Bu Blogda Ara

18 Temmuz 2008 Cuma

ÂLEMDEKİ VE ADEM’DEKİ ELEKTRİK


Üzerinde yaşayan biz sakinlerinin gözünde bu kadar heybetli olan bu gezenenin ve çevresinde dönüp durduğu güneşin, evrende yeri nedir? Evren bir yana, içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde bile ne güneşin, ne de dünyanın hatırı sayılır bir hacmi vardır. Samanyolunda bulunan güneş gibi yıldızların sayısı 400 milyar civarındadır. Yıldızların arasındaki mesafeler yüzlerce, binlerce ışık yılı olarak ölçülen mesafelerdir. Işığın saniyedeki hızı ise 300 bin km.’dir. Güneşten dünyaya 8 dakikada ulaşıyor. Galaksi içerisindeki güneşlerin bir biri arasındaki uzaklığı katetmesi ise yüzlerce, hatta binlerce yılı alıyor. Peki bu galaksi içerisinde güneş sistemimize ne kadar bir yer tutuyor dersiniz? Kozmolog Prof. Carl Sagon’ın ifadesine göre, bulunduğumuz mekanda, havada uçuşan bir toz tanesi kadar birşey!..

Bir toz tanesi içinde, gezegenler, bunlardan birisi Dünya ve onun üzerinde yaşayan bizler...

Ya yaşadığımız bu günler, bir insan ömrü “kozmik takvimde” ne ifade ediyor dersiniz? Neredeyse bir hiç! Bir nefes veriş süresiyle sınırlı. 1 saniye bile değil. 10-15 salise! Kozmik takvimde 1 saniye ifade edilmesi için ise dünyada asırlar geçmesi gerekiyor. Dünyadaki tüm yaşamımız evrensel zaman birimine göre bir nefeste bitmekte... Bu süre içerisinde doğumunuz, çocukluk, gençlik yıllarınız, acı-tatlı günleriniz herşeyiniz oldu bitti. Zira Allahu Teala buyurur:

“Sizi çağıracağı gün O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra, 52)

“Dedi ki; yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? Dediler ki; bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.”

“Bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 47)

Bir insanın dünya üzerindeki yaşam süresini ele alınca şunu soruyoruz:

İnsanın varoluşunun gerçek manası nedir?

İnsan bu kadar küçük olmasına rağmen kendisinde bulunan bilinç ve irade gücüyle tüm evreni sezebilmektedir. İnsandaki güç, onun fizik bedeninin ötesinde olduğunu anlamamızı sağlar. Evreni parçalara böldüğümüzde atom, atomu da en küçük parçalarına böldüğümüzde karşımıza sadece enerji çıkar. “Elektromanyetizma Teorileri” gelişince maddenin parçacık değil, daha alt düzeyde enerji dalgalarından ibaret olduğu; yoğunlaşan enerjinin yüzeyde önce parçacık, daha yukarıda katı madde gibi algılandığı bilinmektedir.

İnsan tekamülünde en önemli tatbikat, insanın çevresinde ve kendisinde mevcut olan enerjiyi önce farketmesi sonra da kayba uğratmadan, onları yerli yerinde kullanabilmesidir. İnsan, evreni meydana getiren bilinç ve güçün varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendisinde bulabilecek kapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Bu vesile ile varoluşun gaye ve sebebini sezebilen insan, kemale doğru kanat açacaktır.

Nedir Kemâl? Derler ki insanın yaratılış gayesi Kesb-i Kemâl ve Seyr-i Cemâl’dir. Kâmil insan baktığı her yerde bu ilahi hikmeti ve ulvi güzelliği gören kimsedir. Kişinin gayesi bu alemdeki gizli hakikati aramak ve mevcudatın aslını ve mahiyetini öğrenmek ve “Biz neyiz, ne olacağız?” sorularına cevap bulmaktır.

İnsanoğlu, kendi öz biriminden yola çıktığında ise şunu farkeder: Enerji ilahi kudretin kainattaki tecellisidir. Yegane varlık O’dur. Kainatta gördüğümüz herşey Allah’ın tecellisindendir. Şu halde gördüğümüz herşeyin aslı birdir. Başka başka görünmelerinin sebebi Allah’ın sıfatları olduğundandır. Allah’ın sıfatları kainatta dağınık bir haldedir, ancak kâmil insan bunu fark edebilir ve kendini bilir. Bunun için “Kendini bilen, Rabbini bilir.”

Bu bilme sürecinde beş duyu ile algı yeterli midir? Zira insan belli bir dalga boyunu görüyor ve belli bir frekans aralığında duyuyor. Öyleyse insanı insandan öte geçirecek özelliği enerji odağı olan gönlüdür. Kalbin biyolojik görevi gibi manevi ihtiyaçların temini gönülden geçmektedir.

Hz. Mevlana der ki: “Gönlü ancak gönül sahipleri bilir. Gönül Allah’ın kapısında bulunur.”

Enerji dediğimiz olay da burada başlar. Bu gönülle insana iyilik ve bağış kapıları açılır ve pozitif bir enerjiye sahip olur. Mazhar olduğu Esmadan da bu nispette istifadesi ziyade olur. İnsan, bu yönüyle Allah’a yönelmek ister ve ilahi cazibe, onu kendisine çeker. Aynen demir tozlarını mıknatısın çekişi gibi...

İşte bu gönül, tüm insanlarda vardır. Fakat ancak imanla açılır. Kişi iman ettikten sonra bunun farkına varır.

İman gereklerini her yaptığında da enerjisi yükselir. Öyle ki insanın gönül gözü açıldığında gördüğü ve göremediği bütün varlıkların canlı olduğunu hissedecek ve ürperecektir. O zaman eliyle dokunduğu herşeyin ve ayağını bastığı her nesnenin Allah’ı tesbih ettiğini işitecektir. Zira tahtayı tahta, taşı taş, toprağı toprak yapan içindeki elektron düzeni, dolayısıyla zikridir. Bunun için Besmele ile yani Allah’ı zikir ile yapılan işler doğrudur. Böylelikle eşyanın fıtratı bozulmaz. Eğer zikirsiz negatif bir ortamla eşyaya zulmediliyorsa ya da nazargahı ilahi olan insan zikirden uzaklaştığında insanın kendine nasıl zulmettiği tahmin edilemez boyuttadır. Zira Allahu Teala’nın bütün emirleri insan mekanizmasının doğru çalışması ile ilgilidir. Örneğin; abdest, kişideki negatif birikimi tamamen topraklamak içindir. Su olmadığı zaman abdest için toprağın tercihen kullanılması bu nötralizasyonu sağlamak içindir.

Namazdaki durum da bununla ilgilidir. Bulunduğumuz ortamlarda milyonlarca dalgalar mevcuttur. Özellikle de teknolojinin gelişmesi, bu elektro manyetik dalgaların yoğunluğu da insandaki gönül berraklığını tüketmiştir. Evrende hiçbir şey kaybolmamaktadır. Bütün sesler, TV, telefon, radyo... Bütün cihazların yaydığı elektro manyetik alanlar v.s... Bütün bunların içinde gelişmemizi sağlayacak pozitif enerji akımına ulaşmamız imkansız gibi görünüyor. İşte bu noktada eğitici olan Rab bize namazı bir can simidi gibi sunmuştur. Bir radyo alıcısı nasıl sadece bir frekansa girdiğinde isteniler şeyi iletebiliyorsa insan da bir frekans üzerine yoğunlaşmalı ve binlerce dalgaya rağmen tek bir hattan beslenmelidir. Biz buna elektrikte “rezoransa girme” diyoruz.

Rezorans nedir? Bir devrede uygulanan gerilim ile bu gerilim sebebiyle devreden geçen akım aynı fazda ise devre Rezoranstadır. Rezorans anında toplam direnç en küçük değerini alır. Buna bağlı akım (I) en büyük değerini alır. Yani hakkıyla yönenilmiş bir namazda kişi üzerinden geçen pozitif enerji maksimum olacaktır.

İşaret taşlarını görebilmek ve evrenin bir parçasını oluşturan ekmel ve eşrefi mahlukat olan insan, akli istidatleri yanında gönül hayatı bakımından Allah Teala ile münasebet ihtiyacındadır. Bu da Allah’ın isimlerinin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi güçlendiren amillerdir. Dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin en önemli sebebi bu olmalıdır.

Kişi, dil ile zikrettiğinde bu düşünce elektriksel bir işaret olarak önce beyinde oluşur. Daha sonra ağızdan nefesle birlikte çıkar. İşte beyinde bu elektriksel uyarılar zaman geçtikçe arada yeni hücreleri devreye sokar ve insan beyninin kapasitesi artar. Bu kapasiteyle birlikte insanın sahip olduğu esma ortaya çıkar.

Hz. Mevlana’nın dediği gibi;

“Ey kardeşim sen tepeden tırnağa kadar düşüncesin.

Gerisi kemikler ve dokudan ibarettir.

Eğer düşüncelerin gül gibiyse sen gül bahçesisin.

Eğer dikenler gibiyse sen diken bahçesisin.”

Zikir için süreklilik esastır. Zira, herkesin bir direnci vardır. Herkes belli bir akıma açıktır. Bu manada direnci yüksek insanlardan geçen akım az olur. (Buradaki direnç olayının teferruatını daha sonra ele almak da faydalı olacaktır. Nasıl akkor telli bir lamba akımın sürekliliği ile çalışırsa insanda fıtratına uygun sürekli zikir ve zikir amilleri ile doğru çalışır.

Sözlerimizi yine Hz. Mevlana ile bağlarsak:

“Günahların affı için Allah’a ağla.

Bulutların ağlamasıyla dallar gelişir, yeşerir.

Mumlar ağladıkça parlar.

Parladıkça alevlenir...”

Hiç yorum yok: