Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2010 Pazar

Sirius'un Gizemi ve Uzaylılar

Sirius Takımyıldızı, kitabımız Kuran-ı Kerim'de dahi bahsedilen gizemli bir yıldızlar topluluğudur. Ama insanın içinden "Neden Sirius?" demek geliyor. İnşaAllah burada geniş bir şekilde konuyu sizlere sunacağım. Ayrıca konu oldukça uzun ve eğer birşeyler öğrenmek istiyorsanız sıkılmadan okumalısınız.
49,9 Yıl ve Yay Şeklinde İki Adet Yörünge
Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21. yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar. Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçen Sirius yıldızıdır:
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır. Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir.
Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir. Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır:
En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır... Dolanım periyodu 49.9 yıldır. (Exposes Astronomiques, La troisième loi de KEPLER,
http://www.astrosurf.com/eratosthene/HTML/exposetheoastro.htm)

Bilindiği gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar. (http://www.dharma. com.tr/dkm/article.php?sid=87)
Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir.
Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır:
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)
Necm Suresi'nin 9. ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır. (www.kuranmucizeleri.com)
Sadece Necm Suresi'nde mi?
Kutsal kitabımız Kuran'da bahsedilen Sirius Takımyıldızı'ndaki yıldızlardan, Sirius A'ya Tarık Suresi'nde de rastlıyoruz. Birazdan sizlere Hakan Yılmaz Çebi'nin bu konuyla ilgili yazısını sunacağım. Burada bahsedilen Tarık Yıldızı'nın Sirius Yıldızı olduğundan bahsedilmemiş ama siz şu an bunu biliyorsunuz.
PEYGAMBERLER PEYGAMBERİ’NİN
SANCAĞI- TARIK YILDIZI- UKAB
Bir topluluğun en önemli sembollerinden biri bayrak ve sancaktır. Her ikisi de, en küçük birimden en büyük birime kadar o topluluğu sembolize eder…

Sancaklar arasında bir sancak vardır ki taşıdığı anlam ile ve önem ile diğer sancaklardan ayrılır. 1400 yıldır İslam'ın sembolü olan bu sancak kutlu Peygamberimiz, Hz. Muhammed (s.a.v)'in Ukab isimli emaneti olan Sancak-ı Şerifi'dir.
HZ. PEYGAMBER HER KATILDIĞI SAVAŞA UKAB İLE GİRMİŞTİR..

Arap kabileleri arasında sancağın yere düşmesi yenilmek anlamına geliyordu. Böyle bir şey olduğunda askerler mağlubiyeti kabul ederek dağılırlardı. Bu yüzden sancağı taşıyan kişi yaralandığında veya öldüğünde onu taşıyacak sonraki kişi belliydi ve hemen sancağı devralırdı.


UKAB/OKAB
Ukab (okab) arapçada Toz,Duman ve Kartal Takımyıldızı anlamına gelir. Kartal Takımyıldızının diğer bir ismide "DENEB EL OKAB" DIR. Bu manada Resulullah Efendimizin (SAV) sancağı Ukab, (okab) kainatın içindeki risaletini ve Allah'ın (c.c) Halifesi olduğunun delilidir. 1400 yıl önce Peygamber Efendimiz Henüz gökler keşfedilmemişken kendisi kainattaki bütün galaksilerin ve yıldızların ilmine sahip olduğunun delili olarak kainatın genel rengindeki siyah zemin üzerine yine bir gök cismi olan hilali koyarak zamanımıza ilmi bir mucize bırakmıştır. Unutmayın ki kainattaki bütün gezegenlerin bağlı olduğu bir güneş vardır. Bu güneşin etrafında dönen her gezegen belli dönemlerde hilal şeklini alırlar. Bu sebepten Resulullah Efendimizin sancağının siyah rengi kainatı, hilalide bütün kainat içerisindeki gezegenleri temsil eder. UKAB'IN BİR MANASIDA "DUMAN"DIR. Kainat ilk yaratıldığında henüz gezegenler oluşmadan önce duman halinde idi. (www.hakanyilmazcebi.com) 
 

"SONRA DUMAN HALİNDE OLAN GÖĞE YÖNELDİ. GÖKLERE VE YERLERE İSTEYEREK VEYA İSTEMEYEREK GELİN DEDİ. YERLER VE GÖKLER İSTEYEREK GELDİK DEDİLER" Fussilet Suresi-11

   Yine Resulullah Efendimiz bugün kainat içerisinde kartal bulutsusu'da (okab) yerleri ve gökleri temsil eden sancağının ahir zamandaki mucizesini ispat etmektedir
. AYRICA UKAB DÜNYAMIZ İÇİN ÖNEMLİ OLAN ÜÇ AYRI TAKIMYILDIZININ KUĞU(CYGNUS), VEGA(LYRAE), KARTAL (OKAB) YAZ AYLARINDA BİRARAYA GELEREK YAZ ÜÇGENİNİ OLUŞTURURLAR. BU YILDIZTAKIMLARININ LİDERİ KARTAL (UKAB) TAKIMYILDIZIDIR. (www.hakanyilmazcebi.com) 
 
 
 
Kuğu takımyıldızı musevilik dinini temsil eder, Vega takımyıldızı hıristiyanlık dinini temsil eder,Kartal (Ukab) takımyıldızı İslam dinini temsil eder. İşte uzun süren kış ve karanlık dönemden sonra Resulullah Efendimizin müjdesi ve mucizesi olarak bu uyanma baharının ardından o Mubarek Peygamberin Sancağı tüm insanlarla beraber diğer dinleride Ukab'ın altında birleştirmek üzere tüm insanlığa bu baharda gönderilmiştir.
 
 
DENEB EL UKAB SAMANYOLUNDAKİ
EN PARLAK YILDIZDIR.
 Güneşimizden kat kat büyüktür.
Kuran-ı Kerim'de Resullulah Efendimizin sancağı olan Ukab'dan şöyle bahseder;

1-Göklere yemin ederim ki, Tarık'a yemin ederim ki,

2-Tarık nedir bilir misin?

3-O parlayan bir yıldızdır.   
(Tarık Suresi 1-2-3)

Bu üç ayette bahsedilen Tarık, Allah'a giden yolu gösteren Resulullah Efendimizin, Mubarek sancağında temsil edilmiştir. Ve ahirzamanda da hak ile batılı ayıracak yerlerin ve göklerin sembolü olacaktır. Bu mubarek sancağın temsil ettiği Hz. Peygamber Efendimiz, İslam dini ve Kuran-ı Kerim işte bu dönemde gerçek manada hak ile batılı ayıracaktır.

"Kuran (Hak ile batılı) ayıran sözdür." Tarık Suresi-13
"ONLAR BİR TUZAK KURARLAR,BENDE BİR TUZAK KURARIM." Tarık Suresi 15-16

   Resulullah Efendimiz'in sancağı mubarek Ukab ahirzamanda cehalet ve inkar karanlığını delen yıldız olarak Kuran-ı Kerim'de anlatılmıştır.
 


Yukarıdaki resimde de siyah fon üzerine Hilallerin bütünlediği Resulullah Efendimizin sancağı olan Ukab'ın kainattaki gerçek görüntüsüdür. (www.hakanyilmazcebi.com)
Fethullah Gülen Hocaefendi de Behsediyor
Hocaefendi, hizmeti her daim yayacağından bahsederken bir de Sirius Yıldızı'ndan bahsediyor Zihin Harmanı'nda. Sözü kendisine bırakalım;
"Hatta bir gün yeryüzünde hiç kimse kalmasa, dış dünyalarda, Sirius yıldızına bağlı bir kolonide, Herkül burcunun etrafında ayrı bir sistemde, Samanyolu'nun bilmem hangi bucağında insanlar olabileceği ihtimaliyle oralara doğru kentler kura kura sıçrayacak, atlayacak, ferden olmasa bile nev'en o noktalara ulaşmayı düşünecek, düşleyecek ve gönlümüzün ilhamlarını orada bulunan (eğer varsa) insanların sinelerine de boşaltacağız. Onlarla hemhâl olacak ve onlara da Allah'a giden yolları göstereceğiz. Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) dediği gibi "Lâ ilâhe illallah deyin, felah bulun, kurtuluşa erin." diyecek ve hep bununla soluklanacağız. Bu, bizim vazifemiz. Onların vazifesi de bu sese kulak vermek, kendilerini huzura çağıran bu nidayı dinlemek ve gezdikleri her yerde doğru yolu araştırıp onu bulmaya çalışmaktır." (tr.fgulen.com)
Görüldüğü gibi Hocaefendi, Sirius Yıldızı'ndan bahsetmekle kalmıyor, başka yerlerde akıllı canlıların olabileceğini söylüyor. Sizler de durup durmadık yerde niçin uzaylılardan konu açma gerekliliği duyduğumu düşünebilirsiniz. Amacım, Afrika'daki Dogonlar kabilesiden söz etmek için ortam oluşturmaktı.
Dogonlar
Dogonlar gerçekten ilginç bir topluluk. Bunu biraz sonra sizler de anlayacaksınız. Sahip oldukları bilgileri acaba bir peygamber sayesinde mi yoksa uzaydan gelen canlılar sayesinde mi öğrendiler? Hocaefendi de acaba neden galaksimizin başka bir yerlerinde insanlar olabileceğinden bahsetti?
Ancak gelin ilk önce wikipedia'dan edindiğim bilgilere bakalım;
Dogonlar Afrika'nın Mali cumhuriyetinde yaşayan bir kabile halkıdır. Kabilenin nüfusu 250.000 civarındadır. Dogonlar hakkında en fazla araştırma yapmış ve Dogon kültürünü 1930’lu yıllarda Batı'ya tanıtmış olan etnolog Marcel Griaule'dür. Totemleri bulunan ve inisiyasyona dayalı bir örgütlenmesi olan bu kabile, tradisyonlarını sözlü aktarım yoluyla sürdürmüştür. Tradisyonlarındaki astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki bilgileri tüm astronomları şaşırtmıştır. Dogonlar’ın 1930’lu yıllarda bildirdikleri bazı bilgiler, sonradan modern astronomik keşiflerle doğrulanabilmiştir. Kimilerince ilkel olarak nitelendirilebilecek bu halkın geleneksel olarak bildiği, teleskopa sahip olunmaksızın bilinmesi imkânsız denilen astronomik bilgilerden bazıları şunlardır:
  • Dünya yuvarlaktır ve Güneş etrafında döner, Ay da Dünya etrafında döner.
  • Satürn’ün halkaları
  • Jüpiter’in uyduları
  • Sirius bir çift yıldızdan oluşur, birbirleri çevresinde 50 yılda bir dönerler, biri çok küçüktür, gözle görülemez ve onun maddesi çok ağırdır. (Bu bilgileri bilebilmek için teleskop da yeterli değildir.)
Dogonlar, bu kadarla kalmayıp, Sirius Sistemi’nde henüz varlığı halen doğrulanamamış üçüncü bir bileşen yıldızın olduğunu, dolanım süresini ve gezegenin bulunduğunu bildirmektedir.
Dogonların bu bilgileri nasıl bilebildikleri hakkında şimdiye dek çeşitli spekülasyonlar yapılmışsa da, spekülasyonların ötesinde, doğrulanabilir bir veri elde edilebilmiş değildir.
Sirius yıldızına en fazla önem vermiş topluluklardan biri olan, Dogonlar'ın Sirius ile ilgili olarak, sembolizm içerdiği sanılan diğer inanışları şöyledir:
Po tohumunun en yüksek gök katındaki ifade edicisi, temsil edicisi ve kopyası Sirius-B yıldızıdır (Po-tolo). Po tohumu alemi döndürmeyi bitirmiş olduğundan dış zar Sirius-B’ye dönüştü. Sirius-B’de Po’nun döndürmüş olduğu alemin kanından arta kalan kısım vardır. Bu, onun yarattığı her şeyin kanından arta kalan kısımdır. Sirius-B küçük olmasına karşın en ağır yıldızdır. Tüm yıldızların ilki Sirius-B’dir. Alemdeki her şey onda vardır. O, âlemin desteği, dayanağı, yıldızların direğidir. Âlem Sirius-B yıldızının sayesinde dönmektedir. Sirius Sistemi Güneş Sistemi’mizle evlenmiş bulunmaktadır. Dünya’ya Sirius-B yıldızından Nommo'nun gemisi ile aktarılan tohumlar yalnızca Dünya üzerinde değil, yaratılan tüm “üst üste konulmuş alemler” de çimlenip çoğaldılar. Dünya’ya kelâmın hepsi açıklanmadı, daha gelecektir. "Emirler Sirius-B'den Sirius-A'ya Sirius-C vasıtasıyla aktarılmaktadır".
Sirius ve Uzaylılar
Sirius'tan sürekli bahseden Dogon'ların torunları hala Afrika'da ilkel bir hayat yaşıyorlar ama bildikleri onca bilgi bu ilkel insanlara kim ya da kimler aracılığı ile öğretildi? Gerçekten de uzaydaki akıllı canlılar, bu insanlara bazı konularda yardımcı mı oldular? Kuran-ı Kerim'de Sirius'tan bahsettiğine göre bu yıldız gerçekten önemli mi? Hocaefendi'nin de bahsettiği gibi yakınlarda bir yerde canlılar mı var?
Bunu cevabını da en doğrusu Hocaefendi versin;
Uzayda Canlılar Var mı?
"Göklerin ve yerin yaratılması ve oralarda bütün canlıları yaratıp üretmesi, O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerindendir. O elbette dilediği zaman onları mahşerde toplamaya da kadirdir." (Şûrâ sûresi, 42/29) âyetinde geçen "dâbbe" kelimesi, hayvanlara ve insanlara şamil olduğuna göre, bu âyet göklerde hayvanların veya insanların varlığına delil olabilir mi? Göklerde dâbbenin yayılmasını nasıl anlamalıyız?
Kur'ân'da "dâbbe" kelimesinin geçtiği her yerde, siyak ve sibak itibarıyla umumiyetle insanlar ve sair cismanî canlılar anlaşılmaktadır. Meselâ bir yerde "Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağıyla gezer, kimi dört ayağı üstünde yürür."[1] denilmiş ve bunlar dâbbe kelimesiyle anlatılmıştır. Bir başka yerde "Gökte ve yerde hiçbir dâbbe (debelenen, kımıldayan) yoktur ki onun rızkı Allah'a ait olmasın."[2] denilmiştir.
Evet, Kur'ân-ı Kerim'de nerede dâbbe anlatılmışsa, orada hep cismanî bir varlıktan bahsedilmiştir. Bu âyet-i kerimede de "dâbbetün" sözüyle anlatılıyor. "Vemâ besse fîhimâ"daki zamir tesniyedir. Âyette sanki Allah'ın hem gökte, hem de yerde yaydığı, neşrettiği ve çoğalttığı dâbbelerden söz ediliyor. Bundan da yeryüzünde bizler, dört ayağının üzerinde yürüyen diğer canlılar ve yerlerde sürünen, yürüyen sürüngenler gibi göklerde de bu türlü canlıların var olduğu anlaşılıyor.
Şu ana kadar yapılan araştırmalarda henüz böyle bir şey keşfedilemedi ama, semavat o kadar geniş ki, fezanın derinliklerinde bir yerde küre-i arz gibi böyle bir kürenin bulunması ve onun üzerinde bizim bildiğimiz hayvanlar ve diğer canlılar gibi varlıkların bulunması ihtimal dahilindedir. Bu ve benzeri âyetlerin "işaret"lerinden de bu anlaşılabilir. Ancak yine de her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
Bizim dışımızda canlıların olabileceği ihtimali biraz da şu âyetle teyit görmektedir: "Ve hüve âlâ cem'ihim izâ yeşâu kadîr - O Allah, hem semadaki canlıları, hem de yerdeki canlıları, meşîeti taalluk ettiği zaman bir araya getirmeye muktedirdir."[3] Öyle anlaşılıyor ki, insanoğlu gibi yiyen, içen canlılar belki dünyanın dışında başka bir yerde de vardır. Belki bütün insanlar oraya ferden gidemeyecek ve belli bir nesil oraya ulaşamayacak ama, insanlık nev'en buna nail olabilecektir. Yani meşîet-i ilâhiye taalluk edince; bu canlılar o canlılarla içli dışlı olabilecekler.
Ama oralarda insan var mıdır, yok mudur? sorusuna gelince bu da kudret-i ilâhiyeden uzak değildir. Allah orada da insan yaratabilir. Bu varlıklar insan olmayıp insanlığın emrinde olan diğer canlılar gibi varlıklar da olabilirler. Allah orayı da hazırlamıştır; ne var ki, orayı da ancak insanlık göç ettiği zaman görecek, belki de istifade edecektir. Önümüzdeki yıllarda, herhâlde Cenâb-ı Hak bizlere daha çok şey gösterecektir. Zira teknik ve teknoloji çok hızlı gelişiyor ve yolda çok sürprizler var.
Bununla beraber âyetin mânâsı sarihtir. Ancak, yine de biz mülâhaza dairesini açık bırakıyoruz. Zamanın tefsiri içinde bu meselenin aydınlığa kavuşmasını beklemek en muvafık yol olsa gerek...
Bu âyetteki ikinci mesele, yeryüzünde ve göklerde canlıların yayılması meselesidir. Âyette geçen "besse" kelimesi, dağılıp saçılmayı ifade eder. Hz. Yakub da, münacatında ruh hâlini, "İnnemâ eşkû bessî ve huznî ilallah Allahım, ben dağınıklığımı, perişaniyetimi, derbederliğimi ve bir de tasamı sana şikâyet ediyorum."[4][5] Bu âyette insan ve sair canlıların yeryüzüne yayılması anlatılmıştır ki, insan yeryüzüne nasıl bir anne ve bir baba ile yayılmışsa, hayvanlar da aynen öyle yayılmışlardır. Her hayvan nev'i, kendi nev'inden, kendi nev'i adına, kendi nev'ini ve nev'inin karakterini korumak üzere, o nev'iden olarak yeryüzüne yayılmıştır. diyerek hislerini aynı kelimeyle dile getirir. İncelediğimiz âyetteki mânâ ise, bir şeyin bir noktada çoğalıp yayılması, yeryüzünü işgal etmesidir. Bu durum başka bir âyette de aynı kelimeyle anlatılıyor: "Sizi bir erkek bir dişiden yarattı, sonra onlardan sizi yaydı, çoğalttı yerin her tarafına neşretti."
* * *
Burada bir başka mesele de Darvin'in, bütün nev'ileri bir nev'e irca etme gayretidir. Ona göre bütün varlıklar gibi insan da belli devirlerde, belli bir canlıdan dönüşerek meydana gelmiştir. Kur'ân'ın sair bütün âyetleri de sahih hadisler de bunu nefyetmektedir. Kur'ân'a göre her nev'i, kendi nev'ini devam ettirmek üzere yayılmıştır. Yani insan, insan olarak yayılmış, insan olarak devam etmiş ve bundan sonra da insan olarak devam edecektir. Yılanlar ve akrepler de aynı şekilde. Hayvanlarda belki zâhiren cüz'î değişiklikler olabilir; fakat bunların karakteri ve nev'i değişmez. Yani bunların hayvanlığı değişmez, her hayvan, hayvan olarak devam eder.[6]
[1] Nur sûresi, 24/45
[2] Hûd sûresi, 11/6
[3] Şûrâ sûresi, 42/29
[4] Yusuf sûresi, 12/86
[5] Nisâ sûresi, 4/1
[6] Aynı konu için ayrıca bakınız: Kur'ân'dan İdrake Yansıyanlar, 2/347-348
(tr.fgulen.com) 

Yanlış Sitelere Takıldıysanız
Bu yazıları okuduktan sonra birçoğunuz merak edip buradaki terimleri araştırma uğraşına başlayabilir. Bundan dolayı da sizleri uyarma ihtiyacı duyuyorum. İnternette "sirius", "dogon", "uzaylı", "darvin" gibi kelimeleri arattığınızda karşınıza çok ilginç ve tehlikeli siteler gelebilir. İslam ile evrimi bağdaştırmaya çalışan sitelerden tutun ateizmi savunan sitelere kadar birçok tehlikeli yerlere takılmak zorunda kalabilirsiniz. Bundan dolayı sizlere Adnan Oktar'a ait sitelerden evrimin, saçmalıktan ibaret olduğunu delilleriyle gösteren materyallere bakmanızı öneriyorum.
www.evrimaldatmacasi.com
www.evrimmasali.com
www.harunyahya.net
www.harunyahya.org
Ve en önemlisi www.yaratilisatlasi.com adlı sitelere bakmalısınız.
Yorumlarınızı bekliyorum ve gerekli bir iş yapıp yapmadığımın farkına varmak istiyorum. (İnşaAllah daha ayrıntılı bilgi ve yazılarla konumuza devam etmek nasip olur. Amin.)
Hakan Demir(alıntı)

6 yorum:

Unknown dedi ki...

Merhaba yazının sonuna kadar okudum dediğiniz gibi bir çok yazı okudum kimisi deli saçması kimisinin mantıklı açıklamaları var
"Şüphesiz ki Şi-ra'nında rabbi O'dur." buradan şunu çıkartabilir miyiz? Şira cahillerin(arayış içerisinde olanların) taptığı yıldızdı. Rabbi'miz onlara mesaj olarak bunu buyurmuş olamaz mı? Yani tapındığınız yıldızın da Rabbi O'dur. Allah'a tapın. gibi yorumlamamız mümkün değil midir?

pegasus13 dedi ki...

sevgili çağrı kardeşim sizin dediğiniz gibi de olabilir.nesnelere bile bakış kişinin durduğu yön ve pozisyona göre değişebiliyor,4 kişi düşünün he biri dağin dört yamacında,dağa bakana ne görüyorsun diye bir soru yönelstsek durduğu yöne ve bakışına kelime dağarcığındaki bilgi akışına göre bir cevap verecek ve 1. si çok kayalık ve sarp bir dağ diyecek,2 ci bulunduğu yöne göre şelaleri olan sulak bir dağ diyecek 3 cüsü gayet sık bitkili ve ormanla kaplı bir dağ diyecek 4. cüsüde karlı ve soğuk bir dağ diyecek,aslında hepsi doğruyu söylemiştir,ama ilim ve bakış açısı farklıdıre sadece,kuran da rabbimiz dikkatimizi yeminle bir yıldıza dikkatimizi çekiyorsa bu heralde basit bir bakış açısı ve kelime dizimi olmamalı diye düşünmek gerekiyor,cahiliyede bu yıldıza tapılmış olabilir,fakat putperestliğin bile çıkış noktası,resullerin ve bilgelerin ,heykellerini yapıp, hürmette aşırıya kaçmakla başlamıştı,asıl durulması gereken bu yıldızın insanlık tarihinde önemi nedir?araştırmak gerekiyor,şeytan hep hakikati tersten göstererek işin negatifinie yöneltmekle asırlarca işini gördü,peki bu ayette işin pozitifi nedir bunu düşünmek gerek,yusuf76:küllü fevka zi ilmin alim,deki her bilenin üstünde bir bilen vardır.

Adsız dedi ki...

Yıllar önce Erich von Daniken in kitabında okumuştum. O Afrika kabilesinden bahsediyordu. Daniken tam söylemese de atalarımızın Sirius gezegeninden gelebileceğini ima ediyordu. Kuran da da Sirius gezegeni hakkında ayetler olması ilginç. Bu arada Fetulahın da bundan bahsetmiş olması, benim için hiç bir şey ifade etmiyor

Unknown dedi ki...

Necm suresi 9 da iki yildizin arasi yay kadar yaklasti demissin, ama ayetin sadece o bolumunu alip oncesini kesmissin... bu ne oluyor simdi. Necm 9 gercegi. Ve cebrail Muhammed e yaklasti, o kadar ki ikisinin arasi birlesmis ikimyay kadar yakin oldu.

HAYDAR dedi ki...

benim şu sıralar garibime giden bi olay var ki oda şudur nezaman bir bilim adamı bişey bulsa ve kanıtlasa bizim hazırcı insanlarımız hemen bunu kuranda geçen ayetlerle ilişkilendiriyolar bunu söylerken kesinlikle bunu yapanları daha doğrusu bunu doğru yapanları tenzi ederim. Hazırcılar derken bi belgesel izliyolar hemen kuranı açıp sayılarla bişeyleri bulmaya çalışıyolar. Peki bunda sıkıntı ne diyeceksiniz? Sıkıntı şu kötü niyetli bi bilim adamı var diyelim islam düşmanı ve bu adam da öyle biri olsun ki söylediği tüm bilim dünyasında sorgusuz kabul edilen birisi yani einstein in tohumu diyelim. aldı eline kuran-i kerim i uzaydan bahseden bi ayetin numarıyla uzayda herhangi bir cihazla görülemeyecek mesafede bir gezegen var diyip bunu insan kafasını karıştıracak bi hesaplama tekniğiyle bulduğunu söylese ve buna bütün bilim adamları onay verse ( örenğin:stephen hawking in karadelik teoirisinde karadeliğin içine giren hermadde enerjiye dönüşür demesiyle bütün bilim adamları onay vermesi ilerleyen zaman içerisinde o tespitinin yanlış olduğunu söyleyip bilim dünyasından özür dilemesi gibi)bizim hazırcı insanlar hemen kuranın şifreleri vb kelimelerle bi dünya yazı yayımlar tabi bilim adamıda bunu gözlemler ve yeterine yayıldıktan sonra çıkar ve sadece özür diler ondan sonra çıkıp derki demekki kuranda yanılıyormuş. Ayıkla pirincin taşını tamamen senin cahilliğinden dolayı kuran yalancı durumuna düştü demem o ki bilimle gerçekten haşir neşir değilsenin ki yeterince içinde olsan bile kuran diline hakim değilseniz bu işlere girmeyin değilse hem kendinizi rezil edersiniz hemde dinimizi rezil edersiniz insanları dinden çıkmasına vesile olursunuz sirius u kendin gözlemlemediysen hesaplamadıysan oda yetmez imanın yetersizse kuran'a dokunma kardeşim heleki %90 nı herhangi bir inanca bile sahip olmayan bilim adamlarının yaptığı araştırmalarını kuranın doğruluğunu ispatlamak amaçlı kullanmayın. "oturma münkir ile yeme sancı
pas alırsın. paklamaz her kalaycı" diyerek bitiriyorum inşallah anlatmak istediğimi anlatmışımdır.

Mustafa dedi ki...

Öncelikle bu araştırmadan ve öğrenme merakınızdan dolayı sizleri tebrik etmek istiyorum. Fakat sizlerin de bildiği gibi, bu dünya hayatı fanidir ve lüzumlu işler pekçoktur. İnsan ise onda az duracak ve ve vazifesi çok bir misafirdir ve bu kısa ömürde sonsuz hayata lazım şeyleri tedarik etmekle mükelleftir.(Bediüzzaman, Sözler Risalesi, 20. Söz) Elbette dinimizde de kainatı araştırmak ve anlamaya çalışmak önemlidir. Fakat bunu yaparken Kur'anın bize gösterdiği metod üzerine hareket edersek hem kendimiz faydalanırız, hem de başkalarının istifadesine vesile olmuş oluruz. Kur'anın kainata ve varlığa bakış şekliyle ilgili olarak Bediüzzaman Hz. 19. Sözün sonunda şöyle demektedir: "Kur'an-ı Hakîm şu kainattan bahsediyor; ta ki Zât ve sıfat ve Esma-i İlahiyeyi (Cenab-ı Hakkın varlığını, isim ve sıfatlarını) bildirsin. Yani bu kitab-ı kâinatın maânisini (manâlarını) anlattırıp, tâ Hàlıkını (Yaradıcısını) tanıttırsın." Dolayısıyla önce maksadımızı ve amacımızı tam doğru bir şekilde tayin etmeliyiz ki, doğru sonuçlara ulaşabilelim. Yukarıda ele aldığınız mevzuyla alakalı olarak Bediüzzaman Hz. 15.Sözde şöyle demektedir: "Ey kozmoğrafyanın (astronominin) ruhsuz mes'eleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen ve şu âyetin azametli (büyük) sırrını o sıkışmış zihninde yerleştiremeyen mektebli efendi! Şu âyetin semâsına (göğüne) yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir. Gel, beraber çıkacağız! Birinci Basamak: Hakikat ve hikmet (herşeyin bir amaç doğrultusunda yaratılmış olması) ister ki; zemin (yeryüzü) gibi, semâvâtın (göklerin ve uzayın) da kendine münâsib sekeneleri (sakinleri) bulunsun. Lisan-ı şer'îde (şeriatın ve İslâmın lisanında) o ecnâs-ı muhtelifeye (farklı cinslerde) o makluklara "Melâike ve Ruhâniyat (Melekler ve Ruhanî varlıklar) tesmiye edilir (isimlendirilir)." Demek ki Âlemlerin İlâhı olan Rabbimiz, 18 bin Âlemi ve hakikatlerini bizlere anlatan kitabında, bizlere Melekleri ve Ruhanî varlıklardan bahsetmiş. Öyle ise bizler de Allaha ve Rasulüne inanan mü'minler olarak, insanları hak inançtan ve İslamdan uzaklaştırmaya çalışan bir kısım batılı şarlatanların ve onların tesirinde kalmış kişilerin cafcaflı sözlerine aldanmayarak, Allahın ilahi kitabı olan Kur'anı farklı şeylere alet etmemeli ve kâinatta başka varlıklar arama sevdasına düşmemeliyiz. İslâmı anlatmak için bize yeryüzündeki insanlar yeter de artar bile.. Bu yüzden değerli kardeşim; Rabbimizin bize verdiği ömür dakikalarını zâyî etmeyerek, zamanımızı bu asrın en mükemmel Kur'an tefsiri olan Risale-i Nurları okumaya, anlamaya ve anlatmaya sarfedelim. Çünkü bu hakikatler noktasında onların bir benzeri yoktur. Sözlerimi yine o Nurlu hakikatlerle bitirmek istiyorum: "Bilirsin ki, en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hatta eğer sana denilse: "Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamerden (Ay'dan) ve Müşteriden (Jüpiterden) biri gelir, Kamerde ve Müşteridene ne var, ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğrj olarak haber verecek." Merakın varsa vereceksin. Halbu ki şu Zât (Hz. Muhammed SAV) öyle bir Sultanın ahbârını (haberlerini) söylüyor ki; memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervanenin etrafında döner. O Arz (Dünya) olan o pervâne ise, bir lâmba etrafında pervaz eder. Ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden (meleklerin ikâmet ettiği ilâhi evler hükmündeki yıldızlarından) bir misâfirhanesinde (Dünyada) binler misbablar içinde bir lâmbasıdır."