24 Mart 2010 Çarşamba

HAYVANLARLA KONUŞTUKLARIM

 TIBB ve TASAVVUF DOKTORU MÜNİR DERMAN (k.s.)
HAYVANLARLA KONUŞTUKLARIM

I. BÖLÜM
İnsanlar, kurdu öldürürler.
Aslanı vururlar.
Meşhur olurlar.
Tesadüfen kurt veya aslan birini parçalar, ismi canavar olur.
Avcı, hayvanları vurur.
Bu işi ya zevk veya bir lokma et için yapar.
Yavrularını yetim bırakır.
Yuvasını tarımar eder.
Farkında değildir.
Bu işleri bir tefahur için yapar.
Anlatır.
Yaptığı işlerin altında gizli kalmış “zulmü” bilmez...
“ALLAH zâlimleri sevmez” Âyet.
Sinek hiç kabahati olmadığı hâlde örümceğe gıda olur.
Sedef, içindeki inci tanesi için parçalanır.
Bülbülü kafeste inleten sesidir.
Samurun öldürülmesine sebep postudur.
Dalgıcı, mücevher bulmak hırsı, timsaha lokma eder.
Güller güler.
Bülbülün ömrü inilti ile geçer.
Hasta, ölüm döşeğinde iken doktor ücret ister.
Kuvvetlinin zayıfı telef etmesi kaidedir.
Yerde, Havada, Denizde bu savaş câridir...

Bu sözleri okuyanlar derler:
Bunların hepsi insanlar için halkedilmiştir.
Peki, insanlar ne için halkedilmiştir?
Buna cevap veremeyeceksiniz…
HAKK’ın emirlerini yapmak için değil mi...
Yaptığın emirler hangisi?..
Hiç…
O hâlde sözlerimiz doğrudur.
Her şeyi halkedilmiş kabul ediyorsun.
O hâlde halkedenin emirlerini bilmiyorsun?
Bilsen böyle söylemezsin.
Ben hayvan dilini çok iyi bilirim.
Bu kitapda onlarla konuştuklarımdan bir nebze var.
Hayvanları çok severim.
Niçin diye sormayın?
Onlarda insanlardaki kötülükler hiç olmazsa yok...
Burada: “hayvan dilini nereden öğrendin?” diye alaylı bir sual sorma!..
Söylersem.
Utanır kaçarsın...
Söylerler;
Süleyman peygamber bütün hayvanlarla konuşurmuş...
Yunus balığı söz anlıyor.
Köpek anlıyor.
At, fil, hatta vahşi hayvanlar söz anlıyor ve insanlarla ahbaplık ve arkadaşlık ediyorlar.
Her canlıda derece derece anlama, akıl neyse o vardır.
Onların akıl derecesine göre inmek ve onları anlamak mümkündür. Yollarını bilirler.
Biz bunlara sevk-i tabiî deriz.
Nedir bu?
Bilmediğimiz hakîki olan bir şeye verdiğimiz uydurma isim.
Bu, o işi perdelemektir.
Muhtelif hayvanların ses ve konuşma frekansları başka olduğundan o sesleri anlayamayız.
O frekansa inersek ne dediklerini anlarsınız.
Bu kitapçıkta yazılı olanları ciddi oku!
Hayvanlarla konuştuklarımızı anla!
Birgün sen benden daha ziyâde anlarsın onları...

II BÖLÜM
Kur’ân-ı Kerim’de: At, Aslan, Deve, Karga, Kırlangıç, Yılan, Karınca, Yunus balığı, Köpek, Fil, Arı, Örümcek birçok hayvanların isimleri geçmektedir. Bazıları methedilir.
Bazıları misal olarak gösterilir.
Bazıları da vak’a icabı isim hâlinde geçer.
“Kedi” Kur’ân-ı Kerim’de geçmez.
Hır            :Kedi,
Hıra          :Dişi kedi,
Hüreyre     :Küçük kedi
Fakat Kur’ânda geçenler hakkında bazı hadîsler söylenmiş fakat misal ve târif olarak...
Kedi hakkındaki hadîs meşhurdur.
Bir vak’a üzerine bu hadîs söylenmiştir.
Sahabeden bir zât daima Resûlü Ekrem’in yanında bulunur söze karışmaz, daima dinlermiş.
Munis, orta boylu, siyah saçlı, siyah gözlü, zayıf bünyeli fakir bir zât…
Ashab-ı sofa, ile yemek yer çok konuşmaz.
Gözleri yaşlıdır.
İyiliği sever.
Resûlü Ekrem de kendisine hoş nazarla bakar severmiş.
Ara sıra kendisiyle görüşürmüş ve bazı görüşmelerde tebessüm ederlermiş...
Küçük bir kulübe gibi evde otururmuş.
Sokakda kalmış kedileri götürür onları yedirir severmiş.
Resûlü Ekrem’in bundan haberi yokmuş...
Sahabeler birgün Resûlü Ekrem’e söylemişler:
“Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!” demişler...
Resûlü Ekrem bir şey söylememiş...
Bir gün sokakda görmüş.
O zât bir kedi yavrusu bulmuş, Resûlü Ekrem’e sahabelerin söylediğini kendisi de bildiği için, Resûlü Ekrem kendisine:
“Hırkanın altında ne sakladın?” demiş.
Hırkayı açmış, küçük bir kedi yavrusu.
Peygamberimiz kediyi sevmiş okşamış ve o zâta:
“Eba Hüreyre, sen kedi babasısın!” demiş.
İsmi artık böyle kalmış...

Birgün bir sohbette:
“Hubbi’l- hırratı mine’l- iman : Kediyi sevmek imandandır” buyurmuş.
“Niçin ?”diye sormuşlar.
“Eba Hüreyre bilir!” demiş.
Başka birşey söylememişlerdir.
Eba Hureyre’ye Resûlü Ekrem birçok ledünnî sırlar söylemiş, ona söylediği sırlan Ebu Bekir. Ömer. Osman. Ali bile bilmezdi. Eba Hüreyre’den 5 hadîs rivâyet edilmiştir. Fazla değil
Kendisine, Resûlü Ekrem’in sana söylediklerini bize de söyle demişler. Söylersem kâfir oldu diye başın vurursunuz demişlerdir, Eba Hüreyre’nin bildiğini hiç kimse bilmez.
Resûlü Ekrem’in Eba Hureyre’ye ledünnî sırlardan söylemesi ne sebeptendir ve niçin Eba Hüreyre’yi seçmiştir?..
Bu da sır değildir amma ne faydası var.
Onun gibi olmadıktan sonra...

Merak etmek, birsey öğrenmek bazen insanı küfre götürür.
Tehlike ile karşılaşmış olan insan, cesaret hakkında sorulara cevap veremez.
Kedide: Büyük sır vardır.
Kedi  : Nankör değildir.
Kedi  : Hürriyetine çok düşkündür.
Kedi  : Kulaklarıyla da görür, radarı vardır.
Kedi  : Çok sabırlıdır.
Kedi  : Abdest edeceği zaman yeri kazar, yapar örter.
Niçin?
Sebep?
İnsan da dahil hiçbir hayvan yoktur böyle hareket eden.
KEDİYE SORDUM:
“Sana insanlar nankör diyorlar ne dersin?”
Kedi geldi ayaklarıma başını sürdü.
“Nankör olmadığımı bilirsin... Öyle bilsinler daha iyidir. Ne olur. Sırrımı kimseye söyleme!” dedi.
“Peki” dedim.
“Sana bir sual daha soracağım.”
“Buyur” dedi.
“Sen bazen sahibinin eline parmağını tırnağını batırırsın” dedim.
“Bende kabahat yok. Bunu bir bilseler tırnağımı eline batırdığım adam bile tövbe ederdi.”
Sordum:
“Benim bir siyah kedim vardı, böyle yaptığını hiç görmedim.”
“O adamını biliyordu efendim!” dedi...
“Peki!” dedim bir sual daha...
“Siz nereden düşerseniz hep ayaklarınız üzerine düşersiniz. Bu nedir?”
“Efendim o da bizim cesedî sırrımız amma ben de bilmiyorum” dedi.
“Siz sebebini bilirsiniz... Bunda büyük bir sır gizlidir diye dedelerimizden kalma bir sözdür bu!” dedi.
Tekrar elimi yaladı:
“Aman efendim sırrımı kimseye söyleme!” dedi.
Çekildi, sıçrayarak dama çıktı...
“Güneş var, damda uyumak çok güzel!” dedi.
Kedi, ayaklarının üzerine düşer.
Fizyolojik sebebini ilim bir türlü söyleyememiştir.
Mânevî sebebi çok büyüktür.
Söyleyemem.
Huzurun kaçar, keşke söylemeye idin diye sızlanırsın.
Yalnız size birsey söyleyeyim, kediye eziyet etmeyiniz!
Kedi öldürenin sonu harapdır.
Evlâtlarına bile intikal eder.
Kedilere iyilik eden onları besleyen insanlara gıbta ederim…
Kedi edeb ve sabır timsalidir.
Kediye HAKK’ın bir mahlûku olarak bakarsanız, onun nankör olmadığını anlar, çok şeyler öğrenirsiniz...
Kedi, aslan ve kaplan cinsinden bir hayvandır.
İnsanlarla birlikte yaşarlar...
Muhtelif cinsleri vardır.
Yabani kediler de vardır.
Kediler hürriyetlerine çok düşkün hayvanlardır.
Bu düşkünlük kedileri nankör olarak tanıtmıştır.
Halbuki nankör değildirler.
Evinden günlerce uzağa bıraksan, tekrar evlerine dönerler.
Bu hâl nankör olmadıklarını ifade eder.
Eski Roma imparatorlarının heykelleri dibinde kedi vardır.
Bu hürlük timsalidir.
Resûlü Ekrem:
“Kedi kimi severse o imanlıdır!” buyurmuştur.
Hakiki cins kedi öleceğine yakın sahibinin evini terkeder.
Ölüsünü sahibine göstermez.
Burada “hakiki cins kedi” bu ne demektir?
Bunu hâllet.

Kedide “radar teşkilâtı” olduğu bu son senelerde keşfedilmiştir.
Son müşahadelere göre kedide radar, teşkilâtı vardır.
Göz sinirlerinde işitme lifleri de vardır.
Geniş bir sahadaki sesleri işittiği gibi aynı zamanda da görür.
Göz bebekleri bu işitme olayını ayarlar.
Hem kulaklarıyla da hem gözüyle de ses alır ve her ikisiyle de görür. Kavga eden kediler başka tarafa baktıkları hâlde, yek diğerini arkalan dönük olduğu hâlde görürler.
Zıya ve ses komputerleri ile yani elektronik dalgaları alır ve tesbit ederler. Diğer hayvanların kulak sinirlerinde görme sinirleri yoktur.
Kedilerin göz sinirlerinde de işitme sinirleri bulunmuştur.
Bu bakımdan, kedi müstesna bir hayvan olarak bunda sebebi hikmet nedir.
Bu hususda Almanca bir büyük kitap neşredilmiştir.
1975 de Können Katzen mit den Augen hören?
Onda uzun tafsilat vardır.
Kedi soğukta çok üşür.
Bir de diğer hayvanlarda olmayan bir yaratılış ve terbiye hassası vardır. Defi hacet edeceği zaman toprağı eşeler, yapar ve tekrar kapatır.
Bunu da düşünmek lâzımdır.
Toprağı gelip koklar, örter, sıçrar, bir iki adım sonra döner arkasına bakar ve gider.
Ben sebebini söylemiyorum bu hareketin.
Utanırsınız.
“Kimseyi utandıracak hâllerde, sözlerde bulunmayın” hadîsi vardır.

Hakiki kedi de yemek seçmez.
Fakat eti sever.
Kedide büyük sabır vardır.
Hz. Rıfaî: “Ben hakikate ermek için çok kapılara baş vurdum.
Nihâyet bir kedinin bir delik önünde iki gün beklediğini gördüm.
Nihâyet avını yakaladı. Ben de sabırla hiç’lik kapısında bekledim ve hakîkata erdim!” buyurur.
Kedinin hürriyetine dokunduğunuz zaman isyan eder ve pençesini hemen saplar.
Benim birçok kedilerim vardı zamanıyla.
Onlarda birçok hâller gördüm.
Târif edemem.
Bana da birçok şeyler öğretmiş oldular.
Aklıma geldikçe onları hatırlar hatta gözlerim bile dolar.
Günlerce, ölen kedilerim için ağladığım çoktur.
İçlerinde hürriyetini bile feda edip sakin olanlar da vardı.
Kedide biraz hırsızlık vardır.
Ama hiç hırsız olmayan da vardır.
Aç durur, çalmaz.
Bir arap kedim vardı.
Hastalandı.
Boynuma sarıldı yaladı, gözleri yaşardı.
Birdenbire fırladı gitti.
Siyah kedi gördükçe arap hatırıma gelir.
Gözlerim dolu dolu olur.
Kediye eziyet etmeyiniz!
Onu kollayınız, seviniz!
O da sizi muhakkak sevecektir.
Kedi kimi severse iman ondadır.
“Hubbü’l- hırratı mine’l- iman.”
Kedi öldürmek doğru değildir.
Öldürene dünyada iken HAKK bir belâ verir.
Bütün ömrünce çeker bunu.
Kendi sahibinin parmaklarına tırnaklarını batırırsa bunda bir hikmet olduğunu unutmayınız!
Kedi daima dört ayağı üzerine düşer.
Bu büyük bir şeyi ifade eder...

EŞEĞE SORDUM:
“Sen yalnız saman, arpa, hep ot mu yersin?...”
“Evet” dedi.
“Diğer binlerce çeşit yiyecek var niçin yemiyorsun?...”
“Bana şimdiye kadar böyle sual soran olmadı. Madem ki sordun söyleyim.
Eşekliğimi muhafaza ve devam ettirmek için... Çünki bu devirde yaşamak için başka çâre yok...”
“Sana birşey söyleyeceğim” dedi.
“Ben gece anırırsam ALLAH’a sığının. Çünkü şeytanı gördüğümde anırırım...”
“Ben onu biliyorum” dedim.
“Resûlü Ekrem bir hadîsinde buyurmuştur. Peki gündüz niçin anırırsınız?”
“Onda bir sır vardır ama söylemem. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim o da eşeklik icabıdır.”
Bir aralık eşek, boynumdaki mavi boncuğu gördü sırıttı...
Hemen:
“Niçin takıyorum bilir misin?” dedim.
“Nasıl bilmem efendim!” dedi.
“Eskiden bize nazar almayalım diye takarlardı. İnanmış insanlar...

Şimdikiler bizi anlayamıyorlar. Boncuğu nereden anlayacaklar” dedi. “Şimdi boncuk takan da yok.
Zâten şimdi bugünkü asırda bize o kadar iş de kalmadı.
Herşey makina ile yapılıyor.
Yalnız bir korkum var.
Bir pastırmacının eline düşmek...
HAKK korusun bizi, dedi.
Ama sizdeki boncuğu çok sevdim.
Hem de çok faydalıdır bugün...
Bu devirde tepinen katırlar çok.
Boynundaki boncuk malûm...”

KATIRIN babası da biziz bilirsin...
Boncuğu görürler de hürmeten tepmezler.
Erkek eşek + dişi at = Katır Katırın zürriyeti olmaz.
Sebep: At cinsi dejenere olmasın.
Eşeğin eşekliğine zarar gelmesin diye...
Eşek ata atlar amma, at eşeğe atlamaz.
Bu, yaratılışın ilâhi bir hikmetidir.
Kur’anın 18 yerinde atdan bahsedilir.
Mi’racdaki Burak da at şeklindedir.
Kur’ân-ı Kerim’de eşekden lâf yoktur.
(Bu eşek satılıktır. Satılmadı. Eşek mükemmel, bir kusuru yok, fakat eşekden anlayan yok burada.)
KATIR’ın tabiatı ne eşeğe, ne de ata benzer.
Katır, eşekden de atdan da kuvvetlidir, sabırlıdır, ikisinde olmayan bir hâl vardır.
Katır, üstünde insan varken ne işer, ne büyük abdest eder.
Eşek ve at öyle değildir.
Katırın dişi ve erkeğinde cinsi his yoktur.
KATIR’a sormuşlar:
“Sen kimsin?”
“Anam atdır” demiş.
Edebini bozmamak için:
“Babam eşektir” dememiştir.
Katırın bu hâlinden insanların ibret alması lâzımdır.
HOROZ’u gördüm.
Çağırdım geldi.
Başını bir tarafa çevirerek bana baktı.
“Bana sual sorma” dedi.
Biliyorsun. Kanatlarını çırptı.
Uzun uzun öttü...
Ben gündüz Ötmem amma...
“Dayanamadım, senin için öttüm efendim” dedi.
Tekrar sordum:
“Sen hayvanların en cömertisin, bulduğun taneleri yemez, tavuklarına vermek için onları çağırırsın...”
“Bildiğin şeyi bana ne soruyorsun?” dedi.

“Belki merak eden olur tekrarlayayım da onlar da bilsinler...
Rızkın ne kadar bol geldiğini her sabah görürüm.
HAKK’ın “El GANΔ olmasından, bu kadar rızık vermesinden utanıyorum da boğazımdan geçmiyor. Dağıtıyorum” dedi.
Kulağıma horoz lisanından bir sır söyledi.
Niçin uçamadıklarını ve insanlarla beraber bulunduklarını ve toprağa basarak uyumadıklarını anlattı.
Bazen tek ayak üzerine niçin durduklarını söyledi.
“Bizden bir horoz öttü mü duyan diğer horoz da öter.
Bu bir nevi selâmdır.
Tesbihdir, ama sabah vakti ha...
Gündüz ötmeler başkadır...
Seni çok sevdim” dedi.
“Sana bir defa daha öteceğim” tekrar dedi.
Ötdü, yıkılıverdi.
Hemen ellerime aldım.
Gözlerini kırparak ayıldı.
“Bir şey yok. Üzülme!” dedi.
Ayrıldık memnun olarak.
Horozu şeytan temessül edemez.
Horoza taş atmayınız.
Horozu temiz gıdalarla besleyiniz.
Horoza sövmeyiniz.
Horoz Ötmeyen yerlerde oturmayınız.
Horoz kurban olur amma horoza bıçak vurmayınız.
Bir yerde ölmüş horoz görürseniz, üzerine bir avuç abdestli iken, su döküp toprağa gömünüz.
Horoz sabahları öttüğü zaman dua ederek HAKK’dan isteyiniz.
Horoz melâikeleri görür öter.
Melâikeler duanıza “amin” der kabul olur duanız.
Bunların hepsi hadîsdir.
Horoz dövüştürmek haramdır, azabı vardır.
Tarh ettiğimiz horoz “ibikli, kuyruklu, renkli horozlardır”.
Hint horozu dedikleri uzun bacaklı, kuyruksuz, ibiksiz horozlar, yabani horoz cinsinden yetiştirilmiştir.
O horozlardan bahsetmiyorum..
Horozu kovalamak taş atmak iyi bir hareket değildir.
Söyleyemem bunda HAKK’ı incitmek gizlidir.
Aman sakınınız....
Bacaklarından bağlayıp baş aşağı taşımak, insanı manen baş aşağı götürür.
Bu dünyada bu işler başlar unutmayınız...
Hakiki temiz bir sûretde iyi gıda ile beslemek şartı ile evinde horoz beslemekte büyük hayır vardır.
O evin bereketi vardır.
Melâikeler o hâneyi hıfzederler.
Köylerde yapılan fenalıklardan köylerin batması işden bile değildir.
Bir tek horoz o köyü felaketlerden korur.
Bunu kimse bilmez.
Fakat horozu, târif ettiğimiz sûretde bakarsanız o mıntıka her türlü o afatdan masum kalır.
Bizim köyde horoz var fakat şu oldu demeyiniz.
O horoza yapılan eziyet onu doğurmuştur.
Velhasıl horoz mübârek bir mahlûktur.
Memleketimde Maçkalı Hoca Hazretleri vardı.
Rahmetullahı aleyh nereye seyehat etse, bir kafesi vardı, horozu ile beraber giderdi.
Almanya’da birgün bir köyde tavuklar ve horoz gördüm.
Şehirlerde hiç tesadüf etmemiştim.
Yanına gittim.
“Gelsene buraya” dedim. Geldi.
“Bizim horozlarımız öter, siz ötmez misiniz?” dedim.
“Bilmem amma bilirim.”
“Bu ne demek” dedim.
“Efendim biz dünyaya geldikte ötmeyi daha öğrenmedim. Hayatta kalırsak, hayatta kalmış horozlar bize gelirler. Bizim başka diyarlarda cinslerimiz vardır. Onlar öterler. Niçin bilir misin diyerek anlatdılar. Sordum, sabahları gökyüzünden kimsenin göremediği melâikeler vardır onları görürüz ve Öteriz” dediler.
“Ama buralarda göremezsin. Görsen de melâikelere inanan kimse tesadüfen bulunsa o zaman görebilirsin” dediler...
“Dedelerimizden duymuştuk dediler:Biz horozların ötmesiyle uyanan,
Biz horozlardan evvel uyanan Koyun ve kuzunun melemesiyle uyanan,
Bunlar ötmeye, melemeye başladığı zamanlarda diğer hayvanlara bağırmak men edilmiştir. Bunlar sustuktan sonra diğer hayvanlar başlarlar, inek ve öküzün bağırması ile uyananlar da çoktur.Geceleri uyumayan gözü yaşlı kadın, erkek mübârek insanlar vardır dünya yüzünde... Fakat bu asırda uyuyanlar daha çoktur. Sayısızdırlar. Gece kumar masalarında sabahlayanlar, hırsızlık peşinde koşanlar vardır.
Nöbet bekleyenler, derdinden uyuyamayanlar, uyumayıp dua edenler de vardır. Bunları bildiğimiz için biz bu diyarda ötmeyiz...” Dedi bana horoz.

Sağına soluna baktı.
“Benim sesim de güzeldir. Kimse duymasın. Senin için, gündüz ama bir defa öteyim” dedi. Kanat çırptı öttü.
“Horoz ötmeden evvel kanat çırpar. Bu çok mühim birşeydir. Söylemeyeceğim ne yapacaksın”.
Horozdan ayrıldım. Yürüdüm.
20 adım ayrıldıktan sonra döndüm baktım.
Horoz hâlâ yerinde bana bakıyordu.
Elimle selâm verdim.
Bir daha öttü.
Ben de çabuk çabuk yürüdüm ayrıldım oradan.
Kendi kendime şöyle düşündüm;
İçi müslüman dışı değil. Buna korkak denir.
Dışı müslüman içi değil. Buna münafık derler.
Sözleri müslüman fiili değil. Bu da küfürdedir.
Onlarla dolu dünya bugün.
İçi gören gözler vardır.
Gizlendiler.
Bizim gözlerimiz onları görmediğinden gizlidirler.
Dışa bakan gözler vardır.
Kendi içini görmeyen gözler vardır.
AKBABA ve LEŞ KARGASI’na sordum:
“Siz niçin leş yersiniz?”
“Efendim bulması kolay. Dünya leşle dolu. Zahmetsiz buluyoruz” dedi.
ARI’ya sordum:
“Sen hep çiçek yersin. Yaptığın balı niçin yemiyorsun?.”
“Çıkardığımı yemem, ben işimi bilirim... Bana ne emrolunmuş ise onu yaparım.”   
“Ama peki bu asırdaki arılar bal yapmıyorlar. Şekerin üsüne konuyor, yapma peteği götürüp bırakıyor, biraz da üzerine kusuyor. Kanatlarına bulaşanlar biraz tadıyor” dedi.
“Çünkü, hakiki bize HAKK’ın emrettiği balı yiyecek temiz ağız, haram girmemiş mide bulmak imkânsız gibi bugün... Efendi, daha bana birşey sorma, selâm ola” dedi.
Vızladı uçtu gitti arı...
SİNEKlere sordum:
“Siz herşeye konar mısınız?Fena da olsa, iyi de olsa.. Ne biçim mide var sizde?.”
“Bana bakma efendim. Benim işim çok mühimdir. Ben yıllardır birşey haykırıyorum. Kimse farkında değildir. Anlatamadım. Bıktım. Fakat artık alıştım gitti. Bırakamıyorum, bu tabiatı ne yapayım.” dedi.
(Sineğin ömrü 40 gecedir. Ancak bal arısı değil)...
Narda olması sineğe azab değildir. Ehl-i nara azab vermesi içindir.
Resûlullah’ın elbiselerine sinek konmazdı.
FARE’ye sordum:
“Sen insanlardan kaçarsın. Çok zekisin.” “Evet” dedi.
“Onlar seni öldürürler. Sevmezler. Sen herkesin gıdasını çalarsın.
Bazı şeyleri tahrip edersin.” “Doğrudur” dedi.
“Bir mahlûkun adı çıkmasın, ama insanlar beni anlayamadılar. Anlayamazlar da...
Ben helâl lokmaya dokunmam.
Helâl olan birşeyi tahrip etmem....
Tamamıyla helâl olan bir yere kat’iyyen girmem...
Haram dolu yerlere ve helâle haram girmiş evlere, dolaplara, gıdalara yanaşırım...

Evlerdeki gıdaların, eşyaların, haram kısmını tahrip ederek yerim... Tamamıyla haram dolu yerlere de gitmem.
Gidersem de sırrımı gizlemek içindir.
Kimse farkında değildir. Bu vazifemin.
Hiç işittiniz mi ben kabak ve kavun yemem.
Onlara haram karışmaz.
Çünki onlar haramı ve kendisine haram getirecek mahlûku tanırlar.
Onlara lânet ederler.
Sinek kabağa konmaz.
Git niçin konmadığını sor bakalım...
Onların tohumları içindedir.
Yenecek tarafına girmemiştir.
Karpuzu severim, çünkî çekirdekleri yenecek tarafın içine dağılmıştır. Yumurtayı severim.
Bunları anlarsan ya çıldırır veya bilmem birşey olursun amma...
Benim sözüme inanmazsın...
İnsanlar HAKK’ın sözüne inanmıyorlar.
Benim sözümü kale bile almazlar...
Sen ara bul!” diye cevap verdi.

Deliğine kaçtı girdi.  
“Niçin kaçıyorsun?” dedim.
“Benden sana bir fenalık gelmez.”
“Onu bilirim. Yoksa seninle konuşur muydum” dedi.
“Belki efendim aramıza kedi girer diye gidiyorum, kaçmıyorum.
Kedi beni daima takip eder, sırrımı ifşa etmeyeyim diye!.”


YUMURTA:
Yenir fakat yumurtada bir kısım vardır.
Pişirmeden o kısmı çıkarınız.
Haşlanmış ise yerken o kısım yine bellidir.
O kısmı yemezseniz iyi olur.
Ama şimdi yumurtaların çoğu hakiki yumurtalıktan çıkmıştır.
Mümkünse tavuk besleyin.
Tek tavuğun yumurtasını yiyiniz.
Sarısı çok açık olan yumurta, yumurtalıktan çıkmıştır.
Kaz, ördek, hindi yumurtası sebebini bilirseniz yemeyiniz.
Ama nereden bileceksiniz...
İsterseniz yersiniz...
Bu lakırdılar uzun müddet halvet etrafında dolaşanların kulaklarına girecek nasihatlerdir.
Hakiki halvete girenler bunları öğreneceklerdir.
Ama nasıl öğreneceğiz diye düşünmeyiniz.
Sen o hâle gel bunların hepsi bir saatde öğrenilir...
Hepsini Öğrenirsiniz.
Sen şüphe ve vehimleri içinden at!..
Tam teslim ol!
Suyun üstüne bir defa çık hele bakalım.
ASLAN’a sordum:
“Sen koca aslan niçin yalnız et yersin?...”
“Söylemem efendim. Söylersem aslanlığım gider, sonra siz beni yersiniz!” dedi.
Almanya’da Frankfurt hayvanat bahçesini gezdim.
Üç saatde.
Ama hepsini göremedim...
Yer, deniz, hava hayvanları, sinekten file kadar dünyanın her yerinden getirilmiş...
Hepisiyle mümkün mertebe konuştum.
Anlatması uzun olur.
Parmaklıklar arasında genç bir aslan var.
Bir de levha:
“Parmaklıklara yanaşmak tehlikeli ve yasaktır”...
Ben o levhayı görmedim.
Sonradan gördüm.
Parmaklığa yanaştım:
“Merhaba Yâ esed!” dedim.
Hayvan parmaklığa yanaşdı.
Bir sürü Almanlar da varmış onlar da seyrediyorlarmış...
Elimi uzâttım hayvanın burnunu okşadım.
Kedi gibi yüzünü elime sürdü.
Birden bire arkadan bir ses:
“Herr, zuruck! Zuruck!” diye bağırdı.
“Geri dön, geri dön!” hiddetli olarak.
Döndüm bir polis memuru.
“Ne yapıyorsun çıldırdın mı?” dedi.
Polisin bu hareketine, o sırada aslan ağzını açtı, parmaklıklara tırmandı. Bağırdı...
Herkes irkilip bize baktılar...
Ben de bilmiyordum yasak olduğunu...
“Gördün ya okşadım hayvanı bir şey yapmadı, git sen okşasana” dedim polise.
Polis:
“Ben deli değilim” dedi.
“O hâlde aslan delileri ısırmıyor gördün ya!” dedim.
Polis şaşırdı. Afalladı. Herkes bana bakıyordu. Ayrıldım oradan...
Biraz sonra tekrar dönüp geldim.
Orada kadın erkek, çoluk çocuk hep hadiseyi anlatıyorlardı.
Beni gördüler. Hep bana baktılar...
Zira beyaz saçlarımdan tanıdılar.
Tekrar aslana baktım.
Yine parmaklığın önüne geldi.
İki dakika kadar hep bana baktı..
Ben de ona baktım.
Etrafımızdakileri, bu hayvanları seyretmeye gelen bu garip mahlûkları da aslanla beraber biz seyrediyorduk.
Kafesdeki aslana çok üzüldüm.
Aslan farkına vardı. Bana:
“Üzülme HAKK’ın kaderi bu...
Bize de dünyada imtihan var...
Bu, HAKK’dan uzak insanlar içinde, aslanlığımı zerre kadar kaybetmedim. Görmüyor musun parmaklığın yanına bile korkudan sokulamıyorlar...
Ben ALLAH’ın bir mahlûkuyum.
Ben gibi milyonlarca halketti.

Benim yanıma yanaşmak cesareti olmayan bu zavallılar, yarın HAKK’ın huzuruna hiç çıkamazlar!” dedi.
“Hele bak efendim!” dedi
“Nasıl korkacaklar.”
Direndi, birdenbire bütün gücüyle aslanca bir kükredi.
Herkes birden irkildi.
Diğer taraflarda olan ağaçlardaki kuşlar birden bire uçtular.
Diğerleri taş kesildi.
“Ben yurdumdan bu kafese getirileli ilk defa kükrüyorum” dedi.
Hayvanat bahçesi biraz karıştı.
İki polis tekrar yanıma geldi:
“Afedersiniz siz necisiniz?” dediler.
“Sihirbaz değilim” dedim.
“Doktorum. Hayvan lisanından anlarım. Biraz aslanla konuştum o kadar” dedim.
Polisler şaşırdılar.
Biraz korkuyla karışık güldüler.

Alay ettiğimi zannettiler...
“Bu sözümle alay etmiyorum!” dedim.
“Üç saatdir hayvanat bahçesindeyim biraz hayvan lisanından öğreniverdim!” dedim.
Aslana döndüm selâmlaştık, oradan ayrıldım.
Herkes bana bakıyordu.
Bu bahçede insanlar hayvanları seyrediyorlar güya...
Halbuki seyretmiyorlar.
Hayvanlar onları seyrediyor...
Hayvanat bahçeleri kurulalı hayvanlar insanları daha iyi zâhiren de tanıdılar...
Hayvanat bahçeleri kurmak onları yurtlarından ayırıp kafeslerde beslemek İslama kat’iyyen yasaktır.
Bu hadise Frankfurt gazetesine bile intikal etmistir.

KÖPEĞE sordum:
“Sana sadık ve vefakâr hayvan” derler.
“Bundan memnun musun ne dersin?”
Gözlerini bana doğru çevirdi.
Baktı baktı:

“Her hâlde anladınız!” dedi.
Gözlerinden yaş geldi.
“Sana birsey soracağım” dedim...
Doğruldu:
“Buyur!” dedi
“Resûlü Ekrem:
“Birgün gelecek hayvanlar konuşacak âhir zamanda!” buyurmuş. Ne dersin?”
Hemen köpek yere uzandı. Toprağı yaladı:

“Ondan sadır yalan olur mu hiç?...
Biz köpekler çoktan konuşmaya başladık.
Biz evlerin dışında dururduk, içeri edebimizden dolayı girmezdik.
Bizi zorla evlere, yatak odalarına kadar soktular.
Mecbur olduk onlar gibi konuşmaya ne yapalım...

Bizde kabahat yok...
Bizden öldükten sonra dirilme muradedilmiştir.
Yâlnız, Cenab-ı HAKK Kıtmîr’i tekrar diriltecek cennete koyacak.
Bu bizim sırrımızın şâhididir.
Bizim girdiğimiz eve melâike girmez diye sahih haber vardır.
HAKK’ın emri bu...
HAKK’ın emrini bile insanlardan daha çok tutarız.
Bizler bu itaat ettiğimizden bize mükâfat olarak HAKK, temsilcimizi Kıtmıri cennete sokmuştur. Bizi yaratan...”
Bir dilim ekmek verdim, öptü. Başını sürdü. Yedi.

“Bunu unutmayacağımı bilirsiniz...Ömrümde ilk belki de son yediğim ve yiyeceğim helâl lokmadır bu...Ben baskalaşıyorum!” dedi.
Geri geri çekildi, birden koşarak sokağın başından sapıp kayboldu gitti...

Köpek kanaatkardır, merhametlidir.
Anlayışlıdır.
Gözlerine bakınız sadakatini okuyabilirsiniz.
Çok alıngandır. Tekdirden çok alınır...
İnsanın bakışından anlar düşündüğünü.
Köpek öldüren sürünür.
Rızkı kesilir.
Bereketi kalkar.
Sonunda felç olur...
Bugün dünyada çeşit çeşit köpekler vardır.
Birçoğu melezdir.
Muhtelif renkleri vardır.
Bu renklerin bulunması da birşeyi haykırır.

Köpek öldürmek doğru bir hareket değildir.
Köpek öldürenlerin sonu sürünmektir.
Vaktiyle ben çok iyi hatırlarım.
Bir zamanlar istanbul belediyesi başıboş köpekleri toplattı.
Bir küçük vapurla Marmaradaki “Hayırsız Ada” derler oraya götürüp bıraktı.
Zavallı hayvanlar orada açlık ve susuzluktan günlerce bağıra bağıra telef oldular.

Bu karan veren İstanbul şehremini “H” bey ve belediye azaları perişan oldular.
“H” bey felçli ve konuşmaz bir hâlde, şuûru bozuk, ayağını sürüye sürüye Sultan Ahmet civarında dilenir vaziyetde görülmüştür.
Ondan sonra şehremini “DrJO” bey ve belediye azaları hep felçli sürünerek ölmüşlerdir.
Eskilerin ve bugünkü zamanda bile bu vakalar çok değildir.
Köpek mızır hayvan değildir.
İnsanlar onu muzır hâle getirmektedirler.
Kuduz illeti köpekten geçer ve diğer hayvanlara, insanlara salyasıyla bulaşır.
Hastalığın tedavisi yoktur, aşısı vardır.
Köpekte kıskanmak azdır.
Yalnız “Buldok” köpekleri vardır, sahibini kıskanır ve sahibinin çocuklarını parçaladığı az değildir.
Bu bizim anlattığımız köpeğin dışındadır.
Köpekte hırsızlık yoktur.
Benim bir köpeğim vardı.
Ölürken ağladı, beni de ağlattı.
Hâlâ köpek gördükçe onu hatırlarım, gözlerim dolar.
İslama yol gösteren Rahmetullahı aleyh imamlardan yalnız imamı Şafiî hazretlerine göre köpeğe sürünmek abdesti bozar.
Diğerlerinde bozmaz.
Her iki fikir de hadîslere dayanmıştır.
Böyle olması da (söyleyemeyeceğim) bir sırrın ortaya çıkması içindir. HAKK ismine kasem ederim ki hepsi de doğrudur.
KANARYA:
BU dostumun evinde kanarya kuşları gördüm, kafeslerde...
Dostum bana cinslerini, çok güzel öttüklerini zevkle anlattı.
Güzel sanatkârane yapılmış kafesleri, yiyecekleri, su kapları amaan ne tertibat.
Görseniz bir defa...
Bunlar uçamazlar.
Uçsalar bile serce kuşları bunları gagalar, kör edip öldürürlermiş.
Dostum uzun uzadıya bana anlattı.
Müsabakalar olurmuş, hangi kuş daha çok ötüyor.
Adeta kanarya meraklıları hastalık derecesinde bunlara düşkün...
Bazen de o kadar alıştırılmış ki kafesi açık, odanın içinde dolaşıyor. Sofraya gelip konuşuyor.
Sahibi ile konuşur gibi eline başına omzuna konuyorlar.
İnsanlar kuşların seslerini aynen taklid ederler.
Bu ağız ve boğazın bir nevi hüneridir. Ama bu seslerle ne demek istiyorlar, onu anlayamıyorlar.
Kuşların da dilleri var ama kimse bilmiyor...
Sevinçleri var.
Kederleri var.
Dertleri var.
Izdıraplan var...

Fakat bu ötüşlerden biz bir şey anlamıyoruz.
Hele HAKK’a karşı olan tesbih ve zikirlerini düşünemiyoruz bile…
Bu hengâmenin içinde:
Bunlarla konuşanlar
Sevileşenler
Zikirlerini anlayanlar var, dünya yüzünde...
Kuşlarla ahbap olanlar var.

O hele kafesde hapsedilmişler, onların diğer uçan, havalarda dolaşan kuşları gördükleri zaman ızdıraplarmı duyacak anlayacak
insan çok az kalmış.
Bunlar da HAKK’ın mahlûku....
Böyle düşünürseniz ne büyük bir zulüm müessesesidir bu anlayabilirseniz...
Efendim uçamıyor.
Evet onu insanlar hazırladı.
Hürriyetini unutmuş dert ve ızdırapdan artık kuşluktan çıkmış...
Kafesde kuş beslemek insan akibetini hüsrana çevirir.
Kim çevirir diyeceksiniz?
Hakiki sahibi “Hz. ALLAH” bunda istisna yoktur.
Onların kafesde ötüşleri dertlerinden ızdıraplanndan dolayıdır.
Bu böyledir.
Aksi düşünülemez.
Kanaryaya yanaştım.
Kafese parmağımı götürdüm.
Ürktü.

Fakat biraz sonra sordum:
“Niçin korktun?...”
“Efendim ne zamandan beridir bilmiyorum, kanatlarım var havada uçmuyorum.
Gözelerden su içemiyorum.
Rızkımı kendi kendime arayamıyorum.
Şu küçücük tellerle örtülü kafes içindeyim.
Hürriyet diyorlar bilmiyorum.
Köle miyim.
Esir miyim.
Suçlu muyum.
Neyim? bilemiyorum.
Su veriyorlar.
Yem veriyorlar.
Ama bunlar bana zehir gibi acı geliyor.
Hergün ötüyorum.
Dertlerimi haykırıyorum.
Kimse anlamıyor.
Artık öyle hâle geldim ki niçin öttüğümü de bilmiyorum.
HAKK’ın kaderi bu.
HAKK’a beni buradan halâs eyle diye dua etmekten utanıyorum.
Yalnız bize emrolunan HAKK’ı tesbih daima ediyorum.
İşte o tesbih anlarında kendimi rahat buluyorum.
Bizler dünya için halkedildik.
Âhiretimiz bizim yok, insanlar bizi kafese koymakla şu dünyamızı bize zindan ettiler.
Fakat kendilerinin âhiretlerini de zindan ettiklerinin farkında değillerdir.
Uçamadan kafese hapsedildim.
Uçamadan bu kafesde öleceğim.
İşte bizim hayatımız, bu kafes içindeki dert ve ızdıraplarımız hepisi bu...
Sizin gördüklerinizi, bildiklerinizi biz görür ve biliriz.
Hem de çok berrak ve açık....
Amma bizim gördüklerimizi, bildiklerimizi siz ne görür ne bilebilirsiniz...
Bizi yaratan buyurur:
“Bütün hayvanlar kuşlar. Ağaçlar hepisi şimdi tesbih hâlindedir. Fakat siz bunları ne duyar ne işitirsiniz!” Yalan mı!..”
Resûlullah:
“Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz.” Hadîs.

Velhasıl kuşu kafese hapsedip bunu bir zevk edinmek Resûl’ün peşinde koşan islâmın işi değildir.
Kanaryaya daha soramadım.
Çünki kafesde alıştığı dertlerinden onu ayırmak için bir çaba olur suallerim, daha üzülecek...
Dostumdan ayrıldım.
Uzun bir müddet sonra öğrendim bu merakından vazgeçmiş, bu esirlerini başka bir esirciye devretmiş amma...
Hayvan esareti devam ediyor gidiyor.
Zavallı kanaryalar ve hapsedilen mahlûklar.
Dünya bu...

HAKK’dan ayrıldı mı herşey değişir.
Kimi ağlar.
Kimi güler.
Kimi ağlar güler.
Kimi güler ağlar.
Asıl hüner dertlerdeki inceliği idrak edebilmek, insana dünyanın boşluğunu her an haykırdığını göstermektedir...



Tarh etmek : Uzaklaştırmak. * Vaz' etmek. * İndirmek. * Bırakmak,
elinden atmak. * Yerleştirmek. * Temel bırakmak. * Mat: Çıkarma.

Tefahür : (C.: Tefahhurât) (Fahr. dan) Övünme, fahirlenme.

Sevk-i Tabiî : Hayvan veya insanların düşünmeksizin Cenab-ı Hakk'ın sevki ile olan hikmete uygun hareketi. Sevk-i kaderî, ilham veya sevk-i İlâhî demek daha doğrudur.

Ashab-ı suffa : Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsi menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı.

Ashab-ı Suffa'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Peygamberimiz'in (A.S.M.) hadis-i şerifleri mükemmel bir şekilde muhafaza altına alınmış ve zamanımıza kadar hatta kıyamete kadar sağlam bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır.

Bu Ehl-i Suffa'nın ahvâli Kur'an-ı Kerim hizmetine ilk ve en mühim başlangıç olduğu ve herkese büyük ibret ve ders teşkil edeceği için, Sahih-i Buhâri Tercemesi Yedinci Cildinin 62 ve 63 üncü sahifelerindeki alâkalı kısmı naklediyoruz: "Suffa, Kamus Müterciminin dediği gibi ve hepimizin bildiği veçhile, eski yerlerdeki "sed", "seki" gibi yüksekçe eyvana denir. Lisanımızda tahrifle "sofa" tâbir olunur. Ehl-i suffa buna izâfe edilmiştir.

Ashâb-ı Suffa; aileden cüdâ, gaile-i dünyeviyeden âzâde ve bütün mânası ile feragatkâr bir hayata mâlik olan bir zümre-i mübârekenin ekseri vakitleri Resül-i Ekremin (A.S.M.) huzurunda geçerdi. Dâima Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ahz-ı feyz ederlerdi.

Taraf-ı Peygamberiden tâyin buyurulan muallimler mârifetiyle de kendilerine Kur'ân tâlim edilirdi. Bunlardan yetişenler müslüman olan kabilelere tâlim-i Kur'ân için gönderilirdi. Bu cihetle bunlara "Kurrâ" denilirdi. Bu suffaya da "Darul-Kurrâ" demek en münâsib bir isimdir. Nur-u Kur'an'ın "lemhat-ül basar" denilebilecek derecede az bir zaman zarfında âfâk-ı âleme intişar etmesi, bu ilim ocağının yetiştirdiği güzideler sâyesinde müyesser olmuştur.

Mütevâzi ve fakat çok feyyaz olan dörtyüz, beşyüz raddesinde dâimâ Kur'ân ile, icâbında gazâ ile meşgul olan bir irfân-ı Kur'ân ordusu bulunuyordu. İçlerinden teehhül edenler kadro haricine çıkardı. Fakat, yenileri ile ikmal edilirdi. Burası bütün mânası ile leyli ve meccâni bir dâr-ul-ilim idi. Müdâvimleri ne ticaretle, ne bir san'at ve harâsetle iştigal etmezdi. Maişetleri taraf-ı risâlet-penâhiden ve ağniyâ-ı ashâb tarafından te'min edilirdi.

Bu hakikatı, Ehl-i Suffa'nın mübarek simâlarından birisi olan Ebu Hureyre (R.A.) kendisinin çok hadis rivâvet ettiğinden şikâyet edenlere karşı verdiği şu müskit cevabında pek güzel ifâde etmiştir: "Benim kesret-i rivâyetim çok görülmesin; muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticaretleri ile, "Ensar" kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatleri ile meşgul bulundukları sırada, Ebu Hureyre, Peygamberin (A.S.M.) mübârek nasihatlerini hıfzediyordu..." demişti.

Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashâb-ı Suffa'nın maişeti ile, tâlim ve terbiyesi ile pek yakından alâkadar olurdu. Hattâ saadet-hâneleri ihtiyacatı ile ikinci derecede meşgul bulunurdu. Bir kerre Hz. Fâtıma (R.A.) el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde, Resül-i Ekrem (A.S.M.) - "Kızım! Sen ne söylüyorsun?...

Henüz Ehl-i Suffa'nın maişetini yoluna koyamadım" buyurmuştu.Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hiç bir mev'izaları, hiç bir hitâbeleri yoktur ki, bunun irâdı sırasında Ashâb-ı Suffa orada hazır bulunmasın, dinleyip, hıfzederek diğer ashâba nakletmesin... Bu suretle ahkâm-ı İslâmiyyenin hıfz ve naklinde Ehl-i suffanın pek müstesna te'sirleri görülmüştür.İçlerinde Ebu Hureyre (R.A.) gibi müstesnâlar yetiştiği gibi, ilmi varlık göstermiyenler de vardı.

Fakat, hangi türlü tedris gösterilebilir ki, umumi surette böyle sihir-âmiz bir feyz verebilmiş olsun.."Hak Dini Kur'ân Dili Cilt 2, sahife: 939, 940, 941 de de şu izahat vardır:"Bir gün Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashâb-ı Suffa'nın başlarında durmuş, hallerini nazar-ı tetkikten geçirmişti. Fakirliklerini, çekmekte oldukları zahmetlerini gördü ve kalblerini tatyib edip onlara buyurdu ki:

- "Ey Ashâb-ı Suffa! Sizlere müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hâl-ı sıfâtta ve bulunduğu halden râzı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir... "
 

2 yorum:

  1. Sevgili yazar. Lütfen bu cok guzel yazınızı yazdığınız hadislerin kaynaklarını da belirterek guzelleştiriniz. Sahis hadis kitaplarında olmayan ve sıhhatli olmayan bir cumleyi hadis diye yazmak bu guzel yazının tum sevabını gorurduğu gibi buyuk de gunaha girilmis olur. Allaha emanet olun.

    YanıtlaSil
  2. s.a. yorumunuz için teşekkürler,blogtaki bütün yazılar alıntıdır, okumuş olduğunuz bölüm dr.MÜNİR DERMAN 'ın mana aleminden,şühud alemine krıntı mahiyetinde aksettirdiklerinden bir bölümdür keşf ehlilyle ilgili olduğu için,ekledim.KÜLLÜ FEVKA Zİ İLMİNALİM. Allah'a emanet olunuz.

    YanıtlaSil