Bu Blogda Ara

1 Ağustos 2008 Cuma

ADİYAT SURESİ


Bazı meallerde, “Andolsun nefesleriyle (güp güp) ses çıkararak koşan(at)lara, tırnaklarıyla bastıkça taştan kıvılcım saçanlara, baskın yapıp toprak fethedenlere, derken her yanı toza, dumana boğanlara;
derken düşman kuvvetinin ortasına dalan atların hakkı için ki …

şeklinde meallendirilen Adiyat Suresi’nin; kapasitemiz yettiği, bize açılan kadarıyla safi yorumunu yapacağız …
Bu surede elbette; “soluk soluğa koşan, nallarıyla/tırnaklarıyla kıvılcım çıkaran, tozu dumana katan atlardan; düşmana saldıran, topraklar fetheden, düşmana baskın yapan, akın eden, bir topluluğun ortasına dalan, savaşan insanlardan; savaştan kaçan, mal ve servet düşkünü, kendileri de buna şahit nankör insanlardan; kabirden, mahşerden, hesap gününden…” Habir olan Rabbimiz haber vermektedir …
Biz ayetlerin safi yorumlarını yaparken, diğer zahiri ve Batıni nice manaları inkar etmiyoruz …
Doğru olan her mana başımızın tacıdır; alıp gereğini yaşamak boynumuzun borcudur …
Biz sadece;
“buz dağının su üstünde görünen azıyla yetinmeyip, suyun altında kalan görünmeyen büyük kısmını” da görebildiğimiz kadarıyla, dostlara göstermeye çalışıyoruz …

Sanma sadece at koşar… Ondan hızlı koşanlar var… Işın, ışık, enerji var… Burak, melek, cin var…
Burak, Cebrail, Miraç var… Akıl, fikir, ilim var…
Biz bu sureye yaratılışı anlamak, boyutlar ve canlılarının oluşumunu öğrenmek için yöneldik …
Konunun geniş kitlelerce anlaşılması için yazımızda, bilimsel terimlerden, uzun cümlelerden elimizden
geldiği kadar kaçındık…
Şiirsel bir anlatımla, zor olanı anlaşılır dille yazmaya çalıştık … Sürçmelerimiz olduysa af ola …
Bu yaptığımız yorumu gönlümüz onaylamakla birlikte; “doğrusunu ancak ALLAH bilir” der,
edebimizi takınırız…


Yanlışlar Bizden… Doğrular Kaynaktan…


ÂDİYÂT SÛRESİ

AYETLERİN MÂNÂSI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIYM

1-) Vel adiyati dabha; Andolsun o nefesleriyle ses çıkararak harıl harıl koşanlara,


SAFİ YORUM:

Biz insanlar kesitsel algılarla yaşarız…
Beş duyumuz ile maddeyi var sayarız…
Gözümüzle görür, kulağımızla duyarız…
Görmediğimizi, duymadığımızı yok sanırız…
Gözümüzün sınırları;
angströmü 4000-7000 …

İşitmemizin sınırları; hertzi 16-16000…
Bu dalgalarla sınırlıyız, kısıtlıyız…
Bunların dışındakileri görmeyiz, duymayız…

Maddenin özüne doğru bir yolculuk yapalım…
Atomlara, elektronlara, kuantlara bakalım…
En sonunda enerji okyanusuna dalalım…
Sınırı-sonu belli olmayan, dalgalara,ışınlara bakalım…


Bu enerji okyanusunda sayısız ışın var…
Her birinin arasında farklı farklı açılar…
Öyle süratle yayılıyorlar, ölçülemeyecek hızlar…
Harıl harıl koşanlardan, duymasak ta ses çıkar…
Çakışma ile bu ses katlanarak artar…


***


2-) Fel muriyati kadha; Çakıp ateş çıkaranlara,

SAFİ YORUM:

Bu ışınlar değişik açılarda çakışır…
Çakışan ışınlar açığa ateş çıkarır…
Bu ateş noktalar şeklinde ışıktır…
Aynı değerdeki ışıklar birbirine aşıktır…
Aşık ışıklar bir boyuta taşınır…


Bu boyuttaki ışıklar aynı açıyla tanışıktır…

Benzer açılarla dalgasal ışınlar çakışır…
Bu dalgasal ışınlardan, benzer noktasal ışıklar oluşur…
Bu noktasal ışıklardan boyutlar ve canlıları oluşur….
Işıklar değiştikçe boyutlar ve canlıları değişir…


***

3-) Fel muğıyrati subha; Sabahleyin akın edenlere/ baskın yapanlara,

SAFİ YORUM:

Bu şekilde oluşur sabahlar…
Nurlar parlar, hayatlar başlar…
Sürekli ışınlar çakışır, ışıklar çıkar…
Sanki akın eder, baskın yapar nurlar…

Varlık dediğin bu nurlarla var…
İnsan bunlardan bazısını görür, bazısını duyar…
Görüntü ve ses bizde böyle oluşur…
Varlık böyle oluşur…
Sanki baskınla oluşur…


Sayısı-sonu belli olmayan boyutlar…
Evren içre evrenler denilen boyutlar…
Dalga üstü dalgalar;, nokta üstü noktalar…


***

4-) Feeserne Bihi nak`a; Onunla (B sırrınca) toz çıkaranlara,

SAFİ YORUM:

Bu ışınlar sürekli toz çıkarırlar…
Yani etrafında manyetik alan oluştururlar…
Bu manyetik alanla birbirlerini çeker, iter dururlar…
Böylelikle birbirleriyle hem çakışır, hem kaçışırlar, dengeyi böyle oluştururlar…
Bundan dolayı arklar, kıvılcımlar doğar, ışınların gücü azalarak akar…
Gücü azalan ışınlar değişik açılarla, bir daha çakar…
Açığa daha güçsüz ışıklar çıkar…
Bu ışıkların oluşturduğu boyutlarda var…
En sonunda gücü azalıp, yok olan, onun yerine var olan yeni boyutlar var…
Yani boyutlarda doğar ve ölümü tadar…


***


5-) Fevesatne Bihi cem`a; Derken onunla (B sırrınca) bir cem’in ortasına dalanlara ki,

SAFİ YORUM:

Böylelikle özden gelir, bir topluma dalınır…
Herkes kendi boyutunda anılır…
Birbirlerine göre boyutlar yok sanılır…
Gerçekte hepsi sıradakini çağırır…

Bir üst boyut alttakinin Rabbidir…
ALLAH ise alemlerin(boyutların) Rabbidir…
Bu anlatılanlar TEK’lik ile KADER’dir…

Işık ışından, ışın NUR’da un üzerine elbette bir şahiddir.

Işık ışından, ışın NUR’dan, NUR ALLAH’tan…
Maddenin Rabbi ışık, ışığın Rabbi ışın, ışının Rabbi NUR’dur…
NUR ise; alemlerin RABBİ ALLAH’tır…
Yükseklerden gelmişiz, aşağılara düşmüşüz…
Güçlü ışınlardan zayıflara kaymışız…
Parlak ışıklardan sönüklere dönmüşüz…
NUR’dan çıkmışız, madde boyutuna dalmışız…


***


6-) İnnel’İnsane liRabbihi le kenud; İnsan Rabbine karşı elbette çok nankördür.

SAFİ YORUM
:
İnsan demiş, sınır koymamış…
Demek ki tüm insanlığa yollamış…
Nankörlüğün zıttı şükür…
Şükreden verilende vereni görür…
Nankör verilende vereni görmez…
Nokta ışık, dalga ışını nerden bilsin!…
Işığına bakıp, ışınını var bilsin!…


Sen yanıp sönen bir ışıksın, seni var eden ışınına nankörsün!…
Bir nokta iken ışık, sonu belli olmayan ışının hepsini nerden bilsin!…
Işını, ışığı bilmeyen, NUR’u nerden bilsin!…
ALLAH alemlerin Nur’udur…


Alttakiler üsttekileri bilseydi, nankör mekanizması olmasaydı, alt boyutlar olmazdı…
Bu sistemde bilmek, yok olmak demektir…
Işık ışını bilse, ışık yok olur, ışın var olur…
Nankörlük mekanizması ile ışın bilinmez, ışık var olur…


***


7-) Ve innehu alâ zâlike le şehiyd; Ve muhakkak ki o bunun üzerine elbette bir şahiddir.

SAFİ YORUM:
Gerçek bu ki; insan da böyle yaratılır…
İnsanın yaratılışı da gerçekte buna tanıktır…
İnsan da bu sistemle var olan varlıktır…
Işınlar çakışır, ışık çıkarır…

Bu ışıklara bakan onu insan sanır…
İnsanın nankörlüğü bundan kaynaklanır…

Beş duyusu ile madde var sanır…
Kendisi de bu duruma tanıktır…
Işınları, ışıkları madde sanır…

NUR’a, ışına, ışığa nankördür…
Maddeye, bedene şükürdedir…
ALLAH alemlerin Nur’udur…

Bu nankörlük, bir mekanizmadır…
Suçlama yok, ALLAH böyle yaratır…
Kınama yok, ALLAH böyle algılatır…

Nankör sistemin çalışan bir mekanizmasıdır…
Nankörlük mekanizması ile madde algılanır, madde var sanılır, insan anılır…


***

8-) Ve innehu lihubbil hayri le şediyd; Ve muhakkak ki o hayrın sevgisi için çok şiddetlidir.


SAFİ YORUM:

İnsan beş duyu ile var; maddeyi, bedeni algılar…
Bu algıyla açığa çıkar ihtiyaçlar…
Şiddetlidir, karşılanmalıdır ihtiyaçlar…
İhtiyaçların karşılanmasında hayır var…

Bu hayır içinde sevgiyi de saklar…
Sevilmezse karşılanır mı şiddetli olan ihtiyaçlar!…
Bu sevgi mekanizması ihtiyaçlara dayanır…
İhtiyaçlar da beş duyudan kaynaklanır…

Beş duyu maddeyi, bedeni, insanı var sandırır…

Nankör mekanizması olmazsa NUR’ dan ötesi olmazdı…
Madde, insan, beden olmazdı…
Beş duyu olmaz ise madde algılanmazdı…

İhtiyaç, hayır, sevgi, hayat olmazdı…
Tüm varlık sonsuza kadar ihtiyaç üzerine kurulu…
Bunların karşılanmasında sorumlu…
İstemese de sevgi ile zorunlu…

Sistemin çalışma mekanizması bu…
Kolaylaştırma(hayrı) denilen sevgi ile, bulur yolunu…


***

9-) Efela ya`lemu iza bu`sire ma fiyl kubur; Bilmez mi, kabirlerin içindekiler deşilip dışarı çıkartıldığında,


SAFİ YORUM:

Bilmez mi, haberdar değil mi, bu gerçeği nasıl bilir?
”Kabirlerin içindekilerin deşilip dışarı çıkarıldığını” bilirse bilir…
Bir üst boyutu, insana göre kabirdir…
Çünkü üst boyutu kendisine örtülü, gizlidir…


Üst boyutunun açığa çıkarmasıyla kendisi belirir…
Bir üst dalgalar birbiriyle çakışır…
Maddeyi oluşturan ışıkları çıkarır…
Bu ışıklar da madde diye sanılır…
Böylelikle kabirlerin içindekiler dışarı çıkarılır…
Madde var olarak anılır…
Bu haliyle ise madde insana kabirdir…


***

10-) Ve hussile ma fiys sudur; Sadırların içindekiler tahsil edildiğinde,


SAFİ YORUM:

Bu ışınlar/dalgalar farklı titreşimle salınır…
Yüksekliği ve aralığı farklıdır…
Uzunluğu ve genişliği farklıdır…
Farklı özelliklerdeki ışınlar farklı açılarla çakışır…
Çakışan ışınlardan, farklı özellikte ışıklar açılır…

Yakın özelliktekiler aynı boyuta taşınır…
Bu halleriyle hepsi bir anlam taşır…
Şuurlu/bilinçli bir varlıktır…
Sanki her gittikleri yere ilim taşır…


Kendindeki şuuru/bilinci/ilmi boyutlar ve canlıları olarak açığa çıkarır…
Her boyutta farklı özellikler, anlamlar, manalar olarak algılanır…

Bu manalar özden, boyut boyut yayılır…
Işınlar, ışıklar görüntü ve ses olarak alınır…
Böylelikle bir mana olarak anılır…

Asıl olan NUR’dur…
Nur olan ALLAH’ın özellikleri; manalardır…
Bu sadırların içindekiler tahsil edilir, açığa çıkarılır…


***

11-) İnne Rabbehüm Bihim yevmeizin le Habiyr; Muhakkak ki işte o gün Rableri onları (B sırrınca) elbette Habiyr’dir.


SAFİ YORUM:

Hakikatten yaşanmakta, gerçekten olmakta, olan buna şahit, varlık bunun delili…
İşte o gün, bu gerçeğin anlaşıldığı an, o düşünce boyutundayken, her an olana ver kalbini…

Rableri, üst boyutları, açığa çıkaranları; onların hakikati olarak, onların özü olarak, onların gerçeği olarak, onların açığa çıkaranı olarak elbette onlardan haberdardır, onları bilmektedir, bu bilgi ile varlıklarını devam ettirmektedir…

Yani Rableri o boyutlara ve varlıklarına bürünmüş olarak, o boyutun kuralları içinde de o boyutlardan haberdardır, o boyutları da algılamadadır, o boyutları da yaşamadadır…

Bizdeki haberdar olma, bilme bu Habir özeliğinden(ismi) gelir…

Rab Elbette Habiyr’dir; onlar onunla var olur; onları Rabbi varlığı ile var eder…
Rab habir olduğunu, habir olduklarını ayetleriyle bize de haber verir…
Biz de madde boyutunu algılar, madde boyutundan Habir/haberdar oluruz...
Gerçekte ise Rabbin Habir’dir…


Biz kendimizi Rab’den ayrı var sanar, hem Rab Habir, hem biz habiriz sanırız…
Kendini gören “ben haberdarım”; Rabbi gören “Rab Haberdar” der…
Halbuki tek bir Habir/haberdar vardır…
O da sadece Rab’tır…

Rab her boyuttan, varlıkları olarak Habir’dir..
Allah her ismini, açıkladıklarıyla ilgili olanlarından seçer…
Böylelikle bu surenin sonunu da HABİYR’dir diye bağlar…

Hiç yorum yok: