6 Haziran 2008 Cuma

Kuran ve Astronomi

Astronomi, kainattaki gök cisimlerinin geçmişte, günümüzde ve gelecekteki şekillerini, büyüklüklerini, kütlelerini, yüzeylerini, parlaklıklarını, birbirine olan etkilerini, hareket kanunlarını, oluşumlarını ve gelişimlerini inceleyen bir bilim dalıdır.

Kuran-ı Kerim ise insanları doğru ve hak yola götüren bir hidayet kitabıdır. O, önder olmak ve yol göstermek için gelmiştir. Kaynağı ilahidir ve bunun için de muciz bir kitaptır. Kuran’ın muhatabı insandır. Bu sebeple Kuran, insanın insanla, insanın yaratıcısıyla ve insanın kainatla olan ilişkilerini açıklayan ve düzenleyen kurallar getirmiştir. Kuran, insanın yaratıcısı ve hemcinsleriyle olan ilişkilerine dair geniş açıklamalarda bulunduğu ve kesin kanun ve prensipler getirdiği halde; insanın eşya ve kainatla olan münasebetlerinde genel prensiplerden bahsetmiş, eşyanın mahiyet ve kanunlarının araştırılmasını insan zekası ve aklına bırakmıştır.

Genellikle insan-eşya-kainat münasebetinde Kuran’ın getirdiği prensip ve kanunlar, eşyanın kullanılışı, diğer bir deyişle eşyanın ne ölçüde kullanılacağı yönündedir. Bunun için de Kuran, eşyadan tafsilatlı olarak değil de, öz ve temel esaslar dahilinde bahseder. Bunları Yüce Yaratıcının bir nişanesi sayar. Ancak Kuran’ın ifade ve üslubu o kadar derindir ki, yer verilen ifadeler bir tohum gibi öz ve niteliklidir. İfade ve üslubundaki bu özellikler dolayısıyla her çağın insanı Kuran ayetlerinde kendi çağındaki anlayışa ve kültür düzeyine uygun bir mana bulabilmiş ve insan-eşya münasebetine dair ayetleri çağına uygun bir biçimde yorumlayabilmiştir.

Şunu da önemle belirtmeliyiz ki Kuran-ı Kerim, eşyanın niçinini açıklamamakta, nasıllığını ise insan aklının sınırlarına bırakmaktadır. “Gökte ve yerde olan şeylere bakın” (Yunus Suresi 101) “Başlarının üzerindeki göğe bakmadılar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl tezyin ettik?” (Kaf Suresi 6) “onlar deveye bakmazlar mı ki, nasıl yaratılmıştır? Semaya bakmazlar mı ki nasıl yükseltilmiştir” (Ğaşiye Suresi 17-18) mealindeki ayetler buna örnektir.

Kuran-ı Kerim, bu ölçüler içinde her çeşit ilim verilerini objektif bir şekilde zikretmiş ve bu ilimlerin konularını ve meselelerini nazil olduğu çağdaki anlayışa göre değil de, kendi gayesine her zaman hizmet edecek ve her çağın anlayışına hitab edecek şekilde ifade etmiştir. Kuran’ın temas ettiği bilim dallarından biri de hiç şüphesiz astronomidir. Özellikle kainatın araştırılmasını isteyen ayetlerin yanında, kainatın oluşumu ve kanunları ile ilgili ayetlerin mevcudiyeti, Kuran’ın bu konuya verdiği önemi belirtir. Kuran’da 120 yerde sema, 190 yerde semavat, 2 yerde felek, 4 yerde burç kelimesi geçmektedir. Astronomi ile ilgili bazı kelimeler ise Kuran’da sure adı olarak bile bulunmaktadır. Necm, Şems, Büruc ve Kamer gibi. Bunlar insanı eserden o eserleri yaratana götüren ve Yüce Yaratıcının varlığına ve kudretine ulaştıran birer delil mahiyetindedir. Bu, Kuran’ın asıl amacıdır. Bunun yanında diğer bir amaç da insana insanlığın geçmişi ile ilgili bilgi vermektir. Böylece insan, geçmişindeki bilgileri özümseyerek bunlardan çeşitli dersler çıkartabilecektir.

  1. Kainatın Yaratılışı

Pozitif ilim metodları ile incelenmesi mümkün olmayan konulardan birisi de, kainatın yaratılışı meselesidir. Bununla birlikte bu konu ilim adamlarının daima ilgisini çekmiş ve çözülmesi gereken bir konu olarak zihinlerde canlılığını korumuştur. Hiç şüphesiz ilim adamlarınca bu konuda çeşitli faraziyeler-teoriler öne sürülmüştür. Tüm bunların hepsi birer faraziyedir ve kesin değildir. İspatı da şu anda mümkün değildir. Ve uzun bir süre daha mümkün gözükmemektedir. Fakat bu nazariyeler, bir bakıma içtimai hayat felsefesinin veya bir sosyal ve ekonomik düzenin ilmi sahadaki tezahürleri olduğundan, zaman zaman ideolojik veya dini sistemlerin müdafasında kullanılmıştır. Mesela Laplace, G. Gamow ve J.Jeans’in teorileri, inananlar tarafından Allah’ın varlığına ve yaratıcılığına delil olarak kullanılırken; Buffo, Hoyle ve Velyaminov’un nazariyeleri ise materyalistler tarafından Allah diye bir yaratıcının bulunmadığına delil olarak gösterilmiştir.

Kuran-ı Kerim’de kainatın yaratılışı konusundaki en dikkat çekici ayet, Enbiya Suresinin 30. Ayetidir. Bu ayette “Kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer birbirine bitişik idiler, onları biz ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Hala iman etmezler mi?” denilmektedir. Bu ayette, yaratılıştan bitişik ve kaynaşık anlamına gelen “Ratk”; bitişik iki şeyin ayrılması manasına gelen “Fatk” kelimeleri kullanılmıştır. Bir başka ayet-i kerimede ise, Allah’ın kainatı yarattıktan sonra semanın duman halinde olduğu açıklanmaktadır. (Fussilet Suresi 11) Bu ayetlerde geçen ratk, fatk ve duman kelimeleri kainatın yaratılış konusunda anahtar kelimelerdir. Bu kelimeler iyi anlaşıldığı takdirde Kuran’ın bu konuda verdiği bilgi daha iyi anlaşılabilecektir. Buna göre gökler, yer ve bütün kainat, adına esir veya sedim denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. Bu madde tek bir madde iken bölünmüş, parçalanmış, dolayısıyla kendisinden küre şeklinde cisimler meydana gelmiştir. (Çantay, Meal, 2/584)

“Yapılan bütün araştırmalar, gözlem ve hesaplar, bundan aşağı yukarı 4.5 ile 5 milyar yıl önce ilk kainat maddesinin çıplak atomlardan oluşan kocaman bir küre halinde olduğu, bu çıplak atomlar arasındaki karşılıklı çekim ile evren maddesinin açılarak evrene yayıldığını göstermektedir. Ancak bu ilk evren maddesinin nasıl meydana geldiği tüm araştırmalara rağmen bilinememektedir.” (Bilim ve Teknik, Sayı 92 Sayfa 2) Bilim adına yapılan bu açıklamadan da anlıyoruz ki kainat, yaratılmıştır, ezeli ve ebedi değildir. Kainatın bir başlangıcı vardır ve mutlaka bir sonu da olacaktır. Allah, eşya ve kainatı, kainatta hiçbir şey yok iken yaratmıştır. Kuran bunun nasıl olduğunu şöyle anlatır. “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece o şeye “ol” demektir, o da hemen olur.” (Yasin Suresi 82)

İslam alimleri, ilk evren maddesinin yoktan varedildiğine, yani Allah’ın ilk evren maddesini hiçbir maddeden yaratmadığına ve sadece ilk evren maddesine “ol” dediğini ve maddenin de olduğuna inanmaktadırlar. İslam, kainatın bir varlık tarafından yaratılmadığı ve ezeli ve ebedi olduğu görüşünü kabul eden materyalizme bu konuda da karşıdır. Bu bağlamda kara delikler konusu da ilgi çekicidir. Stephen Hawking gibi ünlü evren bilimciler kara deliklerin aslında bir hiçlik alanı olduğunu söylemektedirler. Zaman kavramının tanımı da Einstein gibi dahiler tarafından sınırları zorlayıcı olarak değiştirilmek durumunda kalınmıştır. Zamanın ve evrenin geçici ve göreceli süreçler oldukları savına her geçen gün daha fazla yaklaşılmaktadır. Bir noktada bilim ile dinin aynı noktada kesişecekleri öngörülmektedir.

  1. Genel Çekim Kanunu

Astronomi ve fiziğin esasını teşkil eden genel çekim kanunu İsaac Newton (1642-1720) tarafından keşfedilmiştir. Kainatın dengesini ve ahengini teşkil eden bu kanunu, hiç şüphesiz Cenab-ı Hak kainatı yaratırken koymuştur. Kuran-ı Kerim, bu ve diğer tabiat kanunlarına “Sünnetullah” adını verir. (Fatır Suresi 43) Yine Kuran’ın ifadesiyle bu kanunlarda “değişme” ve “sapma” yoktur. Newton bu kanunu icad etmemiş, sadece onu keşfederek işleyiş sistemini bulmuştur. Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, kainattaki dengeye ve çekim kanununa işaret etmiş ve bu konuda bize genel bir bilgi vermiştir. Bu ayetlerde, Allah Teala’nın yaratıcılığı ve kudreti birinci derecede ele alınırken, ikinci derecede de kainattaki dengeye işaret edilmektedir. Bu ayetler şunlardır.

“Allah gökleri, görebileceğiniz direkler olmaksızın yükseltendir” (Rad Suresi 2) “O gökleri görünür direkleri olmaksızın yarattı (Lokman Suresi 10) “Semayı yeryüzüne düşmekten alıkoyan O’dur. Ancak kıyamette O’nun izni ile düşecektir. (Hac Suresi 65)

Bu ayetlere ilaveten İbn Kesir’in naklettiğine göre İbn Abbas “ Semalar için bir direk vardır. Ama siz göremezsiniz” demiştir. (İbn Kesir, Tefsir, Mısır, Tarihsiz, 2/499) bir başka ayette ise “Göğü O yükseltti ve mizanı (ölçü ve dengeyi) koydu.” (Rahman Suresi 7) denilmektedir. Göğü yükseltti ile mizan arasındaki ilişkiden ortaya çıkan zahiri manaya göre bu ölçü, bütün eşya arasındaki umumi denge kanunudur. Buna astronomide umumi cazibe kanunu adı verilmektedir. (Elmalı, Hak Dini, 6/4665-4666)

Allah kainattaki bütün gök cisimlerini yaratmış, fakat bu gök cisimlerini yaratırken de onların boşlukta durmalarını sağlayacak sistemi de halketmiştir. Bu sistem Kuran tabiriyle “görülmeyen bir direk, ilmi tabiriyle çekim kanunudur.

  1. Yedi Kat Sema

Kuran-ı Kerim’de sema tabiri, 7 yerde 7 rakamı ile birlikte kullanılmıştır. Bir yerde de gökteki 7 yoldan bahsedilmiştir. Yedi rakamı çoğunlukla “müteaddid” (tekrar tekrar) anlamına gelirse de bu anlamdaki kullanılışı kesin değildir. Kuran’da mahiyeti anlaşılamayan ve ancak Arapça lugat karşılığı verilerek tercüme edilebilen ayetlerden biri de yedi kat sema ile ilgili ayetler topluluğudur. Yedi kat semadan maksat nedir? Mahiyeti nedir? Burası neresidir? Bunu kesinlikle bilemiyoruz. Bu konu henüz astronomi ilimlerinin arasına da girmiş değildir. Bu sebeple bu konuda herhangi bir araştırma da yapılmamaktadır. Eski çağ müfessirleri, Aristo ve Batlamyus’un etkisinde kalarak yedi kat semaya bazı yorumlar getirmişlerse de bunlar çağımız için değerini yitirmiş bilgilerdir. Bu konudaki iddialar birer faraziyeden ibarettir. Fakat bize bu konuda ışık tutacak iki ayet bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, dünya semasının yıldızlarla süslendiğini anlatan ayet, (Saffat Suresi 6) diğeri ise göğün kandillerle donatıldığını anlatan ayettir. (Mülk Suresi 5) Ayette “dünya göğü tabiri geçmekte ve buna da “en yakın gök” adı verilmektedir. En yakın gök yani dünya göğü, binlerce yıldızla süslüdür. Bu büyük bir ihtimalle birinci kat semayı teşkil edebilir. Diğer semalar hakkında şimdilik bir şey söylemek mümkün değildir. Zamanın en iyi müfessir olduğu söylenir. Belki ileride bu ayetlere yorum getirecek bilgilere insanlık sahip olabilir. Çünki çağımızda geçmişte anlaşılmayan bir çok ayete yorum getirilebilmiştir. İlmin gelişmesi bu tür ayetleri daha iyi yorumlamamızı sağlayacaktır.

  1. Güneş ve Ay Yörüngeleri

Kuran-ı Kerim, güneş ve aya ait yörüngelerden de bahsetmekte ve şöyle demektedir. “Allah geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yarattı. Bunların her biri kendilerine mahsus hareketleriyle bir yörünge üzerinde hareket ederler.” (Enbiya Suresi 33)

“Güneş aya yetişemez, gece gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler.” (Yasin Suresi 40)

Bu iki ayette “felek” kelimesi geçmektedir. Bu kelime çağımızda yörünge diye tercüme edilmektedir. Bu kavramın Kuran’ın nazil olduğu çağda insanlar tarafından bilinmediği açıktır. Zira Kuran’ın indiği çağda dünyanın dönmeyip durağan bir cisim olduğu, güneşin ise dönüp dolaştığı kabul edilmekteydi. Bu kuram M.Ö. 2. yy. da yaşamış olan Batlamyus’un kuramıydı. Bu kuram M.S. 16. yy. da yaşamış olan Kopernik tarafından yıkılıncaya kadar itibarını korumuştur. Kuran’ın nuzülü çağında da yaşayan bu kuram, ne bu ayetlerde ne de Kuran’ın başka ayetlerinde bulunmaktadır. Cahiliye Araplarının diğer kuramı bildiklerine dair herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır. Bilakis bu kuramın Abbasiler döneminde yapılan tercümelerle İslam alemine girdiği bilinmektedir. Bu sebeple o dönemde bu ayetlerin tefsirinde çok zorluk çekildiği görülmektedir. Zira bu ayetler izah edilememiş, sadece Arapça karşılıklarının verilmesiyle yetinilmiştir. Çağımızda ise gelişen astronomi ilmi sayesinde kainatın bazı sırları keşfedilmiş, bu arada gök cisimlerinin kendilerine ait yörüngelerinde hareket ettikleri gözlemlenmiştir. Ancak bu ilmi gelişmeden sonra bu ayetlere yorum getirilebilmiştir. Bu da bize gösteriyor ki, Kuran’da yüzyıllar sonra aydınlığa kavuşacak bazı kavramlar bulunmaktadır. Bir diğer ayette de “Güneş kendi karargahında yürür” (Yasin Suresi 38) denilmektedir. Bu ayeti yorumlayan çağdaş müfessirler, güneşin bir istikrar noktasına doğru hareket ettiğini söylemişlerdir. Kuran her çağa ve her çağın ilmi anlayışına uygun bilgiler vermekte ve her çağın insanına hitap edebilmektedir. Bu da Kuran’ın yüceliğini gösterir.

Bu açıklamalara ilaveten Kuran-ı Kerim’de astronomi ile ilgili başka konuların da yeraldığını görmekteyiz. Mesela “Semayı biz kendi ellerimizle yaptık ve biz onu genişletiyoruz.” (Zariyat Suresi 47) ayeti evrenin genişlemesini açıklamaktadır. Bazı ayetlere güneş bir meşaleye (siraç) veya parlayan bir kandile (vehhaç) benzetilirken ay da aydınlatıcı (münir) veya bir nura benzetilmiştir. Bu benzetmelerden ziya ile nur arasında bir mahiyet farkının bulunduğunu anlıyoruz. Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır, bu konuda şu bilgiyi vermektedir: Ay ve güneş hakkında Hz.Peygamber “ikisi de güneş idi”, İbn Abbas ise “ay da güneş gibi ışık veriyordu, fakat sonradan ışığı giderildi” demektedir. Bu sebeple ayın ışığı bizatihi kendisinden olmayıp ışığı güneşten aldığı eskiden beri biliniyorsa da önceden kor halinde olduğu daha sonra söndüğü bilinmiyordu. Kuran’ın vermiş olduğu bu hakikatı, nihayet zamanımızın fen ehli keşfetmiş ve bugünkü fenni düşüncelerini bu esas üzerine kurmuşlardır. (Elmalılı, Hak Dini, 4/3169-3179)

Ayrıca Kuran-ı Kerim’de insanların fezaya çıkması konusunda, onların fezaya çıkamayacaklarının imkansızlığı değil, bilakis insanların bu durum ve şekille fezaya çıkamayacakları, bunun tam aksine bir takım güç ve kuvvetler yardımıyla çıkabileceklerinin mümkün olduğu ifade edilmektedir. Şu ayet bu konuda en dikkat çekici olanıdır: “Ey cin ve ins cemaati, eğer göklerin ve yerin etrafından çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Fakat bir kuvvetiniz olmadıkça asla çıkamazsınız.” (Rahman Suresi 33)

Bu ayette “sultan” kelimesi geçmektedir. Bu kelime güç, kuvvet, zorla istediğini yapma ve yenme manalarına gelmektedir. Bu ayet fezaya ancak sultanla gidilebileceğini açıkladığına göre, bu demektir ki insanlar ancak bir kuvvet yardımıyla fezaya çıkabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder