Bu makale, Hz. İsa’nın ref’i [gökyüzüne yükseltilmesi] ve nuzulü [Dünyaya ikinci kez gelişi (Hristiyan Literatüründe “Second Coming” olarak geçer) ] konusunu açıklamaya çalışan bir makaledir. Bilindiği gibi Hz. İsa’nın semavî nuzulü, yakın bir zamanda beklenmektedir ve Kıyametin büyük alametlerinden üçüncüsüdür. Çeşitli kaynaklardan araştırılarak elde edilen önemli sonuçları ve ipuçlarını içeren bu inceleme, yüzyıllardır tartışma konusu olan bir meseleye değişik bir bakış açısı getirerek aydınlatmaya çalışmaktadır.
Bilindiği gibi Hz. İsa yahudiler tarafından öldürülmemiş, Allah (C.C.) onu, tehlikelerden koruyarak gökyüzüne yükseltmiş ve hakkındaki iftiraların temizlenebilmesi için tekrar dünyaya göndereceğini vaat etmiştir. İsa Aleyhisselam’ın gelip gelmeyeceği ya da ne şekilde geleceği konusund a bir hayli fazla spekülasyonlar yapılmaktadır…
Hz. İsa’nın nuzulünün ne şekilde olacağı konusunda çeşitli teoriler vardır. Bunlardan en bilinenleri aşağıdadır:
I - Hz. İsa ölmüştür ve ikinci bir kez gelmeyecektir.
II- Hz. İsa’nın güneş sisteminde bulunan bir gezegene (GEZEGEN X” olarak adlandırılan ve 2012 yılında dünyanın yakınından geçeceği söylenen bir 10. gezegen) gittiği ve kıyamete yakın bir zamanda dünyaya ineceği.
III- Allah tarafından üçüncü kat göğe yükseltildiği ve serbest bir şekilde bedeni ile burada bulunduğu ve kıyamete yakın bir zamanda Şam’daki Emeviye camiinde bulunan beyaz minareye ineceği.
IV- Allah tarafından, kendi katına yakın bir mevkiye (Arş’a yakın bir bölge) ruhu ve bedeniyle yükseltildiği ve kıyamete yakın bir zamanda ruhuna yeni bir cesed giydirilerek ikinci bir anneden tekrar dünyaya gönderileceği.
Makalemizde, yukarıdaki tüm olasılıkları, konunun çok öenmli olması sebebiyle, detaylı bir şekilde tüm bilimsel ve ilmi yönleriyle ve sırasıyla inceleyeceğiz.
Birinci teoriye göre, Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürülmüştür ve ikinci bir kez Dünya’ya gelmeyecektir. Bu görüşü, Katolik kilisesine ait büyük bir çoğunluk ile İslâmî kesimin yüzde birlik bir kısmı savunmaktadır.
İkinci teoriye göre ise, ki ilginç bir teoridir, birtakım metafizikçiler ve kıyamet tarikatları; Hz. İsa’nın, Güneş sisteminde bulunan, büyüklüğü jüpiterin birkaç katı olan ve batılıların “Gezegen X” olarak adlandırdığı bir onuncu gezegende olduğu varsayımına dayanarak bu gezegenin 2012 yılındaki dünyanın yakınından geçişi sırasında tekrar dünyaya ineceğini savunmaktadırlar. Oldukça ütopik olan bu görüşün destekçisi çok az olduğu için bu teorinin de detaylarına girmeyeceğiz.
Üçüncü teori ise, çoğu İslâm ve Hristiyan kaynakları tarafından (Özellikle İncil ve Kur’ânda) ve İslâm alimlerinin büyük bir çoğunluğu tarafından savunulmakta olup, bizim de burada ağırlıklı olarak üzerinde duracağımız bir görüştür.
Dördüncü teoriye göre ise, bu konuyu işleyen bazı Hristiyan kaynaklarına ve tapınak şövalyelerinin devamı olan “Sion” tarikatını yöneten bir gruba göre Hz. İsa’nın soyu devam etmektedir (Özellikle ünlü ressam Leonardo Da Vinci’ye ait bazı resimlerin ve Dan Brown’ın “Da Vinci Şifresi” isimli kitabının da ilham kaynağıdır) ve kıyamete yakın bir zamanda ikinci bir anneden yeniden dünyaya gelecektir. Bununla ilgili çeşitli ipuçlarını makalenin ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak inceleyeceğiz. İlk iki teori Hristiyan ve İslâmî kaynakların azınlık kısmını oluşturduğu için biz burada sırasıyla üçüncü ve dördüncü teoriyi inceleyeceğiz. Fakat burada altını çizerek tekrar söylemeliyiz ki açıklamaya çalıştığımız görüşler sadece bir teoridir.
Bugün birçok tarih araştırmacısının tahminine göre, Romalı lejyonerler Samiriye kentini yağmalarken, birkaç kilometre yakınındaki Nasıra köyünde bulunan Hz. Meryem hamiledir ve Nasıralı İsa birkaç aylıktır.
Roma İmparatoru vergilerin belirlenmesini emredip bunun için her ailenin nüfusa bağlı olduğu yere gitmesi gerektiğinden, Hz. İsa ile Hz. Meryem yurtları Nasıradan Beytüllahim’e doğru yola çıkarlar. Ve bu sırada doğum gerçekleşir. Tarihçiler birçok antik kaynaktan, MS 6 yılında vergilerin belirlenmesinin gerçekten emredildiğini biliyorlar. Dolayısıyla Hz. İsa’nın bu tarihte doğmuş olma olasılığı yüksektir.
Hz. İsa’nın ilk vaazını verdiği sırada 30 yaşlarında olduğu ve halk arasındaki faaliyetinin en az bir yıl sürdüğü düşünülürse tahminen MS 36 civarında göğe yükseltilmiştir. Çünkü onu yakalama emrini verdiren vali Pontius Pilatus, 36 yılında Roma’ya geri çağrılır. BARNABAS İNCİLİ’ndeki aşağıdaki üç pasajda konuya şöyle değinilmektedir:
214.
İsa evden çıkıp, ibadet etme adeti üzere yüz kez dizlerini büküp, secdeye vararak ibadet (Namaz) etmek için bahçeye çekildi. Bu sırada, İsa’nın şakirtleriyle birlikte bulunduğu yeri bilen YAHUDA (On iki Havariden biri) başkahine vardı ve dedi: <<Bana vaad olunanı verirseniz, bu gece aradığınız İsa’yı elinize vereceğim; çünkü o onbir ashabıyla birlikte yalnızcadır.>>
Başkahin karşılık verdi: <<Ne kadar istersin ?>>
Yahuda dedi: <<Otuz altın.>>
O zaman, başkahin hemen kendisine parayı saydı ve asker getirmesi için vali ve Herodes’e bir Ferisî gönderdi ve bir lejyon asker verdiler çünkü halktan korkuyorlardı; bu nedenle, silahlarını alarak değnekler üzerindeki meş’ale ve fenerlerle Kudüs’ten çıktılar.
215.
Askerler Yahudayla birlikte İsa’nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip korkuyla eve geri çekildi. Ve onbir Havari uyumakta idiler.
O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, Elçileri Cebrail, Mikail, İsrafil ve Uriel’e İsa’yı dünyadan almalarını emretti.
Kutsal melekler gelip İsa’yı güneye bakan pencereden çıkardılar. Onu götürüp Üçüncü göğe, daima Allahı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar.
216.
Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa’nın yukarı alındığı odaya daldı. Ve, şakirtler uyuyorlardı. Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı. Öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa’ya o şekilde benzetildi ki, O’nun İsa olduğuna inandık. Ve, o bizi uyandırdı. Muallim’in bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine, biz hayret ettik ve cevap verdik: <<Sen Rab, bizim Muallimimizsin; bizi unuttun mu?>>
O, gülümseyerek dedi: <<Şimdi benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız mı!>>
Ve O bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda’nın üzerine koydular, Çünkü O her bakımdan İsa’ya benziyordu. Biz Yahudanın dediklerini duyup, yığınla askeri de görünce delirmiş gibi kaçtık. Ve keten beze dolanmış olan Yuhanna da uyanıp kaçtı ve askerin biri kendisini keten bezden yakalayınca, keten bezi bırakıp çıplak olarak kaçtı. Çünkü Allah, İsa’nın duasını duymuş ve onbir Havariyi şerden korumuştu.
KUR’ÂN ÂYETLERİ IŞIĞINDA HZ. İSA’NIN NUZULÜ
Hz. İsa’nın gökten inmesini birçok ayet haber veriyor, fakat bunların en belirgini aşağıdaki iki ayettir.
BİRİNCİSİ
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ ﻓَﻼَ تََمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتََقِيمٌ
“Şüphesiz ki O (İsa), Kıyamet için (onun yaklaştığını gösteren) bir bilgidir. Sakın onda şüpheye düşmeyin ve bana uyun, çünkü bu (yol) dost doğru bir yoldur.”
{Zuhruf, 61}
Âyeti ahir zamanda Hz. İsa’nın tekrar dünyaya döneceğini haber vermektedir. Onun için Hz. İsa’nın nuzulü kıyametin büyük alametlerinden biridir. Hz. İsa’nın, kıyamet için bir bilgi olduğunu bildirerek Hz. İsa’nın nuzulünün tarihini makam-ı cifrisi hicrî 1456, veya miladî 2036 olarak vermektedir. Muhiddinî Arabî’nin beyitlerindeki cifrî hesaplamalardan, bu tarihten bir sene sonra yani Hz. İsa’nın nuzulünden bir sene sonra miladî 2037 tarihinde de Deccal ’in ortaya çıkıp hazırlık yapmaya başlayacağı sonucu çıkmaktadır.
Hz. İsa’nın nuzulü ve Deccalin ortaya çıkışı birbirini takip eden yıllarda gerçekleşecek ve Hz. İsa, nuzülünden hemen sonra Deccal ile mücadelesine başlayacaktır. Hz. İsa, nuzulü esnasında 33 yaşında olacak; Deccal ise, ortaya çıktığında 40 yaşlarında olacaktır. Ayrıca bu beyitlerdeki cifrî hesaplamalara göre, miladî 2052 tarihinde ortaya çıkacak olan ve şu anda doğu tarafındaki bir yeraltı uygarlığında (“Agartha Uygarlığı” olarak da bilinir) bulunan insan ırkından türeme yarı insan yarı hayvan özelliği taşıyan bir kavim olan ye’cüc ve me’cüc’ün, kıyametin iyice yaklaştığı bir döneme doğru Hz. İsa tarafından öldürüleceği hadislerle sabittir.
Bu olay; Hz. İsa’nın nuzulünün son dönemlerinde meydana gelecek ve bundan sonra Dünya daha da bozulup, materyalist maddeci dünya görüşüne iyice kapılan insanlık; iyice kötüye gidecek ve Deccal’ın da kışkırtmasıyla bir nevî uluhiyet (tanrılık) iddiasında bulunacak bir noktaya (makineleşme ve teknolojinin de çok ilerlemesiyle) gelecektir.
NOT:
Nakledilir ki, Hz. İsa yeryüzünden ayrılmadan önce “İki bin sene sonra tekrar aranıza döneceğim! ” demiştir. Hz. İsa’nın göğe alındığı yıl olan M.S. 36 tarihine 2000 eklersek M.S. 2036 yılını elde ederiz.
Böylece, M.S. 2036 olarak Hz. İsa’nın göğe alındığı yıla bu elde ettiğimiz sonucu eklediğimizde kesin olarak Hz. İsa’nın ikinci geliş tarihini elde etmiş oluruz.
İKİNCİSİ
Nisa suresinin aşağıdaki üç ayetidir:
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ
رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَـكِن شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ
اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اِتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا
قََتَلُوهُ يَقِيناً{157}
بَل رَّفَعَهُ اللّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزاً حَكِيماً {158}
وَإِن مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيداً {159}
157. “Ve “Biz, Allah’ın Rasulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük.” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.). Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar . Ama onlara (bir) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. “
158. “Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
159. “Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şahit olacaktır.”
Bu ayetler Hz. İsa’nın Mehdi ile birleşip bütün kitap ehlini imana davet edeceği tarihi de cifr hesabıyla veriyor. Nisa suresinin 159. ayeti cifr hesabıyla Hicri 1458 veya Miladi 2038 tarihini veriyor. Allah, peygamberi İsa’yı yahudilerden korumuş, öldürmelerine de mani olmuştur. Bu kesindir. Kendilerine O’nun bir benzeri olan Yahuda gösterilmiştir. O’nu kendi katına yükselttiği de şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Çoğunluğa göre Allah onu, kudretiyle manevi semalardaki hususi mevkiine kaldırmış ve kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir. O zaman ehl-i kitap onun peygamber olduğuna, ölümünden önce inanacak ve batıl inançlarından kurtulacaklardır. Hz. İsa, dünyada kaldığı müddetçe Kur’an ile hükmedecek, haç, domuz v.b. ile ilgili batıl uygulamalara ve mevcut Katolik Kilisesine son verecektir.
Şimdi Hz İsa’nın nuzulü üzerinde ve ne şekilde olacağı üzerinde Kur’ân’daki şu âyeti incelersek;
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
لَنْ يَسْتََنْكِفَ الْمَسِيحُ أَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ
“Ne Mesih ne de yakınlaştırılmış melekler Allah’a kul olmaktan asla geri durmazlar.”
{Nisa, 172}
Mukarrebîn Melekleri, yani Allah’a makam olarak daha yakın meleklerle Hz. İsa’nın ubudiyet noktasında aynı seviyede ve aynı cümlede zikredilmeleri Hz. İsa’nın gökyüzüne yükseldiği makamın Âhiretin yüksek bir yeri olması gerektiği sonucuna ulaşılır ve bu hususiyetle nuzul (inmek) fiilinin arapça zıt anlamlısı olan refe’a (yükselmek) fiilinin, Nisa, 158’deki
şeklinde bir zamirle kullanılması gösteriyor ki Allah, Hz. İsa’yı kendine yakın bir gökyüzü katına (mukarreb) bir makama yükseltmiştir. Dolayısıyla nuzulü esnasında da kendisinin hakiki İsa (A.S.) olduğunu çoğu insan bilemeyecektir. Çoğu insanın bilemeyeceği bir şekilde zuhur etmesi de tanıdığı ve muhatap olduğu çok fazla insan olmayacağını göstermektedir. Ve bütün bunlar da, Hz. İsa’nın Deccal ile mücadelesini gizli bir şekilde yürüteceğini ve etkili olmasını da bu gizliliğin sağlayacağını göstermektedir.
NOT:
Hz. İSA’nın nereye ineceği konusunda yakın bir zamanda ortaya çıkarılan bazı ipuçlarına göre, Hz. İSA’ya ait olduğu düşünülen çarmıha gerilmesi esnasında kullanılan çivilerle çarmıha ait bir tahta parçası ve son yemeğinde kullandığı kutsal kâse gibi bazı kutsal emanetlerin; 3. Yüzyıldaki Bizans İmparatoru tarafından İstanbul’a getirildiği ve Çemberlitaş semtinde bulunan Yılanlı Sütun’un altındaki gizli bir odaya gömüldüğü iddia edilmektedir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde bu odaya ulaşmış fakat emanetlere dokunulmadan aynen muhafaza edilmesini emretmiştir. Ve bugüne kadar da bu gizli odaya ulaşılamamıştır. Tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç ise şudur: Nasıl ki Hz. Mehdi, Peygamberimize ait kutsal emanetlerin bulunduğu yerden çıkacaksa; Hz. İSA da kendine ait bu kutsal emanetlerin bulunduğu yere inecektir. Yani Hz. İsa’nın nuzulünün İSTANBUL’da gerçekleşeceği sonucu çıkmaktadır. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz.’leri de bu konu ile ilgili Risale-i Nur’da tafsilatlı ve son derece ilginç açıklamalar yapmıştır. İşte, bunlardan en dikkat çeken ikisi aşağıdadır.
BİRİNCİSİ
“Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam’ın nuzulü (inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir, herkes bilemez.”
{Şuâlar, 5.Şuâ}
Burada Bediüzzaman Hazretleri Hz. İsa’nın nuzulünün ve tanınmasının dikkatli bir inceleme sonucunda bilinebileceğini ısrarla vurgulamaktadır. Ve herkesin bunu anlayamayacağını ifade etmektedir.
İKİNCİSİ
“Hakim-i Zülcelal, Hz. İsa (a.s.)’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için (iyi bir sonuç) için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hz. İsa, belki alem-i Ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azime (büyük bir sonuç) için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o hakimin hikmetinden uzak değil…” Belki onu hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.
{Mektubat, 15. mektup}
Burada ise Bediüzzaman Hz. İsa’nın, Ahiretin uzak bir köşesinde cesediyle birlikte bulunmasından ve tekrar dünyaya gönderilmesinin hikmetten uzak olmadığından bahsetmekte ve bunun Allah’ın bir vaadi olduğunu ifade etmektedir. Bütün bunlar da üçüncü teoriyi destekler niteliktedir. Gelelim dördüncü teoriye:
LEONARDO DA VINCI’NİN RESİMLERİNDEKİ GİZEMLİ ŞİFRELER
Beni İsrail’e (İsrail Oğulları) ait ahit sandığını açıyoruz. İçinden bir kutu çıkıyor. O kutuyu da açıyoruz. İçinden bir kutu çıkıyor. O kutuyu da açıyoruz, onun içinden de bir kutu çıkıyor. Adeta her kutu açıldıkça içinden yeni ve farklı bir kutu çıkıyor. Pandora’nın kutusu gibi. Şimdi bu şekilde kutuları açmaya devam ediyoruz. Ve her bir kutunun üzerinde onun emanet edildiği geçici sahibinin ismi okunuyor. Yüzlerce senedir devam eden bu devir teslim işlemi, adeta büyük bir bulmacanın parçaları gibi görünüyor. Tam çözemiyoruz. Fakat numune olarak kutulardan birini alıp açıyoruz. Evet, bu kutu, Sion tarikatının büyük üstadlarından biri olan Leonardo Da Vinci’ye ait.
Yüzyıllardır süregelen ve Tapınak Şövalyeleri olarak bilinen ve kendilerine İsa’nın fakir şövalyeleri de diyen bu gizemli adamlar bu kutsal emanet olarak bilinen ve gizlenen birtakım gizli bilgilerin taşıyıcısı olmuşlar ve bu bilgiyi nesilden nesile aktararak günümüze kadar ulaştırmışlardır. Peki bu gizli bilgi neydi ve neden bu kadar önemliydi. Bu arada aklımıza bir şey geliyor:
Madem ki bu adamlar kendilerine İsa’nın fakir şövalyeleri demişlerdi, o halde bu gizli bilgiler Hz. İsa ile ilgili olabilir miydi? Şimdilik tam emin değiliz fakat ilerleyen kısımlarda bunu aydınlatmaya çalışacağız.
”Dossiers Secrets” (Dossier Belgeleri) adı verilen ve 1975 yılında Paris ‘Bibliotheque Nationale’da ortaya çıkartılan bu gerçek belgelere göre yaklaşık geçmişi 1000 seneyi bulan bu tarikatı son 700 sene içerisinde yöneten büyük üstadlar aşağıdadır:
SİON TARİKATINI YÖNETEN BÜYÜK ÜSTADLAR
1- HUGHES DE PAYENS (1300-1330) [Tapınak şövalyesi ve ilk büyük üstad]
2- NİCHOLAS FLAMEL (1330-1418)
3- RENE D’ANJOU (1418-1480)
4- SANDRO BOTTİCELLİ (1483-1510)
5- LEONARDO DA VİNCİ (1510-1519)
6- JEANNE DE BAR (1519-1550)
7- ROBERT FLUDD (1595-1637)
8- JOLANDE DE BAR (1637-1654)
9- ROBERT BOYLE (1654-1691)
10- İSAAC NEWTON (1691-1727)
11- CHARLES RADCLYFFE (1727-1746)
12- CHARLES DE LORRAİNE (1746-1780)
13- BENJAMİN FRANKLİN (1780-1791)
14- CHARLES NODİER (1801-1844)
15- VİCTOR HUGO (1844-1885)
16- CLAUDE DEBUSSY (1885-1918)
17- JEAN COCTEAU (1918-1963)
18- PİERRE PLANTARD DE SAİNT (1963-1984)
Peki tarikat bu bilgiyi hep aynı şekilde mi kodluyordu? Sion tarikatını yönetmiş olan büyük üstad isimlerine ve mesleklerine baktığımız zaman vereceğimiz cevap hayır olacaktır. Bu, bazen müzik, bazen resim; bazen de bir bilimsel çalışma ya da edebiyatla ilgili bir çalışma olarak da karşımıza çıkabiliyordu. Sion tarikatını uzun yıllar yöneten bu çok yönlü dahi de bu bilgilere ulaşmıştı ve bunları şifreli bir şekilde resimlerinde ifade etmişti. Yani resimleri tek tek ele alındığında, bir şey ifade etmezken ve anlaşılmaz olmaktan öteye gidemezken resimlerin arasında bir ilişki kurulursa acaba bir mesaj ortaya çıkıyor muydu? Ve bu mesajı da bir anahtar olarak düşünürsek, bu anahtar da başka bir kutuyu mu açıyordu? Tüm bunlar cevaplanması gereken ayrı birer konu olduğu için şimdilik Da Vıncı’ye ait iki ünlü resmi ve aralarındaki ilişkiyi inceleyeceğiz.
Bilindiği gibi Hristiyan dünyasının ve İtalyan rönesansının yetiştirdiği en büyük adamlardan biridir Leonardo [1452-1519]. Daha yaşarken çağdaşları kendisine hayranlık duymuş, yaptığı olağanüstü güzellikteki resimlerine bilmecemsi bir gözle bakmışlardır. ”Sınırları yalnızca sezilip bir türlü saptanamayan“ bu alabildiğine çok yönlü dahi, çağını en başta ressamlığıyla etkilemiş ayrıca doğa bilimleri ve teoloji ile de uğraşmıştır. Kilisenin otoritesini giderek antikçağın otoritesine bırakmaya başladığı, ama hiçbir ön koşul tanımayan özgür araştırma döneminin de henüz açılmadığı bir zamanda bu öncü kişi, hatta öncülükte Bacon ve Kopernik’den hiç de aşağı sayılmayacak Leonardo, resimlerinde çok yoğun bir dinsel tema kullanarak olağanüstü eserler ortaya koymuştur. Bu eserlerden bazıları: “Leda, Vaftizci Yahya, Baküs, Kayalıklar Madonnası, Son Akşam Yemeği, Mona Lisa ve Ermiş Anna Selbdritt“ sayılabilir. Bizim incelememize konu olan ise son iki resim olan ‘Mona Lisa’ ve ’Ermiş Anna Selbdritt’ tablolarıdır. Şimdi sırasıyla bu iki tabloyu ve aralarındaki ilişkiyi inceleyeceğiz.
MONA LİSA TABLOSUNDAKİ GİZEMLİ GÜLÜMSEMENİN SIRRI
Mona Lisa tablosundaki kadın figürünün bir Fransız köylüsü olan Madam GIOCONDO’nun resmi olduğu çeşitli kaynaklar tarafından söylenmektedir. Ne var ki aslında böyle değildir. Çünkü tablonun isminde gizli bir şifre vardır. Tablonun ismini “ MONNA L’İSA ” şeklinde yazarsak ve bunun da açılımını yaparsak; “MONNA LE İSA“ yani latince ve italyanca karışımından meydana gelen bir kelime oyunu vardır burada. Bunun da anlamı “ İSA’NIN ANNESİ “ olduğu çıkar. Bunun daha ayrıntılı bir çözümünü ilerleyen bölümlerde vereceğiz. Yani bu resimdeki kadın madam GIOCONDO değil, Hz. Meryem’in temsili bir resmidir. Bütün şifre Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’de gizlidir. Ve Leonardo Da Vinci’nin resimleri de (özellikle iki tanesi; Mona Lisa ve E. Anna Selbdritt tabloları) bu şifreli mesajı yüzyıllardır vermektedir. Mona Lisa, Leonardo Da Vinci’nin en ünlü resmidir. En az bu tablo kadar güzel olan bir diğer eserinin ismi de E. Anna Selbdritt olduğu bilinmektedir. Fakat bilinmeyen ise, acaba bu iki ünlü resim arasında bir ilişki var mıdır? İşte şimdi bu önemli iki sorunun yanıtını bulmaya çalışacağız. İki resim arasında çok önemli üç ilişki vardır. Ayrıntılarda olduğu ve dikkat edilmediği için hemen dikkati çekmez.
BİRİNCİSİ
Bu ilişki, ayrıntılarda olduğu için ilk bakışta hemen dikkati çekmemektedir. Fakat iki resim de dikkatli incelenirse MONA LİSA tablosundaki kadının esrarengiz gülümsemesi ile ERMİŞ ANNA SELBDRİTT tablosundaki iki kadının (Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem ve Anneannesi Anna [veya Hanna] ) gülümsemesi birbirinin tıpatıp aynısıdır.Acaba bu bir tesadüf müdür yoksa bilinçli bir şekilde mi her iki resme de benzer gülümseme ifadesi verilmiştir.
İKİNCİSİ
Arka plandaki dağlık manzara ve uçsuz bucaksız uzanan perspektiflerdeki benzerliktir. Bu dağlık ve kayalık arazilerdeki benzerlik oldukça dikkat çekicidir. Dolayısıyla, bu iki resim birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibi görünmektedir.
ÜÇÜNCÜSÜ
MONA LİSA isminin şifreli olarak ERMİŞ ANNA’yı göstermesidir. Eğer Mona Lisanın şifreli yazılımını ele alırsak: MONNA L’ISA olduğu sonucuna varılır. Şimdi bu tam olarak neyi ifade etmektedir, onun üzerinde biraz düşünelim. Bilindiği gibi İtalyanca’da; MAMMA = Anne ve NONNA = Anneanne demektir. MONNA kelimesini de bu şekilde açarsak:
MONNA = MAMMA + NONNA
Bunun, MAMMA kelimesinin ilk harfi ile NONNA kelimesinin son dört harfi alınarak oluşturulmuş gizli bir şifre olduğu sonucuna ulaşırız. Peki şimdi bu ne demektir:
MONNA = ANNE ANNEANNE,
Yani aslında anne olan bir anneanneyi işaret etmektedir. Peki bu anne olan anneanne kimdir? Bunun cevabı basittir çünkü Leonardo’nun bu şekilde tek bir resmi vardır o da “E. ANNA SELBDRITT“ tablosundan başkası değildir. Ve bu anneanne, çocuk İsa’nın anneannesi olan ANNA’dan başkası değildir. Mona Lisa tablosundaki kadın, aslında şifreli olarak butablodaki Anna’ya dikkat çekmektedir. Aynı şekilde L’ISA kelimesini de açarsak:
L’ISA = LE ISA yani şifreli olarak,
İtalyanca İSA’NIN demektir. Bütün bunları birleştirirsek şu sonuca ulaşırız:
MONNA L’ISA = MAMMA NONNA LE ISA
= İSA’NIN ANNE ANNEANNESİ
Yani Hz. İsa’nın aslında annesi olan bir anneannesi, bir diğer tanımlamayla ikinci bir annesi. Resimdeki iki kadın arasındaki yaş farkının çok az ya da hiç olmaması ve anneannenin genç bir kadın olarak resmedilmesi bizi bu sonuca götürmektedir. Bunların tesadüf olamayacağı kesindir. Çünkü Leonardo DA VINCI her iki resmi de aynı zamanlarda (1503-1507 tarihleri arasındaki dört yıllık dönem) yapmıştır ve her ikisi üzerinde de yıllarca çalışmıştır. Hatta bir keresinde çırağı VASIRI’ye “Resimlerin bu kadar mükemmel olduğu halde onların henüz bitmediğini ve eksik.” olduğunu bile söylemiştir. Acaba bitmeyen şey resimlerin kendisi mi? Yoksa ifade ettikleri çok önemli tarihsel bir olay mıydı? Şu anda ikinci şık daha makul ve akla yatkın görünüyor. Evet, tarihi incelediğimiz zaman daha henüz bitmemiş ve yarım kalmış çok önemli bir olay vardır. Bu da Hz. İsa’nın peygamberlik görevi ve hakkında yapılan haksız iftiraların (Babasız doğması ve gösterdiği mucizelerin yanlış anlaşılması v.b.) bertaraf edilmemiş olmasıdır. Hz. İsa’nın, kıyamete yakın bir zamanda tekrar dünyaya gönderileceği ve hakkındaki iftiraların düzeltileceği ve ömrünü tamamlayarak vefat edeceği Kur’an, İncil gibi kutsal kitaplarda söylenmiştir. Fakat bunun şekli ve zamanı konusunda birçok tartışmalar yapılmıştır. İşte bu noktada Leonardo Da Vınci, resimlerinde aslında bize beş yüz sene öncesinden burada ele aldığımız dördüncü teori ile ilgili çok önemli bir ipucu vermektedir. Hz. İsa’yı annesi Hz. Meryem ve anneannesi Anna ile gösteren Ermiş Anna Selbdritt tablosu (Hz. İsa’yı üçlü bir kompozisyon içerisinde gösteren nadir eserlerden biri) bu çok önemli ipucunu içermektedir. [1503-1507] tarihleri arasında Mona Lisa ile aynı dönemde yapılan bu eserde göze çarpan ve ilk bakışta dikkat edilmeyen bir özellik, dikkatli bakılırsa gerçekte yaşlanmış bir kadın olması gereken İsa çocuğun anneannesi, belki resimde Hz. Meryem’den biraz olgun ve ağırbaşlı görünür, ama insanda genç bir kadın izlenimi bırakır. Doğrusu Leonardo, tabloda İsa (a.s.) çocuğa ait; biri kollarını kendine uzatan, öbürü arka planda yer alan iki anne resmi çizmiştir. Dolayısıyla bunun Hz. İsa’nın kıyamete yakın bir zamanda, ikinci bir anneden yeniden dünyaya geleceğini savunan dördüncü teoriyi destekleyen bir ipucu olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bu resmin Londra’daki National Gallery’de bulunan ve İsa çocuğu çocuk Yahya (Vaftizci Yahya) ile birlikte gösteren bir diğer versiyonunda ise Leonardo, bu durumu daha belirgin bir hale getirip adeta bir gövdeden iki anne çıkıyormuş gibi bir izlenim vermiştir. Leonardo Da Vinci ölüm döşeğinde iken, Mona Lisa ve Vaftizci Yahya tabloları ile birlikte bu tablonun da yanında olduğu tarih araştırmacıları tarafından bulunmuştur. Ve bu da, onun, Hz. İSA’nın ikinci gelişiyle ilgili gelecek kuşaklara verdiği önemli bir mesaj niteliği taşımaktadır.
Batı ve Doğu dünyasında farklı yaklaşımlarla tartışılan, Hz. İsa’nın ikinci gelişiyle ilgili olası meseleleri kısaca inceledikten sonra, şimdi de İncil ve Kur’an’da yer alan ve dolaylı veya doğrudan Hz. İsa’nın ikinci gelişiyle ilgili olan kısımları ve Hz. İsa’nın niçin, nerede ve hangi amaçlar için geleceği gibi önemli meseleleri detaylı bir şekilde yorumlayalım:
İNCİL’DE HZ. İSA’NIN İKİNCİ GELİŞİ(İ.S. 2036)
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri, iki bin yıldır beklenen Hz. İsa’nın ikinci gelişi ile ilgili kesin bir tarih verilmemekle birlikte; ortaya çıkacak olan bazı işaretler ve büyük olaylar (Büyük Depremler (Çin, Pakistan, Los Angeles ve Marmara depremleri v.b. gibi), Seller (El Nino, Katrina, Rita kasırgaları ve Büyük Okyanus Tsunamisi gibi v.b.) ve Devletlerin Devletlere Karşı Savaşması (I. ve II. Dünya Savaşları, İran-Irak Savaşı, İsrail-Filistin Savaşı, Afganistan’daki Savaş ve Irak’taki Büyük Ortadoğu Savaşı gibi v.b.)) gibi açık işaretlerin yardımıyla O’nun gelişinin zamanını belirleyebilmemiz için ipuçları verir. İncilde bizzat Hz. İsa’nın ağzından, ikinci gelişinin Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir zamanda gerçekleşeceği şöyle vurgulanmaktadır:
Sonun Belirtileri
“1İsa tapınaktan çıkarken öğrencilerinden biri O'na, "Öğretmenim" dedi, "Şu güzel taşlara, şu görkemli yapılara bak!" 2İsa ona, "Bu büyük yapıları görüyor musun? Burada taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!" dedi. 3İsa, Zeytin Dağı'nda, tapınağın karşısında otururken Petrus, Yakup, Yuhanna ve Andreas özel olarak kendisine şunu sordular: "Söyle bize, bu dediklerin ne zaman olacak, bütün bunların gerçekleşmek üzere olduğunu gösteren belirti ne olacak?"
4-5İsa onlara anlatmaya başladı: "Sakın kimse sizi saptırmasın" dedi. 6"Birçokları, 'Ben O'yum' diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar. 7Savaş gürültüleri, savaş haberleri duyunca korkmayın. Bunların olması gerek, ama bu daha son demek değildir. 8Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak; yer yer depremler, kıtlıklar olacak. Bunlar, doğum sancılarının başlangıcıdır.
9"Ama siz kendinize dikkat edin! İnsanlar sizi mahkemelere verecek, havralarda dövecekler. Benden ötürü valilerin, kralların önüne çıkarılacak, böylece onlara tanıklık edeceksiniz. 10Ne var ki, önce Müjde'nin bütün uluslara duyurulması gerekir. 11Sizi tutuklayıp mahkemeye verdiklerinde, 'Ne söyleyeceğiz?' diye önceden kaygılanmayın. O anda size ne esinlenirse onu söyleyin. Çünkü konuşan siz değil, Kutsal Ruh olacak.
12Kardeş kardeşi, baba çocuğunu ölüme teslim edecek. Çocuklar anne babalarına başkaldırıp onları öldürtecek. 13Benim adımdan ötürü herkes sizden nefret edecek. Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır. 14"Yıkıcı iğrenç şeyin* (Burada, “Yıkıcı İğrenç Şey”den kasıt, Kudüs’teki yıkılan tapınağın şeytanî amaçlar için yeniden inşa edilmesi veya Dünya’ya çarpacak olan bir Kuyruklu yıldız veya büyük bir Gezegen’e de işaret ediliyor olabilir. Dolayısıyla buradan, bu işaret her neyse, Hz. İsa’nın ikinci gelişiyle önemli bir ilişkisinin olduğunu anlıyoruz), bulunmaması gereken yerde dikildiğini gördüğünüz zaman -okuyan anlasın- Yahudiye'de bulunanlar dağlara kaçsın. 15Damda olan, evinden bir şey almak için aşağı inmesin, içeri girmesin. 16Tarlada olan, abasını almak için geri dönmesin. 17O günlerde gebe olan, çocuk emziren kadınların vay haline! 18Dua edin ki, kaçışınız kışa rastlamasın. 19Çünkü o günlerde öyle bir sıkıntı olacak ki, Allah'ın var ettiği yaratılışın başlangıcından bu yana böylesi olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. 20RAB o günleri kısaltmamış olsaydı, hiç kimse kurtulamazdı. Ama RAB, seçilmiş olanlar, kendi seçtiği kişiler uğruna o günleri kısaltmıştır.
21Eğer o zaman biri size, 'İşte Mesih burada', ya da, 'İşte şurada' derse, inanmayın. 22Çünkü sahte mesihler, sahte peygamberler türeyecek; bunlar, belirtiler ve harikalar yapacaklar. Öyle ki, ellerinden gelse seçilmiş olanları saptıracaklar. 23Ama siz dikkatli olun. İşte size her şeyi önceden söylüyorum." “
Mesih’in Tekrar Gelişi
“24"Ama o günlerde, o sıkıntıdan sonra, 'Güneş kararacak, Ay ışık vermez olacak, Yıldızlar gökten düşecek, Göksel güçler sarsılacak.' (İşaret edilen bu yorumlardan, Hz. İsa’nın gelişinin hemen öncesine rastlayan bu dönemde, bu büyük felaketin ardından gökyüzünün ve atmosferin, dünyaya gelen güneş ışığını büyük bir oranda engelleyecek şekilde kararacağını anlıyoruz) 25-26"O zaman İnsanoğlu'nun* (Hz. İsa) bulutlar içinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler. 27İnsanoğlu o zaman meleklerini gönderecek, seçtiklerini yeryüzünün bir ucundan göğün öbür ucuna dek, dünyanın dört bucağından toplayacak. 28"İncir ağacından ders alın. Dalları filizlenip yaprakları sürünce, yaz mevsiminin yakın olduğunu anlarsınız. 29Aynı şekilde, bu olayların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki İnsanoğlu yakındır, kapıdadır. 30Size doğrusunu söyleyeyim, bütün bunlar olmadan bu kuşak ortadan kalkmayacak. 31Yer ve gök ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır." “
Bilinmeyen Gün ve Saat
“32"O günü ve o saati, ne gökteki melekler, ne de O (Hz. İsa) bilir; Allah'tan başka kimse bilmez. 33Dikkat edin, uyanık kalın, dua edin. Çünkü o anın ne zaman geleceğini bilemezsiniz. 34Bu, yolculuğa çıkan bir adamın durumuna benzer. Evinden ayrılırken kölelerine yetki ve görev verir, kapıdaki nöbetçiye de uyanık kalmasını buyurur. 35Siz de uyanık kalın. Çünkü ev sahibi ne zaman gelecek, akşam mı, gece yarısı mı, horoz öttüğünde mi, sabaha doğru mu, bilemezsiniz. 36Ansızın gelip sizi uykuda bulmasın! 37Size söylediklerimi herkese söylüyorum; uyanık kalın!" “
{Markos, 13:1-37}
Dikkat edilirse yukarıdaki İncil pasajlarında bahsedilen Hz. İsa’nın ikinci gelişinin birçok işareti bir tanesi hariç gerçekleşmiştir. İncilden önemli ve büyük bir işaret olduğunu anladığımız bu önemli gelişme henüz yaşanmamıştır. Bu önemli işaretin, kutsal topraklarda inşa edilecek yıkıcı bir şey veya dünyayı tehdit edecek olan çok önemli bir Astronomik olay olduğunu anlıyoruz. Fakat gerçekleşme zamanını ve yerini tesbit edebilmemiz mümkün görünmese de ilerki bölümlerde bu konunun detaylarına inmeye çalışacağımız için şimdilik bu olayın henüz gerçekleşmediğini belirtmekle yetinelim. Fakat burada şunu da belirtmeliyiz ki, bu olayın gerçekleşme zamanı; Hz. İsa’nın ikinci gelişinin gerçekleşmesinden sonra ve ortaya çıkacağı döneme yakın bir dönemde gerçekleşebileceği için, Hz. İsa’nın ikinci gelişinin gerçekleşmiş olmasını etkilememektedir. Sadece ortaya çıkıp, insanlar tarafından anlaşılacağı dönemi etkilemektedir. Hz. İsa ile ilgili Hristiyan ve İslâm dünyasında yüzyıllardır tartışılan BEŞ önemli mesele vardır:
1- Hz. İsa’nın ikinci gelişinin ne zaman gerçekleşeceği?
2- Hz. İsa’nın ikinci gelişinin ne şekilde gerçekleşeceği?
3- Hz. İsa’nın ikinci gelişinin nerede gerçekleşeceği?
4- Hz. İsa’nın niçin ikinci kez geleceği?
5- Hz. İsa’nın ikinci gelişinde neler yapacağı?
İşte bu bölümde, neredeyse iki bin yıldır tartışma konusu olan bu önemli sorulara bir çözüm getirerek, matematiksel hesaplama ve cifir yöntemlerinden de yararlanarak aklî ve ilmî çözümler içeren kuvvetli bürhan ve deliller sunacağız. Şimdi sırasıyla bu üç meseleyi yanıtlamaya çalışalım:
BİRİNCİ MESELE
Hz. İsa’nın İkinci Gelişinin Ne Zaman Gerçekleşeceği?
Bu sorunun cevabına, aşağıda sunulan iki matematiksel hesaplama ve cifirsel sonuçla açıklık getirilerek net bir şekilde cavaplandırılmaktadır.
Ayrıca elde ettiğimiz bu sonuçlarla, Hz. İsa’nın şu anda gelip gelmediği veya yeryüzündeki hizmetine başlayıp başlamadığı sorusunu aşağıda vereceğimiz cevapla açıklayabiliriz:
CEVAP
Hz. İsa Milâdî sıfır yılında doğduğu için; İ.S. 33 yılında göğe alınmıştır. Bu tarihe güneş ve ay takvimleri arasındaki farktan dolayı 2000 yıllık süreç içerisindeki 3 yıllık gecikmeyi de eklersek; İ.S. 33 + 3 +2000 = İ.S. 2036 yılında veya göğe yükseltildiği yıl olan İ.S. 33 yılına 2003 yıl ekleyerek; İ.S. 2036 yılında geri döneceğini bulmuş oluruz.
Çünkü, Barnabas İncilinde yer alan bu konu ile ilgili bir bilgiyi hatırlarsak; Hz. İsa yeryüzünden ayrılmadan önce “İki bin sene sonra tekrar aranıza döneceğim” sözünü vermişti.
Hz. İsa’nın İlk Gelişi (Peygamberlik Dönemi) | Hz. İsa’nın İkinci Gelişi (Müceddidlik Dönemi) | ||
Gerçekleşen Olay | Milâdî Tarih | Gerçekleşecek Olay | Milâdî Tarih |
Hz. İsa’nın Doğumu | Milâdî 0 [Milât] | Hz. İsa’nın İkinci Gelişi | İ.S. 2036 |
Peygamberlik Görevi’ne Başlaması | İ.S. 30 | Müceddidlik Görevi’ne Başlaması | İ.S. 2037 |
Göğe Yükseltilmesi | İ.S. 33 | İkinci Geliş Sürecinin Tamamlanması ve İsevîliğin Dönüşüm Sürecinin Başlaması | İ.S. 2038 |
Tablo: Hz. İsa’nın İkinci Gelişine ilişkin Tarihsel Kronoloji.
Unutulmaması gereken bir şey de, yukarıdaki tabloya dikkat edilirse; Hz. İsa’nın ikinci gelişinde bir peygamber olarak değil de bir Müceddid olacağı ve İslâm dininde İsevîliğin özüne uygun olarak tecdid yapacağı sonucuna ulaşılmaktadır ki; bundan sonraki inceleyeceğimiz bölümler boyunca Hz. İsa bir peygamber olarak değil de, diğer Büyük İslâm Âlimleri gibi bir Müceddid olarak karşımıza çıkacaktır. Elde ettiğimiz bütün bu sonuçlar da, Hz. İsa’nın ikinci gelişinin mutlaka gerçekleşecek olduğuna işaret etmekte ve Müceddidlik Görevi’ne yukarıdaki tarihlerde başlayacağını göstermektedir.
İKİNCİ MESELE
Hz. İsa’nın İkinci Gelişinin Ne Şekilde Gerçekleşeceği?
Bu meselenin çözümü de uzun yıllar boyunca konunun uzmanlarını ve İslâm Âlimlerinin büyük bir çoğunluğunu uğraştırmış fakat neticede ortak bir sonuca varılamamıştır ve halen günümüzde de aydınlatıcı bir açıklama getirilememektedir. Fakat önceki asrın büyük müceddidi olan Bedîüzzaman Saîd Nursî Hz., yazdığı Risâle-i Nûr Külliyâtında bu konuya değinmiş ve mâkul bir açıklama getirmiştir fakat O’nun bu yorumu da te’vile muhtaç ve kapalı bir ifade olduğundan konu muğlak kalmıştır. Öte yandan Kur’ân’daki bazı âyetler Hz. İsa’nın ne şekilde geleceği konusuna müteşabih bir biçimde değinmiş fakat bu âyetler de te’vil edilmeye muhtaç olduğundan ve şimdiye kadar doğru te’villerin yapılamaması sebebiyle uzun süre bu çalışmalar da bir sonuca ulaştırılamamış ve konuyu çözemeyen uzmanlar, konunun açık olarak belirtilmediğini ve Hz. İsa’nın ikinci gelişinin ne şekilde olacağı konusunun tam olarak belli olmadığını; hatta bunun bir nevî Şahs-ı Manevî olacağını ve Hz. İsa’nın kendisinin gökyüzünden bedenen nuzûl etmesinin bugünkü ilâhi imtihan ve sırr-ı teklif koşullarına uymadığını ileri sürerek, bu konu ile ilgili Hadis ve Âyetlerin bu yöndeki yorumlarının kapalı ve gaybî müteşâbih olduğunu savunarak, konunun inkârına gitmişlerdir. Aşağıda sunulan üç te’ville bu konuya açıklık getirirerek net bir şekilde cevaplandırmaya çalışacağız. Bu elde ettiğimiz te’vil sonuçlarıyla da, konuya akılcı ve ilmî bir yorum çerçevesinde ve sırr-ı teklif kanunlarını bozmadan gerçekçi bir çözüm elde etmeye çalışacağız:
BİRİNCİ CEVAP
Önceki bölümlerden de bildiğimiz gibi Hz. İsa ölmeden önce Allah katına yükseltilmiştir. Yükseltildiği bu makamın tam olarak neresi, üçüncü kat gök mü? Yoksa Allah’a daha yakın olan Arş-ı Âzam’a yakın olan daha yüksek bir gökyüzü katı mı? olduğu tam olarak bilinememekle ve tartışma konusu olmakla birlikte, şimdilik Hz İsa’nın ve Meleklerin ubudiyetleri konusunda karşılaştırmalı bir ifade içeren Kur’an’ daki şu ayeti incelersek;
لَنْ يَسْتََنْكِفَ الْمَسِيحُ أَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ
“Ne Mesih ne de yakınlaştırılmış melekler Allah’a kul olmaktan asla geri durmazlar.”
{Nisa, 172}
Âyetinde geçen Mukarrebîn Melekleri, yani Allah’a makam olarak daha yakın (Arş-ı Âzam’a yakın) meleklerle Hz. İsa’nın ubudiyet noktasında aynı seviyede ve aynı cümlede zikredilmeleri, Hz. İsa’nın göğe yükseltildiği makamın Âhiretin yüksek bir yeri olması gerektiği sonucuna ulaştırır. Çünkü âyet; dilbilgisi, sarf ve nahiv kaidelerine göre yorumlanırsa; Hz. İsa ile Mukarrebîn Meleklerinin bulundukları konumları birbirine eşitlemektedir. Bu da her birinin bulunduğu yerin aynı olduğu sonucuna götürür. Bir örnek vermek gerekirse bunu şu duruma benzetebiliriz: Kur’ân’da pek çok âyette “RAB Es-Semâvâti ve-l Arz”, yani “Göklerin ve Yerin RAB’bi” şeklinde geçen ifadede “Gökler” ve “Yer” âhirete ‘menzil’ ve ‘mâ’kes’ olma konumunda eşit olarak zikredilmekte ve birbirine eşitlenmektedir. Böylece Allah (C.C.) göklerin ve yerin konumlarını, âhiret hayatı açısından önemleri üzerinde durarak; dünyevî ve uhrevî fonksiyonları açısından aynı cümlede zikrederek ikisini de aynı çizgiye getirerek birbirine eşitlemektedir. Bu sonuç ise, Göklerle Yerin birbiriyle bir bütün oluşturacak şekilde bir bağlantıya sahip olduğunu ispatlamaktadır. Bu da, Hz. İsa’nın Mukarrebîn Melekleriyle aynı konumda zikredilmeleriyle büyük bir benzerlik oluşturmaktadır. Şimdi Hz. İsa’nın göğe yükseltilmesiyle ilgili olan ve bu hususiyetle “nuzûl” (inmek) fiilinin arapça zıt anlamlısı olan refe’a (yükselmek) fiilinin, Nisa, 158’deki;
بَلْ رَفَعَهُ اللّهُ إِلَيْهِ
(”O’nu kendine yükseltti.“) şeklinde bir “hû” zamiriyle kullanılması gösteriyor ki Allah, Hz. İsa’yı kendine yakın bir gökyüzü katına (mukarreb) bir makama yükseltmiştir. Dolayısıyla buradan, nuzulü esnasında da kendisinin hakiki İsa (A.S.) olduğunu çoğu insanın bilemeyeceği bir tarzda göndereceği sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü mantık ve fizik kaideleri uyarınca düşündüğümüzde bile bu durumu kolayca anlayabiliriz: Örneğin, bir cisim ne kadar yükselirse geri gelip düştüğünde o kadar derine iner ve gözlerden uzaklaşarak kaybolur:
“Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam’ın nuzulü (inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir, herkes bilemez.”
{Şuâlar, 5.Şuâ}
Şimdi Nisâ Sûresi 158 ve 172. âyetlerde zikredilen Hz. İsa ile ilgili ifadeleri ve Hz. İsa’nın konumunu aklımızda tutalım, Bediüzzaman Hazretlerinin Hz. İsa’nın nuzulünün ve tanınmasının dikkatli bir inceleme sonucunda bilinebileceğini ısrarla vurguladığı ve herkesin bunu anlayamayacağını ifade ettiği yukarıdaki ifadesiyle birleştirelim ve aşağıda Üstâd’ın Mektûbât isimli eserinde yer alan çok önemli bir ifadesiyle karşılaştıralım ve Hz. İsa’nın hakikaten âhiretin uzak bir köşesine yükseltilip (Ref’edildiğini) yükseltilmediğini ve ikinci kez gelip (Nuzûlünü) gelmeyeceğini veya ne şekilde gerçekleşeceğini aklımızın diğer bir köşesinde tutarak zihnimizde hayalî olarak canlandıralım ve her iki durumu karşılaştırarak bir sonuca ulaşalım:
“Hakim-i Zülcelal, Hz. İsa (a.s.)’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için (iyi bir sonuç) için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hz. İsa, belki alem-i Ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azime (büyük bir sonuç) için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o hakimin hikmetinden uzak değil. Belki onu hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.”
{Mektubat, 15. mektup}
İşte burada Bediüzzaman Hz. İsa’nın, ahiretin uzak bir köşesinde cesediyle birlikte bulunmasından ve tekrar dünyaya gönderilmesinin hikmetten uzak olmadığından ve en önemlisi de O’nun Ref’edilen Ruh’una yeniden bir ceset giydirilerek tekrar dünyaya gönderilmesinin ilâhî hikmet kanunlarından uzak olmadığından ve bunun mümkün olabileceğinden bahsetmekte ve bunun Allah’ın bir va’di olduğunu ifade etmektedir. Burada zikredilen yeniden cesed giydirilerek bedenlenme, ilâhî hikmet ve sırr-ı teklif kanunları içerisinde tek bir şekilde mümkün olabilir: O da Hz. İsa’nın ikinci kez dünyaya geldiği olgunluk çağında İslâm’a ve Şeriat’a ait kanunları tekâmül ederek öğrenmesiyle mümkündür. Yoksa Hz. İsa birdenbire ve iki bin sene önceki haliyle dünyaya gökten inse, bu hem sırr-ı teklifi bozacak ve hem de Allah’ın kâinatta gerçekleşen yavaş yavaş ve tekâmül ettirerek gerçekleştirdiği yaratma ve eğitme sanatına muhalif olacaktır.
İKİNCİ CEVAP
Hz. İsa’nın ikinci gelişine işaret eden bir başka âyet de Meryem Sûresi’nin 33. âyetidir:
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيّاً
“Doğduğum (İLK GELİŞİNDE) gün, Öleceğim gün (KIYAMETTEN ÖNCEKİ İKİNCİ GELİŞİNDEN SONRAKİ GERÇEK ÖLÜMÜ –ÇÜNKÜ Hz. İSA ÖLMEMİŞTİR-) ve Yeniden diriltileceğim gün SELÂM üzerimedir.”
{Meryem, 33}
Şimdi âyette geçen (Doğduğum), (Öleceğim) ve (Yeniden Diriltileceğim) ifadelerinin bir insan hayatındaki anlam bütünlüğü düşünüldüğünde, bu ifadelerin Hz. İsa’nın ikinci gelişinden sonraki hayatıyla ilgili olduğunu ve konuya ilişkin bir tarih sıralaması ortaya koyduğunu kolayca görebiliriz. Çünkü Hz. İsa daha henüz ölmemiştir, yani ölümü ve yeniden diriltilmesi ikinci hayatından sonra olacağı için âyetteki ifadelerde yer alan ve “Vulidtu” (Doğduğum veya Doğurulduğum) şeklinde edilgen bir yapıda kullanılan “Doğmak” Muf’ûl fiiline ait Masdarın Hz. İsa’nın ikinci gelişine, yani nuzûlüne ait olabilecek bir ifade olması kuvvetle muhtemeldir. Üstelik bu âyetten önceki 30,31 ve 32. âyetler, zaten Hz. İsa’nın ilk gelişindeki doğumundan ve daha bir bebekken konuşmasından bahsetmektedir. Dolayısıyla bir bebek olan ve henüz doğmuş durumda bulunan bir çocuğun birbiriyle bağlantılı üç ifade içeren böyle bir cümle kurması ve gerçek ölümünden önceki bir durumdan bahsetmesinin tek açıklaması bunun, Hz. İsa’nın ikinci gelişine ait bize verilen bir işaret olduğunu göstermektedir. Çünkü dikkat edilirse âyette göğe yükseltilme olayı geçmemektedir. Eğer buradaki “doğmak” fiili Hz. İsa’nın ilk hayatıyla ilgili olsaydı, tarihsel sıralamaya göre bu fiilden sonra “göğe yükseltilmek” fiili yer almalıydı:
“Çocuk dedi ki: “Ben gerçekten Allah’ın kuluyum. Bana Kitap verdi ve beni peygamber seçti. Nerede olursam olayım beni kutsadı; ve yaşadığım sürece, bana namazı ve zekâtı emretti ve beni anneme iyi davranan bir kimse kıldı. Beni şakî bir zorba yapmadı.”
{Meryem, 30-32}
ÜÇÜNCÜ CEVAP
Bu konuyla ilgili bir başka âyet de Târık Sûresi 8. âyetidir:
ﺍِﻧﱠﻪۥ ﻋَﻠٰﻰ ﺭَﺟْﻌِﻪِ ﻟَﻘَﺎﺩِﺮٌ
“Elbette Allah O’nu (Hz. İsa) yeniden getirmeye (Âhiret âleminden) Kadîr’dir.”
{Târık, 8}
Âyetinde geçen “İnne” pekiştirmeye işaret eden kuvvetli Te’kidi (İki kat kuvvetlendirilmiş manayı) göstermekte olup; Hz. İsa’nın ikinci gelişinin mutlaka gerçekleşeceğine dalalet eden bir kesinlik ifadesiyle birlikte; eklenen “Hû” zamiri, Hz. İsa’nın Allah katındaki semavî bir mevkide bulunan bir gök katından (3. kat gök veya daha yüksek bir âhiret âlemi) yeryüzüne, O’nun (Allah) tarafından indirileceğine kesin olarak dalalet eder. “Rece’a” yani “Geri döndürmek” fiiline eklenen “Hû” zamiri ise, 3. tekil şahıs zamiri için kullanılan müzekker isimdir ve bu da Hz. İsa’dır ve geri döndürülecek olanın Hz. İsa olduğuna dalalet eder. “A’lâ” yani “Üzerinde” zamirine ilişkilendirilen ve “Kâdirun” ism-i failine izafeten eklenen Tenvinin âyetin sonunda kullanılması ise; iki önemli sonuca işaret eder: Birincisi, Hz. İsa’yı âhiret âleminden geri getirecek yegâne Kudret’in Allah olduğuna ve İkincisi ise, Hz. İsa’nın Gökten Yeryüzüne, yani Yukarı âlemden aşağıya, Dünyanın üzerine inerek nuzûl edeceğine dalalettir. “Lekâdirun” ism-i mevsûlünde kullanılan ’Lam’, harf-i tarifinin illetli olarak kullanılması ise, Hz. İsa’yı diri olarak âhiret âleminden geri getirmek gibi mu’cizevî bir olayın, ancak Allah’ın üzerine vazife olduğunu ve O’ndan başka hiçbir gücün böyle bir olayı gerçekleştiremeyeceğine; dolayısıyla buradan hareketle, Haşirde de tüm Ruhları bedenlerine iade etmenin ve İkinci Dirilişle gerçekleşecek olan Kıyamet ve Haşrin Hak ve Hakikat olduğunu ve O’ndan başka hiçbir Kudret’in buna gücünün yetmeyeceğine ve yine benzer bir şekilde O’nun tarafından gerçekleştirileceğine bir işarettir. İlginçtir ki, aynı fiil sûrenin 11. âyetinde de benzer bir şekilde, “Gökyüzü” için kullanılmış olup, “And olsun Dönüşlü Göğe!” şeklinde gökyüzünün de soğurma ve geri yansıma gibi bazı benzer semavî özelliklere sahip olduğuna işaret etmektedir.
Dolayısıyla Gökyüzünde kullanılan “Dönüşlü olma” sıfatı, Hz. İsa’nın da âhiret hayatından dünyaya yapacağı “Dönüşle” ve “İkinci gelişi”yle bağlantılıdır. Üstelik ilginç olan bir başka nokta da, 8. âyetten önceki âyetlerde yer alan ifadelerde, aynen incilde Hz. İsa’nın ikinci gelişinin tasvir edilmesi gibi, akşam gelen birisinden bahsedilmesi ve akabinde de bu âyetin yer almasıdır.
Dolayısıyla tüm bu sonuçlar da, Hz. İsa’nın ikinci gelişinin ne şekilde olacağına ilişkin bu yorumumuzu destekler niteliktedir:
“And olsun, Göğe ve Akşam Gelene (Buradaki “Akşam Gelen”, Venüs gezegenine veya Hz. İsa’ya işaret etmektedir)! Ve kim söyleyecek sana, Akşam Gelen’in ne olduğunu? O, Işıldayan Yıldız’dır (Dikkat edilirse İncillerde Hz. İsa’dan bahsedilirken Hz. İsa’nın kendisini, ‘Parlak Sabah Yıldızı, Venüs veya Zühre’ olarak adlandırdığını görürüz. Bu da âyetin Hz. İsa’ya işaret ettiğinin bir başka yorumudur). Üzerinde gözetleyici olmayan bir kişi yoktur (Burada da O’nun üzerinde yer alan gözetleyici veya koruyuculardan bahsedilmektedir ki bunlar, açık olarak Meleklere işaret etmektedir veya burada asıl bahsedilmek istenen bir Gökcismi değil bir İnsandır). Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın! O, bel ile göğüs arasından çıkan, akıtılan bir sudan yaratılmıştır (Buradaki yaratılış mekanizması anlatılan “insan”ın, diğer âyetlerle bağlantı kurulduğunda, te’villi bir yorumunun Hz. İsa’nın ikinci gelişini işaret ettiği sonucuna ulaşılabilir)!”
{Târık, 1-7}
ÜÇÜNCÜ MESELE
Hz. İsa’nın İkinci Gelişinin Nerede Gerçekleşeceği?
Bu meselenin çözümü de uzun yıllar boyunca konunun uzmanlarını ve İslâm Âlimlerinin büyük bir çoğunluğunu uğraştırmış fakat neticede ortak bir sonuca varılamamıştır ve halen günümüzde bu konuya da aydınlatıcı bir açıklama getirilememektedir. Fakat bu konuyu çözmek için iki bin yıl önceki Hz. İsa’nın yaşadığı Filistin topraklarının ve Celile bölgesinin fiziksel ve coğrafi yapısı incelenirse; Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce de benzer bir Coğrafî Bölge’nin dünya üzerinde bir yerde oluşması gerektiği sonucuna ulaşırız. Çünkü Hz. İsa ikinci kez geldiğinde 33 yaşında olacağı için o zamana kadar, bu ilk hayatının izlerini taşıyan bir bölge de ilk yaşadığı ve peygamberlik görevini yaptığı yer olan Celile’ye benzeyecektir. Bunun da nereden çıkarıldığı düşünülebilir. Fakat mantıkî olarak düşünüldüğü zaman Hz. İsa’nın, gerçekten iki bin sene önce yaşayan İsa a.s. olduğunun anlaşılması ve özellikle kendisinin de bunu anlaması için bu benzerlikler ve ilk yaşadığı yerin anılarının kendisine hatırlatılması neredeyse elzemdir. Bir düşünün, Hz. İsa ikinci kez dünyanın herhangi bir yerine indi ve kim olduğunu da sırr-ı imtihan gereği bilmiyor ve kendisini tanımıyor. Kendisinin bile bilmediği bir hakikati diğer insanlar ve özellikle ehl-i kitap nasıl bilebilir ve tanıyabilir. Dolayısıyla bu tanınma işleminin gerçekleşmesi için tarih içerisinde, Hz. İsa’nın ilk hayatına ait birtakım işaretlerin ve yapılanmaların gerçekleşmesi mutlaka gereklidir.
BİRİNCİ CEVAP
Bu yapılanmalardan ilki, Hz. İsa’nın ikinci gelişindeki ortaya çıkacağı ilk yapılanmalardan birisiyle ilgilidir. Evet, gerçekten de dünyada böyle bir yapılanma vardır ve Hz. İsa’nın ikinci gelişi için oluşturulan bir medeniyet ve büyük çaplı projeler halen sürdürülmektedir. Evet, nasıl ki Yahudiler içinde Sahte Mesih’in, yani Deccal’ın gelmesi için planlar yapılıyorsa; Hristiyan ve İslâm dünyasının içinde de, belki de ikisinin kesiştiği yerde ve tam ortasında Allah (C.C.)’ın ilâhî bir programı olarak böyle bir zemin hazırlama çalışması yapılmakta ve halen devam etmektedir. Dünya medeniyetlerindeki büyük ölçekli yapılanmaları, siyasî, ekonomik ve coğrafî kutuplanmaları genel olarak incelediğimizde bunu görebiliriz. Fakat olaylara dar bir çerçeveden ve 50-60 senelik bir süreç içerisinden bakarsak büyük resimdeki asıl anlatılmak istenen meseleyi tam kavrayamayız. İşte bu da, Hz. İsa’nın ikinci kez geldiğinde dünyada nasıl bir medeniyetin olması gerektiği ve hangi coğrafî koşulların oluşmasının gerektiğini bilmekle olur. Bunu bilemeden Hz. İsa’nın ikinci kez geleceği yerin tam olarak neresi olduğunu bilemeyiz. Kısacası olaylara kısa bir zaman sürecinden değil de en az iki bin yıllık bir tarih sürecinden başlayarak bakmamız gerekir. Dolayısıyla tarih içinde Batı dünyasındaki pek çok ilâhiyâtçı, uzman din adamları ve Hristiyan rahipleri ile İslâm dünyasındaki birçok âlim bu konuya bir açıklama getirmek için çaba vermişler ve çeşitli tahminlerde bulunmuşlardır. Bazı âlimler Hz. İsa’nın ineceği yerin, Şam’daki Emeviye camisinin bir minaresi olduğunu, bazıları Kudüs’teki Mescid-i aksâ’nın kubbesi olduğunu ve bazıları da Arabistan Yarımadası’ndaki Ürdün Nehri’ne yakın çöllük bir bölge olduğunu iddia etmişlerdir. Buna karşılık, Batıdaki Hristiyan Din adamları ve İlâhîyât Uzmanları ile İncil Araştırmacıları da Hz. İsa’nın Avrupa veya Amerika’daki bir yere ineceğini veya bu iki kıtanın birisinde ilerki bir zamanda yeniden doğacak bir çocuk olduğunu ve hayatının ilerleyen dönemlerinde bu çocuğun Papazlar ve Din adamları ve konunun uzmanları tarafından tanınarak Hakikî İsa AS. olduğunun anlaşılacağı şeklinde yorumlar yapılmıştır. İncillere göre ise, Hz. İsa’nın gökyüzündeki bulutların üzerinden görkemli ikinci gelişi tüm dünya tarafından açıkça görülecek ve herkes O’nun geldiğine inanacaktır. Şimdi mantıklı bir şekilde düşünürsek bu görüşlerin hemen hemen hepsinin gerçekçi ve akla yakın olmadığını ve sırr-ı imtihan koşulları içerisinde değerlendirildiğinde imkansız olduğunu anlarız: Şöyle ki, Birincisi, Hz. İsa’nın geldiğini açıktan açığa herkes anlayamayacaktır, böylece batılı düşünürlerin ve İncillerin Hz. İsa’nın bedenen gökyüzünden açıktan açığa gelmesi düşüncesinin yanlış olduğu ispatlanmış olur. İkincisi, İslâm âlimlerinin bu konu ile ilgili ifadelerinin çoğu kapalı ve te’vile muhtaç olduğunda Şam’a veya Kudüs’e bedenen inmesi akla ve sırr-ı imtihan koşullarına aykırı gibi görünmektedir ve bu görüşler de doğru yorumlanmazlarsa yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır. İslâm âlimleri bu konu ile ilgili hadisleri Üstad Said Nursî’nin de söylediği gibi kendi zamanlarına ve şartlarına göre yorumlamışlardır. Mesela buna bir örnek vermek gerekirse; bir Hadîs-i Şerif’te Hz. İsa’nın Şam’daki bir caminin beyaz mineresine sabahleyin ineceği ve O’nu bekleyen Hz. Mehdi’ye tabi olup: “Ey Mehdi, bu namazın kameti senin için getirildi, buyur namazı sen kıldır. Bu, Allah’ın ümmet-i Muhammed’e bir ikramıdır.” Şeklinde ifade edilen Nuzûl-ü İsa meselesini çoğu âlim bugünkü Suriye’nin Başkenti olan Şam kenti olarak yorumlamışlardır. Fakat o zamanlar şuna dikkat edilmemiştir: Şam eski devirlerde ve hatta İslâmiyetin dünyaya yayılmaya başladığı ilk dönemlerinde İslâmiyetin ve ilmin merkeziydi. Oysa ki Hadis’te geçen Şam kelimesinin başka bir anlamı daha vardır ve o da “Sol”dur. Yani İslâmiyetin ilk dönemlerinde “Şam” kelimesi coğrafî olarak, Arap Yarımadası’nı solunda kalan ülkeler ve yerler için (bu bölgelere Türkiye’nin batısında bulunan bölgeler de dahildir) kullanılmaktaydı. Dolayısıyla İ.S. 1000-1500 yılları arasındaki dönemde, Hadis’te geçen bu kelime, İslâmiyet için merkezî bir konumda bulunan “Şam” kenti olarak yorumlandı. Oysa ki, tarihi incelediğimiz zaman İ.S. 1453 yılındaki İstanbul’un fethinden günümüze kadar geçen süren 500 yıllık süreç içerisinde ve özellikle de içinde yaşadığımız bu yüzyılda bu merkeziyet Şam’dan İstanbul’a doğru kaymış ve yer değiştirmiştir. Üstelik uzun bir süre İslâmiyetin hamisi olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki merkezi ve halifeliğin bulunduğu makam da İstanbul’da bulunmaktaydı. Dolayısıyla Hadis’te geçen “Şam” kelimesini anlamı zamanla değişmiş ve Hz. İsa’nın ikinci gelişinin gerçekleşeceği yerin belirlenmesi için te’vile muhtaç bir hale gelerek yeniden yorumlanması gerekmiştir. Sonuç olarak Hadis’te geçen “Şam” kelimesiyle İstanbul’un kasdedildiği sonucuna ulaşmış oluruz. Şimdi gelelim “Beyaz Minare” ifadesinin çözümlenmesine. Hadiste geçen bu caminin ve minarenin bulunduğu kasdedilen yerin, merkezî bir yerde bulunan ve içinde bir caminin de yer aldığı çok büyük bir külliye olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’da bulunan bu camilerden ve külliyelerden en büyüklerini araştırdığımız zaman en büyük cami ve külliye’nin Kanunî Sultan Süleyman zamanında Mimar Sinan tarafından inşa edilen Süleymaniye camii ve külliyesi olduğu kolayca anlaşılır. Yani “Şam’daki Beyaz Minare” ifadesinde kasdedilen yerin aslında, İstanbul’da bulunan “Süleymaniye Camiini ve Külliyesi”ni işaret ettiğini çözümledik. Şimdi gelelim Hz. İsa’nın sabaha karşı, seher vaktinde inmesine. İkinci meselede, Hz. İsa’nın ikinci gelişinde yetişkin bir insan olarak geleceğine ve daha sonraları Hakikî İsa a.s. olacağının anlaşılacağını çözümlemiştik. Dolayısıyla Hz. İsa’nın ikinci kez geleceği yerin neresi olacağı ve nasıl geleceği meseleleri bu noktada ortak bir paydada buluşmuş olur ve her iki meselenin de âyetler ve hadisler çerçevesinde aklî ve ilmî bir çözümü de ortaya çıkmış olur. Böylece, Hadis-i Şerif’in 1400 sene önce bildirdiği bu mu’cizevî te’vili, bu şekilde çözümlersek harika bir şekilde bu Büyük Caminin minaresine, yani Hz. İsa’nın ikinci kez geldiğinde sabaha karşı dünyaya gönderildiği yere ve dünyaya indiği yere ulaşmış oluruz. Yani Hz. İsa, ikinci kez geldiğinde yedi tepeli İstanbul’un en yüksek tepesi (70 m ) olan ve aşağıdaki haritada ikinci tepe olarak işaret edilen yerde inşa edilen Süleymaniye Camii’nin Beyaz Mermer’den yapılan sağdan ikinci minaresine inecek ve böylece ikinci kez dünyaya gönderilmiş olacaktır. Üstelik I. Konstantin’in İ.S. 325 yılında Hristiyanlığın merkezini, Roma’dan İstanbul’a taşıdığını düşünürsek savunduğumuz ve burada istpatlamaya çalıştığımız bu görüşün daha akla yatkın ve ilâhî kanun ve hikmet çerçevesi içinde gerçekleştiğini görmüş oluruz.
İKİNCİ CEVAP
Hz. İsa’nın ikinci gelişindeki yapılanmalardan ve yerlerden ikincisi ve en önemlisi; O’nun ikinci gelişindeki otuzlu yaşlarının başlarına, yani müceddidlik görevinin başlangıcında oluşan ve etnik, demografik ve coğrafî olarak iki bin yıl önceki yaşadığı yer olan Celile Bölgesi ve Nasıra Köy’üne benzer bir yapılanma olan “Yeni Roma”dır. Evet, gerçekten de dünya üzerinde böyle bir yapılanma oluşmaktadır. Allah’ın âhir zamana yönelik ve Kıyamet Süreci için tasarladığı bu ilâhî plan belli bir program çerçevesinde oluşturulmaya devam eden bir yapılanmadır. Biraz sonra göreceğimiz Haritalarda ve Tablolarda iki bin yıl önceki coğrafî ve demografik koşullarla günümüzde oluşturulan bu yeni yapılanmanın koşullarının ve planlarının benzeştiğini ve Hz. İsa’nın ilk yaşadığı dönemdeki koşulların oluşmaya başladığını hayretle göreceksiniz. Yaklaşık 2000 seneden beri devam eden bu yapılanma günümüzde de devam etmektedir. Hz. İsa’nın iki bin yıl önce geldiği ortam ve coğrafî koşulların bir benzeri günümüzde de oluşturulmaktadır. Aşağıdaki Haritaları bu çerçevede yorumlarsak bazı yerlerin benzeştiğini kolayca görebiliriz. Hz. İsa’nın ikinci gelişinin İstanbul’da gerçekleşeceğini ispatladıktan sonra benzeşen bu yerlerin bazılarını şöyle yorumlayabiliriz: Örneğin iki bin yıl önceki bir iç deniz olan Akdeniz’in yerini, bu kez yine bir iç deniz olan Marmara Denizi. Yine iki bin sene önceki Roma İmparatorluğu’nun yerini, Avrupa Birliği’ni oluşturan Avrupa Kıtası ve Türkiye’nin Batısını da içine alan Bölge; iki bin yıl önce hak din olan İsevîğin hakim olduğu Filistin (Yahudiye) topraklarının yerini, İslâmiyetin hakim olduğu Türkiye; Süleyman Mabedinin bulunduğu Kudüs ve Hz. İsa’nın ilk gelişindeki doğum yerinin bulunduğu Beytlehem Kentlerinin içinde bulunduğu Yahuda Bölgesi’nin yerini, Süleymaniye Camiinin bulunduğu İstanbul (Yeni Yeruselâm ve Yeni Celile) almaktadır. Aşağıdaki tabloda ve haritalarda bu durum ve benzeşen bu bölgeler daha iyi görülebilmektedir:
Âhir zaman şahıslarının en önemlilerinin kim oldukları şimdilik tam olarak bilinmemekle beraber, yukarıdaki büyük haritalarda âhir zamanın en önemli şahısları olan Hz. İsa, Hz. Mehdi, İslâm Deccalı ve Büyük Deccal’ın ortaya çıkarak faaliyetlerine başlayacakları muhtemel önemli yerler, küçük haritalarda roma rakamlarıyla işaretlenmiştir. Haritaya dikkat edilirse âhir zamanın büyük şahıslarının en önemli ve ortak özelliğinin, İstanbul’da dünyaya gelip bu bölgede ortaya çıkmaları ve hepsinin de denize yakın ve kıyıda yer alan yerler olmasıdır. Dolayısıyla bu özellik de, onları tanıyabilmemiz için Allah tarafından bize verilen coğrafî ve geometrik bir işaret olabilir ve bu da O’nun âhir zamana yönelik mükemmel bir planı ve projesidir. Çünkü daha önceki kısımlarda da incelediğimiz gibi hadislerde, âhir zamanın önemli şahıslarının ortaya çıkacakları ve mücadelelerine başlayacakları yerler belirtilirken (Gerek Hz. İsa, gerek Hz. Mehdi ve gerekse her iki Deccal’a ait hadisler olsun) hep “Şam Bölgesi” ve “Üç Deniz’in birleştiği bir yer” olarak belirtilen ve tarihî yarımadayı da içine alan eski İstanbul ve Adaları da içine alan ve kozmopolitan bir bölge olarak belirtilen bir yerden bahsedilmekte ve üstü kapalı olarak bu şahısların ortak olarak çıkacakları yer olarak mu’cizevî bir tarzda yakın tarihteki Osmanlı İmparatorluğu’nun son halifelik merkezinin ve Antik dönemdeki Roma İmparatorluğu’nun son merkezi olan İstanbul’a işaret edilmektedir.
Dolayısıyla İstanbul âhir zaman açısından çok önemli bir merkez olup, önemli gelişmelere sahne olacak çok önemli bir Kozmopolitan kenttir. Yani, nasıl ki Kudüs Hz. İsa’nın ilk gelişinde ve Mekke Hz. Muhammed’in Peygamberlik döneminde Medeniyetin ve gelişen önemli olayların merkezi konumunda ise; aynı şekilde İstanbul da, âhir zamanda gelişecek olayların merkezi konumundadır. Yakın zamanlarda, tüm dünyanın gözünün İstanbul’un üzerinde olması bunun en önemli göstergesi ve işaretidir.
Dolayısıyla tüm bu hadisler, âhir zamanın bütün önemli şahıslarının ilk ortaya çıkış yerleri ve âhir zamanda gelişeceği bildirilen önemli olayların ortak noktası olarak İstanbul’u işaret etmektedir. Fakat işin ilginç tarafı hadisleri ve âhir zamanda gelişecek olayları ve bu şahısların karşılaşma ortamlarını iyi bir şekilde tasvir ettiğimiz zaman; bu durumun sadece Hz. İsa ve Hz. Mehdi için geçerli olmadığını; Büyük Deccal (Antiisa veya İsa Karşıtı olarak da bilinir) ve İslâm Deccalı’nın (Süfyan veya Küçük Deccal olarak da bilinir) da İstanbul’dan çıkacağı sonucuna ulaşırız. Bu sonuca şu şekilde ulaşabiliriz ki, nasıl ki Hz. İsa ve Hz. Mehdi birlikte bir buluşma gerçekleştireceklerse ve bu durum hadiste belirtilen aynı bölge olarak geçiyorsa; Büyük Deccal ve İslâm Deccalı olan Süfyanın dahi bir ittifak ve işbirliği için birleşmeleri ve ortak hareket etmeleri için birbirine yakın bir bölge içinde bulunmaları gayet mantıklıdır. Eğer bunu bir gelecek kurgusu ve bir Armageddon olarak da düşünsek yine aynı sonuca ulaşırız ki, yine her iki durumda da iki hayır gücüne karşı iki şer gücün aynı bölge içerisinde bir kutuplaşma oluşturdukları ve bunun altyapısının işaretlerinin şimdiden oluşmaya başladığını görürüz. Bunun birçok kanıtı olmakla birlikte tüm hayır güçleri ve İslâm dünyasıyla birlikte eşzamanlı olarak tüm şer güçlerin ve ehl-i nifakın dahi Türkiye ve İslâm dünyasının kalbi olan ve adeta son zamanlarda Dünya’nın merkezi konumuna gelmeye başlayan İstanbul’la yakından ilgilenmeye başlaması bu durumun en güçlü kanıtlarından birisidir. Fakat şimdilik çok fazla yakından hissetmediğimiz bu olaylar zinciri ilerki zamanlarda daha çok belirginleşecek ve bir iman-küfür mücadelesinin ön hazırlığının zeminini oluşturacaktır.
Aşağıda sırasıyla, İstanbul’da bulunan bu bölgeleri ve âhir zamanda hangi şahsın nereden çıkacağını yaklaşık olarak belirleyen, özet bir tablo oluşturulmuştur:
Âhir Zamanın Önemli Şahsı/Unvanı | Haritalardaki İşaret Edilen Bölgelere Benzeşen Yer/Bölge No. |
Hz.İSA (Meryem’in Oğlu & Mesih) | I-II-III |
SÜFYAN (İslâm Deccalı & Küçük Deccal) | IV |
Hz. MEHDİ (Sâhibüzzaman& Son Müceddid) | V |
DECCAL (İsa Karşıtı& Büyük Deccal) | VI |
Tablo: Ahirzaman şahıslarının çıkacağı yerlere işaret eden karşılaştırmalı bölgeler.
ÜÇÜNCÜ CEVAP
Hz. İsa’nIn İkİncİ Gelİşİnden Önce Medenİyetİn Yenİden İnşa Edİlmesİ
Hz. İsa’nın ikinci gelişindeki yapılanmalardan ve yerlerden üçüncüsü ise; O’nun İ.S. 2036 yılındaki ikinci gelişindeki müceddidlik görevinin başlangıcından (2037), otuzlu yaşlarının sonlarına doğru (2042), yani ortaya çıkacağı dönemin başlangıcına kadar geçireceği dönem içerisinde oluşan ve etnik, demografik ve coğrafî olarak iki bin yıl önceki yaşadığı yer olan Roma İmparatorluğu ve Yahudiye’ye benzer bir yapılanma olan ve tüm Ortadoğu Bölgesi’nin batısıyla Avrupa Kıtası’nı kapsayan “Yeni Roma”dır. Bu coğrafî bölgeyi genel ölçekli olarak incelediğimiz zaman, gerçekten de dünya üzerinde böyle bir yapılanmanın var olduğunu kolaylıkla görebiliriz.
Bu bahis, oldukça uzun ve geniş çaplı bir tarih incelemesini gerektirdiğinden; şimdilik biz burada, bu yapılanmanın kısa bir özetini sunmaya çalışacağız. Hatırlarsak, Ulü-l Azm peygamberlerin gelmesinden önce büyük medeniyetlerin inşa edilir ve bu medeniyetlerin kuruluş amaçlarını ve o dönemlere ait özelliklerinden bazıları, örneğin İbrahim A.S. ve Mezopotamya Medeniyeti veya Musa A.S. ve Mısır Medeniyeti veya İsa A.S. ve Roma Medeniyeti gibi v.b. o peygamberin dönemine ait bir altyapı oluşturur. İşte bu incelemenin detaylarına girmeden önce de, yani Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce oluşturulmaya başlayan bu medeniyetin yapısını da tahkiki bir şekilde görebilmek için; yeni oluşan bu medeniyeti, daha önceki büyük medeniyetler gibi görebilmek ve Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce O’nun ortaya çıkacağı medeniyetin ve bu medeniyetin karşısında yer alan ve gücünü inkarcı bir felsefeden alan inkarcı medeniyetin yapısını inceleyeceğiz. Daha önceki bölümlerde değindiğimiz gibi, her medeniyet bir müceddid veya bir peygamber liderliğinde nasıl yeniden yapılandırılıyorsa; içinde bulunduğumuz günümüz medeniyeti de, bu şekilde yeniden oluşturulmaktadır. Fakat bu oluşum, genel olarak 50-60 yıllık bir döneme yayıldığından kısa zaman aralıklarında yapılan yüzeysel gözlemler ve araştırmalar bize bu konu ile ilgili tam bir fikir ve kesin bir kanaat kazandıramaz. Dolayısıyla bu türlü elde edilecek ilmî sonuçlar, oluşmakta olan bu yapıyı tam olarak göz önüne seremez. Bu yüzden bu dönemde, yani en az bir kuşağın geçtiği bu ara dönemde bu medeniyet sistemi o günkü koşullara ve şartlara göre gelecek olan yeni bir müceddid ve/veya peygamber için yeniden inşa edilir. Dünyada ortalama bir 100 yıllık süre içerisinde oluşmaya başlayan bu medeniyetlerin coğrafî, siyasî, ekonomik, askerî ve demografik yapısını ve dinî kutuplaşmanın yapısını görebilmek için aşağıdaki haritaları ve tabloları dikkatlice incelersek bu konuda bir fikir sahibi olabiliriz. Dikkat edilirse yukarıdaki haritalarda ve toblolarda en göze çarpan etkenin ve hemen hemen tüm sahalarda yükselişe geçen değerin İslâm olduğu kolaylıkla görülebilir. İşte bu kısa incelememiz sonucunda, 1900’lü yılların başlarından 2000’li yılların başlarına doğru hızla yükselişe geçen İslâmiyetin bu hızlı yükselişi; Hz. İsa’nın ikinci gelişinin önemli bir işareti ve Hz. İsa’nın ilk gelişinden ve peygamberlik görevini yerine getirdiği dönemden tam 2000 yıl sonra Hz. İsa’nın ikinci gelişiyle oluşan yeni bir medeniyetin oluşumunun yavaş yavaş başladığının bir göstergesidir. Öyle görünüyor ki, yakın bir zamanda bu oluşum yapılanmasını bitirecek ve asıl inşa edilme amacı olan Modern İslâm Medeniyeti’ne ve Hz. İsa ile Deccal arasındaki İman-Küfür mücadelesine tanıklık edecektir. İşte genel olarak bu oluşum halindeki medeniyetin ilerleme safhaları dikkatlice izlenirse bu büyük ve çok uluslu medeniyetin yakın bir gelecekte, kendisini oluşturan ve bu mücadelenin yapılacağı iki medeniyetten oluşan; Amerika (Yeni Dünya) ve Avrupa (Yeni Roma) olarak adlandırılan, iki alt medeniyete ve Gayrimüslim (Yeni Dünya Dini ve Ateizm) ve Müslüman (İslâm ve İsevîlik) şeklinde iki alt inanç sistemine indirgeneceği görülür. Dolayısıyla Amerika Medeniyeti’nin tabi olduğu inanç sistemi, Deccal’ın ve Şeytan’ın öncülüğünü yaptığı Yeni Dünya Putperest Dini ve Ateizm olurken; Avrupa ve Asya ile Afrika’nın bir bölümünü içine alan Medeniyet’in tabi olduğu inanç sisteminin, Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin öncülüğünü yaptığı İsevîlik ve İslâm olacağı görülür. İşte şimdi oluşmakta olan bu iki Medeniyet’in yapısını ve oluşma nedenlerini ve sonuçlarını kısaca inceleyelim:
İKİ BÜYÜK MEDENİYET: AMERİKA ve AVRUPA
Eski Antik çağlarda olduğu gibi tarihin her döneminde inşa edilen yeni bir medeniyet günümüzde de yeniden doğmakta ve inşa edilmektedir. Tüm zamanlarda olduğu gibi yine iki kutuplu olarak inşa edilen bu medeniyetin bir kutbunda inkarcı fikir sisteminden güç alan ve Şeytan tarafından yönlendirilen bir medeniyet olan “YENİ DÜNYA DÜZENİ” olarak adlandırılan “AMERİKA MEDENİYETİ” yer alırken; bunun tam zıttı olan ve karşısında yer alarak “Tevhid İnancını” ve “Üç Dinin Birliğini” savunan ve Allah tarafından bu ilâhî plan ve programa göre oluşturulmakta olan ve “YENİ ROMA İMPARATORLUĞU” olarak adlandırdığımız “AVRUPA BİRLİĞİ” yer alır. Yeni Dünya Düzeni ve Amerika, Deccal’ın gelişi ve Şeytanî krallığını oluşturması için devasa gökdelenlerle ve muazzam yapılarla yeniden inşa edilirken; Yeni Roma ve Avrupa ile Ortadoğu’nun bir kısmını (Türkiye’nin Batısı da dahil) içine alan bölge, Hz. İsa’nın ikinci gelişi, üç dinin birliği ve İSEVÎLİK için yeniden inşa edilmektedir. Dolayısıyla, bu aşamada 2000 yıldır süren Ortadoğu’daki yapılanma yavaş yavaş sona ermekte ve Avrupa Birliği’nin sınırlarını belirleyen bölge, tıpkı 2000 sene önce olduğu gibi Roma İmparatorluğu ile benzer bir yapı arzetmektedir.
Dünyanın son zamanlarda almaya başladığı bu ekonomik, siyasî ve coğrafî yapılanma dikkatli bir şekilde incelenirse, oluşturulan bu medeniyetlerin yapısının ve esas oluşum sebebinin; Deccal’la Hz. İsa arasındaki İman-Küfür savaşının bir işareti ve altyapısı olduğu görülür. Dolayısıyla diğer inkarcı fikirler ve felsefeler gibi (Örneğin, Darwin’in SEÇİLİMLİ NATURALİZM (Evrim) Teorisi veya KARL MARX’ın DİYALEKTİK MATERYALİZM TEORİSİ gibi v.b.), 1960’lı yıllarda oluşturulmaya başlayan ve ileride “Çatışan Medeniyetler” şeklinde insanları din savaşına sürükleyecek olan ve gücünü Deccal’ın inkarcı felsefesinin temelini oluşturan “KAOS TEORİSİ”nden alan ve yeni bir Darwin olarak ortaya çıkan Samuel P. Huntington’un savunduğu gibi inşa edilmekte olan bu medeniyetler; bir çatışma ve kaos ortamı için değil, Allah’ın 21. asır için takdir ettiği Deccal’la Hz. İsa arasındaki İman-Küfür mücadelesi için oluşturulmaktadır. İşte tüm bunlar da gösteriyor ki Deccal’ın savaşçı ve çatıştırmacı fikirlerinin karşısında Hz. İsa’nın birleştirici ve barışçı fikirlerinin mücadele edeceği medeniyetler ve bunların altyapıları hazırlanmaktadır. Fakat bu mücadele, Deccal’a tabi olan fikir adamları ve yazarların savunduğu gibi, Hristiyanlık ve İslâm arasında yaşanacak bir çatışmayla değil; Allah’ın izniyle tüm ehl-i kitabın Kur’ân’a ve Hz. İsa’ya tabi olmasıyla başlayacak ve tüm ehl-i kitabın İslâm’a tabi olmasıyla sonuçlanacaktır. Dolayısıyla burada kısaca değindiğimiz bu konuyla ilgili sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki; bu gibi Batılı yazarlarların savunduğu gibi, medeniyetler arasındaki ilişki bir çatışmayla değil; ancak karşılıklı diyalog, hoşgörü ve barışla tesis edilebilir. Bu da ancak dünyadaki gelmiş ve geçmiş olan tüm medeniyetlerin, gerek Hristiyan dünyası olsun gerekse Müslüman dünyası olsun hepsinin barış ve saadet kaynağı olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin öncülüğünde âhir zamana yönelik tesis edilecek olan Modern İslâm Medeniyeti’ne tabi olmasıyla gerçekleştirilebilir. İşte günümüzdeki tüm medeniyetleri ortak bir noktada ve paydada birleştirecek olan yegane gerçek budur. Bunun dışındaki tüm görüşler ve kişisel yorum ve çözümler insanları ve medeniyetleri daha çok karmaşaya, kaotik bir dünyaya ve bunun sonucunda da mutlaka çatışmaya götürecektir. İşte içinde bulunduğumuz bu âhir zamanda, Kur’ân eczanesindeki ilaçlarla medeniyetlerin hastalıklarını ve tedavi yöntemlerini teşhis ve tedavi edebilecek yegane doktorlar Hz. İsa ve Hz. Mehdi’dir. Hadislerden de anladığımıza göre, bunun dışında bir çözüm aramak bizi daha büyük açmazlara ve çatışmalara götürecektir. Bütün tarihsel zamanları ve çağları hak dinin hakimiyeti için yeniden yapılandıran ve yenileyen hakîm-i zülcelâl hazretleri, içinde bulunduğumuz bu yüzyılı da bu şekilde oluşturulan bir medeniyetler sistemi ile yeniden yapılandırmaktadır. Dolayısıyla bu yapıya dar bir çerçeveden değil de geniş ölçekli ve yaşanmış tarihle birlikte bir bütün olarak bakabilenler bunu görebileceklerdir. Şimdi yukarıda kısaca değindiğimiz bu iki medeniyeti başka bir açıdan ve belki de aklımıza hiç gelmeyen bir yönüyle, yani Hz. İsa’nın ikinci gelişinin bir ön hazırlığı olarak düşünerek; oluşumunun nedenlerini, tarihî yapılanma sürecini ve günümüze kadar süren yapılanmasını basitçe ve özet olarak anlatmaya çalışalım:
AMERİKA MEDENİYETİ: YENİ DÜNYANIN KEŞFİ
Modern Tarih Bilimi, oldukça uzun bir süredir Amerika kıtalarını Eski Dünya ile tanıştıran gezginin Christoph Colombus olmadığını; bu yolculukların sanıldığından oldukça eski tarihlerde, yani bildiğimiz en eski “Deniz Halkları”nın seferleri sırasında keşfedildiğini bulmuştur. Şimdi şöyle diyebilirsiniz neden tarih kitaplarında onlarca hatta yüzlerce senedir Amerika’yı keşfeden kişinin Colomb olduğu yazıldı ve herkes de bunun doğru olduğuna inandı. Bunun sebebi oldukça basittir, çünkü nasıl ki Hz. İsa’nın peygamber olduğunu ve Allah tarafından gönderildiğini ilan eden kitaplar ve yayınlar iktidarı elinde bulunduran zamanın yöneticileri tarafından işlerine geldiği gibi yorumlanıp, Hz. İsa’nın Tanrı ve/veya Tanrı’nın Oğlu olduğu şeklinde halka lanse edildiyse ve bu yolla çok büyük tarihî gerçekler saptırıldıysa; benzer anlayışla, Amerika’nın keşfinden ve oradaki altınların yağmalanmasından ve yeni koloniler elde edilemesinden başka bir gerçeği düşünmeyen ortaçağ baskıcı ve emperyalist yönetimleri de tarihsel gerçeklikleri saptırdılar ve Amerika’yı sahiplenip bir Yahudi mirası elde etmek uğruna, varolan gerçekleri tarih kitaplarına geçirmediler. İşte bu kısımda bu tarihsel saptamaları ve tespitleri yeniden ve farklı bir orjine göre yapacağız ve şimdilik klasik tarih anlayışını es geçeceğiz ve gerçeklerin ne kadar farklı olduğunu göreceğiz. Ne var ki, Arkeolojik bulguların gerçekten (günümüz şartlarında bile) çok sınırlı olması, bu “Orjin Noktası”nı saptayabilmemizin önündeki en büyük engellerden biridir.
Tarih bilgimiz konusunda bugün gelinen nokta her ne kadar küçümsenmese de bunun gerçekliğine ilişkin veriler ne yazık ki çok azdır. Pek çok bilgi ve doğru sanılan şeyler aslında bir yanılsamadan ibarettir ve buna yakın tarih de dahildir. Şunu da ilave etmeliyiz ki, bir bilim dalı olarak Arkeoloji henüz çok genç bir bilimdir ve bu alandaki sistematik çalışmaların ancak bundan 200 yıl önce başladığını unutmamamız gerekir. Oysa ki yazılı insanlık tarihi neredeyse 6000 yıllık bir geçmişe sahiptir ve bugün sahip olduğumuz ve elde ettiğimiz bilgi birikiminin ağırlıklı bölümünü, yirminci yüzyılda yapılan araştırmaların ve keşiflerin oluşturduğunu unutmamamız gerekir. Dolayısıyla bundan önceki dönemlerden kalan Arkeolojik ve Tarihî araştırma sayısı çok azdır ve tarihin büyük bir bölümü hala tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Orta ve Güney Amerika Arkeolojisi ise, tüm bu araştırma süreci içinde en yenisidir ve bu konudaki araştırmaların başlaması bundan yaklaşık 100 sene öncesine dayanır. Yucatan ve Meksika platosundaki düzenli araştırmaların başlangıcı, 20. yüzyılın başlarına denk gelmektedir.
Bilimsel disiplinlerde, herhangi bir alan çalışmasında elde edilen sonuçların öncelikle akademik düzeyde genel kabul görecek duruma ulaşması; ardından da bir anlamda tescil edildikten sonra artık kamuoyuna sunulacak hale gelmesi, gerçekten çok fazla ve gereksiz bir zaman alan; atıl ve sancılı bir süreçtir. Orta Amerika’da yapılan çeşitli araştırmalar sırasında elde edilmiş bulgular ya da bu bulguların değerlendirilmesiyle ileri sürülmüş kimi varsayımlar, bu nedenle şimdilik yalnızca ve sadece Amerika’daki Yahudi yönetiminin çıkarı için bekleme halinde tutulurken, üzerinde karara varılamamış “Eksik tezler” kategorisinde tutulmaktadır. Bu tezlerden birisi de Eski Dünya’dan Amerika’ya yapılan ilk seferlerin, 10. yüzyıl sırasında Kuzey Avrupalı denizciler tarafından başlatıldığına ait bulgulardır. Bu seferlerin gönüllü liderliğini de, İrlandalı bir Rahip olan Brendan’’ın başlattığı kanıtlanmış bir bilgidir. Amerika yerlilerinin kültürlerinde pek de iz bırakmayan bu keşif seferleri, Kuzeydoğu Amerika’da, dar bir bölgeyle sınırlı kaldı. Ancak yine de bu seferlerin, Amerika’ya yapılan ilk ziyaret olup olmadığı kesin olarak belirlenemedi. Ta ki Venezuella’da 1976 yılında keşfedilen ve yüzlerce Roma parası içeren bir hazine keşfedilene kadar. Yapılan Kriptolojik ölçümlerin sonucunda, bu paraların en yakın tarihlisinin, İ.S. IV. Yüzyıla ait olduğu belirlendi. Bu keşiften kısa bir süre sonra da Meksika’da XII. Yüzyıldan kalma bir Aztek mezarının içinde İ.S. III. Yüzyıla ait bir Roma heykelinin başı bulundu. Peki ama XII. Yüzyıldan kalan bir Aztek mezarının içinde İ.S. III. Yüzyıla ait bir Roma heykelinin ne işi vardı. Tüm bu bulgular uzun bir süre kamuoyundan gizli tutulurken; Amerika’nın gerçek tarihi konusunda yapılan araştırmalar bambaşka bir boyut kazandı. Yapılan bu buluşlar Amerikan tarihinin, bilinen ve tarih içerisinde anlatılagelen tüm dogmasını yıkmakta ve bambaşka bir tarih ortaya koymaktaydı. Dolayısıyla yapılan keşiflerin tarihlerine bakıldığında Romalıların ve Hristiyanlığın ve en önemlisi de Hz. İsa’nın hakikî dini olan İsevîliğin bu topraklara Colomb’dan çok daha önce gelmiş olması mümkündür. İşte bu gerçek, Amerikan tarihinin tüm değerlerini yıkar ve gücünü barbar ve yıkıcı bir Yahudi inancı olan Kabala’dan alarak inşa edilen bir medeniyet yerine; barışcıl ve modern bir din olan İsevîliğin, belki de tarihte ilk defa Allah tarafından gönderilmiş bir hak dinin Amerika’ya yani yeni dünyaya ulaşması anlamına gelmektedir.
Bir İspanyol denizcisi olan Kristof Colomb, Amerika kıtasını ilk kez 1500’lü yıllarda keşfettiğinde herhalde burasının günün birinde muazzam büyüklükte 100-200 katlı yüzlerce gökdelenden oluşan yeni bir medeniyetin beşiği olacağını tahmin etmemiştir. Amerika’nın yerlisi olan Eski Maya ve İnka Medeniyetlerinin oldukça sade ve basit bir yaşantısı olduğu göz önüne alındığında, yeni oluşan bu medeniyetin bu hale geleceği herhalde tahmin bile edilemezdi. Oysa ki, beyaz ırkın üstünlüğüyle sonuçlanan faşist bir istila ve soykırım sonrasında Avrupa’dan ve özellikle elit tabakadan oluşan birtakım toprak sahiplerinin buralara yerleştirilmesiyle, yapay ve tamamıyla temeli güçlü olanın hakim olma ilkesine dayalı, yani darwinist ve şeytanî bir felsefeye dayalı bir medeniyet inşa edilmeye başlanmıştı bile. Aslında Colomb bir İspanyol yahudisiydi ve Amerika’yı keşfetmesindeki temel amaç, yeni bir kıta ve doğal kaynaklar bulmak değildi. Onun amacı, buradaki altın kaynaklarını kullanarak Kudüs’teki Süleyman Mabedi’nin bir benzerini burada, yani yeni Kudüs olarak belirlenmiş olan Amerika topraklarına inşa etmekti. Onların burada başlatacakları çalışmalar ise, yüzyıllar hatta binyıllar öncesinden tasarlanmış olan çok daha büyük bir planın küçük bir parçası ve başlangıç aşamasıydı. Bu büyük plan ise, tamamen sömürgeci bir anlayışa sahip olan ve tüm dünyanın küçük bir azınlığını oluşturan ve aynı zamanda tüm dünyaya yayılmış olan küçük bir elit tabakasının eline geçmesinden ve bu azınlığın tüm dünyaya rahatça hükmedebilmelerinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla Colomb’un burada başlatacağı çalışmalar, bu plana önayak oluşturacak ve Yahudilerin bekledikleri kendi Mesihleri olan Antiisa, yani Deccal’ın gelişine zemin hazırlayacak olan Masonik ve Kabalacı felsefeleri temel alan putperest Eski Mısır Medeniyeti burada inşa edilecekti. Tüm bunlardan da şunu anlıyoruz ki, bu keşif hiç de klasik tarih kitaplarında anlatıldığı gibi bir rastlantı olmayıp; yukarıda sözünü ettiğimiz planın birer aşaması gibi görünmektedir.
1800’lü yıllara gelinceye dek birtakım toprak sahibi zenginlerin ve kakao, tütün üreticileriyle çiftçilerin oluşturduğu kasaba devletlerinden oluşan bu medeniyet, büyük ivmesini ve ilerlemesini petrolün bulunması ve kullanılmaya başlanmasından sonra hızlandırdı. Bu program içerisinde yeni oluşum halindeki dev petrol şirketlerinin temelleri işte bu yıllarda atılıyordu. Her ner kadar aksini ispat etmeye çalışanlar olsa da, bugün Amerika’nın ekonomisinin kaynağı ve temeli dolara ve dolar da petrole endekslidir. İşte yaklaşık 200 yıl önce George Washington’un önderliğinde Ortadoğu’ya ve oradan da tüm dünyaya, Jules Verne’nin romanlarında geçen devasa büyüklükteki bir ahtapot gibi dokunaçlarını uzatan bu dev petrol şirketleri (Standart Oil, Exxon, Mobil ve Shell gibi) daha çok büyümek ve zengin olmak için neredeyse 200 yıldır dünyada karışıklıklar ve savaşlar çıkartmak için planlar yapmakta ve her türlü şer gücün ve yapılanmanın altından çıkmaktadır. İşte kendisinin de içerisinden çıkacağı bu Deccal sisteminin temelini oluşturan bu dev şirketler grubu, Amerika’nın keşfedildiği 1500’lü yıllardan beri, güç almakta olduğu bu yeni medeniyeti adeta köleleştirmiş ve 200 yıldır neredeyse Amerikan yönetiminin başına geçen tüm liderleri, nihaî hedefleri olan bir “Dünya Hükümeti” ve bu hükümet liderliğindeki “Dünya Hakimiyeti” için bir araç olarak kullanmaktan geri durmamıştır. İşte 500 sene önce Colomb ve adamlarının Amerika’nın yerli halkına karşı yaptığı baskı ve zulümlerin bir benzerini, bugün bu elitin elinde bulundurduğu siyasî otorite, tüm Amerika halkına ve aynı zamanda dünyaya uygulamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Deccal’ın içinden çıkacağı ve büyük oranda güç aldığı bu medeniyetin yüksek kuleleri ve piramitleri suretinde inşa edilen gökdelenleri ve altyapısı bu şekilde oluşmaya başlamıştı.
AVRUPA MEDENİYETİ: YENİ ROMA iMPARATORLUĞUNUN İNŞASI
Hz. İsa Aleyhisselâm, gökyüzüne yükseltilmeden önceki İ.S. 30’lu yıllarda o günkü hakimiyetini tamamlayan ve Akdeniz’i kendi gölü haline getiren bir medeniyetin günün birinde yıkılacağını ve yaklaşık 2000 sene sonra tekrar benzerî bir medeniyetin kurulacağını tahmin etmiş olsa gerekir. Çünkü O bir Peygamberdi ve tüm peygamberlere bildirildiği gibi gaybî bilgiler O’na da mutlaka Allah (C.C.) tarafından bildirilmiştir. Bu ve benzerî işaretlere İncil’de rastlıyoruz. Fakat günümüzde yeni yeni oluşmaya başlayan bu medeniyet, bu kez farklı olarak Avrupa’nın tamamını kaplamakla birlikte Türkiye’nin sadece Batı kısmını içine alacak bir şekilde oluşmakta; İran’a ve Ortadoğu’ya kadar uzanmamaktadır. Tarihteki en önemli ve dönüm noktası olabilecek olaylardan birisi olan 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle birlikte, “Yeni Roma” olarak sınırları belirlenen bu bölgeye “İsevîlik”ten sonra ikinci kez hak bir din olan “İslâm” hakim olmuş ve böylece İslâm’ın Avrupa’ya yayılma süreci bu tarihten sonra başlamıştı. İşte bu uzun hakimiyet dönemi, bir başka açıdan bakıldığında Hz. İsa’nın ikinci gelişinin de habercisi ve müjdecisi olan uzun bir sürecin başlangıcını oluşturmuştu. Bu süreç içerisinde, Marmara, Ege ve Akdeniz bir Türk ve aynı zamanda İslâm Medeniyeti gölü haline gelirken, eski antik dönemlerde Eski Yunan ve Helenistik Uygarlıklarının çok tanrıcı ve ateist felsefelerinin kök saldığı ve yayıldığı bu topraklar, tarihte ilk kez hak bir dinin hakimiyetine girmekteydi. Her ne kadar Osmanlı’nın çöküşe geçmeye başladığı 1800’lü yıllara kadar bu hakimiyet süreci devam etmiş olsa da, günümüzde bu bölgelerin büyük bir kısmı, Kilise’nin etkisiyle ve teslis inancı doğrultusunda tekrar Hristiyanlık etkisi altında kalmıştır.
Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce oluşmaya başlayan ve Antik dönemdeki Roma İmparatorluğuna benzeyen bu kent devletleri ve site yönetimleri biçiminde oluşan bu muazzam medeniyetin temelleri de tıpkı Amerika Medeniyeti gibi 1500’lü yıllarda böylece atılmış oldu. Büyük mimarların (Mimar Sinan ve Da Vinci gibi) öncülüğünde inşa edilen yeni yapılarla İsevîliğin temelini oluşturan bu kent devletleri ve siteler, Amerika’daki gökdelenli kentlerin aksine daha az katlı, mükemmel bir sanatsal tarzda oluşturulan ve genellikle gösterişsiz yapıların oluşturduğu kentlerden ve gelişmiş köylerden oluşmaktaydı. Aynı zamanda büyük bir tarihî mirası da içerisinde barındıracak şekilde oluşan bu yapılanmalar, adeta her köşesinde yaklaşık 2000 senelik bir tarihî mirasın izini taşıyacak biçimde gerçek İsevî dininin yeniden yapılanmasına ve Allah’ın takdir etmiş olduğu ilâhî programa göre yeniden tasarlanmaya başlamıştı. Özellikle Avrupa’daki ve Türkiye’nin Batısındaki turistik yerler ve eski antik kentler dikkatli bir şekilde incelenirse bu yapılanma daha net bir şekilde göze çarpmaktadır. Tabi bu incelemeyi yaparken, 50-60 senelik kısa bir süreç değil de, yaklaşık 2000 senelik tarihî bir süreç göz önüne alınmalıdır.
İşte Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce oluşmaya başlayan ve Hristiyanlığın özü ve esasını oluşturan İsevîliğe dönüşüm sürecinde önemli gelişmelere sahne olacak olan bu Medeniyet, adeta birer sanat eseri olan mükemmel yapılarıyla (Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye Camileri ile Efes, Milet, Troya, Roma ve Atina, Antik kentleri gibi) yeni bir medeniyete zemin oluşturacak şekilde bu şekilde inşa edilmeye başlandı. Peki İsa Aleyhisselâm neden “Kudüs” veya “Şam” olarak belirtilen Doğu dünyasına değil de Batı’ya gönderilecektir?
Bu sorunun cevabını, tarihî bilgileri biraz karıştırarak ve İsevîliğin dejenerasyona başladığı dönemdeki ilk kurulan Hristiyan Kiliselerinin (Özellikle İncil’de bahsedilen ve Türkiye’nin Batı’sında yer alan yedi büyük Kilise ile Roma ve Atina’da bulunan kurulan ilk büyük Kiliseler) yerleşimini ve coğrafî konumlarını dikkatli bir şekilde inceleyerek basit olarak verebiliriz. Çünkü dikkat edersek İsevîlik, Hz. İsa’nın ilk öğretilerinden ibaret olan hakikî öğretisinden sapmaya Eski Yunan ve Roma’nın çok tanrıcı felsefî inançlarından etkilenerek ve özellikle Pavlos’un İsevî inancına Logos öğretisini sokmasıyla ilk defa bu bölgelerde başlamıştır. Bu öğretinin temelini oluşturan ve ortaya çıktığı yer olan Batı dünyasının Doğu dünyasına açılan kapısı ise, Grek Medeniyeti, Makedonya ve şimdiki Yunanistan olarak da bildiğimiz Antik dönem Medeniyetiydi.
DÖRDÜNCÜ MESELE
Hz. İsa’nın Niçin İkinci Kez Geleceği?
CEVAP
Bu meselenin çözümüyle ilgili ayrıntılara geçmeden önce çok sorulan bir sorunun cevabına burada yer verelim: Niçin diğer peygamberlerden birisi değil de, Hz. İsa ikinci kez gelecektir? veya bu sorunun diğer bir şekline göre: Hz. İsa niçin ikinci kez gelmek zorundadır, mutlaka buna gerek var mıdır? İslâm âlimlerinin büyük bir çoğunluğu da zaman içerisinde bu soruların yanıtlarını aramışlar ve bu konuya, Kur’ân ve Hadis kaynaklı olmak üzere, aşağıdaki ON İŞARETLE özetleyebileceğimiz bir çözüm sunmuşlardır:
- Yahudiler, Hz. İsa’yı öldürdüklerini iddia etmişlerdi. Allah ise, Kur’ân’da onların yalan söylediklerini, Hz. İsa’yı öldüremediklerini beyan etmiştir. Dolayısıyla Yahudilerin bu iddialarını ret ve yalanlarını ortaya çıkarmak için Hz. İsa tekrar gelecektir.
- Âhir zamanda çok kuvvetlenen inkarcı küfür sistemleri karşısında hak dini savunmak için gereken büyük güç, insanlarının büyük bir kısmının (bunlara eski zamanlarda yaşayan insanlar da dahil) peygamber olarak kabul ettiği Hz. İsa’nın vasıtasıyla gerçekleşebilir. Çünkü O’nu hem Müslümanlar, hem hristiyanlar ve hem de Yahudilerin büyük bir kısmı kabul etmektedirler. Dolayısıyla bunları tek bir çatı altında birleştirebilecek yegâne Peygamber Hz. İsa olduğu için Hz. İsa tekrar gelecektir.
- Hz. İsa, İncil’de Hz. Muhammed’in ümmetinin güzel vasıflarını görmüş ve kendisinin de onlardan birisi olması için dua etmiş, Allah da O’nun bu duasını kabul etmiştir. Böylece, O’nun hayatını, âhir zamanda bir İslâm Müceddidi olarak inme vaktine kadar ertelemiştir. Dolayısıyla O’nun bu duasının kabul olması sebebiyle, Hz. İsa tekrar gelecektir.
- Hz. İsa, Hz. Mehdi’ye tabi olacak ve İslâm dini ile amel edecektir. Dolayısıyla İslâmiyetin âhir zamanda güç kazanabilmesi için, Hz. İsa tekrar gelecektir.
- Hz. İsa ikinci gelişinde Hristiyanlığı yanlış ve batıl olan inançlarından arındıracak ve Teslis inancını Tevhid inancına çevirecektir. Dolayısıyla Hristiyanlığın özüne dönüp tasaffi edebilmesi için, Hz. İsa ikinci kez gelecektir.
- Hz. İsa ikinci gelişinde savaşlardan usanmış ve barışa muhtaç olan insanlık sulh ve sükûnete kavuşacaktır. Dolayısıyla dünyadaki savaşların sona ermesi ve barışın tesis edilmesi için, Hz. İsa tekrar gelecektir.
- İnkarcı fikirler, ateizm ve dinsizliğin hızla yayıldığı ve insanî değerlerin hızla dejenerasyona uğradığı dünyayı yeniden din ahlakına döndürmek için Hz. İsa ikinci kez gelecektir.
- Hz. İsa ikinci gelişinde Yahudilerle mücadele edecek ve onların kendisinden güç ve destek aldıkları Deccal ve O’nun inkarcı fikir sistemini yok edecektir. Dolayısıyla Yahudilerin ve Deccalın şerlerini etkisiz hale getirmek için, Hz. İsa tekrar gelecektir.
- Hz. İsa’nın ikinci gelişi bolluğa ve berekete vesile olacaktır. Dolayısıyla daha önceki çağlarda kıtlık ve sefaletle mücadele eden insanlığı bolluk ve refaha kavuşturmak için Allah (C.C.) Hz. İsa’yı âhiret âleminden tekrar geri getirecektir.
- Sahih araştırmalara göre Hz. İsa ilk gelişinde bekar olarak yaşamış ve hiç evlenmemiştir. Hatta İncil’in birkaç yerinde O’nun evli olmadığı fakat ismi Mecdelli Meryem olarak geçen ve hatta bazı batılı araştırmacılara göre O’nun nişanlısı olabileceği ihtimali üzerinde durulan bir hanımla evlenmek üzereyken göğe yükseltildiğine dair işaretler vardır. Dolayısıyla Hz. İsa’nın ikinci gelişinde evleneceği ve hatta bazı sahih hadislere göre çoluk çocuk sahibi olacağı ve yeryüzünde yaklaşık 45 yıl yaşadıktan sonra vefat edeceği ve cenaze namazının Müslümanlar tarafından kılınarak Peygamber (SAV) efendimizin yanına defnedileceği bildirilmiştir.
BEŞİNCİ MESELE
Hz. İsa’nın İkinci Gelişinde Neler Yapacağı?
CEVAP
Hz. İsa Kıyametin büyük alâmetlerinden birisidir. Dolayısıyla âhir zamanda, yani dünyanın ömrünün sona erdiğine bir işaret olarak tekrar dünyaya gelecek ve ilk gelişinde yarım kalan misyonunu tamamlayarak diğer ölümlü insanlar gibi O da vefat edip yarım kalan ömrünü tamamlayacaktır. Bu esnada Hz. İsa’nın gerçekleştirdiği faaliyetler ve dünyada gerçekleşen büyük değişimler O’nun ikinci gelişinin en büyük işareti olacaktır. Nitekim, Kitabımız boyunca açıklamaya çalıştığımız bu tafsilatlı konu, çok geniş kapsamlı olup değindiğimiz noktalar sadece buzdağının tepesi misali olup, gelecekte oluşacak olan önemli gelişmelerin basit bir incelemesi niteliğinde kalmaktadır. Daha açık bir şekilde bir ifade etmek gerekirse, bu konu ile ilgili tam ve kesin bir yakîn bilgisine sahip olamadığımız için yaptığımız incelemeler ve elde ettiğimiz sonuçlar İslâm âlimlerinin Kur’ân’a ve hadislere dayandırarak ulaştıkları toplu sonuçlar olup, gerek Hz. İsa’nın kim olduğu ve gerekse ikinci gelişinde çok az kişi tarafından tanınacak olması sebebiyle konu bir dereceye kadar açıklanabilirken, daha derin kısımları yoruma açık ve kapalı kalmaktadır. Dolayısıyla bu kısımda Hz. İsa’nın faaliyetlerine bazı sahih hadisler ışığında işarî bir surette kısaca değineceğiz ve bu işaretler henüz gerçekleşmediğinden ve uzun bir süreci içerdiğinden dolayı üstü kapalı olarak Hz. İsa’nın ikinci gelişindeki faaliyetlerine değineceğiz. Hz. İsa’nın geleceğini ve yapacağı işleri özet olarak ifade eden hadislerin en kuvvetlisi aşağıdaki hadistir. Çünkü bu hadis, en sağlam olarak kabul edilen hadis kitaplarının dördünde de bulunmaktadır:
“Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem Oğlu İsa’nın aranıza adaletli bir hakim olarak ineceği, haçı kırıp, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur. Meryem Oğlu İsa iner ve Deccal’ı öldürür. O’ndan sonra kırk yıl bol nimet içinde yaşarsınız.”
{Sahih-i Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî}
Bu hadisin te’vili ve İslâm âlimlerinin görüşlerinin ışığı altında Hz. İsa’nın ikinci gelişindeki faaliyetlerini ON İŞARET halinde aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
- Hz. İsa’nın gelmesiyle birlikte bolluğun ve refahın artacağının ifadesi şuna işaret eder: O’nun ıslahat hareketi sadece manevî cihette olmayacak, maddî cihette de olacak, iktisadî, ekonomik ve teknolojik düzelmeler de gerçekleşecektir.
- Haçın kırılması şuna işaret eder: Hristiyanlığın iptal edilerek hakikî İsevîliğin tesis edilmesi, Teslis inancının ve Kilisenin yeryüzünden kaldırılması, bunların yerine Tevhid inancının yerleşerek Batı dünyasında İslâmiyetin kabul edilmesi.
- Domuzun öldürülmesi şuna işaret eder: Hristiyanların domuz eti yeme alışkanlıklarının iptal edilmesi demektir. Hristiyanlık ortadan kalkınca dolaylı olarak domuz eti yemek, vaftiz etmek, komünyon ayinleri düzenlemek gibi ve benzeri pek çok batıl uygulamanın da iptal edilmesi anlamına gelmektedir.
- Hz. İsa’nın adaletli bir hakim olarak inmesi şuna işaret eder: Hz. İsa’nın ikinci gelişinde ırk ve din ayrımı gözetmeksizin tüm dünya halklarını eşit olarak; İslâmî ve İsevî değerlerine göre yargılayacak olması ve farklı dinler arasındaki yüzyıllarıdır süregelen kin ve düşmanlığın ortadan kaldırılarak barış ve adaletin yeniden tesis edilmesi anlamına gelmektedir.
- Cizyenin ortadan kaldırılması şuna işaret eder: Hristiyanların Hz. İsa’nın gelişiyle topluca Müslüman olması anlamına gelmektedir. Çünkü İslâmiyete göre Müslümandan cizye alınmaz gayrimüslimlerden alınır; Müslümanlardan sadece zekat alınır. Dolayısıyla İslâmiyete en yakın teb’a olan Hristiyanların Müslüman olmalarıyla Cizyeye de gerek kalmayacağı anlamına gelmektedir.
- Tek bir secdenin dünya ve içindekilerden daha hayırlı olması şuna işaret eder: Hz. İsa’nın geliş döneminde öylesine bir huzur ve refah dönemi yaşanacaktır ki, insanlar bu dönemde maddiyatı çok fazla düşünmeyip maneviyata, yani ibadet ve namaza yöneleceklerine bir işarettir.
- Hz. İsa’nın ikinci gelişinde Hz. Mehdi’nin arkasında namaz kılması şuna işaret eder: Hz. İsa, ikinci gelişinde yeni bir din getirmeyip Hz. Mehdi’ye, yani O’nun temsilcisi olduğu büyük cemaat olan İslâmiyete tabi olacağına işaret eder. Dolayısıyla bu hadisten şunu anlıyoruz ki, Hz. İsa bir Peygamber olarak değil, bir Mücceddid olarak inecektir. Yeryüzüne inmeden önce, o günün şartlarına göre İslâmiyeti en iyi bir şekilde öğrenmiş vaziyette bir donanıma sahip olacak ve geldiğinde bu bilgilerini tatbik ederek İslâmiyette bu yönde bir tecdid gerçekleştirecektir.
- Hz. İsa’nın Deccal’ı öldürmesi şuna işaret eder: Hz. İsa’nın yeryüzüne indiğinde yapacağı işlerin en önemlisinin Deccal’ın öldürülmesi olduğu anlamına gelir. Zaten O’nun ikinci gelişinin en önemli amaçlarından birisi de budur. Bu sebeple O’nun ikinci gelişini haber veren pek çok hadiste yapacağı işlerin en önemlisi olarak bu mesele zikredilmektedir. Fakat buradaki Deccal’ın öldürülmesi meselesi birbiri içerisinde pek çok anlama gelebilen te’viller olarak karşımıza çıkabilir. Örneğin, bu öldürme işinin nasıl gerçekleşeceği konusunda çeşitli yorumlar vardır. Bazıları hadislerdeki ifadenin zahirî manasını esas alarak gerçekten fiili bir çatışma sonucunda Hz. İsa’nın Deccal’ı öldüreceğini söylerken; bazıları da bu öldürme işinin mecazî veya sembolik olduğu, yani O’nun temsil ettiği inkarcı fikir sisteminin yok edilmesi, olduğu üzerinde durmuştur.
- Hz. İsa’nın Deccal’ı öldürmesi ayrıca şuna da işaret eder: Hz. İsa’nın yeryüzüne inişinden sonra gerçekleştireceği en önemli faaliyetlerden birisinin de, Yahudilerin öncülük edecekleri ve başlarında Deccal’ın olduğu şer güçlerin etkisiz hale getirilmesi ve onların kesin bir yenilgiye uğratılmasıdır. Hadislere dayanarak anlıyoruz ki, Deccal’ın önemli bir orandaki taraftarı ve askerî gücünü Yahudiler oluşturmaktadır. Bu hadislere göre ise, Hz. İsa Deccal ve ona tabi olan ve çoğu Yahudilerden oluşan ordusunu bugünkü Lût Gölü yakınlarında yapılacak olan çok şiddetli bir çatışmada bozguna uğratacak ve başlarında bulunan Deccal’ı bu gölün Doğu kıyısında bir yerde öldüreceğini anlıyoruz. Bu sonuç çok ilerideki tarihlerde yaşanacak olmasına rağmen geçmiş tarihi incelediğimizde bu bölgede pek çok büyük savaşın yaşanması ve genellikle Yahudilerin şerli planlarından kaynaklanan pek çok çatışmaların yine aynı bölgede yaşanması ileride böyle büyük çaplı bir savaşın yaşanacağı ve bu savaşta Hz. İsa’nın Deccal’ı öldürmesi o kadar da abartıldığı gibi akla aykırı görülmemeli ve gerçekleşmesi gayet muhtemel bir olay olduğu tarihin seyrinden ve bölgede yaşanan sıcak çatışmalardan anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hadisin bildirdiği olayların yaşanması gerçeklikten uzak ve olağanüstü bir mesele değil, tam aksine gayet mantıklı ve muhtemel bir gelişmedir.
- Hz. İsa’nın Deccal’ı öldürmesinden sonra kırk yıl bolluk içinde yaşanması şuna işaret eder: Dinsizliğin ve inkarcı fikir sistemlerinin temsilcisi olan Deccal’ın ve onun çoğu Yahudi olan ordusunun yok edilmesiyle birlikte tüm dünyaya barış ve adaletin gelmesi, dünyanın yeniden bolluk ve refah içerisinde yaşanabilecek bir yer haline gelmesi anlamına gelmektedir. Tarihte eşine az rastlanacak, çok mükemmel bir hayatın ikame olunacağı bu dönem içinde savaşlar ve çatışmalar bitecek ve tüm dünyaya muhteşem bir barış hakim olacaktır. Hz. İsa, bu dönemde yaşamına devam ederek evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacak tüm İslâm dünyasının yönetimini üstlenerek ömrünü tamamlayarak vefat edecektir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra ise, ye’cüc ve me’cüc’ün de etkisiyle, insanlar eskisinden daha fazla dinden ve insanlıktan uzaklaşarak dünya tekrar geri dönülmez bir biçimde bozulmaya ve kargaşaya doğru sürüklenecektir. Bu dönemde kıyametin daha büyük işaretleri (Örneğin Güneşin Batıdan Doğması, Dabbet-ül Arz denen bir hayvanın yerden çıkışı ve Gökyüzünün Dumanla kaplanarak güneşten gelen ışığın büyük oranda azalması ve bunun sonucunda canlıların büyük bir kısmının ölümü ile birlikte dünyadaki canlı hayatının yavaş yavaş sona ermesi ve insanlığın yeraltında yaşamaya mahkum olması ve aynı zamanda Kur’ân hattının silinip insanlığın tamamen inkara sapmaları gibi daha büyük olaylar) ortaya çıkarak dünyadaki yaşam yavaş yavaş sona erecek ve insanlık toplu olarak dinden uzaklaşmaya başlayacaktır. Dolayısıyla her ne kadar Hz. İsa’nın ölümünden sonra uzunca bir süre daha (yaklaşık 100 yıl) dünyada yaşam devam edecek olsa da, yaşamakta hayır kalmayacak ve savaşlar yeniden başlayacaktır. Dolayısıyla hadis, bunu açıkça ifade etmese de, mecazî anlamındaki te’villerinden bunu anlıyoruz.
RİSALE-İ NUR’DA HZ. İSA’NIN İKİNCİ GELİŞİNİN İŞARETLERİ
Bu kısımda, Hz. İsa’nın ikinci gelişi ve faaliyetleriyle ilgili meselelere, yazdığı Risâle-i Nûr Külliyâtında oldukça tafsilatlı bir şekilde değinen Üstâd Bedîüzzaman Said Nursî’nin görüşlerine değineceğiz. Hz. İsa’nın ikinci gelişi ve faaliyetleriyle ilgili çok önemli tespitlerde bulunan Bedîüzzaman, İslâm âlimleri içerisinde bu konuya en çok değinen ve gayet makul açıklamalar getiren birisi olup, Risâle-i Nur’da bulunan ve O’nun bu önemli meseleyle ilgili en önemli tespitlerini içeren ALTI İŞARET şu şekilde verilmektedir:
BİRİNCİ İŞARET
“Hatta Hz. İsa’nın Nuzûlü (ikinci gelişi) ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu (Başkaları ve kendisi tarafından O olduğunun bilinmesi) nûr-u imanın dikkatiyle (Dikkatli ve tahkikî bir imana dayalı derin bir araştırma ve bu işaretleri incelemekle) bilinebilir, herkes bilemez (Sırr-ı imtihan gereği bedahet (açıklık) derecesinde O olduğu herkes tarafından bilinemez, ilan edilmez. Çünkü bu durumda imtihan özelliğini kaybederek ortadan kalkmış olur. İşte bu yüzden İsa Aleyhisselâmın nuzûlü, açıktan açığa bilinemez). Şimdi O eşhas hakkındaki rivâyâtın ihtilâfâtı ve sırrı şudur ki: Ehâdisi (Hadisleri) tefsir edenler, metn-i ehâdisi (Hadis metinlerini), tefsirlerine ve istinbatlarına (Kendi zamanlarındaki yorumlarına) tatbik etmişler. Mesela: Merkez-i saltanat (saltanat merkezi) o vakit ŞAM’da veya MEDİNE’de olduğundan, vukuât-ı istikbâliyeyi (Gelecekte meydana gelecek olayları) merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de O eşhâsın (Şahısların: Hz. İsa ve Hz. Mehdi) şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi (Büyük ve harika tarzda oluşturulan eserleri, işaretleri) o eşhâsın zâtlarında (kendilerinin yaptığını) tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhâs-ı harika (Harika şahıslar) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı (Özgür iradesi) elinden alınmaz. Öyle ise o eşhâs, hatta o müthiş DECCAL dahi çıktığı zaman çokları, hatta kendisi bile bidâyeten (Açıktan açığa veya başlangıçta) Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imânın dikkatiyle o eşhâs-ı âhirzaman tanınabilir.”
{Sözler, 24. Söz}
İKİNCİ İŞARET
“Kat’î ve sahih rivayette var ki:
’İsa Aleyhisselâm Büyük Deccal’ı öldürür.’
Ve-l ilm-ü indallah, bunun da iki vechi var:
Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden (etkisi altına alan) o dehşetli Deccal’ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak harika ve mu’cizâtlı (Mu’cizevî ve harika eserler ortaya koyan) ve umumum makbülü (herkes tarafından kabul edilen) bir zât olabilir ki: O zât, en ziyâde alakadar (Bu meseleyle en çok ilgilenen) ve ekser insanların (Dünyanın büyük bir çoğunluğunu oluşturan Hristiyan Cemaatinin) Peygamberi olan Hazreti İsa Aleyhisselâm’dır.
İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıncı ile maktul olan şahs-ı Deccal’ın (Hz. İsa’nın silahı ve ordusu, O’nun tarafından öldürülen Deccal’ın ve ordusunun) teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk (Materyalizm) ve dinsizliğin azametli heykeli (Büyük yapısı ve oluşumu) ve şahs-ı manevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini (Allah’ı inkar eden inkarcı fikir sistemini) mahvedecek ancak İsevî Ruhanîleridir ki; O Ruhanîler (Rahipler ve papazlar) Din-i İsevînin hakikatını (İsevî Dininin gerçekliğini) hakikat-ı İslâmiye (İslâmiyetin gerçekliği) ile mezcederek (birleştirerek) o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 13. Mesele}
ÜÇÜNCÜ İŞARET
“Çok zaman böyle büyük bir nuru gözetledim (Hz. Mehdi’ye ve hz. iSa’nın ikinci gelişine işaret ediliyor). Fakat çiçekler (Hz. İsa ve hz. Mehdi) baharda (İslâmiyetin baharının başlangıcı olan 14. asrın başlarına işaret ediliyor) gelir. Şimdi anlaşıldı ki, bu hizmetimizle (Risâle-i Nur eserlerine işaret ediliyor) öyle kudsî zâtlara zemin izhâr ediyoruz (Burada yine Hz. Mehdi ve hz. İsa’ya işaret ediliyor. Fakat Dikkat edilirse Üstâd burada tek bir zâttan değil; “zâtlara” ifadesiyle iki kudsî zâttan bahsetmektedir. Dolayısıyla buradan anlaşılıyor ki, Üstâd hem hz. İsa’nın ve hem de hz. Mehdi’nin öncüsü ve zemin hazırlayıcısıdır. Yani Üstâd ve eserlerinin; hem hz. İsa’nın ve hem de hz. Mehdi’nin eğitim ve hazırlık programı için bir ön hazırlık aşamasını oluşturduğuna işaret ediliyor).”
{Emirdağ Lahîkası}
DÖRDÜNCÜ İŞARET
“Âhirzamanda Hazreti İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek” meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin (Tabiat veya Doğa felsefesi) verdiği cereyan-ı küfrîye (inkarcı fikir akımı) ve inkâr-ı ulûhiyyete (Allah’ı varlığını inkar etme) karşı İsevîlik dini tasaffi ederek (temizlenerek veya özüne dönerek) ve hurâfâttan tecerrüd edip (hurafelerden ve batıl uygulamalardan arınıp) İslâmiyete inkılâb edeceği (dönüşeceği) bir sırada; nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla (Kur’ân’ın semavî gücüyle) o müthiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür, öyle de: Hazreti İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek (Burada, Hz. İsa’nın ikinci gelişinde, İsevîliğin şahs-ı manevîsini bizzat kendisinin oluşturacağına işaret ediliyor), dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı (Hem fikren hem de şahsen) öldürür.”
{Mektubât, 1. Mektup}
BEŞİNCİ İŞARET
“Âlem-i insaniyette (insanlık âleminde) inkâr-ı ulûhiyyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi (insanların kutsal saydığı dinî değerleri) zîr-ü zeber eden (yıkıp yok eden) Deccal Komitesini (Deccal’ın gizli örgütüne işaret ediliyor), Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini (İsevîlik) İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati nâmı altında ve “MÜSLÜMAN İSEVÎLERİ” ünvânına layık bir cemiyet, o Deccal Komitesini, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın riyâseti (Reisliği veya önderliği) altında öldürecek ve dağıtacak (Hz. İsa ve o’nun ordusu tarafından); beşeri (insanlığı), inkâr-ı ulûhiyyetten kurtaracak.”
{Mektubât, 29. Mektup}
ALTINCI İŞARET
“Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birincisi: Nifak perdesi altında Risâlet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek “SÜFYAN” nâmında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, Şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine (Peygamberin soyuna) bağlanan, ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek Âl-i Beyt-i Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkâneyi (Münafıklık akımını) öldürüp dağıtacaktır.
İkinci cereyan ise: Tabiiyyun (Naturalizm), Maddiyyun (Materyalizm) felsefesinden tevellüd eden (doğan) bir cereyan-ı nemrudâne (Nemrudluk akımı), gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiyye (Doğa felsefesi veya darwinizm) vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, ulûhiyyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl ki bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitân (rütbeli subaylar) ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevî padişahlık ve bir gûna (gurur, kibir veya büyüklenme ile) hâkimiyet verir. Öyle de; Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük nemrud hükmünde nefislerine birer rubûbiyyet verir (Üstâd burada bu inkârcı felsefenin verdiği güçle, herşeyin ve herkesin birer rab ve tanrı olduğuna inanan Deccal ve komitesini oluşturan adamların, herkesi de bu fikre inanmaya zorlayacaklarına ve oluşturacakları ekonomik sistemi ve siyasî güçlerini dahi bu inkârcı fikri desteklemek için kullanacaklarına işaret ediyor).
Ve onların başına geçen en büyükleri (Deccal’a işaret ediyor), İSPİRTİZMA (toplu hipnoz ve kitlesel beyin uyuşturma sayesinde gerçekleri görmeyi engellemeye yönelik uygulanan bir simya işlemi) ve MANYETİZMA (elektromanyetik dalgaların özelliğini kullanarak, insanları kontrol altında tutmak ve yönetmek için kullanılan ve gücünü doğrudan şeytan’dan alan başka bir simya işlemi) hâdisâtı nev’inden (Yapay depremler ve küresel iklimi değiştirmeye yönelik çalışmalar biçiminde) müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbârâne (Zorla ve dikta yönetimi ile) sûrî hükümetini (Ülkeyi yönetiyormuş gibi gösteren, fakat gerçekte kendisinin yönetmediği bir hükümet sistemine işaret ediyor) bir nevî rubûbiyyet tasavvur edip (Bu Hükümet yönetiminin bir İlâhî sistem veya otorite olduğunu düşünüp) ulûhiyyetini ilân eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icâd edemeyen âciz bir insanın ulûhiyyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına ve maskaralık olduğu malumdur.
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i manevîyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhûr edecek; yani rahmet-i ilâhiyenin semâsından nuzûl edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurâfâttan ve tahrifâttan sıyrılacak, hakâik-ı İslâmiye (İslâm hakikatları) ile birleşecek; mânen Hristiyanlık bir nevî İslâmiyete inkılâb edecektir. Ve Kur’ân’a iktidâ ederek, O İsevîlik şahs-ı manevîsi, İslâmiyete tâbi olacaktır. Din-i hak bu iltihak (katılım) neticesinde azîm (büyük) bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken (dinsizliği ortadan kaldıracak bir noktaya geldiğinde); âlem-i semâvâtta (gökler âleminde) cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanın (İsevîlikle İslâmiyetin birleşimi olan bir akımın) başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık (Hz. Peygamber), bir Kâdir-i Külli Şey’in (Allah c.c.) va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kâdir-i Külli Şey va’detmiş, elbette yapacaktır.
Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazreti Cibrîl’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhânîleri âlem-i ervâhtan (ruhlar âlemi) gönderip beşer suretine temessül ettiren (insan gibi gösteren); hatta ölmüş evliyâların çoklarının ervâhlarını cesed-i misâliyle (kendilerine benzeyen temsilî bir görünümde) dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi (Hz. İsa’nın hakikî dini olan İsevîliğin en iyi bir sonuçla sonlanması) için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazreti İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme (İsevî dinine ait büyük ve önemli bir sonuç) için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek (Burada Üstâd, Hz. İsa’nın ruhuyla birlikte göğe yükseltilen bedenine, Allah’ın gerekirse yeni bir beden giydirip yeniden dünyaya göndermesinin, kudretinden uzak olmadığına işaret etmek istiyor) o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki O’nun hikmeti öyle iktiza ettiği (öyle gerektiği) için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.
Hazreti İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes O’nun hakikî İsa olduğunu bilmek lazım değildir. O’nun mukarreb ve havassı, nur-u imân ile O’nu tanır. Yoksa bedâhet derecesinde herkes O’nu tanımayacaktır (Burada da Üstâd, Hz. İsa’nın Nuzûlü gerçekleştiği zaman, O’nun herkes tarafından açıkça tanınmayacağına ve sadece yakın çevresinde bulunan küçük bir cemaatin imânın nuru ve kuvvetli bir yakîn ile O’nu tanıyabileceklerine işaret etmek istemektedir..)”
{Mektubât, 15. Mektup}
KUR’AN’DA HZ. İSA’NIN İKİNCİ GELİŞİNİN İŞARETLERİ
“61Şüphesiz ki O (İSA MESİH), KIYAMET için (ONUN YAKLAŞTIĞINI GÖSTEREN) bir bilgidir. Sakın O’nda (Hz. İSA’NIN İKİNCİ GELİŞİNDE) şüpheye düşmeyin ve BANA UYUN, çünkü bu YOL (HAKİKÎ İSEVÎLİK) dost doğru bir yoldur.”
{Zuhruf, 61}
“159EHL-İ KİTAB’dan her biri (TÜM HRİSTİYANLAR ve YAHUDİLER), ölümünden önce (Hz. İSA’NIN, KIYAMETE YAKIN İKİNCİ GELİŞİNDEN SONRAKİ ÖLÜMÜNDEN ÖNCE) O’na (İSA MESİH) muhakkak iman edecektir. KIYAMET gününde de o onlara ŞAHİT olacaktır.”
{Nisâ, 159}
Sonuç olarak;
I - Hz. İsa ölmemiştir ve Allah-ü Teala onu kendi katına yakın bir yere (secde eden meleklerin bulunduğu 3. kat gökyüzüne) yükseltmiştir.
II- Hz. İsa kıyamete yakın bir zamanda tekrar dünyaya gelecektir ve bu bir kıyamet alameti olacaktır.
III- Nisa suresi 172. ayeti ve Mektûbâtın 15. mektubu birlikte düşünüldüğünde Hz. İsa, Ahiretin uzak bir köşesine (3. kat gökyüzü) cesediyle birlikte Ref’edilmiştir ve Allah-ü Teala onu cesediyle birlikte tekrar dünyaya gönderecektir.
IV- Allah nasıl ki Hz. İsa’yı babasız dünyaya getirerek bir mucize gerçekleştirmiştir, kıyamete yakın bir zamanda bir mucize olarak onun ref’edilen ruhunu cesediyle birlikte ikinci bir kez dünyaya göndererek bir mucize daha gerçekleştirebilir. Hikmet noktasında bakıldığında imkansız gibi görülen bu olay kudret noktasından bakıldığında gayet kolay ve O zatın kudretinden uzak değildir.
Vesselam…
Allahu a’lem.
En doğrusunu Allah bilir...
Hz İsa'nın 2036 civarında geleceği bence de doğrudur.
YanıtlaSilAncak onun müslüman bir müceddid görüntüsünde geleceği fikri, tekellüflü bir tevildir.
Nasıl geleceğini anlamak için, göğe yükseltilmesi sırasında gerçekleşen mucizeye bakmakta fayda vardır.
Arzu ederseniz özelde yazışabiliriz.
Muhabbetle.