DECCAL’IN ORTAYA ÇIKIŞI
İçinde bulunduğumuz şu âlemin hamuru ve muhtevâsı, zıtlarla ve zıtlıklarla yoğrulmuştur ve adeta her şey zıttıyla bilinmektedir. Bu zıtlar birbirlerinin düşmanı olduğu gibi, aynı zamanda birbirinin varlık sebebidir de. “İyi”nin kıymeti “kötü”nün var olmasıyla bilinir. İyi ve kötünün kavgası ise, ilk insan olan Hz. Âdem’den bugüne kadar devam etmiş olup, Kıyamete kadar da devam edecektir. Hâbil ve Kâbil ile başlayan bu kavga, günümüze kadar devam etmiştir, halen etmektedir ve bundan sonra da edecektir de. İşte inceleyeceğimiz bu bölümde, Hz. İsa’nın karşıtı, yani bir “Antiisa” figürü olarak karşımıza çıkan “DECCAL” kavramına farklı bir bakış açısından yaklaşarak, belki de hiç değinilmemiş yönleriyle bu konuyu ele almaya çalışacağız. İşte tarihte birçok kez benzerî örneklerinin yaşandığı gibi, Hz. İsa ile Deccal arasında Kıyamete yakın bir zamanda yaşanacak olan bu kavga ve çekişme de, mahiyet olarak aynı kalmakla birlikte, şekli, metodu ve boyutları gibi özellikleri bakımından, yaşadığımız zemine ve zamana göre elbette ki tarihteki benzer örneklerinden farklı yönler içerecektir.
İnsanlık tarihi bir bakıma da Peygamberler tarihi olarak da düşünülebilir. Peygamberlerin mücadelesi, yüce kitabımız olan Kur’ân’da bir hayli genişçe ve detaylı olarak anlatılmaktadır. İşte tarih içindeki bu uzun maceradan çıkaracağımız sonuç şudur ki: Peygamberler, gönderildikleri toplumlara hep aynı şeyi söylemişler, onlardan da hemen hemen aynı karşılıkları görmüşlerdir. Zaman, mekan ve toplumlar değişmiş; fakat mücadelenin özü ve tarafların konumları pek değişmemiştir.
Demek ki, insanların temel özellikleri değişmemektedir. Çünkü Yaratıcı her şeyi bu şekilde zıtlıklarla yaratmıştır. Tarih boyunca insanlar bu mücadelede aldıkları yere göre davayı kazanmışlar veya kaybetmişlerdir. Bu mücadele bazen çok açık, net ve doğrudan olmakla beraber; çok zaman da belirsiz, karışık, aldatıcı ve yanıltıcı metotlarla yapılmıştır. Böyle durumlarda ise, insanların kafaları karışmış, nerede ve hangi safta duracaklarını çoğu zaman şaşırmışlardır.
İyi’nin temsilcisi olan Peygamberler, Kötü’nün temsilcisi olan kişilerin karşısına dikilmiş ve onlarla savaşmışlardır. Peygamberlerin vefatlarından sonra da bu mücadele, onların takipçileri tarafından devam ettirilmiştir. Son Peygamber olan Hz. Muhammed (SAV)’den sonra başka bir peygamber gelmeyeceği için, bu mücadele O’nun yolundan giden öncü kişiler ile karşısında olanlar arasında sürüp gitmiştir. Hz. Peygamber, kıyamete kadar ümmetinin yolu üzerindeki tehlikeleri ana hatlarıyla Allah’ın izniyle haber vermiş, kurtuluş yollarını da göstermiştir. Bu durum, Allah’ın büyük lütuflarından biridir. Dolayısıyla yüce Allah, kullarının şaşırıp yanlış yollara sapmalarını ve yollarını kaybetmelerini istemiyor. Onların doğru yolda (SIRÂT-I MÜSTAKÎM) yürüyüp, rızasına uygun olarak yaşamaları ve sonunda da büyük mükâfatlara nâil olmaları için her türlü kolaylığı gösteriyor. İşte, Son Elçi’sinin dilinden insanların ileride karşılaşabilecekleri kötülükleri de onlara haber vermiş ve aynı zamanda çarelerini de göstermiştir.
İşte bu makalede tanımaya çalışacağımız Deccal, tarih boyunca tüm kötülüklerin ve kötülerin bir sembolü ve en önemli temsilcisi, yani bir nevî ŞEYTAN’ın en yakın yardımcısı olarak tanımlanmıştır.
Kötülüğün başka pek çok sembolü olmakla birlikte, en büyük kötülük sembolü Deccal’dır. Fakat bu konudaki gelen çok sayıdaki sahih hadisten anladığımıza göre Deccal bir tane değildir. Birçok Deccal, yani Deccallar vardır. Fakat bunların içerisinde en dehşetli ve en yıkıcı olanı âhir zamanda ortaya çıkacak olan Deccal olarak tanımlanmıştır. Zaten “Aldatıcı, yalancı, hilekâr vb.” gibi anlamlara gelen “Deccal” kelimesi isim değil sıfattır. Yani Deccal, belli bir şahsın ismi olmayıp, aynı kategorideki kötü insanlara verilen ortak bir isimdir, yani onların müşterek sıfatıdır.
İşte bu şahıslar her devirde, her toplumda bulunmuş, kıyamete kadar da bulunmaya devam edecektir. İnsanların bu şahısları ve grupları tanıması çok önemlidir. Çünkü, insanların ölüm sonrası sonsuz hayatta mutlu olabilmeleri ve davayı kazanabilmeleri için, bu kişileri tanıyarak saflarını ve dünyadaki yaşamlarını buna göre doğru bir şekilde belirlemeleri gerekmektedir. Bu ise, dünyada iyinin yanında ve iyilerle birlikte olmakla çok yakından ilgilidir. O halde buradan şu sonuca varabiliriz: insanlar dünyada bir imtihandadırlar ve bu imtihanda başarılı olabilmeleri de doğru kişilerin öncülüğünde bu sınava hazırlanmalarıyla mümkündür. İşte Bu sebeple, kötülük sembolü olan Deccal’ı veya Deccallar’ı tanımak çok önem kazanmaktadır.
Hz. Peygamber (SAV), bu konuya çok önem vermiş, bize ulaşan yüzlerce rivâyette, adeta her asıra hitâb edecek şekilde, ümmetini bu Deccallar’ın tuzaklarına düşmekten sakındırmıştır. Bütün zamanlarda, bütün mekanlarda ve bütün toplumlarda yaşayan insanların bu tür uyarılara ihtiyacı olmuştur. Çünkü, bu ikâzlar insanları uyanık olmaya, olan biten hadiseleri takip etmeye ve tavır almaya davet eder. Şu geçici dünya hayatı bir imtihan yeri olduğu için, elbette ileride meydana gelecek olaylar tarih, yer ve şahıslar olarak açıkça bildirilmemiş, fakat bu konunun uzmanı olan ve ilimde “Râsih” olma seviyesine yükselmiş olan âlimler, zamanı geldikçe insanların anlayamayacağı bir şekilde ve üstü kapalı olarak bu olaylara, tarihlerine ve yerlerine işaret etmişlerdir.
İşte bu şekildeki dolaylı anlatıma Din’de “Müteşâbih”, yani “yorum yapmaya açık” veya “zamanın değişimine bağlı” olan bir ifade şekli denilmektedir. Bu tarz bir anlatım, Kur’ân’da olduğu gibi, Hz. Peygamber’in hadislerinde de vardır. Nitekim kendisi de, kendisinden sonra meydana gelecek olayları işte böyle kapalı bir üslupla haber vermiştir.
DECCAL’IN TANIMI
Deccal, Arapça bir kelimedir ve “D-C-L” kökünden gelmektedir. Sözlüklerde bu kelimeye “Deveye katran sürmek, zina etmek, yerin her tarafını gezip dolaşmak, bir şeyi yaldızlayıp olduğundan farklı göstermek ve hakkı batıla karıştırmak vb.” gibi anlamlar verilmektedir. Bu kelime ayrıca, tef’îl bâbında “tedcîl” şeklinde kullanıldığında “Örtme veya saklama” manasına da gelmektedir. Yine aynı bâba göre, “Batılı hakmış gibi gösterme ve karıştırma” gibi anlamlara da gelmektedir. Ayrıca “Altın” manasına gelir ki, “Yeryüzünün hazinelerinin kendisine tabi olduğu kişi” anlamında gelir. Burada daha pek çok tanımlama da yapılabilir, fakat görüldüğü gibi bu tanımların hepsinin ortak özelliği şudur ki, Deccal kelimesi kötülüğün veya negatif olarak tanımladığımız güçlerin ortak bir sembolize edilmiş hali olarak karşımıza çıkmasıdır.
Deccal’a bazen Mesih kelimesi eklenerek, “Mesih Deccal” da denmektedir. Bunun sebebi ise, gözlerinden birisinin silik veya az görüyor alması ya da dünyanın her yerini çok gezen birisi olarak tanımlanmasından ileri gelmektedir. Mesih kelimesi her ne kadar Hz. İsa’nın bir unvanı olsa da başka pek çok manası da vardır. Konumuzla ilgili bir manası da şöyledir ki: Yüzünün bir tarafında kaşı veya gözü eksik olan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı veya çok öldüren gibi manaları bunların bazılarıdır. Hadislerde ise, daha çok bu kelime “Mesih-üd Deccal” şeklinde kullanılmaktadır. Buradaki Mesih kelimesi “İnsanları aldatmak için güzel sözler söyleyen kişi, bir kaşı veya gözü olmayan kötü kişi” olarak da tanımlanmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır, Mesih kelimesini “Yalancı Deccal” olarak tanımlamaktadır. Bediüzzaman’ın bu konudaki yorumu ise oldukça detaylıdır ve özet olarak şöyledir:
“Nasıl ki Allah’ın emri ile Hz. İsa (AS), Hz. Musa’nın şeriatından bir kısım zorlukları kaldırıp şarap gibi nefsin hoşuna giden bazı şeyleri helal etmiş. Aynen öyle de: Büyük Deccal’da Şeytan’ın telkini ve hükmüyle Hz. İsa’nın tebliğ ettiği şeriatın, yani Şeriat-ı İsevîyye’nin hükümlerini kaldırır. Hristiyanların sosyal hayatlarını düzenleyen bağlarını bozarak anarşistliğe, Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazırlar. Ve İslâm Deccal’ı olan Süfyan dahi; aldatmayla ve hakkı batıl veya batılı hak olarak göstermekle ve etrafındaki fetvacılarının da yardımıyla Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği İslâm Şeriatı’nın içki, zina ve faiz gibi haramlarını; Namaz, Oruç ve Zekât gibi ebedî bir kısım hükümlerini, nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, sosyal hayatın maddî ve manevî bağlarını bozar; böylece serkeş, sarhoş ve sersem durumuna gelmiş olan nefisleri özgürlük ve insan hakları perdesi altında başı boş bırakarak, esas üzerinde durulması gereken hürmet, merhamet ve adalet gibi nurânî zincirleri çözerek, kokuşmuş heves ve istekler bataklığında birbirine saldırmak için zorlamaya dayalı bir serbestiyet ve zorbalığa benzeyen bir yönetimle hürriyet vererek, dehşetli bir anarşistliğe meydan açar. O zaman da bu insanları, çok şiddetli bir baskı ve istibdatdan başka türlü yola getirmek ve kayıt altına almak mümkün olamaz.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, Tetimme, 1. Mesele}
Bediüzzaman Deccal’la ilgili görüşlerinin devamında, iki tür Deccal olduğunu belirtir. Bunlardan birincisi kâfirlerin büyük deccalı olarak tanımlanan “Büyük Deccal”dır. İkincisi ise, Müslümanların başına musallat olan ve “İslâm Deccalı” olarak nitelendirilen “Süfyan”dır. Bediüzzaman konuyla ilgili olarak özet olarak şöyle der:
“Rivâyetler, Deccal’ın dehşetli fitnesinin İslâm dünyasında olacağını gösterir ki, bütün ümmet bu fitneden çekinmiştir. Gaybı ancak Allah bilir. Bunun bir te’vili şudur ki: İslamların deccalı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik İmâm-ı Ali’nin (ra) dediği gibi demişler ki: Onların deccalı süfyandır; İslâmların içerisinde çıkacak ve aldatmayla, yani hile ile iş görecek.
Kâfirlerin büyük deccalı ayrıdır. yoksa büyük deccal’ın cebir ve zorlamasına itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 8. Mesele}
Yine başka bir yerde bu konuya şöyle değinir: “Nifak perdesi altında, Risâlet-i ahmediyeyi (asm) inkâr edecek Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçerek Şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır.” Nitekim Peygamberimiz de hadislerinde İslâm Deccalı olan Süfyan’a dikkat çekmiştir. Mesela, bu hadislerden birisinde meâlen şöyle der: “Âhir zamanda bir adam çıkacak, O’na Süfyanî denilecek.”
İSLÂM’DAN ÖNCEKİ DÖNEMDE DECCAL İNANCI
Bölümün giriş kısmında da değindiğimiz gibi, Deccal fikri tarih boyunca her toplumda görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber, bütün peygamberlerin ümmetlerini Deccal’ın şerrinden sakınmaları için uyardığını söylemiştir. Bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ümmetini Deccal’dan sakındırmayan hiçbir Peygamber yoktur.” Tarih içinde bir Deccal’in geleceği inancı, isim olarak benzemese de, mana olarak çok eski zamanlara dayanmaktadır. Mesela Mısırlıların inancına göre, iyiliği temsil eden tanrı “Moris” ile kötülüğü temsil eden “Sit” arasında seksen yıl süren bir savaş yaşanmıştır. Yine Eski Çin inançlarında da iyiliği temsil eden “Hong Kong”, kötülüğü temsil eden ormanların tanrısıyla kanlı bir savaş halindeydi. Hint inanışına göre de, iyiliği temsil eden “Sihata” ile kötülüğün temsilcisi “Mara” vardı. Bu inanışa göre Mara, kötülüğün vücut bulmuş şekli ve hakikatin düşmanı olarak tanımlanırdı. Şeytan onun misafirliğine gider ve kadınları fitne çıkarması için kullandırırdı. Dikkat edersek bu inanıştaki Mara’nın rolü de Deccal’a oldukça benzemektedir. Babillilerin inancına göre ise, suların ve karanlıkların idarecisi olan “Tiamat”ın kıyametten hemen önce tekrar gelip ilâhlara karşı çıkacağına inanılırdı. Eski İran inanışına göre ise, iyiliği temsil eden “Ahura Mazda”nın muhalifi olan ve karanlıkta yaşayan “Angra Mainyu” ile devamlı savaş halinde olması, Deccal kavramının ilk temellerini teşkil eder.
YAHUDİLİK’TE DECCAL İNANCI
Yahudilikte Deccal kelimesi ilk defa milattan önce II. Yüzyıldan itibaren kitaplarda görülmeye başlar. Daniel Kitabında “Günlerin Sonu”nda Allah’ın otoritesine karşı gelecek olan güçlü bir varlıktan bahsedilmektedir. Yine benzer şekilde, Hezekiel Kitabının 38-39. Bâblarında geçen “Gog ve Magog” hikayesinde Yahudilerin düşmanlarına kumandanlık edecek olan kötü karakterli Gog’un Rab Yehova tarafından nasıl mağlup edileceği anlatılır. Ayrıca Yahudi Kutsal Kitabının Yoel, Zekeriya ve Daniel bölümlerinde de buna benzer anlatımlar vardır. Daniel Kitabında Deccal için bir benzetme yapılarak “Küçük boynuz veya Canavar” olarak tanımlanan ve insanüstü güçlere sahip olan bir yaratıktan söz edilmektedir. Ayrıca İsrâiloğullarının oniki kabilesinden birisi olan “Dan Kabile”sine mensup olan, İsrâiloğullarının Allah’a ibadet etmekten vazgeçiren şeytanî bir karakter olan ve ismi “Belial” olarak geçen bir şahsiyetin de Deccal olduğu ileri sürülür. Yahudiler her zaman Deccal’ı, kendilerini kurtaracağına inandıkları Mesih’in muhalifi olarak görmüşler ve tarih içinde öne çıkan bu tip kişileri Deccal olarak değerlendirmişlerdir.
HRİSTİYANLIK’TA DECCAL İNANCI
Hristiyanlık’ta Deccal Kavramı, “Anti Christ” yani “İsa Karşıtı” olarak değerlendirilerek, Mesih’in düşmanı olarak Kutsal Kitap’taki Yuhanna’nın yazmış olduğu Vahiy Kitabı’nda geçen ve bu bölümde detaylı bir şekilde değineceğimiz gibi 13-17. bâblarda karakteri detaylı bir şekilde çizilen Kıyametten hemen önce gelecek ve Hz. İsa ile savaşacak olan kötü bir şahsiyet ve Şeytan’ın yardımcısı olarak geçer. Hristiyan dünyasında kökleri Helenistik Yahudiliğe kadar giden, ayrıca İslâmî çevrelerce de paylaşılan bu terim ve onunla ilgili düşünceler tarih içinde inanç, teoloji, sanat, edebiyat ve siyaset gibi bir çok sahada etkisini göstermiştir. Yahudilik’te Mesih’in muhalifi olarak gelişen bu kavram; Hristiyanlık’ta Mesih’in ikinci gelişinden önce ortaya çıkacak ve O’na karşı duracak olan yarı Şeytanî yarı İnsanî bir karakter olarak temsil edilir. Yeni Ahit’teki Deccal Karakteri ile ilgili mecazî anlatımlar, Yahudilerin kurtuluş öncesinde kötülüğün artacağı ve bir şahısta odaklaşacağı gibi inançlardan etkilenerek, özellikle Daniel Kitabındaki benzer örnekleriyle anlatılarak somutlaştırılmaktadır. Onun ibadet eden herkese karşı çıkacağı, tanrılık iddiasında bulunacağı ve ortaya çıkmasının önemli bir âhir zaman işareti olduğu önemle vurgulanır. Yeni Ahit’in Vahiy Kitabında Deccal’ın “İki Canavar” şeklinde sembolik bir tasviri yapılır. Bunlardan birincisi, denizden çıkan on boynuzlu ve yedi başlı olarak tanımlanan bir canavardır. Bu canavar, Daniel Kitabındaki dört canavarın birleştirilmiş ve tek bir şahısta toplanmış şeklidir. Kendisinin içine girmiş olan Şeytan’dan kudret ve hakimiyet almıştır.
İkincisi ise, yeryüzünü yöneten on büyük kralın içinden çıkan ve bu kralların en büyükleri olan üçünden tam bir yetki alan ve “Küçük Boynuz” şeklinde tanımlanan bir yaratık olarak nitelendirilir. Bu yaratık, yine benzer bir şekilde denizden çıkmakta ve kendisine itaat eden herkesin eline ve alnına işaret vurduran ve kendisine itaat etmeye zorlayan bir karakter olarak karşımıza çıkar. Kendisine itaat etmeyen herkesin ne bir şey satın alabildiği ve ne de satabildiği, yani sanki ekonomik bir sistemdeki güçlü bir otoriteyi tanımlayacak şekilde kötü bir karakter olarak sembolize edilir. Bu yaratığı tanımak için, büyük bir bilgi ve bilgelik istediğini ileri süren Yuhanna, Canavarın simgesi olarak 666 sayısını gösterir. İşte Vahiy Kitabında detaylı bir şekilde sembolize edilen bu karakter, aslında Büyük Deccal’dan başkası değildir. Vahiy Kitabının ilgili bölümünde bahsi geçen ve bir bütün olarak Roma İmparatorluğu’nu da temsil eden bu canavarın dört başından her birisi, kendisine destek veren dört büyük Roma İmparatorunu veya âhir zamanda ortaya çıkacak olan dört büyük kralı temsil eder. Bu imparatorlardan birisi olarak “Neron” gösterilir. Vahiy Kitabının sonunda, Deccal yargılanır ve Hz. İsa tarafından ateş ve kükürtten oluşan bir göle atılarak yok edilir. Böylece dünyadaki tüm kötülükler de ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla İslâmî literatürde Hz. Mehdi veya Hz. İsa tarafından öldürüleceği bildirilen Deccal inancı, hemen hemen diğer iki semavî dinde de benzerlikler gösterir.
İSLÂM’DA DECCAL İNANCI
İslâm’da Deccal konusu tamamıyla hadis kaynaklıdır. Kur’ân’da Deccal kelimesi geçmemektedir. Fakat bazı İslâm âlimleri bazı âyetlerin Deccal’a işaret ettiğini iddia etmişlerdir. Bu konuda farklı görüşler vardır. Bununla birlikte Deccal hakkında çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bu hadislerden 100 kadarı tevâtür derecesinde hadis kitaplarında yer almaktadır. Nitekim Kettânî şöye nakleder: “Bu konuda 100 kadar hadis vardır. Bunlar sahih olarak kabul edilen hadis mecmualarında ifade edilmektedir. Bunların hepsini nazar-ı itibara aldığımızda bu husus tevâtüren sabit olmaktadır.” Deccal’la ilgili hadisler, Neseî’nin Sünen’i dışında Kütüb-i Sitte’nin diğer beş kitabında, imâm Malik’in Muvattâ’sında, İbn-i Hibbân’ın Sahih’inde, Ahmed İbn-i Hanbel’in Müsned’inde, Hakîm’in Müstedrek’inde yer almaktadır. Bu hadislerden en önemlileri şunlardır:
“Rasûlullah (SAV) Deccal’ı o kadar dehşetli anlattı ki, biz Deccal’ın yakındaki hurmalıktan çıkacağını zannettik.”
“Nuh’tan sonra gelen her peygamber, ümmetini Deccal’den sakındırmıştır. Ben de sizi ondan sakındırıyorum.”
“Ümmetini şaşı gözlü Deccal’den sakındırmayan hiçbir peygamber yoktur.”
“Âdem’in (AS) yaratılışından Kıyamete kadar geçen zaman içerisinde Deccal’den daha büyük bir hadise yoktur.”
DECCAL’IN ÖZELLİKLERİ
Hadis-i Şeriflerde her iki Deccal hakkında yapılan yorumlar onların vücut yapıları, güç ve kuvvetleri ve icraatlarına ilişkin olağanüstü olarak kabul edilebilecek ifadeler içerir. Yine hadislerde bildirildiğine göre, onların bu olağanüstü durumları yüzünden bazı talihsiz insanlar onlarda bir nevî tanrılık özellikleri bulunduğuna inanacaklardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber’in gelecek hakkında verdiği bu müteşâbih ve mecazlı anlatımlar, sırr-ı imtihan gereği kapalı tutulmuş ve te’vile ihtiyaç duyacak şekilde, konunun uzmanları tarafından o günkü zamanın şartlarına göre yorumlanmaya gereksinim duymuşlardır. Çünkü bu haberlerin çoğu gaybîdir ve gaybı ise ancak Allah ve O’nun bunları bildirmek istediği kişiler bilebilir, herkes açıkça bilemez. Mesala Deccal’ın boyunun minareden daha yüksek olduğu, bağırdığı zaman sesinin dünyanın her tarafından işitilmesi, kırk günde dünyayı dolaşması, olağanüstü bir bineğinin (eşeğinin) olması, yalancı Cennet ve Cehenneminin bulunup dostlarını Cennetine, düşmanlarına Cehennemine atacağı, insanları öldürüp dirilteceği, istediği zaman yağmur yağdırıp bitkiler bitireceği, önce peygamberlik sonra da ilâhlık iddiasında bulunacağı gibi vb. özelliklerinden bahseden hadisler bu nevîdendir. Bunların hepsi müteşâbih (teşbihli veya mecazlı) ifadelerdir. Birçok bakımdan da böyle ifade edilmeleri gerekiyordu. Çünkü, Hz. Peygamber (SAV) kendisinden sonra kıyamete kadar her devirde yaşayacak ümmetinin karşılaşacağı durumlar hakkında onları uyarmıştır. Halbuki zaman ilerledikçe şartlar değişmektedir. O günün şartları içinde yaşayan insanlara, gelecekte olanları aynen söyleseydi, onların bu olayları kavramaları mümkün olmazdı. Ayrıca imtihan sırrı gereği olarak da bu şekilde kapalı bir biçimde ifade edilmesi gerekiyordu. Fakat günümüzde bu şartlar oldukça değişmiştir. Özellikle içinde bulunduğumuz zaman diliminin, çoğu ehl-i tahkik tarafından Kıyamete oldukça yakın bir zaman dilimi olarak kabul edilmesi, bu kapalı ve müteşâbih ifadelerin artık daha açık bir biçimde ifade edilmesi gerektiğini ve artık insanların gelmiş oldukları gelişmişlik düzeyinin bu açıklığı kaldırabileceğinin ve kapalı manaların esas ifade ettiği anlamların ne olduğunun anlatılması gerektiğinin bir işaretidir. Dolayısıyla Kıyameti bildiren bu gibi müteşâbih âyet ve hadislerin, çağımızdaki yorumlarını akıl ve mantık kuralları çerçevesi içinde kabul edebilecek bir altyapının oluşması bu sürecin, yani Kıyamet sürecinin başladığının ve artık açıklanması gerektiğinin önemli bir işaretidir. Aklını kullananlar, iradesinin hakkını verenler bu sözlerden ve uyarılardan alacakları hisseyi alırlar. Ayrıca her asırda gelen Peygamberin vârisleri olan hakikî âlimler bu süreci, her devirde o zamanın içinde bulunduğu şartlara ve insanların anlayış seviyesine göre, bu tür rivâyetleri yaşadıkları çağdaki insanların genel kültür seviyesine hitâbedecek şekilde açıklamaktadırlar. Yine Hz. Peygamber’in bildirdiği gibi, Allah (C.C.) her yüz sene başında bir müceddid göndererek bu hakikatları yeniden açıklamaktadır. Bu büyük zâtlar, dinin esaslarına sıkı sıkıya bağlı kalarak, onları gelişen zamanın şartlarına ve insanların değişen anlayışlarına göre yeniden yorumlamaktadırlar. Geçmişte her devirde yaşamış olan bu âlimler, yorumlarını yaşadıkları zamanın şartlarına ve imkânlarına göre yapmaya özen göstermişlerdir. Buna bir örnek olarak, geçtiğimiz asrın Müceddidi olan Bediüzzaman Saîd Nursî Hz.’leri de kendisine bu konularda çeşitli zamanlarda sorulan sorulara cevap olmak üzere, eserlerinin büyük bir kısmını bu konuları açıklamaya yönelerek, bu hadisleri ve âyetleri yorumlamaya çalışmıştır. O’nun Risâle-i Nur’da değindiği bu yorumlardan yola çıkarak, aşağıdaki gibi bir değerlendirme yaparak ONYEDİ İŞARET altında DECCAL’ın özelliklerini inceleyelim:
BİRİNCİ İŞARET
Deccal’ın Şahsı İle İlgili Olağanüstü Tasvirler
Bu tasvirlerin çoğu O’nun temsil ettiği cemaatla ilgilidir. Yani onun fikirlerini ve yaşam biçimini benimseyen insanların, teşkilâtların, kurumların ve devletlerin yaptıkları işler Deccal’ın kendi şahsına verildiği için bu olağanüstü yapılar ve icraatlar insanüstü bir görünüme bürünmüştür. Esasen hak ve adalet prensipleri; iyiliklerin ve başarıların bütün o işleri yapan ekibe, cemaate, millete ve orduya verilmesini gerektirir. Halbuki bu zorba reisler; ücretle tutulmuş alkışçıların, propagandistlerin, reklamcıların, medyanın ve hakezâ başka pek çok faktörlerin şişirmesiyle bütün o başarıları kendi şahıslarına mal ederler.
İKİNCİ İŞARET
Deccal ve Yardımcılarının İcraatlarının Büyük ve Hatta Olağanüstü Görünmesi
Deccal’ın faaliyetlerinin olağanüstü görünmesinin sebebi ise, onların icraatlarını zorla ve zorbalıkla yaptırmalarından, insanların hevâ ve heveslerine, çoğunlukla hayvanî ve şehvanî duygularına hitâbetmelerinden kaynaklanmaktadır. Böylece insanların bir kısmı zorla, diğer bir kısmı da Şeytanın ve nefislerinin oyuncağı olmalarından dolayı onların emirlerini itiraz etmeden yerine getirirler ve hatta bir kısım insanların onları gözlerinde büyütüp ilâh yerine koymaları sebebiyle yaptıkları icraatlar büyük ve harika işler olarak görünür. İnsanlar da bütün bu sonuçları onların olağanüstü güçlerine ve kahramanlıklarına verirler. Zaten insanların büyük bir kısmı kahramanlığa ve kahramanlara hayrandırlar. Onlar da insanların bu zaafını değerlendirirler. Halbuki gerçekte insanların nefretini gerektirecek olan bu durum, cahil ve gafil insanlarca tam aksine hayranlık duyulan, hatta tapınılacak derecede sevilen kişiler ortaya çıkarır. Hele bu gibi durumlar, toplumların bunalımlı bir zamanına ve bir kurtarıcı aradıkları bir döneme denk gelirse bu zorba reisler kendilerini daha kolay kabul ettirirler. Gerçeği görenleri ve kendilerine karşı çıkanları ise, en zalim bir şekilde ve şiddetle susturur, astırır, kestirir; üstelik onları hain olarak ilân ettirirler.
ÜÇÜNCÜ İŞARET
Her İki Deccal’ın da Sinsi ve Münâfıkâne Bir Yol İzlemesi
Her iki Deccal da, hedeflerine ulaşabilmek için her şeyi kullanırlar. Mesela kendi dönemlerinde dünyadaki diğer güç odaklarıyla işbirliği yapıp, onları kendi emelleri için hizmet ettirirler. Dünyada her zaman askerî, siyasî, ideolojik ve ekonomik gizli/açık güç odakları vardır. Mesela son zamanlarda Yahudiler dünyada belli bir güç odağı haline gelmişlerdir. Onların tarihten gelen bir Hristiyan ve Müslüman düşmanlığı vardır ve ellerinde de her türlü güç büyük ölçüde bulunmaktadır. Yine benzer şekilde Masonluk, aynı emellere hizmet etse de, bunlardan tamamen ayrı ve gizli bir güç odağıdır. Benzer şekilde Feminizm, Materyalizm ve Darwinizm gibi fikir akımları ile çeşitli sağ ve sol görüşlü ideolojiler ile silahlı mafya örgütlenmeleri ayrı birer güç odağı oluştururlar. İşte her iki Deccal, bu değişik güç odakları ile işbirliği yaptığı için kendilerinde olağanüstü bir güç varmış gibi gösterirler ve bunu herkese göstermeye çalışırlar, büyük ölçüde de başarılı olurlar.
DÖRDÜNCÜ İŞARET
Her İki Deccal’ın da İnsanları Etkileme Yöntemleri
Büyük Deccal Sihir, Büyü, İspirtizma, Manyetizma ve Telepati gibi insanları etkileyen metafizik olayları kullanır. Müslümanlar arasında faaliyet gösteren ve Süfyan denilen İslâm Deccalı ise, bir gözünde bulunan etkileyici ve manyetik tesir gücüyle insanlara hükmeder. Nitekim rivâyetlerde Deccal’ın bir gözünün kör olduğuna değinilerek buna işaret edilmektedir. Bediüzzamanın bu konudaki ifadesi şöyledir:
“Büyük Deccal’ın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nispeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkibeti ve Âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder. Ben bir manevî âlemde İslâm Deccalı’nı gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkârı-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesâta hücum eder. Âvam- nâs (halk) hakikat-ı hali (gerçeği) bilmediklerinden, harikulâde bir iktidar ve cesaret zannederler.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, Tetimme, 2. Mesele}
BEŞİNCİ İŞARET
Deccal’ın Çok Hızlı Hareket Etmesi
Deccal’ın hızlı hareket edeceği ve az bir zaman içinde çok büyük işler yapacağı hakkında hadisler vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir, kırk günde dünyanın her yerini gezer ve olağanüstü bir bineği (Aracı: Otomobili, Treni, Uçağı veya günümüz teknolojisinin çok ilerisinde olan bir taşıt: örneğin, Uçan Daire benzeri bir araca işaret ediyor) vardır.”
“Deccal yürürken yeryüzü ayaklarının altında koyunun derisinin yünden dürüldüğü gibi (Yine, Çok hızlı giden bir araca işaret ediyor) dürülür.”
“Deccal, önüne bulutu katan rüzgar gibi (Uçağa işaret ediyor) hızlı hareket eder.”
“Deccal Mekke ve Medine dışında her yere girecek (Deccal’ın sadece Mekke ve Medine kentleri dışındaki, dünyada bulunan bütün ülkeleri ve kentleri, bahsedilen aracıyla dolaşacağına işaret ediyor).”
İşte yukarıda bazılarını kısaca verdiğimiz hadislerdeki gibi te’vile muhtaç rivâyetler, Deccal’ın çok hızlı hareket edeceğini ve az bir zaman içerisine çok işler sığdıracağını anlatmaya çalışmaktadır. Hz. Peygamber’in (SAV) yaşadığı zamanın şartlarında yukarıda zikrettiğimiz bu hadislerde ifade edilen manaları anlamak çok güçtü. Bu sebeple, bu haberlerin yoruma, yani te’vile ihtiyacı vardı. Nitekim İslâm âlimleri, bu haberleri daha önceleri çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Mesala, ‘Bir hadisenin veya sözün aynı anda veya bir günde bütün dünyada duyulması’nı, ‘Haberleşme teknolojisi’nin bugün geldiği noktayı dikkate alarak anlamak çok kolaydır. Radyo, televizyon, internet veya diğer iletişim araçlarıyla bir söz, bir olay bugün anında her yerde, hem de canlı ve görüntülü olarak duyurulmaktadır. Yine, ‘Deccal’ın kırk günde dünyayı gezmesi’ ve ‘Önüne bulutu katan rüzgar’ gibi hızlı hareket etmesi’ de ‘Ulaşım teknolojisi’ ile ilgilidir. Günümüzdeki ulaşım araçları sayesinde, örneğin, sesten hızlı gidebilen uçaklar düşünüldüğünde, kırk günde değil kırk saatten daha kısa bir zamanda bile dünyayı dolaşmak mümkün olabilmektedir. Dikkat edilirse buradan, hadisteki ‘Kırk’ ifadesinin çokluk anlatan bir terim olduğunu kolayca anlayabiliriz. Ayrıca dikkat edersek bu burum, bize aynı zamanda Deccal’ın Çıkış Zamanı hakkında da bir fikir vermektedir. Demek ki Deccal, haberleşme ve ulaşım teknolojisinin böyle bir seviyeye (Hatta belki de günümüz teknolojisinden de ileri bir seviyeye) geldiğinde çıkacaktır.
ALTINCI İŞARET
Deccal’ın Az Zamanda Çok İşler Yapması
Deccal’ın az zamanda çok işler yapması, aynı zamanda Hz. Peygamber’in (SAV) bir mu’cizesidir ki, ortaya çıkışından yüzlerce sene önce günümüz teknolojisini haber vermiş ve bu önemli olaylara işaret etmiştir. Bediüzzaman bu konuya eserlerinde şöyle değinir:
“Deccal zamanında vasıta-i muhabere (Haberleşme araçları) ve seyahat o derece terakki edecek (geşilecek) ki, bir hâdise (Olay) bir günde umum (bütün) dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark/garp (Doğu/batı) işitir ve umum ceridelerinde (gazetelerde) okunacak. Ve bir adam kırk günde dünyayı devredecek ve yedi kıtasını ve yetmiş hükûmetini görecek ve gezecek diye zuhûrundan (ortaya çıkmasından) on asır evvel telgraf, telefon, radyo, şimendifer (tren), tayyare’den (uçak) mu’cizâne haber verir. Bindiği merkebi (eşeği) ve himarı (aracı) ise, ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı Cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı Cennet gibi güzelce tezyin (süsleme) ve tefriş (dekorasyon) edilmiş. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına gönderir. Veyahut onun eşeği, merkebi; dehşetli bir otomobildir veya tayyaredir veyahut.. (Sükût lazım!)”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 17. Mesele}
Yine O’na göre; Deccal’ın bütün dünyayı gezmesi, Mekke ve Medine dışında her yere gitmesi, olumlu gelişmeler için değil; tam aksine, fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Bu konuda şöyle der:
“Hem Deccal, deccallık haysiyetiyle (sıfatıyla) değil, belki gayet müstebit (zorba) bir kral sıfatıyla işitilir. Ve gezmesi de her yeri istilâ etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir..”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 17. Mesele}
YEDİNCİ İŞARET
Deccal’ın Olağanüstü İşler Yapması
Rivâyetlerde Deccal’ın bazı harikulâde işler yapacağından bahsetmiştik. Müslüman olmayan şahısların yaptıkları olağanüstü işlere istidrac denir. İstidrac; Allah’ın, bu kişilere kazandırdığı özel bir yetenek sonucu yaptıkları olağanüstü işlere verilen genel bir tanımlamadır. Bu kişiler, Sihir, Büyü ve Manyetizma gibi metafizik yollarla insanların dikkatlerini kendilerine çekebilirler ve akıllarını çelmeye çalışırlar. Bu durum, hem bu işi yapanlar, hem de diğer insanlar için bir imtihandır. Bir rivâyette şöyle bir olay anlatılır: Deccal zamanında bir çok insan onun yalanlarına aldandığı, hile ve tuzaklarına düştüğü halde, genç bir mümin (Bu Hz. Mehdi’ye işaret ediyor olabilir) ona karşı çıkar. Deccal, onu öldürmek ister fakat başarılı olamaz. Bunun üzerine, Rasûlullah’ın haber verdiği Deccal’ın kendisi olduğunu onun yüzüne karşı haykırır. Deccal, tekrar genci öldürmek ister. Fakat yine başarılı olamaz. Çünkü artık Allah onun elinden gücünü ve insanları aldatma özelliğini almıştır ve artık o, kimseyi kandıramaz.
SEKİZİNCİ İŞARET
Deccal’ın Boyunun Minareden Daha Yüksek Olması
Rivâyetlerde, Deccal’ın boyunun minareden daha yüksek olup, Hz. İsa’nın ise ona kıyasla daha kısa olduğu, şeklinde bildirilen ifadeler vardır. Hatta Hz. İsa onu öldürmek için sıçrar ve kılıcı ancak onun dizine ulaşabilir, denilmiştir. Bu ve benzeri ifadeler, onun iktidar ve icraatlarını ve maddî/siyasî gücünü temsil etmektedir. Bediüzzaman’ın yorumlarına göre ise, bu durum, Hz. İsa ile Deccal’ın ordularının veya maddî/siyasî güçlerinin oranını gösteren bir ifade şeklidir. Bu konuya şöyle değinir:
“Rivâyette var ki: İsa Aleyhisselâm Deccal’ı öldürdüğü münasebetiyle “Deccal’ın fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir bir azamet-i heykelde (Büyük bir maddî büyüklükte) ve Hazreti İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu..” gösterir. Gaybı Allah’tan başkası bilemez. Bunun bir te’vili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâm’ı nur-u imân ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhâniye-i mücahidînin (Deccal’la Manevî mücadele yapan İsevî ruhânileri, rahipleri veya papazları) kemiyeti (sayısı), Deccal’ın mektepçe (Deccal’ın Eğitimli birimleri, Bilim adamları) ve askerce (Deccal’ın Askerî birimleri, ordusu) ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinâye (Benzetme)’dir.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 16. Mesele}
DOKUZUNCU İŞARET
Deccal’ın Fitnesinin Çok Câzibedâr Olması
Rivâyetlerde, âhir zaman fitnelerinin çok cazip olduğu, o fitnelerin câzibesinden kimsenin kendisini kurtaramadığı bildirilmektedir. Bu sebeple, mü’minlere günlük duâlarında Deccal’ın ve Âhir zamanın bu fitnelerinden korunmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Çünkü bu fitneler, insanların hayvanî duygularına hitâb eder ve insanlar da bunlara çabuk kapılıp kolayca baştan çıkabilir. Deccal, bilhassa kadın fitnesini etkin bir biçimde kullanır. Bediüzzaman Hz. bu konuya şöyle değinir:
“Rivâyette var ki: “Fitne-i Âhirzaman (Âhir zaman fitnesi) o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i peygamberî ise (Peygamberin hatırlatması ile) bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş (çekinmiş), azâb-ı kabir’den (kabir azâbı) sonra -Deccal’ın ve âhirzamanın fitnesinden Allah’a sığınırız- vird-i ümmet olmuş.
En doğrusunu Allah bilir, bunun bir te’vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder (alışkanlık yapar). İnsanlar ihtiyarlarıyla (kendi istekleriyle), belki zevkle irtikâb ederler (katılırlar). Mesela: Rusya’da hamamlarda kadın/erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyâl (eğilimli) olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemâl-perest (güzellik düşkünü) erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşâne bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın levhiyatları (eğlenceleri) ve kebâirleri (büyük günahları) ve bid’aları, birer câzibedârlık ile pervane gibi nefis-perestleri (nefsine düşkün olanları) etrafına toplar, sersem eder. Yoksa, Cebr-i mutlak ile (zorla) olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 6. Mesele}
ONUNCU İŞARET
Deccal’ın Elinin Delik Olması
Rivâyetlerde, Deccal’ın bir su içeceği ve elinin delineceği bildirilmektedir. İslâm âlimleri bu ve benzer rivâyetlerin, onun içkiye ve israfa düşkün olacağına işaret ettiğini söylemişlerdir. Yani, Deccal’ın ortaya çıkacağı zamanda insanları israfa sevkedecek birçok sebepler ve serbestlikler bulunacaktır. Nitekim halk arasında ‘Falan adamın eli deliktir’ dendiğinde o kişinin müsrif birisi olduğu anlaşılır. Oyun, eğlence, sefâhet ve ahlaksızlık gibi kötü alışkanlıklara tiryaki olan insanlara para yetmeyecektir. Hatta bu insanlardan bazıları, bir gecede koca bir serveti bu gibi alışkanlıklar yüzünden hebâ edebilecek bir hale geleceklerdir. Bu parayı elde etmek için de meşru olmayan yollara sapacak ve böylece Deccal’ın tuzağına düşeceklerdir. Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şunları söylemektedir:
“Rivâyette var ki: “Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden (önemli şahıslarından) olan süfyan’ın eli delinecek.”
En doğrusunu Allah bilir, bunun bir te’vili şudur ki: Sefâhet ve Levhiyât için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfâta akar. Darb-ı meselde (örnek bir misalde) deniliyor ki:”Fila adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir.
İşte, “Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamâı (açgözlülük) uyandırarak insanların o zaif damarını tutup kendine musahhar eder (kendi amaçları için kullanır).” diye bu hadis ihtar ediyor. “İsraf eden ona esir olur, onun damına düşer.” diye haber verir.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 1. Mesele}
ONBİRİNCİ İŞARET
Deccal’ın Bir Gözünün Kör Olması
Deccal’ın bir gözünün kör olması hakkında birçok rivâyet vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Deccal tek gözlüdür.”
“Haberiniz olsun ki o (Deccal) kördür. Halbuki Allah asla kör değildir.”
“Deccal kör olduğu halde, ‘Ben sizin Rabbinizim!’ der.”
Bu rivâyetlere dayanarak Deccal’ın gözünün kör olması hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu yorumlara göre; Deccal’ın iki gözü de kusurludur. Fakat bunlaradan birisi doğuştan kusurlu olduğu halde, diğeri daha sonradan bozulmuştur. Ayrıca bu körlük onun kalp gözünün de kör olduğu anlamına gelmektedir. Halk dilinde tek gözlülük kötüler ve zorbalar için kullanılır. Örneğin herkesin çocukluktan bildiği bir çizgi roman kahramanı olan ve denizlerde dolaşarak kötülük yapan korsanların hep tek gözlü olduğunu biliriz. Bu özellik sadece maddeyi gören ve maneviyâta kapalı olan Batı medeniyetinin görüş ve felsefesine de aynen uymaktadır. İşte bu noktada Üstâd Bediüzzaman da gerçek Hristiyanlıktan uzaklaşan Batı’yı ‘Deccal gibi tek gözlü olan ve tek bir göz taşıyan kör deha’ şeklinde niteler. Bediüzzaman’a göre; büyük Deccal’ın bir gözü tam kör olup, diğer de ona nispeten kör hükmündedir. Ayrıca gözünde ispirtizma nev’inden büyüleyici bir manyetizma bulunur. İslâm Deccal’ı olan Süfyan’ın da gözünde bu nev’iden teshir edici manyetizmanın bulunduğunu belirtir:
“Büyük Deccal’ın, ispirtizma nev’inden teshir edici (etkileyici) hassaları bulunur. İslâm Deccalı’nın dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hatta rivâyetlerde, ‘Deccal’ın bir gözü kördür.’ diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nispeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız münhasıran (yüzeysel olarak) bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkibeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.
Ben bir manevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Âvam-ı nâs (insanlar) hakikat-ı hali bilmediklerinden hârikulâde bir iktidar ve cesaret zannederler.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, Tetimme, 2. Mesele}
ONİKİNCİ İŞARET
Deccal’ın Yahudilerin Arasından Çıkması ve Onların Desteğini Alması
Bu konunun giriş kısmında yer alan Deccal’a ait bazı özellikleri belirtirken, Deccal’ın sinsi ve münafıkça bir yol izleyeceğinden ve gerçek hedefine ulaşıncaya kadar kendisini gizleyerek ve özellikle Yahudileri etkin bir biçimde kullanarak hareket edeceğinden bahsetmiştik. Deccal, özellikle Yahudilerin dünya üzerindeki siyasî, askerî, medyatik, ekonomik (finansal) ve her türlü gücünden faydalanacak ve onları kendi görüşlerine destekçi yapacak ve bu şekilde dünya gündeminde yükselecektir. Bediüzzaman bu konuya şöye değinir:
“Rivâyetlerde var ki: ‘Deccal’ın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tabi olurlar. Allah en doğrusunu bilir, diyebiliriz ki, bu rivâyetin bir parça te’vili Rusya’dan çıkmış. Çünkü, her hükümetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle (çoğunluğu oluşturacak şekilde) toplanıp intikamlarını almak için, Komünist Komitesi’nin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri (öncü lideri) olan meşhur Lenin’den sonra Rus Hükümetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccal’ın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sâir (diğer) hükümetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 14. Mesele}
ONÜÇÜNCÜ İŞARET
Deccalın Yalancı Cennet ve Cehenneminin Bulunması
Allah Rasûlü bir keresinde Deccal’ı anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Ben Deccal’ın yanında neler bulunduğunu, kendisinden daha iyi bilirim. Onun yanında akan iki nehir vardır. Biri dış görünüşünde beyaz bir sudur. Diğeri de parlak bir ateş olarak görülür. Kim ona yetişirse, ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve başını eğip ondan içsin. Zira bu parlak ateş gibi görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir. Kensine tabi olanları, bu nehirlerden birincisi olan yalancı cennetine; tabi olmayanları ise, ikincisi olan yalancı cehennemine atar.”
Dikkat edersek bu rivâyetler de diğer benzer hadisler gibi müteşâbih, yani sembolik ifadeler içerir. Çünkü, Deccal’ın beraberinde getirdiği bu yalancı ateş ilâhî ölçülere göre sahte ve sunî bir sıkıntılı hayat ve Deccal’ın kendisine tabi olmayanları zorladığı zorlu yaşam koşullarına işaret eder. Kendisine tabi olanları ise, bir nevî yalancı cennetten oluşan, tamamıyla nefsin ve şehvetin istekleriyle süslendirilmiş olan yapay bir refah, lüks ve sefahet içindeki bir yaşam şekline işaret eder. Dolayısıyla Rasûlullah’ı dinleyen bilinçli Müslümanların, bu sahte yaşam tarzına kanmamaları ve hadiste belirtilen ve ateş gibi görülen o ikinci nehre atlamaları, gerçek kurtuluş yolu olan İslâmiyetin emir ve yasaklarına tam uymakla elde edilebilir. Ayrıca geçtiğimiz yüzyılda yaşanan bazı büyük felaketler ve özellikle Büyük Deccal’ın bir nevî suretini sergileyen Hitler’in uygulamaları, yani insanların diri diri kızgın fırınlara atılıp yakılması, insanların suçsuz yere idamlara ve hapishanelere mahkum edilmesi veya birçoğunun da açlıktan ölmesi ile sonuçlanan dehşetli uygulamalar hadiste belirtilen bu yalancı cehennem tanımına aynen uymaktadır. İşte bu sebepten dolayı Hz. Peygamber gelecekte meydana gelecek bu olayları en ince ayrıntısına kadar görmüştür ve ümmetini bu fitnelere karşı yüzyıllarca öncesinden uyararak Deccal’ın ateşinde yanmayı birinci durumda bahsedilen bu yalancı cennete tercih etmeleri gerektiğine önemle işaret etmiştir. Dolayısıyla bu büyük fitneden tam kurtulabilmek için Müslümanların her iki Deccal’ı da çok iyi tanımaları ve kendilerine isabet eden bu sıkıntılara göğüs germeleri ve âhiretleri için bir kurtuluş vesilesi olarak bilmeleri gerekir. Deccal elindeki maddî güç ve imkanla, zeka ve kurnazlığıyla bir istibdat (sıkıyönetim veya bir nevî baskı rejimi) kuran Deccal, kendisini kabul etmeyen bir topluluğu kıtlık ve yoksulluk belasına atar, ellerinde hiçbir mal bırakmaz. Fitneyi en büyük koz olarak kullanan Deccal, medeniyetin zevk ve eğlencelerini, nefsin hoşuna gidecek olan her şeyi taraftarlarının, dostlarının önüne serer. Onlara makam, mevkî ve maddî imkanlar sağlayarak el üstünde tutar, kendilerine refah ve saadet sunar, yani onlara bu dünyada bir nevî cennet hayatı yaşatır. Kendisini tanımayan kişileri ise, yokluğa, azaba, işkenceye ve sıkıntılara atar. Hayatlarını zindana çevirir. Hapishaneler bile onun zamanında bir nevî cehenneme döner. Bediüzzaman bu konuya, çok ilginç bir benzetme kullanarak şöyle değinir:
“Rivâyette var ki: ‘Âhirzamanın müstebit hâkimleri, hususan (özellikle) Deccal’ın yalancı Cennet ve Cehennemi bulunur.’ En doğrusunu Allah bilir, bunun bir te’vili şudur ki: Hükümet dairesinde karşı karşıya kurulan ve birbirine bakan vaziyette bulunan hapishane ile lise mektebi, ‘Biri, Hûri ve Gılman’ın çirkin bir taklidi; diğeri, azab ve zindan suretine girecek.’ diye bir işarettir.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 3. Mesele}
ONDÖRDÜNCÜ İŞARET
Deccal’ın Bilginleri Kendisine Taraftar Yapması
Rivâyetlerde, Deccal’ın ilim sahibi olacağı, fakat ilmini kötü yolda, yani insanlık aleyhinde kullanarak sahip olduğu bu ilim ve teknikle insanları ve özellikle de âlimleri kendisine taraftar yapacağı bildirilmektedir. Nitekim çağdaş İslâm âlimlerinden Muhammed Gazzalî, Deccal’ın tabiat ilimlerine vâkıf olan bir Yahudî âlimi olacağını ve haktan sapan Yahudileri temsil edeceğini söyler. Bediüzzaman’a göre ise, Deccal gücünü ve kuvvetini mensup olduğu aileden, bu ailenin sahip olduğu maddî imkanlardan ve cesaretinden değil de; aklından, zekâsından ve siyasî dehasından almaktadır. Bu özellikleriyle birçok ilim adamını etkisi altına alan Deccal, bunları kendisine fetvacı yapar. Öğretmenleri ve toplumu etkileyecek olan önemli insanları kendisine taraftar yapar ve bu sayede tamamıyla dinden soyutlanmış olan bir eğitimi yaygınlaştırır. Bu konuya Bediüzzaman şöyle değinir:
“Rivâyette var ki: ‘Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tabi olacaklar. Ve-l ilm-ü İndallah, bunun bir te’vili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret (AİLE) veya cesaret ve servet (finansal güç) gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle (aklıyla) ve fenniyle (tabiat bilimleriyle) ve siyasî (politika yeteneğiyle) ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin (bilim adamlarının) akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri (öğretmenleri) kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüd eden (din derslerinden soyutlanan) maarifi (eğitim sistemini) rehber edip tâmimine (uygulamasına) şiddetle çalışır, demektir.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 7. Mesele}
ONBEŞİNCİ İŞARET
Deccal ve Süfyan’ın Müslümanların ve Diğer İnsanların İhtilâflarından Faydalanması
Rivâyetlerde, Deccal ve Süfyan’ın Müslümanların ve bütün insanların arasına ayrılık fikirlerini ve bölücülük duygularını sokacağı, böylelikle onları birbirine düşürteceği ve sonra da teker teker etkisiz hale getireceği, böylece az bir kuvvetle büyük kitleleri egemenliği altına alacağı bildirilmektedir. Yani bir çeşit ‘parçala’ ve ‘yut’ politikası uygulacağı anlaşılmaktadır. Onların bu tuzaklarına karşı Müslümanlar ve tüm insanlık, birlik ve beraberlik prensiplerine, bilhassa da Kur’ân’ın ‘İnananlar ancak kardeştir.’ {Hucurât, 10} düsturuna dört elle sarılmaları gereklidir. Bediüzzaman da bu konunun önemine şöyle değinir:
“Ey ehl-i imân! Zillet içinde esâret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zâlimlere karşı ‘Mü’minler, ancak kardeştirler.’ Kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizânda (terazi) iki dağ birbirine karşı muvazenede (denge) bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağıya indirir. İşte Ey ehl-i imân! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimâiyenizle (sosyal hayat) alakanız varsa, ‘Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir.’ düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekâvet-i uhrevîyeden kurtulunuz..”
{Mektubât, 22. Mektup}
ONALTINCI İŞARET
Deccal’ın Peygamberlik İddiasında Bulunması
Deccal’ın özelliklerinde birisi de, önce peygamberlik daha sonra da tanrılık iddiasında bulunmasıdır. Yani Deccal, önce gerçek kimliğini ve amacını saklayacak, insanların iyiliği için çalıştığını söyleyecektir. Böyle bir propaganda ile toplumda kendisine iyi bir yer edindikten sonra, taraftar halkasını genişletecek, alıştıra alıştıra ve sindire sindire insanlara kendisini kabul ettirecektir. Yani, ayakları yere sağlam basıncaya, belli bir güç ve kuvvet kazanıncaya kadar gerçek niyetini saklayacaktır. Nitekim büyük hadis âlimi İbn-i Hâcer, Deccal’ın bu özelliğini şöyle dile getirir: “Deccal, önce imân ve iyilik iddiasıyla ortaya çıkar, sonra peygamberlik, daha sonra da tanrılık iddiasında bulunur.” Ayrıca bu konuya değinen iki hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
“Ben size Deccal’ın, benden önce hiçbir peygamberin anlatmadığı bir özelliğini anlatacağım. İlk olarak o, ‘Ben peygamberim’ der. Fakat benden sonra peygamber gelmeyecektir (Hadiste belirtilen bir konuya burada dikkat edilmelidir. Hz. Peygamberden sonra peygamber sıfatıyla kimse gelmeyecektir. Her ne kadar Hz. İsa, tekrar gelecekse de bu ikinci gelişinde peygamber olarak değil; bir İslâm Müceddidi olarak gelecektir. Dolayısıyla okuyucu, bu hassas konuya dikkat etmeli ve Deccal’ın ortaya çıkışının bir işareti olarak onun, kendisinin Hz. İsa olduğunu iddia ederek topluma takdim edebileceğini ve özellikle Ehl-i kitab ve İslâm dünyasını bu iddiayla çelişkiye düşürebileceği ihtimali üzerinde önemle durmalıdır. Nitekim geçen bölümde bahsettiğimiz gibi, Hz. İsa’nın ikinci gelişi henüz gerçekleşmemiştir ve bu konudaki cifrî hesaplamalara göre daha uzunca bir süre daha vardır. Dolayısıyla bu tarihlerden önce ortaya çıkacak olan sahte Mesihlere ve kendisini Hz. İsa olarak iddia eden kişilere dikkat etmeli ve bunların tuzaklarına düşmemeye çalışmalıyız.) İkinci olarak da ‘Ben Rabbinizim’ der. Halbuki ölünceye kadar O’nu göremeyeceksiniz.”
ONYEDİNCİ İŞARET
Deccal’ın İlâhlık İddiasında Bulunması
“Deccal ne zaman çıkarsa muhakkak kendisinin ilâh olduğunu iddia eder. Her kim ona imân eder, onu tasdik eder ve ona iltihak ederse, onun geçmişteki amelleri artık kendisine fayda vermez. Her kim Deccal’ı inkâr eder, onu yalancı kabul ederse, o da geçmişteki kötü amellerinden dolayı ceza görecek değildir.”
Bediüzzaman da, bu konudaki hadislerden birini zikreder ve konuya şöyle bir yorum getirir:
“Rivâyette vardır ki: “Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, ulûhiyyet (tanrılık) davâ edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.” Allahu A’lem, bunun bir te’vili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de; tabiiyyûn (naturalizm) ve maddiyyûn (materyalizm) mezhebinin başına geçen o eşhâs, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevî rubûbiyyet (Rab olma özelliği) tahayyül ederler (düşünürler) ve raiyyetini (kendisine tabi olanları) kendi kuvveti için kendine ve kendi heykellerine ubûdiyyetkârâne serfürû ettirirler, başlarını rükûa getirirler (kendilerine ve heykellerine secde ve rükû ettirirler) demektir.”
{Şuâlar, 5. Şuâ, 5. Mesele}
DECCAL’IN ORTAYA ÇIKIŞININ İŞARETLERİ
Deccal’ın özelliklerine kısaca değindikten sonra şimdi de, onun yürüteceği faaliyetlerden ve güç alacağı inkârcı fikir sisteminden ve bu konuya işaret eden tarihteki önemli gelişmelerden bahsedelim. İnceleyeceğimiz bu olaylar, içinde bulunduğumuz kaotik ve karmaşık ortamın felsefesine ve fikirsel altyapısına da ışık tutacak ve yakın tarihte ortaya çıkmış olan inkârcı fikir sistemlerin güç aldığı temel ilkeleri özet olarak açıklamaya çalışacaktır. Ayrıca İncil’in Vahiy Kitabı olarak adlandırılan son kısmındaki bu konuya işaret eden önemli pasajları verip, bunların günümüze düşen karşılıklarını yorumlamaya çalışacağız.
Bilindiği gibi Deccal, hadislerde de detaylı bir şekilde bildirildiği gibi, âhir zamanda ortaya çıkacak olan, kötülük ve şer güçlerin temsilcisi olan ve ‘Yalancı Mesih’ veya ‘İsa Karşıtı’ olarak tanımlanan kişidir. Bu kişi, Yahudilerin arasından çıkacak olup, ilk zamanlarda sözde bir barış elçisi gibi görünecek fakat daha sonraları gerçek yüzünü ortaya koyarak insanları aldatıp tüm insanlığı bir din savaşının içerisine doğru sürükleyecektir. Bilindiği gibi, mütevâtir bir hadise göre Hz. İsa Deccal’ı öldürecektir. Deccal’ın Hz. İsa ile olan bu çekişmesinden ayrıca şunu anlıyoruz ki, Deccal Hz. İsa veya O’nun bir unvanı olan Mesih propagandası ile çıkarak halkı ve özellikle de Ehl-i kitap içerisindeki çoğunluğu oluşturan Hristiyanları kandırarak öne çıkacaktır. Yani ilk çıktığında Deccal, Deccallık özelliğiyle değil de, Hz. İsa veya O’nun soyundan geldiğini iddia eden birisi olarak belirecektir. Halbuki Kutsal Kitab ve diğer kaynaklardan anlıyoruz ki, Hz. İsa diri olarak 33 yaşında göğe alınmıştır ve hiç evlenmeyip bekar olarak yaşadığı için bir çocuğu ve dolayısıyla soyu da yoktur. İşte Deccal, bu gibi iddiaları, çoğunluğu Batı dünyasında bulunan bir taraftar topluluğunun da yardımıyla dikte ederek toplumlara kendisini kabul ettirmeye çalışacaktır. Ayrıca tarihteki gelişmelerden Deccal’ın, sadece Hristiyanları değil; içlerinden çıkmış olduğu samimi Yahudileri de hedef alacağı ve onların içerisine de ayrılıkçı fikir akımlarını yerleştireceğini anlıyoruz. Bu arada ona inanan Hristiyanların çoğunun da, tıpkı Müslümanlar gibi bu din savaşında onun kurbanı olacağını pek çok sahih hadisten anlıyoruz. Deccal bütün bunları insanlara yaptırırken çeşitli yöntemler kullanacaktır. Sihir, Elektromanyetizma ve toplu hipnoz gibi sayamadığımız pek çok doğaüstü yöntem sayesinde insanları teshir edecek ve etkisi altına alacaktır. Dolayısıyla güçlü yöntemlerden oluşan tüm bu şer güçlerin karşısına çıkabilecek ve ona karşı koyabilecek, daha doğrusu onu yok edebilecek (yöntemleriyle birlikte) tek otorite ve ilâhî gücün Hz. İsa’nın elinde olacağını hadislerin gaybî yorumlarına göre anlamaktayız. Bu yüzden Hz. İsa Mesih, Deccal’ın bu yöntemlerini deşifre edip bunları yok edebilecek olan yegâne insan, mu’cizâtlı bir zât ve müstesnâ bir peygamberdir. Dolayısıyla, O’nun kullanacağı yöntemlerin mu’cizeli ve etkili olması da bunu kolaylaştıracak başka bir etkendir.
Deccal, ilk çıktığı zamanlarda Hz. Mehdi ve Hz. İsa’nın tanınmaması için tüm propaganda yöntemlerini, basın ve yayın dünyasını kontrol ederek onları takip edecek ve tanınmamaları için mücadele edeceğini bazı müteşâbih hadislerin te’villi yorumlarından anlıyoruz. Çünkü Deccal, insanların onları tanımasıyla kendisinin güç kaybedeceğini bildiği için, bunu kontrol eden güçlü bir istihbarat teşkilâtı kurarak kendisine yardımcı olan bilim adamları ve araştırmacıların da yardımıyla onların tanınmamasına çalışacaktır. Tabi bütün bu olup bitenler, çok üst düzey bir teknik bilgi içerdiği ve çoğunlukla gizli olarak yürütüldüğü için geniş halk kitlelerinin bu olaylardan ve yapılanmalardan haberi olmayacaktır. Dolayısıyla onun yöntemlerini çözebilecek tek kişi de Hz. İsa’dan başkası olamayacak ve Hz. İsa’nın ikinci gelişinde onun kullandığı yöntemleri etkisiz hale getireceğini, başka çarenin kalmayacağını ve onu ancak O’nun öldürebileceğini bu müteşâbih hadislerin âhir zamana yönelik yorumlarından anlamaktayız.
Âhir zamanda ortaya çıkacak olan Büyük Deccal’ın dünya konjönktürü göz önüne alındığında ve onun zamanında oluşacak olan büyük çaplı ekonomik sistemin analizi yapıldığında büyük bir maddî gücü elinde bulunduran bazı Yahudi şirketlerinden ve Yahudi ailelerinden güç alacağını da anlıyoruz. Deccal bu gibi güçlerden yardım alarak iyice güçlendikten sonra, Kudüs’e yerleşecek ve orada Dünya Krallığını ilân edecektir. Özellikle şu anda İsrâil Hükümetinin, Mescid-i Aksâ yakınlarında devam ettirdiği kazı çalışmalarından, tüm bunların birer işareti olduğunu anlıyoruz. Unutmayalım ki, aslında Deccal Şeytan tarafından sahiplenilmiş ve öğretisini doğrudan ondan alan ve İncil’de tarif edildiğine göre 666 sayısı ile sembolize edilen Hristiyanlık karşıtı bir lider olarak ortaya çıkacaktır. Daniel Kitabı’nda bahsedilen ‘Küçük boynuz’ ifadesiyla tanımlanan bu adam, Napolyon’un, Lenin’in, Stalin’in ve Hitler’in başlattığı işi tamamlayacaktır. Yani aslında saydığımız tüm bu diktatörler tarih içerisinde, aynı sisteme ve aynı efendiye, yani şeytana hizmet eden ve Büyük Deccal’ın öncüsü olan birer kuklaydılar. Onların düzenlemiş olduğu bu şerli planın karşısında ise, 6666 sayısı ve ilâhî planı ile temsil edilecek olan Hz. İsa Mesih yer alacaktır. İşte önümüzdeki süreçte girmekte olduğumuz zaman dilimi, inananlarla inkârcıları ayıran ve uygarlığı yok edecek olan bu ilâhî planın bir parçasıdır. İşte İncil’de özellikle Vahiy Kitabı’nda bahsedilen gizli kehânetler bu süreç içerisinde teker teker gerçekleşecektir. Bu süreç içerisinde Hz. İsa’nın ikinci geliş süreci tamamlanacak ve Kudüs’te inşâ edilmeye çalışılan Deccal’ın tapınağı yavaş yavaş tamamlanacaktır. Bu ilâhî planın bundan sonraki aşamasında ise, Vahiy Kitabı’nda bahsedilen 7 borazanın çalınmasını anlatan sembolik olaylar ve hemen ardından da 7 mühürün açılmasını ifade eden sembolik olaylar gerçekleşecektir. Bu süreçte her şey yıkılacak, dev depremler ekonomileri çökertecek, okyanuslar yükselecek ve birçok kıyı kenti sular altında kalarak denizlerin toplam alanı genişleyecektir. Okyanuslar yükselecek ve bunu izleyen olaylar ve karışıklıklar sonrasında ise, Deccal kendisini süper güçle donatılmış bir politikacı olarak dünyaya tanıtıp, dünyayı eski düzenine sokacağını ileri sürdüğü bir plan önerecektir. Deccal’ın bu planı, dünyanın çoğu yerinde ticareti koordine eden merkezî bir Elektronik Ekonomi’yi içerecektir. İşte Vahiy Kitanbı’ndan analadığımız sembolik anlatıma göre, bu ekonominin bir parçası olmak ve otomasyondan yararlanabilmek için kişinin bu lidere bağlılık yemini etmesi koşulunu öngören ve herkese kabul ettirilmeye çalışılan, bir nevî ticaret anlaşması öne sürülecektir. Böylece tüm elektronik etkileşimlerin ve sözleşmelerin belgelendiği bir çip kişinin eline yerleştirilecektir. İsa karşıtı bu lider, önce İsrâil’i kanatlarının altına alıp barış antlaşması sağlayacak, daha sonra da tüm İslâm devletlerine ve Hz. İsa’ya karşı saldırıya geçip 3. Dünya Savaşı’nı başlatacaktır. Nostradamus’un kehânetlerine göre Rusya ve Çin de bu savaşa katılmak zorunda kalacaklardır. Vahiy Kitabı’na göre, BM ve Avrupa Birliği’nin de desteğini alan Deccal ve ordusu şeytanla birlikte, uzun süre devam edecek bu savaşın sonunda yenilecek, ateş ve kükürt gölünden oluşan Cehenneme atılacaktır. Bu savaşa ve gelecekte gerçekleşecek bu olaylara işaret eden bazı filmler yapılmıştır. Örneğin, ‘Yüzüklerin Efendisi’, ‘Matrix’ ve ‘Yarından Sonra’ isimli filmler bunlardan bazılarıdır.
DECCAL VE İLLÜMİNATİ TARİKATI
Tarihte pek çok kanlı ihtilâl ve pek çok imparatorluk ve devletin yıkılmasına neden olan bu şeytanî örgüt 1776 yılında Adam Weibshaut isimli bir Yahudi gizemci ve felsefeci tarafından kurulmuştur. ‘Aydınlanma’ veya ‘Işık sahipleri’ olarak da kendilerini tanımlayan bu örgüt, içlerinde Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere pek çok devleti parçalayıp yavaş yavaş Deccal’ın imparatorluğu ve hâkimiyeti için zemin hazırlamıştır. Şu anda ise, bu durum son aşamasına gelmiş olup, dünya hâkimiyetini ekonomi, politika ve bütün dinler üzerinde uygulayarak Deccal’ın dünya hâkimiyetine zemin hazırlamaktadır. Bugün, Hz. İsa’nın doğumundan iki bin yıl sonra, üçüncü bin yılın eşiğinde, illüminatinin verdiği mücadelenin son safhası olan Milliyetçilik (tez) ve Evrenselcilik veya Globallik (antitez) arasında yaşanılacak bir çatışma aşamasına getirilmiştir. Bu tez ve antitez arasında Yeni Dünya Düzeni (sentez) oluşacaktır. Bu düzenin gizli önderi ise, ‘Kaosun içinden düzen yaratmak’ felsefesiyle hareket eden ve ‘Dünyayı kurtaran adam’ gibi ortaya çıkacaktır. Vahiy Kitabı’na göre O, insan etine bürünmüş Şeytan, yani Deccal olacaktır.
Deccal’ın dünya üzerindeki krallığı ise, para ve servet tekeli, yani Tekel Kapitalizmi olarak düşünülebilecek olan bu sosyo/ekonomik sistem, bir nevî Kapitalist Faşizm veya Marksist Kapitalizm’in gelebileceği son evre demek olan küresel bir süper devlete işaret eder. Devletleri bile teker teker yok edebilecek derecede güçlenecek olan bu devasâ Tekel Şirketi yapısı, dünyayı sömürgeleştirip insanları köleleştirecektir. Yani İllüminati Tarikatı’nın planı, “KAOS TEORİSİ” sayesinde gelişmektedir.
Evet yukarıda değindiğimiz konular ilk etapta inanması güç ve fantezi olarak gelebilir fakat İncil’de bahsedilen kehânetlerin yorumlarına göre Deccal’ın ortaya çıkacağı zamana doğru tüm dünyayı on kadar insan yönetiyor olacaktır. İşte İncil’de bahsedilen bu on kral, İllüminati’nin iç çemberini oluşturan on kişilik ekibe işaret ediyor olabilir. Hiyerarşik piramide göre, altlarında kendilerine bağlı yaklaşık 300 küresel teknisyen (Tam sayısı 313 olabilir, çünkü hadislerden anlıyoruz ki, Hz. Mehdi ve Hz. İsa’nın da 313 önemli talebesi olacaktır) bulunuyor. Onların da altlarında yüzbinlerce mürid ya da “Yeni Dünya Düzeni Hizmetkârı” bulunuyor. İncil devamında bu on adamın, kıyamete yakın bir zamanda dünya çapında üstün bir güce sahip olacağını mükemmel bir şekilde anlatıyor.
Vahiy 17:3 âyeti bize, “On boynuzlu, kâfir ve kırmızı renkli bir canavar”ın ortaya çıkacağını söylüyor. Burada sembolik olarak bahsedilen kırmızı renkli canavarın ne olduğunu biraz düşünürsek İllüminati’nin Rusya ve Çin’de Komünizmi temsil etmesi için seçtiği rengi incelersek hemen görebiliriz. İşte bu renk bu ifadede geçen kırmızı renkle uyumlu olan “Kızıl Devrim”i temsil etmektedir. Vahiy 17:12-14’ten ise, on boynuza ilişkin çıkaracağımız sonuç ise, “On kral”ın dünyanın son günlerinde sınırsız bir siyasî ve ekonomik güç elde edecek bu on adama işaret ettiği kolayca görülebilir. On adamın tam yetkiyle destekleyecekleri canavar ise, insan şekline girmiş olan Şeytan, yani ondan tam yetki alan Deccal’dan başkası değildir. Tanımlanan bu Deccal Vahiy 13’te ‘On boynuzlu’ olarak ortaya çıkar ve canavar şeklinde tasvir edilir. Ayrıca bu on boynuzun üzerinde de “On taç” taşımaktadır. Burada yeniden, tüm dünyaya hükmeden ve şeytana yani Vahiy 13:18’de 666 sayısı ile temsil edilen Deccal’a verilen on adet büyük yetki gücüne rastlıyoruz ki, bu on taç Deccal’ın dünya üzerindeki hakimiyetini sağlayan on büyük yetki alanına işaret eder. Ayrıca bu on adamın, şeytanın kötü amaçlarına boyun eğmek ve desteklemekten çok daha fazlasını yaptıklarını görüyoruz. Onlar, bu 666 sayısıyla temsil edilen bu canavara, yani şeytanî lidere bir ilâh olarak tapmaktadırlar. Vahiy 13:8’de ise, Deccal’ın son günleri hakkında ilginç bilgiler elde ediyoruz ve iki önemli gerçeğe rastlıyoruz: İlk önce, gerçek Hristiyanları (İsevîleri) hor gördüğünü, onları yok etmek, etkisi altına almak ve inançlarını zayıflatmak istediğini anlıyoruz.
Daha sonra bu amacını tüm yeryüzüne yönlendirir. Bu kehânet, açıkça Şeytan’ın dünyanın son zamanlarına doğru kurmuş olduğu dehşetli bir komployu tarif eder. Bu komplo, hakikî Hristiyanlar (İsevîler) hariç tüm insanlar ve tüm uluslar üzerinde uygulanır ve ondan yetki almış alan on adam tarafından yönetilir. Canavar olarak tarif edilen iblis ruhlu Deccal ise, kendisiyle birlikte komployu yöneten on adamdan oluşan bir iç çemberin tam merkezinde yer alır ve kendisini ışığın ve hakikatin oğlu olarak tanıtır. Bu on adamın aynı doğrultuda çalışması ve sahip oldukları güçleri bu yaratığın hizmetine sunmaları tesadüf değildir. Nitekim, bunu bu şekilde yerine getirmek zorundadırlar. Çünkü efendileri olan Şeytan tutsak edildiği için yetkisi elinden alınmıştır ve tüm yetkisini bu on kişiye devretmiştir. Tüm bu komplonun karşısında ise, Allah’ın büyük kurtarma planı devreye girer ve Hz. İsa’nın vasıtasıyla bu şerli plan ortadan kaldırılmış olur. Yani bu kurtarma planına göre, Şeytanî iblis karakteri olarak 666 sayısıyla karşımıza çıkan Deccal’ın faaliyetleri, Hz. İsa tarafından 6666 ilâhî sayısı ile sınırlandırılmış olur.
DECCAL’IN İNKARCI FİKİR SİSTEMİ:
KAOS TEORİSİ
George Friedrich Hegel (1770-1831), çoğunlukla Hegel Diyalektiği olarak bilinen felsefesiyle Kaos Teorisi’ne ve İllüminati felsefesine ön ayak olmuş bir felsefecidir. Hegel, insanın sadece ‘mantık’ (Bir Mason kavramı) sayesinde özgürlüğüne kavuşabileceğine inanıyordu. Hegel’e göre tarih, üç basamaklı bir değişim (Diyalektik) süreciydi: Tez, Antitez ve Sentez. İlk önce tez aşamasında krizler ortaya çıkar ve halkta korku oluşturulur. İnsanlar mevcut duruma sinirlenir ve psikolojisi bozulur. Yaşanılan ümitsizliği, korkuyu ve bazen de paniği gidermek için de bunun çözümü olarak ileri sürülen karşıt bir durum yaratılmalıdır. İşte bu karşıt durum, Antitezdir. Bu sosyal sürecin üçüncü aşamasında, probleme uzlaşmacı bir çözüm, yani Sentez getirilir. Karşıt güçlerin (Tez ve Antitez) sürekli çarpışmasıyla elde edilen Kaotik durumdan (Chaotic State) geçici bir çözümü ortaya koyan Geçici bir durum (Transient State) elde edilir. Oluşan bu yeni denge ise, yeni bir tez olur ve bir kez daha karşıtlıklar ortaya çıkar. Böylece dengede ulaşmak istenilen nihâi Hedef duruma (Ultimate State) doğru yavaş yavaş bir ilerleme kaydedilirken, çarpışma ve kaos devam eder. İşte Hegel ve Marx, İllüminatinin yaklaşık 200 yıl boyunca kullandığı bu yıkıcı ve ölümcül teorinin temellerini atan iki Yahudi felsefecisiydi. Bu arada Hegel’in teorilerinin yeni olmadığını da bilmeliyiz. Çünkü Eski Yunanlılar ve Çinliler de buna benzer inkârcı ve ateist teoriler geliştirmişlerdi. Bu inkârcı teorilerin hemen hepsi, koyu bir ateist (Allah’ın varlığını açık açık inkâr ve ispat etmeye çalışan felsefeci) olan Charles Darwin’in “EVRİM TEORİSİ”yle büyük bir benzerlik gösterir. Darwin’in yaklaşık 150 yıldır etkisini sürüdüren hatalı teorisi, doğadaki karşıt güçlerle (antitez) çatışan organizmalara (tez) dayanıyordu. İşte Darwin’in okullarda ders olarak okutulan Bilim dışı ve mantıksız teorisinin temeli aslında bu ilkeye dayanıyordu. Dolayısıyla Deccal yanlısı eğitim kurumlarınca da desteklenen Darwinizm’in bir ileri aşamasının kaos teorisine doğru kapı açması o kadar da şaşılacak bir şey değildir. Bu gibi teoriler tarih içerisinde; her zaman vahdâniyyetçi, yani birleştirici ve bütünleştirici unsurlar içeren fikirlerin karşısında yer alarak; bölücü, ayrıştırıcı ve unsuriyyetperverliğe dayalı çatışmacı fikir akımlarının gelişmesine yol açmıştır.
KAOS TEORİSİ ve KOMÜNİZM İLİŞKİSİ
1860’larda bir Alman felsefecisi ve ekonomisti olan Karl Marx (1818-1883), kendi ekonomik ve politik devrim teorilerini içeren fikirlerini ‘DAS KAPİTAL’ isimli kitabında yayımladı. Komünist Parti Programı ve Das Kapital isimli kitabında Marx, “Diyalektik Materyalizm” fikrini ortaya attı. Bu yayınlarında Marx, insanın geçtiği evrimsel yolun, kaçınılmaz olarak hayalî bir SOSYALİZM’e varacağını ileri sürüyordu: Bu da KOMÜNİZM’di. Evrim teorisinin ekonomik ve sosyal hayata ilişkin bir uygulaması niteliğinde olan bu dehşetli teori, diğer bütün dinlere olduğu gibi özellikle İslâm’a ve Müslümanlara yaklaşık bir buçuk asır boyunca büyük kayıplar verdirmiş ve pek çok müslümanın da inkâra sapmasına neden olmuştur. Fakat günümüzde Komünizm tamamıyla ortadan kalkmış olup, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte gücünü kaybetmiştir. Fakat Marx’ın Hegel diyalektiğini kendi teorilerine uyarlamasının ve “Bilimsel Evrim”e olan inancının asıl sebebi, Hz. İsa’ya ve Hristiyan Kilisesine duyduğu nefretti. Marx, dini beyinleri uyuşturan bir afyon gibi tahayyül ediyordu. Oysa ki, Karl Marx sadece bir İllüminati üyesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda bir Yahudi gizemi olan koyu bir Kabala üyesiydi ve görüşlerinin birçoğunu Tevrat’tan yaptığı uyarlamalarla oluşturmuştu. Marx bir keresinde şöyle söylemiştir: “Benim hayattaki tek amacım Allah’ı tahttan indirmek ve Kapitalizm’i yok etmektir!”
HİTLER ve DECCAL İLİŞKİSİ
Hitler’le Deccal’ın ne gibi bir ilişkisi var? diye sorabilirsiniz. Fakat ilk etapta ilişkisiz gibi görünse de aslında birçok ilişkisi vardır. Bunlardan en önemlisi, Darwin’in inkârcı teorilerini alıp, ırkların üstünlüğü ilkesini ve ‘Safkan Irk’ teorisini geliştirip milyonlarca suçsuz Yahudiyi katleden Adolf HİTLER’in hadislerde bildirilen Büyük Deccallardan ikincisi olduğuna dair bazı işaretlerin bulunması ve Âhirzamanda gelecek olan Büyük Deccal’ın habercisi olduğudur. Hitler, Deccal’ı tarif ederken, kısa zamanda ve az sayıda kişinin yardımı sayesinde ilerleyeceğini bildirmektedir. Hitler’in tanımlamasına göre Deccal, hiç kimsenin karşı koyamayacağı bir şekilde ahlakî çöküntüye uğratır, etkili bir konuşma yeteneğine sahiptir ve büyü ve sihir gibi okült öğretileri de etkin bir biçimde kullanır. Ona göre bu kişi, Cennet ve Cehennem arasındaki tüm ruhlara hükmedecektir. Hatta buna doğa olayları ve kimyasal olaylar da dahildir. Dünyanın efendisi olacak bu kişi için Hitler “O, Tanrının Oğlu (Antiisa) olacak.” demiştir.
Hitler’e göre yukarıda bahsettiğimiz bu safkan ırktan olan bu kişinin liderlik sırrı, kanda, yani bir nevî asil bir ırktan geldiğini iddia etmesinde saklıydı. Hitler, dünyayı fethetmenin anahtarının kanda yattığına inanıyordu. Evet, Hitler haklıydı. Çünkü İllüminati tarikatı da esas gücünü kan bağından alıyordu. İllüminati, yüzyıllar boyunca dünyanın serveti ve zenginliği üzerinde tekel oluşturmuş nesiller arasındaki kanbağının bir diğer adıydı. Hitler de bir Deccal’dı ama kendisi de bu aldatmacanın bahtsız kurbanlarından birisi olmuştu. Adolf Hitler’i meydana getiren ve hayal gücünü tetikleyen İllüminatiydi. Fakat o, başarısız bir deney olmuş ve kendi efendilerine karşı gelen ve kendi kurallarıyla zafer arayan bir iktidar delisine dönüşmüştü.
İLLÜMİNATİ’NİN NİHÂİ HEDEFİ
İllüminati’nin nihâi hedefi nedir? Dünyadaki tüm siyasî iktidarları birleştirmek ve yönlendirmek istedikleri halde, tek hedefleri Dünya Hükümeti kurmak değildir. Bunun da ötesinde, gerçek hedefleri muazzam bir servet sahibi olmak, harcamak, aşırı ve doymak bilmeyen bir arzuya sahip oldukları halde tek hedefleri sadece daha fazla para kazanmak da değildir. İllüminati’nin asıl hedefi, Allah’ın kendisine bahşettiği yüksek ve âli bir makamda oturan Hz. İSA MESİH’i Hristiyanlık âlemindeki tahtından indirmektir. Dolayısıyla İllüminati O’nu tahttan indirerek, yerine Cehennem yaratıklarının en kötüsü olan ŞEYTAN’ı oturtmaktır. Bu yüzden İllüminati’nin iç çemberini oluşturan on şeytanî adamı ve ileride onları yönlendirecek olan Deccal’ı iyi tanımamız ve ondan korunmamız gerektiğini birçok hadis mu’cizevî bir tarzda haber vermektedir. İllüminati’nin kurulmasından 200 yıl sonra bugün, bu şeytanî elitin iç çemberi, dünyaya bir başka SAHTE MESİH tanıtma aşamasındadır. O, Hitler’in bıraktığı yerden başlayacak ve İncil’e göre “Azizlerle savaşacaktır.” {Vahiy 13. Bâb} O ve onu dünya iktidarına taşıyanlar trajik bir şekilde, kendi aldanmışlıkları içinde ziyan olacaklardır. Dolayısıyla İllüminati’nin sahte gururunun ve Hz. İsa karşıtı eylemlerinin, onları güçten düşüreceğini ve büyük servetlerinin zayi olacağını İncil’in Vahiy bölümünden okumaktayız. Daha sonra öfke ve korku içinde cehennem yüzlü efendilerine dönüp şöyle yakaracaklar: “Bizler sadece insanız, tanrı değiliz! Bizi aldattın, her şeyimizi kaybettik!” Vahiy Kitabı’na göre, onların bu yakarışları kendilerine fayda vermeyecek ve onunla birlikte cehennem ateşine atılacaklar.
İNCİL KEHÂNETLERİ ve İLLÜMİNATİ
İncil kehânetlerine yeniden dönersek Teselyalılara II. Mektup 2, Hezekiel 38 ve Vahiy Kitabı gibi diğer bazı kehânetlerde, Deccal’ın Kudüs kentini fethetmeye çalışacağı ve Hz. İsa ve onun ordusu ile savaşacağını görüyoruz. Vahiy Kitabı’na göre Kudüs ve ortadoğu bu dönemde, yani dünyanın son günlerinde kâfir bir şehir ve nefret edilen bir bölge olacaktır. Özellikle günümüzde bu bölgede yaşayan birçok Yahudinin Hz. İsa’yı reddetmesi ve İsrâil’in başına geçen birçok liderin ortadoğuyu karıştırmaya yönelik entrikalar çevirmesi bu kutsal şehri ve beldeleri bir günah yuvası haline çevirmiştir. İşte İllüminati’nin Deccal kralı, Allah tarafından âhir zamanda Sodom ve Mısır gibi lânetleneceği bildirilen bu kutsal şehirden, yani Kudüs’ten emirlerini vereceğini ve orada üs kuracağını Kutsal Kitap’tan ve pek çok sahih hadisten anlamaktayız. Yüzyıllar boyunca Kudüs, üç büyük dinin merkezi oldu ve bunların çatışmalarına sahne oldu. Hristiyanlık, İslâm ve Yahudilik. Peki Deccal, bu onlarca asırlık meseleyi nasıl çözmeye çalışacak? İşte bu durum, Vahiy 16:19’da;
“Büyük kent (Kudüs) üçe bölündü. Ulusların kentleri yerle bir oldu. Allah büyük Babil'i (Ortadoğu) anımsadı, ona ateşli gazabının şarabını içeren kâseyi verdi. Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar yok oldu. İnsanların üzerine gökten tanesi yaklaşık kırk kilo ağırlığında iri dolu yağdı. Dolu belası öyle korkunçtu ki, insanlar bu yüzden Allah’a hakaret ettiler.”
{Vahiy, 19}
Şeklinde tasvir edilmektedir. Özellikle son zamanlarda Kudüs’ün Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler arasında bölüştürüleceğine dair planlar ortaya atılmaktadır. İşte bu planın asıl amacı ise, bu kente BM denetiminde uluslararası bir statü kazandırmaktır. Yani Kudüs âhir zamanda üç büyük din için de eşit bir öneme sahip bir kent haline getirilmeye çalışılmaktadır. İşte tüm bu gelişmeler de, Deccal’ın “A Pluribum Unum (Çeşitlilik içinde birlik)” şeklinde tanımlanan “Yeni dünya düzeni” öğretisine tamamen uymaktadır. Şimdi Vahiy Kitabı’nda yer alan ve bu konuyla ilgili olan bazı pasajları inceleyelim:
Denizden Çıkan Canavar (Büyük Deccal, Antiisa)
“1Sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı. 2Gördüğüm canavar parsa benziyordu. Ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı gibiydi. Ejderha canavara kendi gücü ve tahtıyla birlikte büyük yetki verdi. 3Canavarın başlarından biri ölümcül bir yara almışa benziyordu. Ne var ki, bu ölümcül yara iyileşmişti. Bütün dünya şaşkınlık içinde canavarın ardından gitti.
4İnsanlar canavara yetki veren ejderhaya taptılar. "Canavar gibisi var mı? Onunla kim savaşabilir?" diyerek canavara da taptılar. 5Canavara, kurumlu sözler söyleyen, küfürler savuran bir ağız ve kırk iki ay süreyle kullanabileceği bir yetki verildi. 6Allah'a küfretmek, O'nun adına ve konutuna, yani gökte yaşayanlara küfretmek için ağzını açtı. 7Kutsallarla savaşıp onları yenmesine izin verildi. Canavar her oymak, her halk, her dil, her ulus üzerinde yetkili kılındı. 8Yeryüzünde yaşayan ve dünya kurulalı beri boğazlanmış Kuzu'nun yaşam kitabına adı yazılmamış olan herkes ona tapacak. 9Kulağı olan işitsin! 10Tutsak düşecek olan Tutsak düşecek. Kılıçla öldürülecek olan Kılıçla öldürülecek. Bu, kutsalların sabrını ve imanını gerektirir.”
Yerden Çıkan Canavar (Küçük Deccal, Süfyan)
“11Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu. 12İlk canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor, yeryüzünü ve orada yaşayanları ölümcül yarası iyileşen ilk canavara tapmaya zorluyordu. 13İnsanların gözü önünde, gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler gerçekleştiriyordu. 14İlk canavarın adına gerçekleştirmesine izin verilen belirtiler sayesinde, yeryüzünde yaşayanları saptırdı. Onlara kılıçla yaralanan, ama sağ kalan canavarın onuruna bir heykel yapmalarını buyurdu. 15Canavarın heykeline yaşam soluğu vermesi için kendisine güç verildi. Öyle ki, heykel konuşabilsin ve kendisine tapmayan herkesi öldürebilsin.
16Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu. 17Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. 18Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı (bir insanı, yani Deccalı) simgeler. Sayısı 666'dır.”
{Vahiy, 13:1-18}
Kuzu (Hz. İsa) ve 144 000 Kişi (Hz. İsa’nın Ashâbı)
“1Sonra Kuzu'nun (Hz. İsa) Siyon* (Kudüs) Dağı'nda durduğunu gördüm. O'nunla birlikte 144 000 kişi (Hz. İsa’nın Ashâbı veya ordusu) vardı. Alınlarında kendisinin ve Allah'ın adları yazılıydı. 2Gökten, gürül gürül akan suların sesini, güçlü gök gürlemesini andıran bir ses işittim. İşittiğim ses, lir çalanların çıkardığı sese benziyordu. 3Bu 144 000 kişi, tahtın önünde, dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyordu. Yeryüzünden satın alınmış olan bu kişilerden başka kimse o ezgiyi öğrenemedi. 4Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse ardısıra giderler. Allah'a ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır (seçilmiş kişiler). 5Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.”
Üç Melek
“6Bundan sonra göğün ortasında uçan başka bir melek gördüm. Yeryüzünde yaşayanlara -her ulusa, her oymağa, her dile, her halka- iletmek üzere sonsuza dek kalıcı olan Müjde'yi (İncil) getiriyordu. 7Yüksek sesle şöyle diyordu: "Allah'tan korkun! O'nu yüceltin! Çünkü O'nun yargılama saati geldi. Göğü, yeri, denizi, su pınarlarını yaratana tapının!" 8Ardından gelen ikinci bir melek, "Yıkıldı! Kendi azgın fuhuş şarabını bütün uluslara içiren büyük Babil (Mezopotamya veya günümüzdeki Irak) yıkıldı!" diyordu.
9Onları üçüncü bir melek izledi. Yüksek sesle şöyle diyordu: "Bir kimse canavara ve heykeline taparsa, alnına ya da eline canavarın işaretini koydurursa, Allah’ın gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış öfkesinin şarabından içecektir. Böylelerine kutsal meleklerin ve Kuzu'nun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecek. 10-11Çektikleri işkencenin dumanı sonsuzlara dek tütecek. Canavara ve heykeline tapıp onun adının işaretini alanlar (Deccal’ tabi olanlar) gece gündüz rahat yüzü görmeyecekler. 12Bu da, Allah'ın buyruklarını yerine getiren, İsa'ya imanlarını sürdüren kutsalların sabrını gerektirir." 13Gökten bir ses işittim. "Yaz! Bundan böyle Rab'be ait olarak ölenlere ne mutlu!" diyordu. Ruh, "Evet" diyor, "Uğraşlarından dinlenecekler. Çünkü yaptıkları onları izleyecek."”
Yerin Ürünü Toplanıyor
“14Sonra beyaz bir bulut gördüm. Bulutun üzerinde "insanoğluna benzer biri" oturuyordu. Başında altın bir taç, elinde keskin bir orak vardı. 15Tapınaktan çıkan başka bir melek bulutun üzerinde oturana yüksek sesle bağırdı: "Orağını uzat ve biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor." 16Bulutun üzerinde oturan, orağını yerin üzerine salladı, yerin ekini biçildi. 17Gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı. 18Ateş üzerinde yetkili olan başka bir melek de sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle, "Keskin orağını uzat!" dedi. "Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı." 19Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Allah’ın öfkesinin büyük masarasına attı. 20Kentin dışında çiğnenen masaradan kan aktı. Kan, 1 600 ok atımı kadar yayılıp atların gemlerine dek yükseldi.”
{Vahiy, 14:1-20}
Canavarın Sırtındaki Kadın
“1Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: "Gel!" dedi. "Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı göstereyim. 2Dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. Yeryüzünde yaşayanlar onun fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular." 3Bundan sonra melek beni Ruh'un yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm. 4Kadın, mor ve kırmızı giysilere bürünmüş, altınlar, değerli taşlar, incilerle süslenmişti. Elinde iğrenç şeylerle, fuhşunun çirkeflikleriyle dolu altın bir kâse vardı. 5Alnına şu gizemli ad yazılmıştı: ‘BÜYÜK BABİL, DÜNYA FAHİŞELERİNİN VE İĞRENÇLİKLERİNİN ANASI’ 6Kadının, kutsalların ve İsa'ya tanıklık etmiş olanların kanıyla sarhoş olduğunu gördüm. Onu görünce büyük bir şaşkınlığa düştüm. 7Melek bana, "Neden şaştın?" diye sordu. "Kadının ve onu taşıyan yedi başlı, on boynuzlu canavarın sırrını ben sana açıklayayım. 8Gördüğün canavar bir zamanlar vardı, ama şimdi yok. Biraz sonra dipsiz derinliklerden çıkacak ve yıkıma gidecek. Yeryüzünde yaşayan ve dünya kurulalı beri adları yaşam kitabına yazılmamış olanlar canavarı görünce şaşacaklar. Çünkü o bir zamanlar vardı, şimdi yok, ama yine gelecek.
9"Bunu anlamak için bilgelik gerek. Yedi baş, kadının üzerinde oturduğu yedi tepedir (Yani yedi tepeli bir kent, burada sanki İstanbul’a işaret ediyor olabilir) bu; aynı zamanda yedi kraldır (G-7 ülkelerine işaret ediyor olabilir). 10Bunların beşi düştü, biri duruyor, ötekiyse henüz gelmedi. Gelince kısa süre kalması gerek. 11Yaşamış, ama şimdi yok olan canavarın kendisi sekizinci kraldır. O da yedilerden biridir ve yıkıma gitmektedir. 12Gördüğün on boynuz henüz egemenlik sürmemiş on kraldır; canavarla birlikte bir saat egemenlik sürmek üzere yetki alacaklar. 13Düşünce birliği içinde olan bu krallar güçlerini ve yetkilerini canavara verecekler. 14Kuzu'ya karşı savaşacaklar, ama Kuzu onları yenecek. Çünkü Kuzu, Rablerin Rabbi, Kralların Kralı'dır. O'nunla birlikte olanlar, çağrılmış, seçilmiş ve O'na sadık kalmış olanlardır."
15Bundan sonra melek bana, "Şu gördüğün sular -fahişenin kenarında oturduğu sular- halklar, toplumlar, uluslar ve dillerdir" dedi. 16"Gördüğün canavarla on boynuz fahişeden nefret edecek, onu perişan edip çıplak bırakacaklar. Etini yiyip kendisini ateşte yakacaklar. 17Çünkü Allah, amacını gerçekleştirme isteğini onların yüreğine koymuştur. Öyle ki, Allah'ın sözleri yerine gelinceye dek krallıklarını canavara devretmekte sözbirliği edecekler. 18Gördüğün kadın dünya kralları üzerinde egemenlik süren büyük kenttir."”
{Vahiy, 17:1-18}
Gökteki Sevinç
“1Bundan sonra gökte büyük bir kalabalığın sesini andıran yüksek bir ses işittim. "Haleluya (Yaşasın)!" diyorlardı. "Kurtarış, yücelik ve güç Allah'a özgüdür. 2Çünkü O'nun yargıları doğru ve adildir. Yeryüzünü fuhşuyla yozlaştıran Büyük fahişeyi yargılayıp Kendi kullarının kanının öcünü aldı." 3İkinci kez, "Haleluya! Onun dumanı sonsuzlara dek tütecek" dediler. 4Yirmi dört ihtiyarla dört yaratık yere kapanıp, "Amin! Haleluya!" diyerek tahtta oturan Allah'a tapındılar. 5Sonra tahttan bir ses yükseldi: "Ey Allah'ın bütün kulları! Küçük büyük, O'ndan korkan hepiniz, O'nu övün!" 6Ardından büyük bir kalabalığın, gürül gürül akan suların, güçlü gök gürlemelerinin sesine benzer sesler işittim. "Haleluya!" diyorlardı. "Çünkü Her Şeye Gücü Yeten Rabbimiz Allah Egemenlik sürüyor.
7Sevinelim, coşalım! O'nu yüceltelim! Çünkü Kuzu'nun düğünü başlıyor (Hz. İsa’nın evliliğine işaret ediyor olabilir, çünkü hatırlarsak bazı hadislere göre, Hz. İsa’nın ikinci gelişinde evleneceğine daha önce değinmiştik), Gelini hazırlandı. 8Giymesi için ona temiz ve parlak İnce keten giysiler verildi." İnce keten kutsalların adil işlerini simgeler. 9Sonra melek bana, "Yaz!" dedi. "Ne mutlu Kuzu'nun düğün şölenine çağrılmış olanlara!" Ardından ekledi: "Bunlar gerçek sözlerdir, Allah'ın sözleridir." 10Ona tapınmak üzere ayaklarına kapandım. Ama o, "Sakın yapma!" dedi. "Ben de senin ve İsa'ya tanıklığını sürdüren kardeşlerin gibi Allah’ın bir kuluyum. Allah'a tap! Çünkü İsa'ya tanıklık, peygamberlik ruhunun özüdür." “
Beyaz Atın Binicisi
“11Bundan sonra göğün açılmış olduğunu, beyaz bir atın orada durduğunu gördüm. Binicisinin adı Sadık ve Gerçek'tir. Adaletle yargılar, savaşır. 12Gözleri alev alev yanan ateş gibidir. Başında çok sayıda taç var. Üzerinde kendisinden başka kimsenin bilmediği bir ad yazılıdır (Burada bahsedilen ‘beyaz atın binicisi’, Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce ortaya çıkacak olan, Hz. Mehdi’ye işaret ediyor olabilir). 13Kana batırılmış bir kaftan giymişti. Allah'ın Sözü adıyla anılır. 14Beyaz, temiz, ince ketene bürünmüş olan gökteki ordular, beyaz atlara binmiş O'nu izliyorlardı. 15Ağzından ulusları vuracak keskin bir kılıç uzanıyor. Onları demir çomakla güdecek. Her Şeye Gücü Yeten Allah'ın ateşli gazabının şarabını üreten masarayı kendisi çiğneyecek. 16Kaftanının ve kalçasının üzerinde şu ad yazılıydı: ‘KRALLARIN KRALI VE RABLERİN RABBİ’
17Bundan sonra güneşte duran bir melek gördüm. Göğün ortasında uçan bütün kuşları yüksek sesle çağırdı: "Kralların, komutanların, güçlü adamların, atlarla binicilerinin, özgür köle, küçük büyük, hepsinin etini yemek için toplanın, Allah'ın büyük şölenine gelin!" 18-19Sonra canavarı, dünya krallarını ve onların ordularını, ata binmiş Olan'la O'nun ordusuna karşı savaşmak üzere toplanmış gördüm (Hz. Mehdi ile Deccal arasındaki bir savaşa işaret ediyor olabilir). 20Canavarla onun önünde doğaüstü belirtiler gerçekleştiren sahte peygamber yakalandı. Sahte peygamber, canavarın işaretini alıp heykeline tapanları bu belirtilerle saptırmıştı. Her ikisi de kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atıldı. 21Geriye kalanlar (Ye’cüc ve Me’cüc’e işaret ediyor olabilir), ata binmiş Olan'ın ağzından uzanan kılıçla (Burada kılıç ifadesi, tank veya top gibi öldürücü bir silaha işaret ediyor olabilir) öldürüldü. Bütün kuşlar bunların etiyle doydu.“
{Vahiy, 19:1-21}
KAOS TEORİSİ
Makalemizin bu bölümünde, belki de tarihte ilk defa, Kaos Teorisi’ne farklı bir bakış açısından yaklaşarak, onun içyüzüne ve inkârcı felsefî temellerine değineceğiz. Son yıllarda bilim dünyasında, Evrim Teorisi gibi bir alternatif bilim teorisi ve her şeyin yapısını açıkladığını iddia eden bir fikir sistemi olarak ortaya atılan bu teoriyi detaylı bir şekilde analiz edersek, pek çok bölücü ve ayrılıkçı fikir sistemlerinin ve karmaşaya yol açan sosyal, ekonomik veya politik uygulamaların fikirsel altyapısını oluşturduğunu görebiliriz. 20. yüzyılda (1960’lı yıllarda) birtakım Yahudi bilim adamları ve matematikçiler (Poincaré, Hedemark ve Lorenz gibi) tarafından teorik altyapısı ve temelleri oluşturulan bu şeytanî felsefe teorisinin asıl amacı, birtakım hava durumu değişimleri ve kaotik yapı gösteren sistemlerin sürekli salınımı veya kendi kendini tekrar etmesiyle (periyodik olarak sonsuz bir döndü kurması ve titreşim oluşturmasıyla) bu kaotik durumun ve sistemin içinden, düzenli ve kısa süreli sürekli olan kararlı bir sistemin, olayın veya herhangi bir süredurumun çıkabileceği ilkesine dayanarak kâinatın ilk yaratılış anındaki (BİG BANG) maddenin karışım (HEYÛLA veya KAOTİK) şeklinde bulunduğunu varsayıp, bu maddenin partiküllerinin sürekli birbiriyle temas ederek ve birtakım tesadüfler sonucunda titreşimler yaparak kendi kendine içinden sürekli ve düzenli bir sistemin ve böylece kâinatın oluştuğu şeklinde yaratıcıyı inkâr etme ve O’nun hikmet ve kademe kademe yaratma işlevini, birtakım kuvvetlerin ve karmaşık sistemlerin eline vererek ŞİRK’e kapı açmaktadır. 21. yüzyıla varıldığında ise, bu dehşetli ve şeytanî teori kendisine EKONOMİ, TARİH, MATEMATİK, FİZİK, KİMYA, BİYOLOJİ ve ASTRONOMİ gibi pek çok bilim dalında modern teknolojinin ve bilgisayarların da yardımıyla büyük bir uygulama alanı ve zemini buldu. İşte bu dehşetli teorinin fikirlerinden faydalanan Deccal Sistemi ve onun çevresinde güdümlenen ve çoğu Yahudi olan bilim adamları grubu, bu teoriyi Ekonomiye, Siyasete, Matematiğe, Fiziğe, Kimyaya, Biyolojiye ve Astronomiye uygulayarak her şeyin karmaşık bir kaotik bir sistemden kendi kendine bir denge durumuna ulaşmasıyla kendi kendisini oluşturduğunu ve bir yaratıcının (Allah’ın) varlığını inkâr etme noktasına götürmektedirler.
KAOS TEORİSİ’NİN GEÇERSİZLİĞİ
Bu bölümde, yüzeysel olarak ve özet olarak incelediğimiz bu teorinin detaylarına çok fazla girmemekle beraber, teorinin çıkış noktalarını ve geçersizliğini birkaç matematiksel teorik ispat vererek göstermeye çalışacağız. Daha fazla bilgiye sahip olmak isteyen okuyucu, İsevilik İşaretleri-II isimli kitabımızın ekinde verilen Kaynak Kitap listesindeki Kaos teorisiyle ilgili olan kitapları inceleyebilir. Bu teorinin temel olarak iki ana çıkış noktası vardır:
BİRİNCİSİ
Başlangıç Durumuna Hassas Bağımlılık
Bu konunun teorisyenleri ve kurucuları, birtakım açıklayamadıkları ve karmaşık gibi görünen, fakat arkasında pek çokil ilâhî hikmete bağlı sebebin bulunduğu fiziksel olayları “Karmaşık Bir Sonsuz Döngü” şeklinde devam eden ve kendi oluşturdukları “Yapay Ortam Simülasyonları”nı örnek olarak göstererek adeta “Devede kulak kalabilecek” kadar küçük ve önemsiz bir durumu “İğne deliğinden deveyi geçirme”ye benzer bir sahte ‘Kurgu’ ve ‘Tutum’la bu teoriyi ispatlamaya çalışmaktadırlar. Oysa örnek olarak verdikleri sistemlerde ve olaylarda da, gizli bir düzen ve bir yaratıcının işlettiği ve belki bizce anlaşılması güç olan birtakım hikmet yasaları elbette işlemektedir. Zaten bu fikri savunan teorisyenlerin kendileri de, bu durumun kendi içerisinde çeliştiğini ve bu kaotik sistem içerisinde gizli bir düzenin olduğunu kendileri de itiraf etmekte ve kendi kendileriyle çelişmektedir. İşte bununla ilgili ileri sürülen, yani başlangıç durumuna hassas bağımlık içeren en önemli iki örnek ve onların geçersizliğini ispat eden iki Vahdâniyyetçi cevap aşağıda verilmektedir. Şimdi bu örnekleri dikkatle inceleyelim ve ne kadar yanıltıcı olduklarını görelim:
Birincisi
Kurşunkalem Örneği
SORU: Bir kurşunkalemi sivri ucunun üzerinde dengede tutmaya çalışırsanız ne olur?
KAOSCU CEVAP: Bunu yapmak imkansızdır. Çünkü kalemin denge durumundan en ufak bir sapma, kurşunkalemin şu ya da bu yana düşmesini sağlayacaktır. Eğer kalemin düşmesini, klasik mekanik yasalarına uygun olarak incelersek (ki bunu yapamayız) kalemin düşme hızının yaklaşık olarak veya en azından başlangıçta üstel bir biçimde arttığını buluruz. Yani kalemin düşüş sırasında denge noktasından sapma hızı, belli bir süre içinde iki katına, yine ona eşit olan bir sürenin içinde de tekrar iki katına çıkar ve tekrar ve tekrar iki katına çıkar ve en sonunda kalem masanın üzerinde yatay bir konumda kalır. İşte bu deney, kalemin ”Başlangıç durumuna hassas bağımlı”dır ve kalemin yapacağı hareketin geleceğindeki bütün konum ve hız değişimleri bu başlangıç durumu tarafından belirlenir, başka hiçbir etken kalemin düşüş sürecini etkileyemez.
VAHDÂNİYYETÇİ CEVAP: Sıfır noktasında, yani kalemin başlangıçtaki konumu ya da hızı anında, sistemin durumunda meydana gelen değişimler (rüzgar veya sürtünme kuvveti gibi faktörlerin etkisiyle), zamanla üstel bir biçimde büyüyen değişikliğe yol açar. Çok küçük bir neden, yani diferansiyel değişimler olarak tanımlayabileceğimiz kalemin milimetrik bir oranda sağa ya da sola sapması gibi, çok büyük bir etki yaratır (Newton’un III. Yasasıyla ifade edilen etki/tepki ilkesi gibi). Bu durumda, yani küçük bir durumun büyük bir etki yaratması için sıfır noktasında olağandışı koşulların oluşması gerekir ki, bu koşullar yaratıcı tarafından ilk başlangıç anında belirlenmiştir ki, kalemin kaderi olarak nitelendirebileceğimiz bu ilk koşulları yaratıcıdan başkası belirleyemez. Dolayısıyla yapay olarak oluşturulmuş bir deney düzeneği kursanız bile, kalemin hareketini, yani yörüngesinden ibaret olan kaderini, bu başlangıç durumunda oluşan hassas bir orandaki değişimlerle belirleyemezsiniz. Sonuçta kalem mutlaka masanın üzerine düşecektir. Çünkü Allah’ın kâinatın ilk yaratılış anında koymuş olduğu yerçekimi yasaları kalemi masanın üzerine düşmeye zorlayacaktır. İşte bu noktadan bakıldığında ise, başlangıç durumuna hassas bağımlı olmak ya da olmamak, kalemin düşmesini ve geleceğini engelleyemeyecektir.
Bu durum, sadece yapay olarak oluşturulan bir düzenek ve sistemdir. Dolayısıyla bu olayın anlaşılmasının sezgi ve tespitlerimize aykırı bir yanı olması, bunun gerçekleşme olasılığının trilyonda bir gibi çok küçük ve önemsiz bir olasılığa ve rastlantıya sahip olması, olayın gerçekleşmesini, yani başlangıç durumunun tespit edilebilmesini imkansız kılmaktadır. İşte bu nedenle başlangıç durumunda şöyle olmuş ya da böyle olmuş ne fark eder? Sonuçta kalem Allah’ın koymuş olduğu genel bir kanun olan yerçekimi etkisiyle, yani fizik kanunları çerçevesinde masanın üzerine düşecektir. İşte bu çok basit problem de, yani kalemin mutlaka masanın üzerine düşecek olması, Kaoscu düşüncenin açıklayamadığı sahte bir kurgudan ibarettir.
İkincisi
Bilardo Topu Örneği
SORU: Şimdi bu konuya ilişkin bir başka örneği, bir masa ve önünde dışbükey bir engelin bulunduğu bir bilardo topunu ele alalım. Sistemi bir ölçüde amacımıza uyacak biçimde değiştirerek, yani topların dönerek yuvarlanmasından meydana gelen sürtünmeleri ihmal edersek ve çarpışmaların esnek olduğunu varsayarsak; masanın üzerine aşağıdaki şekildeki gibi yerleştirilen biri gerçek diğeri hayalî iki bilardo topunun hareketini incelediğimizde, topların geleceklerini oluşturan yörünge hareketleri, yani topların başlangıçtaki vuruş açısına göre izleyecekleri yörüngeler nasıl olur?
KAOSCU CEVAP: İkisine birden aynı anda vuruyoruz ve böylece toplar aynı hızla fakat biraz farklı yönlerde yuvarlanmaya başlarlar. Bu durumda iki topun izlediği yollar arasındaki fark belli bir açı oluşturur ve iki top arasındaki uzaklık zamanla orantılı olarak artacaktır. Aradaki bu açıya ‘alfa’ açısı diyelim. Buradaki zamanla orantılı artış, daha önce örnek olarak verdiğimiz kurşunkalemle aynı üstel artışa sahip olduğundan, ‘gerçek’ ve ‘hayalî’ topların merkezleri bir saniyelik bir süre sonunda, birbirine bir mikronluk (milimetrenin binde biri) bir uzaklıkta bulunuyorsa, yirmi saniye sonra bu uzaklık yirmi mikrona erişmiş olacaktır ki, bu oran hala çok küçük bir uzaklıktır. Başlangıçta iki topun izlediği yolların ‘alfa’ açısını oluşturduğunu ve topların bilardo masasının düz kenarına çarpıp geri dönmesi durumunda da bu açının değişmediğini düşünebiliriz. Buna karşılık toplar, yuvarlak engellerden birine çarptığı zaman izledikleri yollar birbirinden uzaklaşır ve başlangıçtaki ‘alfa’ açısının iki katı büyüklükte olan bir açı oluşturur. İkinci kez yuvarlak engele çarpmaları durumunda, topların izlediği yollar dört alfa büyüklüğünde bir açı oluşturur. Bu tür on çarpışmadan sonra oluşan açı, başlangıçtaki açının 1024 katı büyüklükte olur. Bu durum böylece, yani kaotik ve üstel bir biçimde sonsuza kadar sürer. Her saniyede bir çarpışma olması durumunda, gerçek ve hayalî topların izledikleri yollar arasındaki açının, zamanla üstel bir biçimde arttığı görülür. Aslında, küçük olmaya devam ettiği sürece toplar arasındaki uzaklığın, aynı biçimde arttığını matematiksel yoldan kolayca! (ki gerçekte bunu matematiksel yoldan kanıtlamak imkansızdır) kanıtlayabilirsiniz. İşte, topların hareketini oluşturan izledikleri bu yörüngeler, topların “Başlangıç durumundaki hassas vuruş açısı olan ‘alfa’ya bağımlıdır.”
VAHDÂNİYYETÇİ CEVAP: Şimdi, gerçek ve hayalî topların merkezleri arasındaki uzaklığın her saniyede kaoscu cevapta olduğu gibi iki kat arttığını düşünelim. Bu durumda başlangıçtaki 1024 mikrona ulaşan fark, 20 saniye sonra bir metreyi, 30 saniye sonra ise, bir kilometreyi geçmiş olacaktır. Doğal olarak bilardo masası bu kadar geniş olmadığı için topların yörüngeleri masanın içinde sınırlı kalır. Bu mantıksızlığı oluşturan şey ise, topların yuvarlak bir engele çarptıktan sonra izledikleri yolların kaoscu cevabın iddia ettiğinin tersi olarak, yani kesin olarak bilinemeyişidir. Dolayısıyla aslında oldukça karmaşık ve tahmin edilemeyecek olan bu sistemi kaoscu cevap çok basite indirgeyerek açıklamaya çalışmaktadır. İki topun izleyeceği yollar, birbirine yakın olduğu sürece bu varsayım az/çok doğru sayılabilirse de daha sonra yanlışa dönüşür. “Gerçek” topun izlediği yol, engelin çok uzağından geçecektir. Dolayısıyla toplar engellere ve masanın kenarlarına çarptıktan sonra, yörüngeleri tamamen uzaklaşacak ve ilk başlangıç durumdaki benzerlikleriyle hiçbir alakası kalmayacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu deneyde “hayalî” top için olağandışı, yani gerçekleşmesi imkansız bir yörünge öngörülmüştür. İki topun hareketini üstel bir artışla birbirinden ayıramayız. Dolayısıyla her iki örnekten de görmekteyiz ki, iki durumda da çıkış noktaları ve aşamalar hemen hemen aynıdır. Neden başka bir çok örnek varken bu örnekleri verdik? Bunun çok önemli iki temel sebebi vardır:
Birincisi; Dikkat edilirse ilk örnek, kaos teorisiyle kâinatın yaratılış anındaki başlangıç noktasının kestirilemeyeceğini ve rastgele seçilmiş pek çok alternatif düzenlemelerin (ki bu durum ŞİRK’e kapı açar) olabileceğini öne sürerek, Allah’ın tüm kâinatı tek bir H2 (Hidrojen) atomundan büyük patlamayla ve tesadüf eseri olmadan, yani tamamen bilinçli ve programlı bir şekilde tasarlayarak başlattığının, belli bir KADER programı çerçevesinde aşama aşama tekâmül ettiğinin inkârına yönelik aldatmaca bir kurgudur.
İkincisi; Aynı şekilde ikinci örnekte de kâinatın başlangıç anındaki H2 atomları arasındaki çarpışmalar, bilardo toplarının rastgele (kaotik) çarpışmalarıyla mukayese edilerek, güya başlangıç anındaki açıları değiştirmekle farklı yörüngelerin (ki buradan hareketle farklı EVREN’lerin oluşabileceği düşüncesine götürür ki, evren mutlaka şu an olduğu gibi ve farklı bir yaratılışa müsaade etmeksizin eşsiz bir biçimde yaratılmıştır. İşte bu düşünce de ŞİRK’e kapı açar. Çünkü başlangıç anında pek çok evren modelinin belirmesi, kâinatın birden çok yaratıcısının olduğuna yönelik yanlış fikirlere götürür) oluşacağı düşüncesinden hareket ederek kâinatın aynen bilardo toplarının rastgele açılarla çarpışması gibi oluştuğu şeklinde yaratıcıyı ve yaratılışı inkâr etme yoluna gitmektedir. Halbuki kâinatta tesadüf (olasılık) imkansızdır ve her şey, her olay belli bir kader programı ve planı dahilinde gerçekleşmektedir.
Üzerinde dışbükey engeller bulunan bir bilardo masasında bulunan bir topun hareketi sol alt köşeden başlamak üzere, topun izleyeceği yörünge düz çizgilerle gösterilmektedir. Kaos teorisine göre, İkinci bir hayalî topun hareketi ise, vuruş açısı çok az değiştirildiğinde, kırık çizgilerle gösterilen ve diğerinden çok az bir fark gösteren bir yörünge izler. Gerçekte ise, birkaç çarpışmadan sonra, iki topun izlediği yolların birbiriyle hiçbir ilgisi kalmaz.
İKİNCİSİ
Türbülans ve Sonsuz Döngü
Kaos teorisinin bir başka önemli dayanak noktasını meydana getiren, Türbülans oluşturan ‘Garip Çekerler’ (karmaşık eğri takımları veya kümeleri); genel olarak bir sarkacın, titreşim çubuğunun veya salınım yapan herhangi bir cismin yörüngesinin yaklaşık aynı kalarak ‘kendi kendisini tekrar etmesi’ ilkesine dayanır. Cismin bulunduğu konuma göre, salınım soldan sağa veya sağdan tekrar sola veya yukarı/aşağı yönlerde sürekli kendini tekrar eder ve bu biçimde sonsuza kadar sürer gider. Aslında salınım yapan bir sistemin durumunun, sadece konumu tarafından belirlendiği pek söylenemez. Ayrıca sistemin hızını, ivmesini, hacmini, kütlesini, akışkanlığını, yoğunluğunu ve bunun gibi pek çok parametresini de bilmemiz gerekir ki, bu yörüngeyi tam olarak tahmin edelim ve doğru bir şekilde matematiksel olarak ifade edelim. İşte sadece yaratıcının bilebileceği ve takdir ettiği bu yörüngeyi ve kader planını açıklamak için kaos teorisyenleri, yörüngeyi tasvir eden belirli bir halka biçiminde çizerek ve birtakım yetersiz matematiksel denklemler yardımıyla temsil edilen bir noktayı (başlangıç noktası) bu yörüngeye oturtarak belirli periyotlarla (süredurumlar) takip edildiğinde belirlenebileceğini iddia ederler. Bu periyot değişimlerinin, hayalî canlandırmalar yardımıyla sistemli bir düzen oluşturabileceğini savunurlar. Oysa ki bir musluğu açıp, suyun akışındaki geçici değişimleri veya hava akımının sirkülasyonundaki geçici durumlarının içinde kendi kendine oluşan sistemli bir düzen aramak samanlıkta iğne aramaktan farksızdır. Böyle bir sistemi çok uzun bir süre izleseniz bile; suyun akışının değişimini tahmin etmek ya da havada oluşan bir dumanın nasıl bir şekil alacağını kestirmek mümkün değildir. Suyun bütün moleküllerinin ve dumanın her atomunun hareket denklemini bilmeniz lazım gelir ki, onların toplamından oluşan kütlenin hareketini tayin edebilesiniz. İşte bunu da tam olarak yaratıcıdan başkası bilemez, daha doğrusu böyle bir bilgi sonsuz boyutlu bir uzay-zaman matematiğini ve bu da tüm bunları bilen ve sonsuz bir ilmi olan bir zâtın varlığını gerektirir. Bunu bizim bilebilmemiz ise imkansızdır. Zira bunu bilebilmek için, sistemdeki yer alan akışkanın veya havanın doldurduğu uzayın tüm noktalarındaki değişimleri ve her bir atomun veya molekülün hareket yasalarını bilmek zorunda kalırız. Elbette ki böyle akla uzak bir meseleyi, sonsuz bir Kudret ve İlmi bulunan Allah’tan başkası yapamaz. Türbülans ve Sonsuz Döngü fikrinin de iki ana çıkış noktası vardır. Şimdi sırasıyla onları inceleyelim:
Birincisi
Lorenz Çekicisi ve Kelebek Etkisi
Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden meteoroloji uzmanı Edward Lorenz, atmosferik konveksiyon olgusuna ilişkin bazı araştırmalar yaptı. Bu olguyu kısaca şöyle tanımlayabiliriz: Güneş ışınlarının yeryüzünü ısıtması ve bu ısının havaya yansıması nedeniyle atmosferin alt katmanlarındaki hava, üst katmanlardakinden daha sıcak ve hafif duruma gelir. Isınan ve hafifleyen hava yukarı doğru yükselirken daha soğuk ve yoğun olan üst katmanlardaki hava aşağı doğru hareket eder. Bu iki yönlü harekete atmosferik konveksiyon denir. Hava da su gibi akışkan olduğu için sonsuz sayıda boyutları bulunan bir uzaydaki nokta ile tanımlanması gerekir. Lorenz yaklaşık bir biçimde sonsuz boyutlu uzaydaki gerçek zamansal evrimi bilgisayarda inceleyebileceği üç boyutlu bir evrimle değiştirilmiş olan ve bu işlemin sonucunda ortaya bugün “Lorenz Çekeri” olarak bilinen nesne çıkmıştır. Alt ve üst katmanları yukarıda anlattığımız gibi yer değiştirmekte olan atmosferi temsil eden bir noktanın bilgisayarın çizdiği doğru üzerinde hareket ettiğini düşünelim. Bu durumda bu nokta, koordinat ekseninin başlangıç noktasındaki çıkış noktası yakınından başlayarak çekerin “sağ kulağı”nın çevresinde bir kez döner, sonra birkaç kez “sol kulağın” çevresinde dönerek tekrar “sağ kulağa” gelir ve bu kez iki tur yapar ve süreç bu şekilde sonsuza kadar sürer. Noktanın çıkış noktası civarında çıplak gözle görülemeyecek kadar çok küçük bir değişim yapması durumunda sağ ve sol kulaklar çevresindeki birbirini izleyen turların sayısı tamamen farklı olur. Bunun nedeni, Lorenz’in idiasına göre noktanın başlangıç durumuna olan hassas bağımlılığı sonucu oluşan “Kelebek Etkisi”dir. Yani diğer bir ifadeyle, sistemin başlangıç durumundaki çok küçük bir değişim, sistemin sonunda çok büyük bir değişimi tetiklemektedir. Bu nedenle sol ve sağ kulaklar çevresindeki turlar gelişigüzel (rastgele) bir biçimde gerçekleşir ve bunların önceden saptanmaları güç olur.
İşte Lorenz’in bu zaman içindeki evrime ilişkin teorisi, atmosferik konveksiyon olayının gerçekçi bir tanımlaması olmakla birlikte, daha sonraları Kaos Teorisi’nin de temelini oluşturdu. Bu görüş, atmosferde meydana gelen hareketlerin hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyeceğini savunur. Bir meteoroloji uzmanı olan Lorenz, bu bilim dalının bir parçası olan bir olguyu alarak, daha sonra bunu Poincaré ve Hedemark’ın felsefeleri yardımıyla diğer bilim dallarına da uygulamış ve bunun sonucunda her şeyin karmaşadan ibaret olduğunu ve kesin olarak belirlenemeyeceğini savunan Kaos Teorisi ortaya çıkmıştır..
Lorenz’in Garip Çeker’i. Oscar Lanford tarafından programlanan bu bilgisayar çizimine göre, kaotik bir sürece ilişkin bir noktanın izleyeceği yörünge eğrisi, birbirine çok yakın bir sirkülasyon yaparak sonsuza dek sürüp gider.
Lorenz çekicisi olarak tanımlanan ve kaos teorisinin çıkış noktasını oluşturan bu grafik, baykuş gözlerini ya da kelebek kanatlarını andırmaktadır ve kaos teorisinin ilk kâşifleri tarafından bir sembol olarak benimsenmiştir. Düzensiz bir veri akışının içinde sağlam ve düzenli bir yapının saklı bulunduğunu bu şekil sayesinde açıklamaktadırlar. Normal olarak, herhangi bir fiziksel sürece ait değişkenin değerlerindeki zamanla değişmeler, sözde zaman dizileri denen kümelerle (çekici olarak tanımlanan şekillerle) ortaya konmaktadır. Newton dinamiğinin üç cisimden oluşan bir sisteme ait kütleçekim ifadesini tanımlayamaması gibi fiziksel olayların açık noktalarından yararlanarak, üç değişken arasındaki ilişkilerin değişimlerini göstermek için daha farklı bir tekniğe veya teoriye ihtiyaç duyulduğunu iddia ederek; bu üç değişkenin, bir noktanın zaman içinde herhangi bir anda üç boyutlu uzay içinde bulunduğu yeri bu eğrilerin tanımladığı yörüngelerle tespit etmekle adreslemektedirler. Sistem değiştikçe, devamlı surette değişen değişkenler de bu noktanın hareketiyle ifade edilmektedir. Sistem hiçbir zaman aynen tekerrür etmediği için, yörünge kendi kendisiyle asla kesişmez. Tam tersine sonsuza kadar kendi etrafında sarılmaya devam eder. Bu düşünceye göre, Çekici üzerindeki bu hareket soyut olmasına rağmen, gerçek sistemin hareketi hakkında bir fikir vermektedir. Çekicinin bir kanadından diğerine geçiş, konveksiyon halindeki bir akışkanın yön değiştirmesine veya bir hava akımının dönüş hareketinin ters yöne dönmesine tekabül eder..
İkincisi
Periyod Katlama ve Sonsuz Döngü
Kaos teorisinin temelini oluşturan buluşlardan birini de Mitchell Feigenbaum yapmıştır. Feigenbaum, Lorenz’in çalışmalarından etkilenerek periyodik katlama ve sonsuz döngü (devr-i dâim) teoremini ortaya atmıştır. Bu teoremin detaylarına çok fazla girmemekle birlikte mantıksal yapısını kısaca inceleyelim. Bir fiziksel dinamik sistemi etkileyen güçler değiştirildiği zaman, periyod sayısının ikiye katlandığını verdiğimiz ilk iki kaoscu örnekte görmüştük. Bu durumda periyodik yörüngenin yerini, ona yakın olan fakat çıkış noktasına geri dönmeden önce bir yerine iki tur yapan diğer bir yörünge alır. Buna bağlı olarak, yörüngenin periyodu çıkış noktasına geri dönüşüne dek geçen sürede iki katına çıkar. Periyod Katlama olarak tanımlanan bu durum, bazı konveksiyon deneylerinde de görülmektedir. Örneğin, alttan ısıtılan bir akışkanda bazı periyodik hareketler oluşur. Isının arttırılmasıyla periyod sayısı iki katına çıkan başka bir periyodik hareket görülür. Damlayan bir muslukta da bazen aynı durum görülebilir. Örneğin, musluk biraz açılırsa damlama periyodu iki katına çıkar. Bunun örnekleri çoktur.
İlginç olan nokta ise, periyod katlama olayının birçok kez tekrarlanabilmesi ve bu yoldan periyodun 4, 8, 16, 32, 64 vs. katına çıkmasıdır. Böyle bir periyod katlamalı sistem aşağıdaki şekillerde görülmektedir. Sistemde yatay eksen uygulanan kuvvetleri ölçmekte olup, birbirini izleyen periyod katlamaları A1, A2, A3 … noktaları olmaktadır ve bu noktaların bir araya geldikleri yer A∞ ile gösterilmektedir. Şimdi A1A2, A2A3, A3A4, … olarak gösterilen aralıklara bakalım. Bunların özelliği birbirini izleyen oranların hemen hemen aynı ve değişmez olduğudur:
n—>∞
şeklinde ilginç bir sonuç çıkar.
Mitchell Feigenbaum, bu formülü bulduktan sonra konuyla ilgili önce reddedilen fakat daha sonra başka bir yayımcı tarafından yayınlanmasına izin verilen bir makale yayımladı ve Cornell Üniversitesi’nden fizik profesörü olan Kenneth Wilson’un ‘Renormalizasyon Grubu Teoremi’ ile ilgili görüşlerinden yola çıkarak kanıtların peşine düştü. Feigenbaum bu uğraşısı sırasında, birbirini izleyen periyod katlamaların doğru bir şekilde yeniden ölçeklendirilmesi (yani çeşitli parametreler için kullanılacak birimlerde gerekli değişikliklerin yapılması) durumunda tüm bu periyodik katlamaların temelde aynı olgu olduğu kanısına vardı. İşte Feigenbaum bunu kanıtlamak için uzun matematiksel işlemler ve bilgisayar hesaplamalarına girişti. İlerki dönemlerde ise bu fikir, periyod katlamanın ötesinde kaosun varlığına bir işaret olarak algılanarak; tekrar eden periyodların yerini önce Hidrodinamik alanında ve daha sonra da diğer uygulamalarda kaotik davranışlar olduğu fikrine bıraktı.
Dolayısıyla yukarıda kısaca değindiğimiz bu görüşlerin de çıkış noktaları ve amaçları aşağı yukarı aynıdır. Dikkat edersek burada Sonsuz Döngü şeklinde tasavvur edilen sistem, aslında kâinat olup, kâinatın sürekli kendi içerisinde tekrar eden döngüler yardımıyla tekrar tekrar kendini yenilediği ve ezelden ebede kadar sürüp gittiği ve sonsuz bir biçimde kadîm kalacağını savunan Platoncu ve Darwinci fikir sistemleri ve teorileriyle aynı felsefî görüşü savunarak, onların yeniden ve farklı bir biçimde vücut bulmuş şekli olarak karşımıza çıkarak, yaratılışı inkâr etmeyi ve kıyametin geleceğini, yani evrenin varlığını sonsuza kadar sürdürüp gidemeyeceğini haber veren tevhid inancını inkâr etmeyi amaçlamaktadır. Dikkat edersek yine burada, belirli bir süreç içinde belirli aralıklarla kendini tekrar eden periyod katlama olayı da, bu sonsuz döngü şeklinde devam eden alt uzay (küçük evren) oluşumlarının tıpkı büyük evren gibi, SONSUZ’a kadar devam edeceğini iddia ederek adeta her atom veya molekül topluluğu içeren canlı veya cansız sisteme bir nevî RUBÛBİYYET, yani ilâhlık özelliği istinâd ederek ŞİRK’e kapı açmaktadır. Oysa ki, son yapılan bilimsel araştırmalar kâinatın bir başlangıcı olduğunu, maddenin ve evrenin ölümlü yani SONLU olduğunu ortaya koymaktadır…
Periyod katlama olayının temsilî bir resmi. (a) Periyodik bir yörüngeyi ve (b) Bu yörüngenin yerini alan ve yaklaşık olarak iki kat uzun bir sürede tanımlanan yeni bir yörüngeyi tanımlar. Periyod katlamalı bir sistemin temsilî resmi. Sistemi etkileyen kuvvetler değiştiği zaman, A1, A2, A3 …A∞ olarak gösterilen değerlerde periyod katlamaları oluşur. Bu süreç devam ettirilirse sistem yaklaşık olarak 4,66… sayısına yakınsar.
Bir akışkanın içinde meydana gelen Kaotik Akışları gösteren temsilî bir resim. Ağdalı bir akışkan içerisine daldırılan bir çubuk dalgalı ve kaotik şekillerin oluşmasına neden olur. Çubuk birkaç kere daldırıldığında ise, daha komplike şekiller görülür.
Kur’ân’da Yaratılış ve Kaos Teorisi
“59 Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”
{En’am, 59}
“19Allah'ın, yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu nasıl tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. 20De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra, aynı şekilde âhiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kâdirdir.”
{Ankebut, 19-20}
10 kral devlet başkanı değilde, dünya ekonomisine yön veren 10 büyük sermaye gurubunun başındaki kişiler olabilirmi rockefeller veya blombergler gibi, çünkü devlet başkanları 2-4 yılda bir değişiyorlar
YanıtlaSil