim etti. Bu zekâtı Hz Ömer’de kesinlikle kabul etmedi ve Salabe Hz Osman’ın hilafeti zamanında helak olup gitti.
Ya Rabbi ! Bizleri Sana isyan etmekten muhafaza ederek akibetimizi hayreyle , ayağımızı (yolundan) kaydırma .

(Selam o’na) Îsâ müslümandır

(Selam  o’na)  Îsâ  Müslümandır  (Yahûdî ırkından Örnek Müslüman)


                        بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ


“Elbette Îsâ’nın örneği, Allâh’ın yanında, Âdemin örneği gibi(dir); onu yarattı topraktan,sonra dedi o’na –ol!.. böylece olur.   (3-âli imrân-59).
(Selam ona)yüce Allâh’ın elçisi Îsâ’dan bahsedildiğinde , bu durumdan hoşlanmayan câhilce rahatsızlık duyan müslümanlar var. Bu câhilce tavrın sebebini mertçe söyleyebilenlere sorduğumda, rahatsızlığın sebebi anlaşıldı. Meğer bizim sözde müslümanlar (selam ona) Îsâ’yı,  Hıristiyan adıyla anılan kâfirlerin peygamberi zannediyormuşlar. Kâfirin peygamberi olmaz. Kâfirin kâfirliği, nefsi, biraz dünyâsı, bolca şeytanı olur.hattâ Îsâ Hıristiyandır diyenler var.
     Hıristiyanlar kâfir, cehennem yakıtı, yüce Allâh’a ortak koşan  kişilerdir. Yüce Allâh’ın elçisine bu kötü sıfatları yakıştıran  kâfirdir, tevbe edeler.
      Bu konuda halkın bilgisiz kişilerin bu sözlerinin kaynağı ise, biraz araştırınca gördümki; tefsirler,  sözde âlimler ve târih kitapları .bu sözde âlim  eseri  yazılarda Îsâ’nın dininin  Hıristiyanlık  olduğu  iddiâ ediliyor . 
    Biline,      (selam ona)  Îsâ müslümandır
Îsâ’nın havârileri (yakın arkadaşları) müslümandır.
Îsâ’ya inanan uyan  müslümandır. mâdem öyle hıristiyanlar, ona inanıyor, uyuyorlar onlar da müslümanmı denilebilir. Hâyır, onlar ona inanıp uysalardı müslüman olurlardı. Onlar ona inanmıyor uymuyorlar, aksine onlar (selam ona) Allâh’ın elçisi Îsâyı öldürmeye kasdeden,yüce Allâh’ın ve Elçisinin ve insanlığın düşmanı (l.a.) Şeytana inanıyor ve uyuyorlar. Yüce Allâh’ın elçisini öldürüp astıklarını zannettikleri haçı , yüce Allâh’a ve Elçisine düşmanlığın sembolünü, dinlerine sembol etmeleri bunun delilidir. (Selam onlara) yüce Allâh’ın elçileri Mûsâ, Îsâ ve havârilerinin müslüman olduğunu öğrenmek için Kur’ân’ı meâlinden okumanız yeterlidir. Oraya da münâfıkların eli uzanmamışsa . Meallerde münâfık tâkibi için uygun ölçeklerden biridir ,  Kur’ân meallerinde ,”müslüman” anlamındaki, arapça “müslim” kelimesinin “müslüman” kelimesinden başka bir kelime ile meallendirilmesi. Arapça kelimenin meallendirilmeden nakledilip ,arapça  okunuşu ile “müslim” yazılması da aynı münâfıklık çetesinin işidir. 61. Sûre saf sûresinin 6. Ve 7. Ayeti)  (3. Sûre âli imrân sûresinin 52. Âyeti)
  (61 saf 6) “Ve dediğinde Îsâ , oğlu  Meryemin  ey İsrâîl oğulları  (Yâkûb oğulları)  benim elçisi Allâh’ın size , doğrulayıcı neyi (ki) arasında iki elimin (benden önce) Tevrattan ve sevindirici bir elçiyle ,  gelir  benden sonra ,  adı onun Ahmed (Muhammed) , böylece geldiğinde onlara açık delillerle dediler bu açıklayıcı bir sihir”.
 (61 saf 7)   ” Ve kim daha zalim kimden (ki) attı (iftira etti) Allah’a yalanı ve o çağrılıyor  İslama ve Allah (gerçeğe) iletmez toplumunu zalimlerin”.  
(61 saf -8) “İstiyorlar söndürsünler ışığını (nûrunu) Allâh’ın ağızlarıyla ve Allâh tamamlayan(dır) ışığını (nûrunu) ve hoşlanmasada kâfirler”.

 (3 âli imrân  52)        “Böylece  ne  zaman  hissetti  Îsâ  onlardan  kâfirliği , dedi , kim  yardımcım  Allâh’a  doğru,  dedi  Havârîler  biziz  yardımcıları  Allâh’ın,  güvendik  (îmân  ettik)  Allâh’a  ve  tanık  ol  bizim  müslümanlar  olduğumuza”.
 Özellikle delildir ,
Îsâ müslümandır
Yüce Allâh’a ,   (selam o’na)  Îsâ’ya inandığını iddiâ  eden,sevdiğini iddiâ  edenler  Âdem’in ,  İbrâhîm’in ,    Îsâ’nın , Mûsânın ,  Muhammedin  (salat ve selam o’na , onlara)  bir  olan  yoluna gelin, müslüman (Allâh’a teslim olan) olun.  

Selam ona Îsâ hakkındaki bazı hadisler : (Salat ve selam o’na)  yüce  Allâh’ın  elçisi  Muhammed dedi.
“Ruhum yed-i kudretinde olan Allah`a yemin ederim ki, Meryem`in oğlu Îsâ , adil bir hakem olarak aranıza inecek , haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam`dan başka şeyi kabul etmeyecektir.”  [Buhari]
 “vallahi Meryem`in oğlu adil bir hakem olarak inecek, haçı parçalayacak, domuzu öldürecek, kin , nefret ve haset ortadan kalkacaktır.) [Müslim]
 “Îsa inecek, İslamiyet yolunda savaşacaktır. Onun zamanında Allahü teâlâ, müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Deccal da helak olacaktır. Îsâ , kırk yıl yeryüzünde yaşayacak, sonra ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.”  [Ebu Davud]
“Îsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]

“Peygamberlerin dini birdir”. (sahihi müslim cilt 10 sayfa 162 hadis 145)
“Cennete  Müslüman  kimseden  başkası  girmez “. Kaynak: (Buhari;cihad 182, rikak 45) , (Muslim; iman 178- 377- 378) , (İbni mace; sıyam 35, zühd 34) , (Tirmizi; cennet 13) , (Darimi; siyer 62) , (Ahmed ibni hanbel; (1-3) (3-415) (4-89, 90)(5-438) ).

“ Ve  sağ olsun  Gönderilenler  (peygamberler)”.
“ Ve  Övgü  Allâh’a  düzenleyeni  Evrenlerin “.  (37 sâffât, âyet 181-182).  

YILBAŞI = Noel yortusu





Yılbaşı  = Noel yortusu
SIĞINIYORUM ALLÂH’A TAŞLANMIŞ ŞEYTANDAN
ADIYLA ALLÂH’IN, MERHAMETİYLE KUŞATANIN, GEREĞİNCE MERHAMET EDENİN
Yılbaşı hıristiyanların takvimi olan miladî takvim denen takvimin başlangıcını kutlamaktır. Bu takvimin başlangıç tarihi olan sıfır târihi selam ona Allâhın elçisi  Îsâ’nın doğum günüdür. Yâni bu bir doğum günü kutlamasıdır. İslamda doğum günü kutlaması yoktur. Doğum günü kutlamak bidattir. Bidat ise günahtır. Üstelik bu kutlamada , hıristiyanlara âit bir kutlama olduğu için , hıristiyanların kutlanmaya lâyık gördükleri ,
1- Bâtıl , küfür dinlerinin kutlamasını kabul etmek  ,
2- Kâfirin küfrüne destek olmak ,
3- Küfre ortak olmak
vardır ve Küfürdür.

Yılbaşı kutlaması , selam ona Allahın gönderdiği Îsâ’nın getirdiği islam dinine âit bir kutlama ; bayram da değildir. Bu kutlamayı : bayramı Îsâ’nın getirdiği islam dininden sapan gâvurlar îcad etmişlerdir. Bidattir. Onlar bu bidati işlerken islam üzere müslüman oldukları halde değil , islamdan sapmış kâfirler oldukları halde işlemektedirler. Onların bu bidatlerini kabul eden , destek olan ,  ortak olanlar , onların bidatlerine destek olmaktan çok , onların küfür olan dinlerine destek oluyorlar. “Küfre rıza ise küfürdür” (Buhari, kitab 64 Meğazî, bab 46da). Öyleyse küfrü hıristiyanlık küfrünü desteklemek olan bu kutlamayı : bayramı kutlayanlar kâfir olurlar. Salat ve selam ona yüce Allahın elçisi Muhammed dedi : Kim bir topluma benzemeye çalışırsa bu haliyle onlardandır. Öyleyse kâfire benzemeye çalışmanın bir parçası olan yılbaşı kutlaması da küfürdür.

Üstelik bu kutlamada : bayramda gâvurların , selam ona Allahın elçisi Îsâ’yı kendilerine âit bir değer olarak kabul etmelerini de kabul etmek vardır. Selam ona Îsâ  onlara göre onlara ait bir değerdir. Onlar Îsâ’yı bir peygamber olarak değil , bir tanrı veya tanrının oğlu olarak kabul ederler. Bu sapıklara göre tanrı yada tanrının oğlu bu gecede doğmuş. Onlara göre tanrı doğan ölen biri. Yarattıklarına muhtaç olup , çarşıda , muhtaç olduğu  ve yerini bilmediği mallları arayan biri. Yemek yemeye muhtaç biri. Bu sapık tanrı anlayışının , iddiasına konu olan selam ona Îsâ Allâhın elçisi , peygamberdir , müslümandır o ve ona inanıp uyanlar müslümandırlar. Buna rağmen , onu öldürmeye kasdedenlerin , onu asdıklarını zannettikleri haçı yani Allaha ve peygambere düşmanlığın sembolünü dinlerine sembol edenler , şüphesiz  müslüman değiller , şeytanın kullarıdır. Onlar Îsâya taptıklarını iddia eden Allahın düşmanı şeytana tapanlardır. Onlara değil , selam ona Îsâ , Allaha ve elçisi muhammede ve müslümanlara yakındır. Çünkü o ve ona inanıp uyan havariler ve onlara inanıp uyanlar müslümandırlar. Hal bu ki şimdi hıristiyan olarak bilinenler kafirlerdir. Kafirlerin ise peygamberi değil , şeytanı vardır. Onlara saygı Allaha saygısızlıktır. Hal bu ki sözde müslüman olan bir çok kişi saygıdan daha fazlasını yapıyor ve onların küfür bayramını o şeytanın kullarıyla birlikte kutluyorlar. Bu yapılanlardan yüce Allah da selam ona Îsa da razı olmaz.  

Selam ona Îsâ hakkındaki bazı hadisler :
“Ruhum yed-i kudretinde olan Allah`a yemin ederim ki, Meryem`in oğlu Îsâ , adil bir hakem olarak aranıza inecek , haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam`dan başka şeyi kabul etmeyecektir.”  [Buhari]
 “vallahi Meryem`in oğlu adil bir hakem olarak inecek, haçı parçalayacak, domuzu öldürecek, kin , nefret ve haset ortadan kalkacaktır.) [Müslim]
 “Îsa inecek, İslamiyet yolunda savaşacaktır. Onun zamanında Allahü teâlâ, müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Deccal da helak olacaktır. Îsâ , kırk yıl yeryüzünde yaşayacak, sonra ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.”  [Ebu Davud]
“Îsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]

Allaha ve ahiretye inanan Allahın ve elçilerinin yolu İslama uysun , başka yollardan sakınsın kendini.
Yılbaşı , artık hıristiyan kutlaması olmaktan çıktı , dünya örfü oldu diyen şeytanlar da var. Bu şeytanlara göre , Îsâya tapmak dünyâ örfü olursa , Îsâya tapmak da günah yada küfür olmayacak  bu durumda. Bir şeyin örf hâline gelmesi o şeyin kabul edilmesine delil olmaz. Eğer örfün alınması iyi bir şey olsa idi , islama gerek yoktu , o taktirde insanlar küfür üzere örflerine göre yaşayıp giderlerdi. Hal bu ki yüce Allah tüm bâtıl örfleri değiştirmek için elçi ve peygamber gönderir. Ademden Muhammede kadar tüm peygamberler bâtıl örflerle mücadele ettiler. Örfün bu anlayışla alınabileceğini iddia edenler kafirlerdir. İslamdaki örfün delil olması ise , Kuran ve sünnete uygun olan , aykırı olmayan , doğruluğunda , iyiliğinde sağlıklı akıl sahiplerinin ihtilaf etmediği , her sağlıklı akıl sahibinin kabul ettiği iyiliklerdir. Borcunu ödeme imkanı bulamayan fakirin borcunu ödemesinde kolaylık sağlamak örfdür yani iyiliği bilinen eylemdir. Örf = ma’rûf =  iyiliği bilinen. Hal bu ki yıl başı bayramı =  kutlaması iyiliği bilinen değil , kötülüğü bilinendir = münkerdir. Daha da fazlası küfürdür. Küfre rızadır , küfre uymaktır , küfre katılmaktır. 
İslam ise kafirin küfrüne ortak olmayı emretmez. Aksine islam kafirin küfrüne uzak olmayı emreder. Bunun örneği salat ve selam ona peygamberimiz zamanında olan şu konudur.  

“Adamın birisi "bavane" adlı bir yerde deve kesmek için adakda bulunmuştu. Allah rasulu (s.a.s.) "orada daha önce cahiliyye insanı kendisine tapılan putlardan bir put’ bulunduruyor muydu?" diye sordu. Dediler ki "hayır, bulundurmuyordu."
Rasulullah sordu: "peki orada daha önce kafirlerin bayramlarından bir bayram kutlanıyor muydu?" yine "hayır" dediler. O zaman rasulullah (s.a.s.) Adama: "nezrini (adak) yerine getir. Ne Allah’a isyanda ve ne de insanın sahip olmadığı şeylerde yapılan nezre sadakat yoktur" dedi." (Ebû Davud)

Görüldüğü gibi Allahın elçisi helal bir işi , islama uygun bir işi yapacak olan kişiye , bu helali yapması için gereken mahzurlu , kötü olan benzeme , yakınlık içeren konuları sorarak bunların olmaması durumunda , helal işi yapmasının helal olacağını , eğer bu sorulan şeyler olursa , helal olan işin helallikten çıkacağını bildiriyor. Öyleyse , yapacağı  helal işi yapacağı yerde , kafirlerin putu olmaması gerekir. Hal bu ki zamanımızda , müslümanlar ataputun putlarının olduğu yerlerde , basın açıklaması veyâ gösteri yapıyorlar. Bu hadise göre helal olan işi yapmanın ikinci şartı , o helal işi yapacağı yerde , kâfirlerin bayramlarından bir bayram da kutlanmamasıdır. Eğer bir yerde kâfirlerin bayram kutlama adeti var ise o yerde müslümanlar helal olan işlerini  , islama uygun dini görevlerini yapamazlar. Hal bu ki zamanımızın âlim adlı şeytanları , kafirlerin bayramlarının yapıldığı  , böylece kirlettikleri yerde bayram yapmayı men etmek değil , onların bayramlarını , onlarla veya ayrı olarak , adını değiştirerek yada aynı adla kutlamalarına helal diyorlar. Allahın elçisi onların bayramıyla kirlenen yerde  adak kesmeyi = yani o yerde gerekli bir ibâdeti men ettiği halde onlar , onlarla aynı küfrü işlemeyi helal gösteriyorlar. Bu iddialarına , bu bir örf olmuş , adet olmuş diyenlere Allâhın elçisi başkalarının adetlerine uymanın küfür olduğunu bildirerek cevap veriyor. Bu sahte âlimler ise Allahın elçisinin bildirdiğinin aksine olanın , küfür olan , kafir adetlerine uymmanın , iyilik olduğunu iddia ederek , insanları saptıran şeytanlar olmuşlar. Salat ve selam ona yüce Allahın elçisi şöyle diyor.
 "Bizden gayrisinin adetiyle (sünnetiyle) her hangi bir iş yapan (amel eden) bizden değildir" (yâni kâfirdir) (Sahihu’1-cami: 5439)
Müslümanlara sormalı , gösteri ve basın açıklamalarınızı nerde yapıyorsunuz. Daha önce ve şimdi ataputun putlarının olduğu yerlerde değil mi. Siz iyice sapıtmışsınız.
Gösteri ve basın açıklamalarınızı nerde yapıyorsunuz. Daha önce ataputçu gavurların bayramlarından bir bayramın kutlandığı yerlerde değil mi. Siz iyice sapıtmışsınız. 
Hadis : “kim bir topluma benzemeye çalışırsa o da onlardandır”.
Öyleyse avrupalı gavurlara benzemeye çalışanlar onlardandır , gavurdur. 

Bu kutlamalar sadece söz ile kutlamak olsa dahi , gâvurun gâvurluğunu daha kolay işlemesine yardım ediyor. Yüce Allah ise kötülükte yardımlaşmayın diyor.
(5 Mâide 2) "İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup sakının…".  
Yüce Allah Kur’ân’da  şirkin (Allahın  ortağı olduğunu  iddia etmenin)  en büyük zulüm olduğunu bildiriyor , öyleyse Allâha ortak eden = müşrik hıristiyanlar , zâlimdirler. Kuranda zâlimlere meyletmekten men ediliyoruz.
(11 Hûd 113) "Zulum yapanlara en ufak meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz (dostlarınız) de yoktur sonra yardım da göremezsiniz”.
Zâlimlere meyletmekten fazlası olan yıl başı ise daha büyük bir kötülüktür.
Yıl başı kutlamasında kâfirlere benzeme gayreti vardır. Salat ve selâm ona yüce Allahın elçisi kâfirlere benzemeye çalışanın kâfir olduğu anlamına da gelen ,  geniş anlamlı sözünde şöyle diyor.

"Kim herhangi bir topluma benzemeye çalışırsa o da onlardandır ".(Ebu Davûd, Libas 4; Müsned n/50.)
"Bizden başkasına benzemeye çalışan bizden değildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeye çalışmayın. Yahudilerin selamı parmaklarla, hıristiyanların selamı avuç içiyledir." (sahihu’l-cami: 5434)
"Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeye çalışmayın…" buyurmuşlardır.(tirmizi, isti’zan:7)

Yıl başı kutlamasında kâfirlere dost olmak da vardır. Yüce Allah Kur’ân’da kafirlere dost olanın kâfir olduğunu bildiriyor. Üstelik  hıristiyanlar müslümanların düşmanlarıdırlar.
(Mümtehine suresi-1) “Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizinde düşmanınız olanları dost edinmeyin.onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz…”.
(Maide suresi -51) “Ey iman edenler,yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin, zira onlar birbirinin dostudurlar.içinizden onları dost tutanlar onlardandır.şüphesiz zalimler topluluğuna Allah yol göstermez…”.
(Maide suresi -55) “Sizin dostunuz ancak Allah tır , resulüdür , iman edenlerdir..”.


Hıristiyanlar kâfirdirler
(El-Maide:17) "Meryem oğlu mesih Allah’tır, diyenler kafir olmuşlardır, ". 
(El-Maide:73) "Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler kafir olmuşlardır.".
(5 Mâide 72).  "Elbet muhakkak kafir oldu (onlar) ki dediler elbette Allâh , O ,  Mesîh oğlu Meryemin ve dedi Mesîh ey İsrâîl (Ya’kûb) oğulları kulluk edin Allâh’a Düzenleyenim (Rabbim) ve Düzenleyeniniz (Rabbiniz) ,  elbette o, kim  ortak eder (şirk koşar , müşrik olur)  Allâh’a  böylece  muhakkak  yasakladı (haram etti)  Allâh  ona  cenneti ve sığınağı (onun) ateş ve ne (var) zâlimlere yardımcılardan".  Öyleyse kâfirlere benzeyip kafir olmayın.
En iyi bilen Allah ve elçisidir. Artık Allahın ayetleri ve elçisinin sözünden sonra başkasına uymaktan sakının.
(El-Casiye: 18) "Sonra seni bir şeriat üzere kıldık. Ona uy, bilmeyenlerin hevalarına uyma."
(El-Bakara: 145) "Eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, bil ki sen de zalimlerdensin,". 

Müslümanı iki bayramı = kutlaması vardır.
Allah rasulu (s.a.s.) Medine’ye geldiğinde, onların oynayıp eğlendikleri iki günlerinin olduğunu öğrendi. "bu günler nedir?" diye sordu. Dediler ki; "cahiliyyede bu iki günde oynardık." Allah rasulu (s.a.s.) Şöyle buyurdu: "Allah bundan daha hayırlı olanı size verdi: Kurban bayramı ve Fıtr (Ramazan) bayramı." (Ebu Davud-sahih)
Uyanın ey Allahın kulları , Allahın sizin için beğendiği razı olduğu tek yaşam düzenine = tek dine uyun kurtulun. Hıristiyan kâfirlere  uymamız değil gerektiğinde onlarla savaşmamız emrediliyor Kur’ân’da.
(9 / Tevbe – 29) "Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve resûlünün yasakladığını yasaklamayan ve hakkın (gerçeğin)  dinini (yaşam düzenini) (islâm’ı) din (yaşam düzeni) edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi (vergiyi) verinceye kadar savaşın".
Açık ayetler ve açık hadislere rağmen pek çok müslüman bu büyük günah ve küfür adetlerine uymaktadır. Bu durum salat ve selam ona yüce Allahın elçisi muhammedin , yüce Allahın elçisi , peygamberi olduğunun delili olan bir mucizedir. Çünkü Allahın elçisi müslümanların bu hallere düşeceğini 1400 yıl önce bildirmişti. Salat ve selam ona yüce Allahın elçisi Muhammed dedi :
"Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız." Ebu Sâid (r.a.) Diyor ki: biz:  -ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hıristiyanlar mı? Diye sorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"onlardan başka kim olacak!…" buyurdu.
(Buhari, Enbiya:48; İ’tisam;14; Müslim; İlim:6)
Zamanımızda tamamen gâvur talitçisi olan müslümanlar pek çoktur. , peygamberimizin mucize olarak bildirdiği gibi  gâvurlar keler = kertenkele  yuvalarını , mağaraları gezmeyi zevk edindiler ve ardından müslümanlar da aynı şeyi yapıp , mağara turizmi yapmaya başladılar. Bu hadis bu açıklamasıyla bir mucizedir. Mağara turizmi taklidinden başkaca , müslümanların gâvur taklitçiliğinin yıl başı kutlaması ve sair her alanda , tam bir taklitçilik olduğunu açıklayışı ile de bu hadis bir mucizedir. Böylece bu hadis de isbat ediyor ki , Allahdan başka tanrı  (kânununa uyulacak kişi) yoktur , Muhammed Allahın elçisidir.

Açık bilgiler ve bu mucize hadis uyanmana vesile olur inşâellah. Ey Allahın kulları , uyanın , cehenneme doğru koşmaktan vaz geçin. Uyanın , cennete doğru koşun. Uyanın ve küfür saltanatını yıkın. İslamın egemenliğini , İslam devletini kurmak için çalışın ki cenneti kazanın.
(4 / NİSÂ – 105) “Biz sana kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik, hainleri savunma”.

GÂVUR YILBAŞINI YADA ONLARA BENZEYEREK HİCRİ YILBAŞINI YAHUT ONLARA BENZEYEREK PEYGAMBERİMİZİN DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLAMAK YÂNİ MEVLÜT  VEYÂ KUTLU DOĞUM HAFTASI KUTLAMAK BÂTILDIR
Bu gibi batıllara benzemeye çalışmak , Musa kavminin kafirleri gibi put edinmeyi istemelerine benzer.
(7 Â’râf 138) "İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait tanrıları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir tanrı yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”
(7 A’râf 139) "Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”
(7 Â’râf 140) “Sizi âlemlere üstün kılmış iken, Allah’tan başka tanrı mı araştırayım size?”

YILBAŞI YADA ŞEYTANLIK GECESİ
Yılbaşı denilen günah ve küfür dolu ŞEYTANLIK GECESİNDE ,
1-BU GECEDE , GÂVUR HIRİSTİYANLARIN , ŞEYTANIN DİNİ HIRİSTİYANLIĞIN BİR KUTLAMASI YAPILARAK , GÂVURLUK KUTLANIR.
2- Her türden GÜNAHLAR İŞLENİR.
3- Şeytanın gecesi haline getirilen bu gecede genel fuhuş yayınları artar.
4- Yılın en çok HAMR (uyuşturucu ve içki ve sâire sarhoş ediciler) kullanılan gecesi olur.
5- Yılın en çok kumar oynanan ayı , haftası ile kumara yatırım yapılır ve kumar sonuçları bu gece tesbit edilir. Bu kumarın adı MİLLİ PİYANGODUR. BU MİLLİ ŞEREFSİZLİK GECESİNDE TÜM ÜLKE GÜNAH VE KÜFÜR DOLAR.
(5 MÂİDE 90) "Ey iman edenler! hamr (= içki , uyuşturucu ve sâire sarhoş eden ne varsa) , kumar, dikili taşlar (= anıtlar) , fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz".
MİLLİ PİYANGO KUMARDIR , kumar oynamayın , Hamr (= içki , uyuşturucu ve sâire sarhoş eden ne varsa) , Kumar şeytan amelidir, işidir = Şeytan işi işlemeyin. Şeytanlara katılmayın , destek olmayın.
Salat ve selam ona yüce Allâh’ın elçisi Muhammed dedi; “Peygamberlerin dini birdir”. (Sahihi Müslim cilt 10 sayfa 162 hadis 145)
“Cennete  müslüman  kimseden  başkası  girmez “. Kaynak: (Buhari;Cihad 182, Rikak 45), (Muslim; Îman 178- 377- 378) , (İbni mace; Sıyam 35, zühd 34), (Tirmizi; Cennet 13) (Darimi; Siyer 62), (Ahmed ibni hanbel; (1-3), (3-415), (4-89, 90), (5-438) ).
(5 mâide 74). “Öyleyse (hatâdan) dönmüyorlarmı Allâh’a ve onun (günahları) örtmesini istemiyorlarmı ve Allâh (Günahları) Çok Örten (Gereğince) Çok Merhamet Eden”  .


YILBAŞI = ŞARKICI KADINLAR – İÇKİ – UYUŞTURUCU -ÇALGI = YERE BATMA – SAVRULMA – MAYMUN VE DOMUZA DÖNÜŞME
DİKKAT EDİN SİZ BUNLARDAN OLMAYIN
Tirmizi İmran b. Husayn (ra)’dan Rasulullah (sav)’in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Bu ümmet içinde yere batanlar, şekli değişenler ve atılıp fırlatılanlar olacak” Müslümanlardan bir adam şöyle dedi: “Ya Rasulullah bu ne zaman olur?” Şarkıcı kadınlar ve çalgı çoğalıp hamr (içki , uyuşturucu ve sair sarhoş eden ne varsa) içildiği zaman olur” dedi.”
Tirmizi, Fiten (6/458 Hadis no: 458) Hadis sahihtir. Bak: “Camiu’s-Sağir’in Sahihleri” (4/103 Hadis no: 4119)

İbn Mâce Ebu Malik el-Eşari (ra)’dan Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ümmetimden olan insanlar hamr (içki , uyuşturucu ve sair sarhoş eden ne varsa) içecekler ve onu başka isimle adlandıracaklar. Onların yanı başında çalgı çalınacak. Bu yüzden Allah onları yerin dibine batıracak ve onları maymun ve domuz şekline çevirecek.”
İbn Mâce, Fiten (2/1333. Hadis no: 4020) Hadis sahihtir. Bak: “Camiu’s-Sağir’in Sahihleri” (5/105. Hadis no:5330)


Hatâ ile bu küfre , münâfıklığa ortak olmuş olanlar fırsat varken tevbe edip hatalarından yüce Allâh’a  dönsünler.

(33 ahzâb 4). "…ve Allâh der Gerçeği ve o iletir Yola".
(17 isrâ 36).  “Ve  ardına  takılma  neyin  (ki)  (var)  değil  senin  için  onunla  (ilgili)  bilgi,  elbette   işitme  ve  görme  ve  gönül,  hepsi  işte  (onlar)ın   oldu   ondan  mes’ûl”. 
(2 bakara, 286). “ Görev  yüklemez  Allâh  kimseye    istisnası  kapasitesi  (kadarı)…”.  
(22 hac, 77). “Ey  (onlar)  ki  güvendiler  (îmân ettiler)  rüku  edin  ve  secde  edin  ve  kulluk  edin  Düzenleyeninize  (Rabbinize)  ve  edin  seçkin  (iş) (hayır)  olurki siz  kurtulursunuz”. 
(22 hac , 78).  “Uğraşın  Allâh’da  gerçek  uğraşıyla (onun) , o seçti  sizi  ve    yapmadı  size  Dinde (Yaşam Düzeninde)   güçlükten ,  milleti  babanız  İbrâhîmin , O  şanlandırdı  (adlandırdı)  sizi  Teslim  Olanlar  (Müslümanlar)  olarak  önceden  ve  bunda  olur  diye  Elçi  tanık  size  ve  olursunuz  tanıklar  İnsanlara,  öyleyse  ayakta  tutun  (kılın)  Namazı  ve  getirin  Zekatı ,  sım sıkı  tutunun  Allâh’a   O  dostunuz  (mevlânız),  öyleyse   ne  güzel  Dost (Mevlâ)  ve  ne  güzel  Yardımcı”.  
(20 taha, 47). “…ve Sağ  Olsun  kim  uydu  (Gerçeğe)  İletene”. 
(1 fatiha, 1).  “Övgü  Allaha  Düzenleyeni  Evrenlerin”

KUR'AN VE UZAYLILAR





Uzayda hayat var
Sığınıyorum Allâh’a taşlanmış şeytandan

Adıyla Allâh’ın, merhametiyle kuşatanın, gereğince merhamet edenin.



Uzayda hayat varmı sorusunun en güvenilir cevâbı , hiç şüphesiz,
Mûcize olduğu kanıtlanmış olan, kendisinden başka tanrı olmayan allâh’ın kitabı kur’ân’dadır .

iki âyette açıkça bildirilmiştir, uzayda hayat vardır .
1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
“ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .”
2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti
“ve O’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış
(tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) .”

Bu iki âyette bahsedilen gökler, uzaydır . Gökler kelimesi her ikisinde de çoğuldur, bu da bildiğimiz evrende her yerde hayat olduğuna delildir . İkinci âyetteki yaydı kelimesi tozun yayılmasını ifâde eden “besse” fiilidir . Bu fiil ile ifâde edilen yayılma, tozun yayılması gibi, üste, alta, öne, arkaya, sağa, sola, her yöne yayılmayı anlatır . Öyleyse âyette bu fiille anlatılan , göklerde, uzayda yayılmadan anlaşılan, evrenin her bölümünde hayatın varlığıdır .
24’üncü sûre olan nûr sûresinin 45’inci âyetinde, bu iki âyette
Bahsi geçen “dâbbe” kelimesi tarif edilmiştir. Bu âyette anlatılan dâbbe târifi .
1- Her dâbbe (kımıldayan, canlı) su’dan yaratıldı .
(öyleyse uzayda her yerde su var)
2- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı karnı üzerinde gider, yâni sürüngendir .
3- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı iki ayağı üzerinde gider .
4- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı dört üzerinde gider . (dört ayaklılar ve iki ayak, iki kol üzerinde giden maymun türleri gibileri)
Kur’ân’da târif edilen dâbbe (kımıldayan, canlı) târifi budur. Göklerde, uzayda var olan hayat budur. Yâni dünyâdaki hayat gibidir uzaydaki hayat.
Bâzı âlimlerin, tefsircilerin dâbbe ,meleklerdir demeleri, büyük bir hatâ, bu kur’ân âyetlerini inkardır . 16’ncı sûre olan nahl sûresinin 49’uncu âyetinde “ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden ve melekler” sözünde “dâbbe” ve “melekler”in ayrı ayrı anılması da “dâbbe” ve “melekler”in farklı varlıklar olduğu anlaşılıyor . Ayrıca meleklerin su’dan yaratılmadığı ışıktan yaratıldığı hakkında hadis vardır .

Böylece hiç şüphesiz anlaşılıyor ki kur’ân, göklerde, yâni uzayda hayatın varlığını bildiriyor .

Ayrıca göklerde, uzayda hayatın varlığına dâir hadisler var. Bu da ayrı bir delil olarak kur’ân’la uyumludur. Böylece bu konudaki hadislerin kur’ân’a uygun olduğu kesinleşir . Örnek bir hadis :
“bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”


(hadîsin kaynağı: (1)ahmed bin hanbelin müsnedi, (2 (297-420-422-469))
( hadisdeki “bilim” kelimesi yerine “îmân” kelimesi kullanılan aynı hadîs’in diğer bir naklinin kaynağı :tirmizî , tefsîr bölümünde 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 )
(hadisdeki “birbirine kavuşur” kelimesi yerine “elbet ona kavuşur” kelimesi kullanılan diğer bir naklinin kaynağı : buhârî, tefsîr bölümü 62 (1) . Müslim , sahâbenin fazîletleri bölümü 231. Tirmizî, tefsîr bölümü 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 .ahmed bin hanbel 2 (417) )

Hadisteki “süreyyâ” (türkçede, “ülker”, “yedi kız kardeş” adları ile bilinir . Ayrıca farsça “peren”, “pervin”. Yunanca “pleiades”. Japonca “subaru”.) Adları ile bilinir. Uluslar arası gök bilim adlandırmasında “m 45” olarak bilinir.

boğa burcundadır , dünyâdan uzaklığı 440 ışık yılı (135 parsek). Âletsiz bakıldığında yedi yıldızı görünür .

Yüce allâh’a ve (salat ve selam ona) yüce allâh’ın elçisi muhammede inanan, güvenen her müslümana gereken buna inanmak, güvenmektir . Kur’ân ve kur’ân’a uygun güvenilir hadislere rağmen, başkasına inanan, güvenenler bu bilgiden sonra tevbe etmeliler . Tevbe etmeyenlerin durumu 9’uncu sûre olan tevbe sûresinin, 31’inci âyetinde ve tefsîrinde bildirildiği gibidir . İlgilenenler bu âyeti tefsîr eden (salat ve selam ona) yüce allâh’ın elçisi muhammed’in sözü bulunan tefsîri (seyyid kutub’un fî zılâlil kur’ân ve elmalılı hamdi yazırın hak dîni kur’ân dili adlı tefsirlerinden) okuyabilirler .

Sonuç, kur’ân uzayda hayat var diyor. “ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene.”( kur’ân, sûre 20, âyet 47)
“övgü Allâh’a düzenleyeni evrenlerin.” (kur’ân, sûre 1,âyet 1)




Kur’ân’da uzayda hayat -2-
Uzayda akıllı canlılar.

Sığınıyorum allâh’a taşlanmış şeytandan

Adıyla allâh’ın, merhametiyle kuşatanın, gereğince merhamet edenin

Uzayda hayat varmı konusu son yüzyılın insanlarının en çok merak ettikleri konulardan biridir. İslamın bu konuda ne bildirdiği kur’ân ve hadislerdeki apaçık delillere rağmen tartışma konusu olmuş , bu konuda ihtilaf edilmiş. Hiç şüphesiz kur’ân ve hadislerle bildirilen gerçek uzayda hayâtın varlığıdır. İki âyetle açıkça bilrildiği gibi uzayda dâbbe (kımıldayan) denilen canlı türleri vardır. Bu konuyu açıklayan “kur’ân’da uzayda hayat” adlı yazımda buna dâir bilgi edinebilirsiniz. O yazıda delil olan iki ayet ve bir hadis sundum. O iki ayet ve hadis şunlardır:

1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :

“ve allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler ”.

2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti.

“ve o’nun (allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış
(tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) ”.

3- hadis.

“bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”.

(hadîsin kaynağı: (1)ahmed bin hanbelin müsnedi, (2 (297-420-422-469)).
( hadisdeki “bilim” kelimesi yerine “îmân” kelimesi kullanılan aynı hadîs’in diğer bir naklinin kaynağı :tirmizî , tefsîr bölümünde 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 ).
(hadisdeki “birbirine kavuşur” kelimesi yerine “elbet ona kavuşur” kelimesi kullanılan diğer bir naklinin kaynağı : buhârî, tefsîr bölümü 62 (1) . Müslim , sahâbenin fazîletleri bölümü 231. Tirmizî, tefsîr bölümü 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 .ahmed bin hanbel 2 (417) ).


Bu konunun anlaşılması için öncelikle bilinmesi gereken , âlemler kelimesinin anlamıdır.

Âlemîn nedir:

Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var.

26 şuara 23’üncü ayette firavun musaya soruyor ; “dedi firavun ve ne düzenleyeni (rabbi) aleminin”
cevap 1 =
(26 şuara 24) = “dedi düzenleyeni (rabbi) gökler ve yer(yüzün)ün ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise yakînen bilenler”
cevap 2 =
(26 şuara 26) = “dedi düzenleyeniniz (rabbiniz) ve düzenleyeni (rabbi) babalarınızın ilklerinin”

cevap 3 =
(26 şuara 28) = “dedi düzenleyeni (rabbi) doğu ve batının ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise aklediyorsunuz”


öyleyse âlemîn =

1 - gökler ve yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık)

2 – şimdikiler ve ilk var olanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş)

3- doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik)

yani kuranda bahsedilen alemin kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir.

Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır iddiası olanlar bir toz zerresinin dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar.

Kuranda alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir , açıklanması zor bir konu olduğu için devamından bahsetmiyorum.

Kur’ân’da uzayda akıllı canlıların varlığını bildiren âyetler.

(25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”.

(6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy , de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak hatırlatmadır evrenler için”.
(12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlatma evrenler için”.

Furkân kur’ân’ın niteliklerinden bir niteliktir. Bu kelime kur’ân’da 7 adeddir. 7 aded olması ile evrenlerin kurandaki tariflerinden bir tarifte “gökler ve yer ve ne varsa arasında o ikisinin” cümlesiyle tarifinden anlaşıldığı gibi uzay ve ondakiler evrenlerdir. Kuranın bildirmesi ile bildiğimiz gökler 7 kattır. Bu ilişkide kuranın matematik mucize yapısına işaret etmekle birlikte furkan kelimesinin gök katları adedince olması , bu ayetle ilgilendirilince furkanın gök katlarının 7 adeddinin hepsine gönderildiğine işaret olur.
Furkan , iyiyi , kötüyü , doğruyu, gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , farkettiren anlamındadır.
Furkân kur’ânda
1- salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammede indirildiği bildirilir ve kur’ân hakkında nitelik , vasıf olarak kullanılır. ( 2- bakara 185) (3 âli imrân 4) (25 furkân 1).
Ayrıca yevmel furkân (gerçek ve yanlışı ayırd ettiriren gün)
Olarak kullanılır. (8 enfâl 41).
Ayrıca mü’minlere furkan (gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , fark ettiren) va’dedilir. (8 enfâl 29)
Böylece salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve ümmeti hakkında 5 âyette geçer, bunlardan biri selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun ve îsâ hakkında ortak kullanılır.
2- salat ve selam onlara mûsâ ve hâruna indirildiği bildirilir
(2 bakara 53) (3 âli imrân 4) (21 enbiyâ 48).
Böylece 3 âyette selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsâ ve hârûn hakkında kullanılır , bunlardan biri salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed hakkında ortak kullanılır.

Sonuç : furkan kelimesi kur’ân’da 3 peygamber hakkında kullanılır.

1- salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed.
2- selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun.
3- ayrıca 3 âli imrân 4 numaralı âyette incilin de anılması sebebiyle selam ona yüce allâh’ın elçisi îsâ bu peygamberlere dâhil olabilir.

Furkân evrenlere ,yâni 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlara uyarıcı olsun diye allâh’ın kuluna , yâni muhammede indirildi.
Öyleyse 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda , yâni evrenlerde uyarılması gereken akıllı canlılar var. Eğer evrenlerde uyarılması gereken canlılar olmasa idi furkân’ın onlara uyarılmaları için indirilmesi anlamsız, saçma olurdu.

Uzayda hayatın varlığını isbat eden yazıma da delil olan hadis bu konuya da delildir. Uzayda akıllı canlıların varlığına bu hadis delildir. İşte o hadis:

“bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”


Ülker’de ilim yada îmân varsa , hiç şüphesiz orada akıllı canlılar vardır.

Kur’ân’da furkan kelimesinin bahsettiğim 3 peygamber hakkında kullanılmış olmasının da özel bir anlamı var anlaşılan. Anlaşılan bu peygamberler dünya dışındaki bu canlılara da peygamber olmuşlar. Buna dair hadisler de var . Aşağıda yazılı.
Öyleyse furkan evrensel iletişim gücü ile ilgili bir özellik olabilir.
Bu hadisin hadislerin kitaplarından kaynağını bulamadım. Kaynağı nakledilmeyen bu hadisi (berakat yayınevinin , “altıparmak peygamberler tarihi” adlı kitaptan , “miraçtan sonra zuhur eden vakıalar” başlıklı bölümden alarak , açıklamalar ekleyerek aşağıda yazdım.

Ayrıca aynı kitapta birinci ğöğe çıkmadan önceki gökte dünyâ göğünde (aşağı gökte) mi’râc’ın başlangıcında gördüklerini anlatarak salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi şöyle diyor:
1 - “bir deryâya (denize) eriştim denizde ve karada ne kadar hayvan var ise o deryâda (denizde) mevcût idi (vardı). (o deniz) muallakta (asılı olarak havada) duruyor ve bir damla damlamıyordu”.
(ayrıca birinci kat göğe kadar olan bölümün yıdızların tümünün içinde bulunduğu dünya göğü (alt gök) olduğu birinci göğün dolayısıyla 7 göğün bu göğün üzerinde olduğu bu hadisin devamından anlaşılıyor.).

Açıklama :
Anlaşılan bu hadiste bildirilen canlılar insan ve cin türü ileri akıl seviyesinde olmayan hayvan türü canlılardır. Âyetler ve hadislerle bildirildiği gibi hayvanlarında aklı vardır. Ancak asıl konu edindiğimiz , insanların akıl seviyesine benzer akıllı canlılardır. Aşağıdaki konular bu tür ileri akıl seviyesindeki canlılara dâirdir.


2 - ye’cûc ve me’cûc.
Alıntı :
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki,
“cebrâîl aleyhisselam beni ye’cûc ve me’cûc tâifesine iletti. Onları îmâna ve allâh’u teâlâya ibâdete da’vet ettim.
Açıklama;
Hakkında pek çok hadis olan ye’cûc ve me’cûc’un mi’râc konusunda olması göklere yapılan yolculuk sebebiyle , uzayda olması muhtemel canlılar olarak düşünülmesi mümkün. Ancak buna dair şüphesiz bir delilim yok. Ye’cûc ve me’cûc’un dünyâda olmasıda mümkün olabilir. Zülkarneynin onları hapğsettiği ile ilgili âyet ve hadisler var. Zülkarneynin onları dünyada bir yerde hapsetmiş olması mümkün olsada buna dâirde kesin bir bilgim yok. Uzayda olması muhtemel akıllı canlılara bunlar örnektir. Öyleyse ye’cûc ve me’cûc ile ilgili tüm âyetler ve hadisler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları fakat insan olmadıkları bildilmiştir.

3 -
Alıntı:
“sonra beni şehre ilettiler ki , biri meşrıkta ( doğuda) , diğeri meğribde ( batıda) idi. Bu şehirlerin her birinin iki bin kapısı var idi. İki kapısının uzaklığı bir fersah idi” (bir fersah yaklaşık 5 kilometre).

Açıklama;
2000 kapı var ve her kapı arasındaki uzaklık 5 kilo metre . Öyleyse bu şehirlerin çevresi 2000 x 5 = 10 000 kilo metre. Eğer bu şehirler dairesel şekilde iseler. 10 000 bölü 3,14 = 3 184 , 713 . Yani eğer bu şehirler dâiresel şekilde iseler genişlikleri 3 bin 184 kilo metre olur. Bu kadar büyük bir şehir dünyada yok, bilinen tarihtede yok. Öyleyse bu şehirler dünya dışında , uzayda olan şehirler olabilir.

Ev durumu hesabı;
3 184 000 metrelik çapı olan bu şehrin yarı çapı
1 592 000 metre , alanı 1592 000 x 1 592 000 x 3. 14 = 7 958 216 000 000 metre kare ortalama 2000 metre kare alana bir ev olsa 7 958 216 000 000 bölü 2000 = 3 979 108 ev yapılabilir. Aşağıdaki hesaba göre 44 milyar 160 milyon olan nüfusa göre; 44 160 000 000 bölü 3 979 108 = 11 097 kişi bir evde yaşamak zorunda olacaktır. Öyleyse bu canlıların evleri çok katlı olmak zorundadır . Bir ailede 6 kişi olsa bir evde (11 097 bölü 6 =) 1849 daire olmak zorundadır. Bu türde bir ev ileri teknoloji gerektiren gökdelen türü ev olmak zorundadır. Bu tür bir yerleşimin mümkün olması , dünyanın genişliği ile hesaplanırsa , dünya nüfûsu arttıkça dünyanın insanlar için yeterli olmayacağı endişesine gerek olmadığı , gelişen teknoloji ile uygun çözümlerin bulunabileceği anlaşılır.

A) âd kavminin mü’minleri.

Alıntı :
Meşrıkta (doğuda) olan şehrin halkı âd kavminin mü’minlerinden idi . Sâlih aleyhisselâma îmân getirmişler idi. İbrânî dili konuşurlardı.

Açıklama ;
Öyleyse kur’ân ve hadislerde bahsedilen âd kavmi ile ilgili tüm bilgiler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları , islamı kendilerine tebliğ eden peygamberleri olduğu , cennete çağırıldıkları ve cehennemle uyarıldıkları âyet ve hadislerle bildirilmiştir.
Selam ona sâlih peygambere îmân etmiş olmalarına gelince. Âd kavmine pek çok peygamber gönderilmiş , sonunda selam ona hûd peygamber gönderilmiş ve kur’ân’da hûdun kavmi olarak târif edilmişler. Hûd’a îmân etmedikleri için helak edildiler. Ardından semûd kavmine sâlih peygamber gönderildi. Âd kavminden olan mü’minler ise helak edilmediler. Bu hadiste bildirilen âd kavminden kurtulan mü’minlerin semûd kavminin peygamberi sâlihe de îmân ettikleridir.

B)

Alıntı :
Mağribde (batıda) olan şehir ise süryânî lisâniyle konuşurlardı.

2- devam
Alıntı :
Her kapıda on bin kişi silâhıyla beklerdi. Her ay bu on bin kişi gider başka on bin kişi gelirdi. Kıyâmete kadar böyle olup , bir gelene bir daha nöbet gelmez.

Açıklama :
Tahmînî bir hesap ;
2000 kapı , her kapıda 10 000 asker. 2000 x 10 000 = 20 000 000 (20 milyon asker). Peygamberimizin yaşadığı çağda insanların toplamı bile ancak bu kadar olabilir. Öyleyse 20 milyon askeri olan iki şehrin dünyâda olması imkansız. Aradan geçen 1400 küsür yılda insanların nüfûsu en az 1000 kat artmış olmalı. Buna rağmen , yeryüzünde 20 milyonlu askeri olan hiç bir ülke yok. Onların sayısı da artıyordur.
20 milyon asker çıkaracak bir toplumun nüfûsu asker sayısının en az 4 katı olmak zorundadır. Öyleyse bu iki şehrin her birinin nüfûsu : (20 000 000 x 4 = 80 000 000 ) 80 milyon her ay , her kapı için 10 000 asker çıkaran topluluğun nüfûsu . Ümmeti muhammed gibi ortalama 65 yıl yaşıyorsalar , 20 yaşında asker oluyorsalar , 65 yaşına kadar kendilerine nöbet sırası gelmemesi için ; 65 - 19 = 46 yıl başkaları nöbet tutmalıdır. Öyleyse 46 yılın her ayı için(46 x 12 =) 552 ay için , her kapı için 10 000 asker çıkaracak toplum adedinin 552 katı bir toplum var olmalıdır . Öyleyse her kapı için 10 000 asker çıkaran toplum adedi (80 000 000) 80 milyonun 552 katı bir toplum olmalıdır. 80 000 000 (80 milyon ) x 552 = 44 160 000 000 (44 milyar 160 milyon) . Yani bu toplumun nüfûsu 44 milyar civarında olmak zorundadır. Dünyanın şimdiki nüfûsu tahmini olarak 7 milyar civârındadır. Bu iki toplum 1400 yıl önce dünyanın toplam nüfûsunun 6 katı nüfûsa sahip imiş. Aradan geçen 1400 yılda 1000 (bin) kat artmış olsalar her birinin şimdiki nüfusları
(44 160 000 000 x 1000 = 44 160 000 000 000 ) 44 tirilyon 160 milyar olmalıdır.
Bu durumda bu iki şehrin her biri dünya nüfûsunun ( 44 160 milyar bölü 7 milyar = ) 6 308 (6 bin 3 yüz 8) katı nüfûsa sahiptirler.

Alıntı :
Onları dine da’vet ettim ve ibâdet ta’lim ettim. Kabul ettiler. Cümlesi islâma geldiler. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Onların iyileri , bizim iyilerimizle , onların kötüleri , bizim kötülerimizle olurlar.

4 -

Alıntı :
Sonra beni üç tâifeye daha ilettiler ki , onlar hâlâ allâh’u teâlâdan gayri düşman bilmezler (allâh’ın düşmanlardırlar). Adları (mensek) , te’vil) ve (mâiris) dir. Onları dîne da’vet ettim, kabul etmediler. Cümlesi cehennemde olurlar.

5 -

Alıntı :
Hazreti habîbi ekrem “sallallâhu aleyhi ve sellem” buyurdu ki , hak teâlâ (allâh) mi’râc’dan dönüşte beni mûsâ aleyhisselâmın kavmine iletti. Onlara selâm verdim. Selâmımı aldılar. Cebrâîl aleyhisselâm beni onlara tanıttı. Benim âhir zamanda geleceğimi , nübüvvetimi (peygamberliğimi) ve vasfımı kitablarında görmüşler ve peygamberlerinden işitmişlerdi. Cümlesi koşup yanıma geldiler ve bir birlerine müjdeler verip etrâfıma toplandılar. Onlara islâmı arz ettim (sundum). Cümlesi (hepsi) islâmı kabul ettiler ve dediler ki , hak teâlâ (allâh) , mûsâ aleyhisselâma senin peygamberliğini haber vermiş idi. Mûsâ aleyhisselâm bize vasiyet etmiş idi. Biz senin gelmeni bekliyorduk ve senin cemâlini (güzelliğini) görmeye âşık idik. Elhamdu lillâh bu devlete (ni’mete) vâsıl olduk (ulaştık).
Resûlullâh “sallallâhu aleyhi ve sellem” buyurdu ki, onların arasında bir çok şeyler müşâhede ettim. Benizleri sarı , elbiseleri yünden idi. Evleri hep aynı yükseklikte ve tek kat idi. Kabristanları evlerine yakın, mescidleri evlerine uzak ve kapıları açık idi. İçlerinde zengin ve fakir yok, hepsinin mâlî vaziyeti aynı. Dükkânları açık. Kendileri mescidlerde i’tikâf ederler. Çocukları doğsa ağlarlar. Bir kimse ölse sevinirler. Onlara süâl ettim (sordum) : (siz ne din üzeresiniz?) Dedim. Dediler ki: (allâhü tâlâya ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine îmân ettik. Kazâsına (bize ne uygularsa) râzıyız. Ni’metlerine şükrederiz , belâlarına sabr ederiz bir birimize düşmanlık etmeyiz. Cümlesinin (hepsinin) malları aynıdır. Tâ ki kimse diğerine hased etmesin. Hak teâlânın (allâh’ın) rızâsını, nefislerimizin hevâsına (isteklerine) tercih ederiz. Bilmediğimizi öğrenmeye çalışırız ve bildiğimiz ile amel ederiz. Aslâ gıybet etmeyiz. Mâlayânî (boş söz) söylemeyiz. Gündüzleri oruç tutar , geceleri ibâdet ederiz. İbâdetten maksadımız (amacımız) derecâtı âhirettir ( âhiret dereceleridir) ve rızâyı rabbul izzettir (azîz allâh’ın rızasıdır). Emri bil ma’rûf (iyiliği emreder) ve nehyi anil münker ederiz (kötüğü bilinenden men ederiz). Her ne gelirse sabrederiz. Dünyâ fakirliğini, âhiret zenginliği için isteriz. Ni’meti fânîyi (geçici ni’meti) , ni’meti bâkî (kalıcı ni’met) için kabul etmedik. Mûsâ aleyhisselâm bize ne vasiyetler etti ise ona göre amel ettik. Ömrümüzün sonuna kadar bu hâl üzere olmağa kasd etmişiz).
Resûl aleyhisselâm buyurdu ki, onlardan süâl ettim (sordum) :
---------benizleri neden sararmıştır?
---------allâhu teâlânın korkusundan, dediler.
---------kaftanlarınız niçin hep yündendir?
---------peygamberlerin elbiseleri böyle olduğu için.
---------evleriniz neden hep aynı boydadır?
---------bâzımız bâzımız üstünde olmak istemeyiz ve rüzgârı ve güneşi bir birimizden men eylemeyiz.
---------kapılarınız niçin hep açıktır?
---------aramızda hâin ve hırsız yoktur.
---------dükkânlarınız niçin açıktır?
---------bir kimseye bir şey lâzım olur ise, alıp, parasını koysun diye açık tutarız.
---------mescidleriniz niçin uzaktır?
---------adımlarımız çok olsun ve sevâbımız ziyâde (çok) olsun diye.
---------kabristanlarınızı (mezarlıklarınızı) niçin evlerinize yakın yaptınız?
---------ölümü unutmayalım diye.
---------çocuklarınız olsa ağlarsınız, ölse gülerseniz, neden?
---------doğan zindana ve habis hâneye gelir. Ölen rabbisine gider, zindandan kurtulur da ondan.
---------içinizde hiç hasta görmedim, niçin?
---------hastalık günahlara keffârettir. Biz günah etmeyiz. Faraza (var sayalım) bir kimse günah işlese, gökten ateş gelip onu yakar, helâk eder.

Açıklama :
Dünyâda günah işlenildiğinde gökten gelen ateşle yakılmak adeti olan , hiç günah işlemeyenler toplumu olduğuna dâir bir bilgi yok. Öyleyse bu toplum dünya dışında bir yerdedir.

Alıntı :
Bu süâl (soru) ve cevaplardan sonra dediler ki: (yâ resûlullâh, bize şerîatı ta’lîm eyle ve bize vasiyyet eyle). Onlara şerîat ta’lîm ettim ve hâllerine uygun şekilde vasiyyet ettim. (ey kavim! Belâlara sabr edin. Hak teâlâdan (allâh’dan) korkun. Sabretmeğe ondan yardım isteyin. Hiç bir şey ile övünmeyin. Amelleriniz ile riyâ etmeyin. Hak (allâh) celle ve alânın rahmetine i’tikad edin. Dâimâ havf (korku) ve recâ (ümit) üzere olun. Eğer benimle ve mûsâ aleyhisselâm ile haşr olmak isterseniz bu vasiyyetlerimi tutun) dedim. Selâm verip ayrılmak istedim. Dediler ki (yâ resûlullâh, hazretinden iki ricâmız vardır:

Biri :
Düâ buyurun, hak (allâh) teâlâ yeryüzünü bizim için kısaltsın. Her sene ka’beyi muazzamayı haccedelim. Zîrâ yerimiz çinden ötededir. Tayyi mekân (yerin kısaltılması) olmayınca haccetmek müyesser (kolay) olmaz.

Açıklama :
Buradaki “çinden ötededir” sözü dünyâda olması ihtimalini, özellikle o zamanlarda henüz keşfedilmemiş olan , okyanus ada ülkeleri veyâ amerika kıtasında olması ihtimâlini düşündürüyorsa da, aşağıda anılan mi’râca iniş ve çıkışın aynı yerden , kudüsten olması sebebiyle , bu anlatılanlar sırasında henüz dünyâya dönmemiş olması beklenir. Bu durumda şüphesiz olmamakla birlikte , çinden ötede sözünden uzayda anlamının olması düşünülebilir.


İkincisi :
Hak (allâh) teâlâ bizi halkın gözünden örtsün. Halka bizi göstermesin.

Düâ ettim. Hak (allâh) teâlâ kabul etti. Her sene gelip haccederler. Hiç kimse onlar görmez.

Açıklama :
Hacca gelmeleri dünyada olmaları ihtimalini düşündürüyor haklı olarak. Ancak mekanın kısaltılması duası ve duanın kabul edildiğinin bildirilmesi dünya dışından gelmek imkanı bulmaları anlamına da gelebilir. Hakkında fazla bilgimiz olmayan bu kişlerin gelişmiş uzay yolculuğuna uygun araçlarının olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu durumda görünmez olmaları isteklerinin yalnızca hacca gelişleri ile ilgili olmasına bakarak , görünmez olmak dileklerinin insanlardan gizlenmek olması sebebiyle , bulundukları mekanın insanların görme ihtimalinden uzak bir yer olması da uzayda olmaları ihtimaline destek olur. Dünyada yaşayan ve islama uymuş olup yalnızca hac yolculuklarında görünmeyen bir müslüman topluluk olduğuna dair bir bilgi de yok. Bilmediğimiz halde bu durumda olan birileri olması ise çok zor. İslama tam olarak uyan ve sadece hacca gidişleri hakkında bilgi olmayan bir müslüman topluluk var ise , özellikle büyük okyanus veya amerikada onlardan bu kişiler oldukları konusunda şüphelenebiliriz. Böyle bir tesbit olmadıkça , uzaylı olmaları ihtimali dahilinde olacaktırlar. Tek katlı evi olan müslümanlardan oluşan bir medeniyet olsaydı yeryüzünde bu durum çok meşhur olur ve herkes bilirdi.

Alıntı :
Buyurdular ki, ondan sonra cinnîlerden çok tâifeye (cemate) uğradım. Bana gelip selâm verdiler. Selâmlarını aldım. Kelimeyi şehâdeti söylediklerini işittim. Bana dediler ki, (bize dînini (sun) arz eyle).
Cinnîlerden ayrılıp beyti mukaddese (kudüse) geldim. Burakı bağladığım halkada gördüm……

Açıklama :
Görüldüğü gibi rasûlullah dönüşte göğe çıktığı yere geri döndü. Dönüşünden önce anlatılan şeylerin ise dünya dışında gökte , yani uzayda olduğu bellidir. Başka yere inmiş olup tekrar kudüse döndüğüne dair hiç bir bilgim yok. Bu durumda kudüse gelmesinden önce anlattıklarının dünyada olduğunu iddia etmek yanlış olur. Ayrıca göğe çıkış ve iniş için kullanılan aracın , göğe çıktığı yer olan “mi’râc” adlı asansör olduğu , mi’râc’ın başlangıcını anlatan , başlangıç hadislerinin içinde var. Ve bu hadiste göğe çıkış ve inişin bu mi’râc’dan (çıkış aracından) yapıldığı bildiriliyor. Bu durumda kesinlik oluşturur ki kudüse gelmeden önceki konular gökte , uzayda geçen konulardır. Öyleyse bahsedilen tebliğ yapılan toplumlar uzayda yaşayan akıllı canlı türleridir.
Bu canlı türlerinin biçimsel özellikleri hakkında bilgim yok, ancak ye’cûc ve me’cûc adlı canlıları târif eden pek çok âyet ve hadis var. Bunlar insan olmayan akıllı canlılardır. Kıyâmetin alâmetlerindendir ye’cûc ve me’cûc topluluklarının dünyâyı işgal etmesi. Bu hadislere göre yüksek ihtimalle gökte , uzayda olan , bu canlıların, yâni uzaylıların dünyâyı işgali kıyâmet alâmetlerindendir.

Ye’cûc ve me’cûc hadislerinden:

1
“ye'cuc ve me'cuc'dan her fert neslinden bin çocuk bırakmadıkça ölmez”.

2
«onlar üç sınıftır; birinci sınıf erz (büyük ağaç) gibidir,
İkinci sınıf, dört arşın uzunluk ve dört arşın da genişliktedir, üçüncü sınıfta (uzun) kulaklarından birini yatak yapar ikincisini yorgan yapar».

Açıklama :

Birinci sınıf;
Erz ağacı gibi canlılar. Erz ağacı 120 arşın (81 metre 60 santim) boyundadır. Öyleyse muhtemelen bu canlılar 81 metre boyundadırlar.

İkinci sınıf ;
4 arşın boyu 4 arşın genişliği olan canlılar , yâni en az 2 metre 72 santim boyu , 2 metre 72 santim gövde genişliği olan canlılar, tonlarca ağırlıkta canlılar.

3
Sahîh-i müslimdeki bir hadisde peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu bildirilmektedir:
“cenâb-ı hak, yecüc ve mecücü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir. Bu sûretle öncüleri taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Sonra gelenler de oradan geçecekler ve; vaktiyle burada çok su varmış, diyeceklerdir. (bu sırada yeryüzüne tekrar gelen) nebiyyullah (allahü teâlânın peygamberi) îsâ ve eshâbı (berâberindekiler), tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhâsaranın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bugünkü paranızla yüz dinârdan daha makbul olacak. Bunun üzerine nebiyyullah îsâ ve eshâbı, onların belâsından kurtulmak için allahü teâlâya yalvarırlar. Allahü teâlâ onların duâsını kabul edip, yecüc ve mecüc kabîlesinin enselerine, nugaf denilen küçük kurtçukları musallat eder. Sabahleyin hepsi de allahü teâlânın kudretiyle tek bir kişi gibi, bir anda helâk olurlar. Sonra îsâ ve eshâbı, tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş leşlerinin olmadığı bir karış yer bulamazlar. Îsâ ve eshâbı, yine allahü teâlâya yalvarırlar; cenâb-ı hak, horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderir. Onlar leşleri alıp allahü teâlânın dilediği yere atarlar. Sonra cenâb-ı hak, pekçok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır, yağmuru geçirmeye engel olamaz. O yağmur, bütün yeryüzünü tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir. Sonra yeryüzüne: meyvelerini bitir. Evvelki gibi feyz ve bereket ver, diye emrolunur. İşte o gün bir cemâat, tek nardan yiyip doydukları gibi, onun kabuğu ile de gölgelenirler. Otlağa gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin de sütleri bereketli olur. Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemâati, sığırınki bir kabîleyi, koyunun sütü de yakın akrabâdan bir cemâati doyurur. İşte bunlar, böylece bolluk içinde huzurlu bir hayat geçirirken, allahü teâlâ hoş bir rüzgâr gönderir. Bu latîf rüzgâr onları koltuklarından tuttuğu hâlde, her mümin ve müslümanın rûhları kabz olunur. Ortada en şerli insanlar kalır. O zaman da birbirleriyle boğuşurlar. Eşekler gibi halkın huzûrunda alenen zinâ ederler. İşte bu fenâ kimseler üzerine de kıyâmet kopar.”

«onlar şöyle diyecekler: yerdekilerini öldürdük; gelin göktekileride öldürelim. Bunun üzerine oklarını göğe atacaklar. Allahda onları kana bulamış bir halde geri çevirecek. İsa (a.s.) Arkadaşlarıyla birlikte onların şerrinden kurtulmaları için allah'a dua edecekler. Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler..

Ses ve sedaları çıkmaz olacak. İçlerinden biri sağ kalacak ve şöyle haykıracak: «ey müslümanlar! Allah sizi düşmanınızdan korudu belasını verdi.» bunun üzerine şehirlerden kalelerden dışarı çıkacaklar, bağlı hayvanları da salıverecekler. Hayvanlar onların etlerinden başka bir şey bulamıyacaklar. Yeyip semizleşecekler. Allah'ın peygamberi isa (a.s.) Ve arkadaşları yere indiklerinde yerin onların yağ ve iaşelerinin kpkularıyla dolup taşdığını bulacaklar leş kokusundan geçilmez olacak. Çaresiz allah'a dua edecekler. Allah bir rüzgar gönderecek. O rüzgar hem onları iyileştirecek hem de karşılaştıkları iaşeleri denize savurup atacak.
Bunun ardından cenab-ı hak bolca yağmur yağdıracak her tarafı ayna gibi tertemiz yapacak. O kadar temiz olacak ki yeryüzü kişi bakınca bir ayna misali yüzünü orada görecek.
Sonra yere:
«hadi meyveni ver ve bereketlen!» denecek. Anında yeryüzü bereketle dolacak nar ağaçları bollaşacak. Müslümanlar hem narı yiyecek. Hem de ağaçların gölgesinde dinlenecek. Müslümanlar ye'cuc-me'cuc'ün silah, alet ve edevatını da tam yedi sene odun yerine yakacaklar.»
Ye’cûc ve me’cûc konusunda sunulan hadisler , bunların akıllı canlılar olduğunu isbat ediyor, bu konuda âyetler de var. Ancak sunulan hadisler bunların uzaylı canlılar olduğuna işâret eden delillerdir. Daha zayıf delil oluşturmakla birlikte dünyâlı olduklarına dâir zan oluşturacak hadisler de vardır. Her şeye rağmen uzayda akıllı canlılar olduğu âyetlerle isbat edildi bu yazıda.
Sonraki yazı “kur’ân’da uzayda hayat -3- uzaylı insanlar” olacak inşallâh.
Sonuç :
1- Uzayda hayat var. (delili âyet ve hadis).
2- Uzayda insan ve cin türünün akıl seviyesinde , akıllı canlılar var. (delili âyet ve hadis).

( kur’ân, sûre 20, âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene”.
(kur’ân, sûre 1,âyet 1) “övgü allâh’a düzenleyeni evrenlerin”.


Yazının telif hakkı yazar adı ve web sayfasının yayınlanmasından ibarettir.
Alıntı : yazar, ali kenan aydın
Sayfa, WWW.ENBUYUK1.TR.GG İSLAMA ÇAĞRI


Kur’ân’da uzayda hayat -3-
Uzaylı insanlar.


Sığınıyorum allâh’a taşlanmış şeytandan

Adıyla allâh’ın, merhametiyle kuşatanın, gereğince merhamet edenin


Kur’ân’ın âlemlere ;evrenlere gönderildiğini bildiren bâzı âyetler.
1
(25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”.

2
(6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy , de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak bir hatırlamadır evrenler için”.
3
(12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlama evrenler için”.
4
(38 sâd 87) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.

5
(68 kalem 52) “ve ne o (kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”.
(81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (rabbı) evrenlerin”.


Bu âyetler âlemlerde , yâni gökler ve yer ve ikisi arasında , yâni uzayda , evrende yaygın olarak akıllı yaşamın var olduğunu ve furkân’ın , kur’ân’ın onları uyarması için allâh’ın kuluna , salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammede indirildiğini bildiriyor.
Âlemlerde insan ve cin benzeri yüksek akıllı canlılar olduğunu bildiren bir çok âyet var.

Âlemîn ; evrenler nedir:

Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var.

26 şuara 23’üncü ayette firavun musaya soruyor ; “dedi firavun ve ne düzenleyeni (rabbi) aleminin”
cevap 1 =
(26 şuara 24) = “dedi düzenleyeni (rabbi) gökler ve yer(yüzün)ün ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise yakînen bilenler”
cevap 2 =
(26 şuara 26) = “dedi düzenleyeniniz (rabbiniz) ve düzenleyeni (rabbi) babalarınızın ilklerinin”

cevap 3 =
(26 şuara 28) = “dedi düzenleyeni (rabbi) doğu ve batının ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise aklediyorsunuz”


öyleyse âlemîn =

1 - gökler ve yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık)

2 – şimdikiler ve ilk var olanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş)

3- doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik)

yani kuranda bahsedilen “âlemîn” kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir. Bu kelime çoğuldur, bu sebeple evren değil evrenler kelimesi tam karşılığıdır. Gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa uzaydadır , öyleyse âlemîn , evrenlerdir , uzaydır.

Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır iddiası olanlar bir toz zerresinin dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar.

Kuranda alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir , benim bilgim ile açıklayamadığım için , devamından bahsetmiyorum.

Uzayda ; evrenlerde ; âlemînde akıllı varlıklar , canlılar ve insanlar ve cinler olduğuna delil olan bâzı âyetler.

(3 âli imrân 42) “ve dediğinde melekler ey meryem elbette allâh süzerek seçti seni ve temizlenici etti seni ve süzerek seçti seni üzerine kadınlarının evrenlerin”.

Bu âyettende evrenlerde kadınların bulunduğu , dolayısıyla erkeklerinde bulunduğu anlaşılıyor. Kadınlar anlamındaki “nisâ” kelimesinin hayvanlar hakkında kullanılışına dâir bir bilgim yok. Bu kelime insanlar hakkında kullanılıyor. Öyleyse bu âyet uzayda , alemlerde , evrenlerde insanların varlığını da bildiriyor.

(3 âli imrân 96) “elbette ilki evin elbet (o) ki konuldu insanlar için elbet (o) ki bekkededir (mekkededir) mübârek olarak ve (gerçeğe) ileten (hidâyet) evrenler için”.
(3 âli imrân 97) “onda belirtilerin (âyetlerin) apaçık olanları (var) ayakta durduğu yer (makâmı) ibrâhîmin ve kim girdi ona oldu güvende olan ve allâh için üzerine insanların (görev) haccedilmesi evin (ka’benin) kim gücü yetti ona yolca ve kim küfretti (nankörlük etti , kâfir oldu) böylece elbette allâh ganî(dir) (ihtiyaçtan uzaktır) evrenlerden”.


İnsanlar toplumu için konulmuş olan evlerin ilki evrenlere bereket kaynağı , yol gösteren , (gerçeğe) ileten, hidâyet. Ev insanlar için konulmuş olduğuna göre ve evrenlere yararlı ise evrenlerde insanlar var ki evrenlere yararlı. Öyleyse âlemlerde , evrenlerde insanlar var.
Haccetmek evrenlerdeki insanlarında görevi , eğer ona ulaşacak bir yola gitmeye güçleri yeter ise. Mi’râc hadislerinde hacca gidebilmek için salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisinden yollarının kısaltılması için duâ isteyen mûsâ kavminden olan müslümanların durumu bu âyet ile uyumlu bir durum.

Selâm ona yüce allâh’ın elçisi lût’a melekler insan şeklinde geldiklerinde , onun toplumunun kâfirlerinin sözünü nakleden bir âyet de bu konuya delildir.
(15 hıcr 70) “dediler men etmedikmi seni evrenlerden”.
Lût’u men ettiklerini söyledikleri kişiler insan şeklindeki melekler idi, onlar evrenlerin birinden gelen bu yabancı insanlardan onu men ettiklerini söylüyorlar. Bu konuda , bu bilgiyi , âlemlerden bir takım insanların varlığını yalanlayan bir açıklama bulunmaması sebebiyle âlemlerde , evrenlerde insanların var olduğuna dâir kuvvetli bir zan oluşuyor bu âyet. Çünkü eğer evrenlerde bir takım insanlar olmasaydı bu konu içinde bir açıklama olması beklenirdi. Aksine evrenlerde insanların var olduğuna işaret ediyor bu ayet.
Selam onlara meryem ve oğlu îsâ’dan bahseden bir âyet.
(21 enbiyâ 91) “ve (o bayan) ki kuvvetle korudu fercini böylece üfürdük onun içine (bayanın içine) canımızdan (rûhumuzdan) ve ettik onu (bayanı) ve onun oğlunu bir belirti (âyet) evrenler için”.
Meryem ve oğlu îsâ’dan , evrenlere , allâhın bildirdiklerinin gerçekliğinin belirtisi , âyet olarak söz edilmesi , evrenlerde bu âyetten bilgi edinerek, ibret alarak allâh’a îmân etmesi beklenen akıllı varlıkların olduğuna delildir.
(21 enbiyâ 106) “elbette bunda (kur’ân’da) elbet bir tamamını ulaştırma (var) kavmi için kulluk edenlerin”.
(21 enbiyâ 107) “ve ne gönderdik (göndermedik) seni ancak bir rahmet olarak evrenlere”.
(21 enbiyâ 108) “de elbette ne (başka değil) vahyedilir bana , elbette ne (başka değil) tanrınız tanrının bir olanı böylece siz teslim olanlarmısınız (müslümanlarmısınız)”.

Bu âyetlerde , kur’ân kendisine verilen salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammed’in kullara ulaştırmakla görevli olduğu görevin tek tanrıya , onun kitabı kur’ân’a çağrı olduğu ve görev alanının evrenler olduğu açıklanıyor. O evrenlere , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa hepsine rahmettir , merhamettir. Öyleyse bu âyetler evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda bu göreve , çağrıya uymakla sorumlu akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildirler.
Âyetlerin sonunda bu çağrının sonucu olarak çağrılanların yüce allâh’a teslim olanlar , müslümanlar olmaları bekleniyor. Müslüman olması için çağrı yapılan kişilerin ise insanlar ve cinler olduğunu kur’ân’ın bildirmesi ile bilmemiz sebebiyle anlaşılır ki evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisinin arasında ne var ise onda özellikle insanlar ve cinler vardır.

(38 sâd 87) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.

Öyleyse bu âyet evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir.

(68 kalem 52) “ve ne o (kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”.

Öyleyse bu âyet evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir.


(81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (rabbı) evrenlerin”.

Öyleyse bu âyetler evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir.

Bu tesbit ve açıklamalarla birlikte , kur’ânın âlemîne ; evrenlere gönderildiğini bildiren bütün âyetler , kur’ân’ın hitabının özellikle insanlara ve cinlere oluşu sebebiyle evrenlerde insanlar ve cinlerin varlığına delildirler.

Uzayda hayatın var olduğunu isbat eden âyetler ve hadisler bu açıklamalardan sonra daha iyi anlaşılır oldu.

Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
Âyet: “ve allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .”
Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti:
Âyet: “ve o’nun (allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) .”


Hadis: “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”

(hadîsin kaynağı: (1)ahmed bin hanbelin müsnedi, (2 (297-420-422-469)).
( hadisdeki “bilim” kelimesi yerine “îmân” kelimesi kullanılan aynı hadîs’in diğer bir naklinin kaynağı :tirmizî , tefsîr bölümünde 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 ).
(hadisdeki “birbirine kavuşur” kelimesi yerine “elbet ona kavuşur” kelimesi kullanılan diğer bir naklinin kaynağı : buhârî, tefsîr bölümü 62 (1) . Müslim , sahâbenin fazîletleri bölümü 231. Tirmizî, tefsîr bölümü 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 .ahmed bin hanbel 2 (417) ).

Hadisteki “süreyyâ” (türkçede, “ülker”, “yedi kız kardeş” adları ile bilinir . Ayrıca farsça “peren”, “pervin”. Yunanca “pleiades”. Japonca “subaru”.) Adları ile bilinir. Uluslar arası gök bilim adlandırmasında “m 45” olarak bilinir.

Boğa burcundadır , dünyâdan uzaklığı 440 ışık yılı (135 parsek). Âletsiz bakıldığında yedi yıldızı görünür .


Sonuç:
Kur’ân âyetlerinin bildirdiği ; uzayda akıllı canlılar , insanlar ve cinler vardır.

Ey müslümanlar (teslim olanlar) , başkasına değil allâh’a müslüman (teslim olan) olunki kurtulun .
Âyet : (17 isrâ 36) “ve ardına takılma neyin (ki) (var) değil senin için onunla (ilgili) bilgi, elbette işitme ve görme ve gönül, hepsi işte (onlar)ın oldu ondan mes’ûl”.
Âyet : (24 nûr 31) “…ve (hatâdan) dönün allâh’a toptan ey güvenenler (îmân edenler) olurki siz kurtulursunuz”.
Âyet : (20 tâhâ 47) “…ve sağ olsun kim uydu (gerçeğe) iletene”.

Âyet : (1fatiha 1) “övgü allâh’a düzenleyeni evrenlerin”.