Asırlardan
bir asır geldi. Gün döndü, ay döndü, yıl döndü ve asır döndü.
Asırlardan bir asır geldi. On sekiz on dokuza yeni döndü. Demir demiri
ezdi. Ezilen demir balyoz oldu, Adem’in oğullarını ezdi. Müddessir
örtüsünden sıyrıldı. Doğruldu. Eline demiz balyozu aldı. Düşündü,
taşındı, ölçtü, biçti! Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti! Sonra, canı
çıkasıca baktı! Kaşlarını çattı, suratını astı! En sonunda kibrini
yenemeyip sırt çevirdi. Ve elindeki demiz balyozu omzuna alıp
asırlardır tutulduğu zindanın kapısında doğruldu. Ve ışığa hasret
bırakılmış gözlerini ovup, derin bir nefes aldı. Ardından haykırdı:
“Ve ben, kurak topraklarınıza yağmur yağdıracak,
Üstüne güller dikecek ve size vereceğim.
Dünyanın bir ucundaki arıları güllerinize göndereceğim,
Onlara vahyedeceğim:
“Bu güllerden bal yapın, içine zehir katın!”
Baldan yiyene bir daha yedireceğim.
Gülün kokusunu her bir yana yayacağım,
Duyan gelsin diyeceğim.
Ve ben, kimlerin geleceğini bileceğim.
Gözlerini bağlayacak, akıllarını alacağım.
Sabredeceğim, seyredeceğim!
Leylaları salacağım.
Mecnunları güllere koşturacağım!
Aşkın en cezbî halinde,
Dikenlerimi sunacağım!
Yağmuru dindirecek,
Mecnunların kanıyla gülleri sulayacağım!
Ben Deccalım!
Bağlanmışım, zincirlere vurulmuşum!
Ben “La Ced”im. Ben “laced”im.
Zamanın sonuna vurulmuş,
Mühürüm!
Önünde kıyama durulan benim,
Adına hutbe okutulan benim!
Ben Deccalim!
Dilediğimi öldürür,
Dilediğimi yaşatırım!
Dilediğimi indirir,
Dilediğimi bindiririm!
Ben, Allah’ın emriyim!
Zamanın tozuna bulanmışların,
Tozunu alacak,
Rengini açığa çıkaracağım!
Ben Deccalim,
Allah’ın emriyim!”
Zamanın
sonuna vurulan mühür böylece açılmış oldu. On sekiz, on dokuza
dönerken, demir demiri dövdü. Demir, balyoz oldu, balyoz Deccal’in eline
geçti. Ve Deccal, bir yol tuttu. Yeri eşti, elini yerin karasına sürdü.
Dedi, “bu karanın adı kömür olsun, bu ilk kara olsun. Bundan sonra öyle
bir kara bulup vereyim ki Ademoğlu’nun eline, iki eli kan dolsun. Bu
ilk kara yansın, duhan olsun; duman olsun. Dünyanın dört bir
tarafını sarsın. Elimdeki demir balyoz, demiri dövsün. Demir atlar
yapsın. At yetmez, yılan yapsın.” Ve kömüre üfürdü Deccal. Alev aldı
dağlar taşlar. Bir duhan sardı göğü. Kömürün alevi tüm kıtayı sardı.
Makineler çalıştı, el işledi. Adem’in yetişkin oğullarının elleri
yetmedi, Adem’in minik oğulları koşuldu. Evler dört duvara döndü,
haneler boşaldı. Köyler boşaldı. Şehirler doldu taştı. Ne çay yeter
oldu, ne kahve. Tarlalar viran oldu. Makineler tarlalara girdi. Biçti
dövdü! Ortalık duhan oldu. Pancarın suyu sıkıldı, şeker oldu. Ay döndü
yıl döndü, on dokuz döndü yirmi oldu! Zengin daha zengin, fakir daha
fakir oldu! Deccal baktı. Şaştı. Tekrar baktı, güldü. Dedi, “ Ben yok
iken Adem pek bir aç kalmış. Bunları doyurmak imkânsız. Bunlar ancak
birbirini yerse doyar.” Ölçtü, biçti. Dedi, “Bu kadar insan beni yorar,
ben kendi ordumu kurayım. Her birini bir yana salayım.” Sonra yerin
ucuna gitti. Bir adaya vardı. Üç kulak buldu, üfürdü: “Siz, benim
komutanlarımsınız. Biriniz parayı sevin, biriniz karayı sevin, biriniz
de silahı. Elinizi uzatın; gebe kadınların rahimlerine, emzikli
bebelerin diline, koşup oynayan çocukların önüne. Ve ben “dur!”
demedikçe durmayın. Elinde ekmek gördüğünüzün ekmeğini, su gördüğünüzün
suyunu alın. Gün sizin gününüzdür. Ve ben sizi karaların en karasında
yakın zamanda buluşturacağım. Varlığınıza varlık, gücünüze güç
katacağım. Genç ve bakire kızları önünüzde dans ettireceğim. Doğmamış
bebeleri size köle ettireceğim. “
Üç
fısıldanmış kulak, baş başa verdi; demirin tozu, karanın hızı, ateşin
közü, silahın gücü, paranın sesi üstüne yemin etti: “ Tanrı’nın Deccal’i
ve evvelkileri yaratışına and olsun! Yeryüzünde seçilmişlerin hükmü tek
hüküm olana kadar, kutsal kase sahibinin elinde kalkana kadar; akan her
damla kanı kutsal, ölen her bir canı kutsal davaya kurban bilecek ve
ruhumuzla bedenimizi kutsal davanın gölgesinde gizleyeceğiz.”
Sonra
üç komutan yeryüzünün en bakir yerini tuttu. Burası bizim yurdumuz
olsun dediler. Tüm planlarını artık burada yapacak, yeminlerini buradan
hayata geçireceklerdi. İçlerinden birisi, “Ada ne olacak? Orası bizim
kökümüz.” dedi. Diğerleri düşündü. Ve karar verdiler: “Ada, bizdendir!
Ne yaparsak yapalım, adayı dışında tutmayalım. Ada hem bizimle olsun,
ama olduğu yerde kalsın. Bir elimiz bir gözümüz adada kalsın.” Ve öyle
de yaptılar. Yeni yurdun dili adanın dili oldu. Yeni yurtta paralar
bastılar. Ortasına, “tekini adada bıraktıkları ancak adadan getirdikleri
Deccal’in tek gözünü” koydular. “Tanrıya inanıyoruz” dediler. Evet,
artık onların ruhu ve bedeni sadece kutsal davanın gölgesinde
gizlenmiyor, tanrının ismi bütün gölgeleri kavrıyordu.
Hiç
zaman kaybetmediler. Para, kara ve silah onların emrindeydi. Tanrı’nın
seçilmiş kulları için kan ve gözyaşı ile sulanacak dahi olsa kutsal bir
vazife vardı. Zaman dar, mekân genişti. Ve son bir kez Deccal’e
danıştılar:
Dediler,
“istediklerin için zaman az, mekân geniştir. Bize yardımcılar ver.”
Deccal, “peki” dedi: “Benim benden olan otuz liderim vardır. Benim
benden olmayan ama bana hizmet eden bir başka otuz liderim vardır. Hepsi
sizin askerinizdir. Benden olan benim gibi Deccal, benden olmayan ise
benden beter Süfyan’dır. Siz onları sizin kapılarınız olarak
kullanacaksınız. Ne derseniz onu yapacaklar, nereye derseniz oraya
dönecekler. Ben, her zamana ve her lazım mekâna bir Deccal, bir Süfyan
zaten koymuşum! Yeryüzünün genişliği sizi ürkütmesin. Bir bulut koca bir
ülkeyi ıslatır. Siz suyu nasıl ısıtır, nasıl buharlaştırıp buluta
erdirirsiniz, bulutları nasıl yürütürsünüz ona bakın! Gerisi bulutun
işi! O suyunu nereye ne kadar ve nasıl bırakacağını bilir. Bugün size
lazım gelen her bilgiyi vereceğim ve bir daha bana gelmeyeceksiniz. Ve
ben de vakit gelene kadar bir daha asla görünmeyeceğim. Onun için beni
can kulağı ile dinleyin. Alem, kıvamına gelmiştir. İhtiyacınız olan her
şey önünüzdedir. Tüm yapmanız gereken, doğru planlar yapmak, doğru
zamanda yürürlüğe koymaktır. Tüm insanlık önünüzde diz çökene kadar
çabalayacaksınız. Göreceksiniz, vakit yakındır! Yakın gelecekte, yollar
kısalacak. İnsanlar kuşlar gibi uçacak, gökten ateş yağacak. Dünyanın
öteki ucundaki adamın sesini anında duyacak, gerekirse kendisini
göreceksiniz. Bütün yeryüzü aydınlanacak. Dumansız bir ışık her yeri
aydınlatacak. Geceler gündüz olacak. Bütün bunları siz yapacaksınız.
Bütün bunlar size hizmet edecek. Elinizdeki karanın kıymetini bilin. Çok
sürmez. Az bir zaman sonra, size karanın en karasını, taşların yerlerin
altından, çöllerin yurdundan, sıcağın bağrından eritip su gibi
fışkırtacak, ateş edip yakacağım. Onu nerede görürseniz, peşine düşecek,
kızıl kanla satın alacaksınız. O sizin istikbâlinizdir. Bu dediklerimi
yapmanız, ancak karaya sahip olmanızla mümkün! Bunu da asla unutmayın.
Karanın yurdu, çöllerin ve güneşin bağrıdır. Ne pahasına olursa olsun,
oralara gidecek ve karayı alacaksınız. O gün yakındır.
Hedefinize
yürürken sizin iki büyük düşmanınız vardır: Bunlar hristiyan ve
müslümanlardır. Hristiyanlar kıvama gelmiştir. Ancak daha vakit vardır.
Onlar içinden sizin lisanı, sizin alfabeyi kullananlar size benzemiştir.
Lakin, diğerleri için durum farklı. Siz dünyanın batısını kaynatırken,
ben onlar ile meşgul olacak, onları da size dahil edeceğim. Öyle bir
planım var ki onlara dair, bu plan size tam yüz yıl zaman kazandıracak.
Gerçekte ne yaptığınızı, neyin peşinde olduğunuzu kimseler bilemeyecek,
anlayamayacak. Anlayan üç beş sesin de soluğu kesilecek. Bu aykırı
hristiyanlar, geç dönem hristiyanlarıdır. Kuzeyde ve doğudadırlar.
Bugün başlarında olan bendendir. Halkına ezdireceğim onu ve ülkelerinin
başına, öyle bir adamımı getireceğim ki, kendi halkına yaptıklarını
demir perdeler gerisinde yapacak, bütün dünya ne olup bittiğini
anlayamayacak. Benim bin yıl uğraşsam yarısına bıraktıramayacağım
dinlerini, o tüm halkına yasak edecek. Kendi soyunu köleler edecek.
Karın tokluğuna ve özgür kalabilmek korkusuna onlara ne isterse
yaptıracak. Aslında sizden olacak ama size düşman görünecek. Siz, bu
düşmanlığı kullanıp, size takılan diğer ulusların gözünü korkutacak,
ellerini evlerini silahlarla donatacaksınız. Vakti geldiğinde, bu
askerimi çekeceğim ve o halkı kendi kaderine terk edeceğim. Onların
güneş görmemiş kızları, sizin olacak. Dünyanın dört bir yanına ekmek
diye koşacaklar. Artık o gün, hristiyanların çoğu sizinle olacak ve
sizinle olmayan hristiyanların da dinle alakası kalmayacak. Ve ben, o
vakit size yeni bir düşman sunacağım: İslam! Sizin en çetin düşmanınız
bunlardır. Ellerinde hakîkat kitabı vardır. Gerçi ben üç asırdır onların
gözlerine kül, gönüllerine kin serpmişim. Okuduklarını anlamaz.
Anladıklarını da yaşamazlar ancak içlerinde hakîkat peşinde koşanlar
vardır. Elimdeki en âlâ süfyan ile onları kalplerinden vuracağım. Onları
zamanın tüm silahları ile kuşatacağım. Ağızları ile bana lanet okurken,
ben evlerine ve ceplerine kadar gireceğim. Gözlerine perdeler
indireceğim. Akıllını tutacak, adımlarını hızlandıracağım. Yeryüzünün
bütün silahlarını üzerlerine boşaltacağım. Vah ahmaklara! Yetmeyecek,
birini diğerine kırdıracağım. Dinsizin sofrasından yedirecek ama birinin
suyunu diğerine haram edeceğim. Oluk oluk kanlarını akıtacağım.
Bebelerini analarının rahimlerinde öldüreceğim. Ateşi gösterecek, su
diye sunacağım. Kendi ayağıma kurşun sıkıp, mazlumlar gibi ağlayacak
yaramı sarmaya onları çağıracağım. Kendi ayaklarına kurşun sıkıp
ötekiler yaptı diye figan edecek, komşuyu komşuya kıydıracağım. Vah
ahmaklara! Ben, tanrının emriyim. Hakîkat kaynağından beslenmeyenlerin
zehirli gıdasıyım. Balığın sırtına vurulmuş zamanın mührüyüm. Balık
nedir bilir misiniz siz? Balık, zamanın sonunun simgesidir! Haber
verenle haber alanın buluştuğu yerin mihenk taşıdır. Karada cansız iken
dirilip denize erenim ben! İman edenlere işaret, inkâr edenlere fitneyim
ben! Musa’nın bildiği, İsa ile gelen ve Ahmet ile sona yürüyenim
ben! Hakîkat kitabını okumayı bilememişlere cezayım ben! Yüz yirmi dört
bin peygamberin içinden sadece yirmi yedi peygamberin hâl-i ahvâlinden
seçilip anlatılmışlarla varlığıma dair insanların uyarıldığı, âlâyı
belayım ben! Zamanın sahibinin sona sakladığıyım ben! Sonu görüp, evvel
uyaranın şiddetlisiyim ben! Rahmetten nasibini alamamışların, hikmete
erememişlerin hediyesiyim ben!
Ve
şimdi duyacaklarınızı duydunuz, bana dair göreceklerinizi gördünüz. Siz
benim seçilmişlerimsiniz. Eliniz güçlüdür. Gönlünüz ferah olsun. Sizin
önünüzde duracak güç yoktur. Gelecek ve görüneceğim güne kadar siz ve
evlatlarınız, seçilmiş deccal ve süfyan askerlerim ile bu yeryüzünü
idare edecek, her haneye gireceksiniz.”
dedi ve Deccal asrın anahtarını üç askerine verip gözden kayboldu. Artık yirminci asrın sahibi belli idi.
20. Asrin sahibi deccal kimdi peki ve de sufyan kimdi?
YanıtlaSil