Bu Blogda Ara

2 Ağustos 2008 Cumartesi

KADİR GECESi


Kacr ildir gecesini her müslüman bilir, ta'zim eder.
Münkirler de bu geceyi bilir, fakat dillerini bu gece için oynatamazlar...
Bir kelime ile mübâreklerin mübareği bir gecedir...
Bu güzel geceyi anlatmadan evvel, gece nedir, onu biraz karıştıralım, sırlarını görelim, sonra da Kadir gecesini birlikte dolaşalım...

Gece, ruhanî...
Gündüz cismâni âlem remzidir...
Bütün muz'i ecrâm karanlığın nâmütenâhiliği içinde parlarlar...
Kendilerini ancak karanlıkta gösterebilirler veya bizim görme hassamız onları gece görebilir...
Bu iki ters cümle üzerinde biraz düşünmenizi dilerim...
Karanlık namütenahi mülk-i ilâhide, aydınlığa nazaran gök galiptir,
Ruhanî âlemdeki nûrun temsili kamerdir...
Kamer aynı zamanda ruhun âlemidir...
Bedr-i tam zamanında ruhanî çalışmaya delâlet eder...
Gece namazı Resûl-i Ekrem'e farzdır.

Niçin, Şakku'l-Kamer hadisesidir de, Şakku'l-Şems değildir?..
Hasefe'l-Kamer'dir de Kusûfe'l-Şems değildir?..
“Vecmüa’ş-Şems ve’l-Kamer”dir de niçin “Vecmie'l-Kameri ve'ş-Şems” değildir?
Kudret-i Sübhaniye “Es SETTÂR” esmâsı kanalından tecellî eder de ondan...
Ecrâmın karanlıkta parıldaması ibâdetin karanlıkta olanı parlar olacağına işarettir...
Güneş aya giriyor...
Niçin ay güneşe girmiyor?..
Hem ay küçük olduğu hâlde...
Bütün mevcudatın ve mahlûkâtın yok olacağına ve SETTÂR'ın içinde kaybolacağına işarettir...
Aynı zamanda kıyamete işarettir...

Rûhâniyetin daimî olarak cismaniyete hâkim olduğunu ifâde eder.
Bundan dolayı gündüz ile gece yapılan ibâdet arasında muazzam fark vardır...
Gündüz cesedin ibâdeti, gece ruhun ibâdeti yapılır.
Mi'râc bile gece vakti olmuştur...
HAYY esmâsının tecellîsi daima SETTÂR esmâsiyle kapanarak, örtülerek olur...
Hangi tohum örtülmeden intaş eder?
Arı, balını yaparken kimseye göstermez...
İnsan alâkası gizli olarak büyümeğe baslar...
Ölünün cesedi bundan dolayı defnedilir...

Vahy gelirken “Üzerimi örtün!” diye Cenâb-ı Resûl'ün buyurması, sıcak iklimde üşümesinden değildir...
“Beni örtün!”
Vahyin şiddetinden husule gelen ihtizazın örtülmesini, görünmemesini, SETTÂR esmâsına karşı olan edeb için örtülmesini emir buyurmuştur...
Cenazeyi tekfin de bu edeb için yapılır...
Setr-i avret, HAYY esmâsının tezgâh ve teferruatı olan yerler için emir olunmuştur...
Edeb yeri aşikâre olan hiçbir canlı mahluk yoktur...
Hepsi fıtrî yaradılış icabı bir uzuv kısmıyla örtülüdür...
Kimini kuyruk, kimini gulfe, kimini kıl, kimini tüy örtmektedir...
Yalnız insanlarda bu gibi yaradılıştan teşrihi bir örtü olmadığından, (bu yaradılış murad-ı ilâhîdir) insanlara telebbüs lüzumu, te'sirat-ı hariciyeden sıyanet bahanesiyle setr-i avret mecburen ve habersiz yaptırılmıştır...
Örtü SETTÂR'ın naibidir.
Esmânın dünyada naibi varsa evvelden mevcuddur.
Naibi yoksa sonradan emirdir..
Bu, büyük dînî hakikatlerin bir kapı aralığıdır.
Bunu anlayan, kapı aralığından hakîkatların illetlerini, sebeplerini, niçin öyle olduklarını, nehiylerinin esasını anlamış olur.
Bâzı cümle ve kısa anlatışlar binlerce kelimenin, yüzlerce lâfzın küçültülmüş ve akla sokmak için hazırlanmış usûl ve yollarıdır...

Gece ve geceler insana daha yakındır gündüzlerden...
Resûl'ün sırtındaki siyah mühr-ü nübüvvet,
Dünyada siyah ırkın bulunması,
Bu siyah derili insanların yaradılışındakî hikmeti düşünüp anlamak herkese nasip değildir...
Hacer-i Esved,
Kâbe örtüsünün siyah oluşu insanları düşündürmelidir.
Bunlar tesadüfi şeyler değildir...

HÂLİK: “Geceye kasem ederim!” diyor.
Karanlık yere daima her cansız cisim bile hürmet ediyor.
Farkında mısınız?..

Güneşin ziyâsında birçok dalgalar mevcuddur.
Fakat aydınlık dalgaları hailleri geçmiyor; geçemiyor değil...
Dikkat buyurun...

Karanlığı aydınlatmamak için röntgen şua’ı her şeyi delip geçiyor.
Fakat kendini göstermiyor, kendi görünmüyor...
Gündüzü mü seversiniz, geceyi mi?..
Ne söylerseniz inanılmaz, muhakkak geceyi seversiniz.
Çünkü insanların yaradılışında gizli bir istek vardır..
Geceyi sevmek...
Hakikî sevgi ve kulluk gece belli olur.
Fosforun gece parlaması tesadüfi bir şey değildir;
Bir hikmetin ve bir sırrın gizli kapaklı izah ve ifâdesini haykırmaktır.
Fosfor böceklerinin zikri gecedir.
Ondan dolayı her bağırışlarında parlar, sönerler...

O hâlde gece:
l - Geceye “Kasem-i İlâhi”, verilen ehemmiyet ve kıymetin ifâdesidir,
2 - Güneşin küçük ay’a girmesi, SETTÂR'da her şeyin eriyeceğine,
Geceye verilen kıymetin ifâdesine, bir gün kıyamet kopacağına delâlet eder.
Şimdi geceyi târiften sonra KADÎR Gecesine gelelim:
Bu târif edilen gecelerden birisi değildir Kadir gecesi...
Ed-Duhan Sûresinin 4 üncü âyetinde zikredilen gece..
Bu gece, Kur'ân kül hâlinde Levh'den inmiştir...
Sonra senenin içindeki bir gecede de, parça parça inmeğe başlamıştır.
Bakara Sûresinin 185 inci âyetine göre, Ramazan ayına tesadüf eden bir gecedir.

“Biz onu Kadir gecesi indirdik...”
“Kadir gecesini Ramazın'ın son haftasında arayınız...”
Elimizde ALLAH ve Resûl'den müntakil bilgilerimiz bunlardır...

Kadir gecesi, muayyen bir gece değildir.
Bir sene tek gecede, bir sene çift gecede olmak üzere seyr ve intikal eder...
Ramazan ayı da o geceye tesadüf etsin diye mevsimlere göre değişir.
İnd-i ilahîde evvelce böyle bir gece murad ve tesbit edilmiştir...
Ramazan daima bu gecenin bulunduğu aya tesadüf eder.
Kur'ân-ı Kerîm'in bu gece inmesi Tensîb-i İlâhidir.
Ramazan ayı kamere göre olduğundan, senenin diğer muhtelif mevsim ve aylarında seyr ve intikal eder.
Buna nazaran, Kadir gecesi, İnd-i İlâhide sabit ve muayyen bir merkez noktasıdır.
Güneş muayyen bir burca dünyayı aldığı zaman bahar nasıl geliyor, nebatat uyanıyorsa,
senenin muhtelif zamanlarına ve mevsimlerine tesadüf eden kamerî Ramazan ayı o gecenin zarfı mahiyetindedir.
Herhangi gece, “O Kadrin, şerefin merkezine” geldiği zaman Kadir gecesi oluyor,
Kadir ismini alıyor,
Rahmet açılıyor...
İnd-i İlâhîde sudûr muayyen bir zamanda oluyor.
O hangi geceye tesadüf ederse Kadir ismi ona intikâl ediyor...
Gece sabit değildir.
Rahmetin sudûr merkezi sabittir.
Sudûr muayyendir.
Muayyen bir zamanda oluyor.
Tesadüf ettiği geceye şerefini saçtığından o gece Kadir gecesi ismini alıyor.
“Gök kapıları açılıyor diyoruz...”
Dedelerimizden gelme güzel bir tâbir.

Şerefin, kadrin, rahmetin sudûru İnd-i İlâhîde muayyendir..
SETTÂR ile örtülü olduğundan o sudûr zamanı bir geceye tesadüf ediyor.
Rahmetin sudûru hangi geceye tesadüf ederse o gece sudûrun şerefine mazhar olduğundan Kadir gecesi ismini alıyor...
Bu sûretle bütün senenin geceleri bu şerefe mazhar oluyor.
Ve SETTÂR'ın görünür naibi olan geceler Kadir şerefinden nasibini alıyor...
“Adâ-let-i İlâhî”...

“Gece;
Karanlık zamanıdır,
Câhiliyyet devridir,
Cihanın hakîki irfan ve nurdan mahrum olduğu zamandır.
Resûl-i Ekrem gelmeden evvel insanlığı böyle bir gece sarmıştı.
Böyle karanlık bir gecede, bir devirde insanlık nûrlara garkoldu, karanlıklar kalktı, Resûl'e gelen vahy ışıkları ile parladı.” diye tefsir ve târifler de mevcuddur.

Gece, cehâletin remzi olamaz...
Nûr geceden çıktığına göre nasıl olur?..
Cehâleti gideren de geceden çıkan nûrdur...
Yıldızlar gece parlarlar...
Bu bir âyettir...
Geceyi cehâlete remz ve temsil yapmak biraz edeb dışı bir iştir..
Belki de inanmayanların aklına dökememek aczinin verdiği garip bir târif olup, nezaketten doğmuştur bu tefsirleri...
Bin geceden hayırlı olan bu gece diğer geceleri küçültmez.
Her geceye nasip olduğu için her gece bu gecenin feyzinin ışıklarına sırası geldikçe çarpıyor...
Fecirde ışıklar başladığı zaman gece Kadirlikten çıkıyor.
Nasibi bitiyor demektir.
O hâlde gece nasıl câhiliyyet remzi oluyor?..
Olamaz!..
Gece ve geceler olmazsa nûrun kıymeti kalmaz, nûr, feyz görünmez...

Gül kokusu, gülü bıraktığından koku her tarafa yayılır...
Koku görünmez, yayılır.
“Benden sonra Peygamber yoktur.” mübârek sözü ALLAH'ın bir ihsanıdır.
Bu söz Resûl-i Ekrem'in dîninin şeref perdesidir.
Bu gül kokusu,
Bu ihsan,
Bu şeref,
Kadir gecesi hürmetine beşerîyyete Resûl ile bildirilmiştir...
Bundan nasibi olan korkmaz.
Zâten haktan gayrı olan varlıktan korkmak gizli bir şirkten başka bir şey değildir.
ALLAH'a dayananın korkusu olmaz, olamaz da...

Kadir gecesi idi...
Hastalığı ilerlemiş, ateşler içinde yatıyordu...
Dudaklarından ALLAH'ın mübârek kelimeleri süzülüyor...
Sevgili kızı başucunda idi.
Gözlerinden inci daneleri sedasız dökülüyordu...
Kızının güzel gözlerine fersiz gözlerini dikti:
“Sevgili kızım, Kadir gecesi bu gece değil mi?” dedi.
Kızı:
“Evet baba!” der gibi gözyaşlarını eliyle sildi.
Baba, tekrar, kızına baktı:
“Artık ayrılmak zamanı geldi! Yolumuza gidelim, Ben ölmeğe sen yaşamağa kızım... Hangisi daha iyi?.. Bunu ALLAH'dan başka kimse bilemez…” dedi.
“Kadrin rahmet, şeref ve kokulariyle gidiyorum...”
Resûl'ün mübârek ismini anarak ruhunu teslim etti...
Fecr ışıklan başlarken…
Bu ALLAH'ın velîsi her zaman şöyle dua ederdi (Duası kabul oldu da Kadir gecesi ruhunu teslim etmişti) :

“Ey gözlerin görmediği,
Fikirlerin varamadığı,
Öğücülerin övemediği,
Hadisatın değiştiremediği,
Mesâib ve belâyanın korkutamadığı,
Zât-ı Ecellâ!..

Sen ki;
Dağların kaç miskâl,
Denizlerin kaç litre,
Yağmurların kaç katra olduğunu,
Ağaçlarda kaç yaprak bulunduğunu,
Üzerlerine kaç gecenin karanlığı yayıldığını,
Kaç gündüzlerin aydınlattığını bilirsin!..

Senden;
Hiçbir gök öbür göğü, hiçbir yer diğer bir yeri örtüp gizleyemez.
Hiçbir deniz kenarındakini, hiçbir dağ sinesindekini saklayamaz.
Ey bu evsâfı celile ile mevsuf olan Kaadir-i Mutlak!..
Lütfet de benim ömrümün en hayırlı zamanını son dakikam ve en düzgün işimi işlerimin en sonu kıl!..
Günlerimin en mübareğini de sana kavuşacağım gün eyle!..
Yâ Erhame'r-Rahîmin!..”
O gün Kadir gecesi fe

e ölmüştü…

Hiç yorum yok: