Bu Blogda Ara

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Elest Meclisi ve Varoluş


DR. HALUK NURBAKİ
Evvelden var oluş hikmeti, elest meclisine dayanır. Elest meclisinde bütün varlıklar Allah’ın “Elestü bi Rabbiküm ”hitabına muhatap oldukları zaman evvela büyük bir heyecana ve coşkuya kapıldılar. Bu durum sonradan paniğe dönüştü.

Çünkü bütün varlıklar benlik sıkıntısına düştüler. Allah bir anlamda, “her şey benim, benden başka hiçbir şey yok” dedi. Peki insan ne idi? Bunun cevabını verememenin sıkıntısı içerisinde paniğe düştüler. Bu panik evet demelerini geciktirdi. Evet sözü gecikince de, Cenab-ı Hakk bütün âlemlere bir anlamda ”siz bilirsiniz. Kapatıyorum öyleyse!” anlamına gelen bir cereyan kesikliği verdi.

Ve alemler kendi üzerlerinde yavaş yavaş buruşmaya, kapanmaya, dürülmeye başladılar. Bütün alemler yok oluyordu. Taa ki Fahr-i Kâinat Efendimiz’in Kalb-i Muhammedi’sinden “BELÎ Allah” diye bir niyaz çıkana kadar. Allah o kadar mutlu oldu ki, bütün eşyanın yeniden var olmasına, yaşamasına izin verdi. Hatta bu izin verişteki coşku, gelecekteki varlıkların yaratılmasına vesile oldu.

Elest meclisinde madde olmadığı halde, atomlar olmadığı halde, bu meclisten kaç trilyon sene sonra ortaya çıktıkları halde, o gün Efendimizin ‘BELÎ’ niyazıyla, Allah’ta meydana gelen coşku o kadar şiddetli oldu ki, bütün varlıklar gelecekte olmalarına rağmen o gün için varlık perdesine bir daha düştüler. Atomlar, galaksiler Elest Meclisine gelip Fahr-i Kâinat Efendimiz’in ‘BELÎ’ cevabının, niyazının cuşi ile raksettiler. Bu raksları öyle tescil oldu ki, öyle neşe ile oynadılar ki, Allah bu dönmeyi fizik kanunu haline getirdi. O elestte, Fahr-i Kainat Efendimiz’in etrafında coşkudan doğan bir hadisedir.

Yoksa Cenab-ı Hakk cazibeye karşı koymak için merkez kaç kuvveti yaratmak zorunda değildi. Başka bir çareyle yaratırdı. Ama o coşku o kadar çok hoşuna gitti ki, Cenab-ı Hakk ondan sonra bütün varlıklara o anı hatırlatmak için dönme sırrını verdi. Dönme sırrı içerisinde ayakta kalmalarını mümkün kıldı. Ne kadar varlık varsa dönmeye mecburdur. Dönmeyen yok olur. İşte bu Elest Meclisinden gelen bir varoluşun sırrıdır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz’in Elestte ‘BELÎ’ dedikten sonra, Cenab-ı Hakk’ın bu müthiş coşkusu, müthiş rıza mutluluğu öyle bir doza geldi ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz elestte mevcut olan bütün varlıklara bir hamd namazı kıldırdı. O zaman varlıklara dedi ki; “Allah’a bir hamd namazı kılalım”. Kendi imametinde bir hamd namazı kıldırdı. Bütün eşya, bütün varlıklar, melekler, bildiğimiz bilmediğimiz her türlü eczaa Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hamd namazı kıldırdı. Bu hamd namazı kılındığı an Allah O’nun ismini getirdi; “Senin ismin Muhammed’dir dedi”. Hamd namazını en mükemmel şekilde kıldırmanın bil farz ilahi bahşişi oldu.

Ve o anda bu isim intikal ettiği zaman Nur-u Muhammedi diye bütün evrenlere tescil oldu ve ondan sonra kurulan levh-i mahfuz dev kompitürün anahtarı haline geldi. Levh-i mahfuz, biliyorsunuz evrenlerin, bütün varlıkların temel yasalarını temsil eden bir kompitur sistemidir.

Bu sistemde yok, yoktur. Her hadise ne zaman olacak, nasıl olacak, nereden dönecek, dönerse nasıl dönecek, tekrar ikame olursa nasıl olacak sorularının cevabı, levh-i mahfuz dediğimiz büyük bilgisayar da yazılıdır. Levh-i mahfuzun anahtar şifresi de, Hz.Muhammed’dir. Hiç kimse, bu sırrın dışında olduğunu sanmasın. Bunun ispatı çok açıktır.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Tşkler çok açıklayıcı olmuş.