NEFS-İ EMMÂRE-3
.
Bu husustaki hadisler ise sayısızdır...
İnşâallah gireriz...
Azîz kardeşim, işin başı Nefs-i Emmâredir.
Azîz kardeşim, işin başı Nefs-i Emmâredir.
Nefs-i Mutmaînne hâlinde yaşamakta olan bir nefs, zinâ ediverse derhâl Nefs-i Emmâre sıfatını taşır...
Reisicumhurun kasden adam öldürünce katil oluvermesi gibi anla...
Dolayısıyla biz esâsen nefsin ileri ve mükemmel safhalarını göz önüne almaktan daha çok, Nefs-i Emmâreyi imkanımız kadarınca mercek altına alacağız İnşâallahû Tealâ...
يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
"Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefslerinin hoşlanacağı gözlerin lezzet alacağı şeyler, hep oradadır ve siz orada ebedî kalacaksınız" (Zuhrûf 43/71)
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"İşte bu, sizin yaptığınız ameller sebebiyle mîrâsçı kılındığınız cennet!..." (Zuhrûf 43/72)
İnsanın ilâhî imtihanında başrol, nefse aittir.
Nefsin sağındaki ruh; hakka ve hayra çağırıcısı ve tümleyicisidir.
Nefsin solundaki şeytân ise, bâtıla ve şerre çağırıcısı ve parçalayıcısıdır.
Nefs; Subhân ALLAH Tealâ'nın emrini, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sözünü dinlerse, 8 cennete, inanıp yaptıklarından dolayı mîrâsçı olur.
Yoksa bâtıl inanç ve şer ameli ona cehennemi boylatır, kendi bilir...
Biz birinci elden (Kur'ân-ı Kerîm mesnedli) ilâhî ilmi aktararak zevke devâm edelim.
فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ
الْجَوَارِ الْكُنَّسِ
"(Her) bir nefs ne hazırladığını (getirdiğini o zaman) anlar." (Tekvîr 81/15-16)
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
"(Her) bir nefs önden neyi gönderdiğini ve neyi (arkada) bıraktığını bilir." (İnfitâr 82/5)
يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
"O gün insana takdim ettiği ve bıraktığı ne varsa bildirilir. Bilakis, (doğrusu zâten) insan nefsine karşı basîretlidir. En iyi gözcüdür." (Kıyâmet 75/13-14)
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
"Her nefs, kazandığına karşılık bir rehindir." (Müddesir 74/38)
Rehin, rehine: rehin edilmiş. Bir şeye karşılık garanti olarak tutulmuş.
قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
"De ki: "ALLAH, her şeyin RABB'i iken ben hiç O'ndan başka RABB mı isterim? Her nefsin kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) . Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz. Sonra hep dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düşdüğünüz gerçeği haber verecektir." (En'âm 6/164)
İnsan ruhunun direkt olarak dünya imtihanına müdahalesi olamadığından ve nefs başrolde olunca sanki; kişilik, şahsiyet ve zâtı, "Nefs" olarak muhatab alınıp mükellef kılınmıştır.
Adam 70 yaşlarında ama huyu, işi gücü 7 yaşında ise, çocuk adam deriz.
Nefs de öyle, tekemmül etmezse yaşlı başlı pîr-i fâni de bile, Nefs-i Emmâre hâlinde kalabilir.
Nefsin tekemmülü, beden gibi zamana değil de ihlâs, takvâ, sabır v.s. gibi ilâhî emirleri yaşamakla mümkündür.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki ALLAH katında en şerefliniz (ekreminiz) en takvâlınızdır. Muhakkak ki ALLAH bilendir. Herşeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)
Takvâ: ALLAH (celle celâluhu)'dan korkma. Nefsin ALLAH (celle celâluhu) korkusuyla dinin yasakladığı şeylerden kaçınmasıdır. En çok korkması gerekenler ise, ilmiyle âmil olan, ilminin gereğini işleyen âlimlerdir. Zîrâ onlar neseben değil de, kesben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vârisleridirler.
Nefs, bu âleme sonsuz ni'metler içinde ve sonsuz hizmetçilerle, Benlik Krallığı kursun diye gönderilip başı boş bırakılmamıştır...
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
"Yoksa ALLAH sizden; cihâd edip ALLAH, peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan (bilmeden) başıboş (kendi hâlinize) bırakılacağınızı mı sandınız (hesab ettiniz) ? ALLAH yaptıklarınızdan haberdârdır." (Tevbe 9/16)
Velîce: sırdaş, dost (velîce: giren)
Velîce: sırdaş, dost (velîce: giren)
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
"İnsan kendisinin sûda bırakılacağını mı sanır!..." (Kıyamet 75/36)
Sûda: başı boş, mânâsız (Esdâ: ihmâl etmek)
Sûda: başı boş, mânâsız (Esdâ: ihmâl etmek)
Bu muhteşem kâinât ve insan elbette nefsin imtihanı için hakledilmiştir. Sistemin sahibini (celle celâluhu) can kulağı ile dinyelelim:
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Her nefs, ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şerle (mâsiyet) de ve hayr (hasenât) la da deneyeceğiz. Ve siz bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)
أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
"İnsanlar, imtihandan geçirilmeden (denemeden) , sadece "imân ettik" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? " (Ankebut 29/2)
Âyeti celilede geçen fetene: fiilinin esas mânâsı: Altın tozlarının içinde bulunduğu toz topraktan ayırabilmek için birlikte bir tava içinde ateşe koyup altın önce eriyeceğinden eritip dökünce altın külçesi topraktan ayrılır ve saf altın elde edilir.
İşte bu işlemin fiili fetenedir.
Fitne de bu köktendir.
Fitne ateşten beterdir.
İnananı inanmayanı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırır.
Ne varki insanları böylesi fecî' bir fitne ortamına sokmak şiddetle yasaklanmıştır.
"Fitne kıtaldan (adam öldürmekten) eşeddir."
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitne uyuyorken uyandırana lânet olsun!." buyurmuştur.
.
Âyeti celiledeki fitne ise, imânda hakkı-bâtıldan, amelde hayr-ı şerden ayırma denemesi, imtihanı ve düzeneği olarak buyurulmuştur.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ
"Andolsun ki içinizden cihâd edenlerle sarbredenleri belirleyinceye ve size ait haberleri açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed 47/31)
Onun içindir ki nefse aklını kullanması ve zannına uymaması ikâz ediliyor:
وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
"Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zann, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. ALLAH onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir. (Yûnus 10/36)
Zann: sanma, sanı, sezme, şüphe, işkil... Hüsn-i zann: güzel zann. Sû-i zann: çirkin zann.
وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
.
"Hakkında bilgin bulunmayan şey'in ardına düşme (üzerinde durma) çünkü, kulak, göz ve fuad (öz,gönül) , bunların hepsi ondan mesuldur, sorumludur." (İsrâ 17/36)
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
"..... "RABB'im benim ilmimi artır" de" (TâHâ 20/114)
Bunları ve nicelerini kelâmullahda bildiren RABB-û Birrun (celle celâluhu):
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا
.
"De ki; Hak, RABB'inizdendir. Öyle ise (artık) dileyen imân etsin, dileyen inkâr etsin!" (Kehf 18/29)
Nefsleri yaratması araç, hidâyet vermesi amaç olan yüce RABB'imiz , yarattığının evvelini, âhirini, zâhirini, bâtınını bilici olarak:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
"Şah damarından yakınında iken"(Kaf 50/16)
يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
"Her nerede olsanız, O, sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür." (Hadid 57/4) iken;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
"Ey imân edenler! ALLAH'dan nasıl korkmak gerekiyorsa (O'na yaraşır şekilde) öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle müslüman olarak can verin." (Âl-i İmrân 3/102)
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz ALLAH çok güçlü çok üstündür." (Hacc 22/74) ; (Zümer 39/67)
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
"Asla, (hayır, hayır) !... (insan) ALLAH'ın emrettiğini yapmadı." (Abese 80/23)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
"Ve sana yâkin (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine kulluk (ibâdet) et." (Hicr 15/99)
وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
"(Resûlüm) Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ALLAH'ındır, O işitendir bilendir." (Yûnus 10/65)
İzzet: değer, kıymet, yücelik, ululuk, kuvvet, kudret, hürmet, saygı, ikrâm, izaz. İzzet sahibi o kimseki: Ona emir verecek ve yasak koyacak yoktur.
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsinki izzetin hepsi ALLAH'ındır..." (Fâtır 35/10)
يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
"Hâlbuki asıl izzet ALLAH'ın, Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Fakat Münâfıklar bunu bilmezler." (Münâfıkun 63/8)
Bu muazzam âyeti celilede, Halik Tealâ ALLAH (celle celâluhu) dan mü'minlere herkesin kabınca kaderince ulaşan izzet zincirini ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izzet trafosunun ayarlayıcı oluşunu ne hârika beyân buyurulmuştur...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): " İzzet ve şerefim, kulluktur."buyuruyor.
İmâm-ı Hasan (aleyhi's-selâm): "Bendeki gurûr değil, izzettir!" buyurarak halis kulun sultân olduğuna işâret buyurmuştur.
.
İzzetli insan (cüz'i izzet): kendini bilir, Muhammedî şahsiyetini korur.
Tevâzu' kâr insan: kendini bilir, daha hoşgörülü davranır.
Kibirli İnsan: kendini bilmez, şahsiyetini korur.
Zilletteki (halk içindeki) insan: kendini bilmez, sahsiyetine yapılan hücûma hoşgörü gösterir...
Tevâzu' kâr insan: kendini bilir, daha hoşgörülü davranır.
Kibirli İnsan: kendini bilmez, şahsiyetini korur.
Zilletteki (halk içindeki) insan: kendini bilmez, sahsiyetine yapılan hücûma hoşgörü gösterir...
Tasavvufun baba yasalarındandır ki:
"Kendini bilene babasının kanı helâl, kendini bilmeyene anasının sütü haramdır"
Azîz kardeşim,
İşte nefs kendini bilmezse, ölüp hesaba çekileceğine iknâ olmazsa, büktüğü ipi geri çözen kadına dönerse ve tüm ilâhî uyarı, emir ve yasakları bir kenara iter de , hevâ ve hevesini ilâh ederse neler mi olur?
Bakalım ve görelim Kitab-ı Kerîm 'imize:
َوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Nefslerinde (vicdanlarında) bir düşünmediler mi? ALLAH gökleri ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri hak (gerçeğe uygun) ve belirli süre için (süreli, geçici) yaratmıştır (diye) . Bununla beraber insanlardan bir çoğu RABB lerine kavuşmayı inkâr ederler." (Rum 30/8)
Gök: ulvî cisimleri, yer: Suflî cisimleri barındırır.
Tefekkür: aklın; gayeye ulaşmak için eşyânın mâhiyeti konusundaki çabası ve tasarrufu olup bunun için kuluçkaya yatması, zihin yormasıdır.
Gök: ulvî cisimleri, yer: Suflî cisimleri barındırır.
Tefekkür: aklın; gayeye ulaşmak için eşyânın mâhiyeti konusundaki çabası ve tasarrufu olup bunun için kuluçkaya yatması, zihin yormasıdır.
Akıl, ancak ve ancak mümkünü (olabilir olanı) bilir. Nakl ise tahakkuku (hakikatı ortaya çıkarma) bildirir... Birlikte tevhid olur.
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
.
"Her nefs ölümü tadacaktır. Ve ancak size kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı tamamen verilecektir..." (Âl-i İmrân 3/85 ve Enbiyâ 21/35)
"Her nefs ölümü tadacaktır. Ve ancak size kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı tamamen verilecektir..." (Âl-i İmrân 3/85 ve Enbiyâ 21/35)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Her nefs ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz." (Ankebût 29/57)
Zevk: tatmak.
Zâikatün: tadıcı olarak
Cismanî hayat:
Normâl olarak, tabî hararet (sıcaklık) ve tabî rutubet (yaş olmak) ledir.
Bürüdet (soğukluk) ve yubuset (kuruluk) hâkim olunca beden ölür.
Nefs ise ölümü tadar.
Testi kırılır,su kabını kaybeder...
Nefs ölmez, ölüm acısını en çok nefs tadar...
Dünyada her maddî zevk, sonunda maddî bir keder ve acı doğurur.
Dünya nimetleri geçici ve sonu acıdır.
Âhiret nimetleri dâimi ve zevkten öte haz vericidir.
Nefs, ölüm acısından sonra hesaba dâvet edilmektedir.
Hesabı düşünüp, teslim olup, sırât-ı müstakîm üzere istikamet etmesi emredilmiştir.
Ahdinden dönenleri ise:
وَلاَ تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
".... İpliğini sağlamca büktükten sonra , çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. ALLAH , bununla sizi imtihan etmektedir...." (Nahl 16/92)
الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
"Onlar ki günâhın büyüklerinden (vebâlden) ve çirkef davranışlardan kaçarlar, ancak ufak tefek kusurlar hariç; Şüphesiz ki RABB'in geniş mağfiretlidir. O sizin her hâlinizi en iyi bilendir, sizi topraktan meydana getirdiğinde ve sizler analarınızın karınlarında cenin hâlinde iken, şimdi nefslerinizi temize çıkarmaya kalkışmayın? O'dur en iyi bilen günâhtan sakınanı!..." (Necm 53/32)
İnsanda 7 safha:
1- Cenin (ana karnında) ,
2- sâbi (bebe) ,
3- gulâm (bülûğa kadar) ,
4- Şab (18 yaş) ,
5- Kehl (35 yaş) ,
6- Şeyh (50 den sonrası) ,
7- ölüm...
1- Cenin (ana karnında) ,
2- sâbi (bebe) ,
3- gulâm (bülûğa kadar) ,
4- Şab (18 yaş) ,
5- Kehl (35 yaş) ,
6- Şeyh (50 den sonrası) ,
7- ölüm...
Fuhş, fahşâ, fevahiş: kötü söz ve fiil, büyük günâh, vebâl, ahlâka aykırı olan
Lemem: küçük günâhlar...
Lemem: küçük günâhlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder