5 Haziran 2008 Perşembe

NEFS-İ MÜLHİME

NEFS-İ MÜLHİME

Nefs-i Levvâmeye ilâhî ilhâm ve Muhammedî nefesler imdad etmeye başlayınca özünden "doğru doğuşlar" doğmaya başlar... Aydınlıktır ancak henüz görüş mesafesi kısadır.
Nefs-i Mülhime, nefsin kalbî nefs makamıdır.
Azîz kardeşim,
Kalbin iki kapısı vardır.
Birisi nefse diğeri ruha açılır.
Nefse açılan kapıda nefs, şeytân ve şehvet;
Ruha açılan kapıda ise ruh, melek ve akl-ı selim bekler durur.
Bu iki kapı aynı anda açık ya da kapalı olamaz.
Birisi açıksa diğeri kapalıdır.
Emme-basma tulumba gibi.
Nefsin galib gelmesi hâlinde (Nefs-i Emmâre ve Nefs-i Levvâme çağlarında) , Ruh kapısı kapalıdır.
Kalb işgal edilmiştir.
Kalb normal görevini göremez.
Nefsanî ve şehvanî hevâ ve heveslerin at oynattığı bir kalb; fesad, hased ve hüsrân içindedir.
Nûr-u MUHAMMED'le (Nûrullah) bağlantısı kesik olduğu için nefs, karanlıkta ne halt ettiğini bilemez.
Kendi kendine kahreden ve kınayan nefs, dostunu ve düşmanını tanımaya başlayınca şeytân sürüsünden ayrılır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle: "Euzû billahi's- semi'il Alîm mine'ş-şeyytâ-nirrâcim min hemezetihi ve nefhahi ve nefsihi Bismillâhirrâhmânir rahîm: Rahmetten kovulan şeytânın içten vesvese dürtüşlerinden, dıştan kışkırtıcı üfürüşlerinden ve bizzât kendisinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAH'a sığınırım. Rahmân ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla derim." der ve yepyeni bir sayfa açar...
Şeytânın, içten vesvese ve kuruntu dürtüştürmelerinden, dıştan üfürmelerinden ve bizzât şeytânın nefsinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAHÜ ZÜLCELÂL'e sığınma arzühâlini (dilekçe) teslim edip, Rahmân ve Rahîm olan merhametli ALLAHÜ ZÜLCELÂL ismiyle başlar...
Dışa açılan kapıya şeytân ve şeytânî etkiler yaklaşamaz.
Sıdk ve adl üzere olan (doğru, helâl ve emredilen) şehvet ise lâzım ve lâyıkı ile girer çıkar...
Arabçada şehvet Türkçedeki gibi sadece kadına, erkeğe karşı duyulan aşırı istek olmayıp her türlü aşırı arzu emel ve isteğin ortak adıdır.
Dış kapıyı kapatıp kalbe giren nefs, kalbî bir boya ile boyanır ve ilâhî ilhâma uyanır.
Ruh, melek ve akl-ı selim ile söz, sohbet, zevk ve haz toplantıları yaparlar.
Tevhid ederler.
Radyo yayını dalgaları gibi ilhâm ve ferâset yayınları algılamaya başlar.
İlâhî mesajı Muhammed Aleyhisselâmın sesinden duyamaya ve uymaya başlar.
Hakk ve hayra hayrân kalır.
Uygulamalarını yüksünerek değil de, insan olmanın gereği görür.
Daha önceki taklidî ve görsel imânı gittikçe pekişerek tahkikî (hakikat) ve özsel imâna dönüşür.
Daha önce Müslüman olan nefs, mü'min olmanın önemini anlar ve olmaya can atıp, çaba gösterir.
Ferâset (firâset) : anlayışlılık ve çabuk seziş kabiliyet ve isti'dâdıdır.
İlhâm: ALLAHÜZÜL-CELÂL tarafından kulları kalbine doğdurduğu ilâhî düşünceler, doğuşlar, tulûat, vâridât, lûtfü ikrâm ve ihsândır. İlhâm, aşka dönüşen akl-ı selimin duyduğu fitrî fazîletlerdir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bir kula iyilik dilerse, ona dinin inceliklerini öğretir (dinde fakih kılar) ve ona doğruyu (rüşdü) ilhâm eder." buyurur.
(Abdullah b. Mesud (radiyallahu anhu) dan; Tebarânî kebir)
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'imiz ise:
وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

"Nefse ve onu tesviye edene (bir takım kabiliyet ve isti'dâdla seviyelendirene, düzenleyene) fücûr'u ve takvâyı ilhâm edene andolsun ki kesinlikle onu (nefsini) temizleyen iflâh olmuştur (kurtuluş bulmuştur.) . Onu kirletip gömen de (hebâ etmiştir.) ziyân etmiştir." (Şems 91/7-10)
Fücûr: işret, sefihlik, günâhkârlık, ahlâka aykırı durum. Takvâ: korunma. Tedsis: bir şeyi bir şeyin içinde saklamak, gömmek. Dessaha: gömen, gömücü olan Sevveha: yayıp döşeyen, açıp genişleten, düzenleyen, dizayn eden
Lehime: fiili bir şeyi birden yutmak. (suyu içer gibi)
İlhâm: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kulunun kalbine feyiz yolu ile hakkı, hayrı veya lâzım ve lâyık olan bir şeyi telkin etmesi, kalbe fikir doğdurması.
Tezkiyetü'n- nefs: nefsin temizlenip hayr, iyilik, sâlih amellerle geliştirilmesi, terakkisi ve tekemmülüdür.
Hâbe: gizlemekten dolayı mahrum bırakıldı, hüsrana (büyük zarara) uğradı. Nefsini günâha gömdü ve emredilen ve murad edilen arzusuna ulaşamadı. Boş yere harcadı.
Azîz kardeşim,
Bu âlemde halkedilen her şey ni'mettir.
Azîz, Alim ve Azîm olan RABB'ımız (celle celâluhu) yaratmıştır, o hâlde ni'mettir.
Ne varki: İbrahimî olana nar, nûrdur...
Nemrudî olana ise nûr, nardır...
.
Sen kendine bak!...
Kâinâtta noksan arama da mükemmeli seyret!
Muhammedî seyret!
Muhammedî Âşık ol!...
Ben âciz, fakîr,zelil ve âlîl bir kul olarak; bildiğimi, gördüğümü, anladığımı, ilhâm aldığımı ve hissettiğimi arz ediyorum.
Ümmet-î Muhammed; zaman bulup Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup tarayıp bir araya getirip düşünüp fikredemez diye akl-ı seliminizin huzuruna sunmaya sadece,
Livechillah: Allah rızası, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hoşnutluğu için ve ALLAH dostlarının hakkı ve hayrı tavsiye (vasiyetleşme) yolu bu günümüzde de kapanıp battal olmasın diye...arzettim.
Eksik, noksan, yanlışlar olur ve olacaktır. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL bizleri; yalandan, davadan, cedelden ve benlikten hıfz-ü-himâye buyursun, Habibi Efendimiz Aleyhi's-selâtü vesselâmın şerefli yüzü suyu hürmetine inşâallahu Tealâ... Âmin!...
Azîz kardeşim,
Vahy kişiye özel bir ilhâmdır ve seçilmiş Peygamber Efendimize ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ihsân etmiştir.
İlhâm ise Muhammedî oluşun şuûruna erenlerin kapanmayan, Rahmânî rıza hattıdır.
Dağlarda büngüldeyen ırmak gözesi, kaynağı ve fışkırma noktası gibi ruhumuz kanalıyla kaynar durur. Her an yenileri...
Her an bir başkası...
Her an daha tazesi ve neş'elisi kaynar durur...
Muhammedî Merşebi olanların şarabı (içeceği) budur.
Kalb ise onun maşrabası (kadehi) dir.
Göz yaşlarımız ise dışarı sıçrayan ilâhî nûr damlalarıdır...
Aşk hârikadır!...
Âşıklar da öyledir!...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Tüm Muhammedîler adına, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e:
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ وَلاَ تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
"O hâlde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dostoğru ol (istikâmet)! Aşırı gitmeyin! (azgınlık etmeyin) Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilendir. Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız) sizin ALLAH'dan başka dostlarınız yoktur, sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz.!" (Hûd 11/112,113)

Hûd: had, hudud, haddini bilmekten...

Âyeti celilede geçen;
Rükûn : itminân duyup muhabbetle ona meyledip yönelmektir.
Messe: temas edip çarpan (ateş) ...
İstikamet üzere olmak, sırât-ı müstakîmde! İnkâr ile ikrârın ara kesitinde, tevhid üzere yürümek...
Gölge ile aydınlığın ara kesiti, düz çizgi ki enine bölünemeyen bir bütündür ve sırdır.
Mârifetullah ise aslında bunu bilmektir.
Hâşâ, insanoğlu RABB'isinin hangi hususunu bu akılla, bu imkânla bilebilecek?.
Bildirdiği kadarıyla bilebilir...
Kulun tevhidi nefsinin:
"Lâ ilâhe" inkârını söyleyip ta'til (ataletten durgunluk, kesiklik) den korunması,
"İllâ ALLAH" ikrârı ile isbatı söyleyip teşbihten korunmasıdır.
Azîz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeyyebetni hûdûn ve ihvâtuha!." Hûd Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı!." buyurmuştur.
Benzerleri buyurulan: "Beni Hûd, Vâkıa ve mürselât sûreleri ihtiyarlattı." şeklinde de hadisler vardır.
قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ALLAH'a dâvet ediyorum (çağırıyorum) , ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol (basîret) üzerindeyiz. ALLAH'ı (ortaklardan) tenzih ederim!...Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
"Ve sen elbette yüce (muazzam) bir ahlâk (hulku'l-âzim) üzeresin!..." (Kalem 68/4)

Muazzam ahlâk: sonradan olma değil de anadan doğmadır, aslîdir, azîzdir, esmâ-i hüsnânın tecellî ve neticesidir, eşsizdir, tektir ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'a hastır. Muhammedîlere de mîrâstır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyuruyor. (İ.Mâlik,Muvatta Hüsnü'l-Hulûk 18; Hâkim)
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
"Andolsun zikirden (Tevrattan) sonra Zebur'da da yazmıştık ki "Muhakkak yeryüzüne (arza) benim sâlih (islâh olmuş, iyi, sıdk-ü-adl ehli Muhammedî) kullarım vâris olacaktır. (Enbiyâ 21/105)
Arz zâhiri yüzüyle yeryüzüdür.
Bâtını yüzüyle ise Arabça harfleri yaz ve düşün:
Elif: en çokluk, Ra ve Dat ise rızadır.
ARZ: en çok rıza.
Bu dünya Rızaullahın kazanılma tarlasıdır.
Elbette islâh olmuş, iflâh olmuş Muhammedîler vâristir.
Bu dünyada hakkı kabul edip hayrı işlerler ve:
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
"Onlar görmedikleri hâlde var olan (gaib) RABB'lerine haşyet (candan sevgi, saygı, korku) duyarlar (gösterirler) .Yine onlar kıyâmetten korkan kimselerdir." (Enbiyâ 21/49)

Kıyâmet hesabının süratli oluşu sebebiyle saat olarak da ifâde edilmiştir.
Zibr, zübûr: kitab, zebur ise mezbur (yazılmış kitab.)
Haşyet ise:
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in;
Evvelde Rübûbiyyeti
Âhirde Ulûhiyyeti ,
Zâhirde Azameti ve
Bâtında Kudreti karşısında insan nefsinin;
Acziyet, fakriyet, zillet ve illetini,
İlim, irade, idrak edip iştirake geçerek sonsuz bir huşû' ve huzû' ile teslim olup istikamete azmedip,
Sevgi, korku, hürmet ve saygı duygularına gark olmasıdır...
Mesele de budur zâten...
Gerisi kuru lâf...
Kalbi, HAKK'ın karargâhı olan Nefs-i Mülhime,
Can kulağıyla duyduğu bu ilâhî ilhâmlara derhâl uymaya can atar.
Terakki ve tekemmül için her şeyini ve gücünü ortaya koyar. Rabbânî, Kur'ânî, Muhammedî ve fıtrî ilhâmlar coşturdukça ilme'l-yakinden ayne'l-yakine doğru naz ve niyâz nehirleri gibi her zerresi ile başsız ayaksız koşar...
Âşıkların gözyaşı budur...
Seyyiâtı terk eden Nefs-i Mülhime,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izini izlemeye,
Özünü özlemeye, sözünü sözlemeye,
Hayr-ü hâsenât işlemeye koyulur.
Nasuh Tövbesi eder.
Ancak iyiliklerin, geçmiş günâhları temizleyeceğini görür: (Neml 27/11; Hûd 11/114 bkz.) .
Geçmişe tevbe eder,
Geleceğe hak ve hayr duası eder.
Şu anda ise;
Kader Kaderullah, nice çilelerle başbaşa insanoğlu, kendisine isabet eden kötülükleri iyilikle savar: (Rad 13/22; Müminun 23/96; Furkân 25/70; Neml 27/89,90; Kasas 28/54-55 bkz.)
Azîz kardeşim,
İnandığım, anladığım ve yaşamaya çalıştığım şu ki:
İlhâm: Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu)'ın Muhammedî meşrebi lûtfetmesidir.
Muhammedî oluş şuûruna eriştir Türkçesi...
Kur'ânî ilhâm pınarlarından kana kana içmeye devâm edelim:
إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
"Elbette bunda düşünce ve anlayışı olanlara (ibret alanlara) deliller(işaretler) vardır." (Hicr 15/75)

Li'l-mütevessimin: mânâsını iyice düşünüp seçenler için.
Mütevessîmin: ferâset sahibi olanlar, tahkikî bakanlar, ince ince düşünenler, sebâtla dikkatlice inceleyip özünü anlayanlar.
Eşyânın hakikatini öğrenebilmek için ilim, irade, idrak ve iştirâk ilhâmına mazhar olanlardır.
وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: Bal arısına (nahl) ihlam etti: (Nahl 16/68 bkz.)

Vehâ, evhâ: ilhâm etmek, peygamberlere vahyetmek.
Mü'min için ilhâm etmek ihsândır ki
Veze'e: ihsân edip teşvik etmek ilhâm etmek anlamında olup: Neml 27/19; Ahkaf 46/15 âyeti celilelerinde geçmektedir.
Muhammedî şe'en şerbetinden içen, Muhammedî meşrebî bulanlar İlâhî, Kur'ânî ve Muhammedî ilhâmla dâimî ve kaimî irtibatlı olup; interkollekte sistem içinde "ile" ve "bile" olanlardır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder