Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Enerji Alanları ve Biz


Canlıların ölümü durumunda biyo-elektrik faaliyetlerinin sona ermesi sonucu, auranın o anda değil de belli bir süre sonra yok olmasına gelince; örneğin sağlıklı bir yaprağın aurası çok canlı ve parlak iken, yaprak ölmeye başlayınca bu parlaklığını kaybetmeye başlar, kuruyup yok olması halinde de yaprağın aurası parlaklığı az da olsa olduğu yerde aynen görünmeyi sürdürür. Çünkü, canlı ya da cansız nesnelerden yayınlanan çeşitli frekanslardaki (E-M) dalgalar o hava ortamında bulunan atom ve moleküllere yüklendiğinden belli bir zaman boyunca kendisini muhafaza etmektedir. Buna bir tür plazma durumu da diyebiliriz. Bunun bir benzer örneğini bir insan odayı terk ettiğinde görmekteyiz. Çünkü o kişinin beyin ve bedeninden yayınlanan (E-M) dalgaların bir kısmı havadaki atom ve moleküllere geçip bir kısmını da iyonlaştırmak suretiyle bunlar tarafından çeşitli şekillerde bir emilip bir bırakılması sonucu o ortamda belli bir süre varlığını devam ettirmekte, ayrıca bu dalgalar ilgili cihazlarla da tespit edilebilmektedir.

Yapılan araştırmalar başka hayvanlarda olduğu gibi yılanların da avlarını havaya bıraktıkları bu tür enerji dalgalarını algılamalarıyla onların bulundukları yön, uzaklık, yer...vb tüm koordinatlarını tespit ettikleri ve avladıkları bilinmektedir. Aynı şekilde diyelim ki, bir kişi oturduğu koltuktan, sandalyesinden... kalktı ve siz de oraya oturdunuz. Beyniniz farkında olmadan, o sırada bu kişinin hava ortamına yüklediği pozitif ya da negatif yöndeki enerji dalgalarını alarak sizin olumlu veya olumsuz bir şekilde etkilenmenize, beyninizin parazitlenmesine...sonucunda da tüm bunların bir sonraki aşamada fikir ya da davranışlarınıza etken olmasına yol açacaktır. Bu durum otomatik olarak ruhunuza kaydedileceği için bunun sonuçlarını ölüm ötesi boyutlarda da yaşamanız kaçınılmaz olacaktır.

Bu alanların güçlü etkilerine maruz kalmayla ilgili olarak mesela; sara hastaları üzerinde yapılan bir deneyde dışarıdan, deneklerin manyetik alanının değiştirilmesi durumunda, beyindeki biyoelektrik faaliyetin, dolayısıyla snapsların kilitlenmesi sağlanarak hastalık durumundaki etkiler aynen oluşturulmuştur. Hatta bu duruma üzerlerine düşen güçlü ışıkların yol açtığı görülmüştür. Gerçekte bu hastalığın kökeninde, kişinin beyninin o yönde koruyucu bir alan oluşturamamasından dolayı ışınsal varlıklar olan Cinlerin o beynin ilgili yerlerini belli (E-M) dalgalarla irrite etmesi yatmaktadır. Yine bu etkileşimler, daha genel anlamda insanların ve hayvanların güçlü enerji alanları altında iken depresyon, korku, vehim halüsinasyon görme, sinirlilik halleri ve taşkın davranışlara da açıklık getirmektedir. Tıpkı depremler öncesinde fay hatlarından yayınlanan güçlü elektromanyetik dalgaların canlılarda oluşturduğu etkiler gibi. Ayrıca güçlü alanların bitkilerin gelişmesi, hücrelerin çoğalması, fare davranışları ve bakterilerin yaşamsal etkinlikleri üzerindeki etkileri de net olarak gözlemlenmiştir.

Auradan, ayrıca kişinin karakter ve hastalık durumları da tespit edilebilir. Yani, her kişinin astrolojik tesirlerle anne karnında yüz yirminci günde başlayıp ana rahminden dünyaya geldiği ana kadar beynin bu ışınlar tarafından işlenmesi sonucu, her birime ait özel açılımlar oluşur. Ve bu açılımların özellikleri biyo-elektrik faaliyetleri ile auraya yansıdığından, auradan da okunabilir. Hastalıkların düzeltilme işlemi ise beynin ve bedenin holografik yapısından dolayı, bedenin bütününe ait olan tüm özelliklerinin, vücudun her yerinde mevcut olması esasına dayanır. Söz konusu bölgeler, bir insanın ufacık anatomik haritasıdır. Şu anda başta eller, ayaklar, kollar, kulaklar, ense, dil ve diş etleri olmak üzere vücudun tam on sekiz ayrı yerinde bu mikro- akupunktur hologramları tespit edilmiş durumdadır. Ayrıca bir organın hastalanması, aslında beyinde o organla ilgili olan hücre faaliyetlerinin, dolayısıyla gönderilen sinyallerin bozulması, normal işlevlerini yapamaması anlamına gelir. Aynı zamanda bu durum akupunktur noktalarına yansıyarak o noktadaki elektrik akışını etkileyip tıkanmasına, bağlantı zayıfladığı için de bu enerjinin düzensiz bir biçimde o bölgelerde kalmasına (birikmesine), dolayısıyla da çeşitli hastalanmalara, hatta ölümcül hastalıklara neden olmaktadır. Fakat oraya bir iletken iğne yerleştirildiği ya da dışarıdan şifacı tarafından ilgili frekanslarda E-M dalga gönderildiği taktirde (enerji takviye edilerek) bu biyo-elektrik akışı tekrar sağlanacağından beynin o organa ait olan akışı sağlamlaştırılarak normal faaliyetine dönmesi temin edilmektedir. Böylece o organda düzgün hareket etmeyen biyo-elektrik faaliyetlerinin neden olduğu negatif enerji yok olarak enerji, pozitif hale dönüşür. Önemli bir husus da, vücuttaki biyo-elektrik faaliyetlerini, hücre ve dokularını uyararak şifa dediğimiz olayı meydana getiren Elektromanyetik enerji ile bedeni daha derin düzeyinden etkileyip doğuştan imkânsız gibi görünen hastalıklar da ortadan kaldırılabilir. Mesela vücutta bir boyut olan akupunktur sistemiyle normal seviyedeki bir hastalık durumu düzeltilebilirken, Hz İsa (as)’ nın yaptığı gibi bedenin çok daha derin düzeyindeki maddesel dalga boyutuna, hologramına etki ederek beden yeniden yapılandırabilmektedir. Özetle şifa, tek boyutta gerçekleşen bir olgu değildir. Benzer olaylar çok nadir de olsa üst düzey, çok güçlü Cinlerle iletişim halinde olan Mistik görünümlü insanlar tarafından da gerçekleştirilebilmektedir. Bununla birlikte Resulullah da tıbbı reddetmeksizin (hatta bunu teşvik bile etmiştir) belli dua ve zikirlerle şifa verilebileceğini açıkça belirtmiş ve bu yolda yapılan uygulamaları tavsiye etmiştir. Çünkü belli dua ve zikirler, beyindeki şifa kuvvesini harekete geçirerek bu yöndeki manaların açığa çıkmasını sağlamaktadır. Elbette bu güç, kişinin beyin açılımı kadar olmaktadır. Dolayısıyla bu olay, maalesef kendilerini metafizik alemin birer otoritesi olarak kabul edip bilimsel değil, materyalist bilim adamları gibi konuşan birtakım insanların söylediği gibi psikolojik bir olgu, şartlanma ya da tesadüfi bir oluşum kesinlikle değildir. Çünkü evrende hokkabaz değneğine yer yoktur. Her şey bir sistem ve düzenle hareket etmektedir.

Auranın bir özelliği de, beyni dıştan gelen menfi dalgalardan korumasıdır. Eğer ilgili hücrelerdeki faaliyet yetersizse, o istikamette Elektromanyetik alan oluşturulamayıp gelen menfi dalgalar bloke edilemeyeceğinden (yani tamamen yok edilip ya da etkisi azaltılamayacağından) bu durum beyinde hücre faaliyetlerine yol açarak o kişide negatif fikir ve davranışların açığa çıkmasına neden olacaktır. Buna halk dilinde “nazar” da denmektedir. Nazar sadece insanlar üzerine değil, tüm nesnelere bitki ve hayvanlara da etki etmektedir. Menfi dalgaların bloke olmasının nedeni ise, dalgaların birbirlerini yok etme esasına dayanır. Çünkü gelen menfi bir dalgaya o dalganın tepe kısmına çukur, çukuruna da tepe gelecek şekilde (yani aynı tür dalganın belli bir faz farkıyla) gönderilecek bir dalga gelen menfi dalgayı tamamen sıfırlar (siler, yok eder). Eğer gönderilen dalganın yoğunluğu yani dalga sayısı menfi dalganın yoğunluğundan az ise bu sefer kişide olumsuzluğa yol açacak dalga tamamen yok edilemese de onun zararlı etkisi oldukça zayıflatır. Aynı fazdaki çeşitli dalgaların birleşmesi durumunda ise, daha güçlü bir dalga meydana gelir.

“Göz değmesinden Allah'a sığının. Zira göz değmesi haktır.” (hadis)

“Kötü göz sahibinin gözünden zehir gibi bir etki çıkar. Eğer bu bir kişiye ulaşırsa onu bitkin bir hale sokar, ona zarar verir” (hadis)

“ Kötü nazar adamı öldürür, kabre kor ve deveyi hasta eder.” (hadis)

“Kaderi geçecek bir şey olsa onu ancak göz (değmesi) geçerdi. Sizden yıkanmanız istendiği vakit hemen (vücudunuzun kenar kısımlarını) yıkayın. (Hadis)

Dikkat edilecek olursa son hadisteki ikili ifade birbirinden bağımsızmış gibi görünse de aslında bu tür kötü etkilere karşı bize korunma sistemini anlatmaktadır. Çünkü nazar olayında beyne gönderilen enerji, beynin biyo-elektrik akışını etkilemesi dolayısıyla bu zararlı etkinin tamamen yok edilmesi ya da tesirlerini minimum seviyeye indirip onun zararsız hale getirilmesi için bu enerjinin ya sıfırlanması veya bir yere aktarılması gerekmektedir. Aktarma işleminin en kolay yolu ise yıkanmaktır. Çünkü suyun en önemli özelliği hem parazit enerjiyi alması hem de deri aracılığıyla beynin ihtiyaç duyduğu biyo-elektrik enerjisi yani pozitif enerji takviyesi yapmasıdır. Aynı işi ikinci dereceden toprak da yapar. Keza aptestin asıl amacı temizlenmek değil, beyine biyo-elektrik takviyesi yaparak ibadet adı altında ruha enerji yüklenimini yükseltmesidir. Eğer bu temizlenmek için olsaydı bir bardak su ile de olsa aptest alın ya da su bulamadığınız taktirde teyemmüm edin, yani belli şekildeki hareketlerle elinizi yüzünüzü toprağa sürün denmezdi. Dolayısıyla, bunun anlamı, su bulamadığınız yerde hiç olmazsa üzerinizdeki negatif enerjiyi topraklayıp tekrar topraktan pozitif enerji alın demektir. Keza cünüp olma durumunda beynin meni ile biyo-elektrik deşarjı sonucu hem kaybettiği enerjiyi uygun düzeyde tekrardan alması hem de bu kaybın bedende neden olduğu düzensiz, negatif enerji durumunu ortadan kaldırmak için yıkanılması, bu sayede gelen enerjinin ölüm ötesine dönük kullanımı için de boy aptesti denen hareketlerin yapılması gerekmektedir. Aksi taktirde cünüplük durumundaki düzensiz enerji, beyin aracılığıyla auraya ve dışa yansıyacağından karşıdaki kişinin beyninin de parazitlenmesine, olumsuz etkilenmesine sebep olur.
Nazarın bilinçsizce açığa çıkmasına karşın, büyü ve sihirde ise, bilinçli bir yönlendirme söz konusudur. Nasıl ki kendi frekans gruplarına göre yayınlanan TV, radyo telefon…dalgalarının oluşturduğu bir şebeke ağı varsa aynı şekilde insan beyninin yaydığı dalgaların da meydana getirdiği bir şebeke ağı vardır. Bu nedenle istenilen kişinin sahip olduğu eşyalar (saç vs...), birer konsantrasyon objesi olarak kullanılarak belli kelime tekrarları ile bu şebeke ağındaki o istenilen beyinle ilişkiye geçilip (genelde E-M dalga yapılı bilinçli varlık olan cinlerin yardımıyla da) nazar olayındaki gibi etkiler oluşturulabileceği gibi, şifa da verilebilmektedir.

Nazara, sihre (büyüye) ve cinlerin her türlü etkilerine karşı koruyucu dalgaların üretilmesi ise, belli dua ve zikir adı altındaki kelime tekrarlarının beyinde ilgili hücre gruplarını faaliyete geçirmesi sonucu yayınlanmasıyla oluşmaktadır. Beyinde oluşan her bir faaliyet, dışa çeşitli frekanslar şeklinde yansıdığı gibi aynı anda ve şekilde Ruha da kaydedildiği için bu dualar ölüm ötesi boyutta aynı frekans aralığını paylaşacağımız cinlerin bize uygulayacakları çeşitli etkilerine karşı da koruma sağlamış olacaktır. Bazı özel duaların okunmasıyla tıpkı lazer ışını gibi beyinden öyle güçlü Elektromanyetik dalgalar yayınlanır ki, bu tür dalgalar cinlerin olumsuz fikir, vesvese ya da insanların hayal güçlerini irrite etmeleri sonucu var olmayanı varmış gibi göstermek suretiyle çeşitli ilkalarını, etkilerini ortadan kaldırmanın ötesinde direkt bu ışınsal varlıkların dalgasal yapılarını tahrip etmek suretiyle onları rahatsız edip uzaklaştırmakta, buna karşılık uzaklaşmadıkları taktirde, onları yok edebilmekte, öldürmektedir. Onların bu ölüm şekli için “yakmak” tabiri de kullanılmaktadır. Bunun yanında birkaç kişinin bir araya gelip aynı anda toplu olarak bunları belli sayılarda okumaları hem okunan kişinin beyninin bu doğrultuda forme edilmesini, aktif hale getirilmesini (bu arada okuyanlar da birbirlerini bu yönde güçlendirmektedirler) hem de Cinlere karşı çok güçlü etkilerin meydana gelmesini sağlamaktadır.

Ayrıca bu tür duaların okunması sırasında ortaya konacak bir sürahi ya da bir bardak dolusu suyun, okuyan kişilerin beyin dalgaları tarafından moleküllerinin iyonize edilmesi dolayısıyla hastaya içirtilmesi ve yine okunma esnasında sağ elin okunan kişinin başı üzerine konulması durumunda da o kişinin beyni pozitif yönde takviye edilerek istenilen yönde daha güçlü (verimli) çalışması temin edilebilir.

Görüldüğü üzere, korunma işleminin beyin-enerji sistemiyle ilgili olması dolayısıyla dua ve zikirler okunmadığı sürece bunların yazılı bir metin olarak ya da bu amaçlı, çeşitli nesnelerin üzerimizde taşınmasının hiçbir faydası yoktur.
Dünyanın merkezinde %90 demir ve demir bileşikleri, %9 nikel ve % 1 oranında da sülfür, oksijen, altın... bulunur. Bu oranları daha iyi kavrayabilmek için bir misal verirsek, yaklaşık % 1’ e yakın bir oranda bulunan altını eğer bu çekirdekten çıkartmış olsaydık dünya üzerindeki tüm karaların yüzeyini altınla kaplamak mümkün olurdu. Dünya üzerinde bulunanın milyonlarca katı basınç yüzünden yeryüzünün tam merkezinde katı ve çok sert metalden yapılmış 2754 km çapında demir bir çekirdek bulunur. Bu iç çekirdeğin üzerinde ise çok yüksek sıcaklıklar dolayısıyla 2200 km kalınlığında yine tamamen demir ve nikel ağırlıklı eriyik halde sıvı çekirdek bulunur. Aslında dünyanın oluşumu sırasında demir yok denecek kadar az olmasına karşın, bu denli yüksek oranlarda demirin bulunmasının nedeni de, 4,5 milyar yıl önce dünya çok sıcak bir durumda iken demir yüklü dev bir göktaşı ile çarpışması sonucu bunun merkeze yerleşerek erimesiyle meydana gelmesidir. Burada çok ilginç bir nokta, bu durumun birebir olarak bundan 1400 sene evvel Kuran’da anlatılmış olmasıdır. Çünkü Hadid suresi 25’ te “ ...ve kendisinde şiddetli bir sertlik ve insanlar için menfaatler bulunan demiri de gökten indirdik” denerek demirin bizatihi gökten geldiğini bize bildirmektedir.

Yeryüzünün doğudan batıya dönmesi, çekirdekteki iyon halinde elektrik yüklü bu sıvıyı da aynı şekilde batıdan doğuya doğru girdaplar meydana getirecek şekilde döndürmesi sonucu, milyarlarca amperlik elektrik akımını, dolayısıyla da dünyanın kuzey –güney yönünde mıknatıstaki gibi bir manyetik alanın oluşmasını sağlar. Manyetik kuzey-güney kutupları da dünyanın kutuplarıyla paralel olmayıp aralarında ortalama 1550-1600 km mesafe bulunmaktadır. Ayrıca bu uzaklıklar da sabit değil, her yıl birkaç km dünyanın kutuplarına doğru yaklaşıp uzaklaşmaktadır. Bu manyetik alanların tarih boyunca hep aynı yön ve güçte olmadığı, çeşitli dönemlerde ise tamamen yer değiştirdikleri artık bilinmektedir. Bunların nedeni ise bu girdapların önce yavaşlayıp sonunda durduktan hemen sonra tekrardan ters yönde dönmeleridir. Bu işlem sırasında tüm girdaplar bir anda değil, lokal olarak ayrı zamanlarda ters dönmeye başlarlar. Şu anda güney kutbundan çıkıp kuzey kutbundan içeri giren manyetik çizgileri göz önüne alırsak, dünyanın güney kısmında yer alan bu girdaplar ters dönmeye başladığında bu durum o bölgedeki manyetik alanın zıt yönünde bir manyetik alanın oluşmasını sağlayacağından öncelikle o bölgedeki manyetik alanın yavaş yavaş zayıflamasına, sıfıra ulaştıktan hemen sonra da kendi yönünde baskın konuma geçip o doğrultuda güçlü bir manyetik alanın meydana gelmesine neden olur. Aynı işlem dünyanın her bir bölgesi için de aynen geçerli olduğundan, manyetik kutuplar zaman içinde tamamen yer değiştirmiş olurlar. Ancak bu yer değiştirme işlemi birkaç yüzyıl sürmekle birlikte bu dönemde küresel boyutlarda hem manyetik alanın gücü azalmakta hem de çok büyük manyetik alan düzensizlikleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca girdap hareketlerinin neden olduğu bu düzensizlikler, dünyanın çeşitli yerlerinde geçici olarak 7-8 ya da daha fazla manyetik kutbun oluşmasına da neden olur. Çekirdekteki iyonize sıvının yön değiştirip tekrar düzenli, kararlı hale geldikten bir sonraki benzer dönüşümü ortalama 250 bin yıldır. En son değişim ise bundan biraz farklı ve çok gecikmeli olarak 780 bin yıl önce meydana gelmiştir. Şu anda yapılan hesaplamalar, dünyanın manyetik alanının geçtiğimiz birkaç yüzyıla nispetle azaldığını bu yüzden de gecikmeli olan bu yer değiştirmenin başlamış olduğunu bize göstermektedir.

Bu alan, uzaydan gelen zararlı kozmik ışınları, parçacıkların enerjisinin çoğunu ya da tamamını kaybettirerek alan çizgileri etrafında spiraller çizdirtip dünyanın manyetik çevresi boyunca dolaştırdıktan sonra, bu parçacıkları kutuplarda toplayarak yeryüzünün çok büyük bir bölümüne inmelerini önler. Sonucunda bu kozmik ışınlar kutuplardaki atmosferin üst tabakalarında atom ve moleküllerle çarpışarak geceleri Aurora denen ışık parıltılarını oluştururlar. Manyetik alanlar bu düzensizlikler döneminde her ne kadar zayıflayacak olsa da küresel anlamda aslında tam olarak sıfırlanmaz. Dolayısıyla, bunun neden olacağı etkiler felaket boyutlarına ulaşmayacaktır. Ancak bu durum, eskisine oranla kozmik ışınların yeryüzüne daha fazla inmesini sağlayacağından yine de bir kısım canlıların DNA’ larının etkilenmesine, fiziksel yapılarının değişmesine ve hücrelerin çoğalma güçlerini kaybedip canlıların Radyasyon hastalığından (kanserden) ölmesine neden olurlar. Bu çevrimler geçmişte yaşamış canlılardan bir kısmının yok olmalarına (toplu ölümlerine) açıklık getirirken, değişim ve düzensizlikler döneminde bu alanda oluşacak artma ya da azalmanın yerin manyetik alanını algılayarak yaşamlarını buna göre düzenleyen hayvanları da çok fazla etkileyeceği ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak yönlerini manyetik pusulaya göre bulan göçmen kuşlarla, yuvalarını manyetik kutuplara göre kazan köstebekleri verebiliriz. Güneş ve sistemindeki Merkür, Jüpiter, Uranüs, Neptün gezegenleri ile yıldızların, galaksilerin de birer manyetik alanları mevcuttur (Mars ise bir zamanlar dünyadakinden 20-30 kat daha büyük manyetik alana sahip olsa da şu anda küresel bir manyetik alanı yoktur). Ayrıca bu enerji alanları tıpkı aurada olduğu gibi, yıldız ve gezegenlerin ikizleri olan dalgasal boyutlarla karıştırılmamalıdır...

Hiç yorum yok: