Bu Blogda Ara

10 Kasım 2010 Çarşamba

BEYİN VE ZİKİR

Zikir” kelimesi sözlükte “anmak, hatırlamak” anlamlarına gelmektedir. Anmak, hatırlamak (=Zikir) yüzeysel bir tanımlama ile bir nesneyi veya özneyi “akla getirmek, düşünmektir”. “Zikretmek” bu anlamı dolayısıyladır ki, yeryüzünde sadece “düşünme melekesine” sahip İnsãn türüne âit bir meziyettir.
Allãh’ı zikretmek, Allãh’ı Zikir (ZikrUllãh) ise kişinin varlığının Allãh ile kâim ve dâim olduğunu, O’nun azâmetini, birimsel varlığının O’nun indindeki yerini ilk etapta düşünmesi, sonra tefekkür ediphissetmesi ve nihâyetinde de yaşaması olayıdır!
ZikrUllãh kanâatimize göre Allãh’ın isimlerini duygusuzca, mekanik bir şekilde tekrarlamak, telâffuz etmek değildir. Harflerden oluşan İsimler, yatay, 4 boyutlu mekanik kanunların geçerli olduğu dünyamıza âit iletişim araçlarıdır ve bir rûha (mânâya) sahip değillerdir. Onlara rûh≈mânâ veren-verecek olan maddeyle dikey temasta bulunan içsel yaşamımızı üreten uzay alanı, yâni Şuûr boyutudur.
“Fe Zkur ullãhe… ve zküru hü ke ma heda küm”
“Allãh’ı Zikredin… O’nun size gösterdiği gibi..” (2/198)
Bizlere AN’da yaşamanın şuûruna erişip Bilincimizi Cennet bahçesine dönüştürebilmemiz için her detayı öğreten Kur’ãn âyetlerinde ve RasûlUllãh sözlerinde bizlere teklif edilemekte olan –yaygın kanaâtin aksine- “Allãh’ın isimlerinin telâffuzunu belirli sayılarda tekrar edin” değildir. O’nu hangi şekilde zikretmemiz gerektiği Kur’ãn’da şu şekilde belirtilmiştir.
“…fe zkürullãhe ke zikri küm abe küm ev eşedde zikra”
“…Atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha şiddetli olarak Allãh’ı zikredin…” (2/200)
O’nu nasıl anmamız gerektiği açıktır. Rabbimizi en asgarî düzeyde atalarımızı düşündüğümüz, haklarında konuştuğumuz, onlara saygı duyduğumuz, onları sevdiğimiz kadar ki hissiyatla anmamız tavsiye ediliyor. Hiç kimsenin âyetteki “zikir” kelimesinin yaptığı çağrışım gereği babasının/dedesinin ismini eline tespih/ zikirmatik alarak belirli sayılarda, hızlıca, mekanik bir şekilde tekrarlamadığı açıktır.
İstenen, isimlerin telâffuzunun dildeki tekrarları değil, herhangi bir dildeki bir isimle etiketlenmiş mânânın şuûrda tekrar tekrar, belirli/belirsiz sayılarda hissedilmesidir. Allãh için olanı ise eşedde/daha güçlü bir biçimde olmalıdır. Kelimelerin telâffuzlarının değil, oluşturulan mânânın daha güçlüsü/şiddetlisi olur.
Ve zkür rabbe ke fi nefsi ke tedardruan ve hiyfeten
“Rabbini, bilincinde yalvararak/ürpererek… Zikret” (7/55)
Duygusuzca, anlamı bilinmeden yapılan tekrarlar elbette kalplerde ürperti, huşû ve “Mutlak Varlığın”Tek-Tümel RUH’un birimsel zihne üflenmesi (zihne yükleme) gerçekleşmeyecektir. Yükleme yapılıp=mânâ oluşturulursa bilinçaltı bunu içselleştirir.Derin benliğimiz bilinçli olarak kabul ettiğimiz şeylere tepki verecektir. huzurunda alçakgönüllülük hissi oluşturmayacak, yâni
“Ellezine yezkürun ellãhe kiyamen ve kuuden ve ala cünubihim veyetefekkerune fi halkis semavati vel ard…”
“Onlar ki, kıyamda, otururken, yanları üzerinde iken Allãh’ı Zikrederler, Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Tefekkür ederler…” (3/191)
Kelimeleri tekrar ederken, kelimelerin işâret ettiği mânâlar kişinin bilincinde oluşmadan, beyinde o mânâyı kodlayacak olan yeniden şekillenmiş sinir ağları da oluşamayacaktır. Zihinde anlam oluşturabilen kelimeler, cümleler, anılar, yaşamlar, düşünceler, hisler vs. beyni yeniden kodlayabilir.
Yeniden programlanmış sinir hücrelerinin oluşumu birimsel zihinde/dalga bedende oluşturulan, düşünülen/hissedilen/yaşanılan soyut mânânın algıladığımız madde-zaman boyutundaki yansımasıdır. Yâni, yeni nöron ağların kurulmasının şartı, mânâyı düşünmek, tefekkür etmek ve nihayetinde yaşamaktır (bilinçaltının doğal bir parçası hâline gelmesi). Anlamı bilinmeden, hissedilmeden yapılan tekrarların zihne yüklenmesi olayı SünnetUllãha terstir. Kişi amellerinin faydalı olup olmadığını (dalga bedene yüklenip yüklenmediğini), bilincinde o esnada/o anda hissettiklerinden kontrol edebilir. O esnada anlamı yaşatmayan ölünce de yaşatmayacaktır.
Kişide TEFEKKÜR (Varlık üzerinde derinlemesine düşünüp birtakım hissiyatları şuurunda yaşamadan) olmadan yapılan kelime tekrarları -bu kelimeler, kalıplar Kur’ân’dan da olsa (Allãh, Rahman vs. veya Arapça dualar, âyetler)- bir ANLAMa sahip olmadıklarından (yâni bu kelimeleri tekrar eden bilinç tarafından bunlara bir anlam yüklenmediğinden) MANTRA olarak kalacaktır. Hatta Mantra gibi fayda verebilmesi için -anlamı bilinmese de- yapılan kelime tekrarlarında zihnin farklı, gündelik düşüncelere sürüklenmemesi gerekir.
[[[ Zihnin tek bir kelimeye odaklanmasıyla, dış dünyadan beyne giren veri akışı asgariye indirgenerek zihnin daha sakin bir seviyeye çıkartılması mümkündür (meditasyon ve türevlerinin genel mantığı budur). Zihin, dış dünyanın gürültüsünden uzaklaştıkça beynimizde saklı belli belirsiz duygular, düşünceler hızlı bir şekilde zihinden gelip geçmeye başlar, zihne çıkar ve su yüzeyine çıkan baloncuklar gibi patlar gider. Mantraların faydası budur. Bu tekniğe devam edildikçe, her ne kadar kişi daha sakin bir zihinle yaşamını sürdürüyor ve daha derin zihin seviyelerine ulaşıyor olsa da –“Mutlak Varlığın indindeki hiçliğin” itirafını beyan eden korunma duası yapılmadan/yaşanmadan- “egonun ruhsal açıdan kendini beğenerek şişmesi” gibi cinnî bir duygunun zihne yerleşme tehlikesi her zaman vardır. ]]]
İsimlerin işâret ettiği anlamların, tefekkür beraberliğinde yinelenmesiyle, beyinde o ismin işâret ettiği mânâ istikâmetinde kodlanması-programlanması-meleğin açığa çıkarılmasından sonra, o ismin üzerinde çok fazla anlamaya-düşünmeye gerek kalmadan yapılan tekrarı da zihne yükleme yapacak ve tesirini gösterecektir. Çünkü artık o ismin içeriği doldurulmuş, kelimenin cesedine can verilmiş, kelimeler 4 boyut hapishanesinden çıkartılmıştır. Yâni, isimler amaç olmaktan çıkarılıp araç haline getirildiği takdirde bilinçsizce tekrar edilebilir bir hâle gelirler. Hissedilerek yapılması Tefekkür sahibi kişiye katmerli enerji verecektir. Kelimenin yüklendiği enerji daha da artacak ve kişiyi daha fazla derinden etkileyebilecektir.
Beynin bu konuda nasıl çalıştığını idrak edebilmek için şöyle bir misal verilebilir: Türkçe bilmeyen bir kişinin“Limon” kelimesini belirli sayıda tekrar etmesini istediğimizde, yabancı arkadaşımızın beyninde “Limon” ile ilgili bir mânâ oluşamayacağı açıktır. Elbette Türkçe “limon” kelimesinin bu yabancı kişi tarafından uzun bir süre zikredildiği takdirde “limon” kelimesinin ihtiva ettiği birtakım belirsiz frekanslar (?) gereği zikreden kişide zamanla “limon” ile ilgili bir hissiyat oluşturacağını düşünmek de yanlış olacaktır. Özetle bu kişinin beyninin ilgili bölgesinde kısa süreli, sıradan bir elektrokimyasal akış meydana gelecek; fakat diğer nöronlara akış yönlenmediğinden/çağrışım yapmadığından sönecek ve hem bilinçli hem de bilinçaltı zihninde hiçbir etki olmayacaktır.
“Limon” kelimesini Türkçe bilen (=anlayan) bizler belirli sayıda tekrar ettiğimizde ise bilinçli zihnimiz limon kelimesini tanıyacaktır. Bilinç bu kelimeyi tanıdığından/çağrışım yaptığından nöron akışı beynin daha alt sistemlerine de ulaşacaktır. Bilinçaltı zihnimiz kendisine de ulaşan bu akışla, limon zikri esnasında biz farkında olmadan, örtük olarak limon ile ilgili tüm özetleri (Limon kelimesine yüklenmiş tüm anlamlar, yaşanmış anılar, algılanmış tatlar) hatırlayacak ve limonu o sırada tatmamamıza rağmen, vücudumuz sadece limonun adını duyarak tepki verecektir.
“Limon” kelimesinin anlam oluşturabilmesi için onu hatırlamamıza neden olacak bütün beyin bölgelerinin aktive olması gerekir. Beynin limonu hatırlaması da ancak limon ile ilgili tüm düşünülenlerin, hissedilenlerin, yaşananların zihne kodlanmasıyla gerçekleşebilecektir. Türk toplumu bu meyve/sebzeye “limon” etiketini verdiği için “limon” kelimesinde tüm bu anlamlar kodlanmıştır.
Aynı varlığa her millet farklı bir etiket verir. İsimler birer araçtır. Aracın (limon kelimesi) değer kazanmasımisaldeki yabancı arkadaş) değil, aracın kendisi için bir anlamı olanda (Türk’te) etkisini gösterir ve amaca ulaşılır (=zihin tepki verir). araca-araçta takılı kalanda/araçtan başka bir şeyi olmayanda (
Allãh isimlerinin zikrinde, yapılan dualarda da aynı mekanizma geçerlidir. Yukarıdaki satırlarda “Limon” kelimesi yerine örneğin “La ilahe illa Allãh” zikrini koyup düşündüğümüzde bu zikrin bizleri amacaLa ilahe illa Allãh” zikrinin anlam oluşturabilmesi için onu hatırlamamıza neden olacak bütün beyin bölgelerinin aktive olması gerekirBu da kuru kelime tekrarı ile değil, Tefekkür ile oluşturulabilecek bir ruhtur.
ulaştırıp ulaştırmadığını anlayabiliriz.
“İnnemel mü’minun ellezine iza zükir Allãhü vecilet kulubü hüm…”
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allãh anıldığında kalpleri ürperir…” (8/2)
Yeterli tefekkürler, hissedişler sonucu belirli bir bilinç seviyesine gelmiş kişilerde anlamı düşünülmedenderin tefekkürler sonucuisminin açılımı tüm hücrelere sinmiştir. Artık meleklerin kanatları (!) kişinin dalga bedenine (zihnine) değmektedir. [[[Zihnin genişleyerek RUH’un muhatap aldığı uzaya girmesiyle, zihinde açığa çıkan melekler o zihnin ahiret ortamını ve nur bedeni üretmeye başlarlar. Melekler ahiret ortamının dokusudur]]] Sonucu cezbe hâlidir, Zikir yaşanmaktadır. Allãh’ın isminin duyulması dâhi şuûrlarında derin bir ürperti oluşturacaktır. Çünkü Allãh
[[[Yatay alandaki bedene/beyne dikey boyuttan girerek etkileşen/temas eden nura, nar (enerji) yapılı zihin dayanamadığından beden-zihin sarsılır, kendinden geçer (kabının küçük olması akacak suyun taşmasına neden olur. Kabı/zihni geniş olan Erenlerde cezbe olmaz)]]]
Tefekkürün en büyük getirisi, kazanılan açılım oranında algılanan varlıkların da birer birer Allãh ismi, O’nu hatırlatan birer mânâ hâline dönüşmesidir. Kişi artık belirli isimlerle kayıtlanmaz, amaca ulaşılmış, araç otomatik olarak terk edilmiştir artık. Araç (Arapça/Türkçe dua-zikirler, bedensel ibadetler vs.) formaliteSidir, sembolÜ, mecazIdır! Görülen, duyulan, tadılan, dokunulan her şey kişiye Allãh’ı andırır, hatırlatır, Cennet nîmeti olur.
“Fe zküru ni ezkür küm..”
“Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım” (2/152)
Allãh, elbette kendisinin ismini yineleyen bir varlığın adını benzer şekilde defalarca tekrarlamıyordur. Âyet, insãn ile Allãh arasındaki münâsebetlerden birisine dikkat çekmektedir. Allãh, -anlatmaya çalıştığımız anlamda- zikredildiği takdirde, kişi muhatap alanına girmektedir.
Kelimelerin işâret ettiği MÂNÂlar üzerinde -zikrin en alt düzeyi olan- düşünmek olmadığı takdirde, kelimeler telâffuz olarak, yâni hava moleküllerini titreştirmekten ibâret olacağı için dünyaya sadece ısı olarak yayılacaktır. Yâni, yapılan çaba Yatay düzeyde kalacaktır.
Hissedilen ve Yaşam olan Zikir ise Bilinçte yaşanır (karşılığı Dikey düzeyde oluşacaktır). Bilinç ise maddî dünyanın aksine Evrenin içsel boyutlarında, bir nevî Allãh’ın muhatap aldığı, müdahale ettiği alan-uzaydır.
4 boyutlu evrene müdahale yoktur. Çünkü SünnetUllãh bu algılama düzeyinde nedensellik ilkesi çerçevesinde fiziko-kimya kurallarının kendisi olarak yansımıştır. Allãh’ın muradı bu evrende zaman-mekân cesedine bürünerek işler. Her birim nedensel işleyen bu kanunların (oluşturduğu psikolojik süreçlerin) yönlendirdiği ölçüde (kadere tâbi) muhatap alınan boyutlara (içe kıvrılı, geri kalan 7 boyut) ulaşabilir.
“e la bi zikrillãhi tatmeinül kulub”
“Kalpler ancak Allãh’ı zikir/Allãh’ın zikri ile huzur bulur” (13/85)
Allãh’ı zikredip de yaşamımızda huzurun sağlanamamasının nedeni, Allãh’ı Zikrin gerçek anlamda uygulanmaması ile ilgilidir. Allãh’ı zikreden şuurun huzura gark olmaması imkânsızdır.
Anlatmaya çalıştığımız gibi gerçek anlamıyla zikir Zihinde belirli mânâların tefekkürüyle, yâni Zihin diliyle olur, tek bir dünya dilinde (Arapça), bu dilin en güzel şekilde telaffuzu (Tecvit) ve tilâvet edilmesiyle değil. Bilmediğimiz bir lisanın, anlamını bilmediğimiz bir kelimesi beyinde mana oluşturmayacaktır.
Anlamı bilinmese de kelimelerin telaffuzlarının belirli frekanslara (?) denk gelerek rûha yükleme yaptığını düşünenlerin, bir dil olarak Arapçada fonetik açıdan yüzyıllar boyunca meydana gelmiş olan olası değişimleri, diğer ırkların bireylerinin orijinal sesleri çıkarma noktasında yetenekleri olup olmadıklarını, tilavetteki telaffuz hatalarını da düşünerek (telaffuzun değişmesi doğal olarak frekansı değişterecektir) zikirlerin ille de Arapça olması gerektiği konusunda ısrar etmemeleri gerekir.
Kişi dilerse dakikalarca “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” diye Yunus’un dizelerini, Sadece sen, Sen, SEN, … gibi bir cümleyi de zikredebilir. Hatta Ahadiyet bilgisini aklından çıkarmadan “Tanrım” da diyebilir, O’nu anabilir.
Rasûlullâh, tebliği ile beraber orijinal bir kelime üretip (Allãh) insanları ismini ilk defa duydukları bir varlığaorijinal özelliklerini insanlara hatırlatmış, dönemin insanlarına âşina oldukları kelimelerle davette bulunmuştur. Arapların binlerce yıldır kullanageldikleri “Allãh” kelimesi değil, Rasûl’un “Allãh” ismine/isim aracına yüklediği “nosyon”, “üflediği ruh” kutsaldır! iman etmeye davet etmemiştir. Fakat O’nun
“Allãh” ismine şartlanmamızın/programlanmamızın nedeni de yüklenen bu “anlam”dır. Kur’ãn 1400 yıl önce bir Türk’ün bilincinde açığa çıksa idi acaba TEK olan VARLIK nasıl isimlendirilirdi? Kök Tengri/Tanrı (Yüce Kudret anlamında) diye, değil mi? Kabaca 99 tane kabul edilen özelliklerinin Türkçede karşılıkları ne olurdu, düşünülmeli! Kelimelere değerini veren bizlerin onlara yüklediği anlamlardır.
“Allãh’ diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın… Hangisi ile çağırırsanız, Esma-ül Hüsna O’nundur” ile Rasûl’un dünyaya geldiği halkın dili dolayısıyla Holografik (her bir üst boyutun bir alt boyutta tümel olarak kodlandığı) katmanların en alt boyutunda, DÜNYA AYNAsında araç olarak kullandığı “Allãh” ismi ile etiketlediği ANLAM’ı YAŞAYIN, amaç edinin denilmek isteniyor kanaâtimizce; o Arapça ismi telaffuz edin; sadece bu kelimeye has bir anlam var, bundan yola çıkarak yorumlar yapın değil.
TEFEKKÜR ile anlam yüklenen her kelime, her nesne “Allãh esması” hâline gelecektir. Çünkü Evrene anlamını biz vermekteyiz. Müşrik, Kâfir, Hanif, bütün Arapların 1400 yıl önce inandığı ve Allãh ismini verdikleri varlığın Türklerdeki karşılığı olan “Tanrı” kelimesine de “Allãh ismi ile işâret edilen mânâyı” bilincimizde yükleyerek onu anlamlandırabilir ve kullanabiliriz. Yüklenecek bu anlam “VeCilet KuLuBu hum (Kalpleri ürpertecektir)”
“Dua ve Zikir” kitaplarının bir de bu yönden düşünülmesi dileğiyle…
Not: Taklidi ve nakil bilgiyle yaşamakta ısrar eden beyinlerin elenmesi; sürekli sorgulayıp akıl melekesini geliştirerek kendi yolunu çizenlerin de seçilebilmesi için Hakikati bilen kimilerinin eserlerinde yaşadığı çağın kelimeleriyle yapılan sembolik anlatımlar, etiketler, hatta birbiriyle ve/veya bilimle çelişebilen fikirlerDüşünmekten yorulan kişiler hakikat sanarak okudukları bu cümlelerin Virüs olduğunun farkına varamayacaktır. Virüs oldukları Sistemsiz düşünü dünyalarına ulaşan detaylı sorularla kendini gösterecek ve çatlaklar ortaya çıkacaktır. Elbette çatlaklar hayali yamalarla kapatılabilir, gerçeklerden bihaber olarak. de serpiştirilir.
Unutulmaması gereken nokta, kesin bilgi eğer direkt olarak verilse idi, Sistemli düşünmeye gerek kalmaz, beyin gelişmez ve beyin gelişmediğinden de cennete girilemezdi. Usta/Üstatların oyunlarına gelmemek için sürekli SORGULAMAKtan başka şansımız yok! Kendileri birer usta hacker oldukları için Sistemleri kötü PC’lere çok güçlü Virüsler yollayabilmektedirler. Aman Dikkat!

4 yorum:

gül dedi ki...

merhaba...çok güzel bir yazı...korunma duası olmadan olmaz demişsiniz...daha fazla bilgi verirseniz sevinirim....

Edep Ya Hû dedi ki...

S.A güzel bir yazı olmuş, yalnız bana göre birz fazla ağır. Kaynağını öğrenebilir miyim?

gabriel dedi ki...

evet güzel bir yazı teşekkür ederim...
size yaptığım ve faydasını gördüğüm bişi söyliim zikrederken o zikrin manasıyla ilgili anılarınızı düşünürseniz ya da o manaya gelen bir orjinal bi hayal kurduğunuzda üzerinde düşündüğünüzde de çok büyük faydalarını görüosunuz örneğin allahın vedud=seven,sevilen ismini zikrediosunuz diyelim o sırada sevgi üzerinde düşündüğünüzde sevdiklerinizi düşündüğünüzde bir süre sonra içinizde bir takım değişiklikler oluo bunu diğer esmalar içnde uygulayın güzel bi çalışma...

Adsız dedi ki...

Kaynak: http://www.sonsuzlukkulesi.com/beyin-ve-zikir