19 Ağustos 2009 Çarşamba


SOMUNCU BABA”, (HAMİD-İ VELİ HAZRETLERİ

Şemseddin Musa efendi Doğan güneş anlamına gelir ismi, Horasan erenlerindendir. Kendisi halvetiye tarikatının Ebherriye koluna bağlı ilimde önde gelen bir tasavvuf eridir. Bir gece rüyasında horasandan çıkıp diyar-ı Ruma doğru yol aldığını görür. Bu yolun sonunda kucağına beyaz bir kundak içinde bir çocuk verilir. Bu öylesine güzel bir çocuktur ki yüzündeki nur ile bütün diyar-i Ruma ışık tutar.

Bu işaret taşıyan bir rüyadır diye düşünür Musa Efendi. Hemen hanımı Fatıma ile yola koyulurlar. Diyar-ı Ruma gelip Kayserinin Akçakaya köyüne yerleşirler. Burası Musa Efendin rüyasında gördüğü o yemyeşil bereketli topraklardır.

Horasan Erenlerinden büyük bir veli olan babası Musa Efendi buralarda verdiği sohbetler ile kalpleri fetheder, etrafına ışık saçar.

"Ey müminler, insanları sevin, din kardeşleriniz ile aranıza fitne girmesine müsaade etmeyin. Fırkalara ayrılmayın. Talebiniz yalnızca Allah olsun. Her daim Allah'ı zikredin. Zikri daime ulaşın. Kalpten yapılan zikir insanı Allaha yaklaştırır. Zikirsizlik ise insanı Allahtan uzaklaştırır. Salih amel işleyin Allahın yardımcıları olun ki Allah da size yardım etsin.

Diye vaaz ederek kalplerin uyanmasına vesile olur.

Ve bir gün Horasanda gördüğü o rüya gerçek olur. Fatıma hanım ona nur parçası gibi bir erkek evlat verir. Sene 1331…

Hamid Hamideddin koyarlar oğullarının ismini.

Kulağına ezanla ismi okunurken babası ona "İnşallah insanları Allaha davet eden bir gönül eri olursun" diye dua eder.

Küçük Hamideddin biraz büyünce babasından namaz dualarını, namaz kılmayı fıkıh, hadis ilmini öğrenir. Yani ilk eğitimini Horasan evliyalarından olan babasından alır. 10 yaşına geldiğinde babası ona artık öğreteceği bir şeyi kalmadığını, başka hocalardan eğitimini tamamlamasını söyler.

Bunu işiten Hamiddeddin sabah olunca hemen ailesiyle vedalaşıp Kayserinin yolunu tutar. Başta Davud-i kayseri olmak üzere birçok ünlü müderristen ders alır.

Babasının vasiyeti olan Allah zikrini yani Zikrullahı kalbinden hiç eksik etmez. Bir gün köyüne gidip ailesini görmeyi ister. Köyü Kayseri'den yayan olarak 5 saatlik bir mesafededir. Eve vardığında babasını ölüm döşeğinde bulur Allah ona babası ile helalleşme yi nasip eder.

Daha sonra annesini de kaybedince artık doğuya gidip ilim alma vaktinin geldiğini düşünür. Yine yollara koyulur.

Zamanın ilim merkezlerinden biri olan dervişlerin ve ulemanın uğrak yeri olan Dimaşk a doğru yol alır. Dimaşkta bir dergâha yerleşir. Sabahları erken kalkıp herkese yetecek suyu taşır, sonra bahçede yabani otları temizleyip sebzeleri toplar. Ormandan odun kesip getirir ve sonra da fakir ailelere yiyecek taşır. O tam bir derviştir. Burada vazifesi bitmiş ve ayrılma vakti gelmiştir. Doğuya hep doğuya git demiştir mürşidi ona. Ve ona son gününde son sözlerini söyler.

"Sizler mana ve ilim yolunun yolcularısınız. İlim tahsil etmek için bir sultana ihtiyacınız var. Ancak bu sultan sayesinde tasavvuf yolunda ilerleyebilir yaptığı sohbetlerde insanlara doğruyu güzeli verebilirsiniz. Tasavvuf sevgi yoludur, aşk yoludur bu yolda başta Allah'ı ve onun yarattıkları, rahmeti ile kuşattığı bütün yaratıkları seveceksiniz. Allah için halka hizmet edeceksiniz. Benlikten kurtulup ömrünüzü insanlara adamakla geçireceksiniz. Gönlünüzün sultanını bulup onun yolundan gitmeye başladığız anda yol almaya başlarsınız. Kimin iki kaşının ortasında Kâbe'yi görüyorsanız ona bağlanın ve ballı petek olun. Böylece artık o kapıdan çıkıp çok uzaklara gitseniz bile kalbiniz hep onunladır."

Hamid-iVeli Hazretleri Şeyhinin nasihatlerini dinledikten sonra arkadaşları ile vedalaşıp yola koyulur. Yolda uzun boylu beyaz sakallı beyaz cüppeli beyaz atlı biri gelir yanına. Onu hemen tanır Hızır as dır bu gözlerinin içi gülen zat. Ondan Erdebile gitmesi konusunda bir işaret alır. Bir müddet onunla birlikte yola devam eder. Bundan sonraki bölümü tek başına gidecektir.

Artık en azından gideceği yolun istikametini bildirmiştir hazreti Hızır ona.

Erdebil'de Şeyh Hace Alaeddin –i Ali hazretlerinin himmeti sarmıştır her yeri, o devrin Gavs-ı azamıdır. Himmetin kaynağıdır. Hemen onu bulup huzuruna varır.

Hoş geldin der Hace Alaeddin –i Ali hazretleri ona. Bizde senin yolunuzu gözlüyorduk.

Artık bir süre yerim burası diye düşünür hamidi veli hazretleri ve hemen hizmetlere talip olur.

Çünkü tasavvufta yol almak ancak bir velinin kapısında hizmetle mümkündür. Onun için vaktinin büyük bir kısmını hizmetle geçirir. Günlerden bir gün dergâha dönerken yanına aksakallı biri yaklaşır. Şeyhinin dediği gibi iki kaşının ortasında bir işaret vardır. Ve oraya dikkatlice baktığında orada Kabe'yi görür.

Onunla birlikte akşam namazını kılar ve ondan o esnada pek çok şeyler alır. Dergâhına dönünce Şeyh hace aleaddin hz onu görüp hemen halinden durumunu anlar.

"Sen Beyazıdi Bistami Hz ile karşılaşmışsın". "Onun nuru ve kokusu sinmiş üzerine".der Artık sen buradan ayrılmalısın, Ondan alacağını almışsın, sana verecek başka bir şeyimiz kalmamıştır der.

O doğduğu, büyüdüğü baba topraklarına dönme zamanının geldiğini analar. Ve bu topraklara irşad yetkisi alarak geri dönecektir.

O Beyazıdi Bestami hz ruhaniyetinden beslenip onun tarafından hem irşad olmuş hem de irşad yetkisini almıştır. Meşrebide Üveysidir. Zamanın Gavs-ı Azamı olan Hace Alladdin Hz ona gavslık görevini devrederek dünyevi ve manevi ilimlerde icazet verip uğurlar.

İlk istikamet Bursa'dır.

Allahın öyle evliyaları vardır ki halkın içinde onları herkes tanır ve bilir bunlar açık seçik bilinen evliyalardır.

Birde öyle evliyalar vardır ki kendilerini gizler ve açık etmezler. Halkın içinde dolaşıp da hiçbir işaret vermezler. İşte somuncu babada Allahın gizli evliyalarından biridir ki kendini gizleyip kimseye belli etmez.

Buraya yerleşerek kendini halktan gizler.

Kendini ümmi olarak gösterip kendi geçimini sağlayacak bir iş kurar. O halvetiye tarikatının melamet meşrebindendir. Melâmet hakka yakınlığını belli bir kıyafet ile belli etmeyen, kendini gizleyen, herkes gibi iş güç peşinde ubudiyet vazifesini sessizce yürüten görünürde halk ile gönülde ise hak ile beraber olan Allah dostlarının yoludur.

Bu iş bir bakıma sahabe mesleğidir.

Hemen bir fırın yaparak işe koyulur. Kendini gizleyebildiği kadar gizler. Dağdan odun getirip geceleri hamur yoğurur. Sabah olunca o yoğurduğu hamurlardan himmetli somunlar pişirir. Pişirdiği somunları çarşı Pazar dolaşarak satmaya çalışır." Somunlar, müminler"diyerek somunlarını müminlere sunar. Pişirdiği somunları müminlerin yemesini ister. Çünkü ehlullahın güzel şeylerinin müminlere nasip olması büyük bir sırdır. Kapış kapış gider somunları ve İsmi de "Somuncu Baba" olarak dolaşmaktadır artık. Sattığı somun değil, hikmet pazarında nimettir. Bilen alır, bilen yolunu gözler olur. Halbuki onun niyeti para kazanmak değil, kendi manevi makamını gizleyerek halkın arasına karışmak ve örnek davranışları ile onları manevi olarak terbiye etmektedir.

Somuncu baba somuncu koca, ekmekçi koca ismi ile de anılır. Ekmeklerini ulu caminin inşaatında çalışan işçilere sunarak onları da doyurur.

Zaman Yıldırım Beyazıt hanın zamanıdır. Yıldırım Beyazıt han Niğbolu zaferini kazanmış bir zafer nişanesi olarak ve şükrünü eda etmek için bir cami yaptırmak ister. Peygamber Efendimizin mana âleminde işareti ile camiinin yapımına başlanır. Çalışmalar hızla devam eder ve sonunda o muhteşem eser biter.

Bir mimari harikası olan bu cami açılacağı günü beklemektedir. Öyle güzel ve öylesine haşmetlidir ki gökteki melekleri bile gıpta ettirecek bir güzellik diye bahsedilir ondan. Onu gören Rabbini hatırlar ve ona bakan gözlerini bir daha ondan ayıramaz.

Sıra caminin açılışına gelmiştir. Açılışta zamanın bütün ulemaları hazırdır.

Başta Molla Fenari olmak üzere birçok zevatı kiram oradadır. Açılış Kuran tilaveti ile sona erdikten sonra hutbe için Beyazıt hanın damadı olan Emir Sultanı kürsüye davet eder.

Bu davet karşısında çok utanan Emir Sultan Hazretleri " Şu anda aramızda Gavsul Zaman Hazretleri bulunmaktadır. O varken bize konuşmak düşmez" diye kürsüye Somuncu Baba Hazretlerini davet eder. O zamana kadar kimse tarafından gavsul azam olduğu bilinmeyen somuncu baba ifşa edilmiş olur.

Somuncu baba kürsüye çıkarken Emir Sultan hazretlerine dönerek " Ne yaptın sultanım, sırrımızı faş ettiniz" der.

Kürsüye çıkar ve söze şöyle başlar. "Burada bulunan bazı âlimler sure-i fatihanın tefsirinde müşkilad çekerler. Onun için bu surenin tefsirini yapalım" buyurur.

O sıralarda Molla Fenari Seb-ul Mesani isminde bir kitap yazmaktadır ama Fatihanın tefsirinde müşkülatı vardır.

Bunun için somuncu baba Fatiha suresini 20 ilim üzere 7 ruhunu tefsir etmeye başlar. Çok üst seviyede bir sohbet yapar. Fatihanın 7 ruhunu halka açıklar.

İlk ruhunu yalnızca avam anlar, ikinci ruhunu yalnızca havas anlar, üçüncü ruhunu ise hassul havaslar anlar. Diğer 4 ruhunu ise anlayan kimse çıkmaz. Böylece manevi kişiliği ortaya çıkmıştır, halk artık onun kim olduğunu bilmiştir.

Bu hutbe ve vaazı dinleyen halk onun büyük bir veli ve gavs-ül zaman olduğunu anlar. Herkes elini öpmek için izdiham yaratarak yanına ulaşmaya çalışır. Orada bir kere daha hikmetini göstererek üç kapıdan birden aynı anda çıkarak görenleri şaşkına çevirir. Akabinde hemen çilehanesine çekilerek halvete girer ve bir daha fırını yakıp somun pişirmez. Çünkü bir den bire şöhreti artmış herkes onu tanımıştır. Bir veli için en korkulacak hal şöhret ve halkın aşırı ilgisi ikramıdır.

Molla Fenari Somuncu Baba hazretlerinin ilmine hayran kalmıştır ondan faydalanmak için hemen kapısını çalar.

Derdini Somuncu Babaya açık açık anlatır.

"Bende sizde olan ilimden almak isterim. Bana da sahip olduğunuz ilmi öğretin" der. Bunu üzerine somuncu baba eğer ilmi talip ediyorsan işe Allahın zikri ile nefis terbiyesinden başlayacaksın der. Tamam der Molla Fenari ne istersen yapmaya hazırım.

Bunu üzerine somuncu baba hazretleri onun nefsine ağır gelecek bir imtihan sunar.

"Öyleyse eşeğine ters binip Bursa sokaklarını dolaş bakalım" der.

Molla Fenari bunu yapamayacağını anlatır. Öyleyse der somuncu baba buraya kadar gelip ilmimize talip oldunuz buradan boş gitmeyiniz. Ve ona tenezül eyleyerek bir nefes verip ikramda bulunur. Molla Fenari o nefesin etkisinden dolayı sure-i Fatiha üzerine öyle bir tefsir yazar ki, ondan sonra gelen âlimler dahi onu anlamakta zorluk çekerler.

Aldığı ilimden pek memnun olan molla fenari sakladığı 5 bin akçeyi somuncu babaya vererek "Bu helâl kazanılmış bir paradır lütfen bunu kabul edin" der.

Bunun üzerine somuncu Baba hz "Dur bakalım der, helâl olduğunu nereden biliyorsun" 5000 akçenin içinden 1 akçe alıp bu para ile hayvanlarına yem almasını söyler. Dediklerini yaparlar otu hayvanların önüne koyarlar. Hayvan otu koklayıp yemez sonra bir güzelde üzerine pisler. Demek ki içine haram karışmıştır diyerek parayı sahibine iade eder.

Artık sırrı iyiden iyiye ifşa olmuştur bu sebepten buradan gitme zamanı gelmiştir.

Yanına Ak Şemseddin, Kara Şemseddin, Ak Berettin, Kızılca Dedreddin, Muslihidini karamani, ve Hacı bayram veliyi alarak Bursa'dan uzaklaşır. Onun gideceğini öğrenen molla fenari onu yolda bir ağacın altında bekleyip gitmemesi için yalvarır.

Bütün Bursalılara da bu konuda dua etmelerini söyler. Ama emir Allahın emridir. Mutlaka yapılmalıdır. Bu yalvarış karşısında ne yapacağını şaşıran Somuncu Baba hazretleri yüzünü Bursa'ya dönerek "Çok bereketli ve yeşil bir şehir olması" istikametinde dua eder.

41 sene kaldığı bu şehre veda edip Aksaray'a doğru yol alır.

Ve aradığı toprakların burası olduğunu düşünerek buraya yerleşirler. İnsanlara burada Kuran-ı Kerim doğrularını anlatarak ışık olmaya devam eder. Yani Aksaray halkını irşad eder.

Bir gün en sevdiği talebelerinden olan Hacı bayram-ı Veliyi yanına alarak birlikte şama giderler, Mekke ve Medine'yi ziyaret ederek hacı olurlar.

Haç dönüşünde Hacı bayram-ı Veliyi Ankara yı İrşad etmesi için orada bırakarak yoluna devam eder.

Artık onun en sevdiği talebesi hacı bayramı veli hazretleri Ankara' nın en çok aranan ve ziyaret edilen bir velisi olmuştur. Kendisi de küçük oğlu Halil Taybi ile birlikte Darende'ye yerleşir.

Burası onun son ikametgâhıdır. Buranın halkı ile bütünleşecek Allahın verdiği nimetlerini kendi elinden burada halka dağıtacak ve yüzyıllarca ayak bastığı her yer ziyaretçi akınına uğrayacaktır.

Burada bu kutsal dağların arasını mekân tutar kendisine. Billur gibi akan kaynak suyundan alır abdestini, bu balıklarla özdeşleşir ve onun himmeti ile bu dağlardan akan su hiç kesilmeden coşkuyla akar asırlardır. Bazen coşkulu, bazen deli bazen nazlı nazlı süzülür iki dağın arasından.

Tam 80 sene ömür sürer Allah yolunda. Ve her saniyesi Allah ile beraber. 1412 yılında bir gün talebeleri ile helalleşir, iki rekât namaz kılıp uzun uzun dua eder ve dünyasını değiştirir. Cenaze Namazını Hacı Bayram Veli Hazretleri kıldırır.

Kendi ismini taşıyan Şeyh hamid-i veli caminin içinde oğlu Halil Taybi ile birlikte yatar.

O, tüm zamanını Allahın zikrine adamış, zikrin önemini insanlara anlatmış biridir.

Diriyiz daim, ölmeyiz
Karanularda kalmayız
Çürüyüp toprak olmayız
Bize leyl ü nehar olmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder